A'râf Sûresi 160. Ayet

وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطاً اُمَماًۜ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  ...

Biz onları on iki kabile hâlinde topluluklara ayırdık. (Tîh sahrasında susuzluktan sıkılan) kavmi Mûsâ’dan su istediğinde biz ona, “Asânı taşa vur” diye vahyettik. (Vurunca) taştan on iki pınar fışkırdı. Herkes (kendi) su içeceği yeri bildi. Üzerlerine bulutu da gölgelik yaptık ve onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin iyi ve temiz olanlarından yiyin” (dedik). Onlar bize zulmetmediler, fakat kendi nefislerine zulmediyorlardı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَطَّعْنَاهُمُ ve biz onları ayırdık ق ط ع
2 اثْنَتَيْ iki (oniki) ث ن ي
3 عَشْرَةَ on (oniki) ع ش ر
4 أَسْبَاطًا kabileye س ب ط
5 أُمَمًا ümmetler halinde ا م م
6 وَأَوْحَيْنَا vahyettik و ح ي
7 إِلَىٰ
8 مُوسَىٰ Musa’ya
9 إِذِ zaman
10 اسْتَسْقَاهُ su istediği س ق ي
11 قَوْمُهُ kavmin ق و م
12 أَنِ diye
13 اضْرِبْ vur ض ر ب
14 بِعَصَاكَ asanla ع ص و
15 الْحَجَرَ taşa ح ج ر
16 فَانْبَجَسَتْ ve fışkırdı ب ج س
17 مِنْهُ ondan (taştan)
18 اثْنَتَا iki (oniki) ث ن ي
19 عَشْرَةَ on (oniki) ع ش ر
20 عَيْنًا göze ع ي ن
21 قَدْ şüphesiz
22 عَلِمَ bildi ع ل م
23 كُلُّ her ك ل ل
24 أُنَاسٍ kabile ا ن س
25 مَشْرَبَهُمْ içeceği yeri ش ر ب
26 وَظَلَّلْنَا ve gölge yaptık ظ ل ل
27 عَلَيْهِمُ üzerlerine
28 الْغَمَامَ bulutla غ م م
29 وَأَنْزَلْنَا ve indirdik ن ز ل
30 عَلَيْهِمُ onlara
31 الْمَنَّ kudret helvası م ن ن
32 وَالسَّلْوَىٰ ve bıldırcın eti س ل و
33 كُلُوا yeyin ا ك ل
34 مِنْ -dan
35 طَيِّبَاتِ güzel olanlar- ط ي ب
36 مَا şeylerden
37 رَزَقْنَاكُمْ sizi rızıklandırdığımız ر ز ق
38 وَمَا ama
39 ظَلَمُونَا onlar bize zulmetmediler ظ ل م
40 وَلَٰكِنْ fakat
41 كَانُوا onlar ك و ن
42 أَنْفُسَهُمْ kendi kendilerine ن ف س
43 يَظْلِمُونَ zulmediyorlardı ظ ل م
 

Ilk âyetin metnindeki esbât kelimesi “torun” anlamindaki sibt kelimesinin çogulu olup burada Hz. Yakub’un on iki oglundan gelen nesilleri ifade etmek üzere “boy, oymak” mânasinda kullanilmistir. Tevrat’ta verilen bilgilere göre (Tekvîn, 32/28; 35/9-15) Yakub, Isrâil adiyla da anilmis; onun soyundan gelen bu on iki kusaga Isrâilogullari denildigi gibi, Yakub’un on iki oglundan dördüncüsü olan Yuda veya Yahuda’nin ismine nisbetle yahudi de denilmistir. 161. âyetteki sehirden maksat da Kudüs’tür. 

