وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | O zaman |
|
2 | زَيَّنَ | süslemiş |
|
3 | لَهُمُ | onlara |
|
4 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
5 | أَعْمَالَهُمْ | yaptıkları işi |
|
6 | وَقَالَ | ve demişti |
|
7 | لَا | yoktur |
|
8 | غَالِبَ | yenecek kimse |
|
9 | لَكُمُ | sizi |
|
10 | الْيَوْمَ | bugün |
|
11 | مِنَ | -dan |
|
12 | النَّاسِ | insanlar- |
|
13 | وَإِنِّي | ve elbette ben |
|
14 | جَارٌ | yanınızdayım |
|
15 | لَكُمْ | sizin |
|
16 | فَلَمَّا | fakat ne zaman |
|
17 | تَرَاءَتِ | birbirini görünce |
|
18 | الْفِئَتَانِ | iki topluluk |
|
19 | نَكَصَ | (geriye) dönüp |
|
20 | عَلَىٰ | üzerine |
|
21 | عَقِبَيْهِ | iki ökçesi |
|
22 | وَقَالَ | ve dedi ki |
|
23 | إِنِّي | elbette ben |
|
24 | بَرِيءٌ | uzağım |
|
25 | مِنْكُمْ | sizden |
|
26 | إِنِّي | elbette ben |
|
27 | أَرَىٰ | görüyorum |
|
28 | مَا | şeyleri |
|
29 | لَا |
|
|
30 | تَرَوْنَ | sizin görmediğinizi |
|
31 | إِنِّي | elbette ben |
|
32 | أَخَافُ | korkarım |
|
33 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
34 | وَاللَّهُ | zira Allah’ın |
|
35 | شَدِيدُ | çetindir |
|
36 | الْعِقَابِ | cezası |
|
Müşrikler Kinâne kabilesi ile savaş halindeydiler, müslümanlara karşı da bir savaş açtıklarında onlar tarafından arkadan vurulma tehlikesi vardı, bu sebeple tereddüt içinde kalmışlardı. Kervanı kurtarmak üzere yola çıktıklarında bu korkuyu yaşıyorlardı. Yolda aynı kabilenin ileri gelenlerinden Sürâka b. Mâlik ve adamları ile karşılaştılar. Sürâka kendilerine “Bugün sizi yenecek bir güç yoktur, Kinâne adına da ben size teminat veriyor ve yanınızda yer alıyorum” dedi. Bu söz üzerine cesaretleri artan müşrikler Bedir’e doğru sefere devam ettiler. Müslümanlara yaklaşıp kuvvetler birbirini görünce Sürâka, gördüklerinden ve daha önce verdiği bir sözü hatırlamasından dolayı korktu, pişman oldu; –o zamanki şeref ve himaye sözleşmesine sadakat anlayışı böyle gerektirdiği için– açıklama yaparak müşrikleri terketti. Şöyle ki: Sürâka, hicret esnasında Hz. Peygamber’in başına konan 100 develik ödülü kazanmak için onu yakalayıp müşriklere teslim etmek üzere yola çıkan, başına gelenlerden sonra bundan vazgeçen kişi idi. Hicret yolcularına yaklaştığı sırada bir mûcize meydana gelmiş, önce atı tökezlemiş ve kendisi de düşmüş, ısrar edince atın ayakları kuma gömülmüş, bunun üzerine korkuya kapılarak Hz. Peygamber ile karşılıklı bir himaye ve sadakat sözleşmesine razı olmuştu. Sürâka’nın müşriklerden desteğini çekmesinde bu sözleşmeyi hatırlaması da etkili olmuştur. Sürâka daha sonra, Mekke’nin fethinde İslâm’la müşerref olmuştur (İbn Kesîr, IV, 17-18; İbn Hişâm, Sîre, II, 133-135). Sürâka’nın yaptıklarının, bu savaşta Allah’ın müstesna yardımları doğrultusunda iki önemli tesiri olmuştur: a) Müşriklerin Bedir’e yönelme konusundaki tereddütlerini gidermiş, dönmelerini engellemiştir. b) Savaş kaçınılmaz hale geldikten sonra da geri çekilerek düşmanın moralini bozmuştur.
Müfessirlerin bir kısmı, İbn Abbas’ın yorumuna dayanarak bu olayın doğrudan ve gerçek mânada fâili olarak şeytanı göstermişler, “Şeytan Sürâka suretine girerek bunları yaptı” demişlerdir. Bu da mümkün olmakla beraber bize göre burada mecazi bir anlatım vardır. Şeytanın insanları etkilemesi için insan suretine girmesi gerekmemektedir. Onun hem insanlar arasında temsilcileri vardır hem de –deyim yerindeyse– her insanın içinde bir melek ve bir şeytan mevcuttur. Şeytan önce Sürâka’yı etkileyerek müşriklere destek vermeye sevketmiş, sonra bu savaşta Allah’ın müstesna yardımlarını görünce kendisinin de bundan zarar görebileceğini anlamış, korkup çekilmiş, bu sırada Sürâka da aklını başına devşirmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 698-699
وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı اِذْ, takdiri أذكر olan mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. زَيَّنَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
زَيَّنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُمُ car mecruru زَيَّنَ fiiline mütealliktir. الشَّيْطَانُ fail olup damme ile merfûdur. اَعْمَالَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mekulü’l kavli, لَا غَالِبَ لَكُمُ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
غَالِبَ kelimesi لَا ’nın ismi olup, fetha üzere mebnidir. لَكُمُ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. الْيَوْمَ zaman zarfı لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. مِنَ النَّاسِ car mecruru لَكُمُ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. جَارٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. لَكُمْ car mecruru جَارٌ ‘e mütealliktir.
