6 Eylül 2024
En'âm Sûresi 102-110 (140. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

En'âm Sûresi 102. Ayet

ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ  ...


İşte sizin Rabbiniz Allah. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin. O, her şeye vekil (her şeyi yöneten, görüp gözeten)dir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكُمُ işte budur
2 اللَّهُ Allah
3 رَبُّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
4 لَا yoktur
5 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
6 إِلَّا başka
7 هُوَ O’ndan
8 خَالِقُ (O) yaratıcısıdır خ ل ق
9 كُلِّ her ك ل ل
10 شَيْءٍ şeyin ش ي ا
11 فَاعْبُدُوهُ O’na kulluk edin ع ب د
12 وَهُوَ ve O
13 عَلَىٰ üzerine
14 كُلِّ her ك ل ل
15 شَيْءٍ şey ش ي ا
16 وَكِيلٌ vekildir و ك ل

İnsanlar, şuradan buradan edindikleri aslı olmayan derme çatma inançlardan vazgeçerek, Allah hakkında, bir önceki âyette belirtildiği şekilde inanç taşımaya çağrılmakta, O’ndan başka tanrı bulunmadığı, önceden olduğu gibi şimdi ve bundan sonra da her şeyin yaratıcısının O olduğu vurgulanmakta; insanlardan, burada belirtildiği şekilde oluşturdukları sahih imanlarını, uydurma tanrılara değil, yalnız Allah’a kulluk ederek ibadetle pekiştirmeleri istenmektedir. Çünkü O her şeye vekildir. Âyetin bu kısmında tevhidin en yüksek noktası gösterilmiş bulunmaktadır. Çünkü bu ifadeye göre gerçek ve adaletli bir şekilde yapıp yaratan, yaşatan, rızıklandıran O’dur; her varlığa kendi varlık mertebesinde lâyık olan imkân ve şartları hazırlama, sebepleri ve sonuçları düzenleme işlevi sadece O’na aittir; bundan dolayı güvenilip dayanılacak ve sığınılacak olan da O’ndan başkası olamaz.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 448 

ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُۚ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكُمُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  كُمُ  ise muhatap zamiridir. اللّٰهُ  lafza-i celâl haber olup damme ile merfûdur.  

رَبُّكُمْ  ikinci haber olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  cümlesi,  ذٰلِكُمُ ’un üçüncü haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harftir.  اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. اِلَّا  istisna harfidir.  لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri,  موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir.

خَالِقُ  kelimesi  ذٰلِكُمُ ’un dördüncü haberi olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. كُلِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن كانت هذه صفات الله فاعبدوه (Eğer bunlar Allah'ın sıfatları ise o halde O’na kulluk edin.) şeklindedir.

اعْبُدُوهُ  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; olumlu mazi, olumlu muzari ve umumiyetle لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَالِقُ  kelimesi sülâsî mücerredi  خلق  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  بِكُلِّ  car mecruru  وَك۪يلٌ ’e mütealliktir.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. وَك۪يلٌ  haber olup damme ile merfûdur.

وَك۪يلٌ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İşaret ismi mübteda, lafza-ı celâl haberdir.  رَبُّكُمْ  ikinci,  لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  cümlesi üçüncü, خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ  cümlesi dördüncü haberdir. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder. 

Müsnedin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

İsm-i işaret ve lafza-i celâl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Gâfir/64, c. 1, s. 318)

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki kasrdır. 

İkinci haber olan  رَبُّكُمْ  izafeti muzâfun ileyhe tazim ve teşrif ifade etmenin yanında Allahın rububiyet vasfıyla insanlara bahşettiği nimetleri hatırlatma kastı vardır.

Allah ve Rab isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234) 

اللّٰهُ  ve  رَبُّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  cümlesi, üçüncü haberdir. Cinsini nefyeden  لَٓا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Fasıl zamiriyle tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.

Munfasıl zamir  هُوَ , cinsini nefyeden  لَاۤ ’nın ismi olan  اِلٰهَ ’nin mahallinden veya  لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır.

لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَاۤ  ve  إِلَّا  ile oluşan kasr,  إِلَـٰهَ  ile  هُوَ  arasındadır. هُوَ  mevsûf/maksûrun aleyh,  اِلٰهَ  sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)  

خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۢ  dördüncü müsnedtir. شَيْءٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder. Müsnedin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.

خَالِقُ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İşaret ismi  ذٰلِكُمُ ‘da istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكُ  ve  ذٰلِكُمْ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, S. 190)

Ayetin başında yer alan  ذٰلِكُمُ  şeklindeki işaret ismi yüce sıfatlarla mevsuf olan Allah Teâlâ’ya işaret eder. Uzak işaretinin kullanılması onun büyüklüğünü, yüceliğini bildirmek içindir.(Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)

Keşşâf sahibi şöyle demiştir: Ayetteki  ذٰلِكُمُ (İşte bu) ifadesi, önceki kısımlarda zikredilmiş sıfatlarla mevsuf olan varlığa işarettir. Bu ifade mübteda, bundan sonraki kısım ise peş peşe sıralanmış haberlerdir. Bu haberler de “Rabbiniz olan Allah’tır”, “O’ndan başka hiç bir ilah yoktur” ve “Her şeyi yaratandır” ifadeleridir. Yani O, bütün bu sıfatları kendisinde toplayandır. Binaenaleyh O’na ibadet ediniz. Bu, “Kendisinde bu sıfatlar bulunan varlık, ibadet edilmeye layıktır. O halde O’na ibadet ediniz, O’ndan başkasına tapmayınız” demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

 

فَاعْبُدُوهُۚ 


Şart üslubunda gelen terkipte  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  فَاعْبُدُوهُۚ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümle, takdiri  إن كانت هذه صفات الله (Eğer bunlar Allah’ın sıfatlarıysa…) olan mukadder şartın cevabıdır. 

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.


وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ , ihtimam ve fasılaya riayet için amili olan  وَك۪يلٌ ‘ a takdim edilmiştir. 

شَيْءٍ ’deki nekrelik, kesret, tazim ve nev ifade eder.

وَك۪يلٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette teşâbüh-i-etrâf sanatı vardır. 

Allah’ın nimetleri, kevni ayetlerin içine gizlenerek insanlara hatırlatılmaktadır. Ayet, Allah’ın sonsuz kudretinin eşsiz olduğu, yoktan var etmenin sadece O’nun elinde olduğu anlamlarını da içererek tevhide ve ibrete delil teşkil etmektedir. Bütün bu anlamlara ilaveten ayetin, insanın hesaba çekileceği gerçeğine de işaret etmesi, “bir mana için gelen kelamın içine başka bir mana daha sokmak” şeklinde tarif edilen idmâc sanatıdır.

Ayette mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu ayette Allah Teâlâ kendisini, insanlar ibadet etsinler diye rubûbiyetle, tevhide yönelsinler diye ulûhiyette tek olmakla, şükretsinler diye yaratıcı olmakla, bütün işlerinde O’na güvenip dayansınlar diye vekîl olmakla vasıflamıştır. Lafızların mana bakımından uyumuna güzel bir örnektir.

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır 

Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28)

هُوَ - كُلِّ -  شَيْءٍ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

En'âm Sûresi 103. Ayet

لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ  ...


Gözler O’nu idrak edemez ama O, gözleri idrak eder.” O, en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 تُدْرِكُهُ O’nu görmez د ر ك
3 الْأَبْصَارُ gözler ب ص ر
4 وَهُوَ ve O
5 يُدْرِكُ görür د ر ك
6 الْأَبْصَارَ gözleri ب ص ر
7 وَهُوَ ve O
8 اللَّطِيفُ latiftir ل ط ف
9 الْخَبِيرُ herşeyi haber alandır خ ب ر

“Arzulanan bir şeye ulaşma” anlamına gelen idrak, mecaz olarak “duyu organının duyulur şeyi algılaması veya aklın soyut bir varlık ya da mânayı kavraması” mânasında kullanılır. Buradaki kullanımında her iki anlamı da kapsamaktadır; yani “Gözler O’nu idrak edemez” ifadesiyle hem Allah’ın gözle görülür maddî ve cismanî bir varlık olmadığı hem de zâtından başka hiçbir varlık tarafından O’nun gerçek varlığının ve mahiyetinin bütünüyle bilinip kuşatılamayacağı ortaya konmuştur. Bu ifade ile özellikle maddî nesneleri, putları, heykelleri, resimleri tanrılaştıran, bunlara tanrısal aşkınlık ve kutsallık yükleyerek kendilerine sığınılan veya korkulan birer güç kaynağı gibi gören bütün dinler, inançlar ve bunlara dayalı tutumlar reddedilmiştir.

 Mu‘tezile bilginleri, daha başka aklî ve naklî deliller yanında, özellikle bu âyete dayanarak Ehl-i sünnet’in düşündüğünün aksine, Allah’ın, dünyada olduğu gibi âhirette de görülemeyeceğini ileri sürerken Ehl-i sünnet bilginleri, âyetin bâki olan Allah’ı bu dünyada fâni gözlerle görmenin imkânsızlığına işaret ettiğini; âhirette ise, insanların ölümsüz hale getirilecek olan bedenlerindeki sonsuz bir görme imkânına kavuşturulmuş gözleriyle bâki olan Allah’ı görmelerinin mümkün olduğunu savunmuşlardır. Onlar, inkârcıların âhirette “rablerinden mahrum kalacaklarını (perdelenmiş olacaklarını)” bildiren âyeti de (Mutaffifîn 83/15) bu iddialarına delil göstermişlerdir. Zira “mahrum olma (perdelenme)” ifadesi sadece inkârcılar için kullanıldığına göre müminler rablerini görebileceklerdir. Ancak bu görmenin keyfiyeti âhiretteki hal ve şartlara göre olacaktır. Yine Ehl-i sünnet’e mensup müfessirlere ait başka bir yoruma göre âyette Allah’ı görmenin tamamen imkânsız olduğundan söz edilmemekte, O’nun tam olarak idrak edilmesinin imkânsız olduğu bildirilmektedir. Şu halde eksik de olsa kulların O’nu görmeleri mümkün olacaktır (Şevkânî, II, 170-171).

 

 Latîf ve habîr Allah’ın esmâ-i hüsnâsındandır. Latîf ismi Allah’ın sevgi, merhamet, hoşgörü, ihsan ve ikramıyla bütün mahlûkatla birlikte kullarına karşı çok lutufkâr olduğunu ifade etmesi yanında, özellikle habîr ismiyle birlikte kullanıldığında “her şeyi en ince ayrıntılarına kadar kusursuz bilen” anlamına gelmekte olup özellikle “bütün olup bitenler gibi kullarının hallerinden de eksiksiz haberdar olan” mânasındaki habîr ismiyle birlikte kullanıldığında ikinci mânada anlaşılması daha isabetli görülmektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 448-449

Riyazus Salihin, 1900 Nolu Hadis
Suheyb radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennetlikler cennete girince Allah Teâlâ onlara:Size vermemi istediğiniz bir şey var mı? diye soracak. Onlar:

Yâ Rabbî! Yüzlerimizi ak etmedin mi? Bizi cennete koyup cehennemden kurtarmadın mı, daha ne isteyelim, diyecekler.
İşte o zaman Allah Teâlâ perdeyi kaldıracak. Onlara verilen en güzel ve en değerli şey Rablerine bakmak olacaktır.”
Müslim, Îmân 297. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 11

Riyazus Salihin, 1902 Nolu Hadis
Cerîr İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gece Resûlullah’ın yanında bulunuyorduk. On dördüncü gecesindeki aya baktıktan sonra şöyle buyurdu:
“Şu ayı hiç bir sıkıntı çekmeden gördüğünüz gibi Rabbinizi de ayan beyan göreceksiniz.”
Buhârî, Mevâkîtü’s-salât 16,Tefsîru sûre (50), 2, Tevhîd 24; Müslim, Mesâcid 211. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 19; Tirmizî, Cennet 16; İbni Mâce, Mukaddime 13
 

لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ 

 

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُدْرِكُهُ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْاَبْصَارُ  fail olup damme ile merfûdur.

وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ  cümlesi,  تُدْرِكُهُ ’deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يُدْرِكُ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  

يُدْرِكُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. الْاَبْصَارَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.   

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

تُدْرِكُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  درك ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اللَّط۪يفُ  haber olup damme ile merfûdur. الْخَب۪يرُ  ikinci haber olup damme ile merfûdur.

اللَّط۪يفُ - الْخَب۪يرُ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe, “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teala’nın ilminin genişliğini ve azametini ifade etmek için gelmiş bir ibtidaiyye cümlesidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَ  cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir. 

يُدْرِكُ  fiilinin  الْاَبْصَارُۘ ‘ ya nisbet edilmesi istiare sanatıdır. İnsanlara mahsus olan idrak fiili, göze nispet edilmiş, böylece bir şahıs yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır. Gözlerin idrak etmesi ifadesi, sebep-müsebbep alakasıyla mecazı mürsel sanatıdır.

لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُ  cümlesiyle  وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

لَا تُدْرِكُهُ - يُدْرِكُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَهُوَ - الْاَبْصَارَۚ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

ادْرِكُ  [İdrak etmek] kelimesinde her halinden haberdar olmak anlamı vardır.

Gözün her yönü ile görmesine idrak, bir yönü ile görmesine de ru’yet demişlerdir. 

Bu ayetin tefsirinde müfessirimiz, leff ü neşr-i müretteb sanatının varlığını uygulamalı olarak net bir şekilde şöyle gösterir: Ayetin leff ü neşr babından olması mümkündür. Yani her göz O’nu idrak edemez, çünkü O latiftir, O ise her gözü/sahibini idrak eder, çünkü her şeyden haberdardır. Bu durumda latif, kesif lafzının karşılığında kullanılır ki duyu organlarıyla idrak edilemeyen ve duyudan etkilenmeyen manasına gelir. Ayette, “Her göz O’nu idrak edemez” ve “O, her gözü idrak eder” ifadeleri zikredildikten sonra bunlara ait özellikler olan “Latif (duyularla idrak edilemeyen)” ve “Habîr (her şeyden haberdar olan)” lafızları da aynı sıraya göre dizildiğinden burada leff ü neşr-i müretteb sanatı vardır. Ayrıca ayetin  لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُ [Her göz O’nu idrak edemez.] kısmında selb-i umum meydana gelmiştir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanış - Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Dipnot: Selb-i umum, nefy edatının umum edatına takaddüm etmesidir. Bu durumda olumsuzluk bütün fertlere şamil olmayıp bazıları için sabittir. (Hacımüftüoğlu, İcâz ve Belâgat Deyimleri, s. 134) 

Ayetteki  الْاَبْصَارُ  lafzının başındaki harfi tarif istiğrak (umum) içindir ve olumsuzluk edatından sonra gelmiştir. Yani olumsuzluk bireylerin tamamına şamil değildir. Cennete girenler Allah’ı idrak edebilecekler demektir.

Ayetteki الْاَبْصَارُ  (gözler) kelimesi, başında elif-lâm bulunan bir çoğul sıygasıdır. Binaenaleyh bu sıyga, istiğrak (kapsamlılık) ifade eder. O halde Cenab-ı  Allah’ın , “Gözler O’na erişemez.” ayeti, her gözün O’nu göremeyeceğini ifade eder ki bu, “umumun selbi”ni ifade eder (yani genel manada olumsuzluğu ifade eder) ama “selbin umumiliğini” ifade etmez (yani bu görememe işi, herkesi içine almaz). Bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki bu olumsuzluğun “genel”e tahsis edilmesi, hükmün (görme hükmünün), o genelin içinde bulunan bazı kimseler hakkında söz konusu olabileceğine delalet eder. Bir kimse “Zeyd'i herkes dövmedi!” dediği zaman bu söz o Zeyd’in bazı kimselerin dövdüğünü ifade eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ

 

Cümle, atıf harfi  وَ ‘ la  وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Aşur ise farklı görüştedir: لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُ  cümlesine atfedilmiştir ve diğer bir sıfattır. Veya gözle algılanamayanın, kendisini algılamayanların durumunu bilmediği vehmini gidermek için gelmiş bir ihtiras tezyîlidir. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sahib-i hal, Allah Teâlâ’dır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟  isimleri marife gelmiştir. Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, bu iki vasfın Allah Teâlâ’daki mevcudiyetinin kemâline işaret eder.

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir. اللَّط۪يفُ  -  الْخَب۪يرُ۟  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Ayet birbirine uygun mana ile başlamış ve sona ermiştir.

İki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

اللَّط۪يفُ  ismi , لُطوف ‘tan mübalağalı ism-i fail, yahut  لطافت ‘ten sıfat-ı müşebbehe olabilir. Birincisine göre kelimenin anlamı, ‘son derece lütufkâr’ demektir. Lütuf, gayet incelik, hoşluk ve uygunlukla gayeye ulaştırmak ve muradını vermek manasınadır. Diğeri de nasıl yapıldığı gizli olan, en güzel şeyleri yapan ve yaratıkların muhtaç oldukları faydalı şeyleri lütuf ve yardımıyla ihsan eden ve ulaştıran lütufkâr demektir. Bu mana da tekvîn sıfatına aittir. Râzî'nin de dediği gibi burada  خَب۪يرُ۟  sıfatı ayrıca zikredildiğinden dolayı bu mana daha uygundur. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Mülk /14)

Allah, Latif ve Habir’dir; her şeyin içini dışını bilir. Latif ve Habir; görünen ve görünmeyen şeyleri bilmek demektir.

Latif, kesifin mukabili olup duyularla idrak edilemeyen demektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

En'âm Sûresi 104. Ayet

قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ  ...


