بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يراًۚ وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا |
|
|
2 | قَدَرُوا | tanıyamadılar |
|
3 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
4 | حَقَّ | hakkıyla |
|
5 | قَدْرِهِ | O’nun kadrini |
|
6 | إِذْ | zira |
|
7 | قَالُوا | dediler |
|
8 | مَا |
|
|
9 | أَنْزَلَ | indirmedi |
|
10 | اللَّهُ | Allah |
|
11 | عَلَىٰ | üzerine |
|
12 | بَشَرٍ | insan |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | شَيْءٍ | bir şey |
|
15 | قُلْ | de ki |
|
16 | مَنْ | kim |
|
17 | أَنْزَلَ | indirdi |
|
18 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
19 | الَّذِي | o ki |
|
20 | جَاءَ | getirdi |
|
21 | بِهِ | onu |
|
22 | مُوسَىٰ | Musa |
|
23 | نُورًا | nur olarak |
|
24 | وَهُدًى | ve yol gösterici olarak |
|
25 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
26 | تَجْعَلُونَهُ | siz onu haline getirip |
|
27 | قَرَاطِيسَ | parça parça kağıtlar |
|
28 | تُبْدُونَهَا | gösteriyorsunuz |
|
29 | وَتُخْفُونَ | ve gizliyorsunuz |
|
30 | كَثِيرًا | çoğunu da |
|
31 | وَعُلِّمْتُمْ | ve size öğretildiği |
|
32 | مَا | şeylerin |
|
33 | لَمْ |
|
|
34 | تَعْلَمُوا | bilmediği |
|
35 | أَنْتُمْ | ne sizin |
|
36 | وَلَا |
|
|
37 | ابَاؤُكُمْ | ne de babalarınızın |
|
38 | قُلِ | de ki |
|
39 | اللَّهُ | Alah |
|
40 | ثُمَّ | sonra |
|
41 | ذَرْهُمْ | bırak onları |
|
42 | فِي |
|
|
43 | خَوْضِهِمْ | daldıkları bataklıkta |
|
44 | يَلْعَبُونَ | oynayadursunlar |
|
Bu âyet, peygamberler ve onların gösterdikleri hidayet yolu, getirdikleri dinler ve kitaplarla ilgili önceki âyetlerin bir sonucu olarak görülmektedir.
“Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” diyerek bütün peygamberleri ve ilâhî kitapları inkâr edenlerin kim veya kimler olduğu hususunda tefsirlerde değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre bu sözü söyleyen kişi bir yahudi hahamıdır. İbn Abbas’a isnad edilen bir rivayete göre Hz. Peygamber kendisiyle tartışmaya kalkışan bu hahama “Tevrat’ı Mûsâ’ya indiren Allah için doğru söyle, Tevrat’ta Allah’ın şişman hahamı sevmeyeceği yazılmış mıdır?” diye sormuş; kendisi de şişman olan haham, bu söze öfkelenerek “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” demiştir (Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, s. 164). Bu rivayetin doğruluğunu kabul eden müfessirlere göre En‘âm sûresi Mekkî olmakla beraber 91. âyet Medine’de inmiştir. Çünkü Mekke’de yahudi cemaati bulunmadığından böyle bir tartışmadan da söz edilemez.
Ancak söz konusu rivayetin sıhhati tartışmalıdır. Öncelikle Resûlullah’ın bir insanı şişmanlığından dolayı küçük düşürmesi onun üstün ahlâkıyla bağdaşmaz. Çünkü o, insanların dinî ve ahlâkî kusurlarını bile yüzlerine vurmaz; “İçinizde şöyle şöyle yapanları görüyorum” gibi sözlerle uyarılarını isim vermeden yapardı. Ayrıca, bir yahudi din adamının bütün peygamberleri ve kitapları inkâr etmesi inanılır gibi görünmüyor. Söz konusu rivayette hahamın bu inkârı üzerine, yahudilerin kendisini görevinden uzaklaştırarak yerine Kâ‘b b. Eşref’i getirdikleri belirtiliyor. Ancak Kâ‘b’ın Arap asıllı ve bir Arap kabilesinin lideri olması göz önüne alınırsa, bu rivayetin asılsız olma ihtimali daha da artar.
Bu durum karşısında, âyette peygamberleri ve kitapları inkâr ettikleri bildirilenlerin müşrik Araplar olduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır. Onlar bu gibi inkârcı ifadeleriyle, önceki âyetlerde bir kısmı isimleriyle anılan peygamberleri, aynı âyetlerde üzerinde durulan Allah’ın hidayetini, tebliğlerini ve dolayısıyla insanlara yönelik rahmetini inkâr etmiş; bu suretle Allah’ı gerektiği şekilde tanımadıklarını, hakkıyla takdir etmediklerini göstermişlerdir.
Onların bu tutumlarına karşı yüce Allah, peygamberine şu soruyu sormasını öğütlemiştir: “Öyleyse Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği kitabı (Tevrat’ı) kim indirdi?” Çünkü Araplar yahudi olmamakla birlikte, daha çok ticarî seyahatler esnasında az çok bilgi edindikleri Yahudiliğe, onun peygamberlerine ve kutsal kitabına bir ölçüde saygı duyuyorlardı. Âyette bu duruma da işaret edilerek, buna rağmen “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” demelerinin bir çelişki olduğu ortaya konmuştur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 438-439
وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. قَدَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
حَقَّ masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. قَدْرِه۪ٓ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذْ zaman zarfı قَدَرُوا fiiline mütealliktir. قَالُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l- kavli, مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰى بَشَرٍ car mecruru اَنْزَلَ fiiline mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
إِذ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnidir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَى harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Buradaki عَلَى harf-i ceri istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يراًۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli, مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ istifham harfi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. اَنْزَلَ الْكِتَابَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl الْكِتَابَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası جَٓاءَ بِه۪ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بِه۪ car mecruru جَٓاءَ fiiline mütealliktir. مُوسٰى fail olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Gayri munsariftir.
نُوراً kelimesi بِه۪ ’deki zamirin hali olup fetha ile mansubdur. هُدًى atıf harfi وَ ’la makabline matuf olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Maksur isimdir. لِلنَّاسِ car mecruru هُدًى ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
تَجْعَلُونَهُ cümlesi, amili اَنْزَلَ olan الْكِتَابَ ’nin veya بِه۪ ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
تَجْعَلُونَهُ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
قَرَاط۪يسَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. تُبْدُونَهَا cümlesi, قَرَاط۪يسَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
تُبْدُونَهَا fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. تُخْفُونَ كَث۪يراً cümlesi, atıf harfi وَ ‘la تُبْدُونَهَا fiiline matuftur.
تُخْفُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. كَث۪يراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Maksur isim; Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. مُوسٰى burada maksur isim olduğu için takdiri olarak îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. Bu ayette ‘bir halden başka bir hale geçmek’ manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
تُبْدُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بدو ’dir.
تُخْفُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خفي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ
Cümle, قَدْ takdiriyle hal olarak mahallen mansubdur.
Fiil cümlesidir. وَ haliyyedir. عُلِّمْتُمْ sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. عُلِّمْتُمْ bilmek anlamında kalp fiillerindendir. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَمْ تَعْلَمُٓوا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَعْلَمُٓوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْتُمْ munfasıl zamir تَعْلَمُٓوا ’deki faili tekid eder, mahallen merfûdur.
لَا zaid harftir. لَٓا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ atıf harfi وَ ile تَعْلَمُٓوا ’deki faile matuf olup, damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece “و” gelir. Nadiren و sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir.
Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar.
Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عُلِّمْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi علم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli, اللّٰهُ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. Haberi mahzuftur. Takdiri; أنزل الكتاب şeklindedir.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ذَرْهُمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف۪ي خَوْضِهِمْ car mecruru ذَرْهُمْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَلْعَبُونَ cümlesi, ذَرْهُمْ ’deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.
يَلْعَبُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
(ثُمَّ) : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪ي harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır – mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mecazî mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin ilk cümlesi menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Tekid ifade eden حَقَّ , kelimesi takdiri قدرَه (Onu takdir etti) olan mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib sıfattır. قَدْرِه۪ٓ ‘ye muzaf olmuştur.
Veciz anlatım kastıyla gelen قَدْرِه۪ izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan قَدْرِ ve حَقَّ şan ve şeref kazanmıştır.
قَدَرُوا - قَدْرِه۪ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ cümlesi, مَا قَدَرُوا fiiline müteallik zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍ cümlesi, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Lafza-i celâlin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلٰى بَشَرٍ car mecruru ihtimam için mef’ûl olan شَيْءٍ ‘e takdim edilmiştir.
شَيْءٍ ve بَشَرٍ ’ deki nekrelik, kıllet ve nev ifade ederek kelimeye ‘hiçbir’ manası katmıştır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.
