وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِباً وَلَهْواً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَذَرِ | ve bırak |
|
2 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
3 | اتَّخَذُوا | yerine koyan(ları) |
|
4 | دِينَهُمْ | dinlerini |
|
5 | لَعِبًا | oyun |
|
6 | وَلَهْوًا | ve eğlence |
|
7 | وَغَرَّتْهُمُ | ve aldattığı kimseleri |
|
8 | الْحَيَاةُ | hayatının |
|
9 | الدُّنْيَا | dünya |
|
10 | وَذَكِّرْ | ve öğüt ver |
|
11 | بِهِ | o (Kur’an) ile |
|
12 | أَنْ | diye |
|
13 | تُبْسَلَ | helake gider |
|
14 | نَفْسٌ | bir kişi |
|
15 | بِمَا | dolayı |
|
16 | كَسَبَتْ | kazandığından |
|
17 | لَيْسَ | olmaz |
|
18 | لَهَا | onun |
|
19 | مِنْ |
|
|
20 | دُونِ | başka |
|
21 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
22 | وَلِيٌّ | ne bir dostu |
|
23 | وَلَا | ne de |
|
24 | شَفِيعٌ | bir yardımcısı |
|
25 | وَإِنْ | ve eğer |
|
26 | تَعْدِلْ | verse |
|
27 | كُلَّ | her türlü |
|
28 | عَدْلٍ | fidyeyi |
|
29 | لَا |
|
|
30 | يُؤْخَذْ | kabul edilmez |
|
31 | مِنْهَا | ondan |
|
32 | أُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
33 | الَّذِينَ | kimselerdir |
|
34 | أُبْسِلُوا | helake uğrayan(lardır) |
|
35 | بِمَا | dolayı |
|
36 | كَسَبُوا | kazandıklarından |
|
37 | لَهُمْ | onlar için vardır |
|
38 | شَرَابٌ | bir içki |
|
39 | مِنْ | -dan |
|
40 | حَمِيمٍ | kaynar su- |
|
41 | وَعَذَابٌ | ve bir azab |
|
42 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
43 | بِمَا | dolayı |
|
44 | كَانُوا | olduklarından |
|
45 | يَكْفُرُونَ | inkar ediyor |
|
Kuşkusuz her konu gibi din hususunda da ilmî ve fikrî değerlendirmeler önemli olmakla birlikte; insanların maddî ve mânevî, ferdî ve sosyal, dünyevî ve uhrevî yönleriyle bütün hayatlarını çok yakından ilgilendiren, tarihin bütün dönemlerinde insanlığı derinden etkileyen din müessesesini önemsiz gibi telakki ederek oyun ve eğlence haline getiren insanlar artık kendileriyle konuşup tartışmaya bile değmeyecek kadar bayağılaşmış olurlar. Bu tür insanlar dünya hayatını yegâne ilgi konusu yaparak dünyanın geçici zevklerine kapıldıkları, onları her şeyin üstünde tuttukları için dini bir tür eğlence gibi düşünerek putları veya buna benzer şeyleri tanrılaştırırlar; yahut ferdin ve toplumun mânevî, ruhî, zihnî, bedenî ve dünyevî hayatını şekillendirecek olan hak dini, üzerinde ciddiyetle düşünüp benimseyecekleri yerde, alaya alırlar.
Fahreddin er-Râzî’ye göre (XIII, 27-28) çeşitli âyetlerde geçen ve dünya hayatının gerçekte bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu bildiren açıklamalar (meselâ bk. En‘âm 6/32; Ankebût 29/64; Hadîd 57/20) dikkate alındığında bu âyetteki “dini bir oyuncak ve bir eğlence edinme” ifadesinin mânası daha iyi anlaşılır. Buna göre asıl oyun ve eğlence sayılması gereken şey dünya hayatıyla ilgili geçici arzu ve tutkularıdır. Hakiki dindarlar, gerçeklik ve doğruluğu delillerle ispatlanmış olan hak dine bağlanıp destek olan kimselerdir. Buna karşılık dini, mevki ve mansıp kazanmak, rakiplerini yenilgiye uğratmak ve servete ulaşmak için araç haline getirenler dine sadece dünya menfaatleri için bağlanır ve bu suretle aslında dünya hayatını değil de dini oyun ve eğlence haline getirmiş olurlar. Râzî’nin getirdiği bu yorumun, âyetin maksadını aştığı söylenebilirse de sahte dindarlığı çok iyi tanımlaması bakımından önemli sayılabilir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 425
وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِباً وَلَهْواً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ذَرِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sanmak anlamında kalp fiilidir. د۪ينَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَعِباً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَهْواً atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. غَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ cümlesi, atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur.
غَرَّتْهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْحَيٰوةُ fail olup damme ile merfûdur. الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةُ ’nun sıfatı olup mukadder damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir.Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذَكِّرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. بِه۪ٓ car mecruru ذَكِّرْ fiiline mütealliktir. ذَكِّرْ fiilinin mef’ûlu وذَرِ الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَهم لَعِبًا ولَهْوًا kavlinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, وذَكِّرْهم بِهِ şeklindedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, muzâfı hazfedilmiş sebebiyet bildiren mef’ûlun lieclih olarak mahallen mansubdur. Takdiri, مخافة أن تبسل نفس (Kendini helake sürüklemesinden korkarak) şeklindedir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تُبْسَلَ fetha ile mansub meçhul muzari fiildir. نَفْسٌ naib-i fail olup damme ile merfûdur. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle تُبْسَلَ fiiline mütealliktir.
كَسَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
ذَرِ emir fiildir. Kur’anda bu fiilin mazi fiili, masdarı, ism-i fail ve ism-i mef’ûlu geçmemiştir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّخَذُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftial bâbındadır. Sülâsîsi أخذ ’dır.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
تُبْسَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بسل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
ذَكِّرْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ذكر ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ
İsim cümlesidir. لَيْسَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَهَا car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مِنْ دُونِ car mecruru وَلِيٌّ ’un mahzuf haline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. وَلِيٌّ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. شَف۪يعٌ atıf harfi وَ ile وَلِيٌّ ’e matuftur. لَيْس isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’ nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَعْدِلْ şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. كُلَّ masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. عَدْلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ karînesi olmadan gelen لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ cümlesi şartın cevabıdır.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْخَذْ sükun ile meczum meçhul muzari fiildir. مِنْهَا car mecruru naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اُبْسِلُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle اُبْسِلُوا fiiline mütealliktir. بِ harf-i ceri sebebiyyedir.
كَسَبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُبْسِلُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındadır. Sülâsîsi بسل ’dır.
İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟
Cümle, اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
İsim cümlesidir. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. شَرَابٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. مِنْ حَم۪يمٍ car mecruru شَرَابٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.
عَذَابٌ atıf harfi وَ ’la شَرَابٌ ’e matuftur. اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur. مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle عَذَابٌ ’e mütealliktir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَكْفُرُونَ۟ cümlesi, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَكْفُرُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. حَم۪يمٍ - اَل۪يمٌ kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِباً وَلَهْواً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. ذَرِ fiilinin mef’ûlu konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِباً وَلَهْواً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Temasül nedeniyle birbirine atfedilen لَهْواً ve لَعِبًا kelimelerindeki nekrelik, tahkir, kesret ve nev ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazir sanatı vardır.
Bahsi geçenlerin الَّذ۪ينَ ile ifade edilmeleri, tahkir ve sonraki habere dikkat çekmek içindir.
ذَرِ terk etmek manasındadır. Yani ‘karıştırmayın’ demektir. Burada terk etmek alay etmeleri sebebiyle onları umursamamak ve önemsememekten mecazdır. ذَرْنِي ومَن خَلَقْتُ وحِيدًا şeklindeki Müddessir Suresi 11. ayeti de böyledir. وَذَكِّرْ بِه۪ٓ ’deki mecrur zamir, Kur’an’a aittir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Aynı üsluptaki وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا cümlesi sılaya matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا ibaresinde istiare vardır. Canlılara mahsus olan aldatma fiili dünya hayatına nisbet edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
الدُّنْيَا kelimesi, الْحَيٰوةُ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Dünya hayatına aldandıkları için dünya hayatı onları aldattı denilmesi güzel olmuştur. Onların bayağı arzularının meylettiği şeyler dünya hayatında bulunduğu için bu ifade caiz olmuştur. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ
وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْ cümlesi atıf harfi وَ ’la istînafa atfedilmiştir. Emir fiil sıygasında talebî inşa cümlesidir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِه۪ٓ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ cümlesi, masdar teviliyle ذَكِّرْ fiilinin mef’ûlü lieclihi konumundadır. Takdiri مخافة (Tehlikesi, korkusu) olan muzafın hazfî îcâz-ı hazif sanatıdır.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , başındaki harf-i cerle birlikte تُبْسَلَ fiiline mütealliktir. Sılası olan كَسَبَتْ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
تُبْسَلَ , fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
اَبْسَلَ fiili Kur’an’da bir tek burada gelmiştir. Cesur olmak demektir. Burada ‘’kazandığı şeyle cesaret edip Allah’a karşı çıkmak’’ manasında kullanılmıştır.
نَفْسٌ lafzı, olumlu siyakta nekre olarak gelmiş ve nasihat makamı karinesiyle umum kastedilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
الَّذ۪ينَ - مَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Dünya hayatının aldattığı kişileri tamamıyla terk et manası kastedilmiştir. Başka yerlerde dost edinmeyin, yüz çevirin manasında kelimeler gelmiştir ama onların o davranışlarının bize sirayet etmesi tehlikesinden dolayı buradaki mana çok daha şiddetlidir.
نَفْسٌ için sıfat olarak gelen لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ cümlesinin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldır. Nakıs fiil لَيْسَ ’ nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sübut ve istimrar ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهَا car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. وَلِيٌّ muahhar ismidir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ car mecruru, وَلِيٌّ ’un önemine binaen takdim edilen haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَلِيٍّ ’ne tezatüf nedeniyle atfedilen لَا شَف۪يعٍ ’deki zaid nefiy harfi olumsuzluğu tekid için gelmiş, ıtnâb sanatıdır.
وَلِيٌّ - شَف۪يعٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلِيٍّ ve شَف۪يعٍ ‘deki nekrelik, kıllet ve nev ifade eder. Kelimeler, zaid harflerin ilavesiyle “hiçbir” anlamı kazanmıştır. Nefiy siyakında nekre, selbin umumuna işarettir.
وَلِيٍّ - شَف۪يعٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, olumsuz isim cümlesi ve zaid harfler sebebiyle tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Veciz anlatım kastıyla gelen مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin iki manası vardır: Allah'tan gayrı, Allah'la beraber. (Medine Balcı c. 8, s. 723)
وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la لَيْسَ لَهَا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Şart cümlesinden haber cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Şart üslubunda gelen terkipte müspet muzari fiil sıygasındaki تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ , cümlesi şarttır.
اِنْ şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder.
عَدْلٍ ‘in muzafı olan كُلَّ mahzuf mef’ûlü mutlaktan naibdir.
عَدْلٍ ’deki nekrelik, kesret ve nev ifade eder.
عَدْلٍ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
تَعْدِلْ - عَدْلٍ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi olan لَا يُؤْخَذْ مِنْهَا , menfî meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Fiillerin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır.
اُو۬لٰٓئِكَ mübteda, الَّذ۪ينَ haberdir.
Mübtedanın işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmenin yanında tahkir ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların küfürdeki derinliğini vurgulamıştır.
İşaret ismi, arkasından gelen şeyleri kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi-Vakafat, s. 109)
Burada uzak için kullanılan اُو۬لٰٓئِكَ [işte onlar] kelimesini iştimali, onların kötü haldeki derecelerinin pek uzak olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca onların muhatap tarafından bilinen kişiler olduklarını bize gösterir.
Haber konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , başındaki harf-i cerle اُبْسِلُوا fiiline mütealliktir. Sılası olan كَسَبُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
اُبْسِلُوا fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s.127)
تُبْسَلَ - اُبْسِلُوا ve اتَّخَذُوا - يُؤْخَذْ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟ cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ikinci haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan شَرَابٌ ve ona matuf olan عَذَابٌ ’daki nekrelik, nev, tazim ve teksir ifade eder.
مِنْ حَم۪يمٍ car mecruru شَرَابٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
حَم۪يمٍ ve اَل۪يمٌ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
عَذَابٌ ’deki nekrelik azabın tahayyül edilemez derece ve çeşitte olduğuna işarettir. Ayrıca, maddi bir varlık sıfatı olan elem veren anlamındaki اَل۪يمٌ ’le sıfatlarak kişileştirilmiştir. Azabın korkunçluğunu artıran bu mübalağalı ifadede istiare ve tecessüm sanatları vardır.
Kur’an’da ceza ile ilgili bir açıklama olsa mutlaka bu cezaya bir nitelik iliştirilir. Örneğin, “azabun muhin”, “azabun azim”, “azabun elim”, “azabun şedid” gibi. Oldukça şiddetli, acı dolu, büyük, alçaltıcı bir azaptan bahsedilir. Bunlar cezanın Kur’an’da bahsedilen farklı nitelikleridir. Ama prensip olarak, “El cezâu min cins'il amel (Ceza amelin cinsindendir)”. Yani verilecek ceza işlenen suç ile adalet gereği aynı cinsten olur. Eğer biri başkasını küçük düşürücü bir suç işlemişse benzeri bir ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer büyük bir suç işledilerse cezası da büyük olmalıdır. Eziyete sebep oldularsa, eziyet ve ıstırap dolu bir ceza ile cezalandırılmalıdır.
İşârî olarak o öyle bir azap ki, azap verirken kendisi bile acımaktadır şeklinde düşünülebilir.
أَلِمَ kökünden gelen “elem” acı, ağrı; اَل۪يمٌ ise acı çektiren, elem veren demektir. Eğer burada elim acı duyan anlamına alınırsa, bu azabın değil, fakat azab edilenin sıfatı olur. O takdirde ifadede mübalağa (manayı tekid) vardır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
عَذَابٌ ‘un mahzuf ikinci sıfatına müteallik olan mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası olan كَانُوا يَكْفُرُونَ cümlesi, nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
كان ’nin haberi olan يَكْفُرُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
كان fiili onların küfürlerindeki temekküne ve istikrara delalet eder. بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟ ‘deki بِ harf-i ceri sebebiyye, مَا masdariyyedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
عَذَابٌ - شَرَابٌ ve حَم۪يمٍ - اَل۪يمٌ kelime grupları arasında muvazene sanatı vardır.
تُبْسَلَ - اُبْسِلُوا ve كَسَبَتْۗ - كَسَبُواۚ ve اتَّخَذُوا - يُؤْخَذْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اتَّخَذُوا - لَا يُؤْخَذْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
Ayetin ilk cümlesindeki الَّذ۪ينَ ‘nin işaret ettiği kişiler, ayetin sonundaki يَكْفُرُونَ۟ fiilinin failleridir.
Bu bir istinâf cümlesi olup mezkur kelamdan doğan bir sualin cevabı mahiyetindedir ve onların, yaptıklarından dolayı nasıl rehin alınacaklarını ve bunun akıbetini beyan eder. Sanki “Yaptıklarına karşılık rehin olarak alıkonulduklarında halleri ne olacak?” diye sorulmuş da bunun cevabı olarak da küfürlerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek olduğu ifade edilmiştir. Bu su onların karınlarında kaynamaya devam edecek ve bağırsaklarını parçalayacaktır.
بِمَا كَسَبُواۚ [Kazandıklarından dolayı] ifadesinden de anlaşıldığı gibi diğer günahlarından dolayı da azap göreceklerdir. Dikkat edilirse her iki azap da (kaynar içecek ile elem verici azap) küfürlerinin sonucudur. Bundan maksat hem küfür hem de ona bağlı olarak işlenen diğer günahlar ve kötülüklerdir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)