بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَقَفَّيْنَا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِۖ وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْج۪يلَ ف۪يهِ هُدًى وَنُورٌۙ وَمُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَفَّيْنَا | ve gönderdik |
|
2 | عَلَىٰ | üzerine |
|
3 | اثَارِهِمْ | onların ardından |
|
4 | بِعِيسَى | Îsa’yı |
|
5 | ابْنِ | oğlu |
|
6 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
7 | مُصَدِّقًا | doğrulayıcı olarak |
|
8 | لِمَا | olan |
|
9 | بَيْنَ |
|
|
10 | يَدَيْهِ | ellerinde |
|
11 | مِنَ |
|
|
12 | التَّوْرَاةِ | Tevrat’ı |
|
13 | وَاتَيْنَاهُ | ve ona verdik |
|
14 | الْإِنْجِيلَ | İncil’i |
|
15 | فِيهِ | içinde bulunan |
|
16 | هُدًى | yol gösterme |
|
17 | وَنُورٌ | ve nur |
|
18 | وَمُصَدِّقًا | ve doğrulayan |
|
19 | لِمَا | olan |
|
20 | بَيْنَ |
|
|
21 | يَدَيْهِ | ellerinde |
|
22 | مِنَ |
|
|
23 | التَّوْرَاةِ | Tevrat’ı |
|
24 | وَهُدًى | ve yol gösterici |
|
25 | وَمَوْعِظَةً | ve öğüt |
|
26 | لِلْمُتَّقِينَ | korunanlar için |
|
Her peygamber kendisinden önce gelmiş olan peygamberleri ve kitaplarını tasdik ettiği gibi Hz. Îsâ da genelde kendisinden önce gelen bütün peygamberleri ve getirdikleri kitapları, özel olarak da Hz. Mûsâ’yı ve ona gönderilmiş olan Tevrat’ı tasdik edici olarak gelmiştir.
Bu durum tefsiri yapılan âyette bildirildiği gibi İncil’de de bildirilmiştir (Matta, 5/17-18). Kur’ân-ı Kerîm de kendisinden önce gelmiş olan bütün peygamberleri ve kitapları tasdik edici olarak gelmiş (bk. Bakara 2/97; Âl-i İmrân 3/3; Mâide 5/48) ve Hz. Peygamber’e İbrâhim’in dinine tâbi olması emredilmiştir (Nahl 16/123). Şüphesiz ki Allah katında din İslâm’dır (Âli İmrân 3/19); bu sebeple bütün peygamberler İslâm dini üzere gelmiş olup kitapların değişmesiyle dinin esasları değişmemiştir.
Değişiklik ancak şeriatlarında yani dinin pratiğe yönelik alanlarında olmuştur. Peygamberlerin ve kitapların kendilerinden öncekilerini tasdik etmeleri dinin ana ilkelerini tasdik etmeleri anlamına gelir. Bununla birlikte yeni detayların, yeni şeriatın gelmesiyle önceki şeriatın bazı fürû hükümlerinin kaldırıldığı da peygamberler ve kitaplar tarafından ifade edilmiştir.
Önceki âyetlerde Tevrat’ın bir ışık ve bir hidayet kaynağı olduğu bildirilmişti. Burada da İncil’de bir nur, bir hidayet, takvâ sahipleri için bir öğüt bulunduğu ifade buyurulmuştur. Ayrıca hem Hz. Îsâ’nın hem de İncil’in Tevrat’ı tasdik edici olduğu belirtilmektedir. Hz. Îsâ’nın Tevrat’ı tasdikinden maksat ona iman etmesi, emir ve yasaklarını yaşaması ve yaşatmaya çalışmasıdır. İncil’in Tevrat’ı tasdiki ise onun tevhid, nübüvvet, haşir ve adalet gibi ana ilkeleriyle neshedilmemiş birçok hükmünü içermesi demektir. Ancak Allah’ın gönderdiği bir peygamberin Tevrat’ta yapılmış olan tahrif ve katmaları tasdik etmesi söz konusu değildir. Bu sebeple “Tevrat’ı tasdik edici olarak” diye tercüme edilen kısmı “Tevrat’ın bir kısmını tasdik edici olarak” şeklinde tercüme edenler de olmuştur.
Bize göre tasdik edilen, Allah’ın vahyettiği kitaplar, Tevrat ve İncil’in asıllarıdır. İncil’in hidayet kaynağı olmasından maksat, “onun Allah’ın birliğini, noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu, –hıristiyanların iddiasının aksine– çocuğu, eşi ve benzeri bulunmadığını gösteren delilleri içermesi, peygamberlik ve âhiretle ilgili bilgileri kapsaması”dır. İncil, Hz. Muhammed’in geleceği müjdesini de içerdiği için âyette hidayete erdiricilik vasfı iki defa zikredilmiştir. Şeriatın hüküm ve mükellefiyetlerini açıkladığından dolayı “Onda nur bulunduğu”, içinde insanlar için çokça öğüt ve nasihat yer aldığından dolayı da “Onda takvâ sahipleri için öğüt bulunduğu” belirtilmiştir (Râzî, XII, 9).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 284-285
وَقَفَّيْنَا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِۖ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَفَّيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ car mecruru قَفَّيْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِع۪يسَى car mecruru قَفَّيْنَا fiiline mütealliktir. ابْنِ kelimesi ع۪يسَى ’nın sıfatı veya ondan bedel olup kesra ile mecrurdur. مَرْيَمَ muzâfun ileyh olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
مُصَدِّقًا kelimesi ع۪يسَى ‘nın hali olup fetha ile mansubdur. مَا müşterek ism-i mevsûl لِ harfi ceriyle مُصَدِّقًا ’a mütealliktir. Veya لِ harf-i ceri zaiddir. İsm-i fail مُصَدِّقًا ‘nın mef’ûulü bihi olarak mahallen mansubdur.
Mekân zarfı بَيْنَ ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir. يَدَيْهِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için cer alameti ي ‘dir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنَ التَّوْرٰيةِ car mecruru مَا ’nın mahzuf haline mütealliktir.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَفَّيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قفو ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُصَدِّقًا kelimesi sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tefil babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْج۪يلَ ف۪يهِ هُدًى وَنُورٌۙ وَمُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتَيْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْاِنْج۪يلَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
ف۪يهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. هُدًى muahhar mübteda olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. هُدًى maksur isimdir.
نُورٌ atıf harfi وَ ’la هُدًى ‘e matuftur. مُصَدِّقًا atıf harfi وَ ’la ف۪يهِ هُدًى şeklindeki hal cümlesine matuf olup fetha ile mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl لِ harfi ceriyle مُصَدِّقًا ’a mütealliktir. Veya لِ harf-i ceri zaiddir. İsm-i fail مُصَدِّقًا ‘nın mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.
Mekân zarfı بَيْنَ ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir. يَدَيْهِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için cer alameti ي ‘dir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ التَّوْرٰيةِ car mecruru مَا ’nın mahzuf haline mütealliktir. هُدًى atıf harfi وَ ’la مُصَدِّقًا ’a matuftur. مَوْعِظَةً atıf harfi وَ ’la مُصَدِّقًا ’a matuftur. لِلْمُتَّق۪ينَ car mecruru هُدًى veya مَوْعِظَةٌ kelimesine müteallik olup, cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya meful bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَلْمُتَّق۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftial babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَفَّيْنَا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِۖ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
قَفَّيْنَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِۖ ibaresi mansub mahalde haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlü, başındaki لِ harf-i ceriyle birlikte مُصَدِّقًا ’e mütealliktir. Sılası mahzuftur. Mekan zarfı بَيْنَ يَدَيْهِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مِنَ التَّوْرٰيةِۖ , ism-i mevsulun mahzuf haline mütealliktir.
