Müddessir Sûresi 31. Ayet

وَمَا جَعَلْنَٓا اَصْحَابَ النَّارِ اِلَّا مَلٰٓئِكَةًۖ وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ اِلَّا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَـفَرُواۙ لِيَسْتَيْقِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا ا۪يمَاناً وَلَا يَرْتَابَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَۙ وَلِيَقُولَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْـكَافِرُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلاًۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَـهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ اِلَّا هُوَۜ وَمَا هِيَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْبَشَرِ۟  ...

Biz, cehennemin görevlilerini ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını inkâr edenler için bir imtihan vesilesi yaptık ki kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın, kendilerine kitap verilenler ve mü’minler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kâfirler, “Allah, örnek olarak bununla neyi anlatmak istedi” desinler. İşte böyle. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 جَعَلْنَا biz yapmadık ج ع ل
3 أَصْحَابَ muhafızları ص ح ب
4 النَّارِ cehennemin ن و ر
5 إِلَّا başkasını
6 مَلَائِكَةً meleklerden م ل ك
7 وَمَا ve
8 جَعَلْنَا yapmadık ج ع ل
9 عِدَّتَهُمْ onların sayısını ع د د
10 إِلَّا başka bir şey
11 فِتْنَةً bir sınavdan ف ت ن
12 لِلَّذِينَ için
13 كَفَرُوا inkar edenler ك ف ر
14 لِيَسْتَيْقِنَ iyice inansın diye ي ق ن
15 الَّذِينَ olanlar
16 أُوتُوا kendilerine verilmiş ا ت ي
17 الْكِتَابَ Kitap ك ت ب
18 وَيَزْدَادَ ve artsın diye ز ي د
19 الَّذِينَ
20 امَنُوا inananların ا م ن
21 إِيمَانًا imanı ا م ن
22 وَلَا ve
23 يَرْتَابَ kuşkulanmasınlar ر ي ب
24 الَّذِينَ olanlar
25 أُوتُوا verilmiş ا ت ي
26 الْكِتَابَ Kitap ك ت ب
27 وَالْمُؤْمِنُونَ ve inananlar ا م ن
28 وَلِيَقُولَ ve desinler diye ق و ل
29 الَّذِينَ kimseler
30 فِي bulunan
31 قُلُوبِهِمْ kalblerinde ق ل ب
32 مَرَضٌ hastalık م ر ض
33 وَالْكَافِرُونَ ve kafirler ك ف ر
34 مَاذَا ne?
35 أَرَادَ demek istedi ر و د
36 اللَّهُ Allah
37 بِهَٰذَا bu
38 مَثَلًا misalle م ث ل
39 كَذَٰلِكَ böylece
40 يُضِلُّ şaşırtır ض ل ل
41 اللَّهُ Allah
42 مَنْ kimseyi
43 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
44 وَيَهْدِي ve doğru yola iletir ه د ي
45 مَنْ kimseyi
46 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
47 وَمَا ve
48 يَعْلَمُ bilmez ع ل م
49 جُنُودَ ordularını ج ن د
50 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
51 إِلَّا başkası
52 هُوَ O’ndan
53 وَمَا ve değildir
54 هِيَ bu
55 إِلَّا başka bir şey
56 ذِكْرَىٰ bir uyarı(dan) ذ ك ر
57 لِلْبَشَرِ insanlara ب ش ر
 
