31 Temmuz 2024
Mâide Sûresi 37-41 (113. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mâide Sûresi 37. Ayet

يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌ  ٣٧


Ateşten çıkmak isterler ama ondan çıkabilecek değillerdir. Onlara sürekli bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُرِيدُونَ isterler ر و د
2 أَنْ
3 يَخْرُجُوا çıkmak خ ر ج
4 مِنَ -ten
5 النَّارِ ateş- ن و ر
6 وَمَا ve değillerdir
7 هُمْ onlar
8 بِخَارِجِينَ çıkacak خ ر ج
9 مِنْهَا oradan
10 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
11 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
12 مُقِيمٌ sürekli ق و م

Kâfirlerin cehennemde ebedî olarak kalacakları, oradan çıkmak isteseler de çıkamayacakları ifade edildiği gibi, reenkarnasyonun, yani insanın, öldükten sonra başka beden veya bedenlerde tekrar doğarak mânevî tekâmülünü tamamlayana kadar yeniden yaşamasının mümkün olamayacağına da işaret edilmektedir. Nitekim bu mânayı destekleyen başka âyetler de vardır (bk. Bakara 2/28; Hac 22/22; Nisâ 4/169; Ahzâb 33/65; Cin 72/23).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 267

يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ


Fiil cümlesidir.  يُر۪يدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

يَخْرُجُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنَ النَّارِ  car mecruru  يَخْرُجُوا  fiiline mütealliktir.

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُر۪يدُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi  رود dir. 

İf’al babı fiile, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


 وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌ

 

Cümle, يُر۪يدُونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir.  مَا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. 

هُمْ  muttasıl zamir  مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِ  harf-i ceri zaiddir.  خَـٰرِجِینَ  lafzen mecrur,  مَا ’nın haberi olarak mahallen mansub, cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. مِنْهَا  car mecruru  خَارِج۪ينَ ’ye mütealliktir. 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُمۡ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.  مُق۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ ‘nun sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَارِج۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerredi  خرج  olan fiilin ism-i failidir.

مُق۪يمٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌ


Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُر۪يدُونَ  fiilinin muzari olarak gelişi hudûs, istimrar ve teceddüt bildirir. Yani yandıkları her an bu istekleri tekrarlanacaktır. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ  cümlesi, masdar teviliyle  يُر۪يدُونَ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. 

Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Bu istinaf cümlesi, makablinde doğan bir suale cevap olarak onların azab çektikleri sıradaki hallerini beyan eder.  Yani “O zaman onların hak nasıl olacak?” veya “Onlar azap çekerken ne yapacaklar?” sualine: “Onlar, ateşten çıkmak isterler / يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ” cevabı verilir. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ  cümlesi  يُر۪يدُونَ ‘deki failin halidir.  وَ  haliyyedir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. مَا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir.  

Burada  بِ  harfi manayı pekiştirmek için gelmiş zâid harftir. Olumlu cümlelerde lâm harfinin tekit ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  ما 'nın haberinin başında gelen  بِ  harfi tekit bildirir. 

Kur'ân-ı Kerim'de  بِ  harfi 22 yerde  لَيْسَ ’nin, 19 yerde de  ما ’nın haberinin başında zâid olarak gelmiştir. (Ali Bulut, Kur’ân-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)

مَا ‘nın haberi olan  بِخَارِج۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

Onlar da cehennemden çıkacak değillerdir. Burada fiil değil isim gelmiştir. Demek ki oradan çıkma ihtimalleri yoktur. 

Müsnedün ileyhin nefy harfinden sonra gelmesi ve müsnedin de müştak olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis ifade eder. Burada müsnedün ileyh, tahsis ifade eder yani onların cehennemden çıkamayacaklarını ifade ederken aynı zamanda başkalarının cehennemden çıkacaklarını da ifade etmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)

يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ  cümlesiyle  وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يَخْرُجُوا - بِخَارِج۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l acüz ales’ sadr sanatları vardır.

وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  hal cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ , muahhar mübtedadır. 

Cümlede müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ  kelimesinin nekra gelişi tazim, kesret ve tarifi imkansız bir nev olduğunu ifade eder.  مُق۪يمٌ  ile sıfatlanması onun korkunçluğunu artırmaktadır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

مُق۪يمٌ , rubaî mezid  أَفْعَلَ  babının ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

مُق۪يمٌ  ismi fail kalıbında gelmiş kalıcı manasında bir kelimedir. Sanki azabın kendisi kalıcı gibi ifade edilmiştir. Halbuki kalıcı olan azabın içindeki kişidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Kur’an’da ceza ile ilgili bir açıklama olduğunda mutlaka bu cezaya bir nitelik iliştirilir. Örneğin, “ عَذَابٌ مُه۪ينٌ ”, “ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ”, “ عَذَابٌ اَل۪يمٌ”, “ عذاب شديد ” gibi. Oldukça şiddetli, acı dolu, büyük, alçaltıcı bir azaptan bahsedilir. Bunlar cezanın Kur’an’da bahsedilen farklı nitelikleridir. Ama prensip olarak, “Ceza amelin cinsindendir”. Yani verilecek ceza işlenen suç ile adalet gereği aynı cinsten olur. Eğer biri başkasını küçük düşürücü bir suç işlemişse benzeri bir ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer büyük bir suç işledilerse cezası da büyük olmalıdır. Eziyete sebep oldularsa, eziyet ve ıstırap dolu bir ceza ile cezalandırılmalıdır. 

Buna karşılık onlara büyük azap türleri içerisinden öylesine büyük bir azap vardır ki, bu azabın künhünü Allah’tan başkası bilmez. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l - Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl) 

Mâide Sûresi 38. Ayet

وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ  ٣٨


Yaptıklarına bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالسَّارِقُ ve hırsızlık eden erkeğin س ر ق
2 وَالسَّارِقَةُ ve hırsızlık eden kadının س ر ق
3 فَاقْطَعُوا kesin ق ط ع
4 أَيْدِيَهُمَا ellerini ي د ي
5 جَزَاءً bir ceza olarak ج ز ي
6 بِمَا karşılık
7 كَسَبَا yaptıklarına ك س ب
8 نَكَالًا ibret verici ن ك ل
9 مِنَ -tan
10 اللَّهِ Allah-
11 وَاللَّهُ ve Allah
12 عَزِيزٌ daima üstündür ع ز ز
13 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

Önceki âyetlerde (33-34) yol kesme ve yağmalamayı da kapsayan hırâbe suçunun cezası açıklanmıştı. Onun bir devamı olarak burada da hırsızlık suçuna verilecek ceza açıklanmaktadır. İslâm, meşrû kazançtan doğan malın korunmasını dinin temel hedeflerinden saymış ve telef olmaması için her türlü tedbiri almıştır. Bu cümleden olmak üzere kişinin haksız olarak başkasının malına el uzatmasını da kendi malını saçıp savurmasını ve israf etmesini de haram kılmıştır. Şu halde hırsıza verilen ceza sadece hukuk düzenini korumayı değil, aynı zamanda ilâhî emirlerin yani din ve ahlâk kurallarının yaşatılmasını da amaçlar. 

