A'râf Sûresi 156. Ayet

وَاكْتُبْ لَنَا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَۜ قَالَ عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُۚ وَرَحْمَت۪ي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍۜ فَسَاَكْتُبُهَا لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَۚ  ١٥٦

“Bizim için bu dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik.” Allah, şöyle dedi: “Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاكْتُبْ ve yaz ك ت ب
2 لَنَا bize
3 فِي
4 هَٰذِهِ bu
5 الدُّنْيَا dünyada د ن و
6 حَسَنَةً iyilik ح س ن
7 وَفِي ve
8 الْاخِرَةِ ahirette ا خ ر
9 إِنَّا biz
10 هُدْنَا yöneldik ه و د
11 إِلَيْكَ sana
12 قَالَ (Alah) buyurdu ki ق و ل
13 عَذَابِي azabıma ع ذ ب
14 أُصِيبُ uğratırım ص و ب
15 بِهِ onu
16 مَنْ kimseyi
17 أَشَاءُ dilediğim ش ي ا
18 وَرَحْمَتِي ve rahmetim ise ر ح م
19 وَسِعَتْ kaplamıştır و س ع
20 كُلَّ her ك ل ل
21 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
22 فَسَأَكْتُبُهَا onu yazacağım ك ت ب
23 لِلَّذِينَ kimselere
24 يَتَّقُونَ korunanlara و ق ي
25 وَيُؤْتُونَ ve verenlere ا ت ي
26 الزَّكَاةَ zekatı ز ك و
27 وَالَّذِينَ ve kimselere
28 هُمْ onlar
29 بِايَاتِنَا ayetlerimize ا ي ي
30 يُؤْمِنُونَ inanıyorlar ا م ن
 

وَاكْتُبْ لَنَا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اكْتُبْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. لَنَا  car mecruru  اكْتُبْ  fiiline mütealliktir. ف۪ي هٰذِهِ  car mecruru  اكْتُبْ  fiiline mütealliktir.  الدُّنْيَا  işaret isminden bedel veya atf-ı beyan olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Maksur isimdir.

حَسَنَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru onu açıklayan mahzuf fiile müteallik olup, atıf harfi وَ  ile  الدُّنْيَا ‘ya matuftur. Takdiri;  اكْتُبْ  şeklindedir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. هُدْنَٓا  cümlesi, اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

هُدْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ  car mecruru  هُدْنَٓا fiiline mütealliktir. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


قَالَ عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُۚ 

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l kavli,  عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ  ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

İsim cümlesidir. عَذَاب۪ٓي  mübteda olup, mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.

Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اُص۪يبُ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  

اُص۪يبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir. بِه۪  car mecruru  اُص۪يبُ  fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَشَٓاءُ  ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir. Mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri ; إصابته  şeklindedir.

اُص۪يبُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  صوب  ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَرَحْمَت۪ي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍۜ

 

İsim cümlesidir. Cümle, atıf harfi وَ ’la  عَذَاب۪ٓي ’ye matuftur. رَحْمَت۪ي  mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَسِعَتْ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

وَسِعَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir. كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

 

 فَسَاَكْتُبُهَا لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَۚ

 

فَ  harfi sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiilin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  سَاَكْتُبُهَا  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِ  harfi ceriyle  سَاَكْتُبُهَا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَتَّقُونَ  ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَتَّقُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. يُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la  يَتَّقُونَ  fiiline matuftur.  

يُؤْتُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الزَّكٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, atıf harfi وَ ’la birinci ism-i mevsûle matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ  ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يُؤْمِنُونَ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُؤْمِنُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir. 

يُؤْتُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أتي ‘dır.

يَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi,  وقي ’dır. İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي  olmuş, sonra و  harfi  ت 'ye dönüşmüş إتّقي  olmuştur. 

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

 

وَاكْتُبْ لَنَا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ

 

Ayetin ilk cümlesi atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  فَاغْفِرْ لَنَا  cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Emir üslubunda gelmesine rağmen dua manasında olduğu için cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

وَاكْتُبْ  fiilinde istiare sanatı vardır. Burada yazma ile kastedilen, hüküm vermek, yargıda bulunmaktır. Yazılı şeylerin kalıcılığı gibi sabit ve kalıcı olmasıyla nitelemekte mübalağa yapmak için yazma hüküm vermek yerine müstear olmuştur.‘’İyilik ve güzelliği kalıcı yazı ve sabit kitabe yazıları haline getir” manasındadır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لَنَا  ve   ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا  car mecrurları ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

Mef’ûl olan  حَسَنَةً ‘deki nekrelik, kesret, nev ve tazim ifade eder.

