A'râf Sûresi 42. Ayet

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۘ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  ...

İman edip salih ameller işleyenlere gelince -ki biz kişiye ancak gücünün yettiğini yükleriz- işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve kimseler
2 امَنُوا inanan ا م ن
3 وَعَمِلُوا ve yapanlar ع م ل
4 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
5 لَا
6 نُكَلِّفُ yüklemeyiz ك ل ف
7 نَفْسًا hiç kimseye ن ف س
8 إِلَّا başkasını
9 وُسْعَهَا gücünün yettiğinden و س ع
10 أُولَٰئِكَ işte onlar
11 أَصْحَابُ halkıdır ص ح ب
12 الْجَنَّةِ cennet ج ن ن
13 هُمْ onlar
14 فِيهَا orada
15 خَالِدُونَ ebedi kalacaklardır خ ل د
 

Allah’ın âyetlerini yalanlayan, kibirlilik taslayıp bu âyetleri kabul etmemekte direnen, ilâhî rahmet ve inâyetten mahrum kalacak ve asla cennete giremeyecek olan o mücrim ve zalimlerin varıp kalacakları yerin cehennem olduğu ifade buyurulduktan sonra 42. âyette de iman edip hayırlı işler yapanların “cennet ehli” olduğu ve orada ebedî kalacakları belirtilmektedir. Bu arada, herkesin ancak gücünün yettiği kadarıyla mükellef tutulduğu belirtilerek bir bakıma, müminlerin, istemelerine rağmen yapamadıkları hayırlı faaliyetler sebebiyle ümitsizliğe düşmelerine gerek olmadığına, insanın cennet ehlinden olabilmesi için yapabileceği kadarını yapmasının yeterli olduğuna işaret edilmiştir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 527

 

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۘ 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.  

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَمِلُوا  fiili atıf harfi  وَ ’la  اٰمَنُوا ’ye matuftur.  

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ulun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نُكَلِّفُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. نَفْساً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  وُسْعَهَا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أمنdir.

İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

نُكَلِّفُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كلف ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülâsî mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

Cümle,  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ  haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْجَنَّةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  cümlesi,  اَصْحَابُ  ‘nun hali olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir. Munfasıl zamiri  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِدُونَ  kelimesine mütealliktir. خَالِدُونَ  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَالِدُونَ  kelimesi sülâsî mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

 

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۘ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ 


وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda konumundaki has ism-i mevsûlun sılası olan  اٰمَنُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu fiilin mef’ûlu zikredilmediği için icazı hazif vardır. Kastedilen mana bilindiği için zikredilmemiştir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.

اٰمَنُوا  fiilinin müteallikı zikredilmemiştir. Çünkü bu fiil hususi bir iman için lakab olmuştur. Allaha tevhid üzere inanmayı ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Aynı üslupta gelen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi, mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا ’ya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Buradaki  عملوا الصالحات  ibaresinin aslı  عَمِلُوا الأعمال الصالحات  şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif sanatıdır. 

Bil ki Allah Teâlâ, vaîdini tamamlayınca onun peşisıra bu ayette vaadini getirmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۘ  cümlesi, itiraziyye olarak fasılla gelmiştir.

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i muteriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)  

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Kasr üslubu ile cümle, olumlu ve olumsuz olmak olmak üzere iki anlam ifade etmektedir.

Nefy ve istisna harfiyle oluşan ve fiille mef’ûl arasındaki kasr, cümleyi tekid etmiştir. نُكَلِّفُ , maksur/sıfat,  وُسْعَهَا  maksurun aleyh/mevsûf, olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’s-mevsûftur. Yani müsned, bu mef’ûle hasredilmiştir. Her nefis sadece ve sadece, gücünün yettiğiyle mükelleftir.

نُكَلِّفُ  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.

نَفْساً  ’deki tenvin, kıllet ve cins içindir. Menfî siyakta nekre umum ifade ettiğinden hiçbir nefis anlamındadır.

Kasr, fiil ile mef’ûl arasında olursa kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Mekân için kullanılan  وُسْعَهَاۘ , kapsamın umumu için müstear olmuştur. Gücün yetmesi, çok sayıda insanı içinde barındırabilecek geniş bir alana benzetilmiştir. 

