سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | سَيَقُولُ | diyecekler ki |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | أَشْرَكُوا | ortak koşan(lar) |
|
4 | لَوْ | şayet |
|
5 | شَاءَ | isteseydi |
|
6 | اللَّهُ | Allah |
|
7 | مَا |
|
|
8 | أَشْرَكْنَا | biz ortak koşmazdık |
|
9 | وَلَا |
|
|
10 | ابَاؤُنَا | babalarımız da |
|
11 | وَلَا |
|
|
12 | حَرَّمْنَا | haram yapmazdık |
|
13 | مِنْ | hiçbir |
|
14 | شَيْءٍ | şeyi |
|
15 | كَذَٰلِكَ | öyle (demişlerdi) |
|
16 | كَذَّبَ | yalanlayanlar |
|
17 | الَّذِينَ |
|
|
18 | مِنْ |
|
|
19 | قَبْلِهِمْ | onlardan önce |
|
20 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
21 | ذَاقُوا | tadmışlardı |
|
22 | بَأْسَنَا | azabımızı |
|
23 | قُلْ | de ki |
|
24 | هَلْ | var mı? |
|
25 | عِنْدَكُمْ | yanınızda |
|
26 | مِنْ | hiç |
|
27 | عِلْمٍ | bir bilgi |
|
28 | فَتُخْرِجُوهُ | çıka(rıp gösterece)ğiniz |
|
29 | لَنَا | bize |
|
30 | إِنْ |
|
|
31 | تَتَّبِعُونَ | siz uyuyorsunuz |
|
32 | إِلَّا | sadece |
|
33 | الظَّنَّ | zanna |
|
34 | وَإِنْ | ve eğer |
|
35 | أَنْتُمْ | siz |
|
36 | إِلَّا | sadece |
|
37 | تَخْرُصُونَ | saçmalıyorsunuz |
|
Yüce Allah, Hz. Peygamber’le tartışırken, her şeyin Allah’ın dilemesine bağlı olduğu gerçeğini, kendi bâtıl uygulamalarının haklılığına gerekçe olarak gösteren ve sanki “Böyle inanıp böyle yaşamamız Allah’ın dilemesi olduğuna göre biz O’nun iradesine uyuyor, böylece günah işlemiş de olmuyoruz” diyerek söz konusu gerçeği hedefinden saptıran, istismara kalkışan müşriklerin kötü niyetlerini yüzlerine vurmakta, onların böyle bir gerekçeye dayanarak Hz. Peygamber’i ve onun tebliğlerini yalanlamaya hakları olmadığını bildirmekte; nitekim daha önce de aynı mantıkla yalanlamada bulunan milletlerin azaba mâruz kalmaktan kurtulamadıklarını hatırlatmaktadır. Elbette evrende bütün olup bitenler, Allah’ın hür ve mutlak iradesiyle koymuş olduğu kanunlar çerçevesinde gerçekleşmektedir. İnsanın, kendi irade ve aklını kullanarak doğru ve yanlış olanı birbirinden ayırması, doğruyu seçme imkânına sahip olması da aynı kanunun bir parçasıdır. Bu sebeple inkârcıların kendi kötülüklerini Allah’ın irade ve meşîetine yüklemeye kalkışarak kendilerini mâzur göstermeleri, O’nun azabını gerektirecek bir suçtur. Nitekim âyetin devamı da, müşriklerin bu istidlâllerinin, ilmî bir değer taşımayıp sadece bir zan ve kuruntudan ibaret olduğunu göstermektedir (âyetteki hars kavramı hakkında 116. âyetin tefsirine bk.).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 483-484
سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ
Fiil cümlesidir. Fiilin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَيَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَشْرَكُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَشْرَكُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.Mekulü’l kavli, لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ ’dur. سَيَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوۡ gayri cazim şart harfidir. شَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. Şartın cevabı مَٓا اَشْرَكْنَا ’dır.
مَٓا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَشْرَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. اٰبَٓاؤُ۬نَا atıf harfi وَ ile اَشْرَكْنَا’ daki zamire matuftur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir.Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. حَرَّمْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ harf-i ceri zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَوۡ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
مِنْ nefî, nehîy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, meful ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M.Meral Çörtü Nahiv s.341 )
اَشْرَكْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi شرك ‘dir.
İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
حَرَّمْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حرم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ
كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” anlamındadır. Bu ibare, amili كَذَّبَ olan mahzuf bir mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Takdiri; كذّب الذين من قبلهم تكذيبا كذلك التكذيب الذي فعله هؤلاء (Onlardan öncekiler de bu kimselerin de inkar ettikleri gibi inkar ettiler.) şeklindedir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. ذَاقُوا mazi fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel كَذَّبَ fiiline müteallik olup, mahallen mecrurdur.
ذَاقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بَأْسَنَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra.Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l kavli, هَلْ عِنْدَكُمْ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
هَلْ istifham harfidir. عِنْدَكُمْ mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ harf-i ceri zaiddir. عِلْمٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
فَ harfi sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,taleb bulunması gerekir. اَنْ ve masdar-ı müevvel önceki kelama matuftur. Takdiri; هل عندكم من علم فإخراجه لنا (ilminiz varsa bize versenize) şeklindedir.
تُخْرِجُوهُ fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لَنَا car mecruru تُخْرِجُوهُ fiiline mütealliktir.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaiddir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Ayette اَنْ harfi sebep fe (فَ)’sinden sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُخْرِجُو fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi خرج ‘dir.
اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ
Fiil cümlesidir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَتَّبِعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. الظَّنَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. تَخْرُصُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تَخْرُصُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَتَّبِعُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstikbal harfi سَ ile tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. سَ harfi vaid ve vaad siyakında tekid ifade eder.
س lafzı ile dünyada gerçekleşecek olayları, سوف lafzı ile ise, ahirette gerçekleşecek olayları ifade etmek için kullanıldığı belirtilmiştir. (Necmettin Çalışkan, Abdurrahman Hasan Habenneke El- Meydânî Ve Tefsîri)
Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سَيَقُولُ fiilinin faili konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اَشْرَكُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsulle marife olması bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
سَيَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍ terkibi, şart üslubunda gelmiştir. لَوۡ gayri cazim şart edatıdır. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildiren bir edattır.
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لَوۡ muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder.(Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir, 5/63)
Mazi fiil sıygasıyla gelen şart cümlesi olan شَٓاءَ اللّٰهُ ifadesinde شَٓاءَ fiilinin mef’ûlü mahzuftur. Mef’ûlün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا cümlesi şartın cevabıdır. Menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
مَٓا اَشْرَكْنَا fiilinin failine atfedilen وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا izafetindeki nefy harfi لَٓا zaiddir. Tekid ifade eder.
اَشْرَكُوا - اَشْرَكْنَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelam olan terkip şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍ cümlesi aynı üslupta gelerek اَشْرَكْنَا ’ya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Mef’ûl olan مِنْ شَيْءٍ ‘deki مِنْ , tekit ifade eden zaid harftir.
شَيْءٍ ’deki nekrelik, kıllet ve nev ifade eder. Kelimeye dahil olan zaid مِنْ harfi ‘hiçbir’ manası katmıştır. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre, selbin umumuna işaret eder.
Mazi fiilin مَٓا harfiyle olumsuzlanması, لَمْ harfiyle olumsuzlanmış muzari fiilden daha kuvvetlidir. Çünkü مَٓا harfiyle olumsuzlanmış mazi fiil, لَمْ ile olumsuzlanmış fiilin aksine, kasemin cevabı olarak gelir. Dolayısıyla bu tabir tekitli bir olumsuzluk demektir. (Samerrâî, Beyanî Tefsir yolu, c. 3, s. 219)
Genel olarak شَٓاءَ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Bu ayet-i kerime, müşriklerin küfürlerinden başka bir çeşidini anlatır. Ayetin, henüz gerçekleşmemiş bir hadiseyi önceden haber vermesi ve olayın,”Allah’a ortak koşanlar şöyle dediler: Eğer Allah dileseydi, ne biz ne de atalarımız O’ndan başka bir şeye tapmazdık. O’nun emri dışında hiçbir şeyi haram kılmazdık.” ayetinde belirtildiği gibi aynen gerçekleşmesi onun Allah Teâlâ katından olduğuna apaçık bir delildir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ
Cümle, itiraziyye veya istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i muteriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)
Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ , amili كَذَّبَ olan mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Takdiri; كذّب الذين من قبلهم تكذيبا كذلك التكذيب الذي فعله هؤلاء [Onlardan öncekiler de bu kimselerin inkâr ettikleri gibi inkâr ettiler.] şeklindedir.
Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
كَذَّبَ fiili تفعيل babındadır. Bu babın cümleye kattığı en belirgin anlam, fiilin, fail veya mef’ûldeki ziyadeliğidir.
كَذَّبَ fiilinin faili konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlere tahkir ifade eder.
