A'râf Sûresi 176. Ayet

وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ  ...

Dileseydik o âyetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve şayet
2 شِئْنَا dileseydik ش ي ا
3 لَرَفَعْنَاهُ elbette onu yükseltirdik ر ف ع
4 بِهَا onlarla (ayetlerle)
5 وَلَٰكِنَّهُ fakat o
6 أَخْلَدَ saplandı خ ل د
7 إِلَى
8 الْأَرْضِ yere ا ر ض
9 وَاتَّبَعَ ve peşine düştü ت ب ع
10 هَوَاهُ hevesinin ه و ي
11 فَمَثَلُهُ onun durumu م ث ل
12 كَمَثَلِ durumuna benzer م ث ل
13 الْكَلْبِ şu köpeğin ك ل ب
14 إِنْ eğer
15 تَحْمِلْ varsan ح م ل
16 عَلَيْهِ üstüne
17 يَلْهَثْ dilini sarkıtıp solur ل ه ث
18 أَوْ veyahut
19 تَتْرُكْهُ onu bıraksan ت ر ك
20 يَلْهَثْ dilini sarkıtıp solur ل ه ث
21 ذَٰلِكَ işte budur
22 مَثَلُ durumu م ث ل
23 الْقَوْمِ toplumların ق و م
24 الَّذِينَ
25 كَذَّبُوا yalanlayan ك ذ ب
26 بِايَاتِنَا ayetlerimizi ا ي ي
27 فَاقْصُصِ anlat ق ص ص
28 الْقَصَصَ bu kıssayı ق ص ص
29 لَعَلَّهُمْ belki
30 يَتَفَكَّرُونَ düşünürler ف ك ر
 

Allah dileseydi o kişiyi âyetlerinden yararlandırarak yüceltirdi. Fakat o bunu istemedi, bulunduğu yere saplanıp kaldı, kendini dünyaya kaptırdı, yükselmeyi değil dünyaya çakılıp kalmayı tercih etti. Fıtratındaki yüksek ruhî ve zihnî melekeler onu imana çağırırken o nefsânî tutkularının peşinden gitti. Bu durumda gerçek anlamda insanlık değerini ve ayrıcalığını da yitirdiği için 176. âyette böyle bir insanın psikolojik durumu, sıcaktan veya başka herhangi bir sıkıntıdan dolayı dilini sarkıtıp devamlı soluyan, kovulsa da kendi haline bırakılsa da durumunu değiştirmeyen köpeğin haline benzetilmiştir. Bunca işaretlere ve kanıtlara rağmen o gibi insanlar da durum ve tutumlarını değiştirmemektedir. 177. âyette de bu tip insanların böyle bir aşağılık duruma düşmelerinin, yüce Allah’ın âyetlerini yalanlamaktan, onları hiçe saymaktan başka bir sebebinin bulunmadığı, yani insanın içine düştüğü kötülüğün sebebinin yine onun kendisi olduğu ifade buyurulmuştur. Ama –178. âyette de işaret edildiği gibi– en geniş planda hidayet de dalâlet de Allah’ın takdirine bağlıdır. Onun için insan daima Allah’a yönelmeli, her zaman O’nun yardım ve desteğine muhtaç olduğu bilincini korumalıdır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 628

 

وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُۚ 


وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْ  gayri cazim şart harfidir. شِئْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim  zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.

رَفَعْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِهَا  car mecruru  رَفَعْنَاهُ  fiiline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir. لٰكِنَّ  istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لَـٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder. 

هُ  muttasıl zamir  لٰكِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَخْلَدَ  cümlesi, لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

اَخْلَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. اِلَى الْاَرْضِ  car mecrur  اَخْلَدَ  fiiline mütealliktir. اتَّـبَعَ  atıf harfi  وَ  ile  اَخْلَدَ  fiiline mütealliktir.

اتَّـبَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. هَوٰيهُ  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecururdur.

لَوْ  edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

اتَّـبَعَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

اَخْلَدَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خلد ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 


 فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ

 

İsim cümlesidir. فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَثَلُهُ  mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَمَثَلِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْكَلْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ 


اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَحْمِلْ  şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. عَلَيْهِ car mecruru  تَحْمِلْ  fiiline mütealliktir.  

فَ  karînesi olmadan gelen  يَلْهَثْ  cümlesi şartın cevabıdır.

يَلْهَثْ  sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. تَتْرُكْهُ  atıf harfi  اَوْ  ile  تَحْمِلْ  fiiline matuftur.

تَتْرُكْهُ  sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  يَلْهَثْ  cümlesi şartın cevabıdır.

