اِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ اَنَّكَ تَقُومُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَٓائِفَةٌ مِنَ الَّذ۪ينَ مَعَكَۜ وَاللّٰهُ يُقَدِّرُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ عَلِمَ اَنْ لَنْ تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ عَلِمَ اَنْ سَيَكُونُ مِنْكُمْ مَرْضٰىۙ وَاٰخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْاَرْضِ يَبْتَغُونَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِۙ وَاٰخَرُونَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۘ فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُۙ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناًۜ وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْراً وَاَعْظَمَ اَجْراًۜ وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | رَبَّكَ | Rabbin |
|
3 | يَعْلَمُ | biliyor |
|
4 | أَنَّكَ | senin |
|
5 | تَقُومُ | kalktığını |
|
6 | أَدْنَىٰ | daha azında |
|
7 | مِنْ | -nden |
|
8 | ثُلُثَيِ | üçte ikisi- |
|
9 | اللَّيْلِ | gecenin |
|
10 | وَنِصْفَهُ | ve yarısında |
|
11 | وَثُلُثَهُ | ve onun üçte birinde |
|
12 | وَطَائِفَةٌ | bir topluluğun da |
|
13 | مِنَ | -dan |
|
14 | الَّذِينَ | bulunanlar- |
|
15 | مَعَكَ | seninle beraber |
|
16 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
17 | يُقَدِّرُ | takdir eder |
|
18 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
19 | وَالنَّهَارَ | ve gündüzü |
|
20 | عَلِمَ | bildi |
|
21 | أَنْ |
|
|
22 | لَنْ | asla |
|
23 | تُحْصُوهُ | sizin onu sayamayacağınızı |
|
24 | فَتَابَ | bu yüzden affetti |
|
25 | عَلَيْكُمْ | sizi |
|
26 | فَاقْرَءُوا | artık okuyun |
|
27 | مَا | şeyi |
|
28 | تَيَسَّرَ | kolayınıza gelen |
|
29 | مِنَ | -dan |
|
30 | الْقُرْانِ | Kur’an- |
|
31 | عَلِمَ | bilmiştir |
|
32 | أَنْ |
|
|
33 | سَيَكُونُ | bulunacağını |
|
34 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
35 | مَرْضَىٰ | hastalar |
|
36 | وَاخَرُونَ | ve başka kimseler |
|
37 | يَضْرِبُونَ | gezip |
|
38 | فِي |
|
|
39 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
40 | يَبْتَغُونَ | arayan |
|
41 | مِنْ | -ndan |
|
42 | فَضْلِ | lutfu- |
|
43 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
44 | وَاخَرُونَ | ve başka insanlar |
|
45 | يُقَاتِلُونَ | savaşan |
|
46 | فِي |
|
|
47 | سَبِيلِ | yolunda |
|
48 | اللَّهِ | Allah |
|
49 | فَاقْرَءُوا | onun için okuyun |
|
50 | مَا | şeyi |
|
51 | تَيَسَّرَ | kolayınıza gelen |
|
52 | مِنْهُ | O’ndan |
|
53 | وَأَقِيمُوا | ve kılın |
|
54 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
55 | وَاتُوا | ve verin |
|
56 | الزَّكَاةَ | zekatı |
|
57 | وَأَقْرِضُوا | ve borç verin |
|
58 | اللَّهَ | Allah’a |
|
59 | قَرْضًا | bir borçla |
|
60 | حَسَنًا | güzel |
|
61 | وَمَا | ve |
|
62 | تُقَدِّمُوا | verdiklerinizi |
|
63 | لِأَنْفُسِكُمْ | kendiniz için |
|
64 | مِنْ | -dan |
|
65 | خَيْرٍ | hayır- |
|
66 | تَجِدُوهُ | bulacaksınız |
|
67 | عِنْدَ | katında |
|
68 | اللَّهِ | Allah |
|
69 | هُوَ | o |
|
70 | خَيْرًا | daha hayırlıdır |
|
71 | وَأَعْظَمَ | ve daha büyüktür |
|
72 | أَجْرًا | mükafatça |
|
73 | وَاسْتَغْفِرُوا | ve mağfiret dileyin |
|
74 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
75 | إِنَّ | şüphesiz |
|
76 | اللَّهَ | Allah |
|
77 | غَفُورٌ | çok bağışlayandır |
|
78 | رَحِيمٌ | çok esirgeyendir |
|
İlk âyetlerde gece namazına kalkılması ve bunun belli bir vakit içinde eda edilmesi emredilmişti. Uygulamada hem gece namaza kalkma hem de istenen vakti tesbit etme hususunda zorluk ortaya çıkınca yükümlülük hafifletilmiş veya maksadın kesin olarak vakte riayet etmek ve mutlaka kılmak olmadığı, emrin teşvik ve tavsiye mahiyetinde olduğu açıklanmıştır. Gece namazının başlangıçta hem Hz. Peygamber’e hem de ümmete farz kılındığını, daha sonra halkın zorlandığı ortaya çıkınca onlar için nâfile, Hz. Peygamber için farz haline getirildiği görüşünde olanlar da vardır (Şevkânî, V, 371-372).