مُصَدِّقًا , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsa peygamberin annesinin adıyla anılması, annesine ve İsa’ya atılan iftirayı aklayan ve Hz Meryem’i yücelten bir idmâcdır. Kur’an’da geçen tek kadın ismidir.
قَفَّيْ [destekledi] demektir. Mana olarak “kafanın arka kısmı” demektir. Sırt kelimesi gibi destekleme manasında kullanılır.
لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ zarftır. “Önü” anlamında bir kinayedir. Kişi nereye dönerse orası önü olur.
Bir kimseyi izlediğim zaman söylemiş olduğum عقبته ifadesi gibi, denir. Sonra bu kelimeler عقبته بفلان وقفيته به (Onu, falancanın peşine getirdim, peşinden gönderdim.) şeklinde de kullanılır. Binaenaleyh bu fiiller, ب harf-i ceri ile ikinci mef'ûlü de alırlar. Buna göre eğer, “Öyle ise ayette, birinci mef'ûl nerede?” denir ise biz deriz ki: O mahzûftur. Ayetteki “izlerince” ifadesi, sanki hazfedilen mef’ûlün yerine geçmiştir. Çünkü birisi, birisini birisinin peşinden gönderdiğinde denilir. اٰثَارِهِمْ ifadesindeki هِمْ zamiri, “Kendisini (Allah’a) teslim etmiş olan (İsrail) peygamberleri” (Maide Suresi, 44) ifadesindeki “peygamberleri” ismine râcidir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ ifadesi, Kur'an-ı Kerim 'den önce gelen semâvi kitaplardan kinayedir. Önce gelen kitaplar çok açık ve meşhur oldukları için, bunlar, Kur'an'ın önünde manasına gelen بَيْنَ يَدَيْهِ sözüyle ifade edilmişlerdir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Al-i İmran/3)
آثارِهِمْ ‘ deki zamir rahipler, hahamlar ve peygamberlere aittir. İsa, annesi Meryem’e kefil olan ve Yahya’nın babası olan Zekeriya’nın ardından gönderildi. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْج۪يلَ ف۪يهِ هُدًى وَنُورٌۙ وَمُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ
Cümle atıf harfi وَ ‘la … قَفَّيْنَا عَلٰٓى cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
اٰتَيْنَاهُ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
ف۪يهِ هُدًى وَنُورٌ cümlesi الْاِنْج۪يلَ ‘in müekked hali olarak ıtnâbtır. Hal, cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır.
Tekit edici halin başına و gelmez. Müekked ve tekid arasında kemâl-i ittisâl olduğundan arada و olmaz. (Sekkâkî, Miftâhu’l-ulûm, s. 273)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidâî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪يهَا, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. هُدًى , muahhar mübtedadır.
نُورٌ muahhar mübteda olan هُدًى ‘e matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
هُدًى - نُورٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مُصَدِّقًا kelimesi hal cümlesine matuftur. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlü, başındaki لِ harf-i ceriyle birlikte مُصَدِّقًا ’e mütealliktir. Sılası mahzuftur. Mekan zarfı بَيْنَ يَدَيْهِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
İncil, hidayet ve nura benzetilmiştir. Teşbih-i beliğdir
هُدًى - نُورٌۙ- الْاِنْج۪يلَ - التَّوْرٰيةِۖ - مَوْعِظَةً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَرْيَمَ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ ibaresi ve هُدًى tekrar edilmiştir. Itnâb, tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cenab-ı Hakk bu ayette, [kendinden önceki Tevrat’ın bir tasdik edici olarak] ifadesini niçin tekrar etmiştir? Cevap: Aslında bunda bir tekrar yoktur. Çünkü birincisinde “Hazreti İsa Tevrat’ı tasdik edici olarak”, ikincisinde ise “İncil, Tevrat’ı tasdik edici olarak” demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلْيَحْكُمْ | hükmetsinler |
|
2 | أَهْلُ | sahipleri |
|
3 | الْإِنْجِيلِ | İncil |
|
4 | بِمَا | ile |
|
5 | أَنْزَلَ | indirdiği |
|
6 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
7 | فِيهِ | onda |
|
8 | وَمَنْ | ve kim |
|
9 | لَمْ |
|
|
10 | يَحْكُمْ | hükmetmezse |
|
11 | بِمَا | ile |
|
12 | أَنْزَلَ | indirdiği |
|
13 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
14 | فَأُولَٰئِكَ | işte |
|
15 | هُمُ | onlar |
|
16 | الْفَاسِقُونَ | fasıklardır |
|
Semavî kitaplar genel itikadî esaslarda aynı olmakla birlikte şeriatlarında değişiklikler olmuş ve sonra gelen öncekinin bazı hükümlerini yürürlükten kaldırmıştır. 46 ve 47. âyetlerden anlaşıldığına göre Hz. Îsâ genel ilkelerde önceki peygamberlerin izine tâbi olmakla beraber bağımsız bir şeriata sahiptir. Kur’an gelinceye kadar hıristiyanlar İncil’le mutlak olarak, Tevrat’la da İncil’in tasdik ettiği çerçevede amel etmek ve bu çerçevede verilen hükümleri kayıtsız şartsız kabullenmek mecburiyetindedirler. Allah’ın indirdiği ile hükmetmedikleri takdirde itikadî durumlarına göre kâfirler, zalimler veya fâsıklar zümresine dahil olurlar; yani Allah’ın hükmüne iman etmekle beraber onunla amel etmeyen kimse isyankâr fâsık olur; Allah’ın hükmüne inanmadığı veya onu küçümsediği için onunla amel etmeyen kimse ise kâfir ve fâsık olur (Elmalılı, III, 1695). Ancak Kur’an geldikten sonra müminler onunla amel etmekle yükümlüdürler. Çünkü “… aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet…” buyurulmaktadır ve Kur’an en son ve en mükemmel kitaptır, kendinden önceki kitapların büyük bir bölümünü yürürlükten kaldırmıştır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 285
وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لۡ emir lamıdır. يَحْكُمْ sükun ile meczum muzari fiildir. اَهْلُ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْاِنْج۪يلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle يَحْكُمْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. ف۪يهِ car mecruru اَنْزَلَ fiiline mütealliktir.
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur.
Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَحْكُمْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مَٓا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle يَحْكُمْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ fasıl zamiridir. الْفَاسِقُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Veya munfasıl zamir هُمُ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الْفَاسِقُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. هُمُ الْفَاسِقُونَ isim cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْفَاسِقُونَ kelimesi sülâsî mücerredi فسق olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ izafeti veciz ifade yanında, muzâfın şanı içindir.
ف۪يهِۜ car-mecrurundaki İncil’e aid zamire dahil olan ف۪ٓي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi ف۪ٓي harfinde zarfiyyet anlamı vardır. İncil lafzına dahil olduğunda bu özelliği nedeniyle istiare oluşmuştur. Kitap, içine birşey konulabilecek yapıda olmadığı halde zarfiyet özelliği olan bir nesneye benzetilmiştir. Kitap ve zarfiyyet özelliği taşıyan nesne arasındaki ortak özellik yani câmi’, mutlak irtibattır.
وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
وَ , istînâfiyye, مَنْ şart ismi, لَمْ muzariyi olumsuz manada maziye çeviren harftir. Şart üslubundaki terkipte وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ şart cümlesi şarttır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
Şart ismi مَنْ mübtedadır. Haber olan لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin menfî muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek has ism-i mevsûl مَٓا , başındaki بِ harf-i ceriyle birlikte يَحْكُمْ fiiline mütealliktir. Sılası olan اَنْزَلَ اللّٰهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ , mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اُو۬لٰٓئِكَ mübteda, هُمُ fasıl zamiri, الْفَاسِقُونَ cümlesi, haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelerek onlara tekrar dikkat çekilmesi işaret edilenleri tahkir ve korkutmak ve söz konusu kişilerin kötü durumlarının mertebesinin çok derin olduğunu zımnen bildirmek içindir.
Allah Teâlânın hükmünü yerine getirmeyenlerin zahir isim الْفَاسِقُونَ şeklinde ifade edilmesi, onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu, kafirlerin zalim ve fasık olduğunu ifade etmek için yapılmış ıtnâb sanatıdır.
Fasıl zamiri, müsnedin الْ takısı ile gelmesi sebebiyle oluşan kasrı tekid içindir. Haberin الْ takısıyla marife olması, kasr ifadesinin (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir.
Kasr-ı mevsûf ale’s sıfat: Zikredilen mevsûfta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını ifade etmektir. Ama bu sıfat başka mevsûflarda bulunabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هم zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.
Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Haber olan الْفَاسِقُونَ ‘nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun sübut ve devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
44. 45 ve 47. ayetlerin fasılasıyla bu cümle hemen hemen aynı gelmiştir. Önceki ayetlerdeki الْكَافِرُونَ ,الظَّالِمُونَ kelimeleri yerine bu ayette الْفَاسِقُونَ gelmiştir. Bu cümleler arasında tefennün sanatı vardır. Birbiriyle yakın manadaki cümleler zikredilerek gereksiz tekrardan kaçınılmıştır.
لَمْ يَحْكُمْ - لْيَحْكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ibaresi ayette tekrarlanmıştır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Dinleyenin vicdanına korku salmak ve ikazı artırmak için lafz-ı celalin zahir olarak zikredildiği son cümle, tezyîl yoluyla yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْفَاسِقُونَ kelimesi ile murad edilen, kâfirlerdir. Fısk, inançsızlık için kullanılır. Yani mana ilk ayette olduğu gibidir. İster inkâr etsinler ister etmesinler kastedilen, onların şeriatlarının hükümlerinden çıkmaları olabilir. Ama onlar şeriatlarına karşı çıkıyorlardı, bu yüzden kitaplarının hükümlerini küçümseme bakımından Hristiyanların zemleri Yahudilerin zemlerinden daha zayıftır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Kim, Allah Teâlâ’nın indirdiği hükümleri tahkir ve inkâr ile onlarla hükmetmekten kaçınırsa işte onlar, imandan çıkanların ta kendileridir. Bu cümle, geçen cümlenin içeriğini açıklayan ve emre uymanın zorunlu olduğunu vurgulayan bir zeyl mahiyetindedir. Bu kelam, şuna delalet eder: İncil, az veya çok bazı hükümleri içermekteydi. İsa’nın müstakil bir şeriati vardı ve o hükümlerle amel etmeye memurdu; yalnız Tevrat hükümlerini uygulamaya memur değildi. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Hakk Teâlâ, وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ [Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir.] buyurmuştur. Müfessirler ihtilaf etmiş ve bazıları, bu üç (ayetin sonunda gelen) üç sıfatı yani “Onlar kâfirlerdir, zalimlerdir, fasıklardır.” şeklindeki sıfatları, tek bir mevsûfun sıfatı kabul etmişlerdir. Kaffal şöyle demiştir: “Bu üç lafzın her birinin ifade ettiği manalar arasında birbirine zıtlık yoktur, aksine bu tıpkı [Kim Allah’a itaat ederse mümindir. Kim Allah’a itaat ederse ebrârdan (iyi kimselerdendir), kim Allah’a itaat ederse müttakidir] denilmesi gibidir. Çünkü bu farklı sıfatların hepsi aynı mevsûfa (varlığa) aittir. Diğer müfessirler de şöyle demişlerdir: “Bu sıfatlardan birincisi inkâr edenler, ikinci ile üçüncü sıfat ise ikrar ve iman ettiği halde imanının gereğini yapmayan kimseleri ifade eder.” Esâmm; birinci ve ikinci sıfatların Yahudiler, üçüncüsünün ise Hristiyanlar hakkında olduğunu söylemiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِناً عَلَيْهِ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجاًۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَنْزَلْنَا | ve indirdik |
|
2 | إِلَيْكَ | sana |
|
3 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
4 | بِالْحَقِّ | gerçekle |
|
5 | مُصَدِّقًا | doğrulayıcı |
|
6 | لِمَا | bulunan |
|
7 | بَيْنَ |
|
|
8 | يَدَيْهِ | ellerinde |
|
9 | مِنَ |
|
|
10 | الْكِتَابِ | Kitabı |
|
11 | وَمُهَيْمِنًا | ve kollayıp koruyucu olarak |
|
12 | عَلَيْهِ | onu |
|
13 | فَاحْكُمْ | artık hükmet |
|
14 | بَيْنَهُمْ | onların aralarında |
|
15 | بِمَا | ile |
|
16 | أَنْزَلَ | indirdiği |
|
17 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
18 | وَلَا |
|
|
19 | تَتَّبِعْ | ve uyma |
|
20 | أَهْوَاءَهُمْ | onların keyiflerine |
|
21 | عَمَّا |
|
|
22 | جَاءَكَ | sana gelen |
|
23 | مِنَ |
|
|
24 | الْحَقِّ | gerçek(ten ayrılıp) |
|
25 | لِكُلٍّ | her biriniz için |
|
26 | جَعَلْنَا | belirledik |
|
27 | مِنْكُمْ | sizden |
|
28 | شِرْعَةً | bir şeri’at |
|
29 | وَمِنْهَاجًا | ve bir yol |
|
30 | وَلَوْ | ve eğer |
|
31 | شَاءَ | isteseydi |
|
32 | اللَّهُ | Allah |
|
33 | لَجَعَلَكُمْ | hepinizi yapardı |
|
34 | أُمَّةً | ümmet |
|
35 | وَاحِدَةً | bir tek |
|
36 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
37 | لِيَبْلُوَكُمْ | sizi sınamak istedi |
|
38 | فِي |
|
|
39 | مَا | ile |
|
40 | اتَاكُمْ | size verdiği |
|
41 | فَاسْتَبِقُوا | öyleyse koşun |
|
42 | الْخَيْرَاتِ | hayır işlerine |
|
43 | إِلَى |
|
|
44 | اللَّهِ | Allah’adır |
|
45 | مَرْجِعُكُمْ | dönüşü |
|
46 | جَمِيعًا | hepinizin |
|
47 | فَيُنَبِّئُكُمْ | O size haber verecektir |
|
48 | بِمَا | şeyleri |
|
49 | كُنْتُمْ | olduğunuz |
|
50 | فِيهِ | onda |
|
51 | تَخْتَلِفُونَ | ayrılığa düşmüş |
|
Nehece نهج : نَهْجٌ apaçık yol demektir. نَهَجَ Ve أنْهَجَ fiilleri iş/mesele açık ve belli hale geldi anlamındadır. Son olarak مَنْهَجٌ ve مِنْهاجٌ kelimeleri program ve rota manasında kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de isim formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres) Türkçede kullanılan şekli menhecdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِناً عَلَيْهِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ car mecruru اَنْزَلْنَٓا fiiline mütealliktir. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
بِالْحَقِّ car mecruru الْكِتَابَ ’nin mahzuf haline veya اَنْزَلْنَٓا ‘daki faile mütealliktir. مَا müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle مُصَدِّقًا ’a mütealliktir. Veya لِ harf-i ceri zaiddir. İsm-i fail مُصَدِّقًا ‘nın mef’ûulü bihi olarak mahallen mansubdur.
