وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ مُنَافِقُونَۜ وَمِنْ اَهْلِ الْمَد۪ينَةِ مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ لَا تَعْلَمُهُمْۜ نَحْنُ نَعْلَمُهُمْۜ سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ اِلٰى عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِمَّنْ | ve vardır |
|
2 | حَوْلَكُمْ | çevrenizdeki |
|
3 | مِنَ |
|
|
4 | الْأَعْرَابِ | bedevi Araplardan |
|
5 | مُنَافِقُونَ | münafıklar |
|
6 | وَمِنْ | ve |
|
7 | أَهْلِ | halkından |
|
8 | الْمَدِينَةِ | Medine |
|
9 | مَرَدُوا | iyice alışmış |
|
10 | عَلَى |
|
|
11 | النِّفَاقِ | iki yüzlülüğe |
|
12 | لَا |
|
|
13 | تَعْلَمُهُمْ | sen onları bilmezsin |
|
14 | نَحْنُ | biz |
|
15 | نَعْلَمُهُمْ | onları biliriz |
|
16 | سَنُعَذِّبُهُمْ | onlara azabedeceğiz |
|
17 | مَرَّتَيْنِ | iki kere |
|
18 | ثُمَّ | sonra da |
|
19 | يُرَدُّونَ | onlar itileceklerdir |
|
20 | إِلَىٰ |
|
|
21 | عَذَابٍ | azaba |
|
22 | عَظِيمٍ | büyük |
|
وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ مُنَافِقُونَۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle mahzuf mukaddem habere mütealliktir. حَوْلَكُمْ mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Îrabtan mahalli yoktur.
مِنَ الْاَعْرَابِ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf haline mütealliktir. مُنَافِقُونَ muahhar mübteda olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُنَافِقُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِنْ اَهْلِ الْمَد۪ينَةِ مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ لَا تَعْلَمُهُمْۜ
مِنْ اَهْلِ car mecruru, atıf harfi وَ ile mahzuf habere matuftur. Aynı zamanda muzâftır. الْمَد۪ينَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَرَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَى النِّفَاقِ car mecruru مَرَدُوا fiiline mütealliktir. لَا تَعْلَمُهُمْ cümlesi, مَرَدُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْلَمُهُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Bilmek anlmaında kalp fiilidir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَحْنُ نَعْلَمُهُمْۜ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. نَعْلَمُهُمْ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
نَعْلَمُهُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Bilmek anlamında kalp fiilidir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İkinci mef’ûlu mahzuftur. Takdiri, نعلمهم منافقين şeklindedir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar. ألفي - دري - رأي - وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ - حسب - خال - زعم - عدّ fiilleridir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ - ردّ - ترك fiilleridir.Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ اِلٰى عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ
Fiil cümlesidir. Fiilin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. نُعَذِّبُهُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَرَّتَيْنِ masdardan naib mef’ûlu mutlak olup müsenna olduğu için nasb alameti ى ‘dir.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. يُرَدُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰى عَذَابٍ car mecruru يُرَدُّونَ fiiline mütealliktir. عَظ۪يمٍ kelimesi عَذَابٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(ثُمَّ) : Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُعَذِّبُهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ مُنَافِقُونَۜ وَمِنْ اَهْلِ الْمَد۪ينَةِ
Ayet, atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. مِمَّنْ car-mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُنَافِقُونَ muahhar mübtedadır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’ in sılası mahzuftur. Mekân zarfı حَوْلَكُمْ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَمِنْ اَهْلِ الْمَد۪ينَةِ car- mecruru مِمَّنْ ’e matuftur.
Car-mecrurun takdimi sıfat değil haber olduğuna tenbih içindir. مِمَّنْ حَوْلَكُمْ ’deki مِنْ tebiz için مِنَ الْاَعْرَابِ ’daki مِنْ ise müşterek ismi mevsûl مَنْ ’in beyanı içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَمِنْ اَهْلِ الْمَد۪ينَةِ sözündeki مِنْ ba’d manasındadır. مَرَدُوا ise haberdir. Veya مِنْ mahzuf bir kısma delalet eden teb'izdir..Takdiri, ومِن أهْلِ المَدِينَةِ جَماعَةٌ مَرَدُوا (Medine halkından inad eden bir topluluk var) şeklindedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Arapların, Arap olarak isimlendirilmesi şundandır: Çünkü, Hz. İsmail'in çocukları Arebe’de doğup büyümüşlerdir. Arebe ise Tihâme (çöl) bölgesindendir. Böylece o çocuklar, beldelerine nispet edilmişlerdir. Arap yarımadasında meskûn olan ve onların dillerini konuşanlar da onlardandır. Çünkü bunlar da Hz. İsmail'in çocuklarındandır. Yine, Arapların Arap adını almalarının sebebinin, onların lisanlarının kalplerindeki şeyleri îrab yani ifade etmesi olduğu da ileri sürülmüştür. Arapçanın, diğer dillerde bulunmayan pek çok fesahat ve akıcılık üslubu ihtiva ettiğinden de şüphe yoktur. Hikmet erbabından birinin, yazmış olduğu bir kitapta şöyle dediğini gördüm: “Rumların hikmeti beyinlerindedir. Zira onlar, çok acayip terkipler meydana getirebilirler. Hindlilerin hikmeti vehimlerinde, Yunanlıların hikmeti ise kalplerindedir. Bu böyledir, zira çok mal elde etmek akılla alakalı bir şeydir. Arapların hikmeti de lisanlarındadır. Bu, onların lafızlarının çok tatlı ve ibarelerinin de çok çekici olmasındandır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Bu kelime Kur’ânda 6 ‘sı bu surede olmak üzere 10 kere geçmiştir. Buradakilerin hepsi münafıklar hakkındadır.
مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ لَا تَعْلَمُهُمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle önceki manayı tekid hükmündedir. Fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir. Bu cümlenin, مُنَافِقُونَ ’den hal olması da caizdir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
لَا تَعْلَمُهُمْ cümlesi مَرَدُوا fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
النِّفَاقِ - مُنَافِقُونَۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ sözündeki “nifakta inat” vasfına en uygun mana, önce çöl, sonra Medine çevresindeki bedevî Arapların daha sonra da Medine münafıklarının zikredilmesidir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
مَرَدُوا kelimesi asıl itibari ile yumuşaklık, dokunmak ve başka şeylerden soyutlanmak anlamındadır. Sanki onlar her şeyden soyutlanarak münafıklığa girmiş gibidirler. Üzerinde bitki yeşermemiş bulunan “yumuşak kum” ifadesi ile üzerinde yaprak bulunmayan dal demek olan; (وغصن أمرد لا ورق عليه) ifadesi de buradan gelmektedir. (Kurtubî, El-Câmi’li-Ahkâmi’l-Kur’ân- Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
نَحْنُ نَعْلَمُهُمْۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiş cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır.
Haber olan نَعْلَمُهُمْۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَعْلَمُهُمْۜ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
نَعْلَمُهُمْ fiili azamet zamirine isnad edilmiştir. Önceki ayetteki Allah lafzından sonra bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir.
لَا تَعْلَمُهُمْ - نَعْلَمُهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve tıbâk-ı selb sanatları vardır
لَا تَعْلَمُهُمْ cümlesi ile نَحْنُ نَعْلَمُهُمْ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ اِلٰى عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
İstikbal harfi سَ ile tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiildeki tecessüm özelliği konunun daha iyi kavranmasını sağlar.
نَعْلَمُهُمْۜ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. Tef’il babında gelmesi, çokluk anlamı kazandırmıştır.
يُرَدُّونَ اِلٰى عَذَابٍ عَظ۪يمٍ cümlesi, tertip ve terahî ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle, سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يُرَدُّونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
عَظ۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
عَذَابٍ عَظ۪يمٍ tabirinin nekre gelişi bu azabın tahayyül edilemeyecek kadar korkunç bir azap olduğunun işaretidir. Ayrıca, mübalağa vezniyle gelen عَظ۪يمٍ ’le sıfatlanması bu korkunçluğa delildir.
Medineliler ve bedeviler gibi iki farklı grupta olan münafıklar, azap edilecekleri konusunda cem’edilmişlerdir. Bu üslup, cem' ma’at-taksim sanatıdır.
عَذَابٍ عَظ۪يمٍ cehennem azabından kinayedir.
يُرَدُّونَ اِلٰى عَذَابٍ عَظ۪يمٍ ayetiyle ilgili hayat, üç türlüdür: Dünya hayatı, kabir hayatı ve kıyamet hayatı. Binaenaleyh Cenab-ı Allah'ın bu ifadesinden murad, her türlüsü ile dünya azabı ve kabir azabıdır. Ayetteki, “Sonra da onlar daha büyük bir azaba döndürüleceklerdir.” ifadesi ile de onların üçüncü hayatta yani kıyamet hayatında görecekleri azap kastedilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb - Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)