Müfessirler “Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun” meâlindeki bölümü iki türlü yorumlamışlardır: a) Geceleri kolayınıza gelen miktarda teheccüt namazı kılın; b) Gece namazında Kur’an’dan kolayınıza gelen miktarda okuyun (bk. Şevkânî, V, 371-372; İbn Âşûr, XXIX, 283-284). Birinci yoruma göre müminler geceleyin belli bir vakte bağlı kalmadan ve farz olmaksızın kalkıp kolaylarına geldiği miktarda nâfile namaz kılarlar; ikinci yoruma göre ise gece kalkıp kıldıkları namazda Kur’an’dan kolaylarına gelen miktarda ve kolay gelen âyetleri okurlar. Ebû Bekir İbnü’l-Arabi bu âyet hakkında şu yorumların yapıldığını söyler: a) Maksat namazdır, namazı belirtmek için “kıraat” kelimesi kullanılmıştır, b) Maksat bizatihi kırâatir (IV, 1881).
Âyetin bundan sonraki bölümünden anlaşıldığına göre hastalıktan, geçim temini için veya başka maksatlarla yapılan yolculuklardan; vatan savunması, özgürlük, bağımsızlık vb. yüce amaçlarla cihadda bulunmak gibi mazeretlerden dolayı Allah Teâlâ kullarına kolaylık lutfetmiş, müminlerin gece kalkıp kolaylarına geldiği miktarda namaz kılmaları farz değil, mendup olmuştur.
Son bölümde ise yüce Allah müminlere, namazlarını usul ve âdâbına uygun olarak kılmalarını, zekâtlarını vermelerini, Allah rızâsı için hayır yapmalarını, iyilikte bulunmalarını, fakirlere karşı şefkat ve merhametle davranıp onlara yardım etmelerini buyurmakta, dünyada bu tür iyi işler yapanların âhirette bu yaptıklarının karşılığını Allah katında kat kat alacaklarını haber vermektedir. Müfessirler genellikle burada geçen, “Namazı kılın, zekâtı verin” cümlesindeki namazı beş vakit namaz, zekâtı da farz olan zekât olarak yorumlamışlarsa da sûrenin tamamının Mekke döneminde inen ilk sûrelerden olduğunu dikkate alırsak bu yoruma katılmak mümkün değildir. Çünkü beş vakit namaz ve belirli kurallara bağlanmış haliyle zekât vecîbesi yıllar sonra farz kılınmıştır. Buna göre âyette, İslâm’ın beş temel şartından ikisini teşkil eden namaz ve zekât ibadetlerine ilişkin yükümlülük bilincini oluşturmanın ve bunların ilk uygulamalarını başlatmanın amaçlandığı söylenebilir. Kullar dünya hayatında ne kadar dikkat ederlerse etsinler hatadan kurtulamayacakları için sûrenin son cümlesinde Allah’tan bağışlanma istemeleri emredilmiştir.
