قُلْ اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَنَدْعُو | mi yalvaralım? |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | دُونِ | başka |
|
5 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
6 | مَا | şeylere |
|
7 | لَا |
|
|
8 | يَنْفَعُنَا | bize yarar vermeyen |
|
9 | وَلَا |
|
|
10 | يَضُرُّنَا | ve zarar vermeyen |
|
11 | وَنُرَدُّ | ve döndürülüp |
|
12 | عَلَىٰ | üzerinde |
|
13 | أَعْقَابِنَا | ökçelerimiz |
|
14 | بَعْدَ | sonra |
|
15 | إِذْ |
|
|
16 | هَدَانَا | bizi doğru yola ilettikten |
|
17 | اللَّهُ | Allah |
|
18 | كَالَّذِي | gibi mi? |
|
19 | اسْتَهْوَتْهُ | ayartarak |
|
20 | الشَّيَاطِينُ | şeytanların |
|
21 | فِي |
|
|
22 | الْأَرْضِ | çölde bıraktıkları |
|
23 | حَيْرَانَ | şaşkın bir halde |
|
24 | لَهُ | kimse |
|
25 | أَصْحَابٌ | arkadaşlarının ise |
|
26 | يَدْعُونَهُ | çağırdıkları |
|
27 | إِلَى |
|
|
28 | الْهُدَى | doğru yola |
|
29 | ائْتِنَا | Bize gel! diye |
|
30 | قُلْ | de ki |
|
31 | إِنَّ | muhakkak |
|
32 | هُدَى | yol gösterme |
|
33 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
34 | هُوَ | ancak |
|
35 | الْهُدَىٰ | yol göstermesidir |
|
36 | وَأُمِرْنَا | ve bize emredilmiştir |
|
37 | لِنُسْلِمَ | teslim olmamız |
|
38 | لِرَبِّ | Rabbine |
|
39 | الْعَالَمِينَ | alemlerin |
|
Müslümanlar, kendilerini eski bâtıl dinlerine döndürmeye çalışan müşriklerin kötü emellerine karşı uyarılmaktadır. Nitekim müşrikler kendi akraba ve dostları olan müslümanları İslâm’dan dönmeleri için ikna etmeye çalışmışlar; hatta giderek onlara bu yönde şiddetli baskılar uygulamışlardır. Kur’an başka yerlerde bu sözlü ve fiilî baskıyı veya bu baskı sebebiyle dinden dönmeyi ölmekten daha büyük ve daha şiddetli bir fitne olarak nitelemiştir (Bakara 2/191, 217; fitnenin anlamı konusunda geniş bilgi için bk. Bakara 2/191). Bu âyette, güzel bir teşbihle, müslümanları inkâr ve irtidada çağıran müşrikler, insanların aklını çelip yolunu şaşırtan şeytanlara; onların bu çağrısına aldananların durumu, şeytanların veya cinlerin aldatması ya da büyüsüyle aklî dengesi bozulduğu için yolunu kaybedip ne yapacağını bilemez bir halde ortalıkta şaşkın kalan kimsenin durumuna; Allah’ın insanları hak dine ve imana davet etmesi de bir kimseyi gerçek dostlarının doğru yola çağırmasına benzetilmiştir (İbn Âşûr, VI, 302-303).
Âyette “… Bize fayda da zarar da veremeyecek olan şeylere mi tapalım?” ifadesinden putlar kastedilmiştir. Bununla birlikte âyetin maksadı göz önüne alındığında burada her dönemdeki müslümanların, gerek sapık inançlı ve kötü fikirli insanlar, gerekse akılları karıştırıp zihinleri bulandıran çevreler, kurumlar tarafından gelebilecek ve kendilerini dinlerinden döndürecek veya dinlerinin gereklerini yerine getirmekten alıkoyacak olan bütün menfi teşebbüslere karşı bir uyarı olduğunda kuşku yoktur. Böyle durumlarda müslüman, “Allah’ın hidayeti, doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin rabbine teslim olmamız emredilmiştir” demeyi bilmelidir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 427
قُلْ اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l kavli, اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. نَدْعُوا fiili و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. مِنْ دُونِ car mecruru نَدْعُوا fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَنْفَعُنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنْفَعُنَا damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَضُرُّنَا damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. نُرَدُّ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. عَلٰٓى اَعْقَابِنَا car mecruru نُرَدُّ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَعْدَ zaman zarfı نُرَدُّ fiiline mütealliktir. اِذْ zaman zarfı, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هَدٰينَا اللّٰهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هَدٰينَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.