Bir önceki âyet indiğinde müşrikler, alay yollu sözlerle kendilerinin kalabalık bir topluluk olduğunu, dolayısıyla on dokuz bekçinin güç yetirip onları cehenneme atamayacağını söylemişlerdi. Ardından gelen bu âyetle cehennem işlerine bakmakla meleklerin görevlendirildiği bildirilerek onların meleklere güç yetirmelerinin mümkün olmadığına dikkat çekilmiştir. Âyette on dokuz sayısının verilmesi sadece bir imtihan vesilesi olarak gösterilmiştir. “Kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensinler” şeklinde çevirdiğimiz cümle bazı Ehl-i kitap mensuplarının, bu âyetlerde verilen bilgileri Tevrat ve İncil’in ruhuna uygun bulduklarını gösterir. Çünkü müşriklerin aksine, müslümanlar gibi yahudiler ve hıristiyanlar da âhirete iman ederler. “Kalplerinde hastalık bulunanlar”ın kimler olduğuna dair iki farklı görüş vardır: a) Bunlar münafıklardır; her ne kadar Mekke döneminde münafık yok idiyse de âyet ileride böyle bir grubun ortaya çıkacağını haber vermiştir. Nitekim Medine döneminde önemli bir münafıklar grubu vardı. b) “Kalplerinde hastalık bulunanlar” Hz. Peygamber’e iman edip etmeme hususunda tereddütte kalan müşriklerdir (Râzî, XXX, 207; Şevkânî, V, 380). Müşriklerin “Allah bu sayı misaliyle ne demek istemiş olabilir?” anlamındaki sorusunda geçen misalden maksat, cehennemin on dokuz görevlisiyle ilgili 30. âyetteki anlatımdır. Âyetteki mesel kelimesi, “haber, söz, bilgi” şeklinde de yorumlanmıştır. Müşrikler bu soruyla cehennemin on dokuz bekçisinin bulunduğunu söyleyen sözün vahiy olduğuna, yani Allah’ın böyle bir söz söyleyeceğine inanmadıklarını anlatmak istemişlerdir (İbn Âşûr, XXIX, 317). Zira onlar Kur’an’a inanmadıkları için Kur’an’ın verdiği bilgiyi doğru sayarak bu bilgiye dayalı samimi soru sormaları da mümkün değildir. Allah Teâlâ kitapları ve peygamberleri vasıtasıyla insanlara doğru yolu göstermiştir. O’nun irşad ve yardımlarından yararlananlar doğru yolu bularak kurtuluşa ererler; kendi iradeleriyle Allah’ın emrine karşı geldikleri ve nefislerine uydukları için Allah’ın irşad ve yardımından faydalanamayanlar da sapkınlıklarına devam ederek bedbaht olurlar. İşte böylece Allah dilediğini sapkınlıkta bırakır, dilediğine de doğru yolu gösterir (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/26). “Rabbinin orduları”ndan maksat genel anlamda Allah’ın iradesine teslim olup buyruklarını icra eden görünür ve görünmez varlıklar; özel olarak bu bağlamda cehennemdeki hizmetleri yerine getiren görevlilerdir. Âyette cehennemin bekçilerinin sayısı konusunda Hz. Peygamber’le alay edenlere cevap verilmekte, gayb âleminden olan meleklerin sayılarını, güçlerini ve diğer özelliklerini Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği ifade edilmektedir. “Rabbinin orduları” tamlaması aynı zamanda Hz. Peygamber’in şanının yüceliğine, bu ordulardan bir kısmının onun zaferi için yardımcı olacaklarına işaret eder. Âyetin son cümlesi, cehennem bekçileri, onların sayıları ve diğer anlatılanların tümünün insanlara Allah’ın gücünü hatırlatmak ve O’na itaat etmelerini sağlamak için bir öğüt ve nasihat olduğunu ifade etmektedir. Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 496-498
 
Muddesir-31 Riyazus Salihin, 407 Nolu Hadis Ebu Zer radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Şüphesiz ben sizin görmediklerinizi görüyor ve biliyorum. Gök yüzü gıcırdayıp inledi ve gıcırdayıp inlemekte de haklı idi. Gökyüzünde, alnını Allah’a secde için koymuş bir meleğin bulunmadığı dört parmaklık bile boş yer yoktur. Allah’a yemin ederim ki, eğer benim bildiklerimi sizler bilmiş olsaydınız az güler çok ağlardınız. Yataklarda kadınlardan da zevk almazdınız. Yüksek sesle Allah’a yalvararak yollara ve kırlara çıkardınız.” (Tirmizî, Zühd 9. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 19)
 

وَمَا جَعَلْنَٓا اَصْحَابَ النَّارِ اِلَّا مَلٰٓئِكَةًۖ 


وَ  istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

جَعَلْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَصْحَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اِلَّا  hasr edatıdır.  مَلٰٓئِكَةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.


 وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ اِلَّا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَـفَرُواۙ لِيَسْتَيْقِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا ا۪يمَاناً 


Cümle atıf harfi وَ ‘la istînâfiyyeye matuftur. Fiil cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  جَعَلْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

عِدَّتَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَّا  hasr edatıdır.

فِتْنَةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlü  لِ  harf-i ceriyle  فِتْنَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَـفَرُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَـفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

لِ  harfi  يَسْتَيْقِنَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, لِ  harf-i ceriyle birlikte ikinci  جَعَلْنَا  fiiline mütealliktir. يَسْتَيْقِنَ  fetha ile mansub muzari fiildir. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫تُوا الْـكِتَابَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُو۫تُوا  damme ile mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  الْـكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يَزْدَادَ  atıf harfi وَ ‘la  يَسْتَيْقِنَ ‘ye matuftur. يَزْدَادَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.  اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir, faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  ا۪يمَاناً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَسْتَيْقِنَ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  يقن ‘dir. 

Bu bab fiile talp, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 

اُو۫تُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir. 

اٰمَنُٓوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

يَزْدَادَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  زيد ’dir.İftial babının fael fiili د ذ ز  olursa iftial babının  ت  si  د  harfine çevrilir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَلَا يَرْتَابَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَۙ


Cümle, atıf harfi وَ ‘la  يَسْتَيْقِنَ ‘ye matuftur. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَرْتَابَ  fetha ile mansub muzari fiildir. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫تُوا الْـكِتَابَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اُو۫تُوا  damme ile mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  الْـكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

الْمُؤْمِنُونَ  atıf harfi وَ ‘la ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘ye matuf olup ref alameti وَ ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

يَرْتَابَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  ريب ‘dir.İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir. 

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

الْمُؤْمِنُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَلِيَقُولَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْـكَافِرُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلاًۜ 


لِ  harfi  يَقُولَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle ikinci  جَعَلْنَا  fiiline müteallik olup, birinci masdar-ı müevvele matuftur. 

يَقُولَ  fetha ile mansub muzari fiildir. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلاً ‘dir.  يَقُولَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَرَضٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

الْـكَافِرُونَ  atıf harfi وَ ‘la ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘ye matuf olup ref alameti وَ ‘ dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مَاذَٓا  istifham harfi amili  اَرَادَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اَرَادَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  بِهٰذَا  car mecruru  اَرَادَ  fiiline mütealliktir. مَثَلاً  kelimesi işaret isminden hal olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) كَافِرُونَ  kelimesi, sülâsi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرَادَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رود ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.   


كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَـهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ 


كَ  harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili  يُضِلُّ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

يُضِلُّ  damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. مَنْ   müşterek ism-i mevsûl, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  يَـهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.

يُضِلُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ضلل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

  

وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ اِلَّا هُوَۜ 


Cümle atıf harfi وَ ‘la  يُضِلُّ اللّٰهُ ‘ya matuftur. Fiil cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  جُنُودَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اِلَّا  hasr edatıdır. هُوَ  munfasıl zamiri amili  يَعْلَمُ ‘nun failidiir.


 وَمَا هِيَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْبَشَرِ۟


Cümle, atıf harfi وَ ‘la  يُضِلُّ اللّٰهُ ‘a matuftur. İsim cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا  hasr edatıdır. ذِكْرٰى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. لِلْبَشَرِ۟  car mecruru ذِكْرٰى ‘ya mütealliktir.

 

وَمَا جَعَلْنَٓا اَصْحَابَ النَّارِ اِلَّا مَلٰٓئِكَةًۖ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr, fiille ikinci mef’ûlü arasındadır. جَعَلْنَٓا اَصْحَابَ النَّارِ  maksur/mevsûf,  مَلٰٓئِكَةًۖ  maksurun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsned, bu mef’ûle hasredilmiştir. 

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Cümlede ilk mef’ûl olan, veciz ifade kastına matuf  اَصْحَابَ النَّارِ  izafeti, cehennem bekçileri anlamındadır. 

İkinci mef’ûl  مَلٰٓئِكَةًۖ ‘deki nekrelik tazim ifade eder.

Biz cehennemin işlerine bakanları, onun işlerini yürüten, cehennemliklere azap etme görevini yapanları, sadece meleklerden görevlendirdik. Ta ki insanlar ve cinlerden, azap edilenlere ayrı cinsten olsunlar, onlara acımasınlar, meyletmesinler. (Rûhu’l Beyân)

  

 وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ اِلَّا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَـفَرُواۙ لِيَسْتَيْقِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا ا۪يمَاناً وَلَا يَرْتَابَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَۙ وَلِيَقُولَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْـكَافِرُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلاًۜ 


Ayetin ikinci cümlesi وَ ‘la ilk cümleye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr, fiille ikinci mef’ûlü arasındadır.  جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ  maksur/mevsûf,  فِتْنَةً  maksurun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsned bu mef’ûle hasredilmiştir. 