 Hırsızlık, “başkasına ait bir malın, muhafaza edildiği yerden sahibinin rızâsı olmaksızın ve sahiplenmek kastıyla gizlice alınması” demektir. Bu fiili işleyen kimseye de hırsız denir. İslâm hukukçuları arasında hırsızlık suçunun unsurları ve cezalandırılma şartlarına ilişkin ayrıntılarda görüş ayrılıkları bulunmakla beraber, genel kabule göre hırsıza el kesme cezasının (had) verilebilmesi aşağıdaki şartların varlığına bağlıdır:

 a) Hırsızın cezaî ehliyetinin bulunması yani temyiz gücüne sahip ve ergenlik çağına ulaşmış olması. 

b) Hırsızlığın haram olduğunu bilmesi. Hırsızlığın haram olduğunu bilmeyen yeni müslüman olmuş bir kimseye bu ceza uygulanmaz. 

 c) Hırsızlık suçunun kasıtlı olarak işlenmesi, yani hırsızın başkasına ait olduğunu bildiği bir malı sahiplenmek maksadıyla bilinçli bir şekilde ve isteyerek alması. 

d) Çalınan malın eylem esnasında başkasına ait olması, bu malda hırsızın mülkiyet cinsinden bir hakkının veya hak şüphesinin bulunmaması.

 e) Malın, muhafaza edildiği yerden gizlice alınmış olması. Malın zorla alınması veya emanet malın geri verilmemesi –haksız fiil olmakla birlikte– gizlice alma sayılmadığından hırsızlık değildir. Hz. Peygamber emanete hıyaneti hırsızlık saymamış ve bu suçu işleyenin elinin kesilmesini uygun bulmamıştır (Nesâî, “Sârik”, 5).

 f) Malın menkul ve mütekavvim (hukuken korunan iktisadî değere sahip mal) olması. Suçlunun fiiliyle taşınabilen her mal menkul sayılır. Mütekavvim olmayan mallar haklara konu teşkil etmediği için mülkiyeti de korunmaz. Meyve, sebze gibi kısa sürede bozulan şeylerin çalınmasında da el kesme cezası uygulanmaz (Nesâî, “Sârik”, 10-13). 

 g) Malın korunmuş iken alınmış olması. Açıkta bırakılan veya koruma altında bulunmayan bir malın alınması had cezasını gerektiren hırsızlık suçunu oluşturmaz.

 h) Çalınan malın değerinin belirli bir miktara (nisab) ulaşmış olması. Örfün müsamaha ettiği miktarın açıkça alınmasına gasp denilmediği gibi habersiz alınmasına da hırsızlık denilmemektedir (Elmalılı, III, 1672). Nisab miktarıyla ilgili olarak Hz. Peygamber’den rivayet edilen hadisler ve uygulamalar arasında farklılıklar bulunması sebebiyle İslâm hukukçuları bu konuda farklı görüşlere sahip olmuşlardır. Hanefîler’e göre sikkeli, halis 10 dirhem veya bu değerde bir şeydir; Şâfiî ve Mâlikîler’e göre dinarın dörtte biri; Hanbelîler’e göre 3 dirhem veya dörtte bir dinardır. Bunlardan her birinin sünnetten delilleri vardır. Hz. Peygamber değeri bir kalkandan daha az olan bir malı çalanın elinin kesilmeyeceğini belirtmiştir (Nesâî, “Sârik”, 8, 10). O zamandaki bir kalkanın fiyatının 10 dirhem, 5 dirhem, dinarın dörtte biri veya 3 dirhem olduğuna dair farklı rivayetler mezhepler arasındaki görüş ayrılığına sebep olmuştur (farklı rivayetler için bk. Nesâî, “Sârik”, 8-10).

 ı) Açlık, zaruret ve zorlama gibi hırsızlık suçunu işlemeyi kısmen veya tamamen mâzur gösterecek bir mazeretin bulunmaması.

 Hırsız bu suçu ilk defa işlemişse fakihlerin çoğunluğuna göre sağ eli bileğinden kesilir. Suçun tekrarı halinde verilecek ceza konusunda hukukçular farklı görüşlere sahiptirler: Hz. Ali, Hz. Ömer ve Ebû Hanîfe’ye göre suçu ikinci defa işleyen hırsızı te’dip için hapis ve sopa cezası uygulanır fakat eli veya ayağı kesilmez. Çoğunluğa göre ise ikincisinde sol ayağı kesilir (İbn Âşûr, VI, 192).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 267-269

Riyazus Salihin, 652 Nolu Hadis

Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre, Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan  bir kadının durumu Kureyşlileri pek üzmüştü. Bunun üzerine:

– Bu konuyu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kim görüşebilir? diye kendi aralarında konuştular. Bazıları:

– Buna Resûlullah’ın sevgilisi Üsâme İbni Zeyd’den başka kimse cesaret edemez, dediler.

Üsâme de onların istekleri doğrultusunda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile konuştu.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Üsâme’ye:

– “Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?” buyurduktan sonra kalkıp bir konuşma yaptı ve şunları söyledi:

“Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.”

Buhârî, Enbiyâ 54, Megâzî 53, Hudûd 11, 12; Müslim, Hudûd 8, 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 4; Tirmizî, Hudûd 6; Nesâî, Sârık 6; İbni Mâce, Hudûd 6

 

سرق Kişinin alma hakkına sahip olmadığı bir şeyi gizlice alması(çalması)dır. Kuran-ı Kerim’de de geçen  إسْتَرَقَ السَّمْع deyimi (Hicr/18) gizlice kulak verdi (kulak hırsızlığı yaptı) demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli sirkat (hırsızlık)tır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِنَ اللّٰهِۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  السَّارِقُ  mübteda olup damme ile merfûdur.  السَّارِقَةُ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. فَاقْطَعُٓوا  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

فَ  harfi zaiddir.  اقْطَعُٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَيْدِيَهُمَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَزَٓاءً  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur. مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle  جَزَٓاءً ’e mütealliktir.  

كَسَبَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. نَكَالًا  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  نَكَالًا ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harfi cersiz kullanımı. 2) Harfi cerli kullanımı

1) Harfi cersiz kullanımı: Harfi cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır. b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c) Mef’ûlün leh olacak mastarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d) Fiilin faili ile mef’ulün faili aynı olmalıdır.

e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ulün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır. Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

السَّارِقُ  kelimesi, sülâsi mücerredi  سرق  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. عَز۪يزٌ  haber olup damme ile merfûdur.  حَك۪يمٌ۟  ikinci haber olup damme ile merfûdur. 

عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِنَ اللّٰهِۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

السَّارِقُ  mübtedadır. Haber,   فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللّٰهِۜ  şeklindeki zaid  فَ  harfinin dahil olduğu emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Veya haber mahzuftur. Takdiri  حكم السارق (Hırsızın hükmü) şeklindedir. …فَاقْطَعُٓوا  cümlesi de istînâfî beyanî olur. 

السَّارِقَةُ  kelimesi temasül nedeniyle mübtedaya atfedilmiştir. 

Mübteda konumundaki  السَّارِقُ - السَّارِقَةُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Burada önce hırsız erkeğin zikredilmesi, bu işi daha çok onların yapıyor olması dolayısıyladır. 

