بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ٩٤
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | إِنْ | eğer |
|
3 | كَانَتْ | ise |
|
4 | لَكُمُ | size ait |
|
5 | الدَّارُ | yurdu |
|
6 | الْاخِرَةُ | ahiret |
|
7 | عِنْدَ | katında |
|
8 | اللَّهِ | Allah |
|
9 | خَالِصَةً | gerçekten |
|
10 | مِنْ | (değil de) |
|
11 | دُونِ | başkasının |
|
12 | النَّاسِ | insanlardan |
|
13 | فَتَمَنَّوُا | haydi temenni edin |
|
14 | الْمَوْتَ | ölümü |
|
15 | إِنْ | eğer |
|
16 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
17 | صَادِقِينَ | sözünüzde doğru |
|
Bu ayetin bize verdiği mesaj; Ahireti arzulayan kişi olmak ve salih amelleri çoğaltmaktır.
Yahudiler kendilerinden başka hiç kimsenin cennete girmeyeceğine, Cennetin sadece kendileri için olduğuna inanıyorlar. Öyleyse burada ne işiniz var, ölümü temenni edin diyerek meydan okuyan bir ayettir.
قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri, انت ' dir. Mekulü'l-kavl اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ ’ dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَتْ ’in dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
تْ te’nis alametidir. لَكُمُ car mecruru كَانَتْ ’in mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. الدَّارُ kelimesi كَانَتْ ’in muahhar ismi olup damme ile merfûdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, نعيم الدار (Ahiret yurdunun nimeti) şeklindedir.
الْاٰخِرَةُ kelimesi الدَّارُ ‘ nun sıfatıdır. عِنْدَ mekân zarfı خَالِصَةً ‘e veya كان ’nin haberine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. خَالِصةً kelimesi الدَّارُ ’ın hali olup fetha ile mansubdur. مِنْ دُونِ car mecruru خَالِصَةً ‘ e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ف şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
تَمَنَّوُا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْمَوْتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Ayette müfred şeklindedir.Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَمَنَّوُا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi مني ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
خَالِصَةً , sülâsi mücerredi خلص olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كُنتُم nakıs, sükun üzere meni mazi fiildir. تُمْ muttasıl zamiri كُنتُم ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. صَادِق۪ينَ kelimesi كُنتُم ’ün haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar.
Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.
صَادِق۪ينَ , sülâsi mücerredi صدق olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ
İstinâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ cümlesi, şart üslubunda gelmiştir.
كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِنْ دُونِ النَّاسِ , şart cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
لَكُمْ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الدَّارُ , nakıs fiil كَانَ ’nin muahhar ismidir.
الْاٰخِرَةُ kelimesi الدَّارُ için sıfattır. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الدَّارُ الْاٰخِرَةُ , cennet anlamında kinayedir.
Veciz ifade kastına matuf عِنْدَ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olan عِنْدَ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
خَالِصَةً kelimesi الدَّارُ ’ın halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
خَالِصَةً [Yalnız, sadece] ifadesi دَارُ الْاٰخِرَة ifadesinden hal olarak mansubdur. Bunun manası “Ahirette sizin dışınızda hiçbir kimse için bir hak olmaksızın, sadece sizin için...” şeklindedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
فَ karînesiyle gelen فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ cümlesi şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Cümle emir üslubunda olmasına rağmen aciz bırakma manası kazandığı için mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetteki النَّاسِ kelimesi cins ifade eder. Bunun lam-ı tarifinin ahd için (belli insanları ifade etmek için) olduğu da söylenmiştir. O zaman bununla kastedilenler müslümanlardır. Fakat, [Ancak Yahudi veya Hristiyan olanlar müstesna... ] (Bakara/111) ifadesi ve burada belli bir grubun bulunmaması sebebiyle, bu lam-ı tarifin cins için olması daha evladır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
النَّاسِ sözünden maksad tüm insanlar olduğu için lam istiğrak içindir. Çünkü onlar لَنْ يَدْخُلَ الجَنَّةَ إلّا مَن كانَ هُودًا [Yahudilerden başkası asla cennete giremeyecekler.] (Bakara;111) demişlerdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
النَّاسِ cins ifade eder; bir görüşe göre malum insanları ifade eder ki; bunlar da müslümanlardır. (Zemahşerî, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Cenâb-ı Hakk'ın فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ sözünde emir asıl manasından çıkarak acizlik manası kazanmıştır. Çünkü bu istek onların ne özelliklerinden ne de olağan hallerindendir. Ölümü temenni etmek yakın ve salih insanların işidir. Çünkü şehadetinden emin olan kişi onu arzu eder. (Mahmud Safî https://tafsir.app/2/94)
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Ayetin, istînâfiyye olarak fasılla gelen son cümlesi şart üslubundadır. كان ’nin dahil olduğu şart cümlesi olan كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette îcâz-ı hazif vardır. Takdiri فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ (O halde ölümü temenni edin) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
كُنْتُمْ - صَادِق۪ينَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
كُنْتُمْ - كَانَتْ kelimelerinin arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَان ’nin haberi olan صَادِق۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)
Şart edatı اِنْ , mazi fiilin başına da gelebilir. Bu durumda, fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri)
كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ [Eğer doğrucular iseniz…] cümlesi çoğul kalıbıyla gelerek, Müslümanların da resul (sav) gibi Allah'ın indirdiği şeyle onları tehdit ettiklerine delalet eder. Çünkü bu cümle اِنْ كُنْتَ مِنَ اَلصَّادِقِنَ şeklinde tekil kalıbıyla gelmemiştir. Böylece hitap sadece Resul’e (s.a.v) yönelik olmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)
اِنْ harfi burada, asla gerçekleşmeyecek bir fiilin başında gelmiştir. Halbuki bu harf aslında vuku bulma ihtimali şüpheli olan fiillerin başında gelir. Bu da şüphe ifade eden olayın ve onların doğru sözlü olma ihtimalinin olumsuzluğu konusunda kesinlik ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.77)
Bu cümlenin bir önceki ayette zikredildiği halde burada da tekrarlanması, ilzamı (haksızlığı ispat ile susturmayı) güçlendirmek ve anılan cevabın (haydi ölümü dileyin), şart cümlesine (eğer âhiret yurdu... yalnız size has ise) olan bağlılığına yalnız hakikat böyle olduğu için değil fakat onların iddiasına göre de böyle olduğuna dikkat çekmek içindir. Çünkü onlar bu iddiada bulunmuşlardı. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَداً بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ ٩٥
Qaddemet eydihim ibaresi ellerinin önden gönderdiklerini ifade eder. Gelecek için dikeceğiniz, ondan ilerde meyva almayı umut ettiğiniz fidanı elinizle dikersiniz toprağa. İşte gelecek için yapılan yatırımlar için Kur’ân bu ifadeyi kullanır. Ahiret için bir yatırım yapmıyorsanız oraya gitmeyi de arzu etmezsiniz. Yatırımları dünyaya olduğu için burda kalıp bin yıl yaşamayı arzu ederler. (Nouman Ali Han, Özlü Tefsir Dersleri)
وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
يَتَمَنَّوْهُ fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَبَدًا zaman zarfı يَتَمَنَّوْهُ fiiline mütealliktir.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle يَتَمَنَّوْهُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamiri mahzuftur. Takdiri, قدمته أيديهم şeklindedir.
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَيْد۪يهِمْ fail olup ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Ayette geçen لَنْ (hiçbir zaman) ifadesi devamlılık bildirir. Sonra onların ateşe girdikleri zaman ölümü temenni edeceklerini ve “Ey Mâlik! Artık Rabbin canımızı alsın.” (Zuhruf 43/77), “Ah keşke bitirici olsaydı.”(el-Hâkka 69/27) -yani ölüm gerçekleşseydi- diyeceklerini haber vermektedir. Fakat biz bu ayette geçen لَنْ ifadesinin sadece dünyada devamlılık anlamına geldiğini söyleriz ki aynı ifadenin benzer kullanımı: [Beni asla göremezsin.] (A‘râf 7/143) ayetinde bulunmaktadır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
ألأيدي mankus isimlerdendir. Çoğuldur. Nekre geldiği zaman sonundaki ي harfi hazf edilir. Ref ve cer hallerinde sonunda damme ve kesra takdir edilir. Mansub olduğunda ي harfi hazf olmaz. Görünür ve sonuna tenvin elifi gelir. يد kelimesinin bir diğer çoğulu أياد şeklindedir. Aynı şekilde irab edilir. Ancak gayrı munsarıf olduğu için tenvin almaz.
يَتَمَنَّوْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi مني ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
قَدَّمَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. عَل۪يمٌ haber olup damme ile merfûdur. بِالظَّالِم۪ينَ car mecruru عَل۪يمٌ 'e müteallik olup, cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
ظَّالِم۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Âşûr ise farklı görüştedir.
وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَداً بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ cümlesi ve devamı, قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ cümlesi ile قُلْ مَنْ كَانَ عَدُواًّ لِجِبْر۪يلَ cümlesi arasında mu’tariza cümlesidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Menfi muzari fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye istikbalde asla manası kazandıran nefy harfi لَنْ , aynı zamanda tekid ifade eder.
Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Önceki ayetteki muhatap zamirinden bu ayette gaib zamire geçişte iltifat vardır.
اَبَداً zaman zarfı يَتَمَنَّوْنَهُٓ fiiline mütealliktir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , başındaki harf-i cerle يَتَمَنَّوْنَهُٓ fiiline mütealliktir. Sılası olan قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اَبَدًا ’ deki tenvin kesret içindir. Olumsuz siyakta tenvin, umum ifade eder.
اَبَدًا [Hiçbir zaman] kelimesi az, çok zaman dilimleri hakkında kullanılır. وقت ve حين gibi. Burada ise ömrün başından ölüme kadar olan süreyi kapsamaktadır. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
اَيْد۪يهِمْ ifadesinde kül-cüz veya âliyyet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
اَيْد۪يهِمْ ’de tağlib sanatı vardır. El buyurulmuş ama ayak, göz, dil, kulak, hepsi kastedilmiştir. Ellerinin takdim ettiği şeyler sebebiyle onu asla arzu etmeyeceklerdir. Burada بِ harfi sebep ifade eder. Elleriyle yapmak değil de takdim etmek, öne çıkarmak buyurulmuştur. Ellerimizle yaptığımız şeylere dikkat etmeye işaret vardır.
بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Elleriyle kazandıkları şey demektir. Bu, cüz’ü söyleyip kül’ü murad etme kabilindendir. Zemahşerî şöyle der: Amellerin çoğu el ile işlendiği için bütün ameller, ellerin kazanması şeklinde ifade olundu. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Kasas/47-Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ [Onlar ölümü asla istemeyecekler] buyruğu, bu ölüm temennisinin gelecekte de yapılmayacağına dair kesin bir haberdir. Bu, gaipten haber vermedir. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.s)’i yalanlamaya sevkeden sebeplerin çok olmasına ve bu temennide bulunmanın kolaylığına rağmen Hak Teâlâ onların bunu hiç yapmayacaklarını haber vermiştir ki bu, aksine birçok deliller ve emareler bulunan bir iş hususunda kesin bir haberdir. Bu sebeple bu haberi elde etmek ancak vahiy yolu ile mümkündür. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اَبَداً [Ebediyyen,hiç] kaydı da bir başka gaybı haber vermedir. Çünkü Cenâb-ı Hak bunun hem hitap zamanında, hem de istikbalde asla olmayacağını haber vermiştir. Bütün vakitlere nisbet ederek bir şeyin olmayacağını haber vermek, şüphesiz gaybî haberler cümlesindendir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
94. ayetteki فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ [ölümü isteyin] - وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَداً [onu asla istemezler] cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
وَ , istînâfiyyedir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması korkutma ve tehdit içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
اللّٰهُ mübteda, عَل۪يمٌ haberdir. İsm-i fail vezninde gelerek sübut ve istikrar ifade eden بِالظَّالِم۪ينَ car mecruru عَل۪يمٌ ’a mütealliktir.
Bu cümlede lazım melzum alakasıyla mecazı mürsel vardır. ‘Allah zalimleri bilir’ manasının altında, onlara gereken karşılığı verir anlamı kastedilmiştir.
عَلٖيمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Allah zalimlerin ciğerini bilir; şeklinde tercüme edilebilir.
Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ [Allah zalimleri iyi bilir.] Yani Allah onların cezasını iyi bilir ki onlar bu fiiller nedeniyle zalimdirler. Allah Teâlâ onları da başkalarını da biliyor olduğu halde burada hususen onları bildiğini ifade etmesinin sebebi tehdit maksadıdır. Bu şekilde söylemek en etkili tehdittir. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Ayette zamir (هم) değil zahir isim (ظَّالِم۪ينَ) kullanılması, onları zemmetmek ve kendilerinin olmayan bir şeyi iddia etmek ve onda başkalarının hâlikı olmadığını savunmak da dahil bütün işlerinde zalim olduklarını tescil etmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Bu iki ayet Yahudilere karşı ikna edici bir delil ve meydan okuma ruhu taşımaktadır. Çünkü Cenab-ı Hak onların asla ölümü istemeyeceklerini üstüne basa basa ifade etmiştir ve ve uzun tarihleri boyunca, cennete girme ümidiyle kendilerini ölüme attıkları görülmemiştir. Müslümanlar ise yokluk yurdundan beka yurduna geçeceklerine inanarak ölümü diledikleri ve şehitlik istedikleri için Pers ve Sezar eyaletlerine karşı galip gelmişlerdir. bu her dönemde gerçek müminlerin özelliğidir. (https://tafsir.app/2/95)
“…Cenâb-ı Hak’kın ‘Allah zalimleri bilendir’ ifadesi bir zecr (azar) ve tehdit gibidir. Çünkü Cenâb-ı Hak gizli konuşmaları ve sırları bilip kendisinden hiçbir şeyi gizlemek mümkün olmadığı için, mükellefin bunu hesaba katması, günaha düşmekten onu alıkoyan sebeplerin en büyüklerinden olmuş olur.” Önceki ayette (Bakara/94) Allah Teâlâ İsrâiloğulları’ndan ahiret yurdunu ve cenneti sahiplenip büyüklük taslayanları ölümü istemeye davet etmiş, sonraki ayette ise işledikleri onca günah sebebiyle bunu asla istemeyeceklerini alîm esmâsıyla bildiğini vurgulayıp onları azarlamıştır. (Keziban Dut,Ayet Sonlarindaki Esmâü’l-Hüsnâ’nin Ayetle Olan Münâsebeti (Fâtiha, Bakara, Âl-İ İmrân Ve Nisâ Sureleri Bağlamında)
وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا يَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍۚ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِه۪ مِنَ الْعَذَابِ اَنْ يُعَمَّرَۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟ ٩٦
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَتَجِدَنَّهُمْ | onları bulursun |
|
2 | أَحْرَصَ | en düşkünü |
|
3 | النَّاسِ | insanların |
|
4 | عَلَىٰ |
|
|
5 | حَيَاةٍ | hayata |
|
6 | وَمِنَ |
|
|
7 | الَّذِينَ | kimselerden |
|
8 | أَشْرَكُوا | ortak koşan(lar) |
|
9 | يَوَدُّ | ister |
|
10 | أَحَدُهُمْ | her biri |
|
11 | لَوْ | olsa |
|
12 | يُعَمَّرُ | yaşatılmasını |
|
13 | أَلْفَ | bin |
|
14 | سَنَةٍ | yıl |
|
15 | وَمَا | ve değildir |
|
16 | هُوَ | o |
|
17 | بِمُزَحْزِحِهِ | onu uzaklaştıracak |
|
18 | مِنَ | -dan |
|
19 | الْعَذَابِ | azab- |
|
20 | أَنْ | oysa |
|
21 | يُعَمَّرَ | (o kadar) yaşaması |
|
22 | وَاللَّهُ | Allah |
|
23 | بَصِيرٌ | görüyor |
|
24 | بِمَا | şeyleri |
|
25 | يَعْمَلُونَ | yaptıkları |
|
Rabbimize uzun ve hayırlı bir ömür için dua edelim.
Dünya sevgisi bütün hataların, bütün yanlış ve günahların başıdır. (Beyhaki, 7: 338)
وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
تَجِدَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَحْرَصَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلٰى حَيٰوةٍ car mecruru اَحْرَصَ ‘ya mütealliktir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
اَحْرَصَ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir. İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا يَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl مِنَ harfi ceriyle öncesinin delaletiyle mahzuf cümleye mütealliktir. Takdiri, أحرص من الذين أشركوا (şirk koşanların en ..şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası اَشْرَكُوا ’ dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَشْرَكُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَوَدُّ damme ile merfû muzari fiildir. اَحَدُ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَوْ masdariyyedir. لَوْ ve masdar-ı müevvel, يَوَدُّ fiilinin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur. لَوْ ‘ in bir masdar harfi olabilmesi için daha çok وَدَّ ve أحَبَّ gibi temenni bildiren fiillerle birlikte kullanılması şarttır.
يُعَمَّرُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَلْفَ zaman zarfı يُعَمَّرُ fiiline mütealliktir. سَنَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يُعَمَّرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عمر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَشْرَكُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شرك ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِه۪ مِنَ الْعَذَابِ اَنْ يُعَمَّرَۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا olumsuzluk harfi olup, لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.
هُوَ munfasıl zamir مَا ‘ nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِ harf-i ceri zaiddir. مُزَحْزِحِه۪ lafzen mecrur, مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الْعَذَاب car mecruru مُزَحْزِحِه۪ ‘ ye mütealliktir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, ism-i fail مُزَحْزِحِ ‘nin faili olarak mahallen merfûdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يُعَمَّرَ fetha ile mansub meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُعَمَّرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عمر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُزَحْزِحِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan تفعْللَ babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ mübteda olup damme ile merfûdur. بَص۪يرٌ haber olup damme ile merfûdur. مَٓا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle بَص۪يرٌ ‘na mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَعْمَلُونَ ‘ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَعْمَلُونَ۟ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
بَص۪يرٌ kelimesi فعيلٌ vezninde sıfat-ı müşebbehe veya mübalağalı ism-i faildir.
وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا
وَ , atıf harfidir. Ayet, önceki ayetteki وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَداً بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir.
Bu cümlelerin atıf sebebi tekitli olmalarıdır ve bu cümle önceki cümlenin manasını tekid eder. Ancak bu cümlede onların dünya hayatına olan hırslarının haddi aşarak ne kadar fazla olduğu ifade edilmiştir. Bu yüzden de arada fasıl yapılmamış atıf harfi gelmiştir. Sadece tekid manası taşısaydı ayetler fasılla gelirdi. (Âşûr, Et-tahrîr Ve’t-tenvîr)
Ayetin ilk cümlesi mukadder kasemin cevabıdır. Kasem cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasemle birlikte terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ , mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Az sözle çok anlam ifade eden اَحْرَصَ النَّاسِ izafetinde, sıfat mevsûfuna muzâf olmuştur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C. 7 S. 238)
اَحْرَصَ ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl, başındaki مِنَ harf-i ceriyle öncesinin delaletiyle mahzufa mütealliktir. Takdiri, أحرص من الذين أشركوا (şirk koşanların en hırslısı) şeklindedir. Sılası olan اَشْرَكُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا [Hatta Allah’a ortak koşanlardan bile] Yani Allah’a ortak koşanlardan bile daha yaşamaya düşkündürler. Abdullah b. Abbas, Ebü’l-Âliye, Kelbî ve Rebî‘ burada kastedilen müşriklerin Mecûsîler olduğunu söylerken, Hasan-ı Basrî ve Mukâtil ise müşrik Araplar olduğunu söylemişlerdir.
Abdullah b. Abbas’ın ifade ettiğine göre Yahudiler kıyamete inandıkları halde yeniden dirilişi inkâr eden Mecûsîler ve müşriklere göre hayata daha düşkün olmalarının sebebi, onların işledikleri zulüm ve zayi ettikleri bilgi nedeniyle ahirette karşılaşacakları rüsvalığı ve kötü sonu bilmeleridir.
وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا [Hatta Allah’a ortak koşanlardan bile] ifadesinin yukarıda zikrettiğimiz anlamlardan başka iki anlamı (yorumu) daha olduğu söylenmiştir.
İlkine göre bu ifade “Andolsun onları görürsün” ifadesi ile bağlantılıdır, yani “Bu Yahudileri görürsün, aynı şekilde müşriklerden bazı kimseleri de böyle görürsün.” anlamındadır. Çünkü مِنْ (-den) harfi kısmîlik bildirir. Bu durumda bu ifade Yahudiler ile müşriklerin dünya hayatına düşkünlük konusunda eşit oldukları anlamına gelir. Bu onlar için bir kınamadır, çünkü burada ahirete inananla inanmayanı böylesine kınanacak nitelikte bir tutmak söz konusudur.
İkinciye göre bu ifade yeni bir cümle başı olarak mübtedadır ve cevabı (haberi) يَوَدُّ اَحَدُهُمْ [Onlardan her biri ister ki] ifadesidir. Burada gizli bir مِنْ (-den) harfi bulunduğu düşünülür ki bunun benzeri مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ [Yahudilerden (kimi vardır ki) sözü tahrif ederler.] (Nisa 4/46) ayetinde ve وَاِنْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اِلَّا لَيُؤْمِنَنَّ بِه۪ [Ehl-i kitaptan (kimi vardır ki) muhakkak ona iman edecektir.] (Nisa 4/159) ayetlerinde vardır. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) Bu tefsir bilgisinden hareketle مِنَ harfi ceri bu ayette karakteri olan bazıyye manasında kullanılmıştır, diyebiliriz.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
حَيٰوةٍ hayat kelimesi, bu hayatın özel bir hayat olduğunu göstermek için nekre getirilmiştir. Bu hayat, kişinin binlerce sene yaşatılacağı uzun bir hayattır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)
حَيٰوةٍ şeklinde nekre olması da ondan hayatın fertlerinden herhangi bir fert kastedilmiş olmasındandır, o da uzun yaşamaktır. (Beyzâvî,Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Ayette حَيٰوةٍ kelimesinin nekra gelmesi mübhem olup, onların uzun bir hayata olan hırslarını göstermektedir. (https://tafsir.app/aljadwal/2/96)
يَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir.
Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin, تَجِدَنَّهُمْ ‘deki zamirin hali olması da caizdir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Masdar harfi لَوْ ve akabindeki يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍ cümlesi, masdar teviliyle يَوَدُّ fiilinin mef’ûlü yerindedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde olayı göz önünde canlandırarak muhatabı etkiler.
يُعَمَّرُ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
يَوَدُّ اَحَدُهُمْ [Biri (kimi) sever] Bu, yeni bir ifade başlangıcı şeklinde, onların dünyaya düşkünlüklerinin fazlalığını açıklamaktadır. لَوْ يُعَمَّرُ ifadesi يَوَدُّ اَحَدُهُمْ [her biri ister ki] ifadesindeki isteklerinin hikaye edilmesidir. Buradaki لَوْ , temenni manasındadır. Dil kurallarının kıyası gereği لو يُعَمَّرَ [keşke bana ömür verilse] şeklinde denilmesi gerekirdi, ancak burada ifade, “her biri ister ki” ifadesinden dolayı, gaib sigası / üçüncü şahıs kipi şeklinde gelmiştir. Bu tıpkı, حلف باللّٰه ليفعلن “yapacağım diyerek” değil de, “yapacağına dair Allah’a yemin etti” sözü gibidir. (Zemahşerî, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
لو kelimesi ليت (temenni) manasınadır. Aslı, لو اعمر (keşke yaşatılsaydım)dır, يَوَدُّ 'den dolayı gaip sıygasıyla gelmiştir. (Beyzâvî,Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
اَلْفَ سَنَةٍ ’deki tenvin ölümsüzlüğü arzu eden kimselerle ilgili olduğu için kesretten kinayedir.(https://tafsir.app/aljadwal/2/96)
Camiu’l-Ulûm ve başka eserlerde belirtildiği gibi, لَوْ يُعَمَّرُ ifadesi, اَنْ يُعَمَّرُ manasınadır. Çünkü burada, لَوْ kelimesi, اَنْ yerinde gelmiştir. Dolayısıyla اَنْ, fiili olan يُعَمَّرُ ile birlikte masdar manasındadır. Bu da يَوَدُّ fiilinin mef’ûlüdür. Yani; [Onlardan her biri ister ki bin yıl yaşasın.] (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)Ferrâ, Ebû Ali el-Fârisî, Tebrîzî, Ebü’l-Bekâ ve İbn Mâlik gibi nahivciler لو harfinin masdar harfi olarak kullanıldığını, bu anlamdan ve sonrasından müevvel masdarın çıkarıldığını ortaya koymuştur. لو edatı ود fiilinden sonra gelir ve buna muhabbet ve arzuya işaret eden fiiller dahil edilir. Bu edat cevaba ihtiyaç duymaz. Mesela: يَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍ [Onlardan her biri bin yıl yaşamak ister.] (Bakara, 2/96) ayetinde onlar لو edatının nasb eden اَنْ anlamında masdar edatı olduğu görüşündedir. Dolayısıyla bu edatın cevabı gerekmez. Buradan çıkarılan masdar, يود fiilinin mef’ûlüdür. Sanki şöyle demiştir: Onlardan her biri bin yıl yaşamayı ister.