يَلْهَثْ  sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. مَثَلُ  haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْقَوْمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  الْقَوْمِ  ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا ‘dır.

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِنَٓا  car mecruru  كَذَّبُوا  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)

كَذَّبُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إذا أردت وعظ القوم فاقصص (Kavme vaaz vermek istediğin zaman … anlat.) şeklindedir.

اقْصُصِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. الْقَصَصَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ  cümlesi, اقْصُصِ ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir, إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.  

هُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَتَفَكَّرُونَ  cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَتَفَكَّرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَتَفَكَّرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi فكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا

 

Cümle, atıf harfi  وَ ‘la  فَكَانَ مِنَ الْغَاو۪ينَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber cümlesinden inşâ cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Şart üslubunda gelen terkipte لَوْ  cezmetmeyen şart harfidir. Şartın geçmiş zamanda gerçekleşmediği durumunda kullanılır.

Şart üslubunda gelen terkipte müspet mazi fiil sıygasındaki  شِئْنَا  cümlesi şarttır.

لَ  karinesiyle gelen şartın cevap cümlesi  رَفَعْنَاهُ بِهَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

الرِّفْعَةُ ; Nefsin kemâli ve temizliği için müsteardır. Çünkü iyi nitelikler, sahibini bu niteliklere sahip olmayandan daha üstün olduğunu tahayyül ettirir. Yani; eğer biz dileseydik, ayetlerle amel etmek kişiye fazilet, temizlik ve bu faziletlerle ayrıcalık kazandırırdık. Bu ayetteki  لَرَفَعْنَاهُ , kendisini şerefli kılacak ameli ona kolaylaştırırdık, anlamındadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَوْ  edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

 

وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ 

 

Cümle, وَ  atıf harfiyle makablindeki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada haber cümlesi inşâ cümlesine atfedilmiştir. Matufun aleyhin haberî manada olması, haber cümlesinin inşâ cümlesine atfını mümkün kılmıştır. İnşâ cümlesinden haber cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

İstidrak manasındaki, tekid ifade eden  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

لٰكِنَّ ’ nin haberi olan  اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, temekkün, istikrar ve hudûs ifade etmiştir.

اَخْلَدَ اِلَى  ibaresi meyletti demektir. Bu ibare veciz bir şekilde dünyaya yönelmeyi, dünyayı ahirete tercih etmeyi ifade eder. Dünyaya tapmak veya dünyaya kazık çakmak tabirlerine benzer. (Kur’an’daki Deyimler ve Zemahşerî’nin Keşşâfı ve Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Aynı üsluptaki  وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُ  cümlesi,  لٰكِنَّ ’nin haberine atıf harfi  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

اتَّـبَعَ  fiilinin  هَوٰي ‘ya nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan tabi olma fiili hevaya isnad edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Heva arkasından gidilen takip edilen bir kişiye benzetilmiştir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır. ‘Onun hevasına tabi olmak’ ibaresi sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ  cümlesi  لٰكِنَّ ’nin haberine atıf harfi  فَ  ile atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  فَمَثَلُهُ ’nun haberi mahzuftur. Teşbih harfinin dahil olduğu car mecrur  كَمَثَلِ الْكَلْبِ  bu mahzuf habere mütealliktir.

Müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh  zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh  مَثَلُهُ , müşebbehün bih  مَثَلِ الْكَلْبِ  dir.

مَثَلِ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayet, Belâm İbn Baura, Ümeyye İbn Ebi's-Salt, Râhip Ebû Âmir ve Hz. Peygamber'i bilip tanıyan ehl-i kitabın münafıkları hakkında nazil olduğu hatta bunun, kendisine ilahî hidayet arz edilip de, ondan yüz çeviren herkes hakkında umumi bir ifade olduğu ifade edilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ 

Beyanî istînaf olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkibin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümlenin  الْكَلْبِ  ’den hal olduğu da söylenmiştir.

Şart cümlesi olan  تَحْمِلْ عَلَيْهِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  يَلْهَثْ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Aynı üsluptaki  تَتْرُكْهُ يَلْهَثْ  cümlesi, اَوْ  atıf harfiyle şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ve tezat ilişkisi mevcuttur. 