جَزَٓاءً  mef’ûlün lieclih olarak mansubdur. Veya جازاهما جزاء  şeklinde takdir edilen mahzuf bir fiilin mef’ûlu mutlakıdır.  Mef’ûlü mutlakın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve akabindeki  كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللّٰهِ  cümlesi, masdar tevilinde olup  جَزَٓاءً ’e mütealliktir. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مِنَ اللّٰهِۜ  car-mecruru, نَكَالًا ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

جَزَٓاءً  ve  نَكَالًا  kelimelerindeki nekrelik tazim ifade etmiştir. Kelimeler arasında muvazene sanatı vardır.

كَسَبَا - فَاقْطَعُٓوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Hırsızlık (sirkat), başkasının malını gizlice almaktır. Sirkat (hırsızlık), ancak muhafaza altına alınmış bir malın çalınması çalınan malın, en az on dirhem değerinde olması yerinde tafsilatıyla açıklanan diğer bazı şartlarla el kesmeyi gerektirir. Hırsızlığın cezası olarak kesilecek ellerden maksad, sağ ellerdir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)

وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا  ayeti ile murad; sadece bileğin kesilmesidir. Ancak elin tümü zikredilmiştir. Bundan dolayı ayette cüz - kül alakasıyla mecazı mürsel vardır. (https://tafsir.app / aljadwal/5/38)  

Kitap ile sünnette bilinen yöntem, erkekler hakkında varid olan hükümlere kadınların da delalet yoluyla (bi tariki’d-delale) dahil edilmeleri iken bu konunun beyanına fazla itina gösterildiği ve ziyadesiyle caydırıcı olması için kadınlar tarafından gerçekleştirilen hırsızlık da burada sarahatle zikredilmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

اَيْدِيَ  (el) kelimesi, sadece parmakları da ifade edebilen bir kelimedir. Bu, hem parmaklarla birlikte avuç içini de ifade eden bir kelimedir. Yine bu kelime parmakları, avuç içini ve dirseklere kadar kolu da topluca ifade edebilir. Yine bu kelime, omuzdan parmak uçlarına kadar bütün kolu da ifade edebilir. يَد (el) kelimesi, bütün bu manaları muhtemil bir kelime olunca ve ayette bu manalardan birisi tayin edilip açıkça belirtilmeyince ayet mücmel olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

بِمَا كَسَبَا  ayetteki “o irtikâp ettiklerine bir karşılık” ifadesindeki  بِ  harf-i ceri, el kesme cezasının, ancak hırsızlık etme sebebine bağlı olduğu hususunda açık bir işarettir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

 

وَ , istînâfiyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması hükmün illetini bildirmek, ikazı artırmak ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Zamir makamında zahir isim zikredilerek tekrarlanmış, hükmün illeti konunun önemi vurgulanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Haber olan iki vasfın arasında  و  olmaması Allah Teâlâda ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın  عَز۪يزٌ ve  حَك۪يمٌ۟  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

عَز۪يزٌ  ve  حَك۪يمٌ۟ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

عَز۪يزٌ [Aziz] çok ihtiyaç duyulur, zor ulaşılır, alternatifi yok demektir. (İmam Gazali).

Önce gelen  عَز۪يزُ  ismini  حَك۪يمُ  isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye lâyık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Ankebût/26)

[Allah Azîz’dir] yani öyle bir hükümranlığa sahiptir ki istediği kişiye istediği gibi azap etmekte O’na kimse karşı koyamaz. Şöyle de denilmiştir: Allah Azîz’dir yani herkese galiptir, hiç kimse O’na mani olamaz. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)

Hak Teâlâ’nın  وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ  buyruğu, “O, intikam alma hususunda Azîz (kudretli), şeriat ve mükellefiyetleri hususunda da Hakîm (hikmetli)dir.” manasınadır. Esma’î şöyle der: “Maide Suresi’ni okurken yanımda bir bedevi Arap bulunuyordu. Bu ayeti yanlışlıkla  وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمُ  ‘Allah, gafur ve rahimdir.’ şeklinde okudum. Bunun üzerine bedevî, ‘Bu kimin sözüdür?’ deyince ben, ‘Allah’ın sözü’ dedim. O, ‘Bir daha oku’ deyince ben de tekrar aynı yanlışlığı yapıp  وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمُ  dedim ve hemen yanlışlığımın farkına vararak  وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ  diye okudum. Bundan sonra bedevî, ‘İşte şimdi düzelttin.’dedi. Ona, bunu nasıl anladığını sorunca, ‘Ey be adam, O (Allah) Azîz ve Hakîm olduğu için elin kesilmesini emretmiştir. O, mağfiret ve rahmeti ile elin kesilmesini emretmez.’ diye cevap verdi.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Böyle ifadeler çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Mâide Sûresi 39. Ayet

فَمَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪ وَاَصْلَحَ فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوبُ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ٣٩


Her kim de işlediği zulmünün arkasından tövbe edip durumunu düzeltirse kuşkusuz, Allah onun tövbesini kabul eder. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَنْ kim
2 تَابَ tevbe eder ت و ب
3 مِنْ
4 بَعْدِ sonra ب ع د
5 ظُلْمِهِ yaptığı haksızlıktan ظ ل م
6 وَأَصْلَحَ ve uslanırsa ص ل ح
7 فَإِنَّ şüphesiz
8 اللَّهَ Allah
9 يَتُوبُ tevbesini kabul eder ت و ب
10 عَلَيْهِ onun
11 إِنَّ şüphesiz
12 اللَّهَ Allah
13 غَفُورٌ bağışlayan غ ف ر
14 رَحِيمٌ acıyandır ر ح م

فَمَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪ وَاَصْلَحَ فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوبُ عَلَيْهِۜ


فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَابَ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. مِنْ بَعْدِ  car mecruru  تَابَ  fiiline mütealliktir.  

ظُلْمِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَصْلَحَ  fiili atıf harfi  وَ ’la  تَابَ ’ye matuftur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

اللّٰهَ  lafza-i celâl  إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. يَتُوبُ  cümlesi,  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

يَتُوبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  عَلَيْهِ  car mecruru  يَتُوبُ  fiiline mütealliktir.

اَصْلَحَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  صلح ’dir. 

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâl  إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. غَفُورٌ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.  رَح۪يمٌ  ikinci haberi olup damme ile merfûdur.

غَفُورٌ رَح۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَمَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪ وَاَصْلَحَ فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوبُ عَلَيْهِۜ


فَ , istînâfiyyedir.  Şart üslubunda gelen terkipte  مَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪  cümlesi, şarttır.  مَنْ  şart ismi mübteda, müspet mazi fiil sıygasındaki   تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪  cümlesi mübtedanın haberidir. 

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Aynı üslupta gelen  وَاَصْلَحَ  cümlesi, şart cümlesi olan  تَابَ ’ye matuftur. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوبُ عَلَيْهِ  ise  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsna ve celâl sıfatları bünyesinde barındıran  اللّٰهُ  ismiyle marife olması, konunun önemini vurgulamak ve fiilin yapılmasına teşvik içindir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.  