كَ harf-i cerdir. ٱلَّذِی müfred müzekker has ism-i mevsûl كَ harf-i ceriyle نُرَدُّ ’daki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, خاسرين كالذي استهوته الشياطين (Şeytanların ayarttığı kişi gibi zarardadır.) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اسْتَهْوَتْهُ mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الشَّيَاط۪ينُ fail olup damme ile merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru اسْتَهْوَتْهُ fiiline mütealliktir.
حَيْرَانَ kelimesi اسْتَهْوَتْهُ ’deki mef’ûlun hali olup fetha ile mansubdur. لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ cümlesi حَيْرَانَ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.
لَهُٓ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَصْحَابٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. يَدْعُونَهُٓ cümlesi, اَصْحَابٌ ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.
يَدْعُونَهُٓ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُٓ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَى الْهُدَى car mecruru يَدْعُونَهُٓ fiiline müteallik olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. ائْتِنَا cümlesi, mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir.
ائْتِنَا illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ائْتِنَا cümlesi, يَدْعُونَهُٓ ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
عَلٰٓى harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Buradaki عَلَى harf-i ceri istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi - Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَهْوَتْهُ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi هوي ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
حَيْرَانَۖ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli, اِنَّ هُدَى اللّٰهِ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
هُدَى kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.
اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Fasıl zamiri هُوَ tekid içindir. الْهُدٰى kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir. اُمِرْنَا sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
لِ harfi, نُسْلِمَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile اُمِرْنَا fiiline mütealliktir.
نُسْلِمَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. لِرَبِّ car mecruru نُسْلِمَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra.Burada lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gelmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُسْلِمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سلم ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قُلْ اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l- kavli olan اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا cümlesi, inkârî istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen mana itibariyle inkâr, taaccüb ve tevbih kastı taşıdığından terkib, mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca istifhamda tecahülü arif sanatı söz konusudur.
Cevabı malum bir soru şeklindeki cümle, haber üslubundan daha etkili hale gelmiş ve onları yaptıkları davranışları düşünmeye, hak söze kulak vermeye çağırmıştır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Veciz anlatım kastıyla gelen مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin iki manası vardır: Allah'tan gayrı, Allah'la beraber. (Medine Balcı c. 8, s. 723)
اَنَدْعُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i ism-i mevsûl مَا ‘ nın sılası olan لَا يَنْفَعُنَا , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki لَا يَضُرُّنَا cümlesi atıf harfi وَ ‘ la sılaya matuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
يَنْفَعُنَا - يَضُرُّنَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bir görüşe göre bu ayet, Ebubekir (r.a.) hakkında nazil olmuştur. Oğlu Abdurrahman, onu putlara tapmaya davet ettiği zaman bunu söylemiştir.
Ayetteki emrin Resulullah’a tevcih edilmesi, Resulullah ile onun arasındaki birlik ve beraberliği vurgulamak suretiyle Ebubekir el-Sıddık'In şanını yüceltmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)
وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle inkârî istifham cümlesinin hükmüne dahildir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça başvurulan bir üslup olarak karşımıza çıkan istifhâmı inkârî ile kabul edilmeyen/edilmemesi gereken bir olgunun neden hala farkına varılmadığı sorgulanmaktadır. (Avnullah Enes Ateş, İstifhâm Üslûbunun Mecâzi Kullanımları ve Meallere Yansıması)
نُرَدُّ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s.127)
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan هَدٰينَا اللّٰهُ cümlesi, اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
عَلٰٓى اَعْقَابِنَا car-mecruru ve بَعْدَ zaman zarfı, نُرَدُّ fiiline mütealliktir.
هَدٰينَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ cümlesi, اِذْ ‘in, muzâfun ileyhidir.
Teşbih ve cer harfinin dahil olduğu ism-i mevsûl كَالَّذ۪ينَ , ise نُرَدُّ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
İsm-i mevsûlün sıla cümlesi olan اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ ,müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki temsilî teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir.