Önceki şart cümlesi gibi faide-i haber ibtidaî kelam olan terkip, şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Ayetteki muzari fiiller, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ  cümlesiyle  اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يَلْهَثْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

لْهَثْ  ifadesi "köpeğin, ya çok koşarak yorulduğunda ya da sıcak çok şiddetli olduğunda, susuzluktan ötürü dilini sarkıtması" demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Köpeğin halinin anlatılmasında istiare vardır. Bunları anlamak için köpekle ilgili araştırma yapmak gerekir. Köpek, sahibi evden çıkınca kemik beklentisi ile kuyruğunu sallar, dilini sarkıtır, solur. Uzağa kemik fırlatsan yine aynı durum olur. Kötülük örneği olan o adamın durumu en adi ve alçak bir hayvana benzer. Yorgunluk halinde de, istirahat halinde de devamlı olarak soluyan köpeğin durumu da böyledir. Tasvirde birbirine benzetilen birkaç unsur vardır. Buna temsilî teşbih denir. (Sâbûnî)

Burada ilim beklentisi içinde olup dünyaya dalanlar tasvir edilmiştir. Sahibinin her halinden bir beklenti içinde oluş, sürekli dünyalık beklentisi içinde oluş etkileyici bir üslupla anlatılmıştır. Nefis, köpek gibi hep kendi menfaati peşindedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve tahkir kastı taşımaktadır. Ayrıca işaret isminde tecessüm sanatı vardır

ذٰلِكَ  mübteda, مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ  haberdir.

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tahkir ifade eder. İsm-i işaret, müşarun ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip dikkatleri ona yöneltir.

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile örnekteki duruma işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Müsnedin az sözle çok anlam ifade yollarından biri olan izafetle gelmesi, faydayı çoğaltıp anlamı kuvvetlendirmek içindir. 

الْقَوْمِ  için sıfat konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  ‘nin sılası olan كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

كَذَّبُوا  fiili  تفعيل  babındandır. تفعيل  babının fiile kattığı en yaygın anlam, teksirdir. 

كَذَّبُوا  fiiline müteallik olan  بِاٰيَاتِنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette temsilî teşbih vardır. Ayetlerle amel etmeyen, onlarla alakasını kesen kimselerin hali, köpeğin haline benzetilmiştir. 

[Artık onun hali köpeğin hali gibidir] yani onun alçaklık ve düşkünlük numunesi olan sıfatı, tıpkı köpeğin o en zelil ve alçak halindeki sıfatı gibidir ki köpek bu halinde sürekli, ister kendisine karşı hamle yapılsın, saldırılsın ve saldırması sağlansın, ister hiç müdahale edilmeden kendi haline bırakılsın her halükârda dilini sarkıtıp solumaktadır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)


  فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen terkipte  فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Cevap cümlesi  فَاقْصُصِ الْقَصَصَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri,  إذا أردت وعظ القوم  (Kavme vaaz etmek istediğinde…) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ  sözü bu emri detaylandırılmıştır. Yani ‘’bu kıssayı ve diğerlerini anlat’’ demektir. Bu temsil ettiği kıssa ve Kur’an’ın anlattığı diğer kıssalar için bir tezyîldir. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

اقْصُصِ - الْقَصَصَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

قَصَّ  fiili izinden gitmek demektir. Makas kelimesi de bu kökten gelir. Makasın iki ucu birbiriyle birlikte hareket eder. Kıssada da bu vardır. Onların yaptıklarını takip etmek, onlara paralel hareket etmek, onlarla birlikte çalışmak manalarını ifade eder.

Ayetin son cümlesi olan  لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ  cümle  اقْصُصِ  ‘deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.

Gayr-ı talebî inşâî isnad olan cümlede  لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. 

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir, yani ümitvar olma manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Kutrub : لَعَلَّ  kelimesinin “için” manasında olduğunu söylemiştir.

‘Umulur ki’ anlamında olan  لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

لَعَلَّ ‘nin haberi olan  يَتَذَكَّرُونَ۟ , muzari fiil cümlesi olarak gelmiş, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

[Allah, ayetlerini insanlara açıklar.] Yani emir ve yasakları, vaad ve tehditlerini beyan eder. [Düşünüp ders alsınlar diye.] Yani öğüt alsınlar diye. ذكرته فتذكر “Ona hatırlattım, o da hatırladı yani öğüt aldı.” demektir. Zikir, öğüt vermek anlamına gelir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)

Ayet-i kerime ihtimal ilişkisi kurar.  َلَعَلَّ ’nin tevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.  لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad tefekkür etmeye teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58)

يَتَذَكَّرُونَ۟  fiili  تفعّل  babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf (çaba), ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüftür.

Kur’an’da, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatımı bu ayette olduğu gibi  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ۟  şeklinde tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. 

Bu cümle Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)

Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan  تَعَقُّل ,  تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر  ve  تَفَقُّه  kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ  gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)