A'râf Sûresi 37. Ayet

فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ  ٣٧

Kim, Allah’a karşı yalan uyduran veya O’nun âyetlerini yalanlayanlardan daha zalimdir? İşte onlara kitaptan (kendileri için yazılmış ömür ve rızıklardan) payları erişir. Sonunda kendilerine melek elçilerimiz, canlarını almak için geldiğinde, “Hani Allah’ı bırakıp tapınmakta olduğunuz şeyler nerede?” derler. Onlar da, “Bizi yüzüstü bırakıp kayboldular” derler ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَنْ kim olabilir?
2 أَظْلَمُ daha zalim ظ ل م
3 مِمَّنِ kimseden
4 افْتَرَىٰ uyduran ف ر ي
5 عَلَى karşı
6 اللَّهِ Allah’a
7 كَذِبًا yalan ك ذ ب
8 أَوْ ya da
9 كَذَّبَ yalanlayan ك ذ ب
10 بِايَاتِهِ O’nun ayetlerini ا ي ي
11 أُولَٰئِكَ onlara
12 يَنَالُهُمْ erişir ن ي ل
13 نَصِيبُهُمْ nasipleri ن ص ب
14 مِنَ -tan
15 الْكِتَابِ Kitap- ك ت ب
16 حَتَّىٰ nihayet
17 إِذَا
18 جَاءَتْهُمْ gelince ج ي ا
19 رُسُلُنَا elçilerimiz ر س ل
20 يَتَوَفَّوْنَهُمْ canlarını alırken و ف ي
21 قَالُوا diyecekler ق و ل
22 أَيْنَ hani nerede?
23 مَا
24 كُنْتُمْ olduklarınız ك و ن
25 تَدْعُونَ yalvarmış د ع و
26 مِنْ
27 دُونِ başkasına د و ن
28 اللَّهِ Alah’tan
29 قَالُوا dediler ق و ل
30 ضَلُّوا sapıp kayboldular ض ل ل
31 عَنَّا bizden
32 وَشَهِدُوا ve şahidlik ettiler ش ه د
33 عَلَىٰ aleyhlerine
34 أَنْفُسِهِمْ kendi ن ف س
35 أَنَّهُمْ kendilerinin
36 كَانُوا olduklarına ك و ن
37 كَافِرِينَ kafirler ك ف ر
 

Allah’a ortak koşmak ve “Şu helâldir, bu haramdır” gibi keyfî hükümler koymak suretiyle Allah hakkında yalan uyduranlar veya Allah’ın âyetlerini yalan sayanlar zalimlerin en zalimi, en haksızıdırlar. Onlar “kitap”ta (ilm-i ilâhîde) tayin edilmiş bulunan nasiplerini alır yani rızıklarını ve ömürlerini bitirirler; ardından Allah’ın “elçileri” (ölüm veya azap melekleri) gelince güvendikleri her varlığın, bilhassa Allah’tan başka tanrı diye inandıklarının kendilerini terkettiğini görür; o zaman, tam bir çaresizlik içinde, inkârcı olduklarına yine kendileri şahitlik ederler.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 523

 
نَيَلَ Neyele: نَيْلٌ insanın kendi eliyle erişip ulaştığı şey anlamındadır. نالَ ve أنالَ fiilleri talep ettiği/arzuladığı şeye ulaştı manasına gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli nâil olmaktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 
 

فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ 

İsim cümlesidir. فَ  istînâfiyyedir. مَنْ  istifhâm ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. اَظْلَمُ haber olup damme ile merfûdur. مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  اَظْلَمُ  ‘ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

افْتَرٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  افْتَرٰى  fiiline mütealliktir.  كَذِباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. كَذَّبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. بِاٰيَاتِه۪  car mecruru  كَذَّبَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَظْلَمُ  İsm-i tafdil kalıbındandır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ismi tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Burada  مِنْ  harfi ceri ile geldiğinden karşılaştırma manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَذَّبَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi  كذب ’dir. 

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.

افْتَرٰى  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi فري ’dır.

İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 


 اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ


İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَنَالُهُمْ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَنَالُهُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. نَص۪يبُهُمْ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنَ الْكِتَابِ  car mecruru  نَص۪يبُهُمْ ‘ un mahzuf haline mütealliktir.

 حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ 


حَتّٰٓى  ibtida harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. جَٓاءَتْهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَتْهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رُسُلُنَا  fail olup damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَتَوَفَّوْنَهُمْ  cümlesi,  رُسُلُنَا ‘nın hali olarak mahallen mansubdur.  

يَتَوَفَّوْنَهُمْ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Ayette ibtida (başlangıç) şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fail müzekker ismin cemi mükesseri ise fiil umumiyetle müzekker gelir, bazen müennes de gelebilir. Burada  رُسُلُ  cemi mükesser olduğundan dolayı fiili müennes olarak  جَٓاءَتْ  şeklinde gelebilmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَتَوَفَّوْنَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  وفي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ

قَالُٓوا اَيْنَ مَا  cümlesi, şartın cevabıdır. 

Fiil cümlesidir. قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  اَيْنَ مَا كُنْتُمْ  ‘dur. قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اَيْنَ  mekân zarfı olarak mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَا  müşterek ism-i mevsûl muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ تَدْعُونَ  ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كُنْتُمْ  nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. تَدْعُونَ  cümlesi,  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur. 

تَدْعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ  car mecruru  تَدْعُونَ  fiiline mütealliktir. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (M.Vecih Uzunoğlu,Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı)

اَيْنَ ,istifham edatı olarak, Kur’an’da 10 ayette varid olmuştur. Bunlardan üçünde  اَيْنَ ’den hemen sonra gelen  مَا  ism-i mevsûl olup zaid değildir ve bu ayette olduğu gibi  اَيْنَ ’den ayrı olarak yazılmıştır. اَيْنَ , Kur’an’da istifham edatının yanında şart edatı olarak da gelmiştir. Kur’an’da şart edatı olarak kullanıldığı tüm ayetlerde sonuna bir  مَا  ilave olunmuştur. Bu da  اَيْنَمَا  ve  اَيْنَ مَا  şekillerinde yani hem birleşik hem de ayrı olarak gelmiştir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)


 قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  ضَلُّوا عَنَّا  ‘dur.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

ضَلُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَنَّا  car  mecruru  ضَلُّوا  fiiline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

شَهِدُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ car mecruru  شَهِدُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mahzuf harfi cer ile  شَهِدُوا  fiiline mütealliktir.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

هُمْ  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا  nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. كَافِر۪ينَ  kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. 

Tekid (takip ve pekiştirme) harfidir. İsim cümlesine kattığı anlam bakımından اِنَّ  ile aynıdır. Şunu söylemek mümkündür: Cümle başında daima  اِنَّ  kullanılırken, cümle ortasında  اَنَّ  kullanılır. أَنَّ  iki cümleyi birbirine bağlamada kullanıldığında “muhakkak, gerçekten, kuşkusuz…” gibi anlamlarla beraber “-ki, -eceği, -eceğini, …dığı, …dığında, … olduğu” gibi manalar verir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ

Fasılla gelen ayette  فَ , Istînâfiyyedir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, مَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً , inkârî istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça başvurulan bir üslup olarak karşımıza çıkan istifhâmı inkârî ile kabul edilmeyen/edilmemesi gereken bir olgunun neden hala farkına varılmadığı sorgulanmaktadır. (Avnullah Enes Ateş, İstifhâm Üslûbunun Mecâzi Kullanımları ve Meallere Yansıması )

Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru anlamı dışında, tehdit, tevbih ve inkâri mana kazandığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

İstifham ismi  مَنْ , mübteda konumundadır. İnkârî manadadır.

Müsned olan  اَظْلَمُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Mecrur mahaldeki ikinci müşterek ism-i mevsûl  مِمَّنِ , başındaki harf-i cerle  اَظْلَمُ ‘ya mütealliktir. Sılası olan  افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَى اللّٰهِ  car-mecruru, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

Mef’ûl olan  كَذِباً ‘deki nekrelik, nev ve tahkir ifade eder.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَوْ  atıf harfiyle sıla cümlesine atfedilen  كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Bu atıf, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  بِاٰيَاتِه۪  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ , tazim ve şeref kazanmıştır.

Zalimlerin iki özelliğinin sayılması taksim sanatıdır. 

اَظْلَمُ  sözcüğünde irsâd sanatı vardır. Ayetin sonunda aynı kişiler, كَافِر۪ينَ  şeklinde zikredilmiştir.

افْتَرٰى - كَذِباً - اَظْلَمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كَذَّبَ - كَذِباً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ف  harfi, bir önceki cümleyi dallandırmak için tefri' amacıyla gelmiştir. Bu; fezleke gibi şimdiye kadar anlatılan şeyleri açıklayarak sapkınlığın niteliklerini gösterir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

مَن  harfi istifhâmı inkârîdir. Bu grubun zülmunu, adaletsizliğini abartmak için gelmiştir. İkinci gelen  مَن  harfi ism-i mevsûldur. Haberin sılada açıklanan özelliğini taşıyan herkesi ifade eder. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

أوْ  (veya) harfi taksim içindir. En zalim olanlar yani müşrikler iki kısımdır: Birincisi Allah'a karşı yalan uyduranlardır ki bunlar şirk ehlinin efendileri ve büyükleridir. İkincisi de Mekke ehli ve çevresinden Allah’a iftira etmeyen ama ayetleri inkâr edenlerdir ki bunlar da umumi olarak müşriklerdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

أوْ  harfi و  anlamında da değerlendirilebilir. Öyle ki, insanların en zalimi olarak nitelendirilen kişi iki şeyle vasıflandırılmıştır: yalan ve inkâr. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)


 اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin ism-i işaretle marife olması işaret edilenleri tahkir amacına matuftur. 

اُو۬لٰٓئِك  işaret ismi bu kişileri işaret ederek sanki gözümüzün önündeymiş gibi düşünmemizi sağlar. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نَص۪يبُهُمْ  izafeti, hem muzâfı hem de muzâfun ileyhi tahkir içindir.

فَمَنْ اَظْلَمُ  yani Allah hakkında, O’nun söylemediği bir şeyi uyduran ya da O’nun söylediği bir şeyi yalanlayan kimseden daha çirkin bir zulmü kim işlemiş olabilir? [Kitaptaki payları] yani kendileri için yazılmış olan rızık ve ömür süresi “bunları” bulur. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t -Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

أُولَئِكَ يَنالُهم نَصِيبُهم مِنَ الكِتابِ  ifadesindeki işaret ismi,  فَ  harfindeki tefri’ manasının delaletiyle işaret edilenlerin başlarına azap gelmesinin onların hür iradeleriyle alakalı olduğuna delalet içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Burada ulaşma fiilinin fail olarak nasibleri gelmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Nasib; bir şahsa benzetilmiş ve insana özgü olan bir fiil ona isnad edilmiştir. 


حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkipte  حَتّٰٓى , ibtidaiyyedir.

Cümleye muzâf olan, şart manalı zaman zarfı  اِذَا ‘nın müteallakı cevap cümlesidir. اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundaki  جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْ  şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında  gelmiştir.  

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

يَتَوَفَّوْنَهُمْ  cümlesi, رُسُلُنَا ‘nin halidir. Hal, cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil, hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp, istihza ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Cümlede takdim - tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Mekan zarfı olan istifham ismi  اَيْنَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. İsm-i mevsûl  مَا , muahhar mübtedadır. Mevsûlün sılası olan  كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ  cümlesi, كان  ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَدْعُونَ  cümlesi  كان ‘nin haberidir. Hudus, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eden muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye ifade eder.

Kur’an’da كان ’den sonra gelen muzari fiil, o eylemin çokluğuna ve devamlılığına işaret eder. (Celalettin Divlekci, Kur’an’da Bazı Kelimelerin Kullanım Özelliklerine Dair Genel Kaideler)

تَدْعُونَ  fiiline veya mahzuf hale müteallik olan  دُونِ اللّٰهِ  izafeti, az sözle çok anlam ifade etmek ve gayrıyı tahkir içindir.

Lafza-i celâlin, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)

اَيْنَ , istifham edatı olarak, Kur’an’da 10 ayette varid olmuştur. Bunlardan üçünde  اَيْنَ ’den hemen sonra gelen  مَا  ism-i mevsûl olup zaid değildir ve bu ayette olduğu gibi  اَيْنَ ’den ayrı olarak yazılmıştır. اَيْنَ , Kur’an’da istifham edatının yanında şart edatı olarak da gelmiştir. Kur’an’da şart edatı olarak kullanıldığı tüm ayetlerde sonuna bir  مَا  ilave olunmuştur. Bu da  اَيْنَمَا  ve  اَيْنَ مَا  şekillerinde yani hem birleşik hem de ayrı olarak gelmiştir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)

حَتّٰٓى  onların kitaptaki nasiplerine nail olduklarını, kendileri için belirlenmiş olan nihaî süreyi tamamladıklarını ifade eder. Bu, kendisinden sonra yeni bir ifadenin başladığı  حَتّٰٓى  olup bu söz de şart cümlesidir yani “görevli meleklerimiz canlarını almak üzere kendilerine geldiğinde… derler.”  يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ  ise “elçiler”den haldir; anlam  متَوَفّيهُمْ  (canlarını almak üzere) şeklindedir. Elçilerden maksat da ölüm meleği ve onun yardımcılarıdır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Ayetteki, “Nihayet elçi (melek)lerimiz, canlarını almak üzere onlara geldikleri vakit...” ifadesi ile ilgili iki görüş (mana) vardır: 

1. Bundan murad, canları (ruhları) almadır. Çünkü “vefat” kelimesi, bu manadadır. İbni Abbas, “Ölüm kâfirin kıyametidir. Binaenaleyh melekler, o kâfirleri ölüm esnasında bir zecr, bir tehdit ve bir azarla (canlarını alırlar.) Ayette bahsedilen ‘elçiler’, ölüm meleği Azrail ile onun yardımcısı olan meleklerdir.” demiştir.

2. Hasan el-Basrî’nin görüşü ile Zeccâc’ın iki görüşünden biri olup buna göre bu iş, ahirette olmaz. O halde ayet, “Elçilerimiz yani azap melekleri onlara geldiğinde onların canlarını alır, ‘Onlar müddetlerini tamamlayıp bitirirler ve onlardan hiçbiri o meleklerden kurtulamaz.’ manasında, ‘Onlar cehenneme doğru sevk olunup toplandıkları zaman onların müddetleri (ömürleri) sona erer.’ manasındadır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  ضَلُّوا عَنَّا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ضَلُّوا عَنَّا  onlar bizi bırakıp kayboldular yani “yok olup gittiler” diyeceklerini bildirmiştir. Binaenaleyh onlar, ölümü apaçık gördüklerinde kendilerinin kâfirler olduklarına şahitlik ederler. Bil ki bu izahlara göre ayetin maksadı, kâfirleri, inkârlarından men etmektir. Çünkü bu durumlardan bahsederek yapılan korkutma, akıllı insanları iyiden iyiye düşünmeye, istidlâle ve taklitten sakınıp doğru olanı yapmaya sevk eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ  cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Masdar ve tekid harfi  أَنَّ  ve akabindeki  هُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ  cümlesi masdar tevilinde, takdir edilen  ب  harf-i ceriyle  شَهِدُوا  fiiline mütealliktir.

Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede  اَنَّ ’nin haberi olan  كَانُوا كَافِر۪ينَ  cümlesi, nakıs fiil  كان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsned olan  كَافِر۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ  cümlesi, ibhamdan sonra izah ıtnâbıdır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

قَالُوا  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

كَانُوا - كُنْتُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَظْلَمُ  - كَذَّبَ - كَافِر۪ينَ - افْتَرٰى  ve  اٰيَاتِه۪ۜ - الْكِتَابِ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.