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

İkinci mef’ûl olan  فِتْنَةً ‘deki nekrelik tazim ve nev ifade eder.

فِتْنَةً ’in mahzuf sıfatına müteallik olan mecrur mahaldeki ism-i mevsûl  لِلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَـفَرُواۙ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ‘nin, gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  لِيَسْتَيْقِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harfi cerle birlikte ikinci  جَعَلْنَا  fiiline müteallıktır. 

Masdar-ı müevvel cümlesinde fail olan ism-i mevsûlün sılası olan  اُو۫تُوا الْـكِتَابَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsbet muzari fiil sıygasında gelen  وَيَزْدَادَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا ا۪يمَاناً  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle masdar teviliyle … لِيَسْتَيْقِنَ الَّذ۪ينَ  cümlesine atfedilmiştir. 

Cümlede fail konumundaki ism-i mevsûlün sılası olan  اٰمَنُٓوا ا۪يمَاناً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Yine hükümde ortaklık nedeniyle masdar-ı müevvele atfedilen  وَلَا يَرْتَابَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَۙ وَلِيَقُولَ  cümlesi, masdar tevilindedir. Nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır.  

Cümlenin faili konumundaki ism-i mevsûlün sılası olan  اُو۫تُوا الْـكِتَابَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لِيَقُولَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْـكَافِرُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلاًۜ  cümlesi, cümleye dahil olan sebep bildiren harf-i cer  لِ ‘deki gizli  أنْ  sebebiyle masdar tevilinde olup ikinci  جَعَلْنَا  fiiline mütealliktir.

Cümlenin faili olan ism-i mevsûlün sılası  ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي قُلُوبِهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَرَضٌ , muahhar mübtedadır. 

Müsnedün ileyh olan  مَرَضٌ ’un nekreliği, teksir ve tahkir ifade eder. 

الْـكَافِرُونَ , fail olan  الَّذ۪ينَ ‘ye matuftur. Cihet-i camiâ temâsüldür.

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  قُلُوبِهِمْ , mazruf mesabesindedir. Kâfirlerin inkârlarını mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf,  عَلَيْ  yerine kullanılmıştır. Davranışlarındaki inatçılık ve inkâr, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Çünkü kalpler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmî’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

Bu ayet-i kerîmede  مَرَضٌ  kelimesinde istiare yapılmıştır.  مَرَضٌ  bedenî bir hastalıktır, kalbî bir hastalık olan nifak için müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmesidir. مَرَضٌ  bedeni, nifak kalbi ifsad eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)

لِيَقُولَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلاًۜ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir.  اَرَادَ  fiilinin mef’ûlü olan istifham ismi  مَاذَٓا , sadaret nedeniyle amiline takdim edilmiştir.

مَثَلاًۜ , fiile müteallik olan işaret ismi  بِهٰذَا ‘dan haldir. Zü’l-halin durumunu bildirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  هٰذَا  ile Allah'ın hükümlerine işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

جَعَلْنَا - الَّذ۪ينَ -  اُو۫تُوا - الْـكِتَابَ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ا۪يمَاناً  -  اٰمَنُٓوا  -  مُؤْمِنُونَۙ  ve  كَـفَرُواۙ - الْـكَافِرُونَ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَسْتَيْقِنَ - يَرْتَابَ  ve  الْمُؤْمِنُونَۙ - الْـكَافِرُونَ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbak-ı îcâb sanatı vardır.

الِاسْتِيقانُ  kelimesi; kuvvetli yakîn ifade eder.  سْ  ve  تِ  harfi mübalağa içindir. (Âşûr)

وماذا أرادَ اللَّهُ  cümlesi, inkari istifhamdır. İki istifham ismi  ما  ve  من ’den sonra geldiğinde,  aslı ism-i işaret olan  ذَٓا , ism-i mevsul  الَّذِي  manası ifade eder. (Âşûr) 

وَلَا يَرْتَابَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَ  [Hem kendilerine kitap verilenler, hem de müminler şüpheye düşmesinler.] Bu cümle, makablini tekiddir. (Ebüssuûd)


كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَـهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ 


Ayetin bu cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  كَذٰلِكَ , amili  يُضِلُّ  olan mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Mef’ûlü mutlakın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Önceki cümledeki azamet zamirinden bu cümlede lafza-ı celâle iltifat sanatı vardır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûlün sılası olan  يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Aynı üsluptaki  وَيَـهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ  cümlesi, tezat nedeniyle makabline atfedilmiştir.

