Tevbe Sûresi 100. Ayet

وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ  ...

İslâm’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالسَّابِقُونَ öne geçenlerden س ب ق
2 الْأَوَّلُونَ ilk olanlar ا و ل
3 مِنَ -den
4 الْمُهَاجِرِينَ Muhacirler- ه ج ر
5 وَالْأَنْصَارِ ve Ensardan ن ص ر
6 وَالَّذِينَ ve kimseler
7 اتَّبَعُوهُمْ ona tabi olan(lar) ت ب ع
8 بِإِحْسَانٍ güzelce ح س ن
9 رَضِيَ razı olmuştur ر ض و
10 اللَّهُ Allah
11 عَنْهُمْ onlardan
12 وَرَضُوا onlar da razı olmuşlardır ر ض و
13 عَنْهُ O’ndan
14 وَأَعَدَّ ve hazırlamıştır ع د د
15 لَهُمْ onlara
16 جَنَّاتٍ cennetler ج ن ن
17 تَجْرِي akan ج ر ي
18 تَحْتَهَا altlarından ت ح ت
19 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
20 خَالِدِينَ kalacakları خ ل د
21 فِيهَا içinde
22 أَبَدًا ebedi ا ب د
23 ذَٰلِكَ işte budur
24 الْفَوْزُ kurtuluş ف و ز
25 الْعَظِيمُ büyük ع ظ م
 
Önceki âyetlerde bedevî Araplar’ın içinde hem münafıkların hem de samimi müminlerin bulunduğu belirtildiği gibi 101-106. âyetlerde müminlerin çevresinde gerçek iman ve ona uygun amel sahibi olup olmama bakımından farklı grupların bulunduğuna değinilecektir. Bu âyette ise, en zor şartlar altında Hz. Peygamber’e ilk desteği veren, İslâm mesajının insanlığa ulaştırılması uğruna kendilerini feda etmeyi göze alan örnek nesle özel bir gönderme yapılmış, onların Allah’ın hoşnutluğunu kazandığında şüphe bulunmadığı ifade edilmiş ve iyilik yolunda onları kendileri için model kişilikler olarak görüp onlar gibi davranmaya çalışanların da bu övülen gruba dahil olacağı bildirilmiştir.
Sözlükte muhâcirûn “bir yeri terkeden, ülkesinden ayrılıp başka yere göç eden kişi” anlamındaki muhâcir kelimesinin çoğuludur. İslâmî terminolojide muhâcirûn kelimesiyle, Allah’a ve Hz. Muhammed’in O’nun peygamberi olduğuna iman ettikleri ve müslümanca yaşamak istedikleri için Mekkeli müşriklerce çeşitli eziyetlere uğratılan ve yurtlarından çıkmaya mecbur edilen kimseler kastedilir. Bu baskılar karşısında gerçekleşen ilk hicret, peygamberliğin beş ve altıncı yıllarında az sayıda müslümanın Habeşistan’a göç etmesi şeklinde olmuştur. Asıl büyük hicret ise peygamberliğin on üçüncü yılında Resûlullah’ın da katıldığı Medine’ye yapılan göçtür. Sözlükte ensar “çok yardım edenler” anlamına gelir; İslâmî bir terim olarak Resûlullah’a ve Mekke’den göç eden müminlere kucak açan Medineli müslümanları ifade eder. Bu topluluktan bir kişiyi belirtmek üzere ensarî kelimesi kullanılır. Hz. Peygamber’in zorlu iman mücadelesinde onun en yakınında yer alan muhacirlerle gerek onu gerekse muhacirleri bağırlarına basan ensar, birçok âyet ve hadiste övgüyle anılmışlardır.
 “Muhacir ve ensarın ilkleri” ifadesiyle kimlerin kastedildiği hakkında değişik yorumlar yapılmıştır. Bunların başlıcaları şöyledir: İki kıbleye (hem Mescid-i Aksâ’ya hem Mescid-i Harâm’a) doğru namaz kılmış olanlar, Bedir Savaşı’na katılanlar, Bey‘atürrıdvân’da hazır bulunanlar (Taberî, XI, 6-8; Râzî, XVI, 168). Râzî’ye göre âyette bu erdemli kişilerin hangi hususta “ilk” oldukları açıklanmadığına göre bu sözcüğü muhacir ve ensar nitelemesiyle birlikte kullanıldığı dikkate alınarak yorumlamak isabetli olur. Buna göre anılan ifadeyi “ilk hicret edenler ve Resûlullah’a ilk yardım edenler” şeklinde anlamak uygun olur (XVI, 168-169). Burada sahâbenin belirli bir kısmının değil, “muhacirler ve ensar olarak nitelenen ilk müslümanlar” anlamının yani bütün sahâbenin kastedildiği yorumu da yapılmıştır. Yine, âyetin “onlara güzelce uyanlar” diye tercüme ettiğimiz kısmını tâbiîn nesli şeklinde anlayanlar olduğu gibi, bu ifade “kıyamete kadar onların yolunda yürüyen müminler” şeklinde de tefsir edilmiştir. Öte yandan, “onlara güzelce uyanlar” denince hatıra ilk gelen mâna, onların iyi davranışlarının örnek alınmasıdır; ancak bu ifadeye “onları iyilikle ananlar, onların hâtırasına saygı duyanlar” anlamı da verilmiştir (İbn Atıyye, III, 75; Râzî, XVI, 171-172; Şevkânî, II, 452-453).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 51-52
 
فوز Feveze: فَوْزٌ selametle birlikte hayır elde etmektir. Kuran-ı Kerim’de üç defa geçen مَفازٌ ve مَفازَةٌ kelimeleri bu fiile ait mastarlardan biridir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 29 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Fevzi’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ 

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. السَّابِقُونَ  mübteda olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الْاَوَّلُونَ  kelimesi  السَّابِقُونَ ’nin sıfatı olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ  car mecruru mübtedanın mahzuf haline müteallik olup cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. الْاَنْصَارِ  atıf harfi  وَ ’la  الْمُهَاجِر۪ينَ ’ye matuf olup kesra ile mecrurdur. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  atıf harfi وَ ’la  الْمُهَاجِر۪ينَ ’ye matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اتَّبَعُوهُمْ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِاِحْسَانٍ  car mecruru  اتَّبَعُوهُمْ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّبَعُوهُمْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

السَّابِقُونَ  kelimesi sülâsî mücerredi  سبق  olan fiilin ism-i failidir.

الْمُهَاجِر۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ 

Cümle, mübteda  السَّابِقُونَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Fiil cümlesidir. رَضِيَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. عَنْهُمْ  car mecruru  رَضِيَ  fiiline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَضُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَنْهُ car mecruru  رَضُوا  fiiline mütealliktir. 


وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. اَعَدَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُمْ  car mecruru  اَعَدَّ  fiiline mütealliktir. جَنَّاتٍ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. تَجْر۪ي  cümlesi,  جَنَّاتٍ  ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  تَحْتِهَا  car mecruru  تَجْرِي  fiiline mütealliktr. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri,  من تحت أشجارها  (ağaçlarının altından) şeklindedir. الْاَنْهَارُ  fail olup damme ile merfûdur. خَالِد۪ينَ  hal olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir. 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَعَدَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi عدد ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. الْفَوْزُ  haber olup damme ile merfûdur.  الْعَظ۪يمُ  kelimesi الْفَوْزُ ‘nin sıfatı olup damme ile merfûdur.

الْعَظ۪يمُ  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir.Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ

 

وَ  istînâfiyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

السَّابِقُونَ  mübteda, رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ  cümlesi haberdir.

مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ  mübtedanın mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Birbirine matuf  وَالْاَنْصَارِ  ve  وَالَّذ۪ينَ  kelimeleri, مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ ‘ye atfedilmiştir. Ciheti camiâ tezayüftür.

Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  ‘nin sılası olan  اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

بِاِحْسَانٍۙ  car-mecruru, اتَّبَعُوهُمْ  fiilinin failinin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mübtedanın haberi olan  رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin mazi fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve muhabbet duyguları uyandırma amacına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Aynı üsluptaki  وَرَضُوا عَنْهُ  cümlesi atıf harfi  وَ  ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ  cümlesiyle  وَرَضُوا عَنْهُ  cümlesi arasında mukabele sanatları vardır.

الْمُهَاجِر۪ينَ - الْاَنْصَارِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,  رَضِيَ - رَضُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

السَّابِقُونَ - الْاَوَّلُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

السَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ  ifadesinden murad, bütün Muhacir ve Ensardır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Ayetteki “Muhacirlerden ve Ensardan” ifadesinin başındaki  مِنَ  edatı tebiz için değil, aksine tebyin içindir. Buna göre bunun manası, “Muhacir ve Ensar olarak tavsif edilen لسَّابِقُونَ (öncüler)...” şeklindedir. Bu tıpkı, [O halde murdar putlardan kaçınınız. (Hac Suresi, 30)] ayetinde olduğu gibidir. Alimlerin çoğu bu görüşü benimsemişlerdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ

 

Cümle, atıf harfi  وَ  ‘la makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

اَعَدَّ  [hazırladı.] ibaresinde bu kişiler için tazim vardır. Misafire ikram ettiğimiz şeyler için “Ellerimle yaptım.” dememiz gibidir.

تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi, mef’ûl olan  جَنَّاتٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ  cümlesinde mekan alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır.

Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekanına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

جَنَّاتٍ ’deki tenvin nev, kesret, nev ve tazim ifade eder.

72. ayette ve Kur’anın başka yerlerinin hepsinde  مِنْ  harfiyle gelen “Altından nehirler akma” tabiri burada bu harf olmadan gelmiştir. جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ [İçinden ırmaklar akan cennetler] (Tevbe/72) gibi. Bu şekilde gelen ayetlerde  مِنْ  harfi ibtida manasındadır. Nehirler cennetlerden, yani bitişik olduğu yerden fışkırmaya başlarlar. Bu ifade bu ayettekine göre daha mükemmeldir. 

جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ [ İçinden ırmaklar akan cennetler ] (Tevbe/100) ayetinde ise cennetlerin altından nehirlerin aktığı zikredilmiştir, fakat bu nehirlerin cennetlerden fışkırdığı söylenmemiştir. 

Bu tabir Kur'an'da sadece bu ayeti kerimede  مِنْ  harfi olmaksızın gelmiştir. Cennetlerin ve  مِنْ harfinin zikredildiği ayetlerde kelam umumi olarak aralarında enbiya, resuller ve diğerlerinin de bulunduğu müminler hakkındadır ve bunların rütbesi ilk iman eden muhacirlerden ve ensardan daha yüksektir. 100. ayetteki mükafatlar ise sadece ilk iman eden muhacirlere ve ensara mahsustur. Dolayısıyla 72. ayette  مِنْ  harfinin ilave edilmesi münasip olmuştur. Çünkü bunların arasında onlardan daha üst seviyede olan kişiler de vardır.

Dürretü't Tenzîl'de şöyle yazılıdır: Hepsine selam olsun enbiya ve diğerleri için hazırlanan cennetlerden fışkıran nehirlerden haber verilen ayetteki  مِنْ  harfi ibtidai gaye içindir. Bu nehirler kaynakları dolayısıyla daha şereflidir. Cennetlerden fışkıran nehirler ve ağaçları diğerlerinden daha şereflidir. مِنْ  harfinin zikredilmediği cümle ise arasında peygamberlerin olmadığı bir kavme mahsustur. Çünkü Kur'an'da bu ayetten başka cennetlerin ve onların altından fışkıran nehirlerin vaad edildiği ve bu vaadin verildiği kişiler arasında peygamberlerin olmadığı hiçbir yer yoktur. Bu; bütün Kur'an için geçerlidir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Tabiril Kurani)

Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde  مِنْ  harfiyle geçen  جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

“Altından nehirler akma” tabiri otoritenin onlara ait olduğunu gösterir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 4, Zuhruf/51, s. 239)

Çünkü Kur'an'da bu ayetten başka cennetlerin ve onların altından fışkıran nehirlerin vaad edildiği ve bu vaadin verildiği kişiler arasında peygamberlerin olmadığı hiçbir yer yoktur. Bu; bütün Kur'an için geçerlidir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Tabiril Kurani)

Zaman  zarfı  خَالِد۪ينَ  ,اَبَداً ’ye mütealliktir.

خَالِد۪ينَ  kelimesi haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni,  ف۪يهَا  car mecruruna müteallak olmasını sağlamıştır. 

خَالِد۪ينَ - اَبَداً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

 

Ta’lil hükmünde, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır.

Müsnedün ileyh, cem ve tecessüm ifade eden işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada müşarun ileyhe tazim ifade eder. 

Haberin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmek içindir. 

Haberin sadece mübtedaya mahsus olması; başkasına ait olmaması demektir.

Uzak için kullanılan ve Allah’ın müminler için vaadettiği lütuflara ve bunlara mazhar olanların şanının yüceliğine işaret eden  ذٰلِكَ ‘de istiare sanatı vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

الْفَوْزُ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

الْفَوْزُ  için sıfat olan  الْعَظ۪يمُ  , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  cümlesinde müminlerin mertebelerinin yüksekliği ve şerefli makamlarının yüceliğinden dolayı yakında olanlar için uzaklık ifade eden ism-i işaret yani  ذٰلِكَ  kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Tevbe/110)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ - Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, c. 5, s. 190)

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in başka surelerinde de aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)