وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ٧١
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالْمُؤْمِنُونَ | inanan erkekler |
|
2 | وَالْمُؤْمِنَاتُ | ve inanan kadınlar |
|
3 | بَعْضُهُمْ | kimisinin |
|
4 | أَوْلِيَاءُ | velisidirler |
|
5 | بَعْضٍ | kimisi |
|
6 | يَأْمُرُونَ | emrederler |
|
7 | بِالْمَعْرُوفِ | iyiliği |
|
8 | وَيَنْهَوْنَ | ve men’ederler |
|
9 | عَنِ | -ten |
|
10 | الْمُنْكَرِ | kötülük- |
|
11 | وَيُقِيمُونَ | ve kılarlar |
|
12 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
13 | وَيُؤْتُونَ | ve verirler |
|
14 | الزَّكَاةَ | zekatı |
|
15 | وَيُطِيعُونَ | ve ita’at ederler |
|
16 | اللَّهَ | Allah’a |
|
17 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisine |
|
18 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
19 | سَيَرْحَمُهُمُ | onlara rahmet edecektir |
|
20 | اللَّهُ | Allah |
|
21 | إِنَّ | şüphesiz |
|
22 | اللَّهَ | Allah |
|
23 | عَزِيزٌ | daima üstündür |
|
24 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
Münafıklardan söz edilirken 67. âyette erkeğiyle kadınıyla münafık karakterine işaret edilmek üzere her iki cins ayrı ayrı zikredilmişti.71. âyette de müminlerin ortak niteliklerine değinildiğinden erkek vekadınları ayrı ayrı anılmıştır. Bu sûrede her iki tip ve âkıbetleri hakkında verilen bilgiler göz önüne alınırsa şöyle bir karşılaştırma yapılabilir (Râzî, XVI, 131): İki yüzlü davranan kimselere hâkim olan özellik, kötülükleri körükleyip iyilikten alıkoymak iken yürekten inananların temel vasfı iyiliği özendirmek, kötülükten vazgeçirmeye çalışmaktır. Münafıklar Allah yolunda harcamada eli sıkı davranırken müminler zekâtlarını verirler ve ayrıca cömertçe gönüllü bağışlarda bulunurlar, hatta imkânları elverdiği için daha fazla yapamadıklarına üzülürler. Münafıklar namaza üşenerek gelirler, müminler ise namazlarını bir kulluk vecîbesi sayarak içten gelen bir istekle kılarlar. Allah yolunda savaşmak gerektiğinde münafıklar türlü mazeretlerle yan çizmeye çalışırlar, müminler ise canlarını ve mallarını esirgemeden böyle bir çağrıya koşarlar, bu yolda asla yılgınlık göstermezler. Münafıklar Allah’ı ve O’nun mesajını umursamazlar, O’na ve vaad ettiklerine candan inanan müminlerle alay ederler, müminler ise Allah ve resulüne mutlak itaat gösterirler. Bu yüzden Allah, –içlerindeki inkârcılığı yenemeden ömürlerini tamamlayan– münafıkları ebedî olarak kalacakları cehenneme atacak, müminlere de hiç bitmeyen cennet nimetlerinin ve daha önemlisi kendi rızâsına erişmenin mutluluğunu tattıracaktır (71. âyette geçen evliyâ kelimesi için bk. Bakara 2/257; Nisâ4/2, 138-140, 144; En‘âm 6/14; Enfâl 8/72-73).
72. âyetin sonundaki ifade, mânevî hazların ve ruhanî âleme ait mutluluğun maddî imkânların sağladığı mutluluktan çok daha üstün olduğunu açıkça göstermektedir. Zira bir amaca vasıta kılınan şey ondan daha önemli ve değerli olamaz. Allah’ın rızâsını kazanmak, vaad edilen cennet nimetlerine erişebilmenin aracı olsaydı, o takdirde bu nimetlerin daha önemli olduğu sonucuna ulaşılabilirdi. Oysa âyette Allah’ın iradesine mutlak teslimiyet gösterenlerin bu davranışları karşılığında yine O’nun lutfuyla pek güzel mükâfatları hak edecekleri, fakat bütün bu nimetlerden daha önemli olarak O’nun rızâsına nâil olacakları ve en büyük başarının O’nun hoşnutluğuna erişmek olduğu bildirilmiştir (Râzî, XVI, 133; Adn cenneti hakkında bk. Ra‘d 13/22-24). Bir hadiste de, cennet ehli ile Allah arasında cereyan edecek konuşma esnasında onların O’nun hoşnutluğuna erişmeyi en büyük mutluluk olarak niteleyecekleri ve Cenâb-ı Allah’ın artık onlara gazap etmeyeceğini müjdeleyeceği ifade edilmiştir (Buhârî, “Tevhîd”, 38; “Rikak”, 51).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 33-34
Resûl-i Ekrem Efendimiz bazi hadislerinde şöyle buyurmustur:” Mü’minin mü’mine karşı durumu , bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.”
(Buhâri, Salât 88, Mezâlim 5; Müslim , Birr 65).
Mü’minler birbirini sevmekte , birbirine acımakta ve birbirini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir organı hasta olduğu zaman , diğer organlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastaliğa tutulur.
(Buhâri, Edeb 27; Müslim, Birr 66)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. الْمُؤْمِنُونَ mübteda olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الْمُؤْمِنَاتُ atıf harfi و ile makabline matuftur. بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.
بَعْضُهُمْ ikinci mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَوْلِيَٓاءُ kelimesi بَعْضُهُمْ ‘un haberi olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. بَعْضٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَوْلِيَٓاءُ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُؤْمِنُونَ - الْمُؤْمِنَاتُ kelimeleri; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ
Cümle, الْمُؤْمِنُونَ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
Fiil cümlesidir. يَأْمُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالْمَعْرُوفِ car mecruru يَأْمُرُونَ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَنْهَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَنِ الْمُنْكَرِ car mecruru يَنْهَوْنَ fiiline mütealliktir. يُق۪يمُونَ atıf harfi وَ ile يَأْمُرُونَ fiiline matuftur.
يُق۪يمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يُؤْتُونَ atıf harfi وَ ile يَأْمُرُونَ fiiline matuftur.
يُؤْتُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الزَّكٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يُط۪يعُونَ atıf harfi وَ ile يَأْمُرُونَ fiiline matuftur.
يُط۪يعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَسُولَهُ atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُط۪يعُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
يُق۪يمُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi قوم ‘dir.
يُؤْتُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أتي ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْمَعْرُوفِ kelimesi sülâsî mücerredi عرف olan fiilin ism-i mef’ûludur.
الْمُنْكَر kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan ifal babının ism-i mef’ûludur.
اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. سَيَرْحَمُهُمُ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
Filin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. يَرْحَمُهُمُ damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.
اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâl اِنّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur. عَز۪يزٌ kelimesi اِنّ ‘nin haberi olup damme ile merfûdur. حَك۪يمٌ۟ ikinci haberi olup damme ile merfûdur.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ
وَ , istînâfiyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَالْمُؤْمِنُونَ mübteda, بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ cümlesi haberdir. Haber, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. بَعْضُهُمْ ’un mübteda olduğu cümlede, اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ haberdir.
Müsnedün ileyh ve müsned, az sözle çok anlam ifade etmek için izafetle gelmiştir.
وَالْمُؤْمِنَاتُ , tezayüf nedeniyle mübteda olan وَالْمُؤْمِنُونَ ‘ye atfedilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ cümlesi, ikinci haberdir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Akabindeki aynı üslupla gelen وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ cümlesi bu cümleye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur.
يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ cümlesi ile وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
بِالْمُنْكَرِ - الْمَعْرُوفِ ve يَأْمُرُونَ - يَنْهَوْنَ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَالْمُؤْمِنَاتُ - الْمُؤْمِنُونَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak sanatları vardır.
بَعْضُ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بِالْمَعْرُوفِ ifadesi Kur’an-ı Kerîm’de 19 yerde geçmiştir. Hepsi Allah’ın koyduğu hüküm ile alakalıdır. Bakara/240. ayette (Kocası ölmüş kadının evde bir yıl kalması ile ilgili bir ayet) من معروف şeklinde geçmiştir. Bu şekildeki bir kullanım da sadece o ayette vardır.
وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la يَأْمُرُونَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet muzari fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade eden cümleler, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ ve وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ cümleleri, وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ cümlesine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında, manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Muzari fiiller, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
وَرَسُولَهُ tezayüf nedeniyle mef’ûl konumundaki lafza-ı celâle atfedilmiştir. Bu atıf, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü Allah'a itaat eden, resulünü de itaat eder.
Veciz ifade kastına matuf رَسُولَهُ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَسُولَ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayette müminlerin vasıflarının sıralanması ve itaat etmeleri gerekenlerin, Allah ve resulü olmak üzere sayılması, taksim sanatıdır.
الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette müminlerin vasıfları zikredilirken وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ ifadesiyle namazın da bu vasıflara dahil edilmesi, namazın yüceliğine atıfla onun en büyük iyilik (ma’ruf) olduğunu vurgulamak içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Medh makamındaki sübut, teceddüt ve istimrar ifade eden cümlede müsnedün ileyh, işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tazim ifade eder.
سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُ cümlesi mübtedanın haberidir. İstikbal harfi سَ ile tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Vaat ifade eden cümlede istikbal harfi سَ , cümleyi tekid etmiştir.
Haberin fiil cümlesi olarak gelmesi isim cümlesinin hükmünü takviye etmiştir.
Cümlenin müsnedinin fiil cümlesi olarak gelmesi, olayın zamanla gerçekleştiğini, teceddüdünü ve hükmü takviye ifade eder. Sıyganın muzari olması, tecessüm anlamı katarak olayın göz önünde canlanmasını sağlar.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde mehabet duygularını artırmak için zamir makamında zahir isimle yapılan tekrarda iltifat, ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mümin erkek ve kadınların özellikleri sıralanmış, ardından Allahın rahmetine mazhar olacakları hükmünde birleşmişlerdir. Cem’ sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Müminlerle ilgili olan bu ayet, münafıklarla ilgili olan 67. ayetle mukabele teşkil etmektedir.
س harfi ile dünyada gerçekleşecek olayları, سوف harfi ile ise, ahirette gerçekleşecek olayları ifade etmek için kullanıldığı belirtilmiştir. (Necmettin Çalışkan, Abdurrahman Hasan Habenneke El- Meydânî Ve Tefsîri)
اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ [İşte Allah bunlara rahmet edecektir.] ayetindeki سَ harfi, vadolunan bu rahmetin gerçekleşeceği vaktin bir süresi bulunduğunu belirtmektedir ki ruhlar bu vaadi umarak nimetlensin. Şanı yüce Allah'ın lütfu, bu vaadin yerine getirilmesinin teminatıdır. (Kurtubî, El- Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Ta’lil hükmündeki cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Hükmün illetini bildirmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah'ın عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir.
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
عَز۪يزٌ [Aziz] çok ihtiyaç duyulur, zor ulaşılır, alternatifi yok demektir. (İmam Gazali).
Önce gelen عَز۪يزُ ismini حَك۪يمُ isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye lâyık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr- Ankebût/26)
Ayetin son cümlesi, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 7, s. 314)
Allah, gerçekten kullarını meşakkate ve zora sokmaya gücü yetecek derecede bir galibiyeti haiz olup mutlak izzet sahibidir ve fakat O, kullarının takat kapsamı dışında kalan şeyle sorumlu tutmayacak derecede de hikmet sahibidir. (Zemahşeri, Keşşâf ’an Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Ayetin son cümlesi ilâhî vaadin sebebi mahiyetindedir. Çünkü Allah, dostlarını galip getirmeye, düşmanlarını da kahretmeye muktedirdir. O, bütün hükümlerini hikmet temeli üzerine bina eder. Bu ilâhî hikmet de hakları müstahaklarına yani nimeti itaat ehline ve cezayı da günah ehline ulaştırmayı gerektirir. Müminler için açık bir mükâfat, münafıklar için de zımnen ceza vaadidir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)