اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نُهُوا عَنِ النَّجْوٰى ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَيَتَنَاجَوْنَ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِۘ وَاِذَا جَٓاؤُ۫كَ حَيَّوْكَ بِمَا لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللّٰهُۙ وَيَقُولُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ لَوْلَا يُعَذِّبُنَا اللّٰهُ بِمَا نَقُولُۜ حَسْبُهُمْ جَهَنَّمُۚ يَصْلَوْنَهَاۚ فَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi? |
|
3 | إِلَى |
|
|
4 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
5 | نُهُوا | menedilen(ler) |
|
6 | عَنِ | -tan |
|
7 | النَّجْوَىٰ | gizli gizli konuşmak- |
|
8 | ثُمَّ | sonra yine |
|
9 | يَعُودُونَ | dönüyorlar |
|
10 | لِمَا | şeye |
|
11 | نُهُوا | menedildikleri |
|
12 | عَنْهُ | ondan |
|
13 | وَيَتَنَاجَوْنَ | ve gizli gizli konuşuyorlar |
|
14 | بِالْإِثْمِ | günah hususunda |
|
15 | وَالْعُدْوَانِ | ve düşmanlık |
|
16 | وَمَعْصِيَتِ | ve isyan |
|
17 | الرَّسُولِ | Elçiye |
|
18 | وَإِذَا | ve zaman |
|
19 | جَاءُوكَ | sana geldikleri |
|
20 | حَيَّوْكَ | seni selamlıyorlar |
|
21 | بِمَا | bir tarzda |
|
22 | لَمْ |
|
|
23 | يُحَيِّكَ | selamlamadığı |
|
24 | بِهِ | onu |
|
25 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
26 | وَيَقُولُونَ | ve diyorlar |
|
27 | فِي | içlerinde |
|
28 | أَنْفُسِهِمْ | kendi |
|
29 | لَوْلَا | değil miydi? |
|
30 | يُعَذِّبُنَا | bize azab etmeli |
|
31 | اللَّهُ | Allah |
|
32 | بِمَا | ötürü |
|
33 | نَقُولُ | dediğimizden |
|
34 | حَسْبُهُمْ | onlara yeter |
|
35 | جَهَنَّمُ | cehennem |
|
36 | يَصْلَوْنَهَا | oraya gireceklerdir |
|
37 | فَبِئْسَ | ne kötü |
|
38 | الْمَصِيرُ | gidilecek yerdir |
|
Her an müşriklerden bir saldırı gelmesi ve onlarla sıcak çatışmaya girilmesi ihtimalinin bulunduğu bir dönemde inen bu âyetin öncelikli konusu ve hedefinin, iman etmiş gibi göründükleri için müslüman muamelesi gören münafıkların ve yapılan sözleşme gereği Medine şehir devletinin vatandaşı olan yahudilerin bazı yanlış tavır ve hareketleri olduğu anlaşılmaktadır. Zira tarihî bilgiler, Medine’deki münafıkların o sıralarda yahudilerle gizli bir ittifak içinde olduklarını göstermektedir; 14. âyette de bu hususa özel olarak değinilecektir. Hendek Savaşı’ndan sonra Medine’de yahudi kalmamış olması, bu âyetin belirtilen savaştan önceki bir tarihte yani sûrenin bütününe ait sıralamadaki yerine göre daha önceki bir zamanda inmiş olduğunu düşündürmektedir. Bununla beraber, burada yahudilerin daha önceki tutumlarına bir gönderme yapılmış bulunması yahut söz konusu ifade ve tutumların sadece münafıklara ait olması da muhtemeldir.
Münafıklar ve/veya yahudiler kendi aralarında toplanıp Hz. Peygamber ve müslümanlar aleyhine entrikalar çeviriyor, bu arada yanlarına bir mümin yaklaştığında kaş göz işaretleriyle onu tedirgin ediyorlardı. Resûlullah’a bu durumun intikal ettirilmesi üzerine böyle davranmamaları uyarısı yapıldı. İşte yaygın yoruma göre âyetin ilk cümlesinde onların belirtilen yasağa riayet etmediklerinden söz edilmekte ve bu gayri ahlâkî tutum kınanmaktadır.
Âyetin devamında bu kimselerin Resûl-i Ekrem’i selâmlama biçimleri eleştirilmekte fakat ne dedikleri açıklanmamaktadır. Tefsirlerde âyetin bu kısmını izah sadedinde genellikle, bazı yahudilerin Hz. Peygamber’e “es-selâmü aleyk” yerine “es-sâmü aleyk” diyerek selâm vermeleri olayına değinilir (meselâ bk. Buhârî, “Edeb”, 38; Taberî, XXVIII, 13-15). Allah’ın selâmladığı şekil olan “es-selâmü aleyk”, “Esenlik üzerine olsun” anlamına gelirken, küçük bir telaffuz oyunuyla söylenen “es-sâmü aleyk”, “Başına ölüm gelsin” veya “İçine (dininden) bıkkınlık gelsin” demek oluyordu. Hz. Âişe bunu farkedince onlara lânetleyici ifadelerle karşılık vermiş, Hz. Peygamber ise Hz. Âişe’yi teskin etmiş ve yumuşak söz söylemesini istemişti. O “Ama ey Allah’ın resulü, onların ne dediğini duymadın mı?” deyince Hz. Peygamber, “Benim de onlara ‘ve aleyküm’ dediğimi duymadın mı?” cevabını verdi. Böylece Resûlullah onların selâmını hakîmane bir şekilde “O dediğiniz sizin üzerinize olsun” anlamına gelen bir ifadeyle söylediklerini kendilerine iade etmiş oluyordu (Buhârî, “Edeb”, 38; Müslim, “Selâm”, 6-12). İbn Âşûr ise bir grup yahudi ile Hz. Peygamber arasında geçen mezkûr olayın bu âyetle ilgisi olmadığı, burada münafıkların “es-selâmü aleyk” yerine Câhiliye âdetine göre söylenen selâm ifadelerini sürdürmekte ısrar etmelerine veya yahudilerden öğrendikleri bazı kinayeli sözleri (bk. Bakara 2/104; Nisâ 4/46) söylemelerine işaret edildiği kanaatindedir (XXVIII, 31). İbn Abbas’tan nakledilen bir ifadede bu âyetin tamamının münafıklar hakkında olduğunun ve onların arasında da yahudi karakteri taşıyanlar bulunduğunun belirtilmesi (bk. İbn Atıyye, V, 277) bu kanaati destekleyici niteliktedir.
Aynı âyetin “Üstelik birbirlerine ‘Allah bizi bu söylediklerimizden dolayı cezalandırsa ya!’ diyorlar” diye çevrilen kısmını, “Üstelik içlerinden veya baş başa kaldıklarında ... diyorlar” şeklinde tercüme etmek de mümkündür. İnkârcıların ve sapkın düşünce sahiplerinin Allah’ın cezalandırmasını beşerî düzleme indirgeyerek bu tarz bir argüman geliştirmeleri, örneğine sık rastlanan bir durumdur. Kur’an’da ve hadislerde Allah Teâlâ’nın kendisine ortaklar koşulduğunu gördüğü, duyduğu, bildiği halde, insanlardan farklı olarak hemen cezalandırma cihetine gitmediği, her konuda olduğu üzere bu konuda da kendi hikmetine göre ve dilediği zaman hükmünü icra ettiği ve imtihan sebebiyle genellikle kullarına fırsat tanıyıp nihâî hükmünü âhirete ertelediği belirtilmiş; hemen dünyada cezalandırılmama durumuna aldanarak “Nasıl olsa herkesin yaptığı yanına kalıyor” gibi bir yanılgıya düşmemek gerektiği uyarısı yapılmıştır.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 270-271اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نُهُوا عَنِ النَّجْوٰى ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ
Hemze istifham harfidir. Fiil cümlesidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَرَ illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِلَى harf-i ceriyle تَرَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası نُهُوا ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur. تَرَ bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُهُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. عَنِ النَّجْوٰى car mecruru نُهُوا fiiline mütealliktir.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
يَعُودُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle يَعُودُونَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası نُهُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
نُهُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. عَنْهُ car mecruru نُهُوا fiiline mütealliktir.
وَيَتَنَاجَوْنَ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِۘ
Cümle atıf harfi وَ ‘la يَعُودُونَ ‘ye matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يَتَنَاجَوْنَ fiili نَ ‘un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِالْاِثْمِ car mecruru يَتَنَاجَوْنَ fiiline mütealliktir. الْعُدْوَانِ ve مَعْصِيَتِ kelimeleri atıf harfi وَ ‘la الْاِثْمِ ‘e matuftur. الرَّسُولِۘ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَتَنَاجَوْنَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tefâ’ul babındandır. Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.
Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve meful aynı işi yapmıştır. Müşareket bâbı olan mufaale babı ile bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ve meful arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen meful zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا جَٓاؤُ۫كَ حَيَّوْكَ بِمَا لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللّٰهُۙ
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. جَٓاؤُ۫كَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذَا): şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاؤُ۫كَ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
حَيَّوْكَ mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle حَيَّوْكَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يُحَيِّكَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يُحَيِّكَ illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِهِ car mecruru يُحَيِّكَ fiiline mütealliktir. اللّٰهُۙ fail olup lafzen merfûdur.
حَيَّوْكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حيي ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَيَقُولُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ لَوْلَا يُعَذِّبُنَا اللّٰهُ بِمَا نَقُولُۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına matuftur. Fiil cümlesidir. يَقُولُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ car mecruru يَقُولُونَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, مسرّين (sevinerek) şeklindedir.
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır.(Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Mekulü’l-kavli يُعَذِّبُنَا اللّٰهُ ‘dir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يُعَذِّبُنَا damme ile merfû muzari fiildir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle يُعَذِّبُنَا fiiline mütealliktir.
نَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur.
يُعَذِّبُنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
حَسْبُهُمْ جَهَنَّمُۚ يَصْلَوْنَهَاۚ
İsim cümlesidir. حَسْبُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَهَنَّمُ haber olup lafzen merfûdur. يَصْلَوْنَهَا hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal müspet fiil cümlesi olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَصْلَوْنَهَاۚ fiili نَ ‘un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَاۚ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
فَ istînâfiyyedir. بِئْسَ zem anlamı taşıyan camid fildir. الْمَص۪يرُ fail olup lafzen merfûdur. بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, ألنار (ateş) şeklindedir.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi 2. Failinin ال ’lı isme muzaf olarak gelmesi 3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi 4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi. Burada بِئْسَ fiilinin faili ال ‘lı olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نُهُوا عَنِ النَّجْوٰى ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzari fiile dahil olan لَمْ , muzari fiili olumsuz maziye çevirmiştir. Hemze istifham harfidir. Ayetteki istifham gerçek manada soru olmayıp, takrir ve tevbih amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette mütekellim Allah Teâlâdır. Dolayısıyla istifhamda tecahül-i arif sanatı vardır.
Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki ألذ۪ينَ has ism-i mevsûlü, başındaki الي harf-i ceriyle birlikte تَرَ fiiline mütealliktir. Sılası olan نُهُوا عَنِ النَّجْوٰى cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
İstifham şaşma ifade eder ve murad ise azarlamadır. تَرَ fiili اِلَى harfiyle birlikte olduğunda görmek manasındadır. (Âşûr)
Münafıklar yerine الَّذِينَ نُهُوا عَنِ النَّجْوَى sözü gelmiştir. Kinaye vardır. Suçu artırmak, hatırlatmak, unutulmaması için olabilir.
ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ cümlesi rütbe ve terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir.
Buradaki ثُمَّ rütbeten (derece, sınıf, kademe, mevki) terahi içindir. Çünkü yasaklandıktan sonra tekrar aynı fiili yapmak ilk yapmaktan daha kötüdür.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , başındaki harf-i cerle birlikte يَعُودُونَ fiiline mütealliktir. Sılası olan نُهُوا عَنْهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki her iki نُهُوا fiili de meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
لِمَا نُهُوا fiilinin önemi sebebiyle tekrar edilmesinde, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Kur’an'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için, vav harfiyle gelen tabirin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delil çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir. أولم تر tabirinin, hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir. ألم تر tabirinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 329)
Buradaki rü'yet (görme) fiili, اِلَى ile kullanılmış olduğu için bakmak manasını ifade etmektedir. (Elmalılı)
Bu hitap, Resulullah içindir, istifham da, onların halinden taaccüp ettirmek içindir. Yani onların yaptıkları haddi zatında günah, müminlere düşmanlık ve Resulullah'a karşı da baş kaldırmak planlarıdır. Burada, Peygamberimize tevcih edilen iki hitap arasında onun peygamber unvanıyla zikredilmesi, onları ziyadesiyle takbih etmek ve suçlarının büyüklüğünü bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ sözü mecazî manada kullanılmıştır. ثُمَّ يَعُودُونَ لِما قالُوا sözündeki gibi lam ile müteaddi olmuştur. (Âşûr)
وَيَتَنَاجَوْنَ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِۘ
Cümle atıf harfi وَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
وَالْعُدْوَانِ ve وَمَعْصِيَتِ kelimelerinin tezâyüf nedeniyle atfedildiği بِالْاِثْمِ car mecruru, يَتَنَاجَوْنَ fiiline mütealliktir.
بِالْاِثْمِ ‘deki بِ harf-i ceri mülabese içindir. Yani ‘’onlar günah, düşmanlık ve peygambere karşı gelmeye bürünerek fısıldaşıyorlardı.’’anlamındadır. (Âşûr)
رَّسُولِۘ (sav) sözünde iltifat vardır. كَ zamiri yerine zahir isim gelmiştir. Bunun sebebi onları ziyadesiyle azarlamak ve suçlarının büyüklüğünü bildirmektir. (Ebüssuûd)
مَعْصِيَتِ - الْاِثْمِ - عُدْوَانِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْاِثْمِ ’den başlayan ve artan günahların zikrinde istidrac ve taksim sanatı vardır.
يَتَنَاجَوْنَ - تَرَ kelimeleri arasında muhataptan gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
يَتَنَاجَوْنَ - نَّجْوَى kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْعُدْوَانِ - يَعُودُونَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ifade, onlara yasak edilen şeyi beyan etmektedir. Çünkü bunlar dine zarar vermektedir. Yani bizatihi günah, müminlere düşmanlık ve peygambere karşı gelmeleri hususunda birbirlerine olan gizlice tavsiye etmelerini görmedin mi? demek olur. Ayette geçen عُدْوَانِ kelimesi, zulüm ve haksız fiil demektir. مَعْصِيَتِ ise, itaatin tersi olan karşı gelmek anlamındadır. (Rûhu-l Beyân)
وَاِذَا جَٓاؤُ۫كَ حَيَّوْكَ بِمَا لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللّٰهُۙ
Cümle atıf harfi وَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Haberî manada olması, şart cümlesinin haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan جَٓاؤُ۫كَ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan حَيَّوْكَ بِمَا لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللّٰهُۙ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu بِ harf-i ceriyle birlikte حَيَّوْكَ fiiline mütealliktir.
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللّٰهُ , tecessüm, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِهِ , durumun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
يُحَيِّكَ - حَيَّوْكَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَمْ يُحَيِّكَ - حَيَّوْكَ kelimeleri arasında tıbak-ı selb sanatı vardır.
جَٓاؤُ۫كَ cümlesiyle لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللّٰهُۙ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
التحية kelimesi, dil bilgisi açısından mastardır. Bunun fiili حياك اللّه ‘tır. Manası ise, Allah sana uzun ömür verdi, demektir. Daha sonra bu cümle, dua cümlesi olarak kullanılagelmiştir. Buna göre manası: ”Allah sana uzun ömürler versin" demek olur. Ardından aynı cümle, her türlü dua için kullanılmış ancak selamlamada kullanılması daha yaygındır. Her türlü dua bu bakımdan tahiyyedir, bu dua ister dünya için olsun isterse ahiret için olsun. (Rûhu-l Beyân)
وَيَقُولُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ لَوْلَا يُعَذِّبُنَا اللّٰهُ بِمَا نَقُولُۜ
Cümle atıf harfi وَ ile şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrâr, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ , car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْلَا يُعَذِّبُنَا اللّٰهُ بِمَا نَقُولُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَوْلَٓا tahdid (تحضيض ) harfidir.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte يُعَذِّبُنَا fiiline mütealliktir. Sılası olan نَقُولُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُونَ - نَقُولُۜ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla اَنْفُسِهِمْ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü nefis, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
Tahdid anlamındaki لَوْلَٓا Peygamber Efendimizin nübüvvetini inkârdan kinaye olarak kullanılmıştır. Yani, ‘’O peygamber olsaydı Allah bize gazap ederdi ve bu sözlerimizden dolayı bizi azaplandırırdı.’’ anlamındadır. (Âşûr)
لَوْلاَ ‘-meli/-malı, değil mi? ...olsaydı ya’ manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak teşvik anlamına gelse de terim olarak ‘bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir’. Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
حَسْبُهُمْ جَهَنَّمُۚ يَصْلَوْنَهَاۚ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
حَسْبُهُمْ mübtedadır. جَهَنَّمُۚ haberdir. Cümlede müsnedün ileyhin izafetle marife olması, az sözle çok şey ifade etmenin yanında tahkir içindir.
يَصْلَوْنَهَا cümlesi haldir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâbdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrâr, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
فَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
فَ , istînâfiyyedir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem anlamı taşıyan camid fiil بِئْس ’nin mahsusu mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri النَّارِ جَهَنَّمُۚ ’dir. Bu hazifle, muhatabın muhayyilesi harekete geçirilerek cehennemin korkunçluğunu kayıtlamadan, serbestçe tahayyül etmesi sağlanmıştır.
Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)