مِنْ شَيْءٍۜ ‘deki zaid مِنْ harfi de bu manada tekid ifade eder.
Nefy cümlesinde gelen nekre isim, umumi mana ifade eder. Bunun delili, bu ayettir. Çünkü Allah Teâlâ'nın, مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ "Allah hiçbir beşere, hiçbir şey indirmemiştir" buyruğundaki ‘beşer’ ve ‘şey’ kelimeleri, olumsuz cümledeki nekre kelimelerdir. Binaenaleyh bu kelimeler umumi mana ifade etmemiş olsaydı, قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى "De ki: Musa'nın getirdiği kitabı kim indirdi?" ayeti, o ifadeyi iptal etmez ve tenakuzunu (çelişki) göstermiş olmazdı. Eğer böyle olmasaydı, bu istidlal (çıkarım) yanlış olurdu. Bu yanlış olunca, nefy cümlesinde gelen nekre kelimenin, umumi mana ifade ettiği sabit olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb)
قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يراًۚ وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ emrinin muhatabı Hz. Peygamberdir.
Aslında bu emir Kur'anı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın kendinden bir tek kelime bile söylemediğine işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a قُلْ diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığının önemini gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona kul dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Ahkaf Suresi 10, c. 7, s. 111)
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً وَهُدًى لِلنَّاسِ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve takrir amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Takrîr; soru soran kimsenin karşı tarafın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.
Takrîr: (itirafa zorlama) Muhâtabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda iknâ edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
İstifham ismi مَنْ mübteda, muzari fiil sıygasındaki اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً وَهُدًى لِلنَّاسِ cümlesi, haberdir.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi cümlenin hükmünü takviye, etmiştir.
İstifham takrir manasında gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
الْكِتَابَ ‘nin sıfatı olan müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sıla cümlesi olan جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً وَهُدًى لِلنَّاسِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نُوراً kelimesi بِه۪ ’deki zamirin halidir. هُدًى kelimesi atıf harfi وَ ’la نُوراً ‘a matuftur. لِلنَّاس car mecruru هُدًى ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Açıklık ve gerçek manasında gelen نُوراً kelimesinde istiare vardır. Batılın karanlığa benzetilmesi gibi hak da aydınlığa benzetilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
O kitabın insanlar için bir nur ve hidayet olması; bil ki Allah Teâlâ o kitabı, yolu aydınlatan ışığa benzeterek, "nur" diye nitelendirmiştir. Eğer bazıları, "Bu tefsire göre, Tevrat'ın bir nur olması ile, insanlar için bir hidayet rehberi olması arasında bir fark kalmaz. Halbuki bu iki kelimenin birbirine atfedilmiş olması, başka başka şeyler olmalarını gerektirir" derlerse, biz deriz ki: "Nur"un iki özelliği vardır. Birincisi: Bizzat kendisinin açık ve aşikâr olması; ikincisi ise başka varlıkların görünmesine vesile olabilecek bir durumda olmasıdır. İşte Tevrat'ın bir nur ve hidayet olmasından murad, bu iki durumdur. Bil ki Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'i de bir başka ayette bu iki sıfat ile tavsif ederek وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ [Fakat biz o (Kur'an'ı) bir nur yaptık. Bununla, kullarımızdan dilediğimize hidayet ederiz] (Şûra, 52) buyurmuştur.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l - Gayb)
تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا cümlesi بِه۪ ’deki zamirden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki تُبْدُونَهَا ve وَتُخْفُونَ كَث۪يراً cümleleri, قَرَاط۪يسَ kelimesi için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
نُوراً ve هُدًى kelimelerindeki nekrelik, nev, kesret ve tazim ifade eder. Ayrıca bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
تُبْدُونَهَا - تُخْفُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, اَنْزَلَ - مَٓا اَنْزَلَ tıbâk-ı selb sanatı vardır.
قَرَاط۪يسَ - الْكِتَابَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قُلْ - قَالُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
”O kitabı alelade bir kitap haline getirdiler (kâğıt yerine koydular). Onu açık ediyorlar, gösteriyorlar ve çoğunu da gizliyorlar” ifadesinde kötü fiillerinden dolayı ciddi bir uyarı vardır. Sanki onlar kitabı kitap olmaktan çıkarmış boş kâğıtlar haline getirmişlerdir.
القَراطِيسُ kelimesi قِرْطاسٍ kelimesinin cemisidir. Aynı surenin 7. ayetinde de müfredi gelmişti. Paçavra, kağıt veya varak olsun, herhangi bir şey yaprağıdır. Yani; ‘’Musa'ya indirilen kitabı, bir kısmını açığa vurup, bir kısmını gizlemek niyetiyle ayrı sayfalar haline getiriyorsunuz’’, demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَ ’la gelen وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ cümlesi, قَدْ takdiriyle haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عُلِّمْتُمْ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
عُلِّمْتُمْ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنْتُمْ munfasıl zamiri تَعْلَمُٓوا ’deki faili tekid etmek içindir. Nefy harfi لَٓا olumsuzluğu tekid için gelmiş zaid harftir.
عُلِّمْتُمْ - لَمْ تَعْلَمُٓوا kelimeleri arasında iştikak cinası, reddü’l-acüz ale’s-sadr ve tıbâk-ı selb sanatları vardır.
Öğretilenlerin “size ve babalarınıza” şeklinde açıklanması taksim sanatıdır.
Ayette bir konuda kelamcıların usulünce kesin aklî delillerle konuşmak şeklinde tarif edilen mezheb-i kelamî sanatı vardır.
Bu sanat delil ve illet bildirmeye yöneliktir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
مَا [şeyler], Yahudilerin Tevrat'tan aldıkları ilimler ve hükümler demektir. Bu kelâm, onlara yapılan uyarı ve kınamayı daha da ağırlaştırır. Çünkü onlar, istediklerini almak ve çoğunu gizlemek suretiyle Tevrat'ın bütünlüğünü bozmuş, onu parçalara bölmüşlerdir. Bu, büyük bir alçaklıktır. Tevrat'ın, onların ilim ve irfanlarının kaynağı olması onların bu yaptıklarını daha da vahimleştirir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)
قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلِ emri konunun önemine dikkat çekmek için tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Resulullah'a onların yerine cevap vermesinin emredilmesi, kaçınılmaz cevabın belli olduğunu ve onların tamamen susturulup konuşmaya kudretleri kalmadığını bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavl cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. اللّٰهُ , takdiri, اَنْزَلَ الْكِتَابَ (Kitabı indirdi) olan mahzuf haber için mübtedadır. Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ثُمَّ terahi (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) içindir. Yani onlara deliller işlemez demektir. Bu yüzden tebliğ yaptıktan sonra onları daldıkları şeyde bırakmak en iyisidir. Onlara delil getirmek; azarlamak ve onlara mazeret bırakmamak içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Tertip ve terahî ifade eden ثُمَّ ile قُلِ اللّٰهُۙ cümlesine atfedilen ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
يَلْعَبُونَ cümlesi ذَرْهُمْ ’ deki mef’ûlun halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki muzari fiiller, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ ifadesinde istiare sanatı vardır. Inkâr edenlerin dünyada küfür içinde akıbetlerini düşünmeden yaşamaları, oyun havuzunda eğlenen çocuklara benzetilmiştir. Bu temsîli istiarede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهَٰذَا | bu da |
|
2 | كِتَابٌ | bir Kitaptır |
|
3 | أَنْزَلْنَاهُ | indirdiğimiz |
|
4 | مُبَارَكٌ | mubarek |
|
5 | مُصَدِّقُ | doğrulayıcı |
|
6 | الَّذِي |
|
|
7 | بَيْنَ | arasındakini |
|
8 | يَدَيْهِ | elleri |
|
9 | وَلِتُنْذِرَ | ve uyarman için |
|
10 | أُمَّ | anası |
|
11 | الْقُرَىٰ | şehirlerin |
|
12 | وَمَنْ | kimseleri |
|
13 | حَوْلَهَا | çevresindeki |
|
14 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
15 | يُؤْمِنُونَ | inananU(lar) |
|
16 | بِالْاخِرَةِ | ahirete |
|
17 | يُؤْمِنُونَ | inanırlar |
|
18 | بِهِ | buna |
|
19 | وَهُمْ | ve onlar |
|
20 | عَلَىٰ |
|
|
21 | صَلَاتِهِمْ | namazlarına |
|
22 | يُحَافِظُونَ | devam ederler |
|
“Allah hiçbir insana (peygambere) hiçbir şey indirmedi” diyenlere âyet şu cevabı veriyor: “İşte bu Kur’an, Ümmülkurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz, kendisinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır.” Böylece âyette Kur’an, vahyin ve nübüvvetin gerçek olduğunu belgeleyen canlı ve güncel bir kanıt olarak gösterilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’in mübarek diye nitelendirilmesi, ona inanıp gereğince yaşayanların dünya ve âhiret hayatları için feyiz, bereket, mutluluk ve huzur kaynağı olmasından dolayıdır.
Kur’an’ın kendisinden önceki kitapları tasdik etmesi iki noktada toplanır: Öncelikle bazı eski kitaplarda yer alan Hz. Muhammed’in risâletine ilişkin müjde, Kur’an’ın inzâli ile fiilen gerçekleşmiş; bu suretle Kur’an eski kitaplardaki müjdeyi tasdik etmiş, yani doğruluğunu kanıtlamıştır. İkinci olarak Kur’an başta Allah’ın birliği, nübüvvet ve âhiret gibi itikadî konular olmak üzere birçok esasta ve hükümde eski kitaplarla tam bir uyum içinde olmuştur. Bu da Kur’an’ın onlar hakkındaki bir tasdikidir. Kur’an’ın, geçmiş dinlerdeki bazı amelî hükümleri değiştirmesi veya kaldırması ve onlarda bulunmayan yeni hükümler getirmesi tamamen değişen ve gelişen şartlarla ilgili olup o dinlerin kutsal kitaplarını tasdik edici özelliğini bozmaz.
Mekke’nin “Ümmülkurâ” diye anılması bölgenin din ve ticaret merkezi, bilhassa hac mahalli olması, ayrıca Arabistan’ın en eski mâbedi sayılan Kâbe’nin orada bulunmasından (Âl-i İmrân 3/96-97) dolayıdır. Kur’an evrensel bir kitap olmakla birlikte vahyin ilk muhatapları Mekke ve çevresinde yaşayan Araplar olduğu için Mekke’de inen En‘âm sûresinin bu âyetinde de, tabii olarak, öncelikle buralardaki insanların uyarılması üzerinde durulmuştur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 440
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. كِتَابٌ haber olup damme ile merfûdur. اَنْزَلْنَاهُ cümlesi, كِتَابٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
اَنْزَلْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مُبَارَكٌ kelimesi كِتَابٌ ‘un ikinci sıfatı olup damme ile merfûdur.
مُصَدِّقُ kelimesi كِتَابٌ ‘un üçüncü sıfatı olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekân zarfı بَيْنَ ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir. يَدَيْهِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için cer alameti ي ‘dir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِ harfi, تُنْذِرَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle اَنْزَلْنَاهُ fiiline mütealliktir.
تُنْذِرَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. اُمَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْقُرٰى muzâfun ileyh olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. الْقُرٰى maksur isimdir.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl atıf harfi وَ ile اُمَّ ‘ye matuf olup, mahallen mansubdur. Mekân zarfı حَوْلَهَا , mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ kelimeleri burda hakiki ve müfred şeklinde gelmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burda Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gelmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. الْقُرٰى burada maksur isim olduğu için takdiri olarak îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُنْذِرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir.
اَنْزَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ‘dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُصَدِّقُ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُبَارَكٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan müfâale babının ism-i mef’ûlüdür.
وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلٰى صَلَاتِهِمْ car mecruru يُحَافِظُونَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُحَافِظُونَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُحَافِظُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُحَافِظُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi حفظ ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Bu bab: müşareket (işteşlik - ortaklık), bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır.) Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ
وَ , istînâfiyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
هٰذَا كِتَابٌ , mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenin mertebesinin yüksekliğini belirterek tazim ifade eder.
اَنْزَلْنَاهُ cümlesi, كِتَابٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اَنْزَلْنَاهُ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir.(Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Kur’an-ı Kerîm’in mübarek diye nitelendirilmesi, ona inanıp gereğince yaşayanların dünya ve ahiret hayatları için feyiz, bereket, mutluluk ve huzur kaynağı olmasından dolayıdır. (Kur’an Yolu Tefsiri)
مُبَارَكٌ kelimesi كِتَابٌ için ikinci, مُصَدِّقُ , üçüncü sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
İlk sıfat fiil cümlesi şeklinde gelerek inzalin an be an yenilendiğine, diğer sıfatlar isim formunda gelerek Allah’tan gelen feyzin devamındaki istimrara ve sübuta delalet etmiştir. (https://tafsir.app/aljadwal/6/92)
مُصَدِّقُ kelimesi için muzâfun ileyh konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sılası mahzuftur. Mekan zarfı بَيْنَ يَدَيْهِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’ın gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ cümlesi, masdar teviliyle takdiri; …أنزلناه ليؤمنوا [inanmaları için onu indirdi] olan mahzuf masdara matuftur. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl olan اُمَّ ’ye matuf müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası mahzuftur. Mekân zarfı حَوْلَهَا bu mahzuf sılaya mütealliktir.
بَيْنَ يَدَيْهِ ifadesinde kinaye vardır.
اُمَّ kelimesinde istiare vardır. Mekke şehirlerin aslıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi - Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Mekke’nin bütün şehirlerin en şereflisi ve bütün Müslümanların kıblesi anlamına gelen اُمَّ الْقُرٰى ile vasıflanması Mekke sakinlerini uyarmanın asıl olup, yeryüzünün diğer bütün sakinlerini uyarmanın da bu asla bağlı olduğunu bildirmek içindir. Müminlerin yerine getirmesi gereken ibadetlerden özellikle namazları muhafazanın zikre değer görülmesi, onun bütün ibadetleri içindeki yerinin pek yüksek ve imandan sonra ibadetlerin en şereflisi olduğunu bildirmek içindir.(Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Bütün şehirlerin anası, merkezi demek olan اُمُّ الْقُرٰي (Ümmü’l-kura) Mekke’nin bir ismidir ki cihanın merkezi, bütün yaratılmışların kıblesi demek gibidir. Uyarma, Mekke’nin kendisine değil, halkına olacağı bilindiğinden mana, mecaz veya mecaz isnadı suretiyle اَهْلُ اُمِّ الْقُرٰي “Ümmü’l-kura halkı” demektir, وَمَنْ حَوْلَهَا “ve çevresindeki kimseleri” ifadesi de buna karinedir. Şüphe yok ki "Mekke" denilmeyip de "Ümmü'l-kurâ" denilmesi, Mekke'yi âlemdeki bütün şehirlerin bir mutlak merkezi gibi düşündürmek içindir. Ve bundan dolayı da, وَمَنْ حَوْلَهَاۜ “ve çevresindeki kimseler” merkez ve çevre karşılığıyla bütün yer çevresinde bulunanların hepsi demek olur. Bununla beraber "Ümmü'l-kurâ" merkezlik manası dikkat nazarına alınmaksızın "Mekke" demek gibi düşünülürse, وَمَنْ حَوْلَهَا “çevresindeki kimseler” den Mekke çevresi, Mekke civarı, bundan da nihayet Arap Yarımadası düşünülür. Bu ihtimale göre Kur'ân'ın nüzul hikmeti yalnızca Mekke ve Arap Yarımadası halkının uyarılmasına mahsusmuş gibi bir kuruntu akla gelebileceğinden لِتُنْذِرَ مَكَّةَ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ "Mekke ve etrafını uyarman için" buyurulmadığı gibi, لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا "Ümmü'l-kurâ ve etrafını uyarman için" de buyurulmayıp atıf vâvı ile وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ "ve Ümmü'l-kurâ ve etrafını uyarman için" buyurulmuş ve bununla Kur'an'ın nüzulünün, Muhammed aleyhisselâm'ın peygamberliğinin yalnız Arap milletini uyarma hikmetine mahsus olmadığı ve bir ayet yukarısındaki "O Kur'an, âlemler için ancak bir uyarıcıdır" manasıyla, bereketlerinin kapsamının genişliğinden gaflet etmemek gerektiği ve özellikle "Ey Resulüm Muhammed! Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik" (Sebe', 34/28) ayetinin kapsamı anlatılmıştır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Hak Teala Kur’an’ı, bu ayette birçok sıfatla nitelendirmiştir:
Birinci sıfat: Ayetteki, "indirdiğimiz" ifadesidir. Bundan maksat, Kur'an'ın Hazret-i Peygamber tarafından değil, Allah Teâlâ tarafından olan bir kitap olduğunu bildirmektir. Çünkü Hak Teâlâ'nın, Hazret-i Peygamber (s.a.v)'e, sayesinde bu şekilde fesahat özelliğine sahip bir Kur'an meydana getirebileceği birçok ilimler vermiş olması uzak bir ihtimal değildir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Allah, durumun böyle olmadığını ve Cebrail (a.s)'in dili ile Kur'an vahyini indirme işini bizzat üzerine aldığını beyan etmiştir.
