اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ وَاَرْسَلْنَا السَّمَٓاءَ عَلَيْهِمْ مِدْرَاراًۖ وَجَعَلْنَا الْاَنْهَارَ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمْ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْناً اٰخَر۪ينَ ٦
| Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
|---|---|---|---|
| 1 | أَلَمْ |
|
|
| 2 | يَرَوْا | görmediler mi |
|
| 3 | كَمْ | nicesini |
|
| 4 | أَهْلَكْنَا | yok ettik |
|
| 5 | مِنْ |
|
|
| 6 | قَبْلِهِمْ | onlardan önce |
|
| 7 | مِنْ | -den |
|
| 8 | قَرْنٍ | nesiller- |
|
| 9 | مَكَّنَّاهُمْ | onlara imkanlar vermiştik |
|
| 10 | فِي |
|
|
| 11 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
| 12 | مَا | ne varsa |
|
| 13 | لَمْ |
|
|
| 14 | نُمَكِّنْ | vermediğimiz imkanları |
|
| 15 | لَكُمْ | size |
|
| 16 | وَأَرْسَلْنَا | ve boşaltmıştık |
|
| 17 | السَّمَاءَ | göğü de |
|
| 18 | عَلَيْهِمْ | üzerlerine |
|
| 19 | مِدْرَارًا | bol bol |
|
| 20 | وَجَعَلْنَا | ve kılmıştık |
|
| 21 | الْأَنْهَارَ | ırmakları |
|
| 22 | تَجْرِي | akar |
|
| 23 | مِنْ |
|
|
| 24 | تَحْتِهِمْ | (ayaklarının) altından |
|
| 25 | فَأَهْلَكْنَاهُمْ | fakat onları helak ettik |
|
| 26 | بِذُنُوبِهِمْ | günahlarından ötürü |
|
| 27 | وَأَنْشَأْنَا | ve yarattık |
|
| 28 | مِنْ |
|
|
| 29 | بَعْدِهِمْ | onların ardından |
|
| 30 | قَرْنًا | bir nesil |
|
| 31 | اخَرِينَ | başka |
|
Başka âyetlerde de geçen ve “nesiller” diye çevirdiğimiz karn kelimesinin iki anlamı vardır: a) Bir dönemde yaşamış millet, kavim, nesil, kuşak. b) Uzun bir süreyi kapsayan dönem, asır, yüzyıl. Kelime bu âyette ilk anlamıyla kullanılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber’in “Nesillerin (kurûn) en hayırlısı benim neslim (karn), sonra bunları izleyenler, sonra da bu sonuncuları izleyen nesildir” mânasındaki hadisinde de karn bu ilk anlamında geçmektedir (Buhârî, “Şehâdât”, 9; Tirmizî, “Fiten”, 45). Bazı tefsirlerde gök anlamındaki sema kelimesinin bu âyette “yağmur” mânasına geldiği belirtilmiştir (meselâ bk. İbn Âşûr, VII, 139).
Bu âyette özel olarak müşrik Araplar’a hitap edilmekle birlikte umumiyetle bâtıl inançlara sapan, kötülüklere dalan ve bu suretle topyekün helâke müstahak olan her millet için bir tehdit ve uyarı olmak üzere şöyle buyurulmuş olmaktadır: O kendi güçlerine güvenerek inkârcılıkta, haksızlık ve bâtılda direnenler, geçmiş milletlerin kalıntılarını, tarihî izlerini inceleyip öğrenerek, bizim (sonsuz kudret sahibi yüce Allah) nice nesilleri helâk ettiğimizi görmediler mi? Biz onlara, yeryüzünde size verdiğimizden daha fazlasını vermiş; onları bol yağmuruyla, bolluk ve bereketiyle cennet gibi ülkelere sahip kılmıştık; onlar bu ülkeleri vatan tutup medeniyetler kurmuşlardı. Sonra da günahları yüzünden onları helâk ettik ve onların ardından başka nesiller, nice milletler meydana getirdik. Şimdi, sizden daha güçlü olan bu milletleri tarihten silen yüce kudretin sizi helâk etmeyeceğini mi düşünüyorsunuz?
