Tevbe Sûresi 72. Ayet

وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  ٧٢

Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, ebedî olarak kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde çok güzel köşkler va’detti. Allah’ın rızası ise, bunların hepsinden daha büyüktür. İşte bu büyük başarıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَعَدَ va’detmiştir و ع د
2 اللَّهُ Allah
3 الْمُؤْمِنِينَ inanan erkeklere ا م ن
4 وَالْمُؤْمِنَاتِ ve inanan kadınlara ا م ن
5 جَنَّاتٍ cennetler ج ن ن
6 تَجْرِي akan ج ر ي
7 مِنْ
8 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
9 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
10 خَالِدِينَ ebedi kalacakları خ ل د
11 فِيهَا içinde
12 وَمَسَاكِنَ ve meskenler س ك ن
13 طَيِّبَةً güzel ط ي ب
14 فِي içinde
15 جَنَّاتِ cennetleri ج ن ن
16 عَدْنٍ Adn
17 وَرِضْوَانٌ ve razı olması ر ض و
18 مِنَ
19 اللَّهِ Allah’ın
20 أَكْبَرُ hepsinden büyüktür ك ب ر
21 ذَٰلِكَ işte
22 هُوَ budur
23 الْفَوْزُ başarı ف و ز
24 الْعَظِيمُ büyük ع ظ م
 

Münafıklardan söz edilirken 67. âyette erkeğiyle kadınıyla münafık karakterine işaret edilmek üzere her iki cins ayrı ayrı zikredilmişti.71. âyette de müminlerin ortak niteliklerine değinildiğinden erkek vekadınları ayrı ayrı anılmıştır. Bu sûrede her iki tip ve âkıbetleri hakkında verilen bilgiler göz önüne alınırsa şöyle bir karşılaştırma yapılabilir (Râzî, XVI, 131): İki yüzlü davranan kimselere hâkim olan özellik, kötülükleri körükleyip iyilikten alıkoymak iken yürekten inananların temel vasfı iyiliği özendirmek, kötülükten vazgeçirmeye çalışmaktır. Münafıklar Allah yolunda harcamada eli sıkı davranırken müminler zekâtlarını verirler ve ayrıca cömertçe gönüllü bağışlarda bulunurlar, hatta imkânları elverdiği için daha fazla yapamadıklarına üzülürler. Münafıklar namaza üşenerek gelirler, müminler ise namazlarını bir kulluk vecîbesi sayarak içten gelen bir istekle kılarlar. Allah yolunda savaşmak gerektiğinde münafıklar türlü mazeretlerle yan çizmeye çalışırlar, müminler ise canlarını ve mallarını esirgemeden böyle bir çağrıya koşarlar, bu yolda asla yılgınlık göstermezler. Münafıklar Allah’ı ve O’nun mesajını umursamazlar, O’na ve vaad ettiklerine candan inanan müminlerle alay ederler, müminler ise Allah ve resulüne mutlak itaat gösterirler. Bu yüzden Allah, –içlerindeki inkârcılığı yenemeden ömürlerini tamamlayan– münafıkları ebedî olarak kalacakları cehenneme atacak, müminlere de hiç bitmeyen cennet nimetlerinin ve daha önemlisi kendi rızâsına erişmenin mutluluğunu tattıracaktır (71. âyette geçen evliyâ kelimesi için bk. Bakara 2/257; Nisâ4/2, 138-140, 144; En‘âm 6/14; Enfâl 8/72-73).

 72. âyetin sonundaki ifade, mânevî hazların ve ruhanî âleme ait mutluluğun maddî imkânların sağladığı mutluluktan çok daha üstün olduğunu açıkça göstermektedir. Zira bir amaca vasıta kılınan şey ondan daha önemli ve değerli olamaz. Allah’ın rızâsını kazanmak, vaad edilen cennet nimetlerine erişebilmenin aracı olsaydı, o takdirde bu nimetlerin daha önemli olduğu sonucuna ulaşılabilirdi. Oysa âyette Allah’ın iradesine mutlak teslimiyet gösterenlerin bu davranışları karşılığında yine O’nun lutfuyla pek güzel mükâfatları hak edecekleri, fakat bütün bu nimetlerden daha önemli olarak O’nun rızâsına nâil olacakları ve en büyük başarının O’nun hoşnutluğuna erişmek olduğu bildirilmiştir (Râzî, XVI, 133; Adn cenneti hakkında bk. Ra‘d 13/22-24). Bir hadiste de, cennet ehli ile Allah arasında cereyan edecek konuşma esnasında onların O’nun hoşnutluğuna erişmeyi en büyük mutluluk olarak niteleyecekleri ve Cenâb-ı Allah’ın artık onlara gazap etmeyeceğini müjdeleyeceği ifade edilmiştir (Buhârî, “Tevhîd”, 38; “Rikak”, 51).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 33-34

 

Riyazus Salihin, 1304 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, resûl olarak Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e inanıp razı olan kimse cenneti hak eder.”  Bu söz Ebû Saîd’in çok hoşuna gitti ve:
–Yâ Resûlallah! Bu sözü bana tekrarlasanız, dedi. Peygamber Efendimiz sözünü tekrarladı; sonra da şöyle buyurdu:
“Bir başka haslet daha vardır ki, onun sayesinde Allah kulunu cennette yüz derece yükseltir. Her bir derecenin arası da yerle gök arası kadardır.” Ebû Saîd:
–O haslet nedir, yâ Resûlallah? diye sordu. Hz. Peygamber:
“Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihaddır” buyurdu.
Müslim, İmâre 116. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 18

 
عدن Adene : Kuran-ı Kerim’de cennet ismi olarak geçen عَدْنٌ istikrar ve sebat cennetleri demektir. عَدَنَ fiili esas olarak bir yerde kaldı/karar kıldı manasına gelir. Cevher ve yerleşik taşların bulunduğu yere maden yatakları مَعْدَنٌ denmesi de bu sebeptendir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri adn cenneti, maden ve madenidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَعَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. الْمُؤْمِن۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. الْمُؤْمِنَاتِ  atıf harfi وَ ’la makabline matuf olup, nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. 

جَنَّاتٍ  ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. تَجْر۪ي  cümlesi, جَنَّاتٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur .

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru, تَجْرِي  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri;  من تحت أشجارها  (ağaçlarının altından) şeklindedir. الْاَنْهَارُ  fail olup damme ile merfûdur.

خَالِد۪ينَ  mümünlerin hali olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir. مَسَاكِنَ  atıf harfi  وَ ‘la  جَنَّاتٍ ’e matuf olup fetha ile mansubdur. Müntehel cumû’ sıygasında olup gayri munsariftir.  

طَيِّبَةً  kelimesi  مَسَاكِنَ ’nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.  ف۪ي جَنَّاتِ  car mecruru  مَسَاكِنَ ‘nin mahzuf ikinci sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. عَدْنٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette ilki fiil cümlesi ikincisi müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  رِضْوَانٌ  mübteda olup damme ile merfûdur. مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  رِضْوَانٌ  ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. اَكْبَرُ  haber olup damme ile merfûdur.

اَكْبَرُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   


ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  cümlesi,  ذٰلِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Munfasıl zamir  هُوَ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الْفَوْزُ  haber olup damme ile merfûdur.  الْعَظ۪يمُ  kelimesi الْفَوْزُ ‘nün sıfatı olup damme ile merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ 

 

Cümle, beyanî istînâftır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan  اللّٰهُ  lafzının cümlede müsnedün ileyh olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz ve teberrük içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede zamir makamında  الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ  kelimelerinin zahir olarak zikredilmesi, müminleri yüceltmek ve onların Allah katındaki değerini ifade etmek için yapılmış iltifat ve ıtnâb sanatıdır.

Mef’ûl olan  جَنَّاتٍ ‘deki nekrelik, kesret, nev ve tazim ifade eder. 

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  جَنَّاتٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan  الْاَنْهَارُ ‘ya takdim edilmiştir.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesinde mekan alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır.

Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekanına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi, zihinlere yerleştirmek kastıyla Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

“Altından nehirler akma” tabiri otoritenin onlara ait olduğunu gösterir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 4, Zuhruf/51, s. 239)

Bu ifadedeki  مِنْ  harfi ibtida manasındadır. Nehirler cennetlerden, yani bitişik olduğu yerden fışkırmaya başlarlar. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

خَالِد۪ينَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni,  ف۪يهَا  car mecruruna müteallak olmasını sağlamıştır. 

مَسَاكِنَ  atıf harfi  وَ ‘la cümledeki ilk  جَنَّاتٍ ’e matuftur.  Müntehel cumû’ sıygasında olup gayri munsariftir.  

طَيِّبَةً  kelimesi  مَسَاكِنَ  için sıfattır.  ف۪ي جَنَّاتِ  car mecruru  مَسَاكِنَ ‘nin mahzuf ikinci sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cem' ma’at-taksim sanatı vardır. 

Allah’ın cennet vaadine mazhar olanların, mümin erkek ve mümin kadın şeklinde sayılması, cennetin özelliklerinin sıralanması taksim sanatıdır. 

Mef’ûlün zamirle gelip  وعَدَهُمُ اللَّهُ  şeklinde ifade edilebileceği halde böyle denilmeyip mef’ûlün izhar edilmesi, fiil ile mef’ûlün en güçlü şekilde irtibatını sağlayarak bunu dinleyicinin zihninde oturtmak içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Adn cennetleri, cennetlerin aslıdır. Kaynak anlamındaki maden kelimesi de bu kökten gelmektedir. İstikrar ve sebat ifade eder. (Rağıb el-İsfehani, Müfredât)

Cennet, önce insanlarca bilinen en şerefli bir mekân veya altından ırmaklar akan bahçeler; sonra keder ve şaibelerden tamamen uzak, nefislerin çektiği, gözlerin bakmaktan usanmadığı, her nimeti sunan bir mekân; daha sonra yüceler yücesi bir mekânın civarında, fanilik ve değişiklikten uzak bir ikamet ve sebat yurdu olarak tavsif edilmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

 وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

Mübteda mecrurla sıfatlandığında, nekre gelmesi caizdir. (Ahmet b. Muhammed el-Hırât) 

رِضْوَانٌ  kelimesinin nekre gelişi, tenevvü yani çeşitlilik içindir. Razı olmanın-hoşnutluğun cinsine delalet eder. Bununla beraber kelimenin lam-ı tarif ile birlikte kullanılmaması, tenkir aracılığı ile rıza makamının azametinin bildirilmesi içindir. Muhakkak ki Allah’ın rızası-hoşnutluğu pek yücedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Burada  رِضْوَانٌ  kelimesinin nekre oluşu taklîl yani azlık ifade eder. Yani Allah’ın en ufak bir rızası bile bu sayılan nimetlerin hepsinden daha değerlidir. Çünkü O’nun rızası ebedi kurtuluşunun ve saadetinin sebebidir. Tabii ki bu taklîl ifadesinin yanında O’nun rızasının şanına da delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi ve İtqan)

مِنَ اللّٰهِ  car mecrur  رِضْوَانٌ ’ un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ  ile  وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُ  cümleleri arasında gramer yapısı bakımından güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâğatı, İltifat Sanatı)


ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Uzak için kullanılan ve Allah’ın müminler için vaadettiği lütuflara işaret eden  ذٰلِكَ , bunlara mazhar olanların şanının ve faziletinin yüceliğine, kazancın, ulaşılması güç bir başarının sonucu olduğunu vurgulamak ve tazim ifadesi için gelmiştir.

ذٰلِكَ  sözünde cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir. 

İşaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Cümlede  ذٰلِكَ  ile müminlerin mükâfatına işaret edilmiştir.

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

الْفَوْزُ  için sıfat olan  الْعَظ۪يمُ۟ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ - Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, c. 5, s. 190)

ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  cümlesinde müminlerin mertebelerinin yüksekliği ve şerefli makamlarının yüceliğinden dolayı yakında olanlar için uzaklık ifade eden ism-i işaret yani  ذٰلِكَ  kullanılmıştır. (Sâbûnî,Safvetü't Tefasir, Tevbe/110)

Uzak için kullanılan ve daha önceki harikulade olayları gösteren  ذٰلِكَ  ism-i işareti, bu hadiselere mazhar olanların şanının ve faziletteki mertebelerinin yüceliğine delalet eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm) 

Zamir makamında gelen işaret ismi  ذٰلِكَ  bunun son derece belli, müşahede edilebilir cinsten sayıldığını bildirir. Bunun uzaklık manasını içermesi de işaret edilen davranışın derecesinin yüksek ve mertebesinin uzak olduğunu bildirir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Maide Suresi/32)

Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsnedin  الْ  takısıyla marife olması, kasr ifadesinin yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. İki tekit hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. هُمُ , maksur/mevsûf, الْفَوْزُ  maksurun aleyh/sıfat, olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. İşaret edilenin azim bir başarı olduğu kesin bir dille bildirilmiştir.

Hakiki kasırdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)