Mekân zarfı بَيْنَ ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir. يَدَيْهِ muzâfun ileyh olup, müsenna olduğu için cer alameti ي ‘dir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الْكِتَابِ car mecruru مَا ’nın mahzuf haline mütealliktir. مُهَيْمِنًا atıf harfi وَ ’la مُصَدِّقًا ’a matuftur. عَلَيْهِ car mecruru مُهَيْمِنًا ’e mütealliktir.
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُصَدِّقًا - مُهَيْمِنًا kelimeleri sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
احْكُمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. بَيْنَ mekân zarfı, احْكُمْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle احْكُمْ ’e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. لَا تَتَّبِعْ atıf harfi وَ ile احْكُمْ ‘a matuftur.
Nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّبِعْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. اَهْوَٓاءَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl عن harfi ceriyle تَتَّبِعْ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri; منحرفا عمّا جاءك (Sana gelen şeyden saparak, ayrılarak) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası جَٓاءَكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
جَٓاءَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْحَقّ car mecruru جَٓاءَ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir.
تَتَّبِعْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجاًۜ
Fiil cümlesidir. لِكُلٍّ car mecruru جَعَلْنَا fiiline mütealliktir. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْكُمْ car mecruru كُلٍّ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri; لكلّ نبيّ منكم (Sizden her bir nebi için) şeklindedir. شِرْعَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْهَاجًا atıf harfi وَ ’la شِرْعَةً ’e matuftur.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً
وَ istînâfiyyedir. لَوۡ gayr-ı cazim şart harfidir. شَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
جَعَلَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اُمَّةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. وَاحِدَةً kelimesi اُمَّةً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. لٰكِنّ ’den muhaffefedir. لِ harfi, يَبْلُوَكُمْ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri; فرّقكم (Sizi ayırdı) şeklindedir.
يَبْلُوَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl ف۪ي harf-i ceriyle يَبْلُوَكُمْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اٰتٰيكُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰتٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelmiş rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كنتم في موضع الاختبار فاستبقوا (Eğer deneme yapacak konumdaysanız bu konuda yarışın) şeklindedir.
اسْتَبِقُوا fiili نَ ‘nun hazfıyla mebni emir fiildir. الْخَيْرَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.,
İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimmalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَبِقُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi سبق ’dır.
İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَۙ
İsim cümlesidir. اِلَى اللّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَرْجِعُكُمْ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَم۪يعًا kelimesi مَرْجِعُكُمْ ’deki zamirin hali olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. يُنَبِّئُكُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl ف۪ي harf-i ceriyle يُنَبِّئُكُمْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamir كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru تَخْتَلِفُونَ fiiline mütealliktir. تَخْتَلِفُونَ cümlesi كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنَبِّئُكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
تَخْتَلِفُونَ cümlesi sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِناً عَلَيْهِ
Ayet atıf harfi وَ ’la, 44. ayetteki … اَنْزَلْنَا التَّوْرٰيةَ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
اَنْزَلْنَٓا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَيْكَ , siyaktaki ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
مُصَدِّقًا , kelimesi اِلَيْكَ ‘deki zamirin müekked halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlü, başındaki لِ harf-i ceriyle birlikte مُصَدِّقًا ’e mütealliktir. Sılası mahzuftur. Mekan zarfı بَيْنَ يَدَيْهِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
الْكِتَابَ , Kur’an-ı Kerim’den kinayedir.
Farklı iki kitabı temsil eden الْكِتَابَ kelimeleri arasında cinas, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Car-mecrur عَلَيْهِ ‘nin müteallakı olan مُهَيْمِنًا , tezâyüf sebebiyle hal olan مُصَدِّقًا ’a matuftur.
مُصَدِّقًا ve مُهَيْمِنًا kelimeleri sıfatı mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
مُهَيْمِنًا عَلَيْهِ ibaresinde istiare sanatı vardır. Canlılara mahsus olan gözetmek nezaret etmek, kollamak anlamına gelen مُهَيْمِنًا sıfatı kitaba nisbet edilerek kitap canlı bir varlığa benzetilmiştir. Bu ifadede istiare ve tecessüm sanatları da vardır.
الْحَقِّ - مُصَدِّقًا - مُهَيْمِنًا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Birinci الْكِتَابَ ‘deki el takısı malumluk ifade eder. Çünkü onunla Kur’an kastedilmiştir. İkinci kelimede ise el takısı cins içindir, çünkü onunla da indirilen kitapların cinsi murad edilmiştir. Şöyle demek de caizdir: Lâm-ı tarif malumluk ifade eder, çünkü الْكِتَابَ denilirken mutlak anlamda kendisine kitap denilen her şey kastedilmemiş, aksine onlar içinden belli bir kitap nev’i murad edilmiştir. O da semadan indirilmiş - Kur’an dışındaki- kitaplardır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Birinci الْكِتَابَ ‘ deki el takısı ahd için, ikinci الْكِتَابَ ‘ deki el takısı cins içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
بِالْحَقِّ [Hak olarak] vasfı, Kitabı tekid eder. Yani “Resulüm, Sana indirdiğimiz kitap, hak ve doğrudur.” anlamını vurgular. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ [önündeki] daha önceki kitaptan maksat, bütün eski semavî kitaplardır. Bu beyan cins itibarıyla hepsine şamildir. Kur’an-ı Kerim, bütün eski semavî kitapların murakıbı olup onları tebdil ve tağyirden korur. Çünkü Kur’an, o eski kitapların, sıhhat ve sebatına şahadet; şer’i usûl ve devamlı olan fer’i hükümlerini tebyin; mensûh hükümlerini tayin ve tespit; o hükümlerin, o kitaplardan kaynaklanan meşruiyetinin sona erdiğini ve onlarla amel zamanının geçtiğini izhar eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkipte فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Cevap cümlesi olan فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri, إن سئلت (eğer sorulursan) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart edatı ile fiilin hazfi, talep ifade eden fiillerden sonra mecburidir. «- bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin..» (Âl-i İmrân, 31.) âyeti buna misaldir. Bu âyette hazif eğer bana uyarsanız, şeklindedir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân c.2 s.172)
Mecrur mahaldeki müşterek has ism-i mevsûl مَٓا , başındaki بِ harf-i ceriyle birlikte احْكُمْ fiiline mütealliktir. Sılası olan اَنْزَلَ اللّٰهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Cümlenin başındaki azamet zamirinden bu cümledeki Allah ismiyle gaib zamire iltifat sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cevap cümlesine matuf olan وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harf-i cerle birlikte تَتَّبِعْ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri; منحرفا عمّا جاءك (Sana gelen şeyden saparak, ayrılarak) şeklindedir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Sılası olan جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقّ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
جَٓاءَ fiili, الْحَقّ ‘ya isnad edilmiştir. Bu ifadede istiâre sanatı vardır. Canlılara mahsus olan gelme fiili hakka nispet edilerek, cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
لَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ [Onların hevalarına tabi olmayın] ibaresinde istiare vardır. Günaha sebep olan heva ve arzular, peşinden gidilen rehbere benzetilmiştir.
تَتَّبِعْ kelimesinde irsâd sanatı vardır. Ayetin sonunda zıddı olan تَخْتَلِفُونَۙ kelimesi zikredilmiştir.
لَا تَتَّبِعْ fiili, ولا تنحرف anlamı yüklendiği için عن harf-i ceri ile geçişli kılınmıştır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
تَتَّبِعْ fiilinin عن harfiyle geçişli kılınması tazmin sanatıdır.
Bazı fiiller mef’ûllerini harf-i cerlerle alırlar. Bu harfler fiilin manasına tesir eder. Bazı nahivcilerin görüşüne göre harf-i cerin fiile mana kazandırmasına tazmin denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْحَقّ ve الْكِتَابَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak ve hükmün illetini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
تَتَّبِعْ ifadesi ile “Haktan sapma!” manası kastedilmiştir. Bundan dolayı fiil, عن harf-i ceri ile kullanılmıştır. Sanki “Onların hevalarına uyarak Sana gelen haktan sapma!” denilmektedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجاًۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لِكُلٍّ car mecruru, amili olan جَعَلْنَا fiiline مِنْكُمْ car-mecruru ise mef’ûllere ihtimam için takdim edilmiştir.
Fiilin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
جَعَلْنَا fiilinin iki mef’ûlu olan شِرْعَةً ve مِنْهَاجً kelimelerindeki nekrelik, tazim ifade eder. Temâsül nedeniyle birbirine atfedilen bu kelimeler arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
شِرْعَةً kelimesinde istiare vardır. Çünkü şeriatın sözlükteki anlamı, “su kaynağına ulaştıran yol”dur. Dinler, sevap kazanılacak yerler ve kulları menfaatlerine ulaştıran yollar olduğundan şeriatlar diye isimlendirilmiştir. Bu durumda dinler suya, özellikle de tatlı ve kandıran suya ulaştıran pınar yollarına benzetilmiş oluyor. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
شِرْعَةً , bir şeyin başlangıç hali, مِنْهَاجًا , gelişme halidir.
مِنْهَاجً , geniş yoldur. Burada kavmin suya giden yolu kastedilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
“İçinizden herkes için kıldık” ey insanlar “bir şeriat” o da suya götüren yoldur. Din ona benzetilmiştir, çünkü ebedî hayata sebep olacak şeye götürür. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ
Cümle atıf harfi وَ ‘la جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Önceki cümledeki azamet zamirinden bu cümlede Allah ismine iltifat sanatı vardır.
Müspet mazi fiil sıygasındaki شَٓاءَ اللّٰهُ cümlesi şarttır. لَوْ , cezmetmeyen şart harfidir.
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı, söylenecek şeyin kıymetine dikkat çekmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَٓاءُ fiilinin mef'ûlu bu cümlede olduğu gibi çoğu zaman mahzuftur.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
Şartın cevabı olan ve لَ karinesiyle gelen لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاحِدَةً kelimesi اُمَّةً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اُمَّةً ‘deki nekrelik, teklik içindir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ cümlesinde وَ , atıf, لٰكِنْ istidrâk harfidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ‘ nin, gizli أنْ ‘ le masdar yaptığı لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde takdiri فرّقكم (Sizi ayırırdı) olan mahzuf fiile mütealliktir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan اٰتٰيكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. Ayette Allah’ın verdiği nimetler, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, nimetlerin, onları kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır. Nimetlerle içi içe oluş, zarf ve mazrûf arasındaki mutlak irtibâta benzetilmiştir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
لَجَعَلَكُمْ - جَعَلْنَا ve اَنْزَلَ - اَنْزَلْنَٓا kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2 s. 474)
فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen terkip şart üslubundadır.
فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Cevap cümlesi olan فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Takdiri, إن كنتم في موضع الاختبار (Eğer deneniyorsanız…) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ [Hayırlarda yarışınız] ibaresinde istiare vardır. Hayırda yarışanlar at üzerinde yarışanlara benzetilmiştir. Yarışanların her biri hedefe ulaşmak için arkadaşı ile yarış eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَۙ
Ayetin, ta’liliyye olarak gelen son cümlesinin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
اِلَى اللّٰهِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَرْجِعُكُمْ muahhar mübtedadır. Cümle faide-i haber ibtidâî kelamdır.
"Hepinizin dönüşü Allah'adır." Bu istinafı kelam da, hayra koşmanın illetini beyan eder. Çünkü zımnen mükâfat ve mücazat vaadini kapsar. "O, ihtilâf ettiğiniz şeyleri (gerçeği) size haber verecektir." O gün, Allahü Teâlâ, kiminize mükâfat ve kiminize de ceza vermekle, dünyada ayrılığa düştüğünüz konularda şüphe şaibesi kalmayacak şekilde hak ile bâtılı birbirinden kesin olarak ayıracaktır. Kıyametteki mükâfa dan dırma ve cezalandırma, görüş ayrılığını gidermek itibariyle haber verme demektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
جَم۪يعًا kelimesi مَرْجِعُكُمْ ’deki zamirin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Ayetin taliliye hükmündeki son cümlesi olan فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ , makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.
Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’ nın sılası olan كاَن ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur ف۪يهِ önemine binaen amili olan تَخْتَلِفُونَ ’ ye takdim edilmiştir.
كان ’nin haberi olan تَخْتَلِفُونَ ‘nin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
ف۪يهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla ihtilaf ettikleri konu, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. ف۪ي harfi, konunun önemini mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere kullanılmıştır.
كان ’ nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’ nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
جَم۪يعًا - وَاحِدَةً ve تَتَّبِعْ - تَخْتَلِفُونَ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [ihtilaf ettiğiniz şeyleri size bildirecektir.] ifadesinde Allah Teâlâ, onları bildireceğini beyan ederken, bunun içine hesap ve cezayı idmâc etmiştir. Tehdit anlamı taşıyan bu cümlede, lüzumiyet alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir.
Ayette haber yerine نَبَاَ tercih edilmiştir. Çünkü, نَبَاَ büyük fayda sağlayan, kendisiyle ilim veya zann-ı galib oluşan haberdir. Bu özellikleri taşımayan habere نَبَاَ denmez. (Ragıb el İsfahânî, Müfredat)
وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ اَنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَنِ | ve |
|
2 | احْكُمْ | hükmet |
|
3 | بَيْنَهُمْ | aralarında |
|
4 | بِمَا | ile |
|
5 | أَنْزَلَ | indirdiği |
|
6 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
7 | وَلَا |
|
|
8 | تَتَّبِعْ | uyma |
|
9 | أَهْوَاءَهُمْ | onların keyiflerine |
|
10 | وَاحْذَرْهُمْ | ve onlardan sakın |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | يَفْتِنُوكَ | seni şaşırtmalarından |
|
13 | عَنْ | -ndan |
|
14 | بَعْضِ | bir kısmı- |
|
15 | مَا | şeylerin |
|
16 | أَنْزَلَ | indirdiği |
|
17 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
18 | إِلَيْكَ | sana |
|
19 | فَإِنْ | eğer |
|
20 | تَوَلَّوْا | dönerlerse |
|
21 | فَاعْلَمْ | bil ki |
|
22 | أَنَّمَا | şüphesiz |
|
23 | يُرِيدُ | istiyor |
|
24 | اللَّهُ | Allah |
|
25 | أَنْ |
|
|
26 | يُصِيبَهُمْ | onları felakete uğratmak |
|
27 | بِبَعْضِ | bazı |
|
28 | ذُنُوبِهِمْ | günahları yüzünden |
|
29 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
30 | كَثِيرًا | çoğu |
|
31 | مِنَ | -dan |
|
32 | النَّاسِ | insanlar- |
|
33 | لَفَاسِقُونَ | yoldan çıkmışlardır |
|
Rivayete göre yahudilerin ileri gelenlerinden bir grup Hz. Peygamber’i yanıltmak ve ona yanlış hüküm verdirmek maksadıyla şöyle demişlerdi: “Ey Muhammed! Bilirsin ki biz yahudilerin bilginleri ve eşrafıyız. Biz sana tâbi olursak bütün yahudiler sana tâbi olur. Şimdi bizimle hasımlarımız arasında bir dava var, davayı sana getirelim, sen de bizim lehimize hüküm ver. Böyle yaparsan sana iman eder ve seni tasdik ederiz.” Hz. Peygamber ahlâka aykırı olan bu teklifi reddetmiş, olay üzerine bu âyet inmiştir (İbn Kesîr, III, 122; Şevkânî, II, 58).