وُسْعَهَا  ; kapasite,  واۚسعَ ; geniş demektir. Dar kelimesinin zıddıdır. Bu kelimede istiare vardır. Zor amelleri yüklenen nefs; içindeki şey için genişleyen zarfa benzetilmiştir. Böylece  وُسْعَهَا  kelimesi son derece zor manasında olmuştur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Bakara/233)

اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh işaret edilenlere tazim ve teşvik için işaret ismiyle marife olmuştur.

Onların cennet halkı ve ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesi taksim sanatıdır.

اَصْحَابُ الْجَنَّةِ  [Cennet ashabı] ifadesinde istiare vardır. Cennette kalışları arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır. 

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.

اَصْحَابُ الْجَنَّةِ  (cennet ashabı) ibaresindeki  اَصْحَابُ  kelimesinin kökü  صحب ‘ dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kelimedir. Yine bir şeye sahip olmayı da Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir.  اصحاب النار (cehennem ashabı) derken işte bu ayrılmama, bu kimselerin adeta ateşle hemhal oluşu vurgulanmaktadır.

Bu cümle, aralarında kemali ittisal ve kemali inkita’ arasında olmak (mutavassıt) olması sebebiyle 40. ayetteki  اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا  cümlesine matuftur. Yani, وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  demektir. İki cümlenin müsnedün ileyleri arasında tezad vardır. Biri ayetleri yalanlarken diğeri ayetlere iman etmiştir. Hükümler arasında da tezad vardır: Biri azab diğeri nimettir. Böylece zikredilenler arasında vehmi bir birlik vardır. Meani ilminde zikredilen fasıl ve vasıl hükümleri arasındadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)

Salih amelin, imanın üzerine atfedilmesi onların birbirinden ayrı olduklarını gösterir.(Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Ayette geçen  وُسْعَ  kelimesi, “insanın darlık ve sıkıntı halinde değil, genişlik ve rahatlık halinde yapabildiği şey” manasındadır. Bunun delili şudur: Muaz b. Cebel (r.a.), bu ayet hakkında, “(Bu, herkesi ancak) zoruna giden ile değil, kolayına gelen ile mükellef tutarız.” manasındadır. Takatin son noktası,  وُسْعَ  değil جهد  diye adlandırılır.  وُسْعَ’ün, bütün gücü sarf etme manasında olduğunu zanneden, yanlışlık yapmıştır” demiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

اُو۬لٰٓئِكَ  ikinci mübtedadır. Mu‘teriza olan َ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۘ  cümlesi ise  َالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  ile ikinci mübteda ile haber olan  اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ  ifadesinin arasına girmiştir. Bu da müminlere cennete girecekleri amellerin güçlerinin üzerinde olmayacağı ve bu amaçla işleyecekleri ameller konusunda kalplerinin mutmain olması gerektiği tesellisini vermektedir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

“Kapasitesi dışında kimseyi sorumlu tutmayız.” cümlesi itiraz cümlesidir. Ebedi ahiret nimetlerine kavuşmanın kolaylığını beyan ve o nimetleri kazanmayı mûcib işleri yapmaya teşvik içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

Cümle, اَصْحَابُ  ‘nun müekked hali olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur  ف۪يهَا , amili olan  خَالِدُونَ ‘ye takdim edilmiştir. 

خَالِدُونَ  lafzı, ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

خَالِدُونَ  lafzı, ism-i fail olarak gelmiştir. İsm-i fail, mef’ûl ve masdar zamandan bağımsızdır. Aslında uzun bir zaman dilimi demektir ama daha çok, çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir. 

Hal cümlesinin و ’sız gelmesi, onların cennette kalışlarının, hâl-i müekkide olduğunu ifade eder. Yani bu onların sabit bir vasfıdır.

Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kastedildiği, mesela: هذا اخوك عطوف ''bu, çok şefkatli kardeşindir'' cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman ''و '' sız gelir.

Ayrıca  ف۪ي  harfinde tecrîd vardır. Cennetin derinliklerine, iç içe oluşuna delalet eder.(Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Bu cümle, öncesine fasılla bağlanmıştır. Sebebi, kemâl-i ittisâldir. Sanki ikinci cümle, birinci cümleyi açıklayan bir konuma konulmuştur. 

Bu ayet ile önceki ayet arasında mukabele sanatı vardır.

اٰمَنُوا - عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Kâfirlerin kötü hallerinin beyanından hemen sonra müminlerin güzel hallerinin anlatılması ya da bunun tersi, Kur’an’ın bedî’ üsluplarındandır.

Onların, cennet halkı ve ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesi taksim sanatıdır.