يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا مَعْشَرَ | topluluğu |
|
2 | الْجِنِّ | cin |
|
3 | وَالْإِنْسِ | ve insan |
|
4 | أَلَمْ |
|
|
5 | يَأْتِكُمْ | gelmedi mi? |
|
6 | رُسُلٌ | elçiler |
|
7 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
8 | يَقُصُّونَ | anlatan |
|
9 | عَلَيْكُمْ | size |
|
10 | ايَاتِي | ayetlerimi |
|
11 | وَيُنْذِرُونَكُمْ | ve sizi uyaran |
|
12 | لِقَاءَ | karşılaşacağınıza dair |
|
13 | يَوْمِكُمْ | gününüzle |
|
14 | هَٰذَا | bu |
|
15 | قَالُوا | dediler |
|
16 | شَهِدْنَا | şahidiz |
|
17 | عَلَىٰ | aleyhine |
|
18 | أَنْفُسِنَا | nefsimiz |
|
19 | وَغَرَّتْهُمُ | onları aldattı |
|
20 | الْحَيَاةُ | hayatı |
|
21 | الدُّنْيَا | dünya |
|
22 | وَشَهِدُوا | ve şahidlik ettiler |
|
23 | عَلَىٰ | karşı |
|
24 | أَنْفُسِهِمْ | nefislerine |
|
25 | أَنَّهُمْ | şüphesiz |
|
26 | كَانُوا | olduklarına |
|
27 | كَافِرِينَ | kafir |
|
İnsanoğlunun, imanla inkâr arasında nihaî bir tercih yapmakla karşı karşıya bulunduğu, fakat aklının, bilgisinin, bütün beşerî imkânlarının doğruyu bulmakta yetersiz kaldığı kaderinin en kritik anında, Allah’ın engin rahmetinin eseri olarak gönderdiği peygamberler, ebedî kurtuluşlarını düşünen insanlar için nihaî bir fırsattır. Âyette, “İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugünle (mahşer günüyle) karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” şeklindeki bir soru ifadesiyle bu büyük fırsatı kaçırmış olanların yaptıkları korkunç hataya dikkat çekilmekte, bir bakıma insanlar, böyle bir soru ve suçlamayla karşılaşmadan önce uyarılmaktadır. Zira dünyanın aldatıcı zevklerine, çıkar kaygısı veya benlik davası gibi yıkıcı duygulara kapılarak peygamberlerin tebliğlerini hiçe sayan veya onları etkisiz kılmaya çalışan ve bu suretle hüsranı tercih edenlerin, mahşerde bu kaçınılmaz soruyla karşı karşıya kalınca kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik etmekten başka çareleri kalmayacaktır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 471-472
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ
يَا nida harfidir. Münada olan مَعْشَرَ muzâf olup fetha ile mansubdur. الْجِنِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاِنْسِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Nidanın cevabı اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ ’dür.
Hemze istifhamdır. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَأْتِكُمْ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رُسُلٌ fail olup damme ile merfûdur. مِنْكُمْ car mecruru رُسُلٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. يَقُصُّونَ cümlesi, رُسُلٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
يَقُصُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْكُمْ car mecruru يَقُصُّونَ fiiline mütealliktir. اٰيَات۪ي mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنْذِرُونَكُمْ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لِقَٓاءَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. يَوْمِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰذَا işaret ismi يَوْمِكُمْ ’den bedel veya atf-ı beyan olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi,
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi,
3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi,
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler. Burada işaret isminden sonradır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve fetha ile mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنْذِرُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
شَهِدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰٓى اَنْفُسِنَا car mecruru شَهِدْنَا fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ istînâfiyyedir. غَرَّتْهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْحَيٰوةُ fail olup damme ile merfûdur. الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةُ ’nun sıfatı olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Maksur isimdir.
وَ atıf harfidir. شَهِدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ car mecruru شَهِدُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf ب harf-i ceriyle شَهِدُوا fiiline mütealliktir.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَانُوا ‘nun dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. كَافِر۪ينَ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi.
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdirî olarak îrab edilir. الدُّنْيَا kelimesi burada maksûr bir isim olduğu için takdirî olarak îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ
İstînâfiye olarak fasılla gelen ayet, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan, اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfi muzari fiil sıygası, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru olmayıp kınama ve azarlama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü Allah Teâlâ’nın soru sorup cevap beklemesi muhaldir.
Cümlede müsnedün ileyh olan رُسُلٌ kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade eder.
مِنْكُمْ car-mecruru, رُسُلٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي cümlesi, رُسُلٌ için ikinci sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Veciz ifade kastına matuf اٰيَات۪ي izafetinde Allah Teâlâ’ya ait olan mütekellim zamirine muzâf olan اٰيَات۪ , şan ve şeref kazanmıştır.
قصّ ; ibretlik olan şeyleri anlatmak demektir. “Kıssadan hisse almak” tabiri hikayelerden ibret alındığı için kullanılır.
وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا cümlesi öncesindeki sıfat cümlesi olan يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي ‘ye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki muzari fiiller, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هٰذَا işaret ismi يَوْمِكُمْ ’den bedel olup ıtnâb sanatıdır.
لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا ifadesi hesap gününden kinayedir.
يَوْمِ ’nin هٰذَاۜ ile işaret edilmesi onu tazim ve teşrif içindir.
Hesap gününe هٰذَاۜ ile işaret edilmesi, يَوْمِ için tazim ifade eder. İsm-i işaret, işaret edileni net bir şekilde gösterip onu göz önüne koymuştur. İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ifade eden هٰذَٓا ile zamana işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا (Güne kavuşmak) ifadesinde aklî mecaz sanatı vardır.
لِقَٓاءَ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Allah Teâlâ bu ayet ile kâfirleri azarlayıp susturmuştur. Çünkü O, bütün herkese müjdeleyici ve korkutucu olarak peygamberler göndermekle her türlü mazeret kapısını kapatmıştır. Binaenaleyh işte bu yolla herkese müjde ve inzar (korkutma-ikaz) ulaşınca her türlü mazeret ve bahaneyi kaldırma maksadı gerçekleşmiş olur. Böylece de bizzat maksadın kendisi meydana gelmiş olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
والرُّسُلُ zahiri olarak şer’î ıstılahtaki meşhur mana ile رَسُولٍ kelimesinin çoğuludur. Yani Allah tarafından kullarına inanacakları ve yapacakları şeylere kılavuzluk edecek şekilde gönderilen elçidir. رَسُولٍ kelimesinin lügat manasının çoğulu olması da caizdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
مِنكم ifadesindeki مِن hücceti arttırmak içindir. Yani tanıdığınız, sesini işittiğiniz resuller demektir. Bu harfin لَسْتُ مِنكَ ولَسْتَ مِنِّي (Ben senden değilim, sen de benden değilsin.) sözünde olduğu gibi “ittisaliyye” olması da caizdir. Yani bu harf teb’iz için değildir. هُوَ الَّذِي بَعَثَ في الأُمِّيِّينَ رَسُولًا مِنهُمْ (Cuma Suresi, 2) ayetindeki manada değildir. Çünkü Allah’ın resulleri sadece insan cinsinden olur. Ve makam Allah’ın risaleti makamıdır. Bu makam da resulun melek veya insan cinsinin en şereflisi olmasını gerektirir. Cin cinsi beşerden daha alçaktır. Zira nâr’dan yaratılmıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Her ne kadar peygamberler, insanlardan gönderilmiş ise de müzekkerin müennese tağlîb yoluyla (sıyga müzekker) geldiği gibi burada da hitapta insanlar cinlere tağlib edilmişlerdir. (Kurtubî, El- Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Allah Teâla, kendilerine elçiler geldiği halde onlara tabi olmayanların itirafını bildirmektedir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا cümlesi müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faideî haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sebat temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا ibaresinde istiare vardır. Canlılara mahsus olan aldatma fiili dünya hayatına nisbet edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır. Sebep- müsebbep alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatıdır.
الدُّنْيَا kelimesi, الْحَيٰوةُ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Masdar ve tekid harfi أَنَّ ve akabindeki اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ cümlesi masdar tevilinde, takdir edilen ب harf-i ceriyle birlikte شَهِدُوا fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede اَنَّ ’nin haberi olan كَانُوا كَافِر۪ينَ cümle, nakıs fiil كان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
Müsned olan كَافِر۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ cümlesi ibhamdan sonra izah itnâbıdır. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا cümlesiyle شَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
شَهِدْنَا - شَهِدُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır..
اَنْفُسِ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu cümle, matufu olan cümle ile beraber onların, dünyada irtikâp ettikleri çirkinlikleri işlemelerine, ahirette de küfürlerini itiraf ve azabı hak etmelerine sebep olan şeyi anlatır ve onları bu şekilde zemmeder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Onlarla ilgili bu haberin maksadı; durumlarını ortaya koymak ve muhatabı, buna benzer kötü bir duruma düşmemeleri için uyarmaktır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)