İsm-i işaret, müşarun ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip önemine işaret etmiştir. Ahiret ve dünya hayatına işaret eden  هٰذِهِ ‘de istiare ve tecessüm sanatları vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

وَفِي الْاٰخِرَةِ  car-mecruru, tezat nedeniyle  ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا ‘ya atfedilmiştir.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَة  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا  ve  فِي الْاٰخِرَةِ  ibarelerinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan  فِي  harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. Dünya ve ahiret hayatı içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat dünya ve ahiretteki yaşamı mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf  على  yerine kullanılmıştır. Hayatın içinde olmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhâfaza edilmesine benzetilmiştir.

Hz. Musa (a.s.) önce, “Sen, bizim mevlâmızsın” diyerek, kendisinin Allah’dan başka velisi, dostu bulunmadığını ifade etmiştir. Velî ve yardımcıdan ise iki şey beklenir: Birisi, zararları gidermesi, ikincisi fayda temin etmesidir. Zararı giderme, fayda temininden daha öncedir. İşte bundan dolayı Hz. Musa, “Bizi bağışla ve bize rahmet et!” diyerek, Allah’dan önce zararı def etmesini, sonra da bunun peşi sıra, “Dünyada da ahirette de bize hasene (iyilik) yaz” diyerek, Allah’dan fayda temin etmesini dilemiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَۜ

 

Ayetin bu cümlesi duanın sebebi mahiyetinde, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittsâldir.

Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini ve sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. 

اِنَّ ’nin haberi olan  هُدْنَٓا اِلَيْكَ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin mazi fiil olarak gelmesi hükmü takviye, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَاكْتُبْ لَنَا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ  [Ve bize hem bu dünyada iyilik] yani afiyet, iyi bir hayat ve kullukta muvaffakiyet [yaz] ver, nasip eyle, [hem de ahirette] cennet nasip et.  اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَۜ  [Şüphesiz, biz Sana yöneldik] sana yönelip tövbe ettik. هاد - اِلَيْهِ يهود , döndü, tövbe etti anlamındadır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)


  قَالَ عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُۚ وَرَحْمَت۪ي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  عَذَاب۪ٓي , veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelmiştir. Bu izafette Allah Teâlâ’ya ait zamire muzaf olan  عَذَاب۪ٓ , tazim ve şeref kazanmıştır.

Ayetin başındaki azamet zamirinden, bu cümlede müfred mütekellim zamire geçişte iltifat sanatı vardır.

Müsned olan  اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُۚ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsned, muzari fiil sıygasında cümle şeklinde gelerek hükmü takviye etmiştir.

اُص۪يبُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sıla cümlesi olan  اَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiiller, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

شَٓاء  fiilinin mef’ûlünün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Genel olarak  شَٓاء   fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîp birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ  ifadesinde istiare sanatı vardır. Azap, hedefine ulaşan bir oka benzetilmiştir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.

حَسَنَةً - عَذَاب۪ٓ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır. 

وَرَحْمَت۪ي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍۜ  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la makabline, atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh  رَحْمَت۪ي , veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelmiştir. Bu izafette Allah Teâlâ’ya ait zamire muzaf olan  رَحْمَت۪ , tazim ve şeref kazanmıştır.

Müsned olan  اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُۚ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  Sıla cümlesinin mazi fiil sıygasında cümle şeklinde gelmesi, hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

وَرَحْمَت۪ي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍۜ  ifadesinde istiare vardır. Mekan için kullanılan  وَسِعَ , kapsamın umumu için müstear olmuştur. Rahmet, çok sayıda insanı içinde barındırabilecek geniş bir alana benzetilmiştir. 

عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُ  cümlesiyle,  وَرَحْمَت۪ي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

رَحْمَت۪ي - عَذَاب۪ٓي  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

رَحْمَت۪ي -  حَسَنَةً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

شَيْءٍ  ’deki nekrelik, kesret ve nev içindir.

Azap ile ilgili beyanda gelecek zaman kipiyle  اُص۪يبُ  buyurulduğu halde rahmet konusunda geçmiş zaman kullanılarak  وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ  buyurulması gösterir ki, rahmetin genişliği başlangıç açısından, azap meşiyyeti (dileği) de şimdiki zaman veya gelecek zaman açısından söz konusudur. Demek ki rahmet işin aslı, azap da ayrıntısıdır. Yani aslolan rahmet, yaratıcının zatının gereği, azap ise kulların durumları gereğidir. 

عَذَاب۪ى اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَاۤءُ [Azabımı, kime dilersem ona isabet ettireceğim.] karşılığıyla rahmetteki  وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ [rahmetim her şeyi kapladı] genel hükmünü devam ve gelecek zaman bakımından da bir tahsis anlamı vardır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Allah Teâlâ, buzağıya tapanların tövbesini, onların nefislerini öldürmeleri olarak tayin buyurunca, Musa duasında zımnen bunun hafifletilmesini ve kolaylaştırılmasını diledi. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)


فَسَاَكْتُبُهَا لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَۚ

 

فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. Cümle istikbal harfi  سَ  ile tekid edilmiş müspet muzari cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِلَّذ۪ي  başındaki  لِ  harf-i ceriyle  سَاَكْتُبُهَا  fiiline mütealliktir. Sılası olan  يَتَّقُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri onlara tazim içindir.

فَسَاَكْتُبُهَا  ifadesinde istiâre vardır. Burada yazma ile kastedilen, hüküm vermek, yargıda bulunmaktır. Allah Teâla, o hükmü, yazılı şeylerin kalıcılığı gibi sabit ve kalıcı olmasıyla nitelemekte mübalağa yapmak için yazmayı hüküm vermek anlamında zikretmiştir.

Aynı üslupla gelen  وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Cümledeki ikinci mevsûl, birinciye matuftur. Sılası olan  هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye etmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir.  بِاٰيَاتِنَا  car mecruru ihtimam ve fasılaya riayet için amili olan  يُؤْمِنُونَ  ’ye takdim edilmiştir. 

Az sözle çok anlam ifade etmiş olan  بِاٰيَاتِنَٓا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ  şan ve şeref kazanmıştır.

Cümlelerdeki muzari fiiller, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Müfred mütekellim zamirinden  بِاٰيَاتِنَا  ibaresinde azamet zamirine iltifat sanatı vardır.

الَّذ۪ينَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَاكْتُبْ - فَسَاَكْتُبُهَا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

Allah’ın rahmet yazacağı kimselerin, karşı gelmekten sakınanlar, zekâtı verenler ve âyetlere inananlar şeklinde sayılması taksim sanatıdır.

Namaz bütün ibadetlerden önemli olduğu halde burada zekatla birlikte zikredilmemesi takvanın zikri dolayısıyladır. Takva; bütün vâcip fiilleri ve günahları terk etmeyi ifade eder. Zekatın zikredilmesi ise tariz maksadıyladır. Musa'nın (a.s.) kavmi ağır bir yükümlülük sayarak zekat vermemişlerdi. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Bu ve devamındaki iki ayet aslında Allah (c.c) ile Musa (a.s.) arasında geçen diyalogtan bir cümledir. Fakat bu ifadeler aynı zamanda Hz. Musa (a.s.) kıssasının anlatıldığı pasajın arasına girmiş ve pek çok konu hakkında hüküm çıkarılabilecek ayetlerin de başlangıcıdır. Kıssaya tekrar dönülmesi ise istiṭrat olduğunu göstermektedir. (Hasan Uçar, Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Bu cümlede Allahın buyrukları iki kısma ayrılır:

1-Yapılması gerekli olan fiiller. Bu mükellefiyetler de ya insanın malına, ya da kendisine yöneliktir. Birinci kısım, zekattır ve Cenab-ı Hak, “Zekatını veren (kimseler)” buyurarak buna işaret etmiştir. 

2- İlim ve amel yönünden, insana vâcip olan şeylerdir. İlim, (Allah’ı) bilip tanımaktır. Amel de dil ile ikrar ve uzuvlar ile ibadet etmektir ki namaz buna dahildir. İşte ayetteki, “Ayetlerimize iman eden kimseler..” ifadesi ile de, bunların toplamına işaret edilmektedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb)

هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ  ifadesinde de Musa'nın kavmine tariz vardır. Çünkü onlar, Musa'nın o zamana kadar getirdiği büyük mucizeleri de bulutların onları gölgelendirmesi, gökten kudret helvası ve bıldırcın kuşlarının indirilmesi gibi ondan sonra getireceği mucizeleri de inkâr ettiler. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)