Âyet-i kerîme güçlerine, servetlerine, sahip oldukları diğer bedenî ve maddî imkânlara aldanarak Allah’a âsi olan, şımaran, ellerindeki her şeyi kendisine borçlu bulundukları rablerini unutarak dalâlete sapıp azgınlaşan, günahlara boğulan toplumlara karşı genel bir tehdit ve uyarıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’de bu tarihî tecrübeye büyük önem verilmiş; çeşitli vesilelerle eski milletlerin hayatları ve âkıbetleri anlatılırken özellikle kötülük ve zulümleri, azgınlaşıp isyan etmeleri yüzünden helâk edildikleri ve böylece tarih sahnesinden silindikleri anlatılarak insanların bu tarihî gerçekten ibret alıp sünnetullahı daima göz önünde tutmaları, şimdi sahip oldukları imkânların kendilerini felâketlerden koruyamayacağını iyi bilmeleri ve hayatlarını buna göre düzenlemeleri istenmiştir. Âd, Semûd gibi çok eski dönemlerde yaşamış kavimler yanında, daha yakın çağlardaki birçok devletin, imparatorluğun çöküşü veya tarihten silinişinin temelinde de aynı olumsuz sebeplerin yattığında kuşku yoktur. Buna karşılık, inançta, ahlâk ve fazilette, idare ve siyasette doğru yoldan gittiği, hak ve adalet üzere bulunduğu halde helâk olmuş tek bir milletin varlığı bilinmemektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 376-377
درر Ayetlerdeki مِدْرَارٌ sözcüğünün aslı süt anlamındaki دَرٌّ ve دِرَّةٌ kökünden gelmektedir. Bu kelime yağmur için istiare edilmektedir. Yine alışverişi çok çarşı ve bereketli, hayırlı iş anlamlarında da müstear olarak kullanılmaktadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri idrar ve Düriye’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ وَاَرْسَلْنَا السَّمَٓاءَ عَلَيْهِمْ مِدْرَاراًۖ
Hemze istifham harfidir. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَرَوْ fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. يَرَوْ bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
كَمْ soru harfi haberiyye olup, اَهْلَكْنَا fiilinin mukaddem mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur. اَهْلَكْنَا cümlesi يَرَوْا fiilinin iki mefulü yerinde olarak mahallen mansubdur.
اَهْلَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru اَهْلَكْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ قَرْنٍ car mecruru كَمْ ’in temyizidir.
مَكَّنَّاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru مَكَّنَّاهُمْ fiiline mütealliktir.
مَا nekra-i mevsufedir. Veya مَا müşterek ism-i mevsûl, amili مَكَّنَّاهُمْ ‘nın ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَمْ نُمَكِّنْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
نُمَكِّنْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. لَكُمْ car mecruru نُمَكِّنْ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. السَّمَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَلَيْهِمْ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. مِدْرَاراً hal olup fetha ile mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَمْ ‘i Haberiyye: Herhangi bir kavramın çok miktarda olduğunu belirtmek için kullanılan كَمْ ’dir. “Nice, ne, ne kadar çok” gibi anlamlara gelir. Çokluktan kinaye için kullanılır.
كَمْ ’i haberiyyenin temyizi 2 şekilde gelebilir:
1. Müfred mecrur veya cemi mecrur olarak gelir.
2. مِنْ harfi ceri ile müfred mecrur veya cemi mecrur gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) اَهْلَكْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi هلك ’dir.
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
نُمَكِّنْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi مكن ‘dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَجَعَلْنَا الْاَنْهَارَ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمْ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْناً اٰخَر۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْاَنْهَارَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. تَجْر۪ي cümlesi, amili جَعَلْنَا ‘nın ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
تَجْر۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. مِنْ تَحْتِهِمْ car mecruru تَجْرِي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; من تحت مساكنهم şeklindedir.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَهْلَكْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِذُنُوبِهِمْ car mecruru اَهْلَكْنَاهُمْ fiiline mütealliktir. بِ harf-i ceri sebebiyyedir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. اَنْشَأْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ بَعْدِ car mecruru اَنْشَأْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَرْناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اٰخَر۪ينَ kelimesi قَرْناً in sıfatı olup, nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْشَأْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi نشأ ’dir.
اَهْلَكْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi هلك ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ وَاَرْسَلْنَا السَّمَٓاءَ عَلَيْهِمْ مِدْرَاراًۖ وَجَعَلْنَا الْاَنْهَارَ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمْ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze, inkari istifham anlamındadır. Yani böyle bir şey olamaz, görmemiş olman mümkün değil anlamındadır. Soru anlamı dışında, inkâr ve Allah’ın sonsuz güç ve kudretini görünür kılma amacı için gelen bu cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَلَمْ يَرَوْا , dikkat çekme ve azarlama ifadesidir. Burada يَرَوْا (görmek) kelimesi, ‘bilmek’ anlamındadır.
رأي fiilinin ilim manasında kullanılmasında, sebep-müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rüyet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilirsiniz; manevi, akli ve görünmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konuldu. (Ruveyni, Teemmülat fî Sûreti Meryem, Meryem/77)
كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ cümlesi, يَرَوْا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. كَمْ , istifham isimlerinin sadaret hakkı nedeniyle amili olan اَهْلَكْنَا fiiline takdim edilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede مِنْ قَرْنٍ , mukaddem mef’ûl كَمْ ‘in temyizidir. قَرْنٍ ’deki nekrelik nev ve kesret ifade eder.
Bu cümledeki قَرْنٍ ’ın helak olması ifadesinde istiare vardır. Helak olan قَرْنٍ değil, o zamanda yaşayanlardır. Bu uslup, o helakın ne kadar korkunç olduğuna ve şiddetine mübalağa yoluyla delalet eden mecazi bir üsluptur.
قرون lafzı, قرن (Yüzyıl) kelimesinin çoğuludur. Bununla ümmetler kastedilmiştir
قرن ; bir zamanda bir araya gelen birlikte yaşamış olan insanlardır. İçinde bir topluluğun bir araya geldiği ve ölümle birbirinden ayrıldığı zamana karn, nesil ve asır denir. Akran kelimesi de bu köktendir. Bu kelimede sebbebiyet alakası ile mecaz-ı mürsel vardır.
قبلهم ve من قبلهم ibarelerine gelince, من harfi ibtidaî gayedir ve direk olarak zamirden hemen önceki ve daha önceki zamanı ifade eder. قبلهم ise malum olduğu üzere hem yakın hem uzak zamanı ifade eder.
مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ cümlesi, قَرْنٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. فِي الْاَرْضِ car-mecruru ihtimam için, ikinci mef’ûle takdim edilmiştir.
فِي الْاَرْضِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. Ayette dünya hayatı, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, içinde bulundukları imkanların onları kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı, mübalağalı bir şekilde ifade edilerek vurgulanmıştır.
مَكَّنَّاهُمْ fiilinin ikinci mef’ûlü konumunda olan müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ cümlesi, menfi meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَكَّنَّاهُمْ - لَمْ نُمَكِّنْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s - sadr sanatları vardır.
مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ cümlesiyle لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَاَرْسَلْنَا السَّمَٓاءَ عَلَيْهِمْ مِدْرَاراً cümlesi, atıf harfi وَ ‘la مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاَرْسَلْنَا السَّمَٓاءَ ifadesi hal mahal alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatıdır.
مِدْرَاراً kelimesi السَّمَٓاءَ ’nin halidir. Hal anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مِدْرَاراً kelimesi mübalağa sıygasıdır. Çokluğa delalet eder.
مِدْرَاراً lafzı aşırılık ifade eder, yani “çok çok yağar” manasındadır.(Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir , Nuh/11)
وَجَعَلْنَا الْاَنْهَارَ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمْ cümlesi, atıf harfi وَ ‘ la مَكَّنَّاهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمْ cümlesi جَعَلْنَا fiilinin ikinci mef’ûlü yerindedir. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْاَنْهَارَ تَجْر۪ي [Akan nehirler] tabirinde akan nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekânına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecâzî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَجَعَلْنَا الْاَنْهَارَ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمْ [altlarından akan ırmaklar var etmiştik] cümlesi bu ırmakların kendilerinin emrine musahhar kılındığını ve sürekli olarak aktıklarına delalet eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s- Selîm)
الْاَرْضِ - السَّمَٓاءَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Bu istinafî kelam, bundan önce ceza vaîdi olarak geçen haberlerden neyin kastedildiğini ve onun geleceğini şahit ikamesi yoluyla açıklar. Buradaki istifham-ı inkârî, rü'yet (gözle müşahede) suretiyle değil, irfanî olarak kalben görme anlamındadır. قَرْنٍ , ‘bir asrın insanları’ demektir. Bu insanlar, uzun bir zaman dilimi içinde yaşadıkları için böyle ifade edilmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
كم أهلكنا من قبلهم [Biz onlardan evvel nice nesiller helak ettik] ibaresindeki tehdit, قبلهم ibaresinde olandan daha büyüktür. Çünkü yakın zamanda meydana gelen helak, uzak zamandaki helaktan daha ibret ve öğüt vericidir ve vicdanlardaki etkisi daha büyüktür. Yakın zamandaki helakın etkisi elbetteki eski zamanlardaki helaktan daha büyüktür. İşte bu yüzden tehdidin ve korkutmanın daha şiddetli olduğu yerlerde من قبلهم ibaresi kullanılmıştır. قبلهم şeklindeki zarfın القرون kelimesine takdimi veya tehirine gelince, müşriklerin tehdidiyle alakalı olduğu görülür.
Müşrikleri tehdit kastı varsa zarf takdim edilmiştir. Böyle bir şeyden bahsedilmediği yerlerde ise zarf tehir edilmiştir.
Zarftan sonra gelen zamirin tekil veya çoğul oluşu da bir maksada binaendir.
Tekil oluşu; bu kavmin bir sıfatının, bir halinin zikredilmesi ya da siyakın gerektirdiği başka bir sebeptir. Bunların dışında umum ifade edilmek istendiğinde helâk olmuş bu kavimleri rablerinin yeniden diriltip bir araya getireceğini beyan etmek veya siyakın gerektirdiği başka bir sebep varsa çoğul zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 157)
Allah Teâlâ geçmiş nesilleri şu üç sıfat ile tavsif etmiştir:
Birinci sıfat: "Biz onlara yeryüzünde size vermediğimiz imkânları verdik" ayetinin ifade ettiği sıfattır. Buna göre mana, "Biz, Âd, Semûd ve benzeri kavimlere nasip ettiğimiz iri cüsseli olma ve zenginlik imkânlarını ve dünyevî sebeplerle güç kuvvet elde etme hususlarını Mekkelilere vermedik" şeklinde olur demiştir.
İkinci sıfat, Cenab-ı Hakk'ın, "Gökten üstlerine bol bol yağmur gönderdik" ifadesinin belirttiği husustur. Cenab-ı Hak bu ifadeyle yağmuru murad etmiştir. Üçüncü sıfat, ‘’altlarından akan ırmaklar yaptık..." ayetinin ifade ettiği husustur ki bununla bağ ve bahçelerin, bostanların çokluğu murad edilmiştir. Cenab-ı Hakk'ın bu vasıfları burada zikretmesinin maksadı şudur: "Geçmiş kavimler, dünya menfaatlerini, Mekkelilerden daha çok bulmuş, elde etmişlerdir." Daha sonra Allah, onların bu dünyada, bu sayılan şeyler, nüfuslarının çokluğu, malî kudretlerinin fazlalığı ve iri cüsseli olmaları sebebiyle, bu kadar izzet sahibi olduklarını, sonra da küfretmeleri sebebiyle sizin (Mekkelilerin) duymuş olduğunuz şeylerin, onların başına geldiğini beyan buyurmuştur. İşte böyle oluş, gaflet ve cehalet uykusundan uyanmayı icab ettirir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb)
وَاَرْسَلْنَا السَّمَٓاءَ [Semayı gönderdik] ifadesindeki sema kelimesiyle yağmur kastedildiği için mahalliyet veya müsebbebiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Yağmurun مِدْرَاراً ile vasfedilmesi mecaz-ı aklîdir. مِدْرَاراً bulut demektir. Bu sıyga müzekker ve müennes için aynıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْناً اٰخَر۪ينَ
فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ cümlesi, atıf harfi فَ ile takdiri كفروا (küfrettiler) olan istînâfa atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetin, aynı üslupta gelen son cümlesi وَاَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْناً اٰخَر۪ينَ , makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
اٰخَر۪ينَ kelimesi قَرْناً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنْ بَعْدِهِمْ car-mecruru ihtimam için, mef’ûl olan قَرْناً ‘e takdim edilmiştir.
قَرْناً ‘deki nekrelik tazim ifade eder.
اَنْشَأْ yoktan yaratma manasında bir fiildir. خلق fiilinden farklıdır. Kur’an’da geçen خلق fiilinden sonra çoğunlukla yaratmada kullanılan madde zikredilmiştir. (تُرَاب ,طِين, عَلَق vs)
Ayetteki azamet zamirine isnad edilen bütün fiiller, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ cümlesi ile وَاَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْناً اٰخَر۪ينَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اَهْلَكْنَاهُمْ - اَنْشَأْنَا ve بَعْدِهِمْ - قَبْلِهِمْ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
قَرْناً - اَهْلَكْنَا - مِنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayette, cem mea taksim sanatı vardır. Helak olmada cem edilenlere verilen nimetlerin sayılmasıyla taksim sanatı yapılmıştır.
Ayette mazi ve muzarinin bir arada kullanımı, istimrar ve istikrar arasındaki uyum, dikkat çekici beyanî bir güzelliktir. (Halidî, Vakafat, s. 114)