(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
زَيَّنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زين ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
غَالِبَ kelimesi sülâsî mücerredi غلب fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. لَمَّٓا zaman zarfı cevabı نَكَصَ ‘ye mütealliktir. تَرَٓاءَتِ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَرَٓاءَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تِ te’nis alametidir. الْفِئَتَانِ fail olup müsenna olduğu için ref alameti elif ‘tir. Şartın cevabı نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ ‘dir.
نَكَصَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلٰى عَقِبَيْهِ car mecruru نَكَصَ fiiline müteallik olup, müsenna olduğu için cer alameti ي ‘dir. Sonundaki نَ izafetten dolayı mahzuftur. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mekulü’l-kavli, اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ى mütekellim zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. بَر۪ٓيءٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. مِنْكُمْ car mecruru بَر۪ٓيءٌ ‘e mütealliktir.
اِنَّ tekid harfidir. ى mütekellim zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَرٰى cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَرٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا تَرَوْنَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَرَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِنَّ tekid harfidir. ى mütekellim zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَخَافُ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَ اَخَافُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.
b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَرَٓاءَتِ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi رأي ’dir.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür( görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı manada kullanılması) anlamları katar.
وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. شَد۪يدُ haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْعِقَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اِذْ zaman zarfı, takdiri اذكر (Hatırla) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُمُ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için faile ve mef’ûle takdim edilmiştir.
زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ (Şeytan amellerini süsledi) ifadesinde istiare sanatı vardır. Bu ifadede ameller, allanıp pullanarak hoş gösterilen, bir mala benzetilmiştir. Çünkü süsleme gerçekte maddi şeyler için söz konusudur. Bununla kastedilen, şeytanın onlara, yaptıkları kötü şeyleri iyi olarak empoze etmesidir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Allah Teâlâ, şeytanın sözlerini bildirmektedir.
قَالَ fiilinin mekûlul kavli olan لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ cümlesi, cinsini nefyeden nefy harfi لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. غَالِبَ kelimesi لَا ’nın ismidir. Sübut ve istimrar ifade eden cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. لَكُمْ ’un müteallakı olan لَا ’nın haberi mahzuftur.
الْيَوْمَ zaman zarfı, لَا ’nın mahzuf haberine, مِنَ النَّاسِ car mecruru ise لَكُمُ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfî sıygadan müspet sıygaya iltifat sanatı vardır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrarî teceddüt ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette geçen جَارٌ kelimesi, arkadaşını koruyan ve ona gelebilecek her türlü zararı engelleyen anlamına gelir. Komşunun komşuyu koruduğu gibi. Ayette geçen النَّاسِ ifadesi ile müminler kastedilir. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)
وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ cümlesinde hitap, öncekinden farklı olarak yalnız Peygamber (sav) içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ
فَ , atıf harfidir. Şart üslubunda gelen terkip, ayetin başındaki istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber cümlesinden inşâ cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
لَمَّا edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ şart cümlesi, لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir. لَمَّا , cevap cümlesine mütealliktir.
Haynûne manasındaki لَمَّا , aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Cümlede istiare-i temsiliye vardır. نَكَصَ (caymak); görünce değil, karşı karşıya gelince gerçekleşmiştir. Burada şeytanın amelleri süslemesinden sonra hilenin batıl olduğunun ortaya çıkması, korktuğu şeyden geri dönen kişiye benzetilmiştir. (https://tafsir.app/aljadwal/8/48)
وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ cümlesi atıf harfi وَ ‘la, نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrarî teceddüt ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
اِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ cümlesiyle اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
جَارٌ (yakın komşu ) - بَر۪ٓيءٌ (uzak, ayrı) kelimeleri arasında îhâm-ı tezâd sanatı vardır.
بَر۪ٓيءٌ - تَرَٓاءَتِ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَالَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
العَقِبَيْنِ [Topukları] kelimesini zikretmekten maksat, geri çekilmenin çirkinliğidir. Çünkü insanın topuğu, toz ve kirle karşılaştığı için en değersiz kısmıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrarî teceddüt ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ cümlesi, اِنّ۪ٓ ‘nin haberidir.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi, hudus, temekkün ve istikrar ifadesinin yanında hükmü takviye eder.
اَرٰى fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan لَا تَرَوْنَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنّ۪ٓي اَرٰى cümlesiyle لَا تَرَوْنَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اَرٰى (görüyorum) - لَا تَرَوْنَ (görmüyorsunuz) kelimeleri arasında tıbâk-ı selb vardır.
تَرَٓاءَتِ - اَرٰى - تَرَوْنَ kelimeleri arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Makablini tekid mahiyetindeki اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ cümlesi, kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir.
اِنَّ ’nin haberi olan اَخَافُ اللّٰهَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Şeytan sözlerini, اِنّ۪ٓ isim cümlesi ve isnadın tekrarıyla tekit etmiş, Allah’tan korkma derecesini mübalağalı bir şekilde bildirmiştir.
وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟
وَ , istînâfiyyedir.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, şeytanın korkusunu izhar içindir.
Müsned olan شَد۪يدُ الْعِقَابِ izafeti, sözü kısaltmış ve veciz (az sözle çok şey ifade etmek) hale getirmiştir. Bu izafet sıfatın mevsufuna muzâf olması şeklinde lafzî izafettir. Bu üslup, mübalağa içerir. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
Allah cezası şiddetli olandır manasında عقاب الله شديد yerine böyle bir ifade gelerek vurgu yapılmıştır. Arapçada, cümlede en önemli unsur ne ise, o öne geçirilir.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7 S. 238)
شَد۪يدُ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret etmiş ve isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
شَد۪يدُ ve الْعِقَابِ۟ kelimeleri arasında mürâât-ı nazir sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.