Enfâl Sûresi 49. Ayet

اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ  ...

Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler, “Bunları dinleri aldatmış” diyorlardı. Hâlbuki kim Allah’a tevekkül ederse, hiç şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذْ o vakit
2 يَقُولُ diyorlardı ق و ل
3 الْمُنَافِقُونَ Münafıklar ن ف ق
4 وَالَّذِينَ ve kimseler
5 فِي bulunan
6 قُلُوبِهِمْ kalblerinde ق ل ب
7 مَرَضٌ hastalık م ر ض
8 غَرَّ aldatmış غ ر ر
9 هَٰؤُلَاءِ bunları
10 دِينُهُمْ dinleri د ي ن
11 وَمَنْ oysa kim
12 يَتَوَكَّلْ dayanırsa و ك ل
13 عَلَى
14 اللَّهِ Allah’a
15 فَإِنَّ şüphesiz
16 اللَّهَ Allah
17 عَزِيزٌ daima galibtir ع ز ز
18 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م
 

Münafıklarla “kalpleri çürük”, hastalıklı olanlar aynı kişiler değildir. Burada kalbin çürük olup olmaması iman ile ilgilidir. Münafık, içinden inanmayan, kâfir olan kimsedir, böyle olanlara kalbi iman bakımından çürük, hastalıklı denemez, çünkü onun imanı yoktur. Kalbi çürük olanlar, inkârları zayıflamış olmakla beraber iman da edememiş bulunan, ikilemde kalmış olan kimselerdir. İşte müminlerin çevresinde bulunan bu iki grup, güçlü müşrik ordusuna karşı savaşmaya kalkıştıklarını görüp işitince onları kınamış, eleştirmiş, “dinlerinin kendilerine yaptığı telkine uyarak ölüme atıldıklarını” söylemişlerdi. Bunlar Allah’ın gücünü, olağan dışı yardımını, O’na güvenenlerden esirgemediği desteğini bilmiyorlardı. Asıl sapık ve gevşek inancın aldattığı kimseler kendileriydi.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 2 Sayfa: 699

 

اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ

Zaman zarfı  اِذْ  önceki ayetteki  اِذْ ‘den bedel olarak mahallen mansubdur. يَقُولُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَقُولُ  damme ile merfû muzari fiildir.  الْمُنَافِقُونَ  fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  atıf harfi  وَ ’la matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَرَضٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Mekulü’l kavli,  غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْ ‘dir.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

غَرَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. د۪ينُهُمْ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُنَافِقُونَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

 

وَ  istînâfiyyedir. مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَتَوَكَّلْ  şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  يَتَوَكَّلْ  fiiline mütealliktir. Şartın cevabı sonrasının delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  يغلب  (galip gelirsiniz) şeklindedir.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. 

إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâl  إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  عَزِیزٌ  kelimesi,  اِنَّ ‘nin haberi olup damme ile merfûdur. حَك۪يمٌ  ikinci haberi olup damme ile merfûdur. 

يَتَوَكَّلْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وكل ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

عَز۪يزٌ -  حَك۪يمٌ۟  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Zaman zarfı  اِذْ , önceki ayetteki  اِذْ ’den bedeldir. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ  cümlesi,  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. 

يَقُولُ  fiilinin failine matuf olan cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي قُلُوبِهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَرَضٌ , muahhar mübtedadır. 

Müsnedün ileyh olan  مَرَضٌ ’un nekreliği, teksir ve tahkir ifade eder. 

Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri sonradan gelen habere dikkat çekmenin yanında bu kişileri tahkir ifade eder.

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak kalpteki nifakın derecesini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır.

مرض  kelimesinin nekre gelişi tazim içindir. Onların kalplerindeki hastalığın tehlikesinin şiddetine ve kötü akıbetlerine ima veya insanların tanıdığı hastalıkların dışında bir hastalık çeşidine delalet etmek için nekre gelmiştir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, s. 77)

Münafıklar hakkındaki bu ayet-i kerimede  مَرَضٌ  kelimesinde istiare yapılmıştır. Maraz bedenî bir hastalıktır, kalbî bir hastalık olan nifak için müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmesidir. Maraz bedeni, nifak ve küfür ise kalbi ifsad eder. Bu kelimenin hakiki manasında kullanılmayıp müstear olduğunun delili yani karîne-i mânia ayet-i kerimenin küfürlerini gizleyip Müslüman olduklarını izhar eden münafıkları zem siyâkında olmasıdır. Bedenî hastalıkları değil, kalbî fesatları zemmedilmektedir. Ayette hakiki manadan mecazî manaya geçişin sebebi; nifakın bir hastalık gibi kanlarında dolaşacak kadar etkili hale geldiğini ifade etmektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi) (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

قُلُوبِ - يَقُولُ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Münafıkların inananları işaret ismiyle göstermeleri, müminleri tahkir etme amaçlarına işarettir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan işaret ismi  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ  cümlesinde istiare sanatı vardır. د۪ينُهُمْۜ  kelimesi  غَرَّ  fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Dinin, bir şahıs gibi gelecek olması, insanlar üzerindeki etkisini artırmaktadır. Mübalağa ifade eden bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. Sebep müsebbep alakasıyla mecâz-ı mürseldir.

Ayetteki  اِذْ يَقُولُ  ifadesinin başına atıf  وَ ‘ı gelmediği halde, önceki ayette (.وَاِذْ زَيَّن لَهُمُ الشَّيْطَانُ ..) ifadesinin başına gelmiştir. Çünkü ayetteki, "O zaman şeytan (زَيَّن) süsledi" sözü, bu tezyin (süslü gösterme) işini, müşriklerin durumlarına, çalım satarak ve insanlara gösteriş yaparak çıkmalarına bağlamıştır. Bu ayette ise,  اِذْ يَقُولُ  ifadesinde bunu daha önceki bir söze atfetmek söz konusu değildir. Aksine bu bir başlangıç cümlesi olup öncesi ile bir irtibatı yoktur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

  وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

 

  

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan  وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.

Şart ismi  مَنْ  mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ  cümlesi, haberdir.

Müsnedin muzari fiil cümlesi olması, hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Şartın takdiri  يغلب  (galip gelirsiniz) olan cevabı, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. 

Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şart  cümlesi mahzuftur. Mahzufla birlikte terkip şart üslubunda faideî haber ibtidâî kelamdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Fasılla gelen  فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ  cümlesi, şartın mahzuf cevabına ta’liliyye veya tefsiriyyedir. فَ  mahzuf şartın cevabı için rabıta harfidir. إِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan  اللّٰهُ  lafzının cümlede müsnedün ileyh olması, ve zamir makamında zahir isim olarak zikredilmesi, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra ikazı artırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd, tekrarlanmasında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah'ın  عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında  وَ  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. 

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. 

Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

عَز۪يزٌ [Aziz] çok ihtiyaç duyulur, zor ulaşılır, alternatifi yok demektir. (İmam Gazali).

Önce gelen  عَز۪يزُ  ismini  حَك۪يمُ  isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye lâyık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Ankebût/26)

Cümle mesel tarikinde tezyildir. Tezyil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in  birçok  suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 7, s. 314)

Allah, gerçekten kullarını meşakkate ve zora sokmaya gücü yetecek derecede bir galibiyeti haiz olup mutlak izzet sahibidir ve fakat O, kullarının takat kapsamı dışında kalan şeyle sorumlu tutmayacak derecede de hikmet sahibidir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Çoğu yerde  حَك۪يمٌ  kelimesinin iki manası vardır: 1- Hükmetmek, 2- Bir işi hikmetli olarak yapmak.

Münafıklar diyor ki dinleri bunları aldattı, bunlar zayıflar. Halbuki kim Allah’a tevekkül ederse Allah yenilmezdir, her şeyi bir hikmet üzere yapar ve her şeye O hükmeder.