يَوْمَ يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ ذٰلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِۜ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَيَعْمَلْ صَالِحاً يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّـَٔاتِه۪ وَيُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَوْمَ | gün |
|
2 | يَجْمَعُكُمْ | sizi topladığı |
|
3 | لِيَوْمِ | günü için |
|
4 | الْجَمْعِ | toplanma |
|
5 | ذَٰلِكَ | işte o |
|
6 | يَوْمُ | günüdür |
|
7 | التَّغَابُنِ | aldanma |
|
8 | وَمَنْ | ve kim |
|
9 | يُؤْمِنْ | inanırsa |
|
10 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
11 | وَيَعْمَلْ | ve yaparsa |
|
12 | صَالِحًا | yararlı iş |
|
13 | يُكَفِّرْ | örter |
|
14 | عَنْهُ | onun |
|
15 | سَيِّئَاتِهِ | kötülüklerini |
|
16 | وَيُدْخِلْهُ | ve onu sokar |
|
17 | جَنَّاتٍ | cennetlere |
|
18 | تَجْرِي | akan |
|
19 | مِنْ |
|
|
20 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
21 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
22 | خَالِدِينَ | kalırlar |
|
23 | فِيهَا | orada |
|
24 | أَبَدًا | ebedi |
|
25 | ذَٰلِكَ | işte budur |
|
26 | الْفَوْزُ | başarı |
|
27 | الْعَظِيمُ | büyük |
|
Böylece ilk beş âyette veciz bir anlatımla Allah-evren-insan arasındaki ontolojik ve ahlâkî bağı doğru bir şekilde kurabilmeyi sağlayacak ufuklar açılarak önce İslâm inançları teorisinin üç temel konusundan birincisini oluşturan ulûhiyyet (Allah’ın varlığı ve sıfatları) konusunun altı çizilmiştir. 6-10. âyetlerde ise diğer ikisi yani nübüvvet (peygamberlik, vahiy) ve âhiret konuları üzerinde durulmaktadır. 6 ve 7. âyetlerde peygamberleri, onların bildirdiklerini ve özellikle öldükten sonra diriltilme gerçeğini inkâr etmenin inkârcılara bir şey kazandırmadığı, Cenâb-ı Allah’a da bir şey kaybettirmediği, ama bir süre sonra onların bütün bu yaptıklarını bir bir önlerinde görecekleri ifade edilmekte; buna bağlı olarak 8. âyette Kur’an’ın muhatapları Allah’a, peygamberine ve O’nun indirdiği ışığa (Kur’an’a) iman etmeye çağrılmaktadır. 9. âyette haşir gününde gerçek anlamda kâr ve zararın ortaya çıkacağına değinilmekte ve iman edip erdemli davranışlarla ömrünü iyi değerlendirenlerin âhirette kavuşacakları mükâfat hatırlatılmaktadır. 10. âyette ise inkâr eden ve Allah’ın âyetlerini yalan sayanların acı âkıbetini gösteren bir uyarı yapılmaktadır.
İnkârcıların peygamberlerin çağrısını kabul etmemekte haklı olduklarını ispat için sık sık kullandıkları argüman 6. âyette, “Bir beşer mi bizi doğru yola çıkaracak!” şeklinde özetlenmiş olup birçok âyette bu delilin çürüklüğü ortaya konmuştur (meselâ bk. İbrâhim 14/10-11; Kehf 18/110; Mü’minûn 23/24, 33; Furkan 25/7). Bu âyetin “Allah da muhtaç olmadığını gösterdi” şeklinde çevrilen kısmı, “Onların imanına ve kulluğuna muhtaç olmadı, muhtaç olmadığını gösterdi”, “Gücü yettiği halde onları imana zorlamadı” ve “Ortaya koyduğu açık ve kesin kanıtlarla yetinmek ve onları zorlamamak suretiyle kemalini gösterdi” gibi mânalarla açıklanmıştır (Zemahşerî, IV, 105; Şevkânî, V, 271). Müfessirlerin genel kanaatine göre 8. âyetin “İndirdiğimiz vahiy ışığına iman edin” diye çevrilen cümlesinde geçen “nûr” kelimesinden maksat Kur’an-ı Kerîm ve onun içeriğidir (Taberî, XXVIII, 121; İbn Atıyye, V, 319).
9. âyette geçen yevmü’t-tegābün tamlaması “kayıp ve kazancın ortaya çıkacağı gün” şeklinde tercüme edilmiş olup buradaki tegābün kelimesi hakkında geniş açıklamalar yapılmıştır. Bu kelimenin kökü olan gabn (gabn, gaben) masdarı sözlükte “gizlemek, unutmak, hata etmek, zayıf olmak ve aldatmak” gibi mânalara gelir. Fıkıh terimi olarak gabin de, iki tarafa borç yükleyen akidlerde edimler arasındaki dengesizliği, özellikle satım sözleşmesinde satım parasıyla satılan malın piyasa değeri arasında belirgin bir fark bulunmasını ifade eder. Tegābün kelimesi Arapça’da genellikle iki veya daha fazla kişinin karşılıklı fiillerini anlatmak için kullanılan “tefâül” kalıbındadır. Bu sebeple daha çok “birbirini aldatmak” yahut “hem aldanmak hem aldatmak” mânalarıyla açıklanmıştır. İbn Atıyye ise burada bu kalıbın karşılıklı bir durumu değil, –“tevazu” kelimesinde olduğu üzere– fiilin konusundaki çokluğu ve yoğunluğu belirtmek için kullanıldığı kanaatindedir. Birçok müfessir –“doğruya karşılık sapkınlığı satın alanlar” şeklindeki (Bakara 2/16) tasvirden de yararlanarak– burada inkârcı ve münafıkların imanı küfür ile, âhireti de dünya ile değişmelerindeki yanlışlık ve aldanmaya bir telmih bulunduğu yorumunu yapmıştır. Bazılarına göre bu kelimeyle, hesap gününde eşyanın dünyadaki miktar ve değerinden farklı görüneceği anlatılmaktadır. Başka bir yoruma göre burada kastedilen şudur: Bazılarının “Allah’a verdikleri sözü düşük bir bedelle satmaları”, “Allah’ın müminlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın alması” (Tevbe 9/111) gibi Kur’an’da mânevî anlamda alışveriş lafzının kullanıldığı durumların gerçek kârlılık yönü yani kimin kazanıp kimin kaybettiği o gün ortaya çıkacaktır (başka yorumlarla birlikte bk. İbn Atıyye, V, 319; Râzî, XXX, 24-25; Elmalılı, VII, 5028-5030). Bu izahları ve bağlamı dikkate alarak, anılan tamlamayı “kayıp ve kazancın ortaya çıkacağı gün” şeklinde çevirdik.
يَوْمَ يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ ذٰلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِۜ
يَوْمَ zaman zarfı, takdiri أذكر olan mahzuf fiile mütealliktir. يَجْمَعُكُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَجْمَعُكُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لِيَوْمِ car mecruru يَجْمَعُكُمْ fiiline mütealliktir. الْجَمْعِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَوْمُ haber olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. التَّغَابُنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَيَعْمَلْ صَالِحاً يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّـَٔاتِه۪ وَيُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يُؤْمِنْ şart fiili olup sukün ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِاللّٰهِ car mecruru يُؤْمِنْ fiiline mütealliktir.
يَعْمَلْ atıf harfi وَ ‘la يُؤْمِنْ ‘e matuftur. يَعْمَلْ sukün ile meczum muzari fiildir. صَالِحاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen يُكَفِّرْ cümlesi şartın cevabıdır. يُكَفِّرْ sukün ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَنْهُ car mecruru يُكَفِّرْ fiiline mütealliktir. سَيِّـَٔاتِه۪ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يُدْخِلْهُ atıf harfi وَ ‘la يُكَفِّرْ e matuftur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
جَنَّاتٍ ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
تَجْر۪ي fiili جَنَّاتٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur. تَجْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا car mecruru تَجْر۪ي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, من تحت أشجارها (Ağaçların altından) şeklindedir. الْاَنْهَارُ fail olup lafzen merfûdur. خَالِد۪ينَ kelimesi يُدْخِلْهُ ‘deki gaib zamirin hali olup nasb alameti ي ‘dir. ف۪يهَٓا car mecruru خَالِد۪ينَ ‘ye mütealliktir. اَبَداًۜ zaman zarfı خَالِد۪ينَ ‘ye mütealliktir.
يُؤْمِنْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
يُدْخِلْهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يُكَفِّرْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi دخل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
خَالِد۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi خلد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
İsim cümlesidir. İşaret zamiri ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْفَوْزُ haber olup lafzen merfûdur. الْعَظ۪يمُ kelimesi الْفَوْزُ ‘nün sıfatı olup damme ile merfûdur.
يَوْمَ يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ ذٰلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِۜ
Zaman zarfı يَوْمَ , takdiri أذكر (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. Mahzufla birlikte cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve teceddüt, istimrar, ve tecessüm ifade etmiştir.
ذٰلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِ cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile kıyamet gününe işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, c. 5, s. 190)
يَوْمُ التَّغَابُنِۜ izafetinde التَّغَابُنِۜ , hüsran manasındadır. Cümlede mecaz, temsil ve teşbih vardır. الغَبْنِ ‘de mecaz, التَّغابُنِ kelimesinde fiil sıygasında temsil vardır. ذَلِكَ يَوْمٌ مِثْلُ التَّغابُنِ (İşte bu tegâbun gününe benzer bir gündür) takdiriyle mürekkeb teşbih vardır. Bu; teşbih-i beliğ şeklinde gelmiştir. (Âşûr)
جَمْعِ - يَجْمَعُكُمْ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَوْمُ ’lerde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İşaret isminin zamir makamında gelmesi, daha önce ذَلِكَ الكِتابُ Bakara/2. ayette geçtiği gibi uzak işaret isminin yüksek mertebeye işaret etmesiyle beraber onu daha iyi ayırt etmek ve ihtimam amacıyladır. (Âşûr)
التَّغَابُنِ kelimesi; غابَنَ fiilinin masdarıdır. Fiilin iki veya daha fazla kişi tarafından yapıldığını gösteren mufaale babındandır. Müşareket anlamı bulunan mufaale babı hakikatte tek bir eylemin, o eyleme katılan iki veya daha fazla özne tarafından gerçekleştirildiğini gösterir. (Âşûr)
التَّغَابُنِ kelimesindeki marifelik cins içindir. (Âşûr)
وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَيَعْمَلْ صَالِحاً يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّـَٔاتِه۪
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubunda haberî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ , şarttır. Şart ismi مَنْ mübteda, يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ cümlesi haberdir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
وَيَعْمَلْ صَالِحاً cümlesi atıf harfi وَ ‘la şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
صَالِحاً mahzuf mef’ûlu mutlakın sıfatıdır. Takdiri, عمل عملاً صالحاً (Salih amel yaparsa) şeklindedir.
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّـَٔاتِه۪ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنْهُ, durumun ona has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Allah’a inanan ve salih amel yapanlar sayıldıktan sonra günahlarının örtüleceği haberinde birleşmeleri cem' ma’at-taksim sanatıdır.
وَيُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
جَنَّاتٍ ikinci mef’ûldür. Kelimedeki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.
… تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا cümlesi جَنَّاتٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan الْاَنْهَارُ ‘ya takdim edilmiştir.
خَالِد۪ينَ ف۪يهَا ibaresi يُدْخِلْهُ fiilinin mef’ûlünden haldir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
خَالِد۪ينَ ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni, car mecrur ف۪يهَا ’ya müteallak olmasını sağlamıştır.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesinde mekan alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır.
Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekânına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا cümlesi, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
يُدْخِلْهُ - خَالِد۪ينَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Ayetin son cümlesi itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ism-i ذٰلِكَ ile marife olması, işaret edilenin önemini belirterek tazim ve tecessüm ifade eder.
Haberin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmek içindir.
Uzak için kullanılan ve Allah’ın müminler için vaadettiği lütuflara işaret eden ذٰلِكَ , bunlara mazhar olanların şanının ve faziletinin yüceliğine delalet eder.
İşaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ ’de, muhatabın dikkatini toplamaya yarayan sanatlardan biri olan iktidâb vardır.
الْفَوْزُ şeklindeki müsned için sıfat olan الْعَظ۪يمُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ cümlesinde müminlerin mertebelerinin yüksekliği ve şerefli makamlarının yüceliğinden dolayı yakında olanlar için uzaklık ifade eden ism-i işaret yani ذٰلِكَ kullanılmıştır. (Safvetü't Tefasir, Tevbe/110)
ذَ ٰلِكَ ile muâarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ cümlesi tezyîldir. (Âşûr)