يَغْفِرْ لَـكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْـكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَغْفِرْ | bağışlasın |
|
2 | لَكُمْ | sizin |
|
3 | ذُنُوبَكُمْ | günahlarınızı |
|
4 | وَيُدْخِلْكُمْ | ve sizi koysun |
|
5 | جَنَّاتٍ | cennetlere |
|
6 | تَجْرِي | akan |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
9 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
10 | وَمَسَاكِنَ | ve konutlara |
|
11 | طَيِّبَةً | güzel |
|
12 | فِي | içinde |
|
13 | جَنَّاتِ | bahçeler |
|
14 | عَدْنٍ | durulmağa değer |
|
15 | ذَٰلِكَ | işte budur |
|
16 | الْفَوْزُ | başarı |
|
17 | الْعَظِيمُ | büyük |
|
يَغْفِرْ لَـكُمْ ذُنُوبَكُمْ
فَ karînesi olmadan gelen يَغْفِرْ لَـكُمْ ذُنُوبَكُمْ cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Fiil cümlesidir.
يَغْفِرْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Takdiri, إن تفعلوه يغفر (Eğer onu yaparsanız affeder) şeklindedir.
لَكُمْ car mecruru يَغْفِرْ fiiline mütealliktir. ذُنُوبَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَيُدْخِلْـكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يُدْخِلْـكُمْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
جَنَّاتٍ ikinci mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. تَجْر۪ي fiili جَنَّاتٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا car mecruru تَجْر۪ي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْهَارُ fail olup lafzen merfûdur. مَسَاكِنَ kelimesi جَنَّاتٍ kelimesine matuftur.
طَيِّبَةً kelimesi مَسَاكِنَ ‘nin sıfat olup fetha ile mansubdur. ف۪ي جَنَّاتِ car mecruru مَسَاكِنَ ‘nin mahzuf ikinci sıfatına mütealliktir. عَدْنٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يُدْخِلْـكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi دخل ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۙ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
الْفَوْزُ haber olup lafzen merfûdur. الْعَظ۪يمُ ise الْفَوْزُ kelimesinin sıfatıdır.
يَغْفِرْ لَـكُمْ ذُنُوبَكُمْ
فَ karînesi olmadan gelen يَغْفِرْ لَـكُمْ ذُنُوبَكُمْ cümlesi, mukadder şartın cevabıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Takdiri … إن تؤمنوا (Eğer iman ederseniz…) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mezkûr cevap ve mahzuf şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
يَغْفِرْ - ذُنُوبَكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَيُدْخِلْـكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ
Cümle atıf harfi وَ ile … يَغْفِرْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
جَنَّاتٍ ikinci mef’ûldür.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا… cümlesi جَنَّاتٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan الْاَنْهَارُ‘ya takdim edilmiştir.
جَنَّاتٍ ’deki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.
جنة lügatte, altındakini gölgeleyip örtecek kadar sık ağaçların bulunduğu bostan, bahçe demektir. جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ [Altlarından ırmaklar akan cennetlere] demek, cennet ağaçlarının dallarının altından akan veya cennet köşk ve evlerinin altından akan ırmaklar manasınadır. الْاَنْهَارُ (Irmaklar)dan maksat, süt, bal, cennet şarabı ve berrak sudan olan cennet nehirleridir. (Rûhu’l-Beyân)
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesinde mekan alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır.
Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekânına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Adn cennetleri, cennetlerin aslıdır. Kaynak anlamındaki maden kelimesi de bu kökten gelmektedir. İstikrar ve sebat ifade eder. (Müfredat)
وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ ibaresi, جَنَّاتٍ ‘e matuftur. Cihet-i câmia, temâsüldür.
طَيِّبَةً kelimesi مَسَاكِنَ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
جَنَّاتٍ ‘den sonra, مَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ ifadesinin zikri, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Burada tecrîd vardır. Meskenler cennetten ayrı bir yer gibi ifade edilmiştir. Cennetin özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.
مَسَاكِنَ kelimesi, مسكن mesken kelimesinin çoğuludur. Mesken, ikamet edilen yer demektir. Bu kelimenin aslı السكون sükundur. Sükun da bir şeyin, hareketlilikten sonra durmasıdır. Bu kelime, vatan edinme, yerleşme manasında da kullanılır. Mesken, bu kelimenin mekân ismidir. (Rûhu’l-Beyân)
طَيِّبَةً , duyu organlarının lezzet aldığı şeyler manasınadır. Buna göre ”Adn Cennetindeki meskenler" demek, temiz, güzel ve lezzet duyulan meskenler demektir.
Bir başka alim de şöyle der: Meskenlerin güzel oluşu, geniş ve ebedi oluşudur. Resul-i Ekrem (sav)'e bu güzel meskenler hakkında soruldu. O da şöyle buyurdu: ”Bunlar, cennette inciden yapılmış köşklerdir. Her köşkte kırmızı yakuttan yapılmış yetmiş ev vardır. Her evde yeşil zümrütten yapılmış yetmiş salon vardır. Her salonda yetmiş tane hizmetkâr kadın ve erkek vardır. (Rûhu’l-Beyân, Âşûr)
Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen bu cümle zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 7, Ahkaf/29)
ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۙ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ism-i ذٰلِكَ ile marife olması, işaret edilenin derecesinin yüksekliğini belirtmenin yanında tazim ve tecessüm ifade eder.
Uzak için kullanılan ve önceki ayetteki hayra ve felaha işaret eden ذٰلِكَ , bunlara mazhar olanların şanının ve faziletinin yüceliğine delalet eder.
İşaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. ذٰلِكَ ile müminlere verilen mükafatlar işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
ذٰلِكَ ’de iktidâb vardır.
Haberin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmek içindir.
Müsned الْفَوْزُ için sıfat olan الْعَظ۪يمُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ cümlesinde müminlerin mertebelerinin yüksekliği ve şerefli makamlarının yüceliğinden dolayı yakında olanlar için uzaklık ifade eden ism-i işaret yani ذٰلِكَ kullanılmıştır. (Safvetü't Tefasir, Tevbe/111)
الْفَوْزُ (Kurtuluş), sıkıntılardan kurtulma ve arzu edileni ele geçirme manasındadır. Birincisi mağfiret ile, ikincisi de cennete girdirip nimetlerinden istifade ettirmek suretiyle meydana gelir."
الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ şeklinde kurtuluşun büyük oluşu şundan dolayıdır: Zaman, mekân ve mahiyet itibariyle öyle bir kurtuluştur ki, artık bundan sonra hiçbir sıkıntı ve hiçbir noksanlık yoktur. Çünkü, nimetler diyarında, kesintisiz ve zirvede olan bir kurtuluştur. (Rûhu’l Beyân)
Burada ticaretten maksat, mal ve canın Allah yolunda harcanmasıdır. İmanın zikredilmesi, amellerde esas, emellerin kabulünde vesile olduğundan dolayıdır. Ticaretin kurtarıcı olma sıfatıyla vasıfiandırılması, istifade etmenin kurtuluşa bağlı olmasındandır. Buna göre: ”Günahlarınızı bağışlar" ifadesi, kurtuluşun sebebini açıklamaktır. ”Sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar" sözü ise, bu ticaretten meydana gelen menfaati belirtmektir. Dünyevî ticaret, geçici fakirlikten kurtulmaya sebeptir. Uhrevî ticaret ise, sonsuz bir fakirlikten kurtulmaya sebeptir. Ayet, bunu da açıklamış oluyor. (Rûhu’l Beyân)