Rabbinizden size gerçekleri gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır. Ben başınızda bekçi değilim.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَدْ doğrusu
2 جَاءَكُمْ size geldi ج ي ا
3 بَصَائِرُ basiretler ب ص ر
4 مِنْ -den
5 رَبِّكُمْ Rabbiniz- ر ب ب
6 فَمَنْ artık kim
7 أَبْصَرَ görürse ب ص ر
8 فَلِنَفْسِهِ (yararı) kendisinedir ن ف س
9 وَمَنْ ve kim de
10 عَمِيَ kör olursa ع م ي
11 فَعَلَيْهَا (zararı) kendisinedir
12 وَمَا ve değilim
13 أَنَا ben
14 عَلَيْكُمْ sizin üzerinize
15 بِحَفِيظٍ bekçi ح ف ظ

Besâir kelimesi “kalbin nuru, kalpte hâsıl olan bilgi ve idrak” anlamına gelen basîretin çoğuludur. Beden gözüyle algılamaya basar, akıl ve zihin melekeleriyle algılamaya da basîret denir. Âyette, Allah tarafından geldiği bildirilen “basîretler”den maksat, hakka davet eden, kurtuluş yolunu gösteren âyetler ve özellikle yukarıda geçen tev-hid akîdesinin ispatına dair âyetler ile –Râzî’ye göre– Cenâb-ı Hakk’ın insan fıtratına bahşettiği, küfrü terkedip imana yönelme istidadı yani bilgi ve düşünme melekesidir (XIII, 134). Buna göre Hz. Peygamber’in hakka davetini doğru bir şekilde kavrayan, bununla ilgili delilleri akıl ve düşünme yeteneğini isabetle kullanarak değerlendiren ve bu sayede hidayeti bulan kimse kendine iyilik etmiş; gurur ve kibre kapılarak bunun aksine davranan da kendine kötülük etmiş olur. Âyetin son kısmı, Hz. Peygamber’in, bu şekilde basîretsizliği yüzünden helâke doğru gidenleri koruma ve engelleme imkânının bulunmadığını bildirmektedir. Bunun bizzat Hz. Peygamber’in ağzından ifade edilmesi, müfessirlerin çoğunluğuna göre, âyetin başında veya bu son cümlesinden önce Resûlullah’a hitaben “de ki” şeklinde bir zımnî emrin bulunduğunu gösterir. Elmalılı Hamdi Yazır bu görüşü isabetsiz bularak meâlinde “bekçi” anlamı verilen hafîz kelimesine Allah’ı ifade edecek şekilde mâna verirken (bk. III, 2020), tasavvufî hatta bir ölçüde vahdet-i vücûdcu bir yaklaşımı tercih eden Süleyman Ateş’e göre bazı âyetlerde görülen bu durum “vahyin Hz. Muhammed’in iç benliği ile ilişkisi”nden ileri gelmektedir ve aynı durum, mutasavvıfların “Hak sıfatıyla mevsûf insan” tanımıyla izah edilebilir (bk. III, 216).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 450-451

قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  جَٓاءَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بَصَٓائِرُ  fail olup damme ile merfûdur. 

مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  جَٓاءَكُمْ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَاۜ 


فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَبْصَرَ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mef’ûlu mahzuftur. Takdiri,  أبصرها  şeklindedir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

لِنَفْسِه۪  car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. Takdiri, إبصاره  şeklindedir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

عَمِيَ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri   هو ’dir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

عَلَيْهَا  car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. Takdiri,  عماه (Onu görmedi.) şeklindedir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَبْصَرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  بصر ’dır.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 



 وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  مَٓا  olumsuzluk harfi olup لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref, haberini nasb eder.

اَنَا۬  munfasıl zamir  مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  حَف۪يظٍ’e mütealliktir.

بِ  harf-i ceri zaiddir.  حَف۪يظٍ  lafzen mecrur,  مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

حَف۪يظٍ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başındaki  قَدْ  tekid içindir. Tahkik ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ  mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.

قَدْ  sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa  قَدْ  harfi, başına geldiği fiil için ister mazî ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بَصَٓائِرُ  kelimesiyle vahiy, Kur’an kastedilmiştir. Kur’an için  بَصَٓائِرُ  demesi çok anlamlıdır. Biz Kur’an sayesinde ahireti görüyoruz, anlıyoruz. Allah bize dünya ve ahiretin her yönünü vahiy ile göstermiştir. بَصَٓائِرُ  kelimesinde sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. 

جَٓاءَ  fiilinin  بَصَٓائِرُ ‘ ya nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan gelme fiili Kur’an’a nispet edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır. 

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكُمْۚ  izafetinde, Rab isminin muzaf olmasıyla  كُمْۚ  zamirinin ait olduğu kişiler şeref kazanmıştır. Bu izafette, rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası da vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla Rab isminde tecrîd sanatı vardır.

بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ  [Rabbinizden basiretler] ifadesi mecâz-ı mürsel olup “zikr-i müsebbep irade-i sebep” kabilindendir. Yani kendileriyle hakikatleri görebileceğiniz deliller ve hüccetler geldi, demektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)  

مِنْ  ibtidaiyyedir. جَٓاءَكُمْ  fiiline mütealliktir. Veya بَصَٓائِرُ ’nun sıfatıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

Basiret, kalbin kendisiyle idrak ettiği nurdur. Basar, gözün görme nurudur. Basiretler, Rab isminin muhataplar zamirine izafe edilmesi Allah Teâlâ’nın muhataplara son derece lütufkâr olduğunu göstermek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Basiret: Kalbe ait bir nur olup kalp gözü bununla görür. Tıpkı baş gözünün dış âlemi görme aracı olduğu gibi kalp gözü de mana âlemine bakar. Burada,size vahiy gelmiştir, denilmektedir. Kalbe ait olan bir hususa dikkat çekilmesi tıpkı iç âleme dönük olan basiretler gibidir. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)

 فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَاۜ

 

Cümle, atıf harfi  فَ  ile istînâfa atfedilmiştir. Şart üslubunda gelen terkibin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber cümlesinden inşâ cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Şart cümlesi olan  فَمَنْ اَبْصَرَ ‘da şart ismi  مَنْ , mübtedadır. Haberi olan  اَبْصَرَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi olan  فَلِنَفْسِه۪ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâzi hazf sanatları vardır.  لِنَفْسِه۪ , mahzuf mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Takdiri  فإبصاره  [onun görüşü ) şeklindedir.

Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Aynı üslupla gelen  وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَا  terkibi, atıf harfi وَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Şart cümlesi olan  مَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَا , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Şart harfi olan  مَنِ  mübtedadır. 

مَنْ  ‘in haberi konumundaki  عَمِيَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

فَ  karinesiyle gelen  فَعَلَيْهَا  şeklindeki cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. فَعَلَيْهَا , mahzuf mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Takdiri, عماه (Ona kör oldu) şeklindedir. 

Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Ayette cem’ ma’at-taksim ma’at tefrik sanatı vardır. بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ  ibaresinde cem’ vardır. Bu durumda insanlar iki halde iki kısımda bulunurlar, ya görürler ya görmezler. Bu da taksimdir. Kısımlarla ilgili farklılıkları ifade etmek ise tefriktir.

فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه۪  cümlesiyle  وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَا  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

فَلِنَفْسِه۪ۚ  - فَعَلَيْهَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı icab,  اَبْصَرَ - عَمِيَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اَبْصَرَ - بَصَٓائِرُ  ve kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

أبْصَرَ وعَمِيَ  ve  عَلى - لِ kelimeleri arasında güzel bir mutabakat vardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)


وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ

 

Ayetin son cümlesi, istînâf cümlesine matuftur. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

عَلَيْكُمْ  kelimesi, amili olan  بِحَف۪يظٍ ’e takdim edilmiştir. Müsned olan  بِحَف۪يظٍ ’deki  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

مَا  nefy harfi,  لَيْسَ  gibi amel etmiştir. لَيْسَ  harfi isim cümlesinin başına gelir, manasını olumsuz yapar. İsmini ref, haberini nasbeder.  لَيْسَ ’nin haberinin başına gelen  بِ  harf-i ceri (zaid) olarak gelebilir ve tekid ifade eder.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَلَيْكُمْ  kelimesinin  بِحَف۪يظٍ ’e  takdimi fasılaya riayet ve ihtimam içindir. 

İsim cümlesinde müsnedün ileyhin takdimi Zemahşerî’nin tefsirinin vehmettirdiğinin aksine ihtisas ifade etmez. Allâme Taftazânî bu görüşe meyletmiştir. Cürcânî ise bu hususta susmuştur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ  [Ben sizin başınıza dikilmiş bir gözcü değilim!] ifadesi, [Rabbinizden size, gözlerinizi açacak göstergeler gelmiş bulunuyor.] sözünün Peygamberin (s.a.v) dilinden söylendiğini göstermektedir. بَصَٓارُ  gözün görmesini sağlayan nur olduğu gibi  بصيرة  de kalbin görmesini sağlayan nurdur. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

En'âm Sûresi 105. Ayet

وَكَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ  ...


Onlar, “Sen iyi ders almışsın” desinler diye ve bir de bilen bir toplum için onu (Kur’an’ı) açıklayalım diye âyetleri değişik biçimlerde işte böylece açıklıyoruz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَذَٰلِكَ ve işte böylece
2 نُصَرِّفُ döne döne açıklıyoruz ص ر ف
3 الْايَاتِ ayetleri ا ي ي
4 وَلِيَقُولُوا desinler diye ق و ل
5 دَرَسْتَ sen ders almışsın د ر س
6 وَلِنُبَيِّنَهُ ve onu iyice açıklayalım diye ب ي ن
7 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
8 يَعْلَمُونَ bilen ع ل م