Yüce Allah, yahudilerin ve başkalarının tuzağına düşmemeleri için Hz. Peygamber’in şahsında müminleri de uyarmakta, kendisine dava getirdikleri takdirde onların isteklerine göre değil, Allah’ın indirdiğine göre hükmetmesini, onların şaşırtmalarına aldanıp da Allah’ın indirdiği hükümlerden herhangi birini ihmal etmemesini emretmekte; yahudiler Hz. Peygamber’in vereceği hükmü kabul etmeyip ondan yüz çevirdikleri takdirde bundan dolayı başlarına felâketlerin geleceğini Resûlullah’a haber vermektedir.
Çünkü Hz. Peygamber’in verdiği hükümden yüz çevirmek “adaleti kabul etmeyip haksızlığa ve zulme yönelmek” demektir. Adaletin saptırılması ise toplumu felâketlere sürükler. Medine yahudileri her fırsatta İslâm’a karşı tavır aldıkları ve müslümanlara ihanet ettikleri için başlarına belâ açmışlar; bir kısmı öldürülmüş, bir kısmı da sürgün edilmiştir (Buhârî, “Megåzî”, 14). Yüce Allah olup bitenlerden ibret almayan insanların birçoğunun fâsık olduğunu yani hükmünü kabul etmeyip kanunlarının dışına çıktığını haber vermektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 288
وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنِ tefsiriyyedir. Veya اَنِ ve masdar-ı müevvel, mahzuf haberin mübtedası olarak mahallen merfûdur. Takdiri; حكمك بما أنزل الله أمرنا.. أو من الواجب حكمك بما أنزل الله (Senin onlar hakkında Allah’ın indirdiğiyle hükmetmen veya sana düşen Allah’ın indirdiğiyle hükmetmendir.) şeklindedir.
احْكُمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. بَيْنَ mekân zarfı احْكُمْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle احْكُمْ ’e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. لَا تَتَّبِعْ atıf harfi وَ ile احْكُمْ fiiline matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّبِعْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. اَهْوَٓاءَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. احْذَرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel احْذَرْهُمْ ’deki zamirden bedel-i iştimal olarak mahallen mansubdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يَفْتِنُوكَ fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَنْ بَعْضِ car mecruru يَفْتِنُوكَ fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. اِلَيْكَ car mecruru اَنْزَلَ fiiline mütealliktir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal.
Bedel-i iştimal: Mübdelün minh’e tam olarak uymayan, onun bir parçası da olmayan ancak, başka yönden ilgisi bulunan; daha çok mübdelün minh’in özelliğini ve durumunu bildiren bedeldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَتَّبِعْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi تبع’dir.
İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ اَنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَلَّوْا şart fiili olup, damme üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اعْلَمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
اَنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; meneden, alıkoyan anlamında olup, buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
يُر۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يُص۪يبَهُمْ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِبَعْضِ car mecruru يُص۪يبَهُمْ fiiline mütealliktir. ذُنُوبِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَوَلَّوْا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. يُص۪يبَهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صوب ’dir.
يُر۪يدُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ‘dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
كَث۪يرًا kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. مِنَ النَّاسِ car mecruru كَث۪يرًا ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
فَاسِقُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
فَاسِقُونَ kelimesi sülâsî mücerredi فسق olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَث۪يرًا kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ
وَ atıf harfidir. Cümle önceki ayetteki istinaf olan فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ cümlesine atfedilmiştir. Tefsiriyye harfi اَنْ ve akabindeki احْكُمْ بَيْنَهُمْ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Masdar-ı müevvel, mübteda konumundadır, haberi mahzuftur. Takdiri, حكمك بما أنزل الله أمرنا.. أو من الواجب حكمك بما أنزل الله (Senin onlar hakkında Allah’ın indirdiğiyle hükmetmen veya Sana düşen Allah’ın indirdiğiyle hükmetmendir.) şeklindedir.
Mecrur mahaldeki müşterek has ism-i mevsûl مَٓا , başındaki بِ harf-i ceriyle birlikte احْكُمْ fiiline mütealliktir. Sılası olan اَنْزَلَ اللّٰهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
… احْكُمْ بَيْنَهُمْ cümlesine matuf olan لَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubundan nehiy üslubuna iltifat sanatı vardır.
Aynı üslupta gelen وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ cümlesi, makabline matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubuna iltifat edilmiştir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ cümlesi, masdar teviliyle وَاحْذَرْهُمْ ’daki zamirden bedel-i iştimaldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَعْضِ ’nin muzâfun ileyhi konumunda olan müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması, telezüz, teberrük ve emre itaate teşvik amacına matuftur. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı, konunun önemine dikkat çekmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَٓا - اَنْزَلَ - اللّٰهُ - اَنِ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ cümleleri önceki ayetteki cümleleri tekrarıdır. Zihinde yerleşmesi için tekrarlanan cümleler arasında ıtnâb, tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ [Hevaya tabi olmak] ibaresinde istiare vardır. Onların kötü arzuları helake çağıran davetçiler, dalalet yollarını gösteren rehberler yerine konmuştur. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
اَنْ يَفْتِنُوكَ [Fitneye düşürmek] fikrini çelmek manasındadır.
بَعْضِ - كَث۪يرًا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Burada بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ [Allah’ın indirdiği] deyiminin kullanılması, ilâhî emre uymanın zorunluluğunu tekid içindir. Ya da yine 48. ayetteki بِالْحَقِّ [hak ile] kelimesine matuftur. Yani Kitabı (Kur’an) hak ile ve Allah Teâlâ’nın onun içinde indirdikleriyle hükmedilmek üzere indirdik. Kur’an ile hükmetmek emri daha önce sarahatle geçtiği halde şimdi burada hikâye edilerek tekrarlanması, o geçen emir için tekid ve gelecek emir için de hazırlıktır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
احْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَ [Onların, batılı hak suretinde göstererek pek az da olsa Allah Teâlâ’nın Sana indirdiği hükümlerin bir kısmından Seni saptırmak gayretlerine de dikkat et.]
Burada ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, durumun vehametini göstererek tekid içindir.
مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ [Allah’ın indirdiği] ifadesinin tekrar edilmesi, durumun vehametini göstererek sakındırma emrini tekid içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ اَنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ
فَ , istînâfiyyedir.
Şart üslubunda gelen terkipte تَوَلَّوْا cümlesi, şarttır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrar işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَاعْلَمْ اَنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
أَنَّ , masdar ve tekid harfidir. Kendinden sonra gelen isim cümlesini masdara çevirir. اَنَّ ve akabindeki sübut ve istimrar ifade eden اَنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ isim cümlesi, masdar teviliyle اعْلَمْ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesinde tecrîd sanatı, konunun önemine dikkat çekmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ cümlesi, masdar teviliyle يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Masdar-ı müevvel, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eden muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ [bir kısım günahlarından ötürü] ifadesi, onların birçok günahları olduğunu ve bu günahlarının da o cümleden sadece biri olduğunu bildirir. Allah’ın hükmünden yüz çevirme günahının, “bir kısım günahlar” şeklinde müphem ifadesi, bu günahın büyüklüğünü zımnen belirtmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَث۪يراً ‘deki nekrelik kesret ve tahkir ifade eder.
مِنَ النَّاسِ car mecruru, اِنَّ ’nin ismi كَث۪يرً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اِنَّ ‘nin haberi olan لَفَاسِقُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَفَاسِقُونَ - ذُنُوبِهِمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟
Câhiliye kelimesi, sözlükte bilgisizlik anlamına gelen cehl kökünden türetilmiş olup, “bilgiden yoksun olmak, bir konuda doğru olanın tersine inanmak, yapılması gerekenin tersini yapmak” demektir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “chl” md.). İslâmî dönemde ortaya çıkmış olan câhiliye kelimesi özel olarak, Araplar’ın İslâm’dan önceki dinî ve sosyal hayat telakkilerini, genel olarak da kişilerin ve toplumların günah ve isyanlarını ifade eden bir terimdir. Kur’an’da dört yerde geçen câhiliye terimi (Âl-i İmrân 3/154; Mâide 5/50; Ahzâb 33/33; Feth 48/26) Araplar’ın İslâm’dan önceki inanç, tutum ve davranışlarını İslâmî devirden ayırt etmek için kullanılmıştır. Bu sebeple genel olarak Araplar’ın İslâm’dan önceki dönemine Câhiliye veya Câhiliye çağı denilmektedir (bu konuda bilgi için bk. Mustafa Fayda, “Câhiliye”, DİA, VII, 17).
Burada câhiliye terimi ile yalnızca İslâm’dan önceki tarihî zaman dilimi değil, o dönemin insanlar arasında farklı uygulamalar doğuran haksız ve zalim zihniyetine, kişisel ve toplumsal olguların sadece menfaat açısından yararlı olup olmadığı endişesinin karakterize ettiği ahlâkî eksikliğe dikkat çekilmekte; özellikle Araplar’dan etkilenerek Tevrat’ın hükmünü bırakıp onlarda mevcut olan eşitsizlik ve üstün ırk anlayışını yahudi kabileleri arasında dahi uygulayan Nadîroğulları’na işaret edilmekte ve onlar kınanmaktadır.
Allah’tan daha üstün bir hâkim ve O’nun verdiği hükmünden daha güzel ve daha âdil bir hüküm yoktur. Bunu ancak hakka, adalete ve eşitliğe inanan toplumlar anlayabilirler. Kalplerinde hastalık olup ahlâken sapmış olanlar bunu anlayamazlar. Dolayısıyla, haksızlığı ve zulmü hakka ve adalete tercih edebilirler.
Bu tür ahlâkî sapmalar daima ortaya çıkabileceği için Hz. Peygamber, Câhiliye dönemine geçmişte kalan bir zaman dilimi olarak bakmamış, aksine bu dönemdeki anlayışın her fırsatta tekrar ortaya çıkabileceğini düşünerek uyarılarda bulunmuştur (Buhârî, “Cenâiz”, 39, 40; “Menâkıb”, 8).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 288-289
اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. فَ istînâfiyyedir. حُكْمَ kelimesi يَبْغُونَ fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. الْجَاهِلِيَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَبْغُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ istifhâm ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. اَحْسَنُ haber olup damme ile merfûdur. مِنَ اللّٰهِ car mecruru اَحْسَنُ ’ye mütealliktir.
حُكْمًا temyiz olup fetha ile mansubdur. لِقَوْمٍ car mecruru حُكْمًا ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. يُوقِنُونَ۟ cümlesi قَوْمٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
يُوقِنُونَ۟ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:
1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُوقِنُونَ۟ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi يقن ’dir.
İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَحْسَنُ kelimesi ism-i tafdildir. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ
فَ , istînâfiyyedir. Hemze inkarî istifham harfidir. Ayetin ilk cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak taaccüp, inkâr ve kınama anlamına gelmesi nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olmasından dolayı istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Mef’ûl olan حُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ izafeti önemine binaen amili olan يَبْغُونَ fiiline takdim edilmiştir.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İnkârî istifham uslûbu; onların cahillik ve gaflet içinde olduklarını haber üslubundan daha etkili bir şekilde ifade etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 127)
Câhiliye kelimesi ilk defa Kur’ân'ın kullandığı bir lafız olması dolayısıyla, cehl kelimesi Kur’ân'da hiçbir zaman ilmin mukabili olarak kullanılmamış; dengenin, tutarlılığın mukabili olarak kullanılmıştır, ki “tutarsızlık, sefihlik ve istikrarsızlık” manaları taşır. Câhiliyye kelimesi Kur’ân'da hepsi de Medenî olan dört ayrı sûrede 4 kere geçmiştir. Bunlar Âl-i İmrân, Mâide, Ahzâb ve Fetih sûreleridir. (Hâlidî, Vakafat, S.161)
Bu kelam, onların haline râci ve onlar için yadırgama ve kınamadır. Bu cümle, makamın gerektirdiği mukadder (gizli) bir cümleye atıftır. Bunun anlamı şudur:
Resulüm, onlar senin hükmünden yüz çevirip de cahiliye hükmünü mü arıyorlar?
Mef’ûlün, fiilden önce zikredilmesi, ret ve taaccüp manasını tekid içindir. Çünkü Peygamber hükmünden yüz çevirip başka bir hüküm aramak, inkâr ve taaccübe şayandır; cahiliye hükmünü aramak ise daha çirkindir ve daha çok taaccübü ve reddi muciptir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Cumhur يَبْغُون fiilini ي harfiyle gaib sıygasıyla okumuştur. Fiildeki zamir وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ayetindeki مَنْ ‘e aittir. İbni Âmir de ت harfiyle ve muhatap sıygasıyla تَبْغُونَ şeklinde okumuştur. Yani iltifat yoluyla Yahudilere hitap edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟
Cümle atıf harfi وَ ’la istînâfa atfedilmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde istifham harfi olan مَنْ mübteda, اَحْسَنُ haberdir.
حُكْماً temyiz olarak mansubtur. Temyiz, ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.
Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim, temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (https://islamansiklopedisi.org.tr/tekit)
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, taaccüb ve inkâr kastı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle soruda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
اَحْسَنُ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
حُكْمًا ‘ deki tenvin tazim ifade eder. Kelimenin ayette tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لِقَوْمٍ car mecruru حُكْمًا ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُوقِنُونَ cümlesi, لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. لِقَوْمٍ ‘in nekreliği tazim içindir.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümle kavl-i bil mucib sanatı ile Yahudilere ciddi bir tariz ifade eder. “Eğer siz yakînen inanıyorsanız elbette Allah’ın hükmünü tercih edeceksiniz. Ama Allah’ın hükmünü kabul etmiyorsanız, işte o zaman inanmadığınızı, inancınızın yakîn derecesine ulaşmadığını ortaya koymuş olursunuz. İman kadrosunun dışında kalırsınız.” demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Ayette لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟ kısmı manayı pekiştirmek için gelmiştir. Ayrıca ayetin bu fasılayla bitmesi öncesi ve sonrasındaki ayet fasılalarına da uygun olmuştur. Bu kısım olmasa da ayetin manası tamdır. (Ali Bulut / Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
Bu istifham inkârî olup herhangi bir kimsenin hükmünün Allah Teâlâ’nın hükmüne eşit veya ondan daha güzel olamayacağını belirtir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْمًا ayetindeki وَ haliyye ve itiraziyyedir. İstifham ise olumsuzluk manasında inkârî (red)’dir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟ kelimesinin başındaki lâm, tıpkı هَيْتَ لَكَ [Daha ne duruyorsun, geliver… (Yusuf Suresi, 23)] tabirinde olduğu gibi, beyan içindir. Yani bu hitap ve bu soru, yakînen inanan kimseler içindir. Çünkü, hüküm bakımından Allah’tan daha adil ve beyan bakımından daha güzel olan hiç kimsenin bulunmadığını ancak bunlar bilirler, anlarlar. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Adalet, sürgündeyken uğradığı alemlerden birini daha anlatıyordu:
“Bir keresinde, bir şehirden çıkarken, Allah’a dua ettim ve ‘İnsanların, Allah’ın hükümlerinden vazgeçmesi akıl almaz iş. Nasıl bu hale düşebilir ki bir insan?’ diye soruyla karışık bir istekte bulundum.
O sırada, bir araç indi gökyüzünden. İçinden bir adam indi ve ‘Bilpiter gezegenine gitmek isteyenler.’ diye çağrıda bulundu.
Bambaşka bir aleme ayak basmıştım. Ayrılmadan önce görevli elimden yakaladı. ‘Dede, sen dünyadan geldiğin için burada her şey senin için daha hızlı geçecektir.’ dedi. Ne demek istediğini anlamamıştım. ‘Yani, senin dünya zamanına alışmış hücrelerin, buradaki zamana uyum sağlayamayacağı için vakit senin için daha hızlı akacak.’ Gözlerimdeki soru işaretleri karşısında pes etti ve ‘Neyse anlarsın’ diyerek araca geri döndü.
Daha ilk gün, gencin ne demek istediğini anlamıştım. Günler, dünyadakine kıyasla çeyrek günden de az geçiyordu. Yemek yapmaya başladı dediğin kişi arkasını dönünce, ellerinde yemekle dolu tepsiyi ikram ediyordu. Daha ne yiyoruz derken sofralar toplanıyordu. Konuşmalarına alışmak ve anlamak, bir kaç ayımı almıştı. Beni dilsiz sanıyorlardı çünkü ben konuşmaya başlayana dek konu bitmiş, herkes gitmeye başlamış oluyordu. Yaşlı halimle bu hız zihnimi döndürüyordu. Her gün geri dönmeye ve araçtan indiğim yere gitmeye karar veriyordum ama bir şeyler beni geri tutuyordu.
Bir gün, bir adamın, Allah’ın hükümlerine ‘bunlar eskiye göre, şimdi daha iyisini uygulama zamanı’ diyerek meydan okuduğunu ve kafasına eseni yaptığını duydum. Kısa sürede, bu düşünce, salgın hastalık gibi bütün gezegene yayıldı. Allah’ın hükümlerini yok saymayan, beğenmeyen ve birbirlerinden cesaret almayan kişi sayısı gittikçe azalıyordu. Daha iyisini yapabiliriz dedikleri hukuk sistemleri çökmüş, ahlak prensipleri daralmış ve edebleri beraberinde zayıflamıştı. Her gün suçlar işleniyor ama caydırıcı cezalar uygulanmıyordu. Her gün birileri daha özgür takılıyor ama başkalarının sınırlarını ihlal etmekten çekinmiyordu. Eşitlik söylemleri yapılıyor ama adalet belli kişilerin lehine işliyordu. Adeta, tarihte yaşanmış çöküşlerden birinin hızlandırılmış haline şahit oluyordum. Bizim için yaşanmaz hale geldiğinde, Allah’a sığınarak, bir kaç kişiyle beraber Bilpiter’i terk etmek zorunda kaldık. Allah’ın hükümlerinden uzaklaşan ve bu halinde ısrar eden kişiler ve onların baskın olduğu toplumlar çökmeye mahkumdur.”
Allahım, Senden daha güzel hüküm sahibi kim olabilir? Hevesimle hükümlerinin arasında kaldığımda, daima Sana itaati seçeyim. Dünyanın ve nefsimin tatlı çağrılarına daldığımda, yüzümü daima Sana döneyim. Gaflete düştüğümde, zikrinle uyanayım. Hangi hale bürünürsem bürüneyim, daima Sana sığınayım. Rabbim! Senin yardımınla ve izninle; Takva sahiplerinden, Hükümlerinle hükmedenlerden, Hayırlı işlerde yarışanlardan, Rızanı kazanmak için çabalayanlardan, Senin yolundan çıkmışlardan uzak duranlardan, Sevdiğin Salih kullarından olayım ve huzuruna iki dünyasını da kazanmışlardan olarak varayım.
Amin.
***
‘Paylaştıkça sevinçler çoğalır, dertler azalır.’ manasına sahip ifadeler sıklıkla söylenir. Burada asıl önemli olan paylaşmak fiili değildir, kiminle paylaşıldığıdır. Zira yanlış kişilerle paylaşılan sevinçler kursakta kalır, dertler ise derinleşir.
Kişiyi mutsuz eden bu yanlış kişileri tanımak kolaydır. Ancak, bunlardan daha yanlış ve tehlikeli olanları da vardır. Onlar daima duymak istediklerini söyleyerek ve haksızken haklı olduğuna inandırarak konuşanın gönlünü hep hoş tutarlar.
Basit konularda bile bu tür yaklaşımlar haksızlık, küslük, tahammülsüzlük gibi sıkıntılara sebep olabilir. Zira dertler genellikle sosyal ilişkilerle alakalı olduğu için anlatılan veya tavsiye istenen durumlara başkaları da dahildir.
Gündelik hayatta sıklıkla yaşanan ufak tefek sıkıntılar karşısında sergilenen bu tutum, hakemlik gereken yani hüküm verilmesi gereken durumlara yansıdığında ise iş daha da ciddileşir. Keyfe göre hüküm talep etmek ya da seçmek, birçok haksızlığın ve ahlaksızlığın sebebidir.
Her durumda haklı olduğunu düşünen yetişkinlerin tohumu, çocukluk çağında atılır. Bir çocuğun hatasını görmesi, sonuçlarla yüzleşmesi, vicdan azabı çekmesi, oyunlarda kaybetmesi, başarısız olması, haksızlığını itiraf etmesi, özür dilemesi ve hatta sıkılması önemlidir. Bunların da hayatın bir parçası olduğunu bilmesi gerekir. Ancak o zaman, büyüdüğü zaman bir kul ve vatandaş olarak doğru tepkiyi verir.
Ey hüküm gününün sahibi olan Allahım! Dertlerimizi ve sevinçlerimizi, doğru niyetlerle doğru kişilerle paylaşanlardan ya da onlara danışanlardan eyle. Bizi kendi ellerimizle dönüşü olmayacak şekilde haksız duruma düşmekten ve heveslerimize kapılarak hükümlerinden yüz çevirmekten muhafaza buyur. Bilerek ya da bilmeyerek haksızlık yapma ve haksızlığa uğrama tehlikelerinden Sana sığınırız. Gerektiğinde, kendisine ya da sevdiklerine haksız olduğunu söyleyebilecek erdeme sahip dürüst ve adil kullarından eyle.
Asıl, Allah katında kazandıklarına önem vererek Allah’ın rızasına kavuşma umudu ile yarışanlardan olmak duasıyla.
Amin.