Gaye bildiren cer harfi حَتّٰٓى ‘nın gizli أن ’le masdar yaptığı ذَاقُوا بَأْسَنَا cümlesi كَذَّبَ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel, sübut, istikrar ve temekkün ifade eden mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذَاقُوا بَأْسَنَا [Azabı tattılar] tehekkümî istiaredir. Azap, acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Gerçek anlamda tatmak duyu organı ile algılamak demektir. Burada tatma fiili, kişinin azabı ne kadar kuvvetle hissettiğini ifade eder. Câmi’ hissetmektir.
كَذَّبَ - اَشْرَكُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَا ifadesi, yalanmanın son noktasıdır. Maksat, varlıklarının son vaktine kadar azabın devam etmesidir. Öyle ki onlar Allah’ın azabını tattıklarında helak olur ve gözden kaybolurlar. Buradaki gaye, yasaklamak ve fiilden dönmek için değil, onlara azap ulaştıktan sonra geri dönmeyi hayal edemeyeceklerini izhar etmek içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
هَلْ inkâri manadadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamı dışında, inkâr ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca cevap bekleme kastı olmayan soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
عِنْدَكُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ عِلْمٍ muahhar mübtedadır. Müsnedün ileyhe dahil olan مِنْ harf-i ceri zaiddir. Tekid ifade eder.
Müsnedün ileyh olan مِنْ عِلْمٍ ’deki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir. Tekid ifade eden zaid مِنْ harfi de kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır.
Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan فَتُخْرِجُوهُ لَنَا cümlesi, masdar teviliyle, kelamın öncesindeki nehiyden kaynaklanan masdara matuftur.
Takdiri; هل عندكم من علم فإخراجه لنا... (İlminiz varsa bize versenize) olan masdarın hazfi îcaz-ı hazif sanatıdır.
İlim cehlin mukabilidir. Onu çıkarmak; ilan etmek demektir. Bilmeyen kişiye malumu ifade etmek, gizli bir şeyi ortaya çıkarmaya benzetilmiştir. Bu; Resulullah’ın (s.a.v) وعِلْمٌ بَثَّهُ في صُدُورِ الرِّجالِ (İlim insanların göğüslerinde, kalplerinde yayılır.) sözüne benzer. Bundan dolayı lafzın عِنْدَكُمْ ile gelmesi, güzel olmuştur. Çünkü عِنْدَ asılda, izafe edilen lafza ait hususi bir mekâna delalet eder ki onu gizlemek uygun olur. Mecazî anlamdaki kullanımı o kadar yaygındır ki adeta hakiki manası olmuştur. عِنْدَ’nin zikri, burada bilgiyi çıkarmanın ilan manasında kullanıldığı istiareyi, istiare-i muraşşaha yapar. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. اِنْ ve اِلَّا ’nın oluşturduğu kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. تَتَّبِعُونَ maksûr/ sıfat, الظَّنَّ maksûrun aleyh/mevsuf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الظَّنَّ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ ifadesinde istiare sanatı vardır. الظَّنَّ , tabi olmak fiiline isnad edilerek bir şahsa benzetilmiştir. Zanna bir şahıs gibi uyarak onu takip etmek, zannın kötülüğünü, artırmaktadır. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
Aynı üsluptaki وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ cümlesi makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
İsim cümlesi formundaki cümle kasrla tekid edilmiştir. Mübteda ve haber arasındaki kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. اَنْتُمْ mevsûf/maksûr, تَخْرُصُونَ sıfat/maksûrun aleyh olur. Onlardan başka yalancılar da vardır, fakat onlar yalancı olmaya tahsis edilmişlerdir.
Kasr-ı mevsûf ale’s sıfat, zikredilen mevsûfta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını ifade etmektir. Ama bu sıfat başka mevsûflarda bulunabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye etmiştir.
Ayetteki muzari fiiller hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خْرُصُ kelimesi ‘tahmin etmek’ demektir. Bu, ilmin zıddıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.109)
الظَّنَّ - عِلْمٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
كَذَّبَ - تَخْرُصُونَ - الظَّنَّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yalan söylemek manasındaki خْرُصُ kelimesi Kur’an’da ikisi bu surede olmak üzere dört kere ve her biri de kasr cümlesi şeklinde gelmiştir.
Bu ayet, mutlak olarak her çeşit zanna uymanın dinen yasak olduğuna delalet etmez; fakat karşısında kesin delil bulunan zanna uymanın yasaklandığına delalet eder.(Ebüssuûd, İrşâdü’l - Akli’s-Selîm)