“Âyetlerin geniş geniş açıklanması” iki maksada bağlanmış olup ilki inkârcıların Hz. Muhammed’e “Sen (Kur’an’ı, âyetleri) iyi öğrenmişsin” demeleri, ikincisi de Allah Teâlâ’nın bilen bir kavme yani hak ve hidayeti bilip takip edenlere Kur’an’ı açık seçik tanıtmasıdır. Bir yoruma göre Allah’ın, âyetleri “geniş geniş açıklaması”nın sebebi, Hz. Peygamber’in onları kesin deliller olarak ortaya koyabilmesini sağlamaktır. O kadar ki, inkârcılar Resûlullah’a “Onları iyi öğrenmişsin” deme gereğini duyacaklardır. Başka bir yoruma göre inkârcılar âyetlerin bu açık seçikliği karşısında Resûlullah’ın onları başkalarından yani Ehl-i kitap’tan ders alarak öğrendiğini söyleyeceklerdir (Şevkânî, II, 172). Bu ikinci yoruma göre yüce Allah’ın, âyetleri peyderpey, geniş geniş açıklayarak indirmesi, insanların bir kısmına Kur’an’ı açık seçik tanıtma amacı taşırken bir kısmının da Peygamber ve Kur’an’ı inkâr etmelerine sebep olmaktadır. Mu‘tezile âlimleri, bu şekildeki bir yorumu, Allah’ın adaleti ve insanın sorumluluğu ilkesine aykırı buldukları için âyetteki “li-yeklû dereste” kısmının başındaki “li” edatının “âkıbet” ifade ettiğini düşünmüşlerdir. Buna göre söz konusu âyet “Biz âyetleri geniş geniş açıklarız; sonuçta da onlar kendi seçimleriyle inkâra yönelip bütün delilleri hiçe sayarak Hz. Muhammed’e ‘Sen Kur’an’ı başkalarından okuyup öğrendin’ derler” şeklinde açıklanmalıdır. Bazı son dönem Sünnî müfessirlerin de bu son yorumu tercih ettikleri görülmektedir (meselâ bk. Elmalılı, III, 2020; İbn Âşûr, VII, 422).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 451-452 

درس Derase : دَرَسَ الشَّيْءُ sözü şu nesnenin geriye izi ya da işareti kaldı demektir. Geride işaret ve izin kalması, söz konusu şeyin yok olmasını gerektirir. Bundan dolayı دُرُوسٌ yok olup silinmek olarak tarif edilmiştir. دَرَسْتُ الْعِلْمَ (ilmi dersettim) cümlesi, hıfzetmek suretiyle ilmin izini zihnime aldım demektir. Bilgiyi zihne alabilmek devamlı okumaya bağlı olduğu için دَرْسٌ sözcüğü devamlı okuma olarak ifade edilmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri medrese, ders, müderris ve tedrisâttır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَكَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. كَ  harf-i cerdir veya  مثل; “gibi” manasındadır. Bu ibare  نُصَرِّفُ  fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına mütealliktir. Takdiri, نصرف الآيات تصريفا كذلك (İşte ayetleri bu şekilde açıklıyoruz.) şeklindedir.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

نُصَرِّفُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. الْاٰيَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  harfi,  يَقُولُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceri ile  نُصَرِّفُ  fiiline mütealliktir.

يَقُولُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  Mekulü’l-kavli,  دَرَسْتَ ’dir.  يَقُولُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

دَرَسْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. لِنُبَيِّنَهُ   cümlesi, atıf harfi  وَ  ile önceki masdar-ı müevvele matuftur.

لِ  harfi,  نُبَيِّنَهُ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel لِ  harf-i ceri ile  نُصَرِّفُ  fiiline mütealliktir. 

نُبَيِّنَهُ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لِقَوْمٍ  car mecruru  نُبَيِّنَهُ  fiiline mütealliktir. يَعْلَمُونَ  cümlesi  قَوْمٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  

يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

İkinci (lam) yani  لِنُبَيِّنَهُ ’daki lam, lam-ı hakikat, gerçeği ortaya koymak içindir. Halbuki ilk (lam) yani  لِيَقُولُوا ’deki lam ise akıbet ve sayruret lamıdır. Kısaca ve değişim bildiren manasındadır. Bu itibarla mana şöyle olur: “Nihayet en sonunda söyleyecekleri söz, ‘Sen başkasından ders görmüşsün.’ olacaktır. Bu ise tıpkı şu ayetteki gibidir: ‘Nihayet firavun ailesi onu yitik çocuk olarak nehirden aldı. O, sonunda kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı.’ (Kasas Suresi, 8) Halbuki firavun ailesi yitik çocuk Hz. Musa'yı kendilerine düşman olsun diye nehirden almadılar. Ancak o, onlar için bir göz aydınlığı ve göz nuru olsun için onu oradan aldılar. Fakat işin sonunda bu, düşmanlığa dönüştü.” (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Tevil - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada lamu-ta’lilden sonra gelmiştir.(sebep bildiren لِ) sonra,(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُصَرِّفُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  صرف ’dir. 

نُبَيِّنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بين ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَكَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

 

و  istînâfiyyedir. كَذٰلِكَ , amili  نُصَرِّفُ  olan mahzuf mef’ûlun mutlaka mütealliktir. Cümlenin takdiri  نصرف الآيات تصريفا كذلك (İşte ayetleri bu şekilde açıklıyoruz.) şeklindedir.

Bu takdire göre cümle hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade eden müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat sanatı vardır.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)

كَذٰلِكَ  [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki kullanımı, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Cümle-i muterize olup kendinden önceki cümleyi tezyîldir. وَ  harfi itiraziyyedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Bu ifadedeki  ك  harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi  ك  ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen işaret ismi ile  ك ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhân/54, c. 5, s. 177, 205)

Teşbihten maksat müşebbehe olan taaccüptür. Çünkü müşebbeh gerçekten çok şaşılacak bir şeydir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Sebep bildiren harf-i cer  لِ  ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  وَلِيَقُولُوا دَرَسْت  cümlesi, masdar teviliyle  نُصَرِّفُ  fiiline müteallik olan mahzuf masdara matuftur. Takdiri;  ليعتبروا  (dikkate almak için) şeklindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. يَقُولُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  دَرَسْتَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder.(Hâlidî, Vakafat, S.107)

Aynı üslupta gelen  وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir.

لِقَوْمٍ  car mecruru, نُبَيِّنَهُ  fiiline mütealliktir.  قَوْمٍ ‘deki nekrelik, nev, kesret ve tazim içindir.

وَلِنُبَيِّنَهُ - نُصَرِّفُ  fiillerinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.

Ayetin sonunda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَعْلَمُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. 

Ayetteki muzari fiiller hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَلِنُبَيِّنَهُ -  نُصَرِّفُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

لِنُبَيِّنَهُ ‘ deki zamir Kur’an’a aittir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Sarraf; kuyumcu ve dövizci için kullanılır. (Parayı çok çevirdiği için)

En'âm Sûresi 106. Ayet

اِتَّبِعْ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ  ...


Ey Muhammed! Sen, Rabbinden sana vahyedilene uy. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah’a ortak koşanlardan yüz çevir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اتَّبِعْ tabi ol ت ب ع
2 مَا şeye
3 أُوحِيَ vahyolunan و ح ي
4 إِلَيْكَ sana
5 مِنْ -den
6 رَبِّكَ Rabbin- ر ب ب
7 لَا yoktur
8 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
9 إِلَّا başka
10 هُوَ O’ndan
11 وَأَعْرِضْ ve yüz çevir ع ر ض
12 عَنِ -dan
13 الْمُشْرِكِينَ ortak koşanlar- ش ر ك

Hz. Peygamber’in görevi, insanları Allah’ın âyetlerine imana davet yanında, bizzat kendisinin de bunlara uyması, Allah’tan başka tanrı bulunmadığını ikrar etmesi ve böylece şirke sapanlardan uzaklaşmasıdır. Allah dileseydi onlar da şirk koşmazlardı; fakat ilâhî düzen ve hikmet, insanlardan kiminin kendi seçimleriyle iman etmelerine, kiminin de şirk, küfür gibi dalalet çeşitlerine sapmalarına imkân verecek şekilde tecelli etmiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber’in inkârcılar üzerinde koruyuculuk ve bekçilik yapmak gibi bir sorumluluğu yoktur.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 452

اِتَّبِعْ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. اِتَّبِعْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫حِيَ اِلَيْكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamir هُوَ ‘dir.

اُو۫حِيَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اِلَيْكَ  car mecruru  اُو۫حِيَ  fiiline mütealliktir. مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  اُو۫حِيَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır.  Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

لَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  اِلَّا  istisna harfidir.  لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri,  موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَعْرِضْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  اَعْرِضْ  fiiline müteallik olup, cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِتَّبِعْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

اَعْرِضْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  عرض ’dır.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِتَّبِعْ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

اِتَّبِعْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘ nın sıla cümlesi olan  اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۚ ,  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

اُو۫حِيَ  fiili, faile değil fiile dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اِتَّبِعْ , Kur’an’da yaygın olarak “kastetmek” manasında kullanılır, çünkü emir ve nehiyle birlikte gelmiş ve insanlara ona uymak emredilmiştir. Mecaz-ı mürsel yoluyla melzûm manasında kullanılmıştır. Çünkü birini takip eden kimse onun lâzımı olur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

اُو۫حِيَ  ile kastedilen Kur’an’dır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

رَبِّكَ  izafetinde, Rab isminin Hz. Peygambere ait zamire muzâf olması Peygamberin makamını şereflendirmek ve teselli hususunda son derece lütuf ile muamele etmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ  cümlesi itiraziye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ  cümlesi, tevhidi emreden vahye uymanın gerekliliğini tekid eden bir itiraz cümlesidir. (https://tafsir.app/aljadwal/6/106)

Cinsini nefyeden  لَٓا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Fasıl zamiriyle tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.

Munfasıl zamir هُوَ , cinsini nefyeden  لَاۤ ’nın ismi olan  اِلٰهَ ’nin mahallinden veya  لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır.

لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَاۤ  ve  إِلَّا  ile oluşan kasr,  إِلَـٰهَ  ile هُوَ  arasındadır. هُوَ  mevsûf/maksûrun aleyh,  اِلٰهَ  sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)  

İstînâfa matuf olan  وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ  cümlesi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  ibaresi 102. ayette geçmişti. Tekrîr sanatı vardır. Tekrîr; iki anlatım arasındaki zamanın uzamasından dolayı bir anlatımın unutulması korkusuyla ve anlamı daha da yerleştirmek için lafzın veya muradifinin tekrarlanmasıdır. 

Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

En'âm Sûresi 107. Ayet

وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكُواۜ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ  ...


Allah dileseydi ortak koşmazlardı. Biz seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen onlara vekil (onlardan sorumlu) da değilsin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve eğer
2 شَاءَ isteseydi ش ي ا
3 اللَّهُ Allah
4 مَا
5 أَشْرَكُوا ortak koşmazlardı ش ر ك
6 وَمَا
7 جَعَلْنَاكَ biz seni yapmadık ج ع ل
8 عَلَيْهِمْ onların üzerine
9 حَفِيظًا bekçi ح ف ظ
10 وَمَا ve değilsin
11 أَنْتَ sen
12 عَلَيْهِمْ onlara
13 بِوَكِيلٍ vekil و ك ل

وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكُواۜ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوۡ  gayri cazim şart harfidir.  شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. Mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri,  شاء الله إيمانهم  (Allah onların imanını dilerse) şeklindedir. Şartın cevabı  مَٓا اَشْرَكُوا ’dur.  

مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَشْرَكُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.   

لَوْ  edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

اَشْرَكُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شرك ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۚ


وَ  atıf harfidir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  جَعَلْنَاكَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

عَلَيْهِمْ  car mecruru  حَف۪يظاً ’e mütealliktir. حَف۪يظاً  amili  جَعَلْنَاكَ ‘nin ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَف۪يظاً  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ

وَ  atıf harfidir.  مَٓا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref, haberini nasb eder.

اَنْتَ  munfasıl zamir  مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  وَك۪يلٍ’e mütealliktir.

بِ  harf-i ceri zaiddir.  وَك۪يلٍ  lafzen mecrur,  مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.

وَك۪يلٍ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. 

وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكُواۜ

 

وَ , atıf harfi, لَوۡ  şartiyyedir. Şart üslubunda gelen terkip önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubundan, şart üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır.

لَوۡ  gayri cazim şart edatıdır. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildiren bir edattır.

Mazi fiil sıygasıyla gelen şart cümlesi olan  شَٓاءَ اللّٰهُ  ; faide-i haber ibtidaî kelamdır.  شَٓاءَ  fiilinin mef’ûlü mahzuftur. Mef’ûlün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.  

شَٓاءَ ’nin mef'ûlu mahzuftur,  لَوْ ’in cevabının delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, ولَوْ شاءَ اللَّهُ عَدَمَ إشْراكِهِمْ ما أشْرَكُوا (Allah Teâlâ onların şirk koşmasını istemeseydi şirk koşmazlardı.) şeklindedir.(Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَوْ  edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

لَوۡ  muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder.(Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir, 5/63)

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

مَٓا اَشْرَكُوا  cümlesi şartın cevabıdır. Menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtiaî kelam olan terkip şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Mazi fiilin  مَٓا  harfiyle olumsuzlanması,  لَمْ  harfiyle olumsuzlanmasından daha kuvvetlidir. Çünkü  مَٓا  harfiyle olumsuzlanmış mazi fiil, لَمْ  ile olumsuzlanmış mazi fiilin aksine, kasemin cevabı olarak gelir. Dolayısıyla bu tabir tekitli bir olumsuzluk demektir. (Samerrâî, Beyanî Tefsir yolu, c. 3, s. 219)

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)


وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۚ

 

Cümle, atıf harfi  وَ ‘ la  لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ  cümlesine matuftur. Menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Şart cümlesinden haber cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

جَعَلْنَاكَ  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.

Önceki cümledeki Allah isminden bu cümlede azamet zamirine geçişte iltifat sanatı vardır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car-mecrur  عَلَيْهِمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için, amili olan  حَف۪يظاً ‘e takdim edilmiştir.

حَف۪يظاً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

 وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ

 

Ayetin son cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la  وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاً  cümlesine atfedilmiştir. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır. 

مَٓا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَيْهِمْ , amili olan  بِوَك۪يلٍ ’e takdim edilmiştir. Müsned olan  بِوَك۪يلٍ ’deki  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada  بِ  harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zâiddir. Olumlu cümlelerde  لِ  harfinin tekit ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَٓا 'nın haberinin başında gelen  بِ  harfinin de tekid bildirdiğini söyler. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)

Son cümledeki olumsuzluk yanında haberin başında  بِ  harfinin gelmesi olumsuzluğu tekid içindir. Bunun hiç bir ihtimali olmadığını ifade eder.

بِوَك۪يلٍ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

عَلَيْهِمْ - مَٓا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

وَك۪يلٍ  - حَف۪يظاًۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

En'âm Sûresi 108. Ayet

وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍۜ كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...


Onların, Allah’ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a söverler. Böylece her ümmete yaptıklarını süslü gösterdik. Sonra dönüşleri ancak Rablerinedir. O, yapmakta olduklarını kendilerine bildirecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا
2 تَسُبُّوا sövmeyin ki س ب ب
3 الَّذِينَ kimselere
4 يَدْعُونَ yalvardıkların د ع و
5 مِنْ
6 دُونِ başka د و ن
7 اللَّهِ Allah’tan
8 فَيَسُبُّوا onlar da sövmesinler س ب ب
9 اللَّهَ Allah’a
10 عَدْوًا taşkınlıkla ع د و
11 بِغَيْرِ غ ي ر
12 عِلْمٍ bilmeyerek ع ل م
13 كَذَٰلِكَ böyle
14 زَيَّنَّا biz süslü gösterdik ز ي ن
15 لِكُلِّ her ك ل ل
16 أُمَّةٍ ümmete ا م م
17 عَمَلَهُمْ yaptıkları işi ع م ل
18 ثُمَّ sonunda
19 إِلَىٰ
20 رَبِّهِمْ Rablerinedir ر ب ب
21 مَرْجِعُهُمْ dönüşleri ر ج ع
22 فَيُنَبِّئُهُمْ O haber verecektir ن ب ا
23 بِمَا şeyleri
24 كَانُوا oldukları ك و ن
25 يَعْمَلُونَ yapmış ع م ل

Zemahşerî, âyetteki sebb kelimesini genel olarak “eleştiri” mânasına alarak normal şartlarda yanlışlıkları ve kötülükleri eleştirmenin bir görev olduğunu, ancak eğer eleştiri eleştirilen durumdan daha zararlı ve yıkıcı sonuçlara yol açacaksa bundan kaçınmanın da bir görev olduğunu belirtmektedir (II, 23). Bununla birlikte, birçok müfessirin de kaydettiği gibi, sebb kelimesi şetm yani “terbiye ve nezaketle bağdaşmayan çirkin sözler” demektir. Yanlış yolda olanları eleştirmek, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ortaya koymak zorunlu olmakla birlikte; âyete göre, bunu hakaret, sövüp sayma gibi İslâm ahlâkının hilim, edep ve nezaket kurallarıyla bağdaştırılması mümkün olmayan bir üslûpla yapmak câiz değildir. Nitekim âyette hitabın, Hz. Peygamber’e değil de, diğer müminlere yöneltilmiş olması da bunu gösterir. Çünkü sövüp sayma zaten Resûlullah’ın ahlâkıyla bağdaşmadığı için ona böyle bir uyarıda bulunulmasına gerek yoktur. Bu âyete göre başkalarına, onların inançlarına ve kutsal saydıkları değerlere hakaret etmek İslâmî edep ve ahlâkla bağdaşmadığı gibi, İslâm’ın izzetine de zarar getirir. Esasen, Râzî’nin de belirttiği gibi (XIII, 139), müşrikler putlara tapmakla birlikte Allah’a da inanıyorlardı. Bu yüzden durup dururken O’na hakaret etmeleri düşünülemez. Şu halde bazı müslümanların müşrikler ve inançları hakkındaki ölçüsüz sözleri onları taşkınlığa sevketmiş; doğrudan doğruya Allah’a sövmek maksadıyla olmasa bile, öfkeye kapılarak müslümanların kutsal inançlarına sövüp saymaya kalkışmışlardır. Bu âyette müslümanların bu durumlara imkân verecek söz ve davranışlardan kaçınmaları emredilmektedir. Âyette İslâm’ın tebliğ ve davet metoduna da işaret vardır. Buna göre bizim gibi başkalarının inanç ve kanaatleri de onlara göre değerlidir. Diyalog ve ikna etmenin yolu saygı ve nezaketten geçer. Hakaret ve küfür ise sadece muhatabın düşmanlık duygularını kabartır; inatlaşma, sertleşme ve giderek çatışmaya yol açar.

 

 “Biz her ümmete kendi işlerini çekici gösterdik” meâlindeki cümle, Allah’ın insanlara inanç ve yaşayışları konusunda bir seçme imkânı bırakmadığı şeklinde anlaşılmamalıdır. İnsanların inanç ve telakkilerine, ahlâk ve yaşayışlarına tesir eden, sonuçta onların inanç ve davranışlarını beğenmelerini sağlayan birçok psikolojik ve sosyal sebep vardır ve her şey gibi bunlar da Allah’ın koyduğu kanunlar uyarınca oluşmaktadır. İnsanın asıl görevi ise akıl ve muhakeme gücü yardımıyla bu sebepleri aşarak Allah’ın âyetleri üzerine düşünmesi, hoşlanıp bağlandığı inancı ve hayatı sorgulamasıdır. İnsanlar, bilgisine ve dürüstlüğüne inanıp güvendikleri seçkin kişilerin görüşlerinden ve irşadlarından da yararlanıp aydınlanarak gerçeğe ulaşma imkânına sahiptirler; Allah insanlardan bu imkânı esirgememiştir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 453-454

سبّ Sebbe : سَبَبٌ Kendisiyle hurma ağacına çıkılan iptir. Çoğulu أسْبَابٌ şeklindedir. Uzunluk yönüyle ipe benzetilerek yol için de سَبَبٌ sözcüğü kullanılmaktadır. Bu kökün diğer manası olan سَبٌّ; acı verecek ve üzecek şekilde kötü, çirkin söz söylemek veya sövmektir. Zikrettiğimiz ikinci anlamında Kuran-ı Kerim’de sadece bu ayette (En’am 108) iki kez olmak üzere zikredilmiştir (diğer dokuz kullanımı ilk manasına binâendir). Bu ayette geçen onların Allah’a sövmeleri O’na açık bir şekilde sövecekleri anlamında değildir. O’nun hakkında konuşmaya dalar ve kendisine yakışmayan şeylerle O’nu anarlar, bu konuşmayı mücadele yollu sürdürüp Yüce Allah’ı münezzeh olduğu birçok nitelikle anacak raddeye varırlar manasındadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sebep, esbâb, esbâb-ı mûcibe, müsebbib ve sebebiyettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍۜ

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَسُبُّوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَدْعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ دُونِ  car mecruru mahzuf aid zamirin mahzuf haline veya mevsûlun mahzuf haline mütealliktir. Takdiri; معبودين من دون الله (Allah’tan başka mabudlara taparlar) şeklindedir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَ  harfi sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,taleb bulunması gerekir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri, لا يكن منكم سب لآلهتهم فسب منهم لله  (Sizden kimse onların ilâhlarına sövmesin, yoksa onlar da Allah’a söverler.) şeklindedir.

يَسُبُّوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  عَدْواً  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur. بِغَيْرِ  car mecruru müekked hale mütealliktir. Takdiri,  جاهلين (cahilce) şeklindedir. عِلْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada sebep fe (فَ)’sinden sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

İki tür kullanımı vardır: 1. Harfi cersiz kullanımı,  2. Harfi cerli kullanımı.

1. Harfi cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

 كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ


كَ  harf-i cerdir.  مثل  “gibi” manasındadır. Bu ibare, amili  زَيَّنَّا  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Takdiri, زينا لكل أمة تزيينا مثل التزيين لهؤلاء (Biz her ümmeti, bunların ziynetleri gibi bir süsle süsledik.) şeklindedir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

زَيَّنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. لِكُلِّ  car mecruru  زَيَّنَّا  fiiline mütealliktir.  اُمَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَمَلَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

زَيَّنَّا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زين ’dir. 

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 


ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

İsim cümlesidir. ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. اِلٰى رَبِّهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَرْجِعُهُمْ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُنَبِّئُهُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  يُنَبِّئُهُمُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا يَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا  nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. يَعْمَلُونَ  cümlesi, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.  

يَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

(ثُمَّ) : Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُنَبِّئُهُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نبأ ’dir.

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَسُبُّوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiil


كَ  harf-i cerdir.  مثل  “gibi” manasındadır. Bu ibare, amili  زَيَّنَّا  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Takdiri, زينا لكل أمة تزيينا مثل التزيين لهؤلاء (Biz her ümmeti, bunların ziynetleri gibi bir süsle süsledik.) şeklindedir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

زَيَّنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. لِكُلِّ car mecruru  زَيَّنَّا  fiiline mütealliktir.  اُمَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَمَلَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

زَيَّنَّا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زين ’dir. 

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍۜ 


وَ , istinâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Cümle, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu ayet-i kerime işaret eder ki bir emre uymak (taat) eğer daha ağır bir günaha yol açıyorsa onun terki vacip olur. Çünkü şerre sebebiyet veren bir şey de şer sayılır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)

تَسُبُّوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘ nin sılası olan  يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûlün ism-i mevsûlle ifade edilmesi zem kastına matuftur.

Veciz anlatım kastıyla gelen  مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir. 

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin iki manası vardır: Allah'tan gayrı, Allah'la beraber. (Medine Balcı c. 8, s. 723)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍ  cümlesine dahil olan  فَ , fâ-i sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’ le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri; لا يكن منكم سب لآلهتهم فسب منهم لله (Hiçbiriniz onların tanrısına küfür etmesin yoksa onlar da Allah'a küfür eder) şeklindedir. 

Mef’ûlü lieclih olan  عَدْواً ‘deki nekrelik, kesret ve tahkir ifade eder.  عِلْمٍ ‘deki nekrelik ise kıllet ve umum ifade eder. 

عَدْواً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

Lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını ve ikazı artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Muzari fiiller teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ  cümlesiyle  فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

لَا تَسُبُّوا - فَيَسُبُّوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تَسُبُّوا - عَدْواً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  كَذٰلِكَ , amili  زَيَّنَّا  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Cümlenin takdiri, زينا لكل أمة تزيينا مثل التزيين لهؤلاء  (Biz her ümmeti bunların süslerinin benzeriyle süsledik.) şeklindedir.

Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

كَذٰلِكَ  [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki kullanımı, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Ayetin başındaki  كذلك  sözü son derece kısa ve müstakil bir cümledir. Manası başka bir manaya sürükler. Ancak öncesinde bunu açıkça ifade edecek müstakil bir lafız yoktur. Öyle ki bu bir şeye benzetmek istenirse bundan daha kâmil olan bir başka şekil bulunamaz. Bu cümle Kur’an-ı Kerîm'de gerçekten çok geçer, en güzel geldiği yer de burada görüldüğü gibi farklı konuların arasında ve kelamın mafsalında tek bir hakikat için gelmesidir. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s.101) 

زَيَّنَّا  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لِكُلِّ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ  ifadesinde istiare vardır. Bu ifadede ameller allanıp pullanarak hoş gösterilen, bir mala benzetilmiştir. Çünkü süsleme gerçekte maddi şeyler için söz konusudur. Bununla kastedilen, yaptıkları kötü işlerin hiç farkında olmadıklarıdır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. 

اُمَّةٍ ’deki nekrelik, nev ve teksir ifade eder.

Buradaki her ümmetten murad, kâfir veya mümin bütün ümmetlerdir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)


ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

Cümle, zamanda ve rütbede terahi ifade eden  ثُمَّ  ile takdiri   فعملوه  (Onu yaptılar) olan mahzuf cümleye atfedilmiştir. 

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

اِلٰى رَبِّهِمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَرْجِعُهُمْ  muahhar mübtedadır.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)   

مَرْجِعُهُمْ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّهِمْۚ  izafetinde Rab isminin muzâf olduğu  هِمْۚ  zamirinin ait olduğu kişilere, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.

فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  cümlesi, makabline  فَ  ile atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’ nın sılası olan, كاَن ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  كَانُوا يَعْمَلُونَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كان ’nin haberi olan  يَعْمَلُونَ ‘nin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm  ifade etmiştir. 

Ayetin son iki cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir.] ifadesinde, Allah Teâlâ, bütün mahlukatın dönüşünün kendisine olduğunu ve yaptıklarını haber vereceğini beyan ederken, bunun içine hesap, ceza ve mükafatı idmâc etmiştir. Tehdit ve ümit anlamı taşıyan bu cümlede, mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir.

Ayette tevcîh sanatı vardır.

Bir sözün medh ve zem gibi iki zıd yönde anlaşılacak şekilde söylenmesi sanatıdır. Ancak her iki ihtimâl de aynı derecede olmalıdır. Bu mânâlardan biri zihnen daha yakınsa tevcîh olmaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’ nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَدْعُونَ - عَدْواً  ve  يَعْمَلُونَ - عَمَلَهُمْ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

يَعْمَلُونَ  - عَمَلَهُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ölümden sonraki dirilişin ardından onların dönüşleri Rabb'larınadır. O zaman O, onlara dünyada kendilerine cazip gösterilip de sürekli işledikleri kötülükleri bildirecektir. Bu, kâfirler için bir ceza ve azab vaadidir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

En'âm Sûresi 109. Ayet

وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّـهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ  ...


Eğer kendilerine (başka) bir mucize gelirse, mutlaka ona inanacaklarına dair en güçlü yeminleriyle Allah’a yemin ettiler. De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır. O mucizeler geldiği vakit de inanmayacaklarını siz ne bileceksiniz?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَقْسَمُوا ve yemin ettiler ق س م
2 بِاللَّهِ Allah’a
3 جَهْدَ güçlü ج ه د
4 أَيْمَانِهِمْ yeminleriyle ي م ن
5 لَئِنْ eğer
6 جَاءَتْهُمْ kendilerine gelirse ج ي ا
7 ايَةٌ bir mu’cize ا ي ي
8 لَيُؤْمِنُنَّ mutlaka inanacaklarına ا م ن
9 بِهَا ona
10 قُلْ de ki ق و ل
11 إِنَّمَا ancak
12 الْايَاتُ Mu’cizeler ا ي ي
13 عِنْدَ katındadır ع ن د
14 اللَّهِ Allah
15 وَمَا değil misiniz?
16 يُشْعِرُكُمْ şuurunda ش ع ر
17 أَنَّهَا o (mu’cize)
18 إِذَا ne zaman
19 جَاءَتْ gelmiş olsa ج ي ا
20 لَا
21 يُؤْمِنُونَ onlar inanmazlar ا م ن

Müşrikler Kur’an’ın Allah kelâmı olduğuna inanmadıkları, Hz. Muhammed’in onu Tevrat ve İncil hakkında bilgi sahibi olanlardan ders alarak öğrendiğini iddia ettikleri için ondan peygamberliğini kanıtlayacak başka mûcizeler istiyor; o takdirde bu mûcizeye, dolayısıyla Hz. Peygamber’e inanacaklarına dair and içiyorlardı. Âyette Hz. Peygamber’den, mûcizeyi gerçekleştirmenin ancak Allah’ın dilemesine bağlı bulunduğunu açıklaması istenmektedir. Hz. Peygamber’in de bu gerçeği her vesileyle ifade ettiği, kendisinin ancak bir beşer olduğunu açıklıkla belirttiği görülmektedir (Kehf 18/110; Fussılet 41/6).

 Bazı tefsirlerde işaret edildiği gibi, muhtemelen o dönemdeki müslümanlar, iyi niyetleri sebebiyle, inkârcıların mûcize istemekte samimi olduklarını düşündükleri için, Resûlullah’tan bu isteklere olumlu karşılık vermesini beklemişlerdi. Bu sebeple âyette “Mûcize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?” buyurularak müşriklerin samimiyetsizliğine dikkat çekilmiştir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 455

وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اَقْسَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ  car mecruru  اَقْسَمُوا  fiiline mütealliktir.  

جَهْدَ  masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اَيْمَانِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  

إِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَتْهُمْ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.  تْ  te’nis alametidir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اٰيَةٌ  fail olup damme ile merfûdur. 

Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

يُؤْمِنُنَّ  fiili mahzuf  ن' un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan cemi و' ı fail olarak iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. بِهَا  car mecruru  يُؤْمِنُنَّ  fiiline mütealliktir.

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

اَقْسَمُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındadır. Sülâsîsi  قسم ’dir. 

يُؤْمِنُنَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındadır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


  قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّـهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli,  اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ ’dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّمَا  kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

الْاٰيَاتُ  mübteda olup damme ile merfûdur. Mekân zarfı  عِنْدَ  mahzuf habere mütealliktir. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  istifhâm ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. يُشْعِرُكُمْ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُشْعِرُكُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

هَا  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اِذَا  şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. جَٓاءَتْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَتْهُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. تۡ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.

Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi, اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.

c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi, اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dır. 

يُشْعِرُ   fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındadır. Sülâsîsi شعر ‘dır.

وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ


وَ  istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Müspet mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

جَهْدَ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

اَيْمَانِهِمْ  için muzâf olan  جَهْدَ , hal konumundadır. Tekid ifade eden bir masdardan naibdir. أقسموا إقسام جهد (Bütün güçlerini verdikleri bir yeminle yemin ettiler.) demektir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَيْمَانِهِمْ - اَقْسَمُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

“Kasem” Tabirinin “Yemin” Manasına Taşınması: 

Vahidî şöyle demektedir: “Yemine, kasem adı verilmiştir. Çünkü yemin, ister müspet isterse menfi olsun, insanın haber verdiği, bildirdiği haberi tekid etmek için va’z edilmiştir. Haber, doğru veya yalan olabileceği için haber veren kimse doğru tarafını yalan tarafına tercih etmek için böyle bir yola başvurmaya muhtaç olur. Ki bu yol da yemin etme yoludur. Yemin etmeye, ancak bu haberi duyduğunda insanlar, onu tasdik eden veya yalanlayanlar şeklinde kısımlara ayrıldığı zaman ihtiyaç duyulur. Araplar yemin etmeye kasem adını vermişler ve bunu, أفْعَلَ  sıygasıyla ifade ederek  أقْسَمَ فُلانٌ يُقْسِمُ إقْسامًا  [Falanca yemin etti.] demişler; bununla da o kimsenin tercih ettiği yemini tekid ettiğini ve doğruluğu yemin ve kasem vasıtasıyla seçmiş olduğu kaseme havale ettiğini kastederler. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ

 

Fasılla gelen cümle kasemin içeriğini açıklayan tefsiyyedir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Şart üslubundaki terkipte  ل , kaseme işaret eden muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasemle birlikte, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

Şart cümlesi olan  جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ , mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. 

Şart ve mukadder cevap cümlesinden oluşan terkip şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

اٰيَةٌ ’deki nekrelik, nev ve tazim ifade eder.

Buradaki ayetten maksat, herhangi bir mucize veya kendilerinin istedikleri bir mucizedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

جَٓاءَ  fiilinin  اٰيَةٌ ‘ ya nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan gelme fiili ayetlere nispet edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır. 

لَيُؤْمِنُنَّ بِهَا  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Mahzuf kasem, kasemin cevabının başına gelen lam ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  نَّ , fiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri, Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcaz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)


قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavl olan  اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ  cümlesi, kasr edatı  اِنَّمَا  ile  tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

الْاٰيَاتُ  mübteda,  عِنْدَ اللّٰهِ  mekân zarfı, mahzuf habere mütealliktir. 

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur. Muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak  اِنَّمَا  ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kasr, mübteda ve haber arasındadır. الْاٰيَاتُ  maksur-mevsûf, عِنْدَ اللّٰهِ ‘nin mahzuf müteallakı haber, maksurun aleyh-sıfat olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden iki tekit hükmündeki kasr sebebiyle bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

عِنْدَ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  عِنْدَ  şan ve şeref kazanmıştır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّـهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ

 

Makabline atıf harfi  وَ ’la atfedilen  وَمَا يُشْعِرُكُمْ  cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İnkârî manadaki istifham cümlesi gerçek anlamda soru kastı taşımadığı için haberî manadadır. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Aynı zamanda cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Cümlede وَ  atıf,  مَا  inkârî manada istifham harfidir. Mekulü’l kavle matuf olan cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Inşâ cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber cümlesinden istifham cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça başvurulan bir üslup olarak karşımıza çıkan istifhâmı inkârî ile kabul edilmeyen/edilmemesi gereken bir olgunun neden hala farkına varılmadığı sorgulanmaktadır. (İstifhâm Üslûbunun Mecâzi Kullanımları ve Meallere Yansıması Avnullah Enes Ateş)

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ‘nin dahil olduğu  اَنَّـهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümle masdar teviliyle  يُشْعِرُكُمْۙ  fiilinin ikinci mef’ûlüdür.

اِذَا , cümleye muzaf olan, şarttan mücerret zaman zarfıdır. Müteallakı, لَا يُؤْمِنُونَ ‘dir. اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  جَٓاءَتْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنَّ ’nin haberi olan  لَا يُؤْمِنُونَ  ‘deki  لَا  tekit ifade eden zait harftir. يُؤْمِنُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لَا يُؤْمِنُونَ - لَيُؤْمِنُنَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

الْاٰيَاتُ - اٰيَةٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Ayette, istenen bu mucizeler geldiğinde onların iman etmeyeceğini Allah Teâlâ’nın bildiğine bir tenbih vardır. Ayette hitap müminleredir. Çünkü müminler onların imanını umarak mucize gelmesini temenni ediyorlardı. Bunun üzerine ayet nazil oldu. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Bu cümle mucizenin gerçekleşmemesini gerektiren hikmeti ortaya koyar. Bu hitap, özellikle Müslümanlara veya onlarla beraber Peygamberedir. Çünkü yukarıda söylendiği gibi Peygamber, o mucize için dua etmeye niyetlenmişti.

Bu cümle aynı zamanda onların iman sözünün yalan olduğunu, istedikleri gerçekleşse de inanmayacaklarını bildirir. Bu itibarla bu kelam, mucizelerin inmesini temenni eden Müslümanlar için bir özür beyanı gibidir.

Diğer bir görüşe göre bu kelamdaki olumsuzluk harfi  لَا  zaiddir. Yani “İstedikleri mucizeler gelse bile onların iman edeceklerini size bildiren nedir ki siz, onların imana geleceklerini umarak mucizelerin gerçekleşmesini temenni ediyorsunuz?” demektir.

Bir diğer görüşe göre ise “iman etmezler, iman etmeyecekler” lafzındaki لَا  zaiddir.

اَنَّ  harfi de “belki, muhtemelen” anlamındadır (ki normal olarak iki cümleyi birbirine bağlar ve tekid ifade eder). Yani o mucize geldiğinde, onların halini ve ne olacağını siz nereden bileceksiniz? Belki mucize gelse de iman etmeyecekler. O halde ne diye mucizenin gelmesini temenni ediyorsunuz? Zira onların mucizeyi temenni etmeleri, ancak geldiğinde imanlarının muhakkak gerçekleşeceği takdirde uygun olur; yoksa iman etmeyecekleri kuvvetle muhtemel olduğu takdirde bu temennileri uygun olmaz. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

En'âm Sûresi 110. Ayet

وَنُقَلِّبُ اَفْـِٔدَتَهُمْ وَاَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِه۪ٓ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ۟  ...


Biz onların kalplerini ve gözlerini ters döndürürüz de ilkin ona iman etmedikleri gibi (mucize geldikten sonra da inanmazlar) ve yine onları azgınlıkları içinde bırakırız da bocalar dururlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنُقَلِّبُ ve ters çeviririz ق ل ب
2 أَفْئِدَتَهُمْ gönüllerini ف ا د
3 وَأَبْصَارَهُمْ ve gözlerini ب ص ر
4 كَمَا gibi
5 لَمْ
6 يُؤْمِنُوا inanmadıkları ا م ن
7 بِهِ ona
8 أَوَّلَ ilk ا و ل
9 مَرَّةٍ defasında م ر ر
10 وَنَذَرُهُمْ ve bırakırız onları و ذ ر
11 فِي içinde
12 طُغْيَانِهِمْ azgınlıkları ط غ ي
13 يَعْمَهُونَ bocalayıp dururlar ع م ه

Allah Teâlâ, inkârcıların kalplerini veya akıllarını ve gözlerini ters çevireceğini, böylece eğriyi doğru, doğruyu eğri göreceklerini, önceden olduğu gibi mûcize gösterildikten sonra da inanmamakta ısrar edeceklerini bildiriyor. Çünkü niyetleri içtenlikle düşünmek ve hakikati bulmak değil, Hz. Peygamber’i güç durumda bırakmaktır. Bu inatçı ve ters tutumları sebebiyle Allah da onları kendi hallerine bırakır, böylece azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 455

وَنُقَلِّبُ اَفْـِٔدَتَهُمْ وَاَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِه۪ٓ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ۟

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. نُقَلِّبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. اَفْـِٔدَتَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَبْصَارَهُمْ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَ  harf-i cerdir.  مَا  ve masdar-ı müevvel, mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Takdiri, تقليبا ككفرهم من قبل (daha önce inançsızlıkları gibi dönüyorlar) şeklindedir.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  

يُؤْمِنُوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ٓ  car mecruru  يُؤْمِنُوا  fiiline mütealliktir.  اَوَّلَ  zaman zarfı, يُؤْمِنُوا  fiiline mütealliktir. مَرَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَذَرُهُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ف۪ي طُغْيَانِهِمْ  car mecruru  يَعْمَهُونَ۟  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَعْمَهُونَ۟  cümlesi, نَذَرُهُمْ ’deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.  

يَعْمَهُونَ۟  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نُقَلِّبُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  قلب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَنُقَلِّبُ اَفْـِٔدَتَهُمْ وَاَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِه۪ٓ اَوَّلَ مَرَّةٍ


وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نُقَلِّبُ  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.

Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir.

Bu ayet, onların iman etmeyeceklerini bildiren kelamdan sonra zikredilmiştir. Bunun sonra zikredilmesi, “Onların asıl hallerinin küfür olduğunu, inkârlarının Allah katından gelen bir cebir ve zorlamadan kaynaklanmadığını bildirmek içindir.” (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Teşbih harfinin dahil olduğu masdar harfi  مَا  ve akabindeki  لَمْ يُؤْمِنُوا بِه۪ٓ اَوَّلَ مَرَّةٍ  cümlesi, masdar tevilinde harfi cerle birlikte mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Mef’ûlü mutlakın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Hudus, istimrar ve tecessüm ifade eden müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetteki ifade; teşbih edatı zikredildiği için mürsel, benzetme yönü hazfedildiği için de mücmel teşbihtir.

Gözleri ve kalbi çevirme ifadesi, hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

 اَفْـِٔدَتَهُمْ - اَبْصَارَهُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


وَنَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ۟

Cümle, atıf harfi  وَ ‘la … نُقَلِّبُ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

يَعْمَهُونَ  cümlesi, نَذَرُهُمْ  ‘deki mef’ûlun halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm özelliğiyle hidayetin yenilenerek devam ettiğini ifade etmiştir. Tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

ف۪ي طُغْيَانِهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  طُغْيَانِ, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  طُغْيَانِ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu kimselerin azgınlığın içine ne kadar çok daldıklarına işaret etmek için bu üslup kullanılmıştır.

طُغْيَانِهِمْ  izafeti, hem muzâfı hem de muzâfun ileyhi tahkir içindir.

نُقَلِّبُ  [çevireceğiz] ve  نَذَرُهُمْ  [bırakacağız] fiilleri, لَا يُؤْمِنُونَ  [iman etmeyecekler] fiiline atfedilmiştir ve bunların hepsi 109. ayetteki  ْ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ  [Nereden biliyorsunuz?] ifadesinin hükmüne dahildir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Günün Mesajı
103. ayete dayanarak Mu'tezile, Şia ve bazıları, Allah'ın ahirette de görülemeyeceği iddiasında bulunmuşlardır. Oysa ayet, gözlerin Allah'ı idrak edemeyeceği, yani O'nu kuşatıp O'nu kavrayamayacağını ifade buyurmakta, Allah'ın bütün gözleri ihata edip kavramasını ise, O'nun Basir (her şeyi gören) olmasına değil, Latif (her şeye nüfuz eden) ve Habir (her şeyden hakkıyla haberdar) olmasına bağlamaktadır. Şu halde ayetin manası, gözün nüfuz ve hakkıyla kavramaktan âciz olduğu, dolayısıyla Allah'ın gözle görülüp kavranacak bir cisim olmadığı, O'nun ancak basiretle, iç görme ile, ilim ve marifetle “görülebileceği” şeklindedir. İkinci olarak, Âhiret'te görme şeklinin dünyadaki gibi olmayacağı da açıktır. Esasen, dünyada da gören göz değildir, Kaldı ki görme işinin nasıl olduğu, ilmin de tam malumu olmaktan uzaktır. Gözün görmesinde, görülen nesneyi zahiriyle kavrama vardır ki, bunu yapan ne gözdür, ne beyindir. Göz, eşyanın iç boyutuna ise tamamen kördür. Ama o, eşyanın dış boyutunu görmede olduğu gibi, iç boyutunu görmede de, eğer gören ruh veya kalb yeterli arınmaya ve keskinliğe ulaşmışsa bir vasıta olabilir. Ölümle birlikte maddi âlemin ötesini görmeye mani perde kalkacak, Âhirette insanlar, olabildiğine keskin bir görüş, daha doğrusu bir idrake sahip olacak ve ihtimal bu idrake göre şekillenecek göz, bu dünyada görülemeyen pek çok şeyi görmede yine vasıtalık yapacaktır. Müminler, dünyada kalp gözleriyle Allah'ı müşahede ve marifet ufuklarına göre, bir bakıma bunun mükâfatı olarak, Âhirette ez azından dünyadaki kalbin görme keskinliğine ulaşacak olan gözle O'nu her türlü nicelik ve nitelikten uzak olarak müşahede edecekler, bir açıdan O'nu seyredeceklerdir. Bununla birlikte Allah, yine orada da idrak edilemeyecektir. Çünkü idrak, kuşatılmayı gerektirir ve nâmütenahi olan Allah, kuşatılmaktan beridir. Gerçek şu ki, kör olan gözler değildir; gerçekte kör olan, sinelerdeki kalplerdir (Hac Süresi/22: 46) ayeti gibi, arkasından gelen ayet de, bu gerçeği ortaya koymaktadır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

“Mesruk dedi ki:

Çölde ailesiyle oturan salih bir kimse olan kişinin bir horozu, bir köpeği ve bir de merkebi vardı. Horoz onları namaza kaldırır, merkeb sularını ve eşyalarını taşır, köpek ise hepsini korurdu.

Bir gün bir tilki gelip horozlarını yedi. Ailesi bu duruma üzüldüğünde, kişi;

Üzülmeyin umulur ki bu daha hayırlıdır. dedi.

Sonra bir kurt gelip merkeblerini öldürdü. Çocuklar bu duruma üzülünce kişi;

Belki daha hayırlıdır! dedi.

Daha sonra köpekleri felakete uğradı ve kişi yine:

Belki daha hayırlıdır! dedi.

Bir sabah uyanıp baktılar ki, etraflarında yerleşmiş bulunan bütün insanlar esir alınıp götürülmüş sadece kendileri kalmış. Bunun üzerine salih kişi;

Etrafımızdakilerin bulunup götürülmesi onların yanında köpek, merkeb ve horoz sesleri olduğundan dolayıdır. Cenab-ı Hakk’ın takdir buyurduğu gibi, bizim için hayır, bu üç hayvanın helak olmasında idi.”

İhya-u Ulumi’d-Din’den Notlar:

İnsan çoğu zaman yaşadıklarının görünen kısımlarının ve o an hissettirdiklerinin üzerine yoğunlaşır. Hissettiği duyguların yoğunluğundan dolayı, sanki hiç bitmeyecekmiş ve sanki bütün hayatı o sıkıntılardan ibaretmiş gibi bir hale bürünür. Halbuki öyle olmadığına, hala dünya üzerindeyken bile defalarca şahit olur. “O zaman içinde zorlandım ama iyi ki öyle olmuş” dediği anıları bile birikmiştir. Belki de kendisi için en hayırlısı, zorlandığı her an; Allah’a güvenerek sığınıp, yaşadıklarından çıkabilecek hayırlara yoğunlaşmalı ve sabırla beklemeli.

 

Allahım! Senden gelen her şeyde -aklım alsa da, alamasa da- ve -nefsim acele içinde çırpınsa da- bir hayır olduğunu hatırlamam için bana yardım et. Şüphesiz, iman ederim ki, Senden gelen ve yaşadığım hiçbir şey boşa değil ve hiçbiri tesadüf değil. Ve hepsinin karşılığı ya dünyada, ya da ahirette verilecek. Rabbim benden razı ol ve beni iki cihanda da yüzü ve gözü sevinçle aydınlananlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji