Tevbe Sûresi 40. Ayet

اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِه۪ لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰىۜ وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ  ٤٠

Eğer siz ona (Peygamber’e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا eğer
2 تَنْصُرُوهُ siz ona yardım etmezseniz ن ص ر
3 فَقَدْ iyi bilin ki
4 نَصَرَهُ ona yardım etmişti ن ص ر
5 اللَّهُ Allah
6 إِذْ hani
7 أَخْرَجَهُ (Mekke’den) çıkardıklarında خ ر ج
8 الَّذِينَ kimseler
9 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
10 ثَانِيَ ikincisiydi ث ن ي
11 اثْنَيْنِ iki kişiden ث ن ي
12 إِذْ iken
13 هُمَا ikisi
14 فِي
15 الْغَارِ mağarada غ و ر
16 إِذْ hani
17 يَقُولُ diyordu ق و ل
18 لِصَاحِبِهِ arkadaşına ص ح ب
19 لَا
20 تَحْزَنْ üzülme ح ز ن
21 إِنَّ şüphesiz
22 اللَّهَ Allah
23 مَعَنَا bizimle beraberdir
24 فَأَنْزَلَ (İşte o zaman) indirdi ن ز ل
25 اللَّهُ Allah
26 سَكِينَتَهُ sekinesini س ك ن
27 عَلَيْهِ onun üzerine
28 وَأَيَّدَهُ ve onu destekledi ا ي د
29 بِجُنُودٍ askerlerle ج ن د
30 لَمْ
31 تَرَوْهَا sizin görmediğiniz ر ا ي
32 وَجَعَلَ ve kıldı ج ع ل
33 كَلِمَةَ sözünü ك ل م
34 الَّذِينَ kimselerin
35 كَفَرُوا inanmayan(ların) ك ف ر
36 السُّفْلَىٰ alçak س ف ل
37 وَكَلِمَةُ ve sözü ise ك ل م
38 اللَّهِ Allah’ın
39 هِيَ o
40 الْعُلْيَا yüce olandır ع ل و
41 وَاللَّهُ ve Allah
42 عَزِيزٌ daima üstündür ع ز ز
43 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م
 

Riyazus Salihin, 82 Nolu Hadis
Ebû Bekir es-Sıddîk, Abdullah İbni Osman İbni Âmir İbni Ömer İbni Kâ’b İbni Sa’d İbni Teym İbni Mürre İbni Kâ’b İbni Lüey İbni Galib el-Kureşî et-Teymî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre -ki Allah kendilerinden razı olsun, kendisi, babası ve annesi sahâbîdir- o şöyle demiştir:
(Hicret yolculuğunda) biz Resûlullah ile mağaradayken, tepemizde dolaşıp duran müşriklerin ayaklarını gördüm ve:

Ey Allah’ın elçisi! Eğer şunlardan biri eğilip aşağıya bakacak olsa mutlaka bizi görür, dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyor (ve haklarında neler düşünüyor)sun, Ebû Bekr?”
(Buhârî, Tefsîru sûre (9), 9; Fezâilü’l-ashâb 2; Müslim, Fezâilüs-sahâbe 1)

Riyazus Salihin, 9 Nolu Hadis
Ebû Mûsâ Abdullah İbni Kays el-Eş`arî radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:Biri cesaretini göstermek, diğeri milletini korumak, öteki kendine yiğit adam dedirtmek için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır? Diye soruldu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı verdi:

“Kim, İslâmiyet daha yüce olsun diye savaşıyorsa, o Allah yolundadır.”
(Buhârî, İlim 45, Cihad, 15, Farzu’l-humüs 10, Tevhîd 28; Müslim, İmâre 150, 151. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü’l-cihad 16; Nesâî, Cihad 21; İbni Mâce, Cihad 13)

 

غور Ğavera : غَوْرٌ alçak ya da basık yer manasında kullanılır. غارٍ dağdaki mağaradır. İf’al babındaki kulllanımı أغارَ düşmanın üzerine saldırdı demektir. Âdiyat suresi 3. ayetinde bu kalıbın ismi failiyle المُغِيراتِ şeklindeki ifadede düşmanın üzerine akın eden atlar kastedilmiştir.(Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli mağaradır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

سفل Sefele : سُفْلٌ yüksekliğin zıddıdır. أسْفَلُ sözcüğü daha /aşağı/alçak veya en aşağı/alçak manasındadır ve münnesi (dişil) سُفْلَى dır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sefil, süflî ve sefâlettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِه۪ لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَنْصُرُوهُ  şart fiili olup,  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

نَصَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. اِذْ  zaman zarfı  نَصَرَهُ  fiiline mütealliktir.  اَخْرَجَهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَخْرَجَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. ثَانِيَ kelimesi  اَخْرَجَهُ ’deki gaib zamirin hali olarak fetha ile mansubdur. اثْنَيْنِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  ي  ile mecrurdur.

اِذْ  zaman zarfı  اِذْ اَخْرَجَهُ ’deki sözden bedeldir. هُمَا فِي الْغَارِ  ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Munfasıl zamir  هُمَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. فِي الْغَارِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.

اِذْ  zaman zarfı ikinci  اِذْ ’den bedeldir. يَقُولُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَقُولُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  لِصَاحِبِه۪  car mecruru  يَقُولُ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli,  لَا تَحْزَنْ ’dir.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَحْزَنْ  sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâl  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  مَعَ  mekân zarfı  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخْرَجَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 


 فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰىۜ

Fiil cümlesidir. فَ  istînâfiyyedir.  اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. سَك۪ينَتَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  عَلَيْهِ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَيَّدَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بِجُنُودٍ  car mecruru  اَيَّدَهُ  fiiline mütealliktir. لَمْ تَرَوْهَا  cümlesi  بِجُنُودٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تَرَوْهَا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir.  كَلِمَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. السُّفْلٰى mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Maksur isimdir.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir: 1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek   2. Bir halden başka bir hale geçmek  3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَيَّدَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  أيد ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

السُّفْلٰىۜ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  كَلِمَةُ  mübteda olup damme ile merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. هِيَ  fasıl zamiridir.  الْعُلْيَا  mübtedanın haberi olup elif üzere  mukadder damme ile merfûdur. Maksur isimdir.

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. عَز۪يزٌ  haber olup damme ile merfûdur.  حَك۪يمٌ۟  ikinci haber olup damme ile merfûdur.

Zamiru’l Fasl (Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَز۪يزٌ -  حَك۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْعُلْيَا  kelimesi ism-i tafdil kalıbıdır.

 

اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِه۪ لَا تَحْزَنْ


İstînâfiyye olan cümlede  اِلَّا  kelimesi  اِنْ  ve  لَا ’dan müteşekkildir. Şart üslubundaki terkipte  لا تَنْصُرُوهُ  cümlesi, şarttır. Menfi muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

ف  karinesiyle gelen  فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِه۪ لَا تَحْزَنْ  cümlesi, tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ  mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder. Cevap cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek olayın vukuunun kesinliğine, temekkün ve istikrarına işaret etmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak ve Allah Teâlânın ona teselli ve yardım hususunda son derece lütuf ile muamele ettiğine işaret içindir.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَخْرَجَهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ  cümlesi  نَصَرَهُ ‘ya müteallik zaman zarfı  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Fail konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlere tahkir ifade eder. 

Ayetteki ikinci zaman zarfı  اِذْ , ilk zaman zarfı  اِذْ ’den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Zaman zarfı  اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan  هُمَا فِي الْغَارِ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  هُمَا  mübteda,  فِي الْغَارِ  car-mecrurunun müteallakı olan haber mahzuftur.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Üçüncü zaman zarfı  اِذْ , ikinciden bedeldir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَقُولُ لِصَاحِبِه۪ لَا تَحْزَنْ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَا تَحْزَنْ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

O zamanların önemine dikkat çekmek için zaman zarfının tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تَنْصُرُوهُ - نَصَرَهُ  ve  ثَانِيَ - اثْنَيْنِ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s - sadr sanatları vardır.

Muhatapların bildiği bir mağara olan الْغَارِ ’daki marifelik ahd içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ  [O zaman onlar mağaradaydılar.] ayetinde geçen mağara (الْغَارِ), dağdaki bir oyuk demektir. Bununla da Sevr mağarası kastedilmektedir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

İbni Kayyim el Cevziyye: Hüzün; gücü, azmi ve kalbi zayıflatır. İradeye zarar verir, şeytana müminin üzülmesinden daha sevimli bir şey yoktur.

لَا تَحْزَنْ  [Tasalanma!] ifadesi, tasalanmayı kesin olarak yasaklamadır. Halbuki nehiyler (yasaklamalar), devamlılığı ve tekrarı gerektirir. Bu da Hz. Ebubekir'in, bundan sonra kesinlikle ne ölümünden önce ne ölürken ne de ölümünden sonra mahzun olmayacağını gösterir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ  [Allah yardım etmişti.] ifadesinin şart cümlesinin cevabı olması iki şekilde açıklanabilir: İlkine göre anlam, “Siz ona yardım etmezseniz, bilin ki yanında sadece bir kişiden başka hiç kimse yokken de ona yardım eden, etmişti… ki bir kişiden daha da azı olmaz.” şeklindedir. Bu durumda “Allah ona yardım etmişti.” ifadesi o zaman nasıl yardım ettiyse gelecekte de yardım edecektir anlamına gelir. İkincisine göre ise anlam, “Allah ona yardımı zorunlu kılmış, onu o zaman muzâffer kılmıştır. Dolayısıyla, ondan sonra da onu asla terk etmeyecektir.” şeklindedir. (Zemahşeri, Keşşâf ’an Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ 


اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَا  cümlesi, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مَعَنَا ’nın müteallakı olan  اِنَّ ’nin haberi mahzuftur.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir. Lafza-i celâlin, kalplerde mehabet ve muhabbet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَا [Allah bizimle beraberdir.] cümlesi “Bu durumda bize yardım edecektir.” manasını taşır. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.

فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا

 

فَ , istînâfiyyedir.

Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması ve zamir makamında zahir isimle tekrarlanması kalplerde mehabet ve muhabbet duygularını artırmak içindir.

سَك۪ينَتَهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması  سَك۪ينَتَ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ  cümlesindeki istila manası taşıyan  عَلَيْ  harfinde istiare vardır.  Çünkü istila; mülazemet gerektirir. Sekine, Hz.Peygamberi kaplamış gibi ifade edilmiştir. Sanki sükunet, onu istila etmiş, kontrol onun elindedir. Mülazemet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.

سَك۪ينَتَ  [Sekinet], Allah’ın insanın kalbine verdiği ve onun sükun bulmasını, düşmanın asla kendisine ulaşamayacağını bilmesini sağlayan emniyet ve güvendir.  جُنُودٍ [Ordular]dan maksat, Bedir, Ahzab ve Huneyn Savaşlarındaki meleklerdir. (Zemahşeri, Keşşâf ’an Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl) 

وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَيَّدَهُ  fiiline müteallik car-mecrur  بِجُنُودٍ ’deki nekrelik, nev, kesret ve tazim ifade eder.  

لَمْ تَرَوْهَا  cümlesi,  بِجُنُودٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰىۜ

Cümle, atıf harfi  وَ ’la  فَاَنْزَلَ اللّٰهُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

كَلِمَةَ  için muzâfun ileyh konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

السُّفْلٰىۜ , bir vasfın, bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

Tahkir için ayette zamir makamında zahir olarak ikinci kez gelen  الَّذ۪ينَ كَفَرُوا  ibaresinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰى  cümlesinde inkâr edenlerin sözü, “en alçak” olarak ifade edilmiştir. Burada inkâr edenlerin sözü “şirkten” istiaredir. Nitekim “Allah’ın kelimesi” de iman ve tevhidden istiaredir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 


وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاۜ

 

وَ , istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

كَلِمَةُ اللّٰهِ  müsnedün ileyh, munfasıl zamir  هِيَ  fasıl zamiri, الْعُلْيَاۜ  müsneddir.

Müsnedün ileyh  كَلِمَةُ اللّٰهِ , veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelmiştir. Bu izafette Allah ismine muzaf olan  كَلِمَةُ , tazim ve şeref kazanmıştır.

Haberin  الْ  takısıyla marife olması, bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmiştir. 

Cümle kasr ifade eden fasıl zamiriyle tekit edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) İki tekit hükmündeki kasr mübteda ve haber arasındadır. كَلِمَةُ اللّٰهِ  maksûr/mevsûf, الْعُلْيَاۜ  maksurun aleyh/sıfat, olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. 

الْعُلْيَاۜ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri ve müsnedin elif-lam takısıyla marife olması sebebiyle üç katlı bir tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

الْعُلْيَاۜ ‘da istiare sanatı vardır. Bu kelimenin aslı ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Allah’ın kelimesi, yüksekliği görünen maddi bir varlığa benzetilmiştir. Mübalağa ifade eden bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.

Arka arkaya iki cümlede  كَلِمَةَ  sözü, tevhid manasında (Allah’ın kelimesi) ve şirk manasında (kâfirlerin dini olan kelime) kullanılmıştır. Birinci cümle zeval ve son bulacak yol olduğunu belirtir gibi fiil cümlesi şeklinde, ikinci cümle ise sübut ve devam ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Bu kelimelerde tam cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰى  cümlesiyle  وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَا  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

الْعُلْيَا - السُّفْلٰى  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

كَلِمَةُ, sözün (kelam) bir parçası olduğundan, cüz’iyet ilgisiyle ‘söz ’anlamında mecaz-ı mürsel olur.

Bu cümle mesel tarikinde tezyîl cümlesi olarak ıtnâb sanatıdır. Mesel tarikinde tezyil, müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاۜ  cümlesi, kelime için tezyil menzilinde müstenefedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Bu cümlede üslubun önceki cümleden farklı olması, onun yüce şanının ve halinin hiç değişmeyeceğini, diğer sözlerin ise böyle olmadığını ifade etmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)

Böyle bir durumda zamir kullanmayarak  كَلِمَةُ ’nin tekrar edilmesi o isimde tazim manası bulunmasındandır. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

Bu istiarede  كَلِمَةَ  sözü, müşriklerin inancı ile müminlerin inancından kinayedir. Dine/inanca  كَلِمَةَ  [kelime] adı verilmiştir. Çünkü (dine) inanan kimsenin, ona inancını gösteren, onun alameti ve sembolü olan bir sözü açıklaması gerekmektedir. Burada “Yüce Allah’ın sözünün, kâfirlerin sözüne üstünlüğününün anlamı, ‘O’nun dininin onların dininden üstün olması, elçisinin de onların topluluğu üzerinde hakimiyet kurmasıdır.’” Bu ifade, bir kimsenin birbirleriyle tartışan iki taraf hakkında “Her ne kadar şu zatın sesi kısık hasmının sesi yüksek çıksa da” قَدْ عَلى فُﻻن على فُﻻن  (o zat diğerine karşı üstünlük sağladı) demesi gibidir. Bununla kastedilen, (şahsının değil) hüccetinin üstün, delilinin açık, sözünün baskın gelmesidir.

Burada  كَلِمَةُ اللّٰهِ  [Allah’ın sözü] terkibinin  جَعَلَ  amiliyle îrab ilgisinin kesilerek merfû kılınmasında ve Yüce Allah’ın  وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰى [Kâfirlerin sözünü alçalttı.] ifadesinde ince bir sır vardır. O da  كَلِمَةُ اللّٰهِ ’nin -ki O’nun dini anlamındadır- o (dine) saldıranlara üstün olmaya ve ona düşmanlık edenlere baskın olmaya devam ettiği, sonradan böyle olmadığı, başlangıçta her ne kadar bu nitelikte olmasa da (hep üstün ve baskın) olduğudur. Bu nedenle  وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَا  [Allah’ın bu sözü zaten yücedir.] ifadesinin başlangıç cümlesi yapılması güzel düşmüştür. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları) 

وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil  اللّٰهِ  isminin müsnedün ileyh olarak zikredilmesi tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek, ikazı artırarak emre itaati kuvvetlendirmek ve onun yüceliğine dikkat çekmek için zamir makamında zahir ismin beşinci kez tekrarlanmasında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Haber olan iki vasfın arasında  و  olmaması Allah Teâlâda ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın  عَز۪يزٌ ve  حَك۪يمٌ۟  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. 

عَز۪يزٌ  ve  حَك۪يمٌ۟  kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Allah, Azîz’dir. Kullarının zillete düşmesini istemez. Hakîm’dir, hikmeti ile koyduğu bu kurallara uyulduğu zaman kimse zelil olmaz.

عَز۪يزٌ [Aziz] çok ihtiyaç duyulur, zor ulaşılır, alternatifi yoktur şeklinde tarif edilmiştir. (İmam Gazali)

Önce gelen  عَز۪يزُ  ismini  حَك۪يمُ  isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye lâyık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Ankebût/26)

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in  birçok  suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Bu cümle mesel tarikinde tezyîl cümlesi olarak ıtnâb sanatıdır. Mesel tarikinde tezyil, müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Önceki iki cümlenin mazmunu için tezyil olarak gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)