Azame عظم :
عَظْمٌ kelimesi kemik anlamındadır. Çoğulu عِظامٌ şeklinde gelir. Bu temel anlamdan sonra müstear olarak büyük olan her türlü şeyle ilgili kullanılıp algının ya da aklın konusu olsun, maddi veya manevi bir şey olsun büyük olan her tür şey bu kapsama dahil edilmiştir.
Azim عَظِيمٌ sözcüğü maddi şeylerle ilgili kullanıldığında parçaları birleşik olanlar için zikredilirken; كَثِيرٌ sözcüğü ise ordu veya mal gibi parçaları ayrık olanlar için kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de çeşitli formlarda 128 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri azamet, azîmet, azim, tâzim, muazzam, azamî ve Azmi'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ اَنَّكَ تَقُومُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَٓائِفَةٌ مِنَ الَّذ۪ينَ مَعَكَۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. رَبَّكَ kelimesi, اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَعْلَمُ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ’ dir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel يَعْلَمُ fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. كَ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَقُومُ fiili, اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَقُومُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. اَدْنٰى zaman zarfı elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. مِنْ ثُلُثَيِ car mecruru اَدْنٰى ‘ya mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الَّيْلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
نِصْفَهُ kelimesi atıf harfi وَ ‘la اَدْنٰى kelimesine matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُلُثَهُ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. طَٓائِفَةٌ kelimesi atıf harfi وَ ‘la تَقُومُ fiilindeki faile matuftur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl مِنَ harfi ceriyle birlikte طَٓائِفَةٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. مَعَكَ zaman zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاللّٰهُ يُقَدِّرُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. يُقَدِّرُ الَّيْلَ fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُقَدِّرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ’dir. الَّيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. النَّهَارَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
يُقَدِّرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
عَلِمَ اَنْ لَنْ تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ
Fiil cümlesidir. عَلِمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اَنْ tekid ifade eden muhaffefe اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri; أنه şeklindedir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel عَلِمَ ’nin iki mef’ûlun bihi yerinde olup mahallen mansubdur. لَنْ تُحْصُوهُ cümlesi muhaffefe اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
تُحْصُوهُ fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru تَابَ fiiline mütealliktir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, إن رغبتم في الثواب فاقرؤوا (Eğer sevap isterseniz Kur’an okuyun) şeklindedir.
اقْرَؤُ۫ا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûlü mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
تَيَسَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنَ الْقُرْاٰنِ car mecruru aid zamir için temyizdir.
تَيَسَّرَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi يسر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
تُحْصُوهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حصي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
عَلِمَ اَنْ سَيَكُونُ مِنْكُمْ مَرْضٰىۙ وَاٰخَرُونَ
Fiil cümlesidir. عَلِمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اَنْ tekid ifade eden muhaffefe اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri; أنه şeklindedir.
سَيَكُونُ مِنْكُمْ cümlesi muhaffefe اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel عَلِمَ ’nin iki mef’ûlun bihi yerinde olup mahallen mansubdur.
سَيَكُونُ nakıs damme ile merfû, muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. مِنْكُمْ car mecruru يَكُونُ ‘nun mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مَرْضٰى kelimesi يَكُونُ ‘nun muahhar ismi olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. اٰخَرُونَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
يَضْرِبُونَ فِي الْاَرْضِ
Cümle اٰخَرُونَ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَضْرِبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru يَضْرِبُونَ fiiline mütealliktir.
يَبْتَغُونَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِۙ وَاٰخَرُونَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۘ
Cümle يَضْرِبُونَ ‘ deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَبْتَغُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ فَضْلِ car mecruru يَبْتَغُونَ fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اٰخَرُونَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۘ atıf harfi و 'la makabline matuftur.
يَبْتَغُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُقَاتِلُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُۙ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اقْرَؤُ۫ا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَيَسَّرَ مِنْهُ ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
تَيَسَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْهُ car mecruru تَيَسَّرَ fiiline mütealliktir.
تَيَسَّرَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi يسر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناًۜ
وَ atıf harfidir. اَق۪يمُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. اٰتُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الزَّكٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. اَقْرِضُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
قَرْضاً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَسَناً kelimesi قَرْضاً ‘ in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
اَق۪يمُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قوم ’dir.
اٰتُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ‘dır.
اَقْرِضُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قرض ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْراً وَاَعْظَمَ اَجْراًۜ
وَ istînâfiyyedir. مَا iki fiili cezmeden şart ismi olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تُقَدِّمُوا şart fiili olup نَ ‘nun hazfiyla meczum muzari fiildir. لِاَنْفُسِ car mecruru تُقَدِّمُوا fiiline mütealliktir. مِنْ خَيْرٍ car mecruru مَا ’ nın mahzuf haline mütealliktir.
فَ karînesi olmadan gelen تَجِدُوهُ cümlesi şartın cevabıdır. تَجِدُوهُ fiili نَ ‘nun hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عِنْدَ mekân zarfı تَجِدُوهُ fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هُوَ fasıl zamiridir. خَيْراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَعْظَمَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. اَجْراًۜ temyiz olup fetha ile mansubdur.
تُقَدِّمُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi قدم ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ
وَ atıf harfidir. اسْتَغْفِرُوا fiili نَ ‘nun hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و' ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اسْتَغْفِرُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi غفر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
غَفُورٌ kelimesi اِنّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ اَنَّكَ تَقُومُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَٓائِفَةٌ مِنَ الَّذ۪ينَ مَعَكَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin ismi رَبَّكَ ‘nin, veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmesi, müsnedün ileyhin şanı ve tazimi içindir. Bu izafette, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَعْلَمُ اَنَّكَ تَقُومُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَٓائِفَةٌ مِنَ الَّذ۪ينَ مَعَكَۜ cümlesi اِنَّ ’nin haberidir.
Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır. Muhayyileyi canlandırarak, muhatabın konuyu kavramasında etkili olur.
Masdar ve tekit harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّكَ تَقُومُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَٓائِفَةٌ مِنَ الَّذ۪ينَ مَعَكَۜ cümlesi, masdar teviliyle يَعْلَمُ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi اَنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَقُومُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَٓائِفَةٌ مِنَ الَّذ۪ينَ مَعَكَۜ cümlesi اَنَّ ’nin haberidir.
Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır.
Bu ayet-i kerîmede تَقُومُ kelimesi namaz manasında kullanılmıştır. Namazın bir cüzü olan kıyam zikredilmiş, kül olan namaz murad edilmiştir. İşte bu tip mecaza mecaz-ı mürsel denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
تَقُومُ fiiline müteallik olan zaman zarfı اَدْنٰى , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ izafetinin müteallakıdır.
نِصْفَهُ ve ثُلُثَهُ izafetleri اَدْنٰى ‘ya, طَٓائِفَةٌ ise تَقُومُ ’daki müstetir zamire matuftur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has isi mevsulu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte طَٓائِفَةٌ ’ün mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mekân zarfı مَعَكَۜ , mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatı vardır.
نِصْفَهُ - وَثُلُثَهُ kelimeleri arasında mürâât-i nazîr sanatı vardır.
طَٓائِفَةٌ ‘deki nekrelik kıllet ve tazim ifade eder.
ثُلُثَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
En yakın anlamına gelen اَدْنٰى kelimesi, emaneten en az anlamında kullanılmıştır. Zira iki şey arasındaki mesafe yaklaşınca, aralarındaki boşluk azalır, uzaklaşınca da çoğalır. (Keşşâf)
اَدْنٰى lafzı daha az manası için istiare edilmiştir, çünkü bir şeye daha yakın olan, ondan daha az uzaktır. (Ebüssuûd)
Haberin إنَّ ile tekid edilmesi önemi dolayısıyladır. Rabbinin ondan razı olduğundan kinayedir. Arkadan zikredilen فَتابَ عَلَيْكُمْ sözünün delaletiyle bu fiilde hafifletme içindir. Böylece gün içindeki çalışmalar için vakit kazanır.
مَعَكَۜ ifadesindeki مَعَ , maiyyet içinse mecazî manadadır. (Âşûr)
اللّٰهُ يُقَدِّرُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُقَدِّرُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ cümlesi müsneddir.
Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır.
Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)
النَّهَارَۜ , tezat nedeniyle mef’ûl olan الَّيْلَ ‘ye atfedilmiştir. Kelimeler arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.
[Geceyi ve gündüzü takdir eden Allah’tır.] Gece ve gündüzü takdir etmeye, saatlerinin ölçüsünü bilmeye Allah’tan başka kimsenin gücü yetmez. Yüce Allah’ın isminin mübteda olarak başa alınması ve يُقَدِّرُ fiilinin ona isnat edilmesi, takdirin sadece O’na mahsus olduğu anlamına delâlet eder; yani sizin buna gücünüz yetmez. (Keşşâf)
عَلِمَ اَنْ لَنْ تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ
Ta’lil hükmündeki ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki menfi muzari fiil sıygasında gelen لَنْ تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ cümlesi, masdar tevilinde, عَلِمَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. لَنْ edatıyla tekid edilmiş masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
لَنْ , muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir.
Aynı üslupta gelen فَتَابَ عَلَيْكُمْ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle عَلِمَ اَنْ لَنْ تُحْصُوهُ cümlesine atfedilmiştir.
عَلِمَ - يَعْلَمُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu iki fiil arasında muzariden maziye geçişte, iltifat sanatı vardır.
فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ
İstînafiye olan cümle şart üslubunda gelmiştir. Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Takdiri … رغبتم في الثواب (Eğer sevap isterseniz...) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ismi mevsul مَا ‘nın sılası olan تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. مِنَ الْقُرْاٰنِۜ car mecruru, sıladaki aid zamirin mahzuf haline mütealliktir.
فَاقْرَؤُ۫ا - الْقُرْاٰنِۜ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ [Kur'an'dan kolay olanı okuyun.] ayetinde mecaz-ı mürsel vardır. Yüce Allah burada, kıraatla namazı kastetmiş ve küll (bütün) yerine cüz'ün (parçanın) ismini zikretmiştir. Çünkü kıraat namazın rükünlerinden biridir. (Safvetü’t Tefâsir)
Kur’an kelimesi namazdan kinayedir. Böylece veciz bir ifadeyle hem namaz kılmaya hem de Kur’an okumaya teşvik vardır. (Âşûr)
عَلِمَ اَنْ سَيَكُونُ مِنْكُمْ مَرْضٰىۙ وَاٰخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْاَرْضِ يَبْتَغُونَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِۙ وَاٰخَرُونَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۘ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki muzari fiil sıygasında gelen سَيَكُونُ مِنْكُمْ مَرْضٰىۙ cümlesi, masdar tevilinde, عَلِمَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Masdar-ı müevvel, كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nakıs fiille dahil olan istikbal harfi سَ , tekid ifade etmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مِنْكُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مَرْضٰىۙ , nakıs fiil كَانَ ’nin muahhar ismidir.
اٰخَرُونَ , nakıs fiil كَانَ ’nin ismi olan مَرْضٰىۙ ‘ya atfedilmiştir. Cihet-i camiâ, tezâyüftür.
يَضْرِبُونَ فِي الْاَرْضِ cümlesi اٰخَرُونَ ‘nin sıfatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı göz önüne getirmiştir. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
يَبْتَغُونَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِۙ وَاٰخَرُونَ cümlesi يَضْرِبُونَ fiilinin failinin halidir.
Veciz ifade kastına matuf فَضْلِ اللّٰهِۙ izafetinde Allah ismine muzâf olan فَضْلِ , şan ve şeref kazanmıştır.
اٰخَرُونَ , önceki اٰخَرُونَ ‘ye matuftur. Ciheti camia temâsüldür. Kelimenin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اٰخَرُونَ ‘nin sıfatı olan يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۘ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سَبِیلِ ٱللَّهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan sebil, şeref kazanmıştır.
سَبِیلِ ٱللَّهِ (Allah’ın yolu) ibaresinde tasrîhî istiâre vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün-bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.
فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ ibaresinde فِی harfi de إلى harfi yerine istiare edilmiştir. Allah’ın dini, mazruf yerine konmuştur. Bilindiği gibi فِی harfinde zarfiyet manası vardır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, telezzüz ve teberrükü artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada geçen يَضْرِبُونَ فِي الْاَرْضِ deyimi, ticaret ve ilim tahsili için yolculuk yapmaktır. (Ebüssuûd)
فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُۙ
İstînafiye olan cümle şart üslubunda gelmiştir. Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُۙ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Takdiri … رغبتم في الثواب (Eğer sevap isterseniz...) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ismi mevsul مَا ‘nın sılası olan تَيَسَّرَ مِنْهُۙ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Cümle ayette önemini tekid için tekrar edilmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناًۜ
Cümle atıf harfi وَ la, فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُۙ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ ifadesinde istiare vardır. Namaz, dinin direği gibi ifade edilmiş, din çadıra benzetilmiştir. Çadır nasıl direk sayesinde ayakta durursa, din de namaz sayesinde tam olur.
Aynı üslupta gelen وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ ve اَقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناًۜ cümleleri hükümde ortaklık sebebiyle öncesine atfedilmiştir. Cümleler emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَۜ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
حَسَناً kelimesi, mef’ûlü mutlaktan naib masdar قَرْضاً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
“Allah'a borç vermek” ifadesinde istiare sanatı vardır. Allah için yapılan ibadetler, karşılığı sonradan alınmak üzere verilen mala benzetilmiştir.
اَقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناًۜ [Allah'a güzel bir şekilde borç verin.] ayetinde istiare-i tebeiyye vardır. Yüce Allah fakir ve düşkünlere ihsanda bulunmayı, âlemlerin Rabbine borç vermeye benzetti. Bu, güzel istiarelerdendir. (Safvetü’t Tefâsir)
قَرْضاً - اَقْرَضُوا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَرۡض gerçek anlamda kullanıldığında bedeli daha sonradan iade edilmek üzere tutulan mal anlamına gelir. Bu tür malın (aslında kesmek anlamındaki) قَرۡض kelimesi ile isimlendirilmesinin sebebi, kişinin onu kendi malından kesip veriyor olmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
حَسَنࣰا (İyi bir şekilde) ifadesi güzel bir şekilde demektir. Bu kelime borcun sıfatıdır. Bu ayette borçtan kasıt malının bir kısmını kesmesi ve onu Allah rızasına ulaşmak ve sevabına kavuşmak için fakire vermesidir. Abdullah b. Abbas’a göre buradaki حَسَنࣰا (güzel) ifadesi yaptığı iyiliği hemen, gizli bir şekilde yapması ve küçük görmesidir. Bir görüşe göre fakirlerin başına kakmaması ve onlara eziyet etmemesidir.
قَرْضاً sadaka demektir. حَسَناً ise herhangi bir minnet (başa kakmak) ve eziyet söz konusu olmaksızın içinden gelerek (samimiyetle) ve ecrini Allah'tan bekleyerek vermek demektir. (Kurtubî)
مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً [Allah’a güzel bir borç verecek kimdir?] Önceki ayette Cenâb-ı Hak, Allah yolunda savaşmayı emretmişti. Bunun için de mala ihtiyaç vardır. İşte bu ayette de Allah Teâlâ savaşa gidenlerin hazırlıklarının tamamlanması için müminleri sadaka vermeye teşvik etmektedir. مَّن [Kimdir?] aslında emir anlamında bir sorudur. ذَا ismi borç veren kişiye işarettir ve مَّن edatıyla ref edilmiştir. Yani “Borç verecek kimdir?” demektir. ٱلَّذِی kelimesi ذَا kelimesinin sıfatıdır. قَرۡض gerçek anlamda kullanıldığında bedeli daha sonradan iade edilmek üzere tutulan mal anlamına gelir. Bu tür malın (aslında kesmek anlamındaki) قَرۡض kelimesi ile isimlendirilmesinin sebebi, kişinin onu kendi malından kesip veriyor olmasıdır.