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَتُوبُ - تَابَ  arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَصْلَحَ - يَتُوبُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Ayet, Cenab-ı Hakk’ın, tövbe edenin tövbesini kabul ettiğine delalet etmektedir. Eğer ayetteki “ve kendisini düzeltirse…” ifadeden maksat, “O kimse salih ve sadık bir niyet; sahih ve bütün diğer maksatlardan uzak bir azim ve kararlılık ile tövbe ederse…” demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Ayet, tövbenin kabul edilmesinin Allah üzerine vacip olmadığına delalet etmektedir. Çünkü Cenab-ı Hakk, tövbeyi kabul etmekle kendini medhetmiştir. Medh ise görevi olan şeyleri eda etmekle değil, ancak bir lütuf ve ihsan ile ilgili fiilleri yapmakla olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb) 


 اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah’ın  غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

رَح۪يمٌ - ظُلْمِه۪  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy, تَابَ - غَفُورٌ  kelimelerinin arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Kur’an’da  غَافر-غَفُورٌ-غفّار  şeklinde üç kullanım da vardır. غَافر, devamlı affeden; غَفُورٌ, en kapsamlı olan, her çeşit günahı sonsuz ve sınırsız affeden; غفّار, bir çeşit günahı defalarca yapsa da affeden demektir. Kur’an’da bu isimlerin mukabili olarak ظالم , ظلوم ,ظلّام  kelimeleri geçer.

Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Böyle ifadeler çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ  ile, haberdeki mübalağa sigalarıyla, celâl ve kemal ifade eden lafza-i celâlin zikredilmesi ile tekid edilmiştir. Bu lafza-i celâl, dinleyen kişinin kalbine korku saçar. Bu nedenle birçok fasılada bulunur. Bu mevki, bulunduğu siyaka bağlı olarak başka ayetlerde bulunmayan manalar da kazandırır. Bu gerçekten mühimdir. Yani aynı kelimeler ve aynı terkipten oluşmuş bir fasıla, her zaman aynı şeye delalet etmez. Çünkü siyak, o ibareye başka delaletler de kazandırır. Lafız ve terkiplerin bir olması, onları asıl manada birleştirir, ancak siyak onları ayırır, çeşitlendirir ve aynı olan ibareleri birbirinden uzaklaştırır ya da yaklaştırır. Siyak, manaları dolayısıyla bu farklılığa sebep olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.166)

Cenab-ı Allah son derece mağfiret ve rahmet edicidir. İşte bundan dolayıdır ki hırsızın tövbesini de kabul buyurur. Bu cümle makablinin illeti mahiyetindedir. İsmi celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek (yani Allah olmasının gereği budur) ve cümlenin bağımsızlığını desteklemek içindir. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l - Akli’s-Selîm)

Mâide Sûresi 40. Ayet

اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  ٤٠


Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’a aittir. O, dilediğine azap eder, dilediğini de bağışlar. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَعْلَمْ bilmez misin ki ع ل م
3 أَنَّ şüphesiz
4 اللَّهَ Allah’a
5 لَهُ aittir
6 مُلْكُ mülkü م ل ك
7 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
8 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
9 يُعَذِّبُ azabeder ع ذ ب
10 مَنْ kimseye
11 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
12 وَيَغْفِرُ ve bağışlar غ ف ر
13 لِمَنْ kimseyi
14 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
15 وَاللَّهُ Allah
16 عَلَىٰ üzerine
17 كُلِّ her ك ل ل
18 شَيْءٍ şey ش ي ا
19 قَدِيرٌ kadirdir ق د ر

Bu soru önceki âyeti açıklayıcı mahiyettedir. Orada yüce Allah, tövbe edip halini düzeltenlerin tövbelerini kabul buyuracağını ve günahlarını bağışlayacağını bildirmişti. Burada da sebebini açıklayarak bütün mülkün kendisine ait olduğunu, mülkünde dilediğini yapıp dilediği şekilde hükmetme yetkisine sahip bulunduğunu ve her şeye kadir olduğunu, bu sebeple dilediğini cezalandıracağını, dilediğini de bağışlayacağını ifade buyurmuştur

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 271

اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ


Hemze, istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  

تَعْلَمْ  sükun ile meczum muzari fiildir.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  تَعْلَمْ  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur. 

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ 'nin ismi olup fetha ile mansubdur.  لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ  cümlesi,  اَنَّ 'nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مُلْكُ السَّمٰوَاتِ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.

يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi,  اَنَّ 'nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.

يُعَذِّبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَشَٓاءُۜ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  يَغْفِرُ  atıf harfi  وَ ‘la  يُعَذِّبُ  ‘ya matuftur.

يَغْفِرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  مَن  müşterek ism-i mevsûlu  لِ  harf-i ceriyle  يَغْفِرُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَشَٓاءُۜ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

يُعَذِّبُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


  وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur.

عَلٰى كُلِّ  car mecruru  قَد۪يرٌ ’e mütealliktir.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يرٌ  haber olup damme ile merfûdur.

قَد۪يرٌ۟  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. 

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ


Ayet, beyanî istînâfi olarak fasılla gelmiştir. 

Sebebi kemâl-i ittisâldir. İstînâfi beyaniyedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede hemze takriri istifham harfidir. Cümle menfî muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak inkâr ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecâz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca tecahülü arif sanatı söz konusudur.

Cevabı malum bir soru şeklindeki cümle, haber üslubundan daha etkili hale gelmiş ve düşünmeye, hak söze kulak vermeye çağırmıştır.

Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ‘nin dahil olduğu  اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  cümlesi, masdar teviliyle  تَعْلَمْ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Ayetteki  له  car mecruru, takdim edilerek tahsis ifade etmiştir. Yerlerin ve göklerin mülkü, Allah’a kasr edilmiştir. Hakiki kasr ve kasrı sıfat alel mevsûftur. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, soru; 871)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

اَنَّ ’nin haberi olan  لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مُلْكُ السَّمٰوَاتِ  izafeti, muahhar mübtedadır. Cümlede müsnedün ileyhin izafetle marife olması, faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur.

وَالْاَرْضِ  kelimesi, tezat sebebiyle muzâfun ileyh olan  السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilmiştir.

السَّمٰوَاتِ ’den sonra  الْاَرْضِ ’nın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

اَنَّ ’nin ikinci haberi olan  يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُعَذِّبُ  fiilinin mef’ûlü müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘ in sıla cümlesi  يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Tezat nedeniyle makabline atfedilen  وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiiller, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , cer harfi  لِ  ile  يَغْفِرُ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  يَشَٓاءُ  cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlû bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَنْ - يَشَٓاءُ  kelimelerinin tekrarında  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi ile  يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

يُعَذِّبُ - يَغْفِرُ  kelimeleri arasında  tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.

Bu cümle de makabli gibi mezkûr hükmün illeti mahiyetindedir. Çünkü ulûhiyet unvanı, göklerin ve yerin hükümranlığının yalnız Allah Teâlâ'ya aidiyetinin yegâne sebebidir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)

Buradaki inkâr-ı istifham da, ilmi tespit içindir. (Yani elbetteki biliyorsun, demektir.) Maksat, Allah’ın azap etmeye ve mağfirete muktedir olduğuna en beliğ ve en mükemmel bir şekilde yerine getirdiğine işaret etmesidir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Azap vermenin mağfiretten önce zikredilmesi, ikisinin sebepleri arasındaki sırayı gözetmek içindir. (Azabın sebebi suç işlemek; bağışlamanın sebebi de suçluya merhamet etmektir.) (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

اَلَمْ تَعْلَمْ [Bilmez misin ki] Peygambere hitaptır. Maksat, O ve ümmetidir. Yalnız O’nu zikretmesi bunu en iyi bilenleri ve bilgilerinin kaynağı olmasındandır. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl, Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

 

 وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelen cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin hükmün illetini bildirmek, korkuyu ve ikazı artırmak kastıyla zamir makamında Allah ismiyle gelerek üçüncü kez tekrarlanmasında tecrîd, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ , umum ve şümul için amili olan  قَد۪يرٌ ‘ e takdim edilmiştir.

شَيْءٍ ’ deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

قَد۪يرٌ۟  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek O’nun elindedir. Allah her şeye kadirdir. Bu itibarla cümle, geçen hükmün sebep ve gerekçesidir. 

اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  ifadesi Kur’ânda 22 kere geçmiştir. Tekrarlanan kelimeler ya da sıygalar, okuyucuyu kelimenin ilk geçtiği yere gönderir ki bu beyan renklerinden biridir. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)  

Bu cümle ilmin ve kudretin umumiliğine delalet etmek için tezyîldir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Bakara/284) 

Ayetin bu son cümlesi, konudan bağımsız olarak, atasözü gibi insanlar arasında kullanılması nedeniyle mesel tarikinde tezyil olarak ıtnâb sanatıdır. 

Mâide Sûresi 41. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  ٤١


Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla “İnandık” diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar (Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler: “Eğer size şu hüküm verilirse, onu tutun. O verilmezse sakının.” Allah, kimin azaba uğramasını istemişse artık sen onun için asla Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah’ın kalplerini temizlemeyi istemediği kimselerdir. Onlara dünyada bir rüsvaylık, ahirette ise yine onlara büyük bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الرَّسُولُ Elçi ر س ل
3 لَا
4 يَحْزُنْكَ seni üzmesin ح ز ن
5 الَّذِينَ kimseler
6 يُسَارِعُونَ yarış eden(ler) س ر ع
7 فِي
8 الْكُفْرِ küfürde ك ف ر
9 مِنَ
10 الَّذِينَ onlar ki
11 قَالُوا derler ق و ل
12 امَنَّا inandık ا م ن
13 بِأَفْوَاهِهِمْ ağızlariyle ف و ه
14 وَلَمْ
15 تُؤْمِنْ inanmamış iken ا م ن
16 قُلُوبُهُمْ kalbleri ق ل ب
17 وَمِنَ ve arasında
18 الَّذِينَ olanlar
19 هَادُوا yahudi(ler) ه و د
20 سَمَّاعُونَ kulak verirler س م ع
21 لِلْكَذِبِ yalana ك ذ ب
22 سَمَّاعُونَ kulak verirler س م ع
23 لِقَوْمٍ bir kavme ق و م
24 اخَرِينَ başka ا خ ر
25 لَمْ
26 يَأْتُوكَ sana gelmemiş olan ا ت ي
27 يُحَرِّفُونَ onlar kaydırırlar ح ر ف
28 الْكَلِمَ kelimeleri ك ل م
29 مِنْ
30 بَعْدِ bazısının ب ع د
31 مَوَاضِعِهِ yerlerinden و ض ع
32 يَقُولُونَ derler ق و ل
33 إِنْ eğer
34 أُوتِيتُمْ size verilirse ا ت ي
35 هَٰذَا bu
36 فَخُذُوهُ alın ا خ ذ
37 وَإِنْ ve eğer
38 لَمْ
39 تُؤْتَوْهُ verilmezse ا ت ي
40 فَاحْذَرُوا sakının ح ذ ر
41 وَمَنْ ve birini
42 يُرِدِ isterse ر و د
43 اللَّهُ Allah
44 فِتْنَتَهُ şaşırtmak ف ت ن
45 فَلَنْ
46 تَمْلِكَ sen yapamazsın م ل ك
47 لَهُ onun için
48 مِنَ karşı
49 اللَّهِ Allah’a
50 شَيْئًا hiçbir şey ش ي ا
51 أُولَٰئِكَ işte onlar
52 الَّذِينَ o kimseler ki
53 لَمْ
54 يُرِدِ istememiştir ر و د
55 اللَّهُ Allah
56 أَنْ
57 يُطَهِّرَ temizlemesini ط ه ر
58 قُلُوبَهُمْ kalblerini ق ل ب
59 لَهُمْ onlar için vardır
60 فِي
61 الدُّنْيَا dünyada د ن و
62 خِزْيٌ rezillik خ ز ي
63 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
64 فِي
65 الْاخِرَةِ ahirette de ا خ ر
66 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
67 عَظِيمٌ büyük ع ظ م

يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.  هَا  tenbih harfidir. الرَّسُولُ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup damme ile merfûdur. Nidanın cevabı  لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ ’dir.  

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَحْزُنْكَ  sükun ile meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُسَارِعُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُسَارِعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْكُفْرِ  car mecruru  يُسَارِعُونَ  fiiline mütealliktir.  

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  مِنَ  harfi ceriyle  يُسَارِعُونَ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  قَالُٓوا اٰمَنَّا ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.

قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l -kavl  اٰمَنَّا ’dır. قَالُٓوا  fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.  

اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. بِاَفْوَاهِهِمْ  car mecruru  قَالُٓوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  haliyyedir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

تُؤْمِنْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. قُلُوبُهُمْ  fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde   اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰمَنَّا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

يُسَارِعُونَ  fiili,sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  سرع’dur. 

Mufaale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ 


وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  مِنَ  harf-i ceriyle birinci ism-i mevsûle matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  هَادُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

هَادُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

سَمَّاعُونَ  mahzuf mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Takdiri;  هم  şeklindedir. هم سمّاعون cümlesi,  هَادُوا ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.

لِ  harf-i ceri zaiddir.  الْكَذِبِ  lafzen mecrur, mübalağalı ism-i fail  سَمَّاعُونَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  سَمَّاعُونَ  ikinci haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

لِقَوْمٍ  car mecruru ikinci  سَمَّاعُونَ ’ye mütealliktir. اٰخَر۪ينَ  kelimesi  قَوْمٍ ’in sıfatı olup cer alameti  ى ‘ dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Mübalağalı ismi failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır.  3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَمَّاعُونَ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ

Cümle,  قَوْمٍ ’in ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَأْتُوكَ  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. يُحَرِّفُونَ  cümlesi,  قَوْمٍ ’in üçüncü sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  

يُحَرِّفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْكَلِمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  يُحَرِّفُونَ  fiiline mütealliktir. مَوَاضِعِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُحَرِّفُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  حرف ’dir. 

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ

Cümle,  يُحَرِّفُونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.  

يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l kavl  اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا ‘dir. يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُو۫ت۪يتُمْ  şart fiili olup, sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İşaret ismi  هٰذَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

خُذُوهُ  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir. اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تُؤْتَوْهُ  şart fiili olup  ن ’un hazfıyla meczum meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

احْذَرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اُو۫ت۪يتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 


  وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ


وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُرِدِ  şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. فِتْنَتَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.

تَمْلِكَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. لَهُ  car mecruru  شَيْـًٔا ‘in mahzuf haline mütealliktir. مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  شَيْـًٔا ‘in mahzuf haline mütealliktir. شَيْـًٔا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يُرِدِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 


اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يُرِدِ  sükun ile meczum muzari fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

يُطَهِّرَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  قُلُوبَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُطَهِّرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  طهر ’dir. 

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

 لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

 

Cümle,  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.  

İsim cümlesidir. لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. فِي الدُّنْيَا  car mecruru  خِزْيٌ  ‘nun mahzuf haline mütealliktir. خِزْيٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ cümlesi, atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. عَذَابٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.  عَظ۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ  ‘nun sıfatı olup damme ile merfûdur. 

الدُّنْيَا  ve  عَظ۪يمٌ۟ kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  الرَّسُولُ münadanın sıfatıdır. 

يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ  şeklindeki nidada  الرَّسُولُ  lafzıyla Peygamber Efendimize hitap edilmesi şereflendirmek ve yüceltmek içindir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Nidanın cevabı olan  لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ  cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Fail konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudus, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Küfre koşanların ism-i mevsûlle ifade edilmesi onları tahkir ve sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. 

يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ  Bir şeyde müsaraa etmek (yarış etmek), süratle ve istekle üstüne atlamaktır.

فِي الْكُفْرِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla küfür, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü küfür hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , başındaki harf-i cerle  يُسَارِعُونَ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Sılası olan  قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan,  اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْ  cümlesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

Ayetteki üçüncü cemi müzekker has ism-i mevsûl olan  وَمِنَ الَّذ۪ينَ , başındaki harf-i cerle birlikte önceki mevsûle matuftur. Sılası olan  هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

هَادُوا ‘deki failin hali olan  سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ  cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  سَمَّاعُونَ  takdiri  همْ  olan mahzuf mübtedanın haberidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

سَمَّاعُونَ ‘nin mef’ûlü olan  لِلْكَذِبِ ‘deki lam, tekit için gelmiş zaid harftir. İsm-i fail, fiil gibi amel etmiştir.

سَمَّاعُونَ , rubaî  فعّال  babının ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. سَمَّاعُونَ  kelimesi mübalağa kalıbında gelmiştir Yalana aşırı derecede kulak verdiklerini ifade eder. 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)   

İkinci  سَمَّاعُونَ  ikinci haberdir. سَمَّاعُونَ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ikinci  سَمَّاعُونَ ‘nin mef’ûlü olan  لِقَوْمٍ ‘deki lam, tekit için gelmiş zaid harftir.

لِقَوْمٍ  için sıfat olan  اٰخَر۪ينَۙ , anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.  لِقَوْمٍ ‘deki nekrelik tahkir ifade eder.

لِقَوْمٍ  kelimesindeki  لِ  harfi; ism-i failin mef’ûldeki eyleminin zayıflığını kuvvetlendirmek içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

اٰمَنَّا -  الْكُفْرِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab  اٰمَنَّا - لَمْ تُؤْمِنْ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. sanatı vardır.

لَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْ  cümlesiyle  اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

قُلُوبُهُمْ - بِاَفْوَاهِهِمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

“Rabbinizin mağfiretine ve genişliği göklerle yer kadar olan cennetine koşun (musaraa edin).” (Âl-i İmran/133) ayetinde musaraa fiili  إلى  harfi ile kullanıldığı halde burada (zarfiyet ifade eden) فِي harfi ile kullanılmış olması, onların küfürde kararlı olduklarına, küfrün içine yerleştiklerine ve ondan hiç ayrılmadıklarına, sürekli olarak müşriklerle dostluk kurmada ve İslam’a olan kinlerini açığa vurmak gibi küfrün bazı hallerinden diğer bazı hallerine süratle geçtiklerine işaret etmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)   

Küfürde koşmanın manası en küçük vesile ile ve her fırsatta izini göstermektir ki tekrarlanan hali bir şeye süratle yürüyen kişiye benzetilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Küfürde koşuşanlara hüzün isnad edilmesi hakikati olmayan aklî bir mecazdır. Çünkü koşuşanlar hüzne sebep olurlar. Hüzünlünün ruhundaki kederin uyarıcısına gelince bu bilinmeyen bir şeydir. Bu nedenle hakikati olmayan bir mecazdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ [Küfürde yarışanlar] ifadesi kâfirleri,  اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْ  [ağızları ile iman edip kalpleriyle iman etmeyenler] ifadesi de münafıkları anlatan bir kinayedir.

السَّمّاعُ, “işitmenin çokluğu” demektir. Kendisine söylenen her şeyi dinleyip işiten demektir. İşitme fiili hakiki manada kullanılmıştır. Yani yalan olduğunu bildikleri halde konuşmayı dinlerler. Bunu önemser ve çoğaltmak isterler. Bu ifade; yalanların kendi aralarında, işiten ile uyduran arasında yayılmasından kinayedir. Çünkü çok işitmek çok söz gerektirir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ  cümlesi küfürde yarışanlar için bir beyandır. Kalpten inanmadıkları halde ağızlarıyla “inandık” diyenler münafıklardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

اٰمَنَّا  ifadesi  قَالُٓوا ’nun mef'ûlüdür,  بِاَفْوَاهِهِمْ  ise  اٰمَنَّا ’ya değil  قَالُٓوا ’ya müteallıktır. Yani kalpten gelerek ve inanarak değil de ağızlarıyla dediler manasındadır.  وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا  ise kendinden önceki kelâmdan bağımsız olup  سَمَّاعُونَ  kelimesinin haberidir,  اليهود قوم سماعون  (Yahudilerden (…a) kulak verip duran bir topluluk vardır) takdirindedir.  مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا  ifadesine atfı da mümkün olup  سَمَّاعُونَ  ifadesi,  هم  سماعون  takdirindedir. Yani  mahzuf bir mübtedanın haberi olarak merfûdur. Takdir edilen  هم  zamiri ise her iki gruba ya da sadece  الَّذ۪ينَ هَادُوا ’ya râcidir. Yani ya her iki grup da ya da sadece Yahudiler yalana kulak verip durmaktadır.  سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ  [Yalana kulak verip durmak]’tan maksat ise şudur: Bunlar, Yahudi alimlerinin dindenmiş gibi gösterdikleri düzmece şeyleri, onların Allah’a karşı uydurdukları yalanları ve Tevrat’ta yaptıkları tahrifatı kabule yatkındırlar. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Burada Peygamberimiz (s.a.v) ‘e Resul unvanı ile hitab edilmesi, teşrif ve tesliye sebebini bildirmek içindir. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Cenab-ı Hakk, Hazreti Muhammed’e (s.a.v) birçok ayette “Ey Nebi!” diye hitap etmiş, sadece şu iki ayette, “Ey Resul!” demiştir:

1- (Maide/41) Bu ayette, “Ey Resul, Sana indirileni tebliğ et.” 

2- (Maide/67) ayetinde “... Şüphesiz bu, bir şeref ve saygı hitabıdır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ 

 

Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَمْ يَأْتُوكَ  cümlesi,  قَوْمٍ  ‘in ikinci sıfatıdır. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müspet muzari fiil sıygasında gelen  يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ  cümlesi,  لِقَوْمٍ  için üçüncü sıfat cümlesidir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Muzari fiiller, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ  izafeti  يُحَرِّفُونَ  fiiline mütealliktir.

سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ لَمْ يَأْتُوكَ  [Daima, senin yanına gelmeyen başka bir kavmin sözünü dinleyenler…] ifadesiyle Peygamberin (s.a.v) meclisine hiç uğramayıp O’ndan uzak duran Yahudiler kastedilmektedir. Bunun sebebi de içlerindeki ölçüsüz kin ve nefret ile düşmanlıkta aşırılıktır. Yani onlar Yahudi alimlerine ve “Sana bakmaya bile tahammül edemeyecek kadar” düşmanlıkta ileri giden aşırılara kulak verirler.

 يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ  [Ki bunlar kelimelerin yerlerini değiştirirler] yani sözü sağa sola sündürüp yok ederler, kelimeleri Allah Teâlâ’nın vaz ettiği kök anlamlarından kopardıktan sonra ilk haliyle bir bağlamı varken hiç bağlamı olmayan alakasız anlamlara çekerler. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

مِن بَعْدِ مَواضِعِهِ  ifadesi kelamın tahrifine kadar ulaştı demektir. Çünkü  بَعْدَ  yani “sonraki” ifadesi, kelimelerin yerlerinin sabit olduğunu ve Tevrat’ta kalmasına rağmen amelinin iptal edilmesini gerektirir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)


يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ 

 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle kavmin dördüncü sıfatı olarak gelmiştir. 

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ  terkibi şart üslubunda gelmiştir.

Şart cümlesi olan  اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

هٰذَا  ile kelimeler işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَخُذُوهُ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

اُو۫ت۪يتُمْ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s.127)

Aynı üslupta gelen  وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُوا  cümlesi, tezat sebebiyle makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.

Şart cümlesi olan  لَمْ تُؤْتَوْهُ  menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَاحْذَرُوا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

اُو۫ت۪يتُمْ - لَمْ تُؤْتَوْهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ  cümlesiyle اِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُوا  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

فَخُذُوهُ - فَاحْذَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

“Şayet size şu kök anlamından ve bağlamından kopartılarak tahrif edilen şey [verilirse onu alın] bilin ki o haktır, onunla amel edin! [O verilmez] ve Muhammed size onun hilafına fetva verir [se o takdirde ondan sakının] aman ha aman, kendinizi ondan koruyun zira o bâtıldır, sapıklıktır.” dediler. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)


وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ

 

وَ  istînâfiyye,  مَنْ  şartiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubunda gelen terkipte  وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ  cümlesi, şarttır. مَنْ  şart ismi mübteda,  يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ  cümlesi, mübtedanın haberidir. 

Müsnedin, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam şeklinde gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük, haşyet duyguları uyandırmak ve hükmün illetini bildirmek içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Mef’ûl olan  فِتْنَتَهُ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

ف  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً , menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiili nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren nefy harfi  لَنْ , cümleyi tekid etmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

مِنَ اللّٰهِ  ve  لَهُ  car-mecrurları masdardan naib olan  شَيْـٔاً ‘in mahzuf haline mütealliktir. Hal, sahibul hale ihtimam için takdim edilmiştir. Halin ve masdarın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

شَيْـًٔا  kelimesindeki tenvin taklîl ve tahkir içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Benzeri yerlerde olduğu gibi tahkir ifade eder. Mef’ûlu mutlak olarak mansubdur. Çünkü bir mastara izafe edilme kastı vardır. Yani  شَيْئًا مِنَ الضُّرِّ  demektir. Dolayısıyla bir masdardan naib olarak gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Burada da zamir makamında ism-i celîlin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaîdini ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Zamir makamında zahir ismin zikrinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ  [Allah’ın fitneye düşürmek istediği işbu kimseler] yani Allah’ın gerçek yüzlerini ortaya çıkarmak üzere ayartılmış olarak kendi hallerine bırakıp rezil rüsvay ettiği kimseler  فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔا  [için sen Allah’a karşı hiçbir şeye malik değilsin.] Sen onların Allah’ın lütuf ve inayetinden, tevfîkine mazhariyetten nasiplenebilmeleri için hiçbir şey yapamazsın. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Fitneye düşen kimsenin fitnesi ve bunun gerçekleşmesi Allah’ın ezeldeki iradesidir. Ve bu takdirin alameti; öğüt ve hidayetin olmamasıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)


اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidai kelamdır.

اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda,  الَّذ۪ينَ  haberdir. 

Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip tahkir etmek içindir.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca onların muhatap tarafından bilinen kişiler olduklarını bize gösterir.

Haber konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  ‘nin sılası olan  لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük, haşyet duyguları uyandırmak ve hükmün illetini bildirmek içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ  cümlesi, masdar teviliyle  يُرِدِ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. 

Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ  [kalplerini temizlemek] ifadesinde istiare sanatı vardır. Kalpler, yıkanabilir bir nesneye benzetilmiştir. İmanın kabulü manasına gelen bu ifadede, mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

اُو۬لٰٓئِكَ  işareti; söz konusu münafıklar ve Yahudiler içindir. Bu işaret isminin kullanılması, onların fesattaki mertebelerinin çok derin olduğunu zımnen bildirmek içindir.(Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s - Selîm)

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ  [Onlardır işte, Allah’ın kalplerini temizlemek istemediği kimseler!] Yani Allah, onlara hakkında lütuf ve ihsanından kalplerini temizleyecek şeyleri bahşetmeyi dilememiştir, çünkü buna ehil değildiler ve Allah böylesi bir lütuf ve ihsanın onlara kâr edip bir yarar sağlamayacağını biliyordu. “Allah’ın ayetlerine inanmayanları, Allah elbette doğru yola iletmez.” (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

أُولَئِكَ الَّذِينَ لَمْ يُرِدِ اللَّهُ أنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ  sözü;  ومَن يُرِدِ اللَّهُ فِتْنَتَهُ  sözü gibidir. Temizlenme (يُطَهِّرَ ) ile kastedilen, iman ve hidayetin kabulüne hazırlık veya imanın kabulünün ta kendisidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)


لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

 

لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ  cümlesi,  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretinin ikinci haberidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  فِي الدُّنْيَا  car mecruru, bu mahzuf habere mütealliktir. Veya  خِزْيٌ  ‘nun mahzuf haline mütealliktir. خِزْيٌ , muahhar mübtedadır. 

