وَمَا لَكُمْ اَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِۜ وَاِنَّ كَث۪يراً لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَٓائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ne oluyor ki? |
|
2 | لَكُمْ | size |
|
3 | أَلَّا |
|
|
4 | تَأْكُلُوا | yemiyorsunuz |
|
5 | مِمَّا | olanlardan |
|
6 | ذُكِرَ | anılmış |
|
7 | اسْمُ | adı |
|
8 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
9 | عَلَيْهِ | üzerine |
|
10 | وَقَدْ | ve muhakkak |
|
11 | فَصَّلَ | açıklamıştır |
|
12 | لَكُمْ | size |
|
13 | مَا | şeyleri |
|
14 | حَرَّمَ | haram kıldığı |
|
15 | عَلَيْكُمْ | size |
|
16 | إِلَّا | dışında |
|
17 | مَا | şeyleri |
|
18 | اضْطُرِرْتُمْ | mecbur kaldıklarınız |
|
19 | إِلَيْهِ | onlara |
|
20 | وَإِنَّ | ve doğrusu |
|
21 | كَثِيرًا | birçokları |
|
22 | لَيُضِلُّونَ | şaşırtıyorlar |
|
23 | بِأَهْوَائِهِمْ | keyiflerine uyarak |
|
24 | بِغَيْرِ | olmaksızın |
|
25 | عِلْمٍ | bir bilgileri |
|
26 | إِنَّ | muhakkak ki |
|
27 | رَبَّكَ | Rabbin |
|
28 | هُوَ | O |
|
29 | أَعْلَمُ | çok iyi bilir |
|
30 | بِالْمُعْتَدِينَ | sınırı aşanları |
|
Hafâcî’nin kaydettiği bir rivayete göre ilk dönem müslümanlarından bir kısmı, zühd ve takvâ olsun diye bazı önemli gıda maddelerini kendilerine yasaklıyorlardı. Âyette böyle bir tutumun doğru olmadığına işaret edilmiştir (bk. İbn Âşûr, VIII, 33). Ancak Taberî, kendisinin ilk müslümanlar arasında böyle bir anlayış bulunduğunu gösteren bir bilgiye rastlamadığını belirtiyor (VIII, 12). Bu âyetin ifadesi karşısında da, vejeteryen anlayışın kişisel bir tercih olmaktan öte kendisi için dinî bir dayanak bulması mümkün değildir. Zira yüce Allah, açlıktan ölmek gibi bir çaresizlik dışında hangi şeylerin yenilmesinin haram olduğunu açıklamıştır.
Âyetin “Oysa Allah … haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır” cümlesiyle hangi âyetin kastedildiği hususunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu ifade ile, yenilmesi haram olan şeyleri açıklayan Mâide sûresinin 3. âyetine atıfta bulunulmuştur. Ancak En‘âm sûresi Mekke’de, Mâide sûresi ise Medine’de indiğinden bu görüş isabetli görülmemektedir. Râzî ise söz konusu ifadeyle, bu sûrenin az sonra gelecek olan 145. âyetinin kastedildiği görüşündedir.
Âyette, zaruret halinde haram kılınan şeylerden yenilmesine izin verilmiştir. Ancak zaruret halinin tesbitiyle ilgili kesin ölçüler belirlenmesi önemli güçlükler taşır; bu durum büyük ölçüde vicdanî bir meseledir. Bu sebeple âyetin sonunda “Muhakkak ki rabbin haddi aşanları çok iyi bilir!” buyurularak bu ruhsatı istismar etmeye kalkışacak olan kötü niyetli kimseler uyarılmıştır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 462-463
وَمَا لَكُمْ اَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا istifham ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. لَكُمْ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
اَنْ masdar harfidir. لاَ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf harf-i ceriyle mahzuf hale mütealliktir.Takdiri, ما لكم في عدم أكلكم (Size ne oluyor da….yemiyorsunuz?) şeklindedir.
تَأْكُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle تَأْكُلُوا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
ذُكِرَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. اسْمُ naib-i fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلَيْهِ car mecruru ذُكِرَ fiiline mütealliktir.
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِۜ
Cümle, hal olarak mahallen mansubdur.
Fiil cümlesidir. وَ haliyyedir. قَدْ tahkik harfidir. فَصَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. لَكُمْ car mecruru فَصَّلَ fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası حَرَّمَ عَلَيْكُمْ ’dür. Îrabtan mahalli yoktur.
حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru حَرَّمَ fiiline mütealliktir. اِلَّا istisna harfidir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا istisna munkatı veya muttasıl olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اضْطُرِرْتُمْ sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْهِ car mecruru اضْطُرِرْتُمْ fiiline mütealliktir.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَصَّلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فصل ’dir.
حَرَّمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حرم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اضْطُرِرْتُمْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi ضرر ’dır. İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت si ط harfine çevrilir.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَاِنَّ كَث۪يراً لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَٓائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
كَث۪يراً kelimesi اِنَّ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
يُضِلُّونَ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُضِلُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاَهْوَٓائِهِمْ car mecruru يُضِلُّونَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِ harf-i ceri sebebiyyedir. بِغَيْرِ car mecruru يُضِلُّونَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, متلبسين بغير علم şeklindedir. عِلْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يُضِلُّونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَد۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
رَبَّكَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هُوَ fasıl zamiridir. Tekid ifade eder. اَعْلَمُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.
بِالْمُعْتَد۪ينَ car mecruru اَعْلَمُ ’ye müteallik olup, cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْمُعْتَد۪ينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْلَمُ kelimesi ism-i tafdildir. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا لَكُمْ اَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ
وَ , atıf harfidir. Cümle önceki ayetteki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Şart üslubundan, emir üslubuna iltifat sanatı vardır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde mübteda konumundaki istifham harfi مَا , inkârî manadadır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur لَكُمْ ‘un müteallakı haber, mahzuftur.
İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, soru anlamında değildir. Vaz edildiği anlamdan çıkarak kınama ve tevbih anlamına gelmesi nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.
Bilinen nefy üslubu yerine istifham, onların cahillik ve gaflet içinde olduklarını haber üslubundan daha etkili bir şekilde ifade etmiştir.
اَلَّا edatı, masdar harfi أَنْ ve nefy harfi لاَ ’dan müteşekkildir. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen في harf-i ceriyle mahzuf hale mütealliktir. Halin ve harf-i cerin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Masdar-ı müevvel, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , başındaki harf-i cerle تَأْكُلُوا fiiline mütealliktir. Sılası olan ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذُكِرَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur'an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
عَلَيْهِ ifadesindeki istila manası taşıyan عَلَيْ harfinde istiare vardır. Çünkü istila; mülazemet gerektirir. Allah’ın ismi, yenilen şeyleri kaplamış gibi ifade edilmiştir. Yiyecekler sanki bir binek, Allah’ın ismi onların üzerindedir. Mülazemet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
اسْمَ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olması اسْمَ ‘ ye şan ve şeref kazandırmıştır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır.
مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ ibaresi önceki ayettekinin tekrarıdır. Manayı zihne yerleştirme kastı taşıyan bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ilâhî kelam, kesilirken üzerine yalnız Allah’ın adının anıldığı bahire, sâibe vs. gibi hayvanların etini yemekten sakınmayı gerektiren herhangi bir sebep olmadığını açıklar. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِۜ
وَ , haliyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
فَصَّلَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘ nın sıla cümlesi olan حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki istisna munkatı’ veya muttasıl olabilir.
Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘ nın sılası olan اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاِنَّ كَث۪يراً لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَٓائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اِنَّ ve lâm-ul muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ , cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen, اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükümdür. (Suyûtî, İtkan, c. 2 s.176)
اِنَّ ’nin ismi olan كَث۪يراً ‘nin nekre gelmesi kesret ve tahkir ifade eder.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَٓائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَد۪ينَ
Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve fasıl zamiriyle tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi olmak üzere birden çok tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
اِنَّ ’nin isminin Rab ismiyle marife olması, Hz. Peygambere destek ve muhabbetle muamelenin işaretidir. Ayrıca رَبَّكَ izafeti, Peygambere şan ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesinde tecrîd sanatı, ayette tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَعْلَمُ - عِلْمٍ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
غَيْرِ عِلْمٍ - اَعْلَمُ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
لَيُضِلُّونَ - الْمُعْتَد۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَد۪ين sözü mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiş ıtnâb sanatıdır. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [O, düşman olanları en iyi bilendir.] ifadesinde Allah Teâlâ, onları bildiğini beyan ederken, bunun içine hesap, ve cezayı idmâc etmiştir. Tehdit anlamı taşıyan bu cümlede, mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir.
Bu cümlede, Allah’ın bu dalalette olanlara tehdidi Resullah’a (s.a.v) haber verilmiştir. Allah’ın bu bilgisinin haber verilmesi, Allah’ın onları cezalandırmasından kinayedir. Muhakkak ki onlar cezadan kaçamazlar. Allah onların durumunu bildiği için aslında bu haberi vermesine gerek yoktur. Bu haber onlar için bir vaiddir. Çünkü onlar Kur’an’ı dinliyorlar ve İslam'a davet edilirken bu ayetler onlara okunuyordu. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
İki kıraata göre بِاَهْوَٓائِهِمْ lafzındaki بِ sebebiyye, بِغَيْرِ عِلْمٍ’deki بِ ise mülâbese içindir. Yani bilgisizce, hevaya boyun eğerek saptırıyorlar demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)