Âyetlerde, Mûsâ Isrâilogullari’ni kendilerine vaad edilen topraklara götürürken kirk yil boyunca dolastiklari Sînâ çölünde çektikleri sikintilarindan, Allah’in onlara verdigi bazi nimetlerden söz edilmekte; onlarin bu nimetlere sükür mahiyetinde iyilik etmeleri gerekirken içlerinden bir kisminin haksizlik ve nankörlük yolunu tutup sözü degistirdiklerine yani Allah’in buyruklarini bozmaya kalkisarak kendilerine söylenenlerin tersini yaptiklarina, sonuçta zulüm ve günahkârliklari yüzünden agir bir musibetle cezalandirildiklarina isaret edilmektedir (genis bilgi için bk. Bakara 2/57-61).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 611

 
سلو Seleve : سَلْوَى, bu kelimenin asıl anlamı insanı teselli ederek avutan şey demektir. Yine سَلْوَى bir görüşe göre de bıldırcın gibi bir kuş türüdür. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tesellî ve Selvâ’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi
 

وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطاً اُمَماًۜ

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  قَطَّعْنَاهُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

اثْنَتَيْ  kelimesi  قَطَّعْنَاهُمُ  ‘daki gaib zamirin hali olup, müsenna olduğu için nasb alameti  ى ‘dir. Sonundaki  نَ  izafetten dolayı mahzuftur. عَشْرَةَ  adet ismi olup fetha ile mansubdur. Müennes olarak gelmesi  فرقة  şeklinde takdir edilen temyizi dolayısıyladır.  

اَسْبَاطاً  kelimesi  اثْنَتَيْ عَشْرَةَ ‘den bedel olup fetha ile mansubdur. اُمَماً  kelimesi  اَسْبَاطاً ‘den bedel veya sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan?, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

Melfûz mümeyyez 4 şekilde gelir: Sayı, Ağırlık ölçüleri, Hacim ölçüleri, Alan ölçüleri.

Ayette  اثْنَيْ عَشَرَ  mürekkeb sayılardan olduğu için mümeyyezdir.  اَسْبَاطاً  ise temyizidir. 11-19  arası sayılara mürekkeb sayılar denir. Mürekkeb sayılarda; önce sayı, sonra temyiz gelir. Temyiz daima tekil ve mansub gelir. 11-19 arası sayıların birler basamağı da onlar basamağı da fetha üzere mebnidir. 12 sayısının birler basamağı yani 2 sayısı murebdir. İkil olduğu için ref durumunda elif (ا) ile merfû, nasb veya cer durumunda ye (ي) ile mansub veya mecrur olur. Cinsiyet yönünden onlar basamağı ile temyiz uyumlu olur, birler basamağı bunların zıttı olur. 11 ile 12 sayısında birler basamağı, onlar basamağı ve temyiz birbiriyle uyumlu olmak zorundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَطَّعْنَاهُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  قطع  ’dır.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰى مُوسٰٓى  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallik olup, gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur. 

اِذِ  zaman zarfı  اَوْحَيْنَٓا  fiiline mütealliktir.  اسْتَسْقٰيهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اسْتَسْقٰيهُ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. قَوْمُهُٓ  fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنِ  tefsiriyye harfidir.  اضْرِبْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. بِعَصَاكَ  car mecruru  اضْرِبْ  fiiline müteallik olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir olan  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْحَجَرَ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

Gayr-ı munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayr-ı munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْحَيْنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

اسْتَسْقٰيهُ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi  سقي ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.

 

 فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ

 

Fiil cümlesidir. فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

انْبَجَسَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir. مِنْهُ  car mecruru  انْبَجَسَتْ  fiiline mütealliktir. اثْنَتَا  fail olup müsennaya mülhak olduğu için ref alameti eliftir. Sonundaki  نَ  izafetten dolayı mahzuftur. عَشْرَةَ adet ismi olup, fetha üzere mebnidir. عَيْناً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

انْبَجَسَتْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.Fiil İnfiâl babındadır. Sülâsîsi بجس  ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar. 

قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ

 

Cümle, عَيْناً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Fiil cümlesidir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  عَلِمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. كُلُّ  fail olup damme ile merfûdur. اُنَاسٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مَشْرَبَهُمْ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  ظَلَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمُ  car mecruru  ظَلَّلْنَا  fiiline mütealliktir.  الْغَمَامَ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la  ظَلَّلْنَا  ‘ya matuftur. 

اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمُ  car mecruru  اَنْزَلْنَا  fiiline mütealliktir.  الْمَنَّ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. السَّلْوٰى  atıf harfi وَ  ile makabline matuf olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Maksur isimdir.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ظَلَّلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  ظلل  ‘dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

اَنْزَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ‘dir.


كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ

 

Cümle, mukadder sözün mekulü’l kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, قلنا لهم كلوا. şeklindedir.

Fiil cümlesidir. كُلُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ طَيِّبَاتِ  car mecruru  كُلُوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  رَزَقْنَاكُمْ  ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur. Takdiri, ما رزقناكم إيّاه أو رزقناكموه. şeklindedir.

رَزَقْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  مَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. ظَلَمُونَا   damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنْ  istidrak harfidir,  لٰكِنّ ’den muhaffefedir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانُوا  nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. اَنْفُسَهُمْ  kelimesi  يَظْلِمُونَ  fiilinin mukaddem mef‘ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَظْلِمُونَ  cümlesi, كَانُٓوا  ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَظْلِمُونَ  fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطاً اُمَماًۜ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

اثْنَتَيْ  kelimesi  قَطَّعْنَاهُمُ  ‘daki gaib zamirden hal,  عَشْرَةَ , onun temyizidir. Hal anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.

اَسْبَاطاً , hal olan  اثْنَتَيْ ‘den, اُمَماًۜ  ise  اَسْبَاطاً ‘den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اُمَماً  ve  اَسْبَاطاً ‘deki nekrelik, nev ve tazim ifade eder.

وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ  cümlesi istinafa, atıf harfi  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  بِعَصَاكَ  car mecruru ihtimam için mef’ûl olan  الْحَجَرَۚ ‘ye takdim edilmiştir.

اضْرِبْ  fiiline müteallik olan  بِعَصَاكَ  izafetinde Hz. Musa’ya ait zamire muzaf olan  عَصَا , şan ve şeref kazanmıştır.

قَطَّعْنَاهُمُ  ve  اَوْحَيْنَٓا  fiillerinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.

اِذِ  zaman zarfı, اَوْحَيْنَٓا  fiiline mütealliktir.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُ  cümlesi,  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.

Tefsiriyye olan  اَنْ ’i takip eden   اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ  cümlesi masdar tevilindedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Tefsirye; kelamdaki kapalılığı veya karışıklığı ortadan kaldırmak maksadıyla getirilen açıklayıcı kelâmla yapılan ıtnâb türüne verilen isimdir. Tefsir, ifadeyi eksik ve fazla olmamak kaydıyla sadece kullanılan önceki ibareyi izah etmeyi amaçlar; ek bir mana getirmez. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

اَسْبَاطاً - قَوْمُهُٓ - اُمَماً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ 

 

Cümle, takip ifade eden atıf harfi  فَ  ile takdiri,  فضرب (Vurdu.) olan mukadder cümleye atfedilmiştir.

Takip, matufun, zaman aralığı olmadan matufun aleyhin ardından hemen meydana gelmesidir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  مِنْهُ  car-mecruru ihtimam için, fail olan  اثْنَتَا ‘ya takdim edilmiştir.

عَيْنًا  temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)

قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْ  cümlesi, عَيْناً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Muzafun ileyh olan  اُنَاسٍ ’deki nekrelik, nev, tazim ve kesret ifade eder.

اثْنَتَا - عَشْرَةَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

مَشْرَبَ ; içilecek yer demektir. Türkçedeki meşreb, maşrapa, hatta şurup, şarap kelimeleri aynı köktendir.

Bu pınarlar Sina Yarımadası’nda hala durmaktadır.

انْبَجَسَتْ  fiili suyun usul usul aktığını ifade eder. Burada kavim Musa’dan (a.s) su istemiştir. Aynı hadise Bakara Suresi 60 ayetinde  اِنْفِجَارْ  fiili ile gelmiştir. Orada ise kavme su vermek isteyen Musa’dır (a.s). İsteyen peygamber olunca suyun fışkırdığı mübalağalı bir şekilde ifade edilmiştir. Bu da mürâât-ı nazîr sanatı olup lafızların kastedilen manaya uyumlu olarak gelmesidir.

Ayette geçen  انْبَجَسَتْ  kelimesi hakkında, Vahidî şöyle demiştir: "Bu, suyun inbicas’ı, fışkırıp kaynaması" demektir. Nitekim bir yerden su kaynayıp fışkırdığında böyle denir. Bu dilcilerin görüşüdür  انْبَجَسَتْ  ile انْفَجَرَتْ aynı manadadır. Böyle olduğu için bu ayette geçen  انْبَجَسَتْ  ile Bakara Suresinde (aynı konuda) geçen  انْفَجَرَتْ  (Bakara Suresi, 60) arasında bir zıtlık yoktur.”

Diğer alimler ise şöyle demişlerdir:  انْبَجَسَتْ  suyun az çıkması (kaynaması);  انْفَجَرَتْ  ise suyun çok çıkması (fışkırması) demektir. Binaenaleyh bu iki ayetin arasını şu şekilde telif ederiz: Bu su, önce az az kaynamaya başladı sonra çoğalıp fışkırdı. Kelimeler arasındaki bu mana farkı vardır. Ebu Amr b. el-'Alâ'dan nakledilmiştir. Allah Teâlâ ilk önce onları nasıl suladığını beyan edince, bunun peşi sıra da onları üzerlerinden bulutla gölgelediğini, daha sonra da onlara kudret helvası ile bıldırcın eti indirdiğini zikretmiştir. Şüphesiz bütün bunların hepsi, Allah tarafından ihsan edilmiş büyük birer nimettir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb) Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî de bu ikinci görüştedir. 

اِنْفِجَارْ  (fışkırma) geniş bir şekilde yarılma demektir. اِنْبِجَاسْ  ise dar bir şekilde yarılma demektir. Bir görüşe göre  اِنْفِجَارْ  çokça çıkma, اِنْبِجَاسْ  az az çıkmadır. Bir görüşe göre  اِنْفِجَارْ  yumuşak bir şeyden çıkma, اِنْبِجَاسْ  da sert bir şeyden çıkmadır. Ahfeş’e göre, her ikisi de aynı şeydir. Bir görüşe göre  اِنْبِجَاسْ  akma, اِنْفِجَارْ  da fışkırma, kaynamadır. Bir görüşe göre اِنْفِجَارْ  kelimesi fecrin doğmasından (اِنْفِجَارْ) türetilmiştir ki bu da karanlığın aydınlıktan ayrışması demektir. Bu kelimenin asıl anlamının mufâraka (ayrılma) olduğu da söylenmiştir. Nitekim  فُجُورُ , iyilikten ayrılmaktır. Kutrub böyle söylemiştir: Bu ayette  فَانْفَجَرَتْ  denilmiş; A‘râf sûresinde ise  فَانْبَجَسَتْ [Arâf 7/160] denilmiştir. Aslında her iki kıssa aynıdır. Dolayısıyla bu iki kelimenin (اِنْفِجَارْ ile اِنْبِجَاسْ  kelimelerinin) aynı olduğunu söylerse, sözü doğru olur. Kim de “O taş belirli bir taş değildi, aksine işine yarayan herhangi bir taşı alıp ona vurdu.” görüşünde ise şunu demiş olur: “Eğer küçük bir taş alıp ona vurduysa ondan su azar azar akmıştır (اِنْبِجَاسْ), yok eğer büyük bir taşı alıp ona vurduysa ondan su fışkırarak akmıştır (اِنْفِجَارْ ).” Kim de “O taş, heybesinde taşıdığı -bir görüşe göre de eşeğin üzerinde taşıdığı- bir taştı.” derse  اِنْبِجَاسْ (az az akma) taştan suyun çıktığı ilk andaki akmadır; اِنْفِجَارْ (fışkırarak akma) ise akmaya başladıktan sonraki aşamadır.” demiş olur. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)


وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la ayetin başındaki … وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَيْهِمُ  car mecruru durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan  الْغَمَامَ ‘ye takdim edilmiştir.

Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la hükümde ortaklık sebebiyle makabline atfedilmiştir.

Cümlede tak

dim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمُ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan  الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى ‘ya takdim edilmiştir.

السَّلْوٰى  temasül nedeniyle الْمَنَّ  ‘ye atfedilmiştir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ  cümlesi, takdiri  وقلنا (dedik) olan mukadder fiilin mekulü’l kavli olarak mahallen mansubdur. 

Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan müstenefedir. Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf fiilin mekulü’l kavl cümlesi, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Muzâfun ileyh konumunda olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  رَزَقْنَاكُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

ظَلَّلْنَا - رَزَقْنَاكُمْۜ - اَنْزَلْنَا  fiillerinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.

الْغَمَامَ ; bulut demektir. Medine’de bulunan Gamame Mescidi de Bulut Mescidi demektir.

مَا رَزَقْنَاكُمْ  ibaresinde bu temiz yiyecekleri Rabbimizin bize rızık olarak verdiği manası hatırlatılır.

عَيْناًۜ - مَشْرَبَهُمْۜ - اسْتَسْقٰيهُ  ve  الْمَنَّ - السَّلْوٰىۜ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَلَيْهِمُ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

وَ , istînâfiyyedir. 

Cümle menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.

مَا ظَلَمُونَا  fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Bu cümlede fiil  لم  ile değil, ما  ile olumsuzlanmıştır. Çünkü bu harf daha kuvvetlidir. ما فعل  sözü لقد فعل  cümlesini, لم يفعل  sözü, فعل  cümlesini olumsuzlar. ما  harfi, mazi fiili olumsuzladığı zaman kasemin cevabı menzilindedir. (Sibeveyh, Kitap ve Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 262, Yasin/69)

مَا ظَلَمُونَا  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

İstidrak harfinin dahil olduğu  وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  cümlesi  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat, ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrâk, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrâk ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrâk, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

كَان ’nin haberi,  اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  şeklinde muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Mef’ûl olan  اَنْفُسَهُمْ , kasr ifadesi için, amili olan  يَظْلِمُونَ ‘ye takdim edilmiştir.

Mef‘ûlün fiile takdimi kasr ifade eder. İki tekid hükmündeki kasr, fiille mef’ûl arasındadır.  يَظْلِمُونَ , maksur/sıfat, اَنْفُسَهُمْ  maksurun aleyh/mevsûf, olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’s-mevsûf. Yani müsned, bu mef’ûle hasredilmiştir.

Zulüm Allah’a dönmeyip nefislerine hapsolmuştur. Onlar Allah’ın nimetlerini tanımayıp küfür ve inatları sebebiyle sadece nefislerine zulmetmişlerdir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Bakara/57, Soru; 607)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كان ’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidi, Vakafat, s. 112)

Cümlede medhe benzeyen bir şeyle zemmi tekid sanatı vardır.

مَا ظَلَمُونَا - يظلمون  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır. 

وَمَا ظَلَمُونَا  cümlesi ile  وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.  

 كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ  cümlesindeki muhatap zamirden,  اَنْفُسَهُمْ  ile  هُمْ  gaib zamire geçişte iltifat sanatı vardır.

ظَلمنا  ve  يَظْلِمُونَ  ifadelerinde, onların zulüm ve inkârda devam ettiklerini göstermek için geçmiş ve şimdiki zaman kipleri birlikte kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)