İkinci Sıfat: Ayetteki "Mübarek olarak" (bir feyz kaynağı olarak) tabiridir. Me'ânî alimleri "Mübarek bir kitap", bereketi ve menfaati devamlı olan, hayrı çok, sevap ve mağfiretle müjdeleyip, kötü fiillerden ve günahlardan insanı alıkoyan bir kitaptır" demişlerdir.
Üçüncü Sıfat: Ayette, "Kendinden önceki (Tevrat ve İncil'i) tasdik edici olarak" sıfatıdır. Bu ifadeden murad, O'nun, kendisinden önce indirilmiş olan kitapları tasdik edici olmasıdır. Bu kitaplarda mevcut olan mükellefiyetlerin, Hazreti Muhammed (s.a.v)'in ortaya çıkış zamanına kadar devam edip geçerli olması; ama, O'nun şeriatının ortaya çıkışından sonra mensuh (kaldırılıp, hükmü geçersiz) olması gerektiği sonucu ortaya çıkar. Binaenaleyh bu kitaplar, o hükümlerin, bu vecihle sübûtuna delalet edip, Kur'an'ın da bu manaya muvafık ve mutabık olduğu; böylece Kur'an'ın, bütün semavi kitapları tasdik edici olduğu, sabit olmuştur.
Dördüncü Sıfat: Ayetteki, "bir de başkent (Mekke) ile bütün çevresindeki yerleri uyarman için..." ifadesidir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
Cümle, atıf harfi وَ ’la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübteda konumundadır. Mevsulü her zaman takibeden sıla cümlesi olan يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçen kişilerin biliniyor olmasının yanında onlara tazim ifade eder.
يُؤْمِنُونَ بِه۪ cümlesi اَلَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin muzari fiil sıygasında cümle olması, hükmü takviye etmiştir.
Ayette kullanılan يُحَافِظُونَ fiili, مفاعل kipi olup mübalağa ifade eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)
يُؤْمِنُونَ fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hal وَ ‘ıyla gelen وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ , mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلٰى صَلَاتِهِمْ , ihtimam için haber olan يُحَافِظُونَ ‘ye takdim edilmiştir.
Müsned olan يُحَافِظُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye etmiştir.
Ayetteki muzari fiiller hudus teceddüt, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fill tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
صَلَاتِهِمْ izafeti, muzâf ve muzâfun ileyhin aralarındaki bağlantının kuvvetine işaret eder. (Âşûr, Mü’minun/2)
Demek ki, kitaba inanmamanın sebebi ahirete inanmamaktır.
Ve onlar namazlarını koruyucudurlar. (Namazı vaktinde kılmak, rükunlarını tam olarak yerine getirmek vs)
حَٱفظ fiili karşılıklı oluş bildirir. Ben namazı koruyorsam, yani vaktinde, şartlarını yerine getirerek kılıyorsam, demek ki namaz da beni koruyor. Bu da namazın kötülüklerden koruması, alıkoyması olarak düşünülebilir. عَلَى harfi nedeniyle ısrar ve tekrar vurgusu vardır. (Arapça-Türkçe Sözlük) Ayrıca bu harfteki istila manası düşünülerek istiare manası dolayısıyla namaz ile ilişkimiz, binici-at arasındaki ilişki gibi düşünülebilir. Binicinin atı kontrol etmesi, yönetmesi, bakımını yapması, sevmesi, ihtiyaçlarını karşılaması gibi manaları namaz için düşünülmelidir.
حَٱفظ fiilinin mufâale babından gelmesi hakiki manada değil mübalağa içindir. Namazı muhafaza etmek; vakitlerini geciktirmekten korumaktır. Bu ifade namazla alakalı şeylerin büyük bir hak olduğunu ve bunları ihmal etmekten korkulduğunu ilan eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr - Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
خفظ korudu demektir. Bu fiilin bir faili, yani öznesi vardır.
حَافِظُو fiili ise karşılıklı iki taraf arasında geçen fiiller için kullanılan bir kalıpla gelmiştir. Burada da iki failden biri insan diğeri namazdır. Yani namazın bizi korumasını istiyorsak bizim namazı korumamız gerekir. Bu fiil bu şekliyle Kur’ânda 4 kere ve hepsinde de namazla geçmiştir. (Bakara/238, Mü’minûn/9, Meâric/34)
حَافِظُو emri, الْمُخَاصَمَةُ ve الْمُقَاتَلَة lafızları gibi müşareket ifade eden bir babtan getirilmiştir. Yani karşılıklı koruma işi, namaz kılan kimseyle namaz arasındadır. Buna göre sanki şöyle denilmek istenmiştir: "Namazının seni koruması için, sen de namazına devam et!" Bil ki namazın, namaz kılan kimseyi koruması şu üç şekilde olur:
1) Namaz, insanı günahlardan korur. Nitekim Hak Teâlâ, إِنَّ ٱلصَّلَوٰةَ تَنْهَىٰ عَنِ ٱلْفَحْشَآءِ وَٱلْمُنكَرِ [Muhakkak ki namaz, edepsizlikten ve çirkin olan her şeyden alıkor] (Ankebut, 45) Binaenaleyh, kim namaz kılmaya devam ederse, namaz onu fuhşiyattan korur.
2) Namaz insanı, bela ve sıkıntılardan korur. Nitekim Hak Teâlâ, وَٱسْتَعِينُوا۟ بِٱلصَّبْرِ وَٱلصَّلَوٰةِ [Sabır ve namaz ile yardım isteyiniz] (Bakara, 45) ve وَقَالَ ٱللَّهُ إِنِّى مَعَكُمْ ۖ لَئِنْ أَقَمْتُمُ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتَيْتُمُ ٱلزَّكَوٰةَ (Maide, 12) buyurmuştur ki, bunun manası, [Eğer namazınızı kılar, zekatınızı da verirseniz ben yardımım ve korumamla sizin yanınızdayım] şeklindedir.
3) Namaz, namaz kılan kimseyi korur ve ona şefaat eder. Nitekim Hak Teâlâ, وَأَقِيمُوا۟ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتُوا۟ ٱلزَّكَوٰةَ وَمَا تُقَدِّمُوا۟ لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ ٱللَّهِ [Namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin. Kendiniz için önden ne hayır yollarsanız, Allah katında onu bulacaksınız] (Bakara, 110) buyurmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
الصَّلٰوةِ kelimesi çoğuldur. Yani en az üç namaz demektir. Orta namaz, bir önceki kelimeden (yani ''namazlar'' kelimesinden) farklı ise, dördüncü namaz olur. Dördüncü namazın orta olabilmesi için toplam namaz vakitlerinin tek sayı olması lazım, demek ki beş vakit namaz vardır.
الصَّلٰوةِ kelimesindeki ال ahd içindir. Burada kastedilen, farz namazlardır. Asıl istenilen beş vakit namazın korunmasıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
الصَّلَوَاتِ kelimesinde, elif lam ahd-i haricî içindir ki maksat, günde beş vakit bilinen farz namazlardır. Bu ahd olmasaydı, bilinen bütün namazların farz olması gerekecekti ki buna güç yetmezdi.
Cenab-ı Hak, وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ "ve onlar namazlarına devam ederler" buyurmuştur ki bundan maksat, "Ahirete iman, insanı nübüvveti tasdike sevk ettiği gibi, beş vakit namaza devam etmeye de sevk eder..." şeklindedir. Hiç kimse, "Ahirete iman, bütün taatlere teşvik eder... O halde, namazın özellikle zikredilmesinin bir anlamı yoktur" diyemez. Çünkü biz diyoruz ki bundan maksat, Allah'a imandan sonra namazın, ibadetlerin en şereflisi ve en kıymetlisi olduğuna dikkat çekmektir... Namaz hariç, zahirî ibadetlerden hiçbirisi hakkında "îman" ismi kullanılmamıştır. Nitekim Cenab-ı Hak, وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ "Allah imanınızı, yani namazınızı zayi edecek değildir..." (Bakara, 143) buyurmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | kim olabilir? |
|
2 | أَظْلَمُ | daha zalim |
|
3 | مِمَّنِ | kimseden |
|
4 | افْتَرَىٰ | uyduran |
|
5 | عَلَى | karşı |
|
6 | اللَّهِ | Allah’a |
|
7 | كَذِبًا | yalan |
|
8 | أَوْ | ya da |
|
9 | قَالَ | diyenden |
|
10 | أُوحِيَ | vahyolundu |
|
11 | إِلَيَّ | bana |
|
12 | وَلَمْ |
|
|
13 | يُوحَ | vahyedilmemiş iken |
|
14 | إِلَيْهِ | kendisine |
|
15 | شَيْءٌ | bir şey |
|
16 | وَمَنْ | ve kimseden |
|
17 | قَالَ | diyen |
|
18 | سَأُنْزِلُ | ben de indireceğim |
|
19 | مِثْلَ | gibi |
|
20 | مَا | şey |
|
21 | أَنْزَلَ | indirdiği |
|
22 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
23 | وَلَوْ | eğer |
|
24 | تَرَىٰ | bir görsen |
|
25 | إِذِ |
|
|
26 | الظَّالِمُونَ | zalimleri |
|
27 | فِي | içinde |
|
28 | غَمَرَاتِ | dalgaları |
|
29 | الْمَوْتِ | ölüm |
|
30 | وَالْمَلَائِكَةُ | ve melekler |
|
31 | بَاسِطُو | uzatmış |
|
32 | أَيْدِيهِمْ | ellerini |
|
33 | أَخْرِجُوا | haydi çıkarın |
|
34 | أَنْفُسَكُمُ | canlarınızı |
|
35 | الْيَوْمَ | bugün |
|
36 | تُجْزَوْنَ | cezalandırılacaksınız |
|
37 | عَذَابَ | azabıyla |
|
38 | الْهُونِ | alçaklık |
|
39 | بِمَا | dolayı |
|
40 | كُنْتُمْ | olmanızdan |
|
41 | تَقُولُونَ | söylüyor |
|
42 | عَلَى | karşı |
|
43 | اللَّهِ | Allah’a |
|
44 | غَيْرَ | olmayanı |
|
45 | الْحَقِّ | gerçek |
|
46 | وَكُنْتُمْ | ve |
|
47 | عَنْ |
|
|
48 | ايَاتِهِ | O’nun ayetlerine karşı |
|
49 | تَسْتَكْبِرُونَ | büyüklük taslamanızdan |
|
“Allah’a karşı yalan uyduran”dan maksat, Allah’ın hiçbir insana hiçbir şey indirmediğini ileri sürenlerdir veya bu âyet, müşriklerin “Kur’an Muhammed’in uydurmasıdır” şeklindeki iftiralarına (bk. Furkan 25/4; Hâkka 69/44-46) karşı bir cevaptır. Zira Allah’a ait olmayan sözleri O’na isnat etmek, Allah’a karşı bir iftira ve büyük bir haksızlık olup Hz. Muhammed böyle bir davranışta bulunmaktan münezzehtir.
Bazı müfessirlere göre bu âyetteki, bir kısım inkârcıların, kendilerine de vahiy geldiğini yahut kendilerinin de Kur’an’dakine benzer âyetler ortaya koyabileceklerini ileri sürdüklerini belirten açıklamalar bu âyetin Medine’de indiğini göstermektedir. Çünkü Medine döneminde Müseylemetülkezzâb ve Esved el-Ansî isimli yalancı peygamberler bu tür iddialarda bulunmuşlar; ayrıca söylendiğine göre yine Medine’de, eski bir vahiy kâtibi iken irtidad eden Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh, Allah’ın indirdiklerine benzer âyetleri kendisinin de ortaya koyabileceğini söylemeye kalkışmıştır. Ancak bu gerekçeler âyetin Medine’de indiğini kanıtlamak için yeterli görülmemiştir. Zira Mekke müşrikleri arasında da istihza maksadıyla benzer iddialarda bulunanlar olmuştur. Ayrıca 93. âyetle, Mekke’de indiği kesin olan 94. âyet arasındaki güçlü alâka da 93. âyetin Mekkî olduğunu göstermektedir (İbn Âşûr, VII, 375-376; Ateş, III, 201-202).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 442
بسط Beseta: بَسْطُ الشَّيْء bir şeyi yaymak ve genişletmektir. بَسْطُ الْيَدِ ise eli uzatmaktır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Bâsit (Esmâul Husnâ), basit ve pusattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَنْ istifham ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. اَظْلَمُ haber olup damme ile merfûdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle اَظْلَمُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
افْتَرٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru افْتَرٰى fiiline mütealliktir. الْكَذِبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, اُو۫حِيَ اِلَيَّ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اُو۫حِيَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. اِلَيَّ car mecruru naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
وَ haliyyedir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يُوحَ illet harfinin hazfıyla meczum meçhul muzari fiildir. اِلَيْهِ car mecruru يُوحَ fiiline mütealliktir. شَيْءٌ naib-i fail olup damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ müşterek ism-i mevsûl atıf harf وَ ile önceki ism-i mevsûle matuftur. Takdiri; ممّن افترى şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası قَالَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, سَاُنْزِلُ مِثْلَ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اُنْزِلُ damme ile merfû muzari fiildir. Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.Faili müstetir olup takdiri انا ’dir. مِثْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.
اَظْلَمُ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. Burada ال ’sız مِنْ ’li gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).
Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
افْتَرٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi فري ’dır.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اُو۫حِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ
وَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. لَوْ gayri cazim şart harfidir. تَرٰٓى fiili elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mef’ûlu bihi mahzuftur. Takdiri; الكفار أو الظالمين (Kâfirler veya zalimler) şeklindedir.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri; لرأيت أمرا عظيما (Büyük bir şey görürdün.) Yani, çok büyük, müthiş bir şey görmüş olurdun." şeklindedir.
اِذْ zaman zarfı تَرٰٓى fiiline mütealliktir. الظَّالِمُونَ ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الظَّالِمُونَ mübteda olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. ف۪ي غَمَرَاتِ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.Aynı zamanda muzâftır. الْمَوْتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ cümlesi, hal olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. الْمَلٰٓئِكَةُ mübteda olup damme ile merfûdur. بَاسِطُٓوا haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Sonundaki نَ izafetten dolayı hazfedilmiştir. اَيْد۪يهِمْ muzâfun ileyh olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِمُونَ kelimesi sülâsî mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
بَاسِطُٓوا kelimesi sülâsî mücerredi بسط olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ
Cümle, mahzuf bir sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri; يقولون أخرجوا (Çıkarın, teslim edin derler.) şeklindedir. Bu söz بَاسِطُٓوا ‘daki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
Fiil cümlesidir. اَخْرِجُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْفُسَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَلْيَوْمَ zaman zarfı, تُجْزَوْنَ fiiline mütealliktir. تُجْزَوْنَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُجْزَوْنَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. عَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْهُونِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle تُجْزَوْنَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ’dür. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنْتُمْ nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ‘ün ismi olarak mahallen merfûdur. تَقُولُونَ cümlesi, كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
تَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَى اللّٰهِ car mecruru تَقُولُونَ fiiline mütealliktir. غَيْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْحَقِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:
1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna
غَيْرَ nahiv alimlerinin çoğunluğuna göre اِلَّا gibi istisna olarak kullanılmaktadır. Ancak غَيْرَ ’nın اِلَّا ’dan farkı, cümledeki konumuna göre îrab almasıdır. Burada غَيْرَ istisnadır ve mef’ûlun bih olduğu için mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخْرِجُٓوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ’dir.
وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنْتُمْ nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ‘ün ismi olarak mahallen merfûdur. عَنْ اٰيَاتِه۪ car mecruru تَسْتَكْبِرُونَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَسْتَكْبِرُونَ cümlesi, كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
تَسْتَكْبِرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَسْتَكْبِرُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formundaki مَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi مَنْ , mübteda konumundadır. İnkârî manadadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça başvurulan bir üslup olarak karşımıza çıkan istifhâmı inkârî ile kabul edilmeyen/edilmemesi gereken bir olgunun neden hala farkına varılmadığı sorgulanmaktadır. (İstifhâm Üslûbunun Mecâzi Kullanımları ve Meallere Yansıması Avnullah Enes Ateş)
İstifham inkârîdir. Nefy manasındadır. Yani hiç kimse bu sıla cümlelerinde bahsedilen insanlardan daha zalim değildir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً [Allah'a karşı iftira atandan daha zalim kim olabilir?] sözü, genel bir biçimde büyük bir tehdit ve korkutma ifade eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Mecrur mahaldeki ikinci müşterek ism-i mevsûl مِمَّنِ , başındaki harf-i cerle birlikte اَظْلَمُ ‘ya mütealliktir. Sılası olan افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَنْ ism-i mevsûlünden murad cinstir. Yani iftira atan ve yalan söyleyen herkes kastedilmiştir. Belli bir kişi kastedilmemiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَى اللّٰهِ car-mecruru, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Mef’ûl olan كَذِباً ‘deki nekrelik, nev ve tahkir ifade eder.
Müsned olan اَظْلَمُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Ayetteki istifham, Allah’a yalan iftira etmekle zulmeden bu kişilerin başına gelecek felaketi haber veren büyük bir tehdit, tevbih ve inkâri anlamda mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَوْ atıf harfiyle sıla cümlesine atfedilen قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Bu atıf, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اُو۫حِيَ اِلَيَّ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُو۫حِيَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
وَ ’la gelen hal cümlesi وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَيْهِ , durumun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
شَيْءٌ ’deki nekrelik, kıllet ve nev ifade ederek kelimeye ‘hiçbir’ manası katmıştır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.
İstifham ismi olan مَنْ ile ism-i mevsûl olan مَنْ arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً ibaresi Kur’an’da 8 kere geçer. Bunların üçü bu surededir. Diğer ikisi 93 ve 144. ayetlerdedir.
كَذَّبَ fiili umumi olarak yalanlamak demektir, ancak Kur’an-ı Kerim’de sadece Allah’ı, ahireti, dini yalanlamak konularında kullanılmıştır.
Ayetteki ikinci ism-i mevsûl, önceki mecrur mahaldeki ism-i mevsûle matuftur. Sılası olan قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ cümlesi, istikbal harfi سَ ile tekid edilmiş müspet fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
مِثْلَ için muzâfun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘ nın sılası olan اَنْزَلَ اللّٰهُ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlede müsnedin ileyhin lafza-i celâlle marife olması mütekellim olan müşriklerin sapkınlıktaki ileri derecelerinin göstergesidir.
قَالَ - مَنْ - اللّٰهِ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
افْتَرٰى - كَذِباً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اُو۫حِيَ - لَمْ يُوحَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَاُنْزِلُ - اَنْزَلَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Onların مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ [Allah’ın indirdiği şey] sözü ya Hicr/6. ayette geçen “Ey kendisine zikir indirilen kişi şüphesiz sen delisin.” demeleri gibi alaya alarak söyledikleridir. Ya da “Bu sözün benzerini indireceğim” diyen kişinin Yüce Allah’tan hikâye edilmesidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la istînafa atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. İstifham üslubundan, şart üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır.
وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ cümlesi , ومَن أظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرى عَلى اللَّهِ كَذِبًا cümlesine atfedilmiştir. Çünkü bu; Allah’a iftira edenlere, “Bize vahyolundu” diyenlere ve “Allah’ın indirdiğinin benzerini indireceğim” diyen zalimlere bir ceza tehdididir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Şart üslubunda gelen terkipte şart cümlesi olan تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek onu etkiler.
الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ cümlesi, تَرٰٓى fiiline müteallik zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ sözündeki ‘’zalimler’’ ifadesi bütün müşrik zalimleri kapsar. Bunun için الظَّالِمُونَ kelimesindeki tarif istiğrak ifade eden cins içindir. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ car-mecruru mahzuf habere mütealliktir. Zamir makamı olmasına rağmen zalimlerin zahir isimle anılmaları onları tahkir ve kınama için yapılan ıtnâbtır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الغَمْرَةُ suyla örtülmek, kaplanmak demektir. Buradan kurtulmak mümkün değildir. Bu istiareler yaygın olarak sıkıntı; bir vadiyi sular veya sel kapladığı zaman meydana gelen hakiki manadaki sıkıntı ve zorluğa benzetilerek kullanılır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Ölüm hali; içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. غَمَرَاتِ ’ın böyle bir özelliği olmadığı halde, durumun korkunçluğunu mübalağalı bir dille ifade etmek için zarfiyet manası bulunan ف۪ي harfi kullanılmıştır. Câmî’ her ikisindeki mutlak irtibattır. Âşûr da bu görüştedir.
وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ cümlesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsned olan بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ , veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelmiştir.
بَاسِطُٓوا ’nun sonundaki نَ , muzâfun ileyh olan اَيْد۪يهِمْ ’e muzaf olduğu için düşmüştür. Cemi müzekker salim kelimeler muzaf olduklarında sonlarındaki نَ düşer.
Elleri uzatmak; dokunma ve acıdan kinaye olabilir. Maide/28. ayetteki لَئِنْ بَسَطْتَ إلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي [Beni öldürmek için elini bana uzatırsan] sözünde geçtiği gibidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْمَلٰٓئِكَةُ ‘den hal cümlede takdiri يقولون (Derler) fiil mahzuftur. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mukadder يقولون (Derler) fiilinin mekulü’l-kavli emir sıygasında talebî inşaî isnaddır.
اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْ cümlesindeki emir taciz (aciz bırakmak) içindir. Yani eğer gücünüz yetiyorsa bu azaptan kendinizi kurtarın demektir. الإخْراجُ (çıkarmak) ise kurtarma ve hayatta kalma anlamında mecazdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَلَوْ تَرٰٓى [Onları bir görseydin] şartının cevabı mahzuftur. Bu üslup korkuyu daha da arttırır.
Takdiri, لرأيت أمرا عظيما (Büyük bir durum görürdün) olan cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcaz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’ deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Henüz gerçekleşmemiş olayların zikrinde muzari yerine mazi fiil gelmesi; mazi menzilesine konması (yani, kesinlik ifadesi) içindir. Zira Allah’ın sözünde asla değişiklik olmaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Cenab-ı Hak, اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ "Canlarınızı kurtarın!.." buyurmuştur. Burada bir hazf söz konusu olup ifadenin takdiri, "Canlarınızı kurtarın, derler..." şeklindedir. Bu ifadeyle ilgili bir kaç mesele vardır:
1) Bu lafız, onların çok şiddetli bir sıkıntı içinde olup, bela ve sıkıntı hususunda, kendi kendilerinin canlarını çıkarıp teslim edecekleri bir raddeye varmış olmalarından kinayedir.
2) Cenab-ı Hakk'ın, "Canlarınızı kurtarın" sözü, bir emir değil, aksine bir tehdit olup yürekleri yerinden hoplatmak için getirilmiştir... Bu, tıpkı bir kimsenin, "Şu anda git bakalım, başına gelenleri göreceksin!.." demesi gibidir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
غَمَرَ kelimesinin manaları; felaket ,kucak dolusu, bir duyguyu kuvvetle hissetmektir. Başına da ف۪ي harfi gelmiştir. [Ölümün kucağına düşmüş] ifadesinde istiare vardır. Yüce Allah peş peşe gelen ölüm sıkıntısı ve kederleri, insanlara ardarda gelip de onları sürükleyen dalgalara benzetmiştir. Bu hal insanın kalbini sarıp kuşattığı için غَمَرَ denilmiştir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
غَمَرَاتِ الْمَوْتِ buradaki غَمَرَاتِ kelimesi, "ölümün şiddeti, sıkıntısı" manasına gelen اَلْغَمْرَةُ kelimesinin çoğuludur. غَمْرَةُ كُلِّ شَيْءٍ tabirinin manası, "O şeyin çokluğu, büyüklüğü.!" demektir. غَمْرَةُ المَاءِ (suyun çokluğu, muazzam oluşu) ve غَمْرَةُ الحَرْبِ (harbin büyüklüğü, muazzam oluşu) deyimleri de böyledir. Yine bir şey bir şeyin üzerine çıkarak onu sarıp bürüdüğünde, غَمْرَهُ الشَيْءُ (o şey onu sardı, bürüdü) denir. Zeccâc şöyle demektedir: "Çok olan bir şeyin içine dalıp onun içinde kalan herkese, قَدْ غَمَرَهُ ذَالِكَ "O, onu sardı, bürüdü "; yine borcun içinde boğulup kalmış olan kimse hakkında da غَمْرَهُ الدَّيْنُ "Borç, onu kapladı..." denir. İşte, kelimenin asıl lügat manası budur. Daha sonra sıkıntılar, istenmeyen şeyler hakkında da الغَمَرَاتُ kelimesi kullanılmıştır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl konumundaki الْيَوْمَ , ihtimam için amili olan تُجْزَوْنَ ‘ye takdim edilmiştir.
تُجْزَوْنَ fiili, faile değil fiile dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
İkinci mef’ûl olan عَذَابَ الْهُونِ , izafet formunda gelmiştir. Mevsufun sıfatına muzâf olması şeklindedir. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz. Bu izafette azap, zilletten kaynaklanmaktadır.
Azap kelimesinin الهُونِ (aşağılayıcı) kelimesine muzâf olması izafetin taşıdığı ihtisas ve milk manası dolayısıyladır. Yani azap, küçük düşürmenin levazımıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
ألعَذَابَ الْهُون ile عَذَابَ الْهُونِ ibaresi arasında fark vardır. Çünkü izafette azabın, zilletin kaynağından olduğu manası vardır. Bu fark الرجل المحسن ve رجل المحسن şeklindeki sözümüzdeki fark gibidir. İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.238)
اَلْيَوْمَ kelimesindeki tarif, ahd içindir. Yani bu sözle kıyamet günü kastedilmiştir. اَلْيَوْمَ kelimesinin bu anlamda kullanılması meşhurdur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Cenab-ı Hak اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ [Bugün hakaret azabı ile cezalandırılacaksınız.] buyurmuştur. Zeccâc, ayetteki عَذَابَ الْهُونِ [zillet azabı] tabirinin, "çok şiddetli bir zillete sebebiyet veren azap" manasına olduğunu söylemiştir. Bu azaptan maksat, Hak Teâlâ'nın elem verme ile hor ve hakir kılmayı birlikte yaptığı azaptır. Çünkü mükâfatın saygı ile içiçe olan bir menfaat olması şarttır. Aynı şekilde cezanın da, hor ve hakir kılma ile birlikte bulunan bir zarar olması şarttır. Bazı kimseler الْهُونِ kelimesinin, "hevân" (zillet) manasına geldiğini; "hevn" kelimesinin ise vakar ve tevazu manasına olduğunu; Hak Teâlâ'nın da وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْنًا "O Rahmanın, yeryüzünde hevn ile, yani vakar ve tevazu ile yürüyen kulları..." (Furkân, 63) buyurmuş olduğunu söylemişlerdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb)
تُجْزَوْنَ fiiline müteallik müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ cümlesi, nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. كان ’nin haberi olan تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ cümlesinin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade eder.
Kısa yoldan çok anlam ifadesi için izafetle gelmiş غَيْرِ الْحَقِّ izafeti mefûlun bihtir.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
بِمَا kelimesindeki بِ harf-i ceri sebep içindir. Yani sözleriniz sebebiyle aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Mevsûlün sılasına matuf olan وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur عَنْ اٰيَاتِه۪ , ihtimam için amili olan كان ’nin haberine takdim edilmiştir.
كان ’nin haberi olan تَسْتَكْبِرُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Veciz ifade kastına matuf بِاٰيَاتِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan ayetler şan ve şeref kazanmıştır.
İşin büyüklüğünü göstermek ve kalplere korku salmak için, izmardan izhara dönülerek Allah lafzının açık isim olarak getirilmesi iltifat sanatıdır. Bu tekrarda ayrıca tecrîd ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كُنْتُمْ - قَالَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | جِئْتُمُونَا | yine bize geldiniz |
|
3 | فُرَادَىٰ | tek olarak |
|
4 | كَمَا | gibi |
|
5 | خَلَقْنَاكُمْ | sizi yarattığımız |
|
6 | أَوَّلَ | ilk |
|
7 | مَرَّةٍ | kez |
|
8 | وَتَرَكْتُمْ | ve bıraktınız |
|
9 | مَا | şeyleri |
|
10 | خَوَّلْنَاكُمْ | sizi hayaline daldırdığımız |
|
11 | وَرَاءَ | arkasında |
|
12 | ظُهُورِكُمْ | sırtlarınız |
|
13 | وَمَا |
|
|
14 | نَرَىٰ | ve görmüyoruz |
|
15 | مَعَكُمْ | yanınızda |
|
16 | شُفَعَاءَكُمُ | şefaatçilerinizi |
|
17 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
18 | زَعَمْتُمْ | sandığınız |
|
19 | أَنَّهُمْ | onların |
|
20 | فِيكُمْ | içinizden |
|
21 | شُرَكَاءُ | ortak olduklarını |
|
22 | لَقَدْ | andolsun |
|
23 | تَقَطَّعَ | (bağlar) kesilmiş |
|
24 | بَيْنَكُمْ | aranızdaki |
|
25 | وَضَلَّ | ve kaybolup gitmiştir |
|
26 | عَنْكُمْ | sizden |
|
27 | مَا | şeyler |
|
28 | كُنْتُمْ |
|
|
29 | تَزْعُمُونَ | sandığınız |
|
İnkârcıların âhirette, mutlak güç ve hâkimiyet sahibi olan Allah karşısındaki yalnızlık ve çaresizliklerinin anlatıldığı âyete göre onların dünyadaki akraba ve dostları, kendilerini şımartıp azgınlaştıran mal ve mülkler, makam ve mevkiler, Allah’tan başka tapmış oldukları şeyler Allah karşısında onlara zerre kadar fayda sağlamayacak, yardımını umdukları şeyler kaybolup gidecektir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 442
Riyazus Salihin, 412 Nolu Hadis
Hz. Âişe radıyallahu anhâ, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim demiştir:
“İnsanlar, kıyamet gününde, yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah’ın huzurunda toplanırlar.” Bunun üzerine ben:
– Yâ Resûlallah! Kadınlar ve erkekler birlikte olunca, birbirlerine bakmazlar mı, dedim? Peygamber Efendimiz:
– “Âişe! Durum, onların bunu akıllarına getiremeyecekleri kadar ciddidir” buyurdu.
Bir başka rivayette:
“İş, birbirlerine bakamayacakları derecede şiddetlidir”, buyurdu.
Buhârî, Rikak 45; Müslim, Cennet 56,59. Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 8, 48, Tefsîru sûre (5), 14; Tirmizî, Kıyamet 3, Tefsîru sûre (80), 2; Nesâî, Cenâiz 118-119; İbni Mâce, Zühd 33
خول Havele: خَوَّلَ vermek, bahşetmek anlamındadır. Birine köle ve hizmetçi vermektir. Alışılmış olup ihtiyaç haline gelmiş şeyleri vermektir diyenler de olmuştur. Arapçada خَالٌ kelimesi dayı, خَالَةٌ (hala) ise teyze demektir ve bu sözcüğün aslı da ‘falan adam sığırlarına, develerine vs. mallarına iyi bakar, malın dayısıdır.’ şeklindeki deyimden gelmektedir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli haladır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ
وَ istînâfiyyedir. لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
جِئْتُمُونَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فُرَادٰى kelimesi جِئْتُمُونَا ’deki failin hali olup mukadder fetha ile mansubdur. Maksur isimdir.
كَ harf-i cerdir. مَا ve masdar-ı müevvel جِئْتُمُونَا ‘daki failin mahzuf ikinci haline mütealliktir.
خَلَقْنَاكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَوَّلَ zaman zarfı, خَلَقْنَاكُمْ fiiline mütealliktir. مَرَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. جِئْتُمُونَا fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.
Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).
Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece “و ” gelir. Nadiren “و ” sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ
Fiil cümlesidir. وَ haliyyedir. تَرَكْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası خَوَّلْنَاكُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
خَوَّلْنَاكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَرَٓاءَ mekân zarfı, تَرَكْتُمْ fiiline mütealliktir. ظُهُورِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَوَّلْنَاكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi خول ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَرٰى fiili elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Bilmek anlamında kalp fiilidir. مَعَ mekân zarfı نَرٰى fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شُفَعَٓاءَكُمُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl شُفَعَٓاءَكُمُ ‘un sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası زَعَمْتُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
زَعَمْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel زَعَمْتُمْ fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur. Sanmak anlamında kalp fiilidir.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ muttasıl zamiri, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. ف۪يكُمْ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. شُرَكٰٓؤُ۬ا kelimesi, اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
فِي harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır – mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِي harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır – mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
شُرَكٰٓؤُ۬ا kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟
لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
تَقَطَّعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. بَيْنَكُمْ mekân zarfı, تَقَطَّعَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. ضَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَنْكُمْ car mecruru ضَلَّ fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنْتُمْ nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ‘ün ismi olarak mahallen merfûdur. تَزْعُمُونَ۟ cümlesi, كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
تَزْعُمُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَقَطَّعَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi قطع ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. Tefe'ul babı aynı zamanda fiile teksir manası da katar. Burada teksir manasında kullanılmıştır. Burada teksir manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ
وَ , istînafiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımlarda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Bu ayetlerin benzeri Kur’ân’da çoktur. Muzari yerine mazi fiil gelmesi; mazi menzilesine konması (yani, kesinlik ifadesi) içindir. Zira Allah’ın sözünde asla değişiklik olmaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Teşbih harfi ك sebebiyle mecrur mahaldeki مَا masdar harfi ve sılası masdar tevilinde, جِئْتُمُونَا fiilinin failinin mahzuf haline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel olan خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ayetteki gaib zamirden bu cümlede azamet zamirine geçişte, iltifat sanatı vardır.
جِئْتُمُونَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Cümledeki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, benzetme yönü hazfedildiği için de mücmeldir.
İnkâr ettikleri ve gözleriyle gördükleri ölümden sonraki diriliş için yapılmış bir teşbihtir. كَ harfi yeni yaratılışı, ilk yaratılışa benzetir. Mef’ûlu mutlak konumundadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Bu geliş hakiki manada gelmiş olabilir. Bu durumda قَدْ harfi tahkik içindir. Ama mazi fiil müstakbel için kullanılmış ise istiare vardır ve قَدْ harfi terşîh manası içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
جِئْتُمُونا sözündeki mansub mahaldeki نَا zamiri, azamet, yani heybet zamiridir, كَما خَلَقْناكُمْ sözünün deliliyle meleklere ait değildir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
فُرادى kelimesi جِئْتُمُونا fiilindeki merfû zamirin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
İlk hayatınızda mal, çocuk, ve yardımcılar gibi gurur duyduğunuz her şeyden ayrılmış bir haldesiniz. فُرادى kelimesi فَرْدانَ şeklinde çoğul olur. فُرادى kelimesi, yalnız başına manasındaki فُرادَ kelimesinin manasıyla sınırlı değildir. Teker teker manasını da taşır. ثَلاثٍ ورُباعٍ gibi ma’dûl sayılar gibidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Ayetteki وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى "Andolsun ki yapayalnız, tek tek huzurumuza geldiniz" buyruğu ile, bir azarlama ve korkutma kastedilmiştir. Çünkü o kâfirler, dünyada bütün gayret ve çabalarını, şu iki şeyi elde etmek için sarf etmişlerdir: a) Makam ve mevki elde etmek.b) Allah yanında kendilerine şefaatçi olacaklarına inandıkları putlara tapmak... Sonra onlar kıyamette mahşere geldiklerinde, dünyadaki mallarından hiçbirşey bulunmaz ve yanlarında, Allah katında şefaatçi olacaklarını sandıkları putlarını göremezler. Böylece de dünyada elde ettikleri ve son derece güvendikleri şeylerden tamamen uzak, tek başına kalmış olurlar. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَ ’la gelen وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْ cümlesi, قَدْ takdiriyle haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
تَرَكْتُمْ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan خَوَّلْنَاكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
خَوَّلْنَاكُمْ fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mekân zarfı olan وَرَٓاءَ ’nin amili تَرَكْتُمْ fiilidir.
وَرَٓاءَ - ظُهُورِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْ ifadesinde tecsim, yani cisimlendirme sanatı vardır. Sanki adamın biri bir şeyi arkasına doğru fırlatıp atıyormuş gibi hissediyoruz, sanki onu görüyoruz. Bu benzetme, gözümüzde yükünü sırtının arkasına atmış bir hamalı canlandırır. Maksat, o şeyi senin gözünde çirkinleştirip bir daha unutmamayı sağlamaktır.
وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ
فِيكم شُرَكاءُ ifadesinde harf-i cerin müteallakı olan شُرَكاءُ kelimesine takdimi bu iddialarına taaccüp içindir. (Âşûr)
Cümle, atıf harfi وَ ‘la وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْ cümlesine atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
شُفَعَٓاءَكُمُ için sıfat konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkûne ve istikrara işaret etmiştir.
Ayetin sonunda müştakıyla tekrarlanan زَعَمْتُمْ fiilinde irsâd sanatı vardır.
Masdar ve tekid harfi أَنَّ ve akabindeki اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬ا cümlesi masdar teviliyle زَعَمْتُمْ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car-mecrur ف۪يكُمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için, amili olan شُرَكٰٓؤُ۬ا ‘e takdim edilmiştir.
فِيكم شُرَكاءُ ifadesinde harf-i cerinin müteallakı olan شُرَكاءُ kelimesine takdimi bu iddialarına taaccüp içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
ف۪يكُمْ ibaresindeki ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen insan topluluğu, mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf, عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Çünkü insan topluluğu, zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. İnsanlar arasındaki bağlılık, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Camî, heriki durumdaki mutlak irtibattır.
وما نَرى مَعَكم شُفَعاءَكُمُ cümlesi جِئْتُمُونا وتَرَكْتُمْ cümlelerine matuftur. Çünkü bu haberle onların hataları ve pişmanlıkları kastedilmiştir. Müşriklerin İslam karşısında kalpleri etkilenip bocaladığı zaman ilâhlarının yani putlarının Allah katında kendilerine şefaat edeceğini söyleyerek rahatlarlardı. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟
Cümle mukadder kasemin cevabıdır.
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
وَضَلَّ عَنْكُمْ cümlesi atıf harfi وَ ‘la kasemin cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıygadan mazi sıygaya iltifat sanatı vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنْكُمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
ضَلَّ fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟ cümlesi, nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi olan تَزْعُمُونَ۟ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 93)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
زَعَمْتُمْ - تَزْعُمُونَ۟ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شُفَعَٓاءَكُمُ - شُرَكٰٓؤُ۬اۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada تَقَطَّعَ şeklindeki okuyuşta fail hazfedilmiştir. Çünkü maksat bu kesilmenin kopmanın meydana gelmesidir. Fail bu fiile birlikte kullanılabilecek müphem bir isimdir. Bu kelime لَقَدْ تَقَطَّعَ الحَبْلُ şeklinde ip vs gibi takdir edilebilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: وتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الأسْبابُ (Bakara, 2/166). Bu ayetteki kullanım da buna benzer, veciz bir kullanım sözkonusudur. Arap kelamında التَّقَطُّعِ kelimesinin uzaklık ve bağın kopması manasında tebei istiare olarak kullanılması yaygındır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Nâfî, Kıssâî ve Hafs بَيْنَكُمْ şeklide, diğerleri ise بَيْنُكم şeklinde okumuştur. Bu kıraatte بَيْنُ kelimesi zarfiyye olmaktan çıkar ve çekimi yapılan bir isim olur. Bu kelimeye التَّقَطُّعُ fiilinin isnad edilmesi aklî mecaz olur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
بَيْنُكم şeklindeki okunuşta bu izafet fail olur. Yani zarf olmaktan çıkar ve mekân ismi olur. Toplanma mekânı olan mekân ashabının ayrılığından kinaye olur. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Yararsız olduklarına işaret için ilâhları akılsız varlıkları ifade eden مَا ism-i mevsûlu ile ifade edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
بَيْنَ zıt anlamlı kelimelerdendir; kavuşma için de ayrılma için de kullanılır. Şöyle de denilmiştir: O zarftır, mecazen fiil ona isnat edilmiştir. Mana da aranıza kopukluk girdi demektir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
بَيْنَكُمْ Bu kelime, bazı bakımlardan aralarında bir birlik ve alaka bulunan iki şeyin birbirinden ayrılması hakkında kullanılır. Bu, Arapların بَيْنِى وَبَيْنَهُ شِرْكَةٌ "Onunla aramda bir ortaklık vardır"; بَيْنِى وَبَيْنَهُ رُحْمٌ "Onunla aramızda bir akrabalık bağı vardır" demelerinde olduğu gibidir. Buna göre لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ tabiri, "Bağınız kopmuştur" manasındadır. Bu, "Ruh ile beden arasındaki bağlar paramparça olmuş, onu yeniden elde etmek, bağlamak imkânsızlaşmıştır" demektir.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
İnsanın içindeki düzen domino taşları gibi ard arda dizilidir. Bazen bir tane taşın devrilmesiyle zorla ayakta tuttuğun taşlar da teker teker devrilir gözlerinin önünde. Sanırım bu insanın kendisini en çaresiz hissettiği anlardan bir tanesidir.
Rahat bırak kendini. Olmayan şeyi istemek için harcama vaktini. Sıkıştırma bedenini. Gücünün sınırlarını zorlama. Tek bir şeye odaklanma. Asla ya olacak, ya da olacak deme.
Rahat bırak kendini. Bazen insanın imtihanıdır olmayanı olmadığıyla kabul etmek. Bazen insanın imtihanıdır olan elinde patladığında hayal kırıklığına uğrayarak, olanla yaşamak zorunda kalmak. Olmayan da Allah’tan, olan da. Olmaması mı daha hayırlı hakkında, yoksa olması mı? Bunu en iyi bilen yine Rabbin.
Hayat bu. Kimi zaman boyun kadar karlar içinde yolunu bulmaya çalışıyormuş gibi hissedersin. Kimi zaman da yemyeşil çayırlarda hiçbir engel olmadan koşarsın. Kimi zaman sonraki adımını bile göremezsin, kimi zaman da yolun sonuna kadar adımlarını tek tek hesaplarsın.
İste, her zaman iste. Sabrederek iste. Ama ölçülü çabala. Ne vaktinden önce çabalamayı bırakma ki yıllar boyunca acaba biraz daha uğraşsaydım olur muydu sorusu hayalet gibi dolanmasın peşinde. Ne de vaktinden sonra bırakma ki başka bir şey için çabalamaya enerjin, sabrın, huzurun ve umudun kalsın.
Rabbim daima hakkımda hayırlı olanı istemeyi nasip et. İnadımdan dolayı hakkımda hayırsız olanın peşinde koşup yorulmaktan ve elde ettiğimde hayal kırıklığına uğramaktan koru. En hayırlısını, en güzelini bilen Sensin.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji