Bürûc Sûresi 11. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْـكَب۪يرُۜ  ...

İman edip salih ameller işleyenlere gelince; onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır. İşte bu büyük başarıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 وَعَمِلُوا ve yapanlar ع م ل
5 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
6 لَهُمْ onlar için vardır
7 جَنَّاتٌ cennetler ج ن ن
8 تَجْرِي akan ج ر ي
9 مِنْ
10 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
11 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
12 ذَٰلِكَ işte budur
13 الْفَوْزُ başarı ف و ز
14 الْكَبِيرُ büyük ك ب ر
 

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ 


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlü  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  آمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

الصَّالِحَاتِ  mef’ûlün bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. 

لَهُمْ  جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  جَنَّاتٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  جَنَّاتٌ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru, تَجْرِي   fiiline müteallıktır. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri,  من تحت أشجارها (ağaçlarının altından) şeklindedir.

الْاَنْهَارُ  kelimesi,  تَجْرِي  fiilinin  failidir.


ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْـكَب۪يرُۜ


İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

الْفَوْزُ  haber olup lafzen merfûdur. الْـكَب۪يرُۜ  kelimesi  الْفَوْزُ  kelimesinin sıfatıdır.

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i mevsûl  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim ve teşvik içindir.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Aynı üslupta gelen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا ’ya atfedilmiştir.

Buradaki  عملوا الصالحات  ibaresinin aslı  عَمِلُوا الأعمال الصالحات  şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcâz-ı hazif sanatıdır.  

اِنَّ ’nin haberi olan  لَهُمْ جَنَّاتٌ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  جَنَّاتٌ  muahhar mübtedadır. 

Müsnedün ileyh olan  جَنَّاتٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim, kesret ve nev içindir. 

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  جَنَّاتٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan  الْاَنْهَارُ ‘ya takdim edilmiştir.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesinde mekan alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır.

Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekanına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

10. ayetteki اِنَّ الَّذ۪ينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ [Şüphesiz inanmış erkek ve kadınlara işkence ederek onları dinlerinden çevirmeye çalışanlar…]  ayeti ile  اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ [İman edip iyi amel işleyenler var ya…] ayeti arasında mu­kabele vardır. Yüce Allah burada, mü'minlerin akibeti ile kâfirlerin akibetini karşılaştırmıştır. (Safvetü’t tefâsir)


ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْـكَب۪يرُۜ


Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ism-i  ذٰلِكَ  ile marife olması, işaret edilenin ve ona mazhar olanların şanının ve faziletinin yüceliğini belirterek tazim ve tecessüm ifade eder. 

Haber olan  الْفَوْزُ الْـكَب۪يرُۜ ‘in marife oluşu, bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmek içindir.

Uzak için kullanılan ve Allah’ın müminler için vadettiği lütuflara işaret eden  ذٰلِكَ , bunlara mazhar olanların şanının ve faziletinin yüceliğine delalet eder.

İşaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ ’de, muhatabın dikkatini toplamaya yarayan sanatlardan biri olan iktidâb vardır. 

الْفَوْزُ  için sıfat olan  الْـكَب۪يرُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

10 ve 12. ayetler arasında muterize bir cümle olması mümkündür. Bu itiraz, inzar esnasında uyarılanları iman etmeye teşvik ve terğib etmek; müminleri ise, müşriklerden çektikleri ezalara karşı sebatlarını sağlamaktır. Bilindiği üzere Kur’an’ın üsluplarından birisi de terğib ile terhibi ardı sıra getirmektir. (Âşûr)