حَيْرَانَ kelimesi اسْتَهْوَتْهُ ’deki mef’ûlun halidir. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Hal, cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır.
فِي الْاَرْضِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen الْاَرْضِ , mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf, عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Çünkü dünya zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Yeryüzünde bulunan varlıklar, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Camî, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ cümlesi حَيْرَانَ ’nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُٓ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَصْحَابٌ muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyhin nekreliği, kesret ve tazim ifade etmiştir.
يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ cümlesi muahhar mübteda olan اَصْحَابٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Emir üslubunda inşâî isnad olan ائْتِنَا cümlesi, takdiri يقولون (Derler) olan fiilin mekulü’l-kavl cümlesidir. Mahzufla birlikte müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle يَدْعُونَهُٓ fiilinin failinden haldir.
وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا ibaresinde istiare sanatı bulunmaktadır. Ayette imandan çıkan kimse topuklarının üzerinde vücudunu geri döndüren kimseye benzetilmiştir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
Bir kelimenin asıl manasının dışında kullanılması anlamına gelen istiare, teşbih ve mecazın bir araya geldiği, hem mecaz hem de teşbih sanatıdır. (Sabûni, el-İbdâ‘ul-Beyaniyyu Fil-Kur’âni’l - ‘ Azîm)
وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا ibaresinde kinaye vardır. Yapılan işin çirkinliğini ve kötülüğünü daha fazla vurgulamak için putperestliğe dönmek, topuklarının üzerine geri dönmek şeklinde ifade edilmiştir. (Sâbûnî, Ebdeu’l Beyan)
Allah bizi şirkten kurtarıp İslam’a hidayet ettikten sonra şeytanların yoldan çıkardığı ve yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşır hale getirdikleri, oysa arkadaşlarının “Bizim yolumuza gel!” diye kendisini sırat-ı müstakime çağırdıkları kimse gibi topuklarımız üzerinde küfre mi dönelim? Bu istifham, inkârîdir. Böyle bir hareketin olmaması gereğini ifade eder. Geriye, şirke mi dönelim; demektir. Şirke dönmenin, topuklar üzerinde geriye dönmeye benzetilmesi bu hareketi çirkinlikte sembol olmuş bir şeyle tasvir suretiyle kınamak içindir. Ayrıca bunda, şirkin, arkaya atılmış, terkedilmiş bir hal olduğuna da işaret vardır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ [Allah bizi hidayete erdirdikten sonra] ifadesi, inkârı tekid içindir. Sanki şöyle denilmiştir: Yegâne, Hadi, hidayete erdiren Allah bizi hidayete erdirdikten sonra şeytanların idlali, dalalete düşürmesiyle şirke mi döndürüleceğiz? (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
ائْتِنَا [Bize gel!] ifadesi de işaret ediyor ki onları çağıranlar, hidayete ermiş ve sırat-ı müstakimde sabit kadem olmuş kimselerdir. Ancak çağrılanlar ne çağıranları ne de çağrıldıkları sırat-ı müstakimi bilmektedirler. Onlar yalnızca bir ses duyuyorlar fakat o sesin ne dediğini anlayamıyorlar. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
[De ki] Yararın da zararın da kaynağı olan Allah’tan başka bize [ne yarar ne de zarar verebilen şeylere mi dua] yani kulluk [edelim?! Allah bizi] şirkten kurtarıp [İslam’a ulaştırdıktan sonra ıssız yerde] cinlere uyarak yolunu şaşırmış vaziyette iken yol [arkadaşları “yanımıza gel” diye kendisini doğru yola çağırdıkları] yani doğru yolu göstermek için davet ettikleri [halde] -doğru yol burada el-hüdâ olarak isimlendirilmiş de olabilir- [şeytanların] yani inatçı cin ve gulyabanilerin aklını çeldiği istikametini şaşırmış, ne yapacağını bilmeyen, arkadaşlarının çağrısına kulak asmayan, onların yanına gitmeyen bir [kimse gibi] şirke yönelerek [gerisin geri mi dönelim?!] Bu tema, “cinler insanın aklını çeler, gulyabaniler ise üzerine çullanır” şeklindeki Arap iddiaları üzerine bina edilmiştir “ Şeytan çarpmış kimse” [Bakara/275] ifadesinde de böyledir. Müslümanlar kendisini İslam’a çağırdıkları halde onlara iltifat etmeyerek, şeytanın adımlarını izleyen ve İslam yolundan sapan kimseyi Allah işte bu kişiye benzetmiştir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. قُلْ emrinin tekrarı emredilen şeye verilen önemi gösterir ve şirkten caydırmak, İslam’a teşvik içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰى cümlesi, اِنَّ ve fasıl zamiriyle tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin ismi, az sözle çok anlam ifade etme yollarından biri olan izafetle gelmiştir. Bu izafette esma-i hüsnaya ve bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâle muzâf olan هُدَى, şan ve şeref kazanmıştır. هُوَ , fasıl zamiri, الْهُدٰى , müsneddir.
Haber olan الْهُدٰى , marife gelmiştir. Müsnedin harfi tarifle marife olması, onun vasfının kemaline işaret etmenin yanında kasr ifade eder.
Cümle fasıl zamiri ve kasrla tekid edilmiştir. Fasıl zamiri, müsnedin الْ takısı ile gelmesi sebebiyle oluşan kasrı tekid içindir. هُدَى اللّٰهِ maksûr/mevsûf, الْهُدٰى maksurun aleyh/sıfat, yani kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.
الْهُدٰى - الْيَهُودُ kelimeleri arasında cinas-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere birden çok tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اِنَّ ’ nin ismi ve haberinin arasında giren fasıl zamiri, kasr ifade eder. Müsned, müsnedün ileyhe tahsis edilmiştir. Mübteda maksûr, haber maksûrun aleyhtir. Bu kasır, kasrı kalptir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru; 972)
الْهُدٰى kelimesinin başındaki elif lam istiğrak ifade eder. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru; 975.)
Ayette kasr sıygasıyla hitap edilmiştir. اِنَّ هُدَى اللّٰهِ ve الْهُدٰى iki taraf da marife olduğu gibi, tekid harfi ve fasıl zamiri de gelmiştir. Cümlede dört tekid bir araya gelmiştir. Çünkü kasr, iki tekid yerindedir. Zira kasr tekid üzerine tekid demektir. Fasıl zamiri ve إنَّ de tekid ifade eder. İnkâr eden müşriklerin hali İslam’ın asıl hidayet olduğu manasının tekidini gerektirmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t -Tenvîr)
Müsnedin, cins lamı ile marifeliği, hidayet cinsinin islam dinine kasr olduğuna delalet eder. Kasrda müsnedin cins lam ile marifeliği yaygındır. Bu, izafî kasrdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
الْهُدٰى kelimesindeki tarif cins içindir ve istiğrak ifade eder. هُوَ munfasıl zamirdir. Burada fasıl zamiriyle ve iki tarafın marife gelmesi şeklinde iki kasr üslubu bir arada kullanılmıştır. Böylece kasır manası vurgulanmıştır. Bu iki kasır şeklinden her biri diğerini tekit eder. Dolayısıyla bütün tereddütler giderilir. İzafî kasırdan maksat muhatabın itikadını reddetmek olduğunda ve muhatab tekitteki maksadı anlamayacak bir durumda ise ikinci bir tekid getirilmiştir. Bu da اِنَّ harfidir. Bu hükmü tekit etmek için gelmiştir. Dolayısıyla bu cümlede birçok tekit unsuru vardır: اِنَّ harfi, Kasr, Fasıl zamiriyle tekid. Bunlar 4 tekid unsurudur. Çünkü kasır, tekid üzerine tekid demektir. İki tekid sayılır. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
هُدَى cümledeki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetin son cümlesi olan وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ , makabline atfedilmiştir. müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
اُمِرْنَا fiili meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Lam-ı ta’lilin dahil olduğu لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ cümlesi masdar tevilinde harf-i cerle, اُمِرْنَا fiiline mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanmıştır. Allah ve Rab isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْهُدَى - قُلْ - اللّٰهِ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَنَدْعُوا - يَدْعُونَهُٓ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ [Âlemlerin Rabbi] vasfının kullanılması, emrin illetini beyan ve emre uymanın lüzumunu tekid içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Ayetteki muzari sıygada gelen fiiller hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)