يَشَٓاءُۜ  fiilinin mef'ûlü, yani dilediği şey her iki cümlede de belirtilmemiştir.  يَشَٓاءُ  fiili, müteaddi olduğu halde mef'ûlünün hazf edilmesi umum ifade edip zihni devreye sokar, geniş düşünmeye imkan sağlar. Mef’ûllerin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

وَيَـهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ  cümlesi ile  يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır. 

يَـهْد۪ي -  يُضِلُّ  kelimeleri arasında tıbak-ı îcâb sanatı, اٰمَنُٓوا  ve  يَـهْد۪ي  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مَنْ - يَشَٓاءُۜ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümlenin başındaki  كذلك  sözü son derece kısa ve müstakil bir cümledir. Manası başka bir manaya sürükler. Ancak öncesinde bunu açıkça ifade edecek müstakil bir lafız yoktur. Öyle ki bu bir şeye benzetmek istenirse bundan daha kâmil olan bir başka şekil bulunamaz. Bu cümle Kur’an-ı Kerîm'de gerçekten çok geçer, en güzel geldiği yer de burada görüldüğü gibi farklı konuların arasında ve kelamın mafsalında tek bir hakikat için gelmesidir. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101) 

Bu ifadedeki  ك  harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi  ك  ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, işaret ismi ile  ك ‘den oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhân/54, s. 177, 205)


وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ اِلَّا هُوَۜ 


Cümle atıf harfi  وَ ‘la  يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubu ve fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr, fiille fail arasındadır.  يَعْلَمُ  maksur/sıfat,  هُوَۜ  maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. Yani müsned, müsnedün ileyhe hasredilmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  جُنُودَ رَبِّكَ , ihtimam için fail olan  هُوَۜ ‘ye takdim edilmiştir.

Mef’ûl olan  جُنُودَ رَبِّكَ  izafetinde Hz. Peygambere ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh  olmasıyla Hz.Peygamber, yine Rabb ismine muzâf olan  جُنُودَ , şan ve şeref kazanmıştır.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.

Önceki cümledeki lafz-ı ceâlden bu cümlede Rabb ismine, Hz. Peygambere rububiyet vasfıyla destek manası için iltifat edilmiştir.

رَبِّ  ve  اللّٰهُ  isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رَبِّكَ  izafetinde Peygamber efendimize ait zamirin Rabb ismine izafe olması, ona teşrif ve bu askerlerin bazılarının şanının Peygamber Efendimiz (sav)'e destek vermesi olduğuna ima içindir. (Âşûr)

جُنُودَ  kelimesi  جنْد  kelimesinin çoğuludur. Asker, bir adamın yardımcıları, alay ve ordu mânâlarına gelir. Kuvvet ve sertliği itibariyle daha çok asker için kullanılır olmuştur. (Elmalılı)


 وَمَا هِيَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْبَشَرِ۟


Cümle atıf harfi  وَ ‘la  يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

مَا  ve اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır.  هِيَ  maksur/mevsûf,  ذِكْرٰى maksurun aleyh/sıfat, olmak üzere, kasr-ı mevsuf ales sıfattır. Yani müsnedün ileyhin bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, isim cümlesinin kasırla tekit edilmesi sebebiyle, bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لِلْبَشَرِ۟  car mecruru  ذِكْرٰى ’ya mütealliktir.

مَلٰٓئِكَةًۖ  -  لِلْبَشَرِ۟  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.

اِلَّا -  مَا  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu, insanlar için öğütten, hatırlatmadan ve küfür ve sapıklığın kötü sonucu ile onları korkutmadan başka bir şey değildir. Ta ki öğüt alsınlar ve Allah'ın, insanların ve cinlerin kâfirlerine ve asilerine, bu sayıda melekle azap edeceğine muktedir olduğunu bilsinler. (Ruhu’l Beyan)

Ayet-i kerimenin sonunda ["Bu, insanoğluna bir hatırlatmadır."] buyurulmaktadır. Yani, سَقَر  adındaki cehennem, insanoğluna bir hatırlatma olarak zikredilmiştir.(Taberî)