Tahir b. Âşûr’a gelince, o bu bilginlere muhalefet etmiş ve bu bilginlerin ortaya koydukları, gerçekte onun لو anlamında olmaması fakat bunun kullanımdan kaynaklandığı görüşünü zayıf bulmuştur. Bununla alakalı olarak şunu söyler: “Bu görüş hakikaten çok zayıftır ve takdir bakımından çok kolaydır. (Aboubacar Mohamadou, İbn Âşûr’ûn Et-tahrîr Ve’t-tenvîr Adlı Eserinde Sarf Ve Nahiv Merkezli Tercihleri)
وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِه۪ مِنَ الْعَذَابِ اَنْ يُعَمَّرَۜ
وَ , istînâfiyyedir veya cümle اَحَدُهُمْ ‘dan haldir.
Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. مَا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir. بِ , tekid ifade eden zaid harftir.
Cümlenin, اَحَدُهُمْ ‘un hali olması caizdir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Müsned olan بِمُزَحْزِحِه۪ , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
Kelimedeki nekrelik, nev ve umum ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.
بِمُصَيْطِرٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Olumlu cümlelerde lâm harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve ما 'nın haberinin başında gelen بِ harfi tekid bildirir.
Kur'an-ı Kerim'de بِ harfi 22 yerde لَيْسَ ’nin, 19 yerde de ما ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
مِنَ الْعَذَابِ car-mecruru, بِمُزَحْزِحِه۪ ‘ye mütealliktir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur مِنَ الْعَذَابِ , korkutmak ve tehdidi artırmak için, faile takdim edilmiştir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُعَمَّرَ cümlesi, masdar teviliyle ism-i fail olan مُزَحْزِحِ ‘nin faili konumundadır.
Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُعَمَّرُ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır.
يُعَمَّرَۜ - حَيٰوةٍۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مِنَ - يُعَمَّرَۜ - مَا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede maksat, Allah’ın gördüğünü bildirmek değil, Ahirette bunun karşılığını vermek olduğu için lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
مَا müşterek ism-i mevsûlu mecrur mahalde olup بَص۪يرٌ ’e mütealliktir. Sılası olan تَعْمَلُونَ , muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
Müsned olan بَص۪يرٌ sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.
Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [Yaptıklarınızı görür] ifadesinde Allah Teâlâ, herşeyden haberdar olduğunu beyan ederken, bunun içine hesap ve cezayı idmâc etmiştir. Aynı zamanda lazım melzum alakasıyla mecazı mürsel mürekkeptir.
Allah Teâlâ -önceki ayetlerle bağlantılı olarak- İsrâiloğulları’nın gerek dünya hayatındaki azgınlıkları gerekse de dünyaya olan düşkünlükleri nedeniyle uzun bir ömür sürmeyi arzuladıklarını, ancak ne kadar uzun yaşarlarsa yaşasınlar bunun onları azaptan uzak tutamayacağını buyurmuştur. Ayet sonunda ise bu azabın onlara amelleri sebebiyle yapıştığını ve zatının hem onların yaptıklarını hem de her şeyi gören olduğunu beyan etmiştir. (Keziban Dut,Ayet Sonlarindaki Esmâü’l-Hüsnâ’nın Ayetle Olan Münâsebeti (Fâtiha, Bakara, Âl-İ İmrân Ve Nisâ Sureleri Bağlamında)
قُلْ مَنْ كَانَ عَدُواًّ لِجِبْر۪يلَ فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلٰى قَلْبِكَ بِاِذْنِ اللّٰهِ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ ٩٧
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | مَنْ | kim |
|
3 | كَانَ | ise (bilsin ki) |
|
4 | عَدُوًّا | düşmandır |
|
5 | لِجِبْرِيلَ | Cebrail’e |
|
6 | فَإِنَّهُ | şüphesiz o |
|
7 | نَزَّلَهُ | onu indirmiştir |
|
8 | عَلَىٰ |
|
|
9 | قَلْبِكَ | kalbine |
|
10 | بِإِذْنِ | izniyle |
|
11 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
12 | مُصَدِّقًا | doğrulayıcı olarak |
|
13 | لِمَا |
|
|
14 | بَيْنَ |
|
|
15 | يَدَيْهِ | kendinden öncekileri |
|
16 | وَهُدًى | ve hidayet |
|
17 | وَبُشْرَىٰ | ve müjdeci |
|
18 | لِلْمُؤْمِنِينَ | inananlar için |
|
Rabbimizin bu âyetinden anlaşıldığına göre yahudiler, Allah’ın peygamberlere vahiy getiren elçisi Cibril’e de düşman kesilmeye çalışıyorlardı. O bizim düşmanımızdır, o rahmet meleği değil, azap meleğidir diyorlardı.
Bu düşmanlığı şöyle anlamaya çalışıyoruz:
1- Diyorlardı ki: Ne oluyor ey Cebrâil? Hani bir zamanlar biz dosttuk, bize vahiy getiriyordun! Bu işin sahibi, bu işin ehli bizdik!
2-Ayetin devamında işaret buyurulduğu gibi:
"Çünkü senin kalbine kendisinden öncekileri tasdik eden bir kitap indirdi diye Cebrâil’e düşman oluyorlardı."
Yâni getirdiği bu yeni kitapla kendi kitaplarını tashih ettirdi diye, kendilerinin yanılgı noktalarını, tarih boyunca sapma noktalarını belirleyip ortaya koyuverdi diye, tarih boyunca işledikleri tüm pislikleri ortaya döküverdi diye düşman oluyorlardı Cebrâil’e. Tıpkı şimdi kimi insanların açık ve net bir biçimde Kur’ân’ın ortaya konmasından çekindikleri gibi. Çünkü Kur’ân, insanlar tarafından anlaşıldıkça sapık insanların sapıklık noktaları anlaşılacak da ondan. Bu tür insanlar Kur’ân’ın açık ve net bir biçimde ortaya konmasından hep rahatsız olurlar. İnsanların Allah vahyiyle, Allah bilgisiyle tanışmaları bunları korkutur. Çünkü o zaman kendi anlayışlarının, kendi inançlarının, kendi hayat programlarının boşluğu ve batıllığı açığa çıkacaktır.
Bunlar bunun için düşman kesiliyorlardı Cebrâil’e. Getirdiğin bu son kitapla bizi deşifre ettin diye. Bizim tarihî sapıklıklarımızı ortaya döküverdin diye. Peygamberleri öldürdüğümüzü, kitaplarımızı tahrif ettiğimizi, aramızda peygamber varken onu bırakıp buzağıya tapındığımızı, bedavadan üzerimize yağan Allah nimetlerine karşı nankörler kesildiğimizi, Allah’a kulluktan çıkıp keyfimize göre bir hayata yöneldiğimizi, tüm kirli çamaşırlarımızı ortaya döküverdi diye Cebrâil’e ve onun getirdiği son kitaba ve son elçiye düşman kesiliverdiler.
Aksine bu yahudilerin sevinmeleri gerekirdi. Teşekkür etmeleri gerekiyordu Cebrâil’e. Ey Cebrâil ne iyi ettin ki böyle bir kitap getirerek, bizi böyle bir Allah bilgisiyle karşı karşıya getirerek bizim bozuk taraflarımızı ortaya koydun! Bizim sapak noktalarımızı ortaya döktün! Meğer bizler bu halimizle cehenneme gidiyormuşuz! Bize bizi tanıttın! Biz senin bu getirdiğinle kendimizi sağlama imkânı bulduk diye sevinmeleri gerekirken, teşekkür etmeleri gerekirken düşman kesiliyordu ona hainler.
Günümüzde kendi yollarının, kendi anlayışlarının, kendi kitaplarının sağlamasını yapacağından korkup da Kur’ân’ın açık ve net bir biçimde ortaya konmasından rahatsız olanların da bu tavırlarından vazgeçip aksine büyük bir memnuniyet duymaları gerekmektedir. Çünkü bu kitap onların sapak noktalarını ortaya koyduğu için sevinmeleri gerekmektedir.
"Üstelik inananlar için hidâyet ve müjde olarak geliyordu bu kitap."
Halbuki Allah’ın yolu birdir. Halbuki Allah’a iman demek, Allah’ın gönderdiklerine, bildirdiklerine iman demektir. Allah’ı sevmek demek, Allah’ın sevdiklerini sevmek demektir. Allah’ı seven meleklerini de sever. Allah’a inanan meleklerine de inanır. Allah’a inanan peygamberlerinin tümüne inanır. Halbuki bunlar Allah’ın peygamberlerinden kimine dostluk iddiasında bulunurken, kimilerine de düşman oluyorlar. Bir meleğe dost olup ötekilere düşman oluyorlar. Halbuki herhangi bir Rasûlü inkâr eden, bütün Rasûlleri inkâr etmiş demektir. Meleği ve peygamberi inkâr eden onları gönderen Allah’ı da inkâr ediyor demektir. (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri) ()
Kur’ân’ı Allah’ın izniyle senin kalbine indiren odur derken kalp özellikle zikredilmiştir. Kur’ânı Kerim’de kalp anlama, bilme ve bilgi alma yeridir. Bir şeyin kalbi dendiğinde onun bir şekilden başka bir şekle çevrilmesi, döndürülmesi kastedilir. Aynı kökten gelen inkılâb döndürülmek, bir işi bırakmak, çekilmek manasındadır. İnsanın kalbine gelince, deniyor ki çokça değiştiğinden bu adı almıştır. Türkçe’de benzer şekilde içine aldığı şeyin şeklini değiştirdiği için bu kökten kalıp kelimesi vardır. Kalpazan kelimesindeki kalp de Arapça olup değiştirmek manasındadır. Kulp da eğri olduğu için bu ismi almıştır.
Burada şu duayı da hatırlatmadan geçemeyeceğiz: يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْب۪ي عَلَى د۪ينِكَ
'Ey kalpleri şekilden şekle çeviren Allah’ım kalbimi senin dinin üzere sabit kıl.'
Dikkat edilirse bu duada kalp kelimesi üç defa geçmiş, sebbit ‘sabit kıl’, dinike’ de ‘dinin’ olarak düşünülürse Türkçe bilen herkes bu duayı rahatlıkla anlayabilir.
قُلْ مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِجِبْر۪يلَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri اَنْتَ ‘ dir. Mekulü’l-kavl مَنْ كَانَ عَدُوًّا ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Mahallen meczumdur. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, فلا وجه لعداوته şeklindedir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَدُوًّا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. لِجِبْر۪يلَ car mecruru عَدُوًّا ‘nin mahzuf sıfatına müteallik olup, gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلٰى قَلْبِكَ بِاِذْنِ اللّٰهِ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ
İsim cümlesidir. فَ ta’liliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. نَزَّلَهُ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
نَزَّلَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هو ‘ dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. عَلٰى قَلْبِكَ car mecruru نَزَّلَهُ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِاِذْنِ اللّٰهِ car mecruru مُصَدِّقًا ‘a mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مُصَدِّقًا kelimesi نَزَّلَهُ kelimesindeki, هُ zamirin hali olup fetha ile mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl لِ harfi ceriyle مُصَدِّقًا ’a mütealliktir. Mekân zarfı بَيْنَ ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir. Îrabtan mahalli yoktur. يَدَيهِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için يْ ile mecrurdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هُدًى atıf harfi وَ ile مُصَدِّقًا ‘a matuf olup, elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur. بُشْرٰى atıf harfi وَ ile makabline matuftur. لِلْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru بُشْرٰى veya بُشْرٰى ‘ya müteallik olup, cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَزَّلَهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُصَدِّقًا kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِجِبْر۪يلَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَنْ كَانَ عَدُواًّ لِجِبْر۪يلَ cümlesi, şart üslubunda, haberî isnaddır.
كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi olan كَانَ عَدُواًّ لِجِبْر۪يلَ , hem şart cümlesi hem de مَنْ ’in haberidir. لِجِبْر۪يلَ car-mecruru عَدُواًّ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri, فلا وجه لعداوته (düşmanlığının hiçbir temeli yoktur.) şeklindedir.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلٰى قَلْبِكَ بِاِذْنِ اللّٰهِ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ
فَ ta’liliyyedir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isnadın tekrarı ve isim cümlesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)
اِنّ ’nin haberi olan نَزَّلَهُ عَلٰى قَلْبِكَ بِاِذْنِ اللّٰهِ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اِنَّ ’nin haberinin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, istikrar ve temekkün ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
İsm-i fail vezninde gelen مُصَدِّقًا kelimesi نَزَّلَهُ kelimesindeki, هُ zamirin halidir. Hal anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlü, başındaki لِ harf-i ceriyle مُصَدِّقاً ’a mütealliktir. Sılası mahzuftur. Mekan zarfi olan بَيْنَ يَدَيْهِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
هُدًى atıf harfi وَ ile مُصَدِّقًا ‘a, بُشْرٰى kelimesi ise هُدًى ’e matuftur. Her ikisinin de atıf sebebi tezayüftür.
Car-mecrur olan لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ ‘nin müteallakı, بُشْرٰى veya هُدًى’ ın mahzuf sıfatıdır. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
قَلْبِكَ izafetinde Hz. Peygamber’e ait olan zamire muzâf olan قَلْبِ ve اِذْنِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan اِذْنِ kelimeleri şeref kazanmıştır.
مُصَدِّقًا - هُدًى - بُشْرٰى - مُؤْمِن۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Tevrat, burada elinin altında oluşu, yani sürekli kullanım halinde olduğu vurgusunu ifade için belirsiz bir ifadeyle, kinaye olarak بَيْنَ يَدَيْهِ [iki elinin arasında] şeklinde ifade edilmiştir.
فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ [Muhakkak ki o] zamirinin iki anlama gelme ihtimali vardır.
Birincisine göre: Muhakkak Allah, Cebrail 'i Hz. Peygamber’in kalbine indirmiştir.
İkincisi ise; muhakkak Cebrail, Kur'an-ı Kerim'i Hz. Peygamber’in kalbine indirmiştir. Özellikle kalbin söz konusu edilmesi aklın, ilmin ve bilgileri telakki etmenin yeri oluşundan dolayıdır. Ayet-i kerime Cebrail (a.s)'ın şerefini gösterdiği gibi ona düşmanlık edenin yerilmiş olduğunu da göstermektedir. (Kurtubî,El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ [Onu o indirdi] ifadesinde ilk açık zamir Cebrail'e, ikincisi de Kur'an'a racidir. Daha önce geçmediği halde Kur'an'a raci olması şanının yüceliğini gösterir; sanki bilindiği ve çok meşhur olduğu için daha önce geçmesine gerek duyulmamıştır. (Beyzâvî,Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Yahudiler Cebrail (a.s)’a düşmandır. Cebrail ‘’Geber’’ ve ‘’El’’ kelimelerinden oluşmuştur. ‘’Geber’’ güçlü ‘’El’’ tanrı yani Güçlü Tanrı manasındadır. Cebrail (a.s) onlara hep belaları getirmiş, üstelik Peygamber Efendimiz'e de vahiy getirmiştir. Bunun için de ona düşmandılar.
“Ve müminlere müjde olarak” yani hususi olarak müminleri müjdeleyici olarak. هُدًى (hidayet) ve بُشْرٰى (müjde) kelimeleri masdar olmakla beraber fail anlamında kullanılmışlardır. Her ikisi de مُصَدِّقًا (doğrulayıcı) ifadesine atıf olarak mansubdur, çünkü مُصَدِّقًا (doğrulayıcı) ifadesi نَزَّلَهُ (Onu indirdi) fiilinin hali ya da ikinci mef‘ûlüdür. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
مَنْ كَانَ عَدُواًّ لِلّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَرُسُلِه۪ وَجِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ ٩٨
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَنْ | kim |
|
2 | كَانَ | ise |
|
3 | عَدُوًّا | düşman |
|
4 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
5 | وَمَلَائِكَتِهِ | ve meleklerine |
|
6 | وَرُسُلِهِ | ve resullerine |
|
7 | وَجِبْرِيلَ | ve Cebrail’e |
|
8 | وَمِيكَالَ | ve Mikail’e |
|
9 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
10 | اللَّهَ | Allah da |
|
11 | عَدُوٌّ | düşmanıdır |
|
12 | لِلْكَافِرِينَ | inkar edenlerin |
|
Kim Allah’a ve meleklerine ve elçilerine ve Cebrail’e ve Mikail’e düşman idiyse Allah da kafirlere düşmandır. Önceki ayetle arasında mukabele vardır. Bunlara düşman olmak küfür belirtisidir.
Mikail a.s. Kur'ân'da sadece burada geçmiştir. Rüzgar vb tabiat olaylarından sorumlu melektir.
مَنْ كَانَ عَدُواًّ لِلّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَرُسُلِه۪ وَجِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart fiilidir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَدُوًّا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. لِلّٰهِ car mecruru عَدُوًّا ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
مَلٰٓئِكَتِه۪ atıf harfi وَ ile لِلّٰهِ ‘ye matuftur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رُسُلِه۪ atıf harfi وَ ile makabline matuftur. جِبْر۪يلَ ve م۪يكَالَ kelimeleri atıf harfi وَ ile makabline matuf olup gayri munsarif olduklarından cer alameti fethadır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâl اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. عَدُوٌّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.
لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru عَدُوٌّ ‘un mahzuf sıfatına müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَافِر۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِلّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَرُسُلِه۪ وَجِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda, haberî isnaddır.
كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi olan كَانَ عَدُواًّ لِلّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَرُسُلِه۪ وَجِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ , hem şart cümlesi hem de مَنْ ’in haberidir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ cümle, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Şart ve cevap cümleleri arasında müzavece sanatı, عَدُوٌّ kelimesinde de müşâkele sanatı vardır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مَلٰٓئِكَتِه۪ ve رُسُلِه۪ izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olmaları رُسُلِ ve مَلٰٓئِكَتِ kelimelerine şeref kazandırmıştır.
لِلّٰهِ car mecruru عَدُوًّا ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Lafızlar birbirine atfedilirken daha önemli olan takdim edilir. Bu cümlede ise Allah, önemine binaen meleklere, peygamberlere, Cebrail ve Mikail’e takdim edilmiştir.
Düşman olunmaması gerekenlerin sayılması taksim sanatıdır.
لِلّٰهِ - مَلٰٓئِكَتِه۪ - رُسُلِه۪ - جِبْر۪يلَ - م۪يكَالَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَدُوّ ve لِلّٰهِ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Buradaki وَ (ve bağlacı) اَوْ (ya da) anlamındadır, çünkü bir kimsenin Allah’ın düşmanlığını hak etmesi için meleklerin hepsine düşman olması gerekmez. Herhangi birine düşman olması kâfidir. مَلٰٓئِكَتِه۪ kelimesinden sonra جِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ kelimelerinin zikri, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Şereflendirme ve yüceltme ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)
Bu açıdan bu ifade وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِفَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَع۪يدًا [Her kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, resullerini ve ahiret gününü inkâr ederse apaçık bir şekilde sapmış olur.] [Nisa 4/136] ayetinde mevcuttur. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
عَدُوٌّ kelimesi intikam ve helak anlamında mecaz olarak kullanılmıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ [Allah kâfirlerin düşmanıdır.] ifadesinde yaptıklarının ne kadar çirkin olduğunu göstermek için isim cümlesi tercih edilmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder. عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ terkibinde, عَدُوٌّ لَهُمْ şeklinde zamir kullanma yerine, zahir isim getirilmiştir. Bu da, küfür sıfatını onlara tescil etmek ve onların meleklere düşmanlıklarından dolayı kâfir olduklarını vurgulamak içindir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir ve Zemahşerî, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
وَلَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۚ وَمَا يَكْفُرُ بِهَٓا اِلَّا الْفَاسِقُونَ ٩٩
Feseqa فسق :
فَسَقَ فُلانٌ filan kimse şeriatın haram dairesinin dışına çıktı. Bu kullanım Arapların taze hurma kabuğundan çıktığında söyledikleri bir sözden gelir.
Fısk sözcüğü (فِسْقٌ) küfür sözcüğünden daha genel anlamlıdır. Günahın azına da çoğuna da fısk denir. Fakat çok olan günahla olan kullanımı yaygınlık kazanmıştır.
Fâsık kelimesi (فاسِقٌ) ise daha çok dini hükümlere bağlanıp onları ikrar ettikten sonra onların tümünü veya bir kısmını ihlâl eden kişi için kullanılır.
Kendisinde bir habâset ve fısk olduğuna inanıldığından dolayı fare için de فُوَيْسِقَةٌ denmiştir. Deliğinden tekrar tekrar çıkması nedeniyle böyle adlandırıldığı da söylenmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de bir fiil ve üç isim formunda 54 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri fısk, fâsık ve aynı kökten olmamasına rağmen manayı anımsattığı için işari olarak fıskiyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۚ
وَ istînâfiyedir. ل harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
Fiil cümlesidir. اَنْزَلْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَٓا fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ car mecruru اَنْزَلْنَٓا fiiline mütealliktir. اٰيَاتٍ mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. بَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.( (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلْنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا يَكْفُرُ بِهَٓا اِلَّا الْفَاسِقُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَكْفُرُ damme ile merfû muzari fiildir. بِهَٓا car mecruru يَكْفُرُ fiiline mütealliktir. اِلَّا hasr edatıdır. الْفَاسِقُونَ kelimesi fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar.
الْفَاسِقُونَ kelimesi, sülâsi mücerredi فسق olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۚ
وَ , istînâfiyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
اَنْزَلْـنَٓا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir. Yani Allah Teâlâ celâliyle, otoritesiyle ayetleri indirmiştir. Bu da son derece büyük bir ikram ifade eder. Bunda ayetlerin menziline verilen önem hissedilir. Çünkü indiren Azîz, Gâlip, Kâhir ve Bâsit olan Zat’tır.
Önceki ayetteki lafz-ı celâlden azamet zamirine iltifat sanatı vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur اِلَيْكَ , Hz. Peygambere ihtimam için, mef’ûl olan اٰيَاتٍ ‘ye takdim edilmiştir
بَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
وَمَا يَكْفُرُ بِهَٓا اِلَّا الْفَاسِقُونَ
Ayetin ikinci cümlesi atıf harfi وَ ’la kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Mazi fiilden muzari fiile iltifat sanatı vardır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur بِهَٓا , ihtimam için, fail olan الْفَاسِقُونَ ‘ye takdim edilmiştir.
Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Nefy harfi مَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr, fiille fail arasındadır. يَكْفُرُ maksur/sıfat, الْفَاسِقُونَ maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. Yani müsned, müsnedün ileyhe hasredilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
الْفَاسِقُونَ - يَكْفُرُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
الْفَاسِقُونَ kelimesindeki lam-ı tarif cins ifade eder; ancak en güzel yorum, bunun Ehl-i Kitab’a işaret ediyor olmasıdır. (Zemahşerî, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Bu Kur'an'ın, bilhassa tebliğden maksadın ne olduğunu gösteren ve hakka davet eden muhkem ayetleri o kadar açık ve o kadar seçiktir ki, zerre kadar akıl, idrak ve insafı olan buna iman etmekte tereddüt etmez, dinden ve doğruluk yolundan çıkmış, ahdini bozmaya ve hep kötü yolda gitmeye alışmış, inancı bozuk fasıklardan başka hiç kimse bunları inkâr etmez. Bunu inkâra kalkanlar, surenin baş tarafında beyan olunan hep o hüsran ehli olan fasıklardır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili).
إلا : İstisna edatıdır, hasr edatı da olabilir. Hasr edatı olabilmesi için fiilin olumsuz olması ve istisna şeklinin müferrağ olması yani müstesan minhin mahzuf olması gerekir. Bu ayette her iki şart da yerine gelmiştir ve dolayısıyla bunun bir hasr edatı olduğuna karar verme hakkımız vardır. İstisna edatı olmasının da kendine mahsus durum ve halleri vardır.
اَوَكُلَّمَا عَاهَدُوا عَهْداً نَبَذَهُ فَر۪يقٌ مِنْهُمْۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ١٠٠
اَوَكُلَّمَا عَاهَدُوا عَهْدًا نَبَذَهُ فَر۪يقٌ مِنْهُمْۜ
Hemze istifham harfidir. وَ atıf harfidir. كُلَّمَا şart manası taşıyan zaman zarfı, mef’ûlün fih olarak mahallen mansubdur. Zaman zarfı, şartın cevabı نَبَذَهُ fiiline mütealliktir. عَاهَدُوا ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Fiil cümlesidir. عَاهَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَهْدًا ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Birinci mef’ûlün bih mahzuftur. Takdiri, عاهدوا الله عهدا şeklindedir. Veya masdardan naib mef’ûlu mutlaktır.
فَ karînesi olmadan gelen نَبَذَهُ فَر۪يقٌ cümlesi şartın cevabıdır.
نَبَذَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamiri هُ mukaddem mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. فَر۪يقٌ fail olup damme ile merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru فَر۪يقٌ ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir.
Buradaki soru harfi olan ve atıf و ‘ının başında kullanılmış olan hemze harfi, aslında kınama anlamı taşır ve öncesindeki اَفَكُلَّمَا جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْۚ فَفَر۪يقًا كَذَّبْتُمْۘ وَفَر۪يقًا تَقْتُلُونَ [Ama ne zaman size bir peygamber nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse büyüklük taslayarak kimini yalanladığınız kimini de öldürdüğünüz doğru değil mi!] (Bakara 2/87) ayetiyle irtibatlıdır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
كُلَّمَا kelimesi كُلَّ ile masdariyye مَا ‘nın birleşimi olan cezmetmeyen şart edatıdır. Kendisinden sonra şart ve cevap olarak iki fiil bulunur. Bu fiiller daima mazi olur. Edat bu fiillerin tekrarlandığını ifade etmeye yarar. مَا ile masdara dönüşmüş şekline muzaf olur. (Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
عَاهَدُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi عهد ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
İsim cümlesidir. بَلْ idrab ve atıf harfidir. اَكْثَرُ mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا يُؤْمِنُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَكْثَرُ sıfat-i müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ idrab ve atıf harfidir.Önce söylenen birşeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrab denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوَكُلَّمَا عَاهَدُوا عَهْدًا نَبَذَهُ فَر۪يقٌ مِنْهُمْۜ
Hemze inkarî istifham harfi, وَ atıf harfidir. Ayetin ilk cümlesi önceki ayetteki kasem cümlesine atfedilmiştir.
كُلَّمَا , şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Müteallakı cevap cümlesidir.
Şart cümlesi olan اَوَكُلَّمَا عَاهَدُوا عَهْداً , istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, hakiki manada soru olmadığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Cevabı malum bir soru şeklindeki cümle, haber üslubundan daha etkili hale gelmiş ve bahsi geçen kişileri kınama ve tahkir ifade etmiştir.
Ayrıca tecahülü arif sanatı söz konusudur.
كُلَّمَا ‘nın muzafun ileyhi olan عَاهَدُوا عَهْداً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَهْداً fiilin ikinci mef’ûlüdür. Takdiri الله olan ilk mef’ûlün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi نَبَذَهُ فَر۪يقٌ مِنْهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
مِنْهُمْ car mecruru فَر۪يقٌ ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
عَهْدًا - عَاهَدُوا arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr, şart ve cevap cümleleri arasında ise müzavece sanatı vardır.
فَر۪يقٌ ’ daki nekrelik tahkir, عَهْداً ‘deki ise herhangi bir manasında cins içindir.
Ayetteki istifhamdan maksat, onların yapmaya cüret ettikleri şeyi yadırgayıp bunun ne kadar büyük bir kusur olduğunu göstermektir. Çünkü böyle birşey bu lafızlarla söylenildiği zaman bu ifade, o şeyin çirkinliğini ortaya koyma ve azarlama hususunda daha beliğ ve etkili olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
النَّبْذُ ; terk etmek, birşeyi elden bırakmak demektir. Burada, ahdi bozmak manasında müstear lafızdır. Ahdi bozma ve yerine getirmeme, elde tutulan bir şeyi atmaya benzetilmiştir. Aynı şekilde elle tutmak manasındaki تَمَسُّكً kelimesi de ahdi korumak ve sıkıca yerine getirmek manasında kullanılır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
[İçlerinden bir kavim] ifadesi hususen kullanılmıştır; çünkü içlerinden bir başka kavim anlaşmayı bozmamıştır.(Zemahşerî, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ , idrâb harfi, bu ayette önceki cümlenin hükmünü iptal ve intikal için gelmiştir.
Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan اَكْثَرُهُمْ ‘un izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.
Ism-i tafdil vezninde gelen اَكْثَرُ , mübalağa ifade etmiştir.
Menfî muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden لَا يُؤْمِنُونَ cümlesi müsneddir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَلْ atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal, bazen da bir manadan diğerine intikaldir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l Kur’an, c. 1 s. 437)
بَلْ atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, matufu sadece îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Bu cümle Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ [Hayır, onların çoğu iman etmez], yani Tevrat’a iman etmezler; onların dinle hiçbir ilişkileri yoktur; anlaşmayı bozmayı günah saymaz, hiç önemsemezler. (Zemahşerî, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَر۪يقٌ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَۗ كِتَابَ اللّٰهِ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ كَاَنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ١٠١
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَمَّا | ne zaman |
|
2 | جَاءَهُمْ | onlara geldiyse |
|
3 | رَسُولٌ | bir elçi |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | عِنْدِ | katından |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | مُصَدِّقٌ | doğrulayan |
|
8 | لِمَا | şeyleri |
|
9 | مَعَهُمْ | yanlarındaki |
|
10 | نَبَذَ | attılar |
|
11 | فَرِيقٌ | bir gurup |
|
12 | مِنَ |
|
|
13 | الَّذِينَ | kendilerine |
|
14 | أُوتُوا | verilenlerden |
|
15 | الْكِتَابَ | kitap |
|
16 | كِتَابَ | kitabı |
|
17 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
18 | وَرَاءَ | arkasına |
|
19 | ظُهُورِهِمْ | sırtlarının |
|
20 | كَأَنَّهُمْ | sanki gibi |
|
21 | لَا |
|
|
22 | يَعْلَمُونَ | bilmiyorlarmış |
|
Yani onlar kitapla ilgiyi, alâkayı kestiler.
Onu arkalarına attılar. Ellerindeki kitabı bir kenara bıraktılar. Kitabın arkaya atılması, kitabın önüne başka şeylerin geçirilmesi demektir. Kitabın önüne başkalarının kitaplarını veya kendi düşüncelerini, şahsi kanaatlerini, kendi değer yargılarını, kendileri gibilerin değer yargılarını onun önüne almak anlamına gelmektedir. Ya da kitaptan yüz çevirmek, kitapla ilgiyi, alâkayı kesmek, hayat programını kitaba danışmadan hazırlamak, böyle bir kitap var mı, yok mu bundan habersiz yaşamak anlamına gelmektedir. Kitabın emirlerine ve yasaklarına karşı kayıtsız, vurdum duymaz bir hava içine girmek, kitabı ona ihtiyaç duyulmadığı için arkaya almak ve onu kendisine az bakılacak bir konuma getirmek demektir. Veya kitaba, onu sonra okuruz! Hele önce şunları şunları bir okuyalım da ondan sonra ona sıra gelsin diyerek onu ikinci, üçüncü plana atmak demektir. (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri)
Kur’ânı arkasına atmamak isteyenler icin:
‘Kur’ân a aşık olmak”
4 dakika 22 saniye https://youtu.be/fi-CITO5Hj4
وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَر۪يقٌ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَۗ كِتَابَ اللّٰهِ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ
وَ harfi atıftır. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. لَمَّا zaman zarfı şartın cevabı نَبَذَ fiiline mütealliktir. جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef'ûlün bih olarak mahallen mansubdur. رَسُولٌ fail olup damme ile merfûdur. مِنْ عِنْدِ car mecruru رَسُولٌ ‘ün mahzuf sıfatına müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مُصَدِّقٌ kelimesi رَسُولٌ ‘ün ikinci sıfatı olup damme ile merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا kelimesi لِ harf-i ceriyle مُصَدِّق 'e mütealliktir. Mekân zarfı مَعَ mahzuf sılaya mütealliktir. Îrabtan mahalli yoktur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karînesi olmadan gelen نَبَذَ فَر۪يقٌ cümlesi şartın cevabıdır.
نَبَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. فَر۪يقٌ fail olup damme ile merfûdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl مِنَ harfi ceriyle فَر۪يقٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا الْكِتَابَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. الْكِتَابَ mef'ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
كِتَابَ amili نَبَذَ fiilinin mef'ûlün bihi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. وَرَٓاءَ mekân zarfı نَبَذَ fiiline mütealliktir. ظُهُورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamiri هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۫تُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتى ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُصَدِّق sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tef’îl babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَاَنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
İsim cümlesidir. Cümle, فَر۪يقٌ ‘nun hali olarak mahallen mansubdur.
كَاَنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder.
هُمْ muttasıl zamiri كَاَنَّ ‘ nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَا يَعْلَمُونَ cümlesi, كَاَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَر۪يقٌ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَۗ كِتَابَ اللّٰهِ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ
Ayet, atıf harfi وَ ’la önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Cümleye muzâf olan şart manalı zaman zarfı لَمَّا , şartiyedir. Şart üslubunda gelen terkipte, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ şart cümlesi, لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Mûsa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, c. 7, s. 424)
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefy harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
Müsnedün ileyh olan رَسُولٌ kelimesinin nekre gelmesi tazim ifade eder.
عِنْدِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan عِنْدِ şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ifadesinde tecrîd sanatı vardır.
مِنْ عِنْدِ car mecruru رَسُولٌ ‘ün mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مُصَدِّقٌ kelimesi رَسُولٌ için ikinci sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlü, başındaki لِ harf-i ceriyle مُصَدِّقٌ ‘a mütealliktir. Sılası mahzuftur. Mekan zarfi olan مَعَهُمْ , bu mahzuf sılaya mütealliktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi نَبَذَ فَر۪يقٌ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَۗ كِتَابَ اللّٰهِ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الَّذ۪ينَ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan كِتَابَ اللّٰهِ izafetine takdim edilmiştir.
Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , harf-i cerle فَر۪يقٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sılası olan اُو۫تُوا الْكِتَابَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُو۫تُوا fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Mef’ûl konumundaki كِتَابَ اللّٰهِ , veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelmiştir. Bu izafette Allah Teâlâ’ya ait zamire muzaf olan كِتَابَ , tazim ve şeref kazanmıştır.
وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ izafetinde muzaf olan وَرَٓاءَ mekan zarfı, نَبَذَ fiiline mütealliktir.
وَرَٓاءَ - ظُهُورِ ve كِتَابَ - رَسُولٌ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
‘Allah’ın kitabını arkalarına attılar’ ifadesinde istiare sanatı vardır. Kitaba önem vermeyip onun emirlerini uygulamamak, değersiz bir şeyi görülmeyen bir yere atmaya benzetilmiştir.
وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ ifadesi bir darb-ı mesel olup bir şeyden tamamen yüz çevirmek, ona hiç bakmamak için kullanılır. Araplar, bir kimsenin bir şeyden tamamen yüz çevirdiğini ifade etmek için "onu arkaya attı" derler. Çünkü arkaya atılan şeye artık bakılmaz. Bu ifade, Yahudilerin Tevrat'tan tamamen yüz çevirmelerinden kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)
Kitap verilenlerden bir grup Allah’ın kitabını sırtının arkasına attı yani onu görmezden geldi, reddetti, kabul etmedi demektir.
Tevrat'ın; كِتَابَ اللّٰهِ [Allah'ın Kitabı] olarak vasıflandırılması, Tevrat'ı şereflendirmek (teşrif), Yahudiler üzerindeki hakkını tazim ve cüret ettikleri küfür sebebiyle onları korkutmak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Burada tecsîm, cisimlendirme sanatı vardır. Sanki adamın biri bir şeyi arkasına doğru fırlatıp atıyormuş gibi hissediyoruz, sanki onu görüyoruz. Bu benzetme, gözümüzde yükünü sırtının arkasına atmış bir hamalı canlandırır. Maksat, o şeyi muhatabın gözünde çirkinleştirip bir daha unutmamasını sağlamaktır.
Bu konularla ilgili Seyyid Kutub'un; Kur’an’da Kıyamet Sahneleri, Kur’an’da Edebî Tasvir kitaplarını tavsiye edebiliriz.
رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ terkibinde tazim için رَسُولٌ kelimesi nekre olarak getirilmiştir. Rasulullah (s.a.v.)'ın Allah katından geldiğinin bildirilmesi de tazimin büyüklüğünü ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)
Burada tasrihi istiare vardır. Allah'ın kitabına iltifatı bırakıp, önemsememek ve ona uymayı terk etmek, arkasına bir şey atan birine benzetilmiş, böylece sahne açıkça canlandırılmıştır. (https://tafsir.app/aljadwal/2/101)
كَاَنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Fasılla gelen cümle فَر۪يقٌ ‘nun halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Teşbih ve tekid harfi كَاَنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir.
كَاَنَّ ’nin haberi olan لَا يَعْلَمُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil olarak gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
"Sanki bilmiyorlarmış gibi" cümlesi, onların halini bilmeyen kimseye benzetmektedir. Çünkü onlar, bilmeyen cahil bir kimsenin yaptığı işi yapmışlardır. Böylelikle bu ifadeden onların bilerek inkâr ettikleri, küfre saptıkları anlaşılmaktadır. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
Uzun yaşamanın sırrını arayan bir genç varmış. Köyün veya mahallenin en yaşlısını arar bulurmuş. Biraz market alışverişi yapar, orada bulduğu yaşlı amca veya teyzenin evine gidermiş. Konuşmalar aşağı yukarı hep aynı gelişirmiş. Hediyeler verilir, hal hatır sorulur sonra asıl meseleye gelinirmiş.
‘Bu yaşa kadar gelmenin sırrını bizimle paylaşır mısınız?’
Kimisinin gözlerinde bir hüzün belirir, kaybolurmuş. Kimisi ise sadece tebessüm edermiş. Lakin hepsinin verecek bir cevabı olurmuş. Bazısının sırrı bir egzersizde, bazısının ki ise bir gıdada ve hatta geçmişlerinden gelen genlerinde gizliymiş.
Bu sefer gittikleri amcanın hali ve gözlerindeki pırıltı bir başkaymış. Aynı sorunun üzerine amca gülümsemiş ama demiş ki: ‘yavrum, yere galiba bir şey düşürdüm, hele önce ona baksan’. Genç eğilmiş, tam ne düşürdüğünü soracakken amca ‘şak’ diye ensesine tokatı yapıştırmış.
‘A be akılsız evladım. Uzun yaşamaya düşkünlerin hallerinden habersiz olsan gerek. Uzun yaşamanın sırrını arayacağına, hayırlı ve bereketli ömrün sırrını arasana. Canı veren Allah. Ben ne yaparsam yapayım, ecelim geldiği anda soluğum tükenmiş, bu dünyadaki sürem dolmuş demektir.’
O sohbetten sonra genç, uzun ömrün sırrını aramayı bırakmış. Dudaklarında, kendisine amcadan kalan dualarla, hayırlı ve bereketli ömür yaşamanın peşine düşmüş.
‘Rabbim, bana verdiğin ömre, henüz tükenmeyen nefesime hamd olsun. Dünyanın yalanlarından ve nefsimin doymak bilmeyen hallerine kanmaktan Sana sığınırım. Ahirete olan düşkünlüğüm, dünyaya olanınkinden daha fazla olsun.
Rahman ve Rahim olan Allahım! Sana ve meleklerine ve kitaplarına ve peygamberlerine imanı ve muhabbeti nasip ettiğin için sonsuz şükürler olsun. Allahım, ömrümün geri kalanını, geçmişime kıyasla daha verimli, bereketli, huzurlu, ve ihlaslı yaşamamda yardımcım ol. Hayırla yaşayanlardan, hayırla ölenlerden, hayırla dirilenlerden ve cennetine giren kullarından olma duasıyla.’
***
Tarih köşelerinden birinde yaşanan acıklı hikayelerden biri şöyledir:
Bir kralın kızı, başka bir kralın oğlu ile evlenir. Saplantı mıdır, değil midir bilinmez ama kızın adamı çok sevdiği söylenir. Zira tarihte görünmeyen duygulara yer yoktur, sadece görünenler yazılır. Akıl hastalığına yatkın olduğu iddia edilen bu kızımızı sonradan kral olan kocası daha da güçlü olmak sevdası ile manipule etmeye çalışır ve babanın topraklarının başına da ben geçeceğim der. Ancak ecel bu geldi mi, geri dönüşü yoktur. Genç yaşta ölür gider. Kızın ise aklî dengeleri yerinden oynar. Ölü kocasının tabutunu yanında taşıyarak babasının yanına döner. Dünya sevgisi ağır basan babası ise yerime geçmesin diyerek kızını bir kulede küçük bir odaya kapattırır. Zira kızın tahtta daha çok hakkı vardır. Adam ölür gider, kız sözde kraliçe olur ama akli dengesi bozuk iddiası ile tahtın başına oğlu geçer. Sizce annesine daha insancıl bir yaşam sağlamış mıdır? Tabii ki hayır. Kadın kuledeki küçücük hücresinde 50 yıldan fazla perişan bir halde yaşar ve ölür.
Tarihe ibret gözüyle bakmak gerekir. Zira aynı olaylar genel ya da özel olarak insan hayatında tekrar eder durur.
Hiç ölmeyecekmiş gibi Allah için yaşayanla, nefsi için yaşayanın farkı ortadadır. Yarın öldüğümde ne olur sorusunu sormaktan acizdir. Bu yüzden de etrafına verdiği zarara karşı umursamazdır. Yalnız kendisini düşünür. Ölüp gittiğinde ise değersiz bir hiçe dönüşür.
Rızık yalnız Allah’tandır. Yani sahip olunan ünvanın, malın ve yiyeceklerin faydasını huzur ile görmek nasip işidir. Bu yüzden de dünyalıkların yeter ki olsun hayaliyle istenmemesi tavsiye edilir. Zira sahip olmak ile zararından korunarak faydalanabilmek başka bir iştir.
Ey Allahım! Bizi iki cihanda da bize ferahlık sebebi olacak hayırları doğru şekilde isteyenlerden eyle. Bizi Sana şeksiz ve şüphesiz güvenen kullarından eyle. Verdiğin ve vermediğin her nimet için Sana sonsuz şükürler olsun. Sevincimizde de, üzüntümüzde de ilk Sana koşarız ve hakiki manada yalnız Sana sığınırız. Verdiğin ya da vermediğinden dolayı zorlandığımızda yalnız Senden yardım isteriz. Aklımız almasa da, yüreğimiz sıkışsa da Senin ilmine ve rahmetine sarılırız.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji