يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَنَاجَيْتُمْ فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ وَتَنَاجَوْا بِالْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | إِذَا | zaman |
|
5 | تَنَاجَيْتُمْ | aranızda gizli konuştuğunuz |
|
6 | فَلَا |
|
|
7 | تَتَنَاجَوْا | konuşmayın |
|
8 | بِالْإِثْمِ | günah üzerinde |
|
9 | وَالْعُدْوَانِ | ve düşmanlık |
|
10 | وَمَعْصِيَتِ | ve karşı gelme |
|
11 | الرَّسُولِ | Elçiye |
|
12 | وَتَنَاجَوْا | (fakat) konuşun |
|
13 | بِالْبِرِّ | iyilik üzerinde |
|
14 | وَالتَّقْوَىٰ | ve takva |
|
15 | وَاتَّقُوا | ve korkun |
|
16 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
17 | الَّذِي |
|
|
18 | إِلَيْهِ | huzuruna |
|
19 | تُحْشَرُونَ | toplanacağınız |
|
Bu âyetten ve konuya ilişkin diğer âyet ve hadislerden, gizli görüşme ve konuşma yapmanın, özündeki kötülük sebebiyle değil, konuşulan konuların kötü olmasına veya bu tür gizliliklerin çevredeki insanlarda kuşku ve tedirginlik uyandırmasına bağlı olarak yasaklanmış bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu âyette ve Nisâ sûresinin 114. âyetinde konuşulan konuların iyi olması veya iyilik amacı taşıması halinde günah teşkil etmediği açıkça ifade edildiği gibi, bir hadiste “Üç kişi olduğunuzda, iki kişi üçüncüden ayrı olarak fısıldaşmasın; çünkü bu onu üzer” (İbn Mâce, “Edeb”, 50) buyurularak gizli konuşmaların yasaklanmasının, başkaları üzerinde olumsuz etkiler meydana getirebileceği gerekçesine bağlı olduğu belirtilmiştir. Hatta bu noktadan hareketle İslâm âlimleri, iki kişinin yanlarındaki üçüncü kişinin bildiği bir dille konuşabilecekleri halde onu bırakıp başka bir dille konuşmalarını da kıyas yoluyla bu yasak kapsamında düşünmüşlerdir. “Günah işleme, düşmanlık etme ve peygambere karşı gelme hususunda fısıldaşmak” zaten müminlere yaraşmayan bir davranış olduğu için âyetteki hitabın bu kısmıyla münafıkların tutumuna işaret edildiği, “iyilik ve takvâ hakkında konuşun” kısmıyla da müminlere doğru davranışın öğretildiği yorumu yapılmıştır. Bu izah, “Ey iman edenler!” hitabının samimi müminlere yönelik olduğu anlayışına göredir. Bazı müfessirler ise bu hitabın iman etmiş göründükleri için mümin statüsünde kabul edilen münafıklara yönelik olduğu kanaatindedir (Zemahşerî, IV, 74-75; İbn Âşûr, XXVIII, 32-33). Öte yandan, 7. âyette vurgulanan “hiçbir şeyin Allah’ın bilgisi dışında kalamayacağına inanma” ilkesi, burada başka bir iman esası olan “bütün insanların öldükten sonra diriltilip yüce Allah’ın huzurunda toplanacaklarına inanma” ilkesiyle pekiştirilmekte ve herkesin o gün verilecek hesabın sorumluluğu içinde hareket etmesi istenmektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 271-272يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَنَاجَيْتُمْ فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ وَتَنَاجَوْا بِالْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَنَاجَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَتَنَاجَوْا fiili نَ ‘un hazfıyla mahzuf elif üzere meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالْاِثْمِ car mecruru تَتَنَاجَوْا fiiline mütealliktir.
الْعُدْوَانِ ve مَعْصِيَتِ atıf harfi وَ ‘la الْاِثْمِ ‘ye matuftur. الرَّسُولِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. وَ atıf harfidir.
تَنَاجَوْا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالْبِرِّ car mecruru تَنَاجَوْا fiiline mütealliktir. التَّقْوٰى atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. التَّقْوٰى maksur isimlerdendir.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَتَنَاجَوْا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tefâ’ul babındandır.Sülâsisi نجو ‘dir. Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.
Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve meful aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babıyla bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ve mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. اتَّقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الَّـذ۪ٓي müfred müzekker has ism-i mevsûl اللّٰهَ lafza-i celâl’in sıfatı olarak mahallen mansubdur. اِلَيْهِ car mecruru تُحْشَرُونَ fiiline mütealliktir.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُحْشَرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi و ق ي’ dir. İftial babının fael fiili و , ي , ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَنَاجَيْتُمْ فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّ münada, هَا tekid ifade eden tenbih harfidir.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Nidanın cevabı olan اِذَا تَنَاجَيْتُمْ فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ cümlesi, şart üslubunda gelmiştir.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vukuu kesin durumlarda kullanılır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi olan, اِذَا تَنَاجَيْتُمْ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ cümlesi şartın cevabıdır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
بِالْاِثْمِ car mecruru تَتَنَاجَوْا fiiline mütealliktir. وَالْعُدْوَانِ ve مَعْصِيَتِ الرَّسُولِ ibareleri الْاِثْمِ ’ye matuftur. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْاِثْمِ ’den başlayan ve artan günahların zikrinde istidrac ve taksim sanatı vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ cümlesiyle, önceki ayetteki وَيَتَنَاجَوْنَ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِۘ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekki surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Ayette geçen gizli konuşma ve fısıldama, mutlak olarak yasak edilmiş değildir. Yani tersine bazı durumlarda, o durumun gereği olarak kimi zaman vacip, kimi zaman müstehap, bazen de mübah olmak üzere emrolunmuş bir durumdur. (Rûhu-l Beyân, Âşûr)
فَلَا تَتَنَاجَوْا nehyindeki hitap münafıklara tarizdir. Aslında münafıklar iman ettiklerini söylediği için Allah da onlara dışarı gösterdikleri hal üzere hitap etmiş ‘’ey iman edenler’’ demiştir. Tıpkı من الذين قالوا آمَنّا بأفواههم و لم تُؤْمِن قلوبهم [Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla «inandık» diyen kimselerden] şeklindeki Maide/41 ayetinde olduğu gibi. (Âşûr)
Kur’an’ın adeti olduğu üzere nifak alametlerini temizleyip arkadan terğib ayetlerini getirmek üzere onların halinin devam ettiğine dikkat çeker. (Âşûr)
Münafıklar iman ehlinin yanında onlar gibi davranıyorlardı, kendi arkadaşlarının yanına gittikleri zaman ise küfür hali onlara galip geliyordu. İman ehli ile bir arada yaşadıkları için o zaman da bazı halleri iman ehli gibi oluyordu. İşte bunun için Allah Teâlâ onlar hakkında Bakara/17 de مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَاراً فَلَمَّا أَضَاءتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ لاَّ يُبْصِرُونَ [Onların durumu, (geceleyin) ateş yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş tam çevresini aydınlattığı sırada Allah ışıklarını yok ediverir de onları göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir.] ve Bakara/20 de لَّمَا أَضَاء لَهُم مَّشَوْاْ فِيهِ وَإِذَا أَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواْ ] Önlerini her aydınlatışında ışığında yürürler. Karanlık çökünce dikilip kalırlar.] buyurmuştur. Ancak hitap müminlere de olabilir. Bu durumda onları eğitme amaçlı gelmiştir. (Âşûr)
وَتَنَاجَوْا بِالْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Emir üslubunda geldiği halde irşad manası taşıdığı için cümlede mecâz-ı mürsel mürekkeb sanatı vardır.
Birbirine matuf olan بِالْبِرِّ - التَّقْوٰىۜ car mecrurları, تَنَاجَوْا fiiline mütealliktir.
وَتَنَاجَوْا بِالْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۜ cümlesiyle فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Fısıldaşma konularının الْبِرِّ ve التَّقْوٰىۜ olarak sayılması taksim sanatıdır.
بِرِّ kelimesi الْاِثْمِ ve عُدْوَانِ ’ın zıddı olup, dinde emredilen bütün hayırlı amelleri kapsar. (Âşûr)
الْاِثْمِ - بِرِّ kelimeler arasında tıbâk-ı îcab, الْاِثْمِ - التَّقْوٰىۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.
تَنَاجَوْا - فَلَا تَتَنَاجَوْا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ cümlesi de atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اللّٰهَ lafza-i celâli için sıfat konumundaki müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur اِلَيْهِ , ihtimam için amili olan تُحْشَرُونَ ‘ye takdim edilmiştir.
تُحْشَرُونَ fiilli meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
تُحْشَرُونَ fiilinde de bir tehdit ve uyarı olduğu düşünülebilir. Fiil, ‘O'na haşrolunmakla kalmaz, gereken karşılığı görürsünüz’ manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ [O'na haşrolunacaksınız] sözü, lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder, bunun yanında söylenmemiş bu sarih delalet başka bir delaleti de kapsar, bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 4, Zuhruf Suresi 85, s. 370)
Takva; boyun eğmek, itaat etmek demektir. (Âşûr)
اتَّقُوا - التَّقْوٰىۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.