فِي الدُّنْيَا  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الدُّنْيَا , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  dünya, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Müsnedün ileyh olan  خِزْيٌ  kelimesindeki nekrelik, nev, teksir ve tahkir içindir. Bu cezanın anlayamayacağımız kadar kötü ve çok olduğu ifade edilmiştir.

Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen  وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  muahhar mübtedadır.

فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru,  عَذَابٌ ‘nun mahzuf haline mütealliktir. Hal, sahibul hale ihtimam için takdim edilmiştir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cümlede müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ  kelimesinin nekra gelişi tazim, kesret ve tarifi imkansız bir nev olduğunu ifade eder.

عَظ۪يمٌ۟  kelimesi  عَذَابٌ  için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Azim azab; kişinin ölmesine müsaade etmeksizin tattırılabilecek en büyük azabı ifade eder. Bunu ancak Allah yapabilir.

Azim azab ifadesi 14 kere geçerken elim azap ifadesi 46 kere geçmiştir.

لَهُمْ  iki kere tekrarlanarak ve takdim edilerek vurgulanmıştır. Bu  tekrarda ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ  cümlesiyle, وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı,  خِزْيٌ - عَذَابٌ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

خِزْيٌ - عَذَابٌ  kelimeleri nekre gelerek bu cezanın ve rezilliğin anlayamayacağımız kadar kötü ve çok olduğu ifade edilmiştir. Öyle büyük bir azap ve rezillik ki tasavvuru mümkün değildir.

Görüldüğü gibi  لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  sözüyle yetinilmemiş müsned olan  لَهُمْ tekrarlanmıştır. Bunun sebebi, bu kişilerin dünyada rezilliğe müstehak oldukları gibi ahirette de büyük bir azaba müstehak olduklarını açıklamaktır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) [Onlar için dünyada rüsvaylık vardır] öldürülmek ve esir edilmek gibi ya da hor görülmek ve cizye vergisi gibi. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Kur’an’da ceza ile ilgili bir açıklama olduğunda mutlaka bu cezaya bir nitelik iliştirilir. Örneğin, “azabun muhin”, “azabun azim”, “azabun elim”, “azabun şedid” gibi. Oldukça şiddetli, acı dolu, büyük, alçaltıcı bir azaptan bahsedilir. Bunlar cezanın Kur’an’da bahsedilen farklı nitelikleridir. Ama prensip olarak, “El cezâu min cins'il amel / Ceza amelin cinsindendir”. Yani verilecek ceza işlenen suç ile adalet gereği aynı cinsten olur. Eğer biri başkasını küçük düşürücü bir suç işlemişse benzeri bir ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer büyük bir suç işledilerse cezası da büyük olmalıdır. Eziyete sebep oldularsa, eziyet ve ıstırap dolu bir ceza ile cezalandırılmalıdır. 

Günün Mesajı

Hırsızlığın cezası el kesmedir. Ama bu cezanın verildiği hırsızlığın şartları vardır. Geniş bilgi için TDV İslamAnsiklopedisine bakınız. ALİ BARDAKOĞLU, "HIRSIZLIK", TDV İslâm Ansiklopedisi

https://islamansiklopedisi.org.tr/hirsizlik

Sayfadan Gönüle Düşenler

Ansızın bir melodi düşer yüreğine. Tek bir kelimeyle uyanır, duyguların. Düşüncelerinin üzerine bir güneş doğar. Aydınlıkla beraber yenileri gelir. Lüzumsuzların gitme vakti gelmiştir. Faydasından çok zararı dokunanların ardından bakar insan. Huzurun dokunduğu yüreğiyle kucaklaşır. O andan hiç ayrılmak istemezmiş gibi nefesini tutar.

Doğru hedeflere kaysın, gözümüz. Doğru insanlarla kesişsin, yolumuz. Doğruyu hatırlayıp, yanındakilere doğruyu hatırlatanlardan olsun, zihnimiz. Doğru zamanda konuşup, doğru zamanda sussun, dilimiz. Doğruya uzanıp, doğruyu paylaşanlardan olsun, ellerimiz. Salihleri sevsin, gönlümüz. Salihlerden olma temennisiyle dolsun taşsın, yüreğimiz. Yaptığı her hatadan istiğfar etsin ve affedilenlerden olsun, kalbimiz. Bulunduğu yer ve zamandaki nimetleri en güzel şekilde değerlendirsin, kıymetini bilsin, benliğimiz. Kolayın çekiciliğine rağmen yine de Hak, illa da Hak, billa da Hak desin, nefsimiz. Ve mahşerde, bu halimize, şahit olsun biriktirmeye çalıştığımız doğrularımız, uzuvlarımız ve bedenimiz.

Şüphesiz, hiçbir şeyi boşa yaratmadığın bu alemde, yalnız merhametine sığındık, ya Rab!

Hakikatı barındıran ve aslında bildiğimiz ama uyuya kalmış hakikatları da diriltip, batıllardan arındıracak, melodilerle doldur yüreğimizi, Rabbim. 

Amin.

***

Sınıfta yapılan bir tartışma esnasında şunları söyledi:

Herkesin bir başkası için ‘bedelini ödemeli’ dediği ama kendisine ya da sevdiklerine geldiği zaman çeşitli bahanelere başvurarak kaçtığı ve asıl kişilerin sahip oldukları imkanlardan ya da tanıdıklarından dolayı bedel ödemediği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Günümüzde sağlam kanıtlarla suçu ispatlanmasına rağmen suçlulara caydırıcı cezaların uygulanmadığını biliyoruz.

Bununla birlikte dünyanın her yerinde, her geçen sene suç oranları hızla artmaya ve suç işleme yaşları da düşmeye devam ediyor. Maddi ve manevi anlamda yalnızlaştığı için öz değerini kaybedenler, sanal ve reel dünyada suçlara eğilim gösteriyor. Oyunlar, filmler, reklamlar ve şarkılar; kişiyi devamlı sınırların dışına çıkmaya teşvik ediyor. 

Sonuçlardan çok süreçlere dikkat çekilerek suçlu için acıklı bir tablo çiziliyor. Öyle ki, seçme şansı yokmuş izlenimi bırakılıyor. Hayatta seçim yapılamayan zaruri durumlar olsa da bunun her suçlu ve suç için geçerli olması mümkün değildir. Süreçler önemlidir ama nefsani dürtüleri için yaşayan ya da devamlı nefsini beslemeye alışan her suçlunun basit ya da karmaşık bir sebebi illa ki vardır. 

Ancak, sonuçlara gereken ceza verildiği ama süreçlerden de gereken dersler çıkarıldığı zaman toplumda adalet adına bir yerlere ulaşılabilir.

Ey Allahım! Bizim ve bulunduğumuz toplumun sonunu hayır eyle. Bizi ve nesillerimizi, suç işlemek ve hatalarından sonra tövbe etmemek gafletinden muhafaza buyur. Dünya hayatının herhangi bir köşesinde, haksızlığa uğramaktan ve haksızlık yapmaktan muhafaza buyur. Bizi, Senin rızan için ahlakını ve halini güzelleştiren, rahmetin ile affettiğin adil kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji