Tevbe Sûresi 92. Ayet

وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ  ...

Kendilerini bindirip (cepheye) sevk edesin diye sana geldikleri zaman, senin, “Sizi bindirebileceğim bir şey bulamıyorum” dediğin; bu uğurda harcayacakları bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönen kimselere de bir sorumluluk yoktur.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve yoktur (sorumluluk)
2 عَلَى
3 الَّذِينَ kimselere
4 إِذَا zaman
5 مَا
6 أَتَوْكَ sana geldikleri ا ت ي
7 لِتَحْمِلَهُمْ binek için ح م ل
8 قُلْتَ sen deyince ق و ل
9 لَا
10 أَجِدُ bulamıyorum و ج د
11 مَا bir şey
12 أَحْمِلُكُمْ sizi bindirecek ح م ل
13 عَلَيْهِ üzerine
14 تَوَلَّوْا dönen و ل ي
15 وَأَعْيُنُهُمْ ve gözlerinden ع ي ن
16 تَفِيضُ akarak ف ي ض
17 مِنَ
18 الدَّمْعِ yaş د م ع
19 حَزَنًا üzüntüden ح ز ن
20 أَلَّا dolayı
21 يَجِدُوا bulamadıklarından و ج د
22 مَا bir şey
23 يُنْفِقُونَ infak edecek ن ف ق
 

“Bedevîler” diye çevirdiğimiz “el-a‘râb” kelimesi, çölde yaşayan, su ve otlak bulmak için göç eden toplulukları ifade eder. Kur’an’ın bu kesime özel bir vurgu yapmasının sebepleri arasında, Arap yarımadasındaki nüfusun önemli bir kısmının göçebe veya yarı göçebe topluluklardan oluşması ve İslâmiyet’in burada yayılıp tutunabilmesi için onların bu birliğe dahil edilmesi zaruretinin bulunması zikredilebilir. Bunun yanında, yerleşik bir toplumsal düzen içinde yaşamanın icaplarını yerine getirmeye fazla yatkın olmayan bu kimselerin inkârcılık ve nifak yolunu tuttuklarında da haşin tabiatlarına uygun bir tutum ortaya koyduklarına, dolayısıyla dinin getirdiği sınırlara riayet etme konusunda sorun çıkarmaya daha müsait tipler olduklarına değinilmiştir. Kur’an şehirlibedevî ayırımı yapmadığına göre, Kur’an’ın bu kesimle ilgilenmesini, onları da eğitip ıslah etmeyi hedeflediği şeklinde açıklamak uygun olur. Nitekim 97. âyette bedevîlerin inkârcılık ve nifakta ileri gittikleri genel bir biçimde belirtildiği halde 99. âyette onlar arasında da imanında ve davranışlarında samimi olanların bulunduğuna dikkat çekilmiştir. 120.âyette de yürekten inanmış kimselerle yakın temas halinde olan bedevîler hakkında olumlu ifadeler kullanılmış, böylece hem 97. âyetteki ifadenin kapsamı sınırlandırılmış hem de anılan ıslah hedefinin kuru bir hayal olmadığına işaret edilmiştir. Resûlullah Tebük Seferi’yle ilgili hazırlıkları başlattığında, Müslümanlığı kabul etmiş bedevî toplulukların bazıları bu sefere katılmaya karar vermekle beraber, diğerleri ya geride bırakacakları kabile bireylerinin savunmasız kalacağını ileri sürerek veya böylesine meşakkatli bir yolculuğun kendilerine fazla bir çıkar sağlamayacağını düşündükleri için bahaneler uydurarak seferberlik çağrısına icâbet edemeyeceklerini bildirmişlerdi. Allah ve peygamberine sadakat gösterme sözünden cayanlar ise Medine’ye gelip özür beyan etme ihtiyacı bile duymamışlar, oldukları yerde oturup kalmışlardı (90. âyetteki özür beyan edenlerle ilgili kelimenin farklı okunuşları ve Arap dilindeki anlamları dikkate alınarak, bununla gerçek mazeret sahiplerinin kastedildiği yorumu da yapılmıştır; bk. Taberî, X, 209-211; Şevkânî, II, 445-446). 90. âyette oturup kalan kesim hakkında kullanılan ifade “Allah ve resulüne yalan söyleyenler” şeklinde çevrilmiş olup buna başka bir kıraate dayanarak” Allah ve resulünü yalanlayanlar” şeklinde de mâna verilmiştir. 91. âyette güçsüz, yaşlı, engelli, hasta, maddî imkânları yetersiz kimselerin savaşa katılmamaktan ötürü sorumlu olmayacakları bildirilmiş fakat bu husus Allah ve resulüne sadık kalmaları, o yolda öğütte bulunmaları şartına bağlanmıştır. Bundan maksat, fitne ve bozgunculuk etmeden, yalan haberler yaymadan durmaları, imkân nisbetinde de savaşa katılanların ailelerine moral vermek ve onlara yardımcı olmak gibi hayırlı çabalar içinde olmalarıdır. Burada anılan kişiler için tanınan muafiyet savaşa katılma yasağı anlamında değildir; kendilerinin istemesi ve yetkililerin uygun görmesi halinde bunlar da orduya katılıp münasip hizmetlerde görevlendirilebilirler (Râzî, XVI, 160; bazı müfessirler âyetteki şart cümlesini, “gizli veya açık söz ve niyetleriyle” şeklinde açıklamışlardır, İbn Atıyye, III, 70). 92. âyette, Tebük Savaşı’na katılmak isteyen fakat maddî durumları yetersiz olan bazı sahâbîlerin Hz. Peygamber’den binek talep etmelerine, bunun mümkün olmadığı açıklanınca da üzüntülerinden göz yaşları için de dönüp gitmelerine işaret olunmaktadır (nüzûl sebebi ile ilgili farklı rivayetler için bk. Taberî, X, 212-213). 93. âyette bu gibi kimselerin vebal altında olmayacaklarını belirtmek üzere, varlıklı oldukları halde savaşa katılmamak için izin isteyenlerin sorumlu olacağı ifade edilmiştir. O dönemde savaş teçhizatı daha çok bizzat savaşa katılan bireyler tarafından karşılandığı için, varlıklı olma unsuru ön plana çıkarılmıştır; fakat asıl maksat genel olarak savaşa katılma imkânının bulunmasıdır. Nitekim daha önceki âyetlerde sadece maddî imkânsızlıktan ötürü değil, can korkusu, havaların çok sıcak olması gibi sebeplerle özür bahane edenler de kınanmıştır (93. âyetteki “geride kalanlar” ve “Allah da onların kalplerini mühürledi” ifadelerinin açıklaması için 87. âyetin tefsirine bk.). 95. âyetteki “tiksinilecek kimseler” şeklinde tercüme edilen rics kelimesinin sözlük anlamı “pis ve kirli”dir. Âyette ise, söz konusu kimselerin bile bile yalan söyleyip üstelik bir de yemin ettiklerine, dünyevî çıkarlar uğruna bütün ahlâkî değerleri feda edebilecek bayağılık içinde olduklarına, yani iç dünyalarındaki kirliliğe gönderme yapmak amaçlanmıştır. Maddî anlamdaki kir ve pisliğe karşı önlem alınmadığında çevresindekilere bulaşma tehlikesi bulunduğuna göre, ruhî anlamdaki kirliliğe karşı dikkatli olmak öncelikle gereklidir; bu yüzden âyette onlarla sıkı ilişki içinde bulunmanın doğru olmadığı ifade edilmiştir (Râzî, XVI, 164). Meâlde de kelimenin sözlük anlamıyla beraber anılan yorum dikkate alınmaya çalışılmıştır. 

 

Kaynak :(Kur’an Yolu )Diyanet tefsiri 

 
Enes b. Mâlik (r.a)’den rivayete göre Hz. Peygamber Tebük seferi sırasında şöyle buyurmuştur: “Medine’de bir topluluk kalmıştır ki, biz bir dağ yolunda, bir vadide her yürüyüşümüzde, onlar da bizimle birliktedirler. Ashap: Yâ Resulullah, onlar nasıl bizimle birlikte olur?” diye sorunca da; “Onları burada bulunmaktan (hastalık, gücü yetmemek gibi) meşrû özürleri menetmiştir.”
(Buhârî, Cihâd, 140, Temennî, 9, Menâkıbu’l-Ensâr, 1, 3, Megâzî, 56; Müslim, Zekât, 133, 136136; Tirmizî, Menâkıb, 65; Kâmil Miras, Tecrid-i Sarîh, VIII, 299, 300)
 

وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl عَلَى  harf-i ceriyle mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Mübteda mahzuftur. Takdiri,  حرج  şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası, şart ve cevap cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. مَٓا اَتَوْكَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَٓا  zaid harfdir. اَتَوْكَ  iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

لِ  harfi, تَحْمِلَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle  اَتَوْكَ  fiiline mütealliktir. 

تَحْمِلَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Şartın cevabı  قُلْتَ لَٓا اَجِدُ ’dir.  

قُلْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.Mekulü’l-kavli,  لَٓا اَجِدُ مَٓا ’dir.  قُلْتَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَجِدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir  انا ’dir. مَٓا  nekre-i mevsûfe mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَحْمِلُكُمْ  cümlesi,  مَٓا ‘nın sıfatı olarak mahallen mansubdur.

اَحْمِلُكُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir  انا ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَلَيْهِ  car mecruru  اَحْمِلُكُمْ  fiiline mütealliktir.   

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.

c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 

 

 تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ

 

Fiil cümlesidir.  تَوَلَّوْا  iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir.  اَعْيُنُهُمْ  mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَف۪يضُ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  

تَف۪يضُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir. مِنَ الدَّمْعِ  car mecruru  تَف۪يضُ  fiiline mütealliktir.  حَزَناً  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel حَزَناً  veya  تَف۪يضُ  fiilinin mef’ûlün lieclihi olarak mahallen mansubdur.

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَجِدُوا  fiili  نَ ’un hazfiyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا  nekre-i mevsufe mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. يُنْفِقُونَ  cümlesi  مَا ’nın sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

يُنْفِقُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. Mef’ûlün lieclihi veya mef’ûlün min eclihi de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede ‘için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna’ gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir. İki tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı, 2) Harf-i cerli kullanımı.Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki beş şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَوَلَّوْا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

يُنْفِقُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  نفق ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ 

Ayetin ilk cümlesi, önceki ayetteki  لَيْسَ ‘nin haberine müteallık olan  عَلَى الضُّعَفَٓاءِ ’ye matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِ  terkibi, şart üslubunda gelmiştir.  اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ  cümlesi şarttır.  Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir. 

Şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan   مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Cümleye dahil olan  مَٓا , tekit ifade eden zaid harftir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı   لِتَحْمِلَهُمْ  cümlesi, masdar tevilinde olup harf-i cerle  اَتَوْكَ  fiiline mütealliktir.

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder.  (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.) 

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi   قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ , müspet mazi fiil sıygasında, lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

قُلْتَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

اَجِدُ  fiilinin mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِ  cümlesi teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden muzari fiil sıygasında gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiiller, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada  إنْ  değil, اِذَا  buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü  اِذَا  harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ  harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)

وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ  cümlesi, hususi olanın umumi olan üzerine atfı babındandır. Hususi olanlara daha çok önem verildiğini gösterir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 


 تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَعْيُنُهُمْ  mübteda, müspet muzari fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelam olan  تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ  cümlesi, haberdir.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmektedir.

اَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ  cümlesinde gözlerin  تَف۪يضُ  fiiline isnadı istiare sanatıdır. Gözler akan bir pınara benzetilmiştir. Mekan alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır. Akan, gözler değil gözyaşıdır. Fiil, hakiki failine değil; mekanına isnad edilmiştir. Miktardaki çokluk ve akış şiddetini mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

ف۪يضُ; dolup taşmak demektir. Burada bu kelime ile hüngür hüngür ağladıkları ifade edilmiştir.

وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً  [Gözlerinden yaşlar akarak ] ifadesinin aslı, “şiddetli bir halde gözleri akan” şeklindedir. Bu durum “oluk akıyor” ifadesine benzeyen bir mecazdır. Akan oluk değil, oluk içerisindeki sudur, göz değil, gözün içerisindeki yaştır. Burada mübalağa için böyle bir ifade kullanılmıştır. Sanki gözün, bütünüyle aktığı ifade edilmiştir. Bu durum da infak etmek için bir şey bulamamalarından dolayı, duymuş oldukları üzüntüdendir. Onların, ihtiyaç duydukları ve senin yanında da bulunmayan bir şeyi satın almaları için verebilecekleri bir şeyleri yoktu. Bundan dolayı mahzun idiler. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)

Mef’ûlün lieclih olan  حَزَناً ’deki nekrelik, kesret ifade eder.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  لَا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ cümlesi, masdar tevilinde amili  حَزَناً ‘nin mef’ûlun lieclihi konumundadır. Masdar-ı müevvel, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

Cümledeki  مَا , mef’ûl konumunda nekre-i mevsûfedir. Ve akabindeki  يُنْفِقُونَ  cümlesi  مَا  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

تَحْمِلَهُمْ - اَحْمِلُكُمْ  ve  اَجِدُ - يَجِدُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَعْيُنُهُمْ - الدَّمْعِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)