Nitekim, makas anlamına gelen, المِقْرَاضُ kelimesi ve helak oldular anlamına, اِنْقَرَضَ القَومُ tabiri bu köktendir. Çünkü bir kavim helak olduğu zaman, onların izi silinir, soyları kesilir. Bir kimse borç verdiğinde, bundan murad onun malından veya amelinden karşılığını göreceği bir kısmını kesip ayırmış olmasıdır. قَرۡضًا lafzı, bir görüşe göre burada mecazdır. Çünkü قَرۡضًا , insanın mislinin kendine dönmesi için verdiği şeydir. Burada Allah yolunda infakta bulunan kimse, malının sevabı kendisine dönsün diye infak etmektedir. Fakat, bu infak ile borç verme arasında birçok bakımdan farklılık görülmüştür:
-Karzı, ancak fakirliğinden ötürü ona muhtaç olan kimse alır. Bu Cenâb-ı Allah hakkında düşünülemez.
-Mûtad olan, borcun bedeli ancak misliyle ödenir. Bu infakta ise, karşılık kat kattır..
-Borç alanın aldığı mal, o kimsenin mülkü değildir. Burada ise Allah'a borç verilen, Allah yolunda infak edilen mal Allah'ın mülküdür. Aralarında böyle farklar olduğu halde, Cenab-ı Allah infakı قَرۡضًا olarak isimlendirmiştir. Bundaki hikmet, karzın ödenmesinin vacib olup, ödememenin caiz olmaması gibi, bu infakın Allah katında boşa gitmeyeceğine dikkat çekmedir. Bundan dolayı, bu infaktan dolayı hak edilen sevap, mükellefe mutlaka ulaşacaktır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Bakara/245)
حَسَناً [İyi bir şekilde] ifadesi güzel bir şekilde demektir. Bu kelime borcun sıfatıdır. Bu ayette borçtan kasıt malının bir kısmını kesmesi ve onu Allah rızasına ulaşmak ve sevabına kavuşmak için fakire vermesidir. Abdullah b. Abbas’a göre buradaki حَسَنࣰا [güzel] ifadesi yaptığı iyiliği hemen, gizli bir şekilde yapması ve küçük görmesidir. Bir görüşe göre fakirlerin başına kakmaması ve onlara eziyet etmemesidir.
Ezherî şöyle demiştir: Arap lisanında ضِعْف kelimesi benzer ve daha fazlası için kullanılır. Yoksa sadece iki kat için kullanılmaz. Bilakis Arap lisanında iki veya üç katı kast edilebilir. Çünkü bu kelime aslında sınırsız fazlalığa delalet eder. En azı ise bir kattır. En fazlası sınırsızdır. Allah Teâlâ burada “kat kat fazlası” buyurmuştur. Buradaki كَـث۪يرَةً [çok] ifadesi hesaplama konusundaki bütün vehim ve şüpheleri gidermektedir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr, Bakara/245)
Burada قَرۡض isimdir. Eğer böyle olmasaydı, burada (قَرۡض denilmeyip) إقراض denmesi gerekirdi. Bu ayet-i kerimede قَرۡض ‘ ın istenmesi, insanların anlayacakları bir şekilde ayetin ifade edilmesi ve alışageldikleri bir üslupla onlara hitap edilmesi içindir. Çünkü yüce Allah Ganî ve Hamîd olandır. Fakat şanı yüce Allah, müminin ahirette sevabını umacağı şeyler karşılığında dünyada iken verdiği şeyleri bir karza (ödünce) benzetmiştir. Nitekim insanların cenneti almaları karşılığında can ve mallarını vermesini de -ileride yüce Allah'ın izniyle Tevbe Sûresi'nde açıklanacağı üzere (Tevbe, 9/111)- alışverişe benzetmiştir.
Denildiğine göre ayet-i kerimeden maksat fakirlere, ihtiyaç sahiplerine, sadaka vermeye, infakta bulunmaya ve Allah yolunda dinin zaferi için infakta bulunmaya teşvik etmektir. Şanı yüce Allah sadaka vermeyi teşvik etmek üzere her türlü ihtiyaçtan münezzeh ve yüce zatını kinaye yoluyla fakir gibi göstermiştir. Nitekim her türlü eksiklik ve acılardan takdis edilmiş bulunan yüce olan zatını da hasta, aç ve susuz diye kinaye yoluyla ifade etmiştir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Bakara/245)
وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْراً وَاَعْظَمَ اَجْراًۜ
وَ , itiraziyyedir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)
İki emir arasında itiraziyye olan cümle şart üslubunda gelmiştir. Cümlede şart ismi مَا , mukaddem mef’ûldür. Müspet muzari fiil sıygasındaki تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ cümlesi, şarttır.
لِاَنْفُسِكُمْ car mecruru تُقَدِّمُوا fiiline, مِنْ خَيْرٍ ise مَا ’nın mahzuf temyizine mütealliktir.
خَيْرٍ ‘deki nekrelik, kıllet ve nev ifade etmiştir.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْراً وَاَعْظَمَ اَجْراًۜ , talebin cevabı olarak meczum muzari sıygada gelmiş hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Fasıl zamiri ile tekid edilen cümle faide-i haber talebî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekan zarfı عِنْدَ اللّٰهِ , ihtimam için, mef’ûl olan خَيْراً ‘e takdim edilmiştir. Mef’ûlün nekreliği, kesret, nev ve tazim içindir.
Veciz ifade kastına matuf عِنْدَ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olan عِنْدَ , tazim edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
خَيْراً ‘e matuf olan ikinci mef’ûl اَعْظَمَ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. اَجْراًۜ , ikinci mef’ûl için temyizdir.
Şart ve cevap cümleleri arasında müzavece sanatı vardır.
خَيْر kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, اَجْراًۜ - خَيْراً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَاَعْظَمَ اَجْراًۜ ifadesindeki اَجْراًۜ ‘de istiare vardır. Bir hayır takdim edenlerin mükafatı, işçiye ödenen ücrete benzetilmiştir.
وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ [Kendiniz için hayırdan ne takdim etmiş iseniz…] ayetinde, husustan sonra umumun zikri vardır. Yüce Allah, namaz, zekat ve Allah yolunda harcamayı zikrettikten sonra, hayrı genelleştirdi ki, bütün iyi amelleri ihtiva etsin. (Safvetü’t Tefâsir)
اَجْراًۜ kelimesi تَجِدُوهُ fiilinin ikinci mef'ûlüdür. هُوَ zamiri de هُ zamirini tekiddir ya da zamir-i fasıldır. (Ebüssuûd)
وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Telezzüz, teberrük ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اسْتَغْفِرُوا kelimesi ile ilgili iki görüş vardır:
a) Bu, “Allah bütün günahlarınızı bağışlayandır” demektir. Bu görüş, Mukâtil’indir.
b) Bu, “Allah, günahta ısrar etmeyenleri bağışlayandır” manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri, anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle gelerek ayette 7. kez tekrarı, tüm ibadetlerin Allah için yapılması gerekliliği ve Allah'ın, yapılan ibadetleri en güzel karşılığı vereceği hükmünün illetini bildirmek için yapılan ıtnâbdır. Bu tekrarda ıtnâb, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Ayrıca mütekellimin Allah Teala olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd vardır.
Allah’ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, C. 2, s. 189)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ile, haberdeki mübalağa sigalarıyla, celâl ve kemal ifade eden lafza-i celâlin zikredilmesi ile tekid edilmiştir. Bu lafza-i celâl, dinleyen kişinin kalbine korku saçar. Bu nedenle birçok fasılada bulunur. Bu mevki, bulunduğu siyaka bağlı olarak başka ayetlerde bulunmayan manalar da kazandırır. Bu gerçekten mühimdir. Yani aynı kelimeler ve aynı terkipten oluşmuş bir fasıla, her zaman aynı şeye delalet etmez. Çünkü siyak, o ibareye başka delaletler de kazandırır. Lafız ve terkiplerin bir olması, onları asıl manada birleştirir, ancak siyak onları ayırır, çeşitlendirir ve aynı olan ibareleri birbirinden uzaklaştırır ya da yaklaştırır. Siyak, manaları dolayısıyla bu farklılığa sebep olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.166)
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhâtab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.