بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِۚ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۚ وَبِعَهْدِ اللّٰهِ اَوْفُواۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَقْرَبُوا | yaklaşmayın |
|
3 | مَالَ | malına |
|
4 | الْيَتِيمِ | yetimin |
|
5 | إِلَّا | müstesna |
|
6 | بِالَّتِي | (olması) |
|
7 | هِيَ | onun |
|
8 | أَحْسَنُ | en güzel biçimde |
|
9 | حَتَّىٰ | kadar |
|
10 | يَبْلُغَ | erişinceye |
|
11 | أَشُدَّهُ | erginlik çağına |
|
12 | وَأَوْفُوا | ve tam yapın |
|
13 | الْكَيْلَ | ölçü |
|
14 | وَالْمِيزَانَ | ve tartıyı |
|
15 | بِالْقِسْطِ | adaletle |
|
16 | لَا |
|
|
17 | نُكَلِّفُ | biz teklif etmeyiz |
|
18 | نَفْسًا | kişiye |
|
19 | إِلَّا | dışındakini |
|
20 | وُسْعَهَا | gücünün yettiğinden |
|
21 | وَإِذَا | ve zaman |
|
22 | قُلْتُمْ | söylediğiniz |
|
23 | فَاعْدِلُوا | adalet yapın |
|
24 | وَلَوْ | eğer |
|
25 | كَانَ | olsa da |
|
26 | ذَا |
|
|
27 | قُرْبَىٰ | akrabanız |
|
28 | وَبِعَهْدِ | ve verdiğiniz sözü |
|
29 | اللَّهِ | Allah’a |
|
30 | أَوْفُوا | tutun |
|
31 | ذَٰلِكُمْ | işte |
|
32 | وَصَّاكُمْ | size tavsiye etti. |
|
33 | بِهِ | bunları |
|
34 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
35 | تَذَكَّرُونَ | öğüt alırsınız |
|
151-152-153. Ayetlerin Tefsiri;
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/En’âm-suresi/940/151-153-ayet-tefsiri
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْرَبُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْيَت۪يمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. الَّت۪ي müfred müennes has ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle تَقْرَبُوا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası هِيَ اَحْسَنُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَحْسَنُ haber olup damme ile merfûdur.
حَتّٰٓى gaye bildiren cer harfidir. يَبْلُغَ muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel تَقْرَبُوا fiiline müteallik olup, mahallen mecrurdur.
يَبْلُغَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اَشُدَّهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَوْفُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْكَيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْم۪يزَانَ atıf harfi وَ ‘la الْكَيْلَ ‘e matuftur. بِالْقِسْطِ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Takdiri; مقسطين (Adaletli olarak) şeklindedir.
حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Ayette harf-i cer şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْفُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وفي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَحْسَنُ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۚ وَبِعَهْدِ اللّٰهِ اَوْفُواۜ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نُكَلِّفُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. نَفْساً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. وُسْعَهَا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. قُلْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قُلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اعْدِلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَ haliyyedir. لَوْ gayri cazim şart harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref, haberini nasb eder.
كَانَ nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. ذَا harfle îrab olan beş isimden biri olup كَانَ ’nin haberi olarak nasb alameti eliftir. قُرْبٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.
وَ atıf harfidir. بِعَهْدِ car mecruru اَوْفُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. اللّٰهِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَوْفُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُكَلِّفُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كلف ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَوْفُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وفي ’dir.
ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, كُمْ ise muhatap zamiridir.
وَصّٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِه۪ car mecruru وَصّٰيكُمْ fiiline mütealliktir.
لَعَلَّ ,terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَذَكَّرُونَ cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَذَكَّرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَصّٰيكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi وصي ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
تَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’ dir. Sülâsîsi ذكر ’dir. Aslı يَتَذَكَّرُونَ şeklindedir. تَ harflerinden biri hazf edilmiştir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِۚ
وَ atıf harfidir. Nehiy üslubunda talebî inşaî isnad olan cümle önceki ayetteki tefsir cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
تَقْرَبُوا fiili, yetim malıyla mülabeseden kinayedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِلَّا , istisna edatıdır. İsm-i mevsûl الَّت۪ي , başındaki بِ harf-i ceriyle لَا تَقْرَبُوا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûl, mahzuf masdar için sıfattır. Takdiri, إلا بالخصلة التي هي أحسن (Daha iyi bir özellik dışında şeklindedir.
Sılası olan هِيَ اَحْسَنُ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber olan اَحْسَنُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ‘nın, gizli أنْ ‘le masdar yaptığı يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, حَتّٰى ile birlikte لَا تَقْرَبُوا fiiline mütealliktir. Hudus, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yetimin malını yemeyin değil, yaklaşmayın buyurulmuştur. İsrâ/32 de de zinanın yasaklığı ”zinaya yaklaşmayın” şeklinde ifade edilmiştir. Bu üslup; yasağı mübalağalı olarak ifade etmek içindir. Yani yetimin malına hiç bir şekilde yaklaşmayın, malını korumak ve arttırmak maksadı hariç demektir.
İstisna yasağın nihayetini bildirmek için değildir. Yani yetim yetişkin olunca kötü niyetle yaklaşabilirsiniz demek değildir.
اَشُدَّهُۚ kelimesi kişinin, hikmet ve marifete ulaşmış olduğu (rüşd) zamanıdır. Alimler bu ayette geçen “rüşte erme” işini, kendisinden bir rüşdün, (ehliyetin) görülmesi şartıyla, “ihtilam olma” diye tefsir etmişlerdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ cümlesi tefsiriyeye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nehiy üslubundan, emir üslubunda geçişte iltifat sanatı vardır.
الْم۪يزَانَ temasül nedeniyle الْكَيْلَ ‘ le atfedilmiştir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بِالْقِسْطِ car-mecruru, اَوْفُوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cenab-ı Hakk’ın وَالْم۪يزَانَ tabiri; “tartı terazi vb. ile tartmayı... ifade edip, بِالْقِسْطِۚ ifadesi ise “cimrilik yapmaksızın, noksanlaştırmadan, adaletle...” demektir...
Şayet, “ölçüyü ve tartıyı tastamam yapmak, adaletin bizzat kendisidir, o halde bunu tekrarlamanın faydası ve manası nedir?” denilirse, biz deriz ki: Allah, verene, “Hak sahibine hakkını eksiksiz vermeyi”; alacaklıya da, “hakkını alırken, fazlasını istemeksizin hakkını almasını” emretmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
ب harf-i ceri mülâbese manasınadır. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Bil ki, insan bu işin gerçek manada yerine getirilmesinin gerekli olduğunu; bunun ise adaleti temin bakımından çok zor bir şey olduğunu düşünebileceğinden, Allah Teâlâ bu tür zorluğu ortadan kaldıran şeyi böyle bir zannın peşinden getirerek, لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا ‘’Biz bir kimseye, gücünün yettiğinden başkasını yüklemeyiz...” buyurmuştur. Yani, ölçüyü ve tartıyı tastamam ifa etmede vâcip ve gerekli olan husus, işte ölçü ve tartının yerine getirilmesinde mümkün olan bu miktardır. Ama, onları hakiki manada tahakkuk ettirebilmek ise, bu vâcip değildir demektir. (Fahreddîn er- Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا
Cümle, itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i muteriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasr üslubu ile cümle, olumlu ve olumsuz olmak olmak üzere iki anlam ifade etmektedir.
Nefy ve istisna harfiyle oluşan ve fiille mef’ûl arasındaki kasr, cümleyi tekid etmiştir. نُكَلِّفُ, maksur/sıfat, وُسْعَهَا maksurun aleyh/mevsûf, olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’s-mevsûftur. Yani müsned, bu mef’ûle hasredilmiştir. Her nefis sadece ve sadece, gücünün yettiğiyle mükelleftir.
نُكَلِّفُ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Mekân için kullanılan وَاسِعُ , kapsamın umumu için müstear olmuştur. Gücün yetmesi, çok sayıda insanı içinde barındırabilecek geniş bir alana benzetilmiştir.
وُسْعَهَا ; kapasite, واۚسعَ ; geniş demektir. Dar kelimesinin zıddıdır. Bu kelimede istiare vardır. Zor amelleri yüklenen nefs; içindeki şey için genişleyen zarfa benzetilmiştir. Böylece وُسْعَهَا kelimesi son derece zor manasında olmuştur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Bakara /233)
نَفْسًا ’deki tenvin, kıllet ve cins ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umuma işarettir.
لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا [Biz kimseyi kapasitesinin üstünde sorumlu tutmayız.]cümlesinde Bakara/286 ile iktibas vardır.
وُسْعَهَا - اَشُدَّهُۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۚ
وَ atıf harfidir. Şart üslubunda gelen terkip önceki ayetteki tefsir cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesinde اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhi olan قُلْتُمْ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاعْدِلُوا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)
فَاعْدِلُوا - بِالْقِسْطِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰى terkibi şart üslubunda gelmiş haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Şart cümlesi nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Veciz ifade kastına matuf ذَا قُرْبٰى izafeti, كَانَ ’nin haberidir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, فَاعْدِلُوا (adil olun) olan cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُرْبٰىۚ - تَقْرَبُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اعْدِلُوا - الْقِسْطِۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَبِعَهْدِ اللّٰهِ اَوْفُواۜ
…وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ cümlesine matuf olan bu cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Nehiy sıygasından emir sıygasına iltifat sanatı vardır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَوْفُوا kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
عَهْدِ - اَوْفُواۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِعَهْدِ اللّٰهِ car-mecruru önemine binaen amili olan اَوْفُوا fiiline takdim edilmiştir.
Veciz ifade kastına matuf بِعَهْدِ اللّٰهِ izafetinde اللّٰهِ ismine muzâf olması عَهْدِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İşaret ismi mübteda, وَصّٰيكُمْ بِه۪ haberdir.
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle muşârun ileyhin mertebesinin yüksekliğini belirtir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile beş yasak işaret edilmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Bu ayette cem' ma’at-taksim ve tefrik vardır.
ذٰلِكُ ve ذٰلِكُمْ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, S. 190)
لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Gayrı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تَذَكَّرُونَ ’nin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayetteki son iki cümle önceki ayetin son cümleleriyle bir kelime hariç aynıdır. Bu cümleler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَصّٰيكُمْ - تَذَكَّرُونَۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; “ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır.” demiştir. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. El-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki لَعَلَّ (umulur ki) harfinin لَ manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)
وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ''İşte (Allah) size, iyice düşünüp tutasınız diye bunları emir ve tavsiye etti” buyurmuştur.
Buna göre şayet, Hak Teâlâ’nın, önceki ayetin sonunu, “İşte O, aklınızı başınıza alasınız diye, bunları emir ve tavsiye etti” (En’am, 151) buyruğu ile ve bu ayetin sonunu da, “İşte (Allah) size, iyice düşünüp tutasınız diye bunları emir ve tavsiye etti” buyurarak bitirmiş olmasının sebebi nedir? denilirse, biz deriz ki:
Önceki ayette zikredilen beş teklif, açık ve net olan hususlardır. Binaenaleyh onları akledip anlamak gerekir. Bu ayette itidal ve denge üzere bulunabilsin diye üzerinde mutlaka tefekkür edilmesi, içtihad ve gayret gösterilmesi gerekli olan kapalı (çok gizli) hususlardır. İşte bu sebepten dolayı da Cenab-ı Hak, “İyice düşünesiniz diye...” buyurmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb)
لعل harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad tezekkür etmeye teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen لَعَلَّ sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58)
Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر ve تَفَقُّه kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
Bu son iki ayette zikredilen on hüküm ümmetlerin ve asırların değişmesiyle değişmez.(Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَنَّ | ve işte |
|
2 | هَٰذَا | budur |
|
3 | صِرَاطِي | benim yolum |
|
4 | مُسْتَقِيمًا | dosdoğru |
|
5 | فَاتَّبِعُوهُ | ona uyun |
|
6 | وَلَا |
|
|
7 | تَتَّبِعُوا | uymayın |
|
8 | السُّبُلَ | yollara |
|
9 | فَتَفَرَّقَ | ayırmasın |
|
10 | بِكُمْ | sizi |
|
11 | عَنْ | -ndan |
|
12 | سَبِيلِهِ | O’nun yolu- |
|
13 | ذَٰلِكُمْ | böylece |
|
14 | وَصَّاكُمْ | size tavsiye etti |
|
15 | بِهِ | kendisiyle |
|
16 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
17 | تَتَّقُونَ | korunursunuz |
|
وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هٰذَا işaret ismi, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. صِرَاط۪ي kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri; أتلو (Okuyun.) şeklindedir. مُسْتَق۪يماً hal olup fetha ile mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن وضح لكم سبيلي فاتّبعوه (Yolum size belli olursa ona tabi olun.) şeklindedir.
اتَّبِعُوهُ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). مُسْتَق۪يماً burada müfred hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّبِعُو fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُسْتَق۪يماً sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babından ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّبِعُوا۟ fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. السُّبُلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ harfi sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,taleb bulunması gerekir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri; لا يكن منكم اتّباع للسبل فتفرّق فيها (Kendi yollarınıza uymayın yoksa ayrılırsınız.) şeklindedir.
تَفَرَّقَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. بِكُمْ car mecruru تَفَرَّقَ fiiline mütealliktir. عَنْ سَب۪يلِه۪ car mecruru تَفَرَّقَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada musahabe (beraberlik) manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra.Burada sebep fe (فَ)’sinden sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَتَّبِعُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
تَفَرَّقَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi فرق ’dir. Aslı يتفرَّقَ şeklindedir. تَ harflerinden biri hazf edilmiştir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, كُمْ ise muhatap zamiridir. وَصّٰيكُمْ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
وَصّٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِه۪ car mecruru وَصّٰيكُمْ fiiline mütealliktir.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَتَّقُونَ cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَتَّقُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَتَّقُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي olmuş, sonra و harfi ت 'ye dönüşmüş إتّقي olmuştur.
Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَصّٰيكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi وصي ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً
وَ harfi cümleyi 151. ayetteki ألّا تُشْرِكُوا بِهِ شَيْئًا cümlesine atfeder. Bu atfın sebebi hitabın amaçlarının ve tertibin benzerliğidir. Nitekim bu amaçlara tezyîl olarak لَعَلَّكم تَعْقِلُونَ، لَعَلَّكم تَذَكَّرُونَ، لَعَلَّكم تَتَّقُونَ cümleleri gelir. Bu; Kuran’da peygambere gelen vahiylere uymak için gelen kapsamlı bir ifadedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Ayetin ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Masdar ve tekid harfi أَنَّ ve akabindeki هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً cümlesi masdar tevilinde, takdir edilen أتلو (Okuyun) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mahzufla birlikte cümle 151. ayetteki … اَتْلُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edileni tazim ifade eder. Müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösteren işaret isminde istiare sanatı vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden هٰذَا ile Allah'ın koyduğu kurallara işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Müsned, az sözle çok anlam ifadesi için izafet formunda gelmiştir.
صِرَاط۪ي izafetinde, Hz.Peygambere ait zamire muzaf olan صِرَاط۪ , tazim ve şeref kazanmıştır.
مُسْتَق۪يماً kelimesi haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır.
İslam yola benzetilmiş ve görünen bir şey haline getirilmiştir. Bu yol apaçık, görünen bir şeydir ve bu yolun müstakim, yani dosdoğru olduğu, hiç bir eğriliği olmadığı iddia edilmiştir. Çünkü dosdoğru yol, üzerinde yürüyen için kolaydır ve hedefe hızlı ulaştırır.
İstiare teşbihten daha fazla mübalağa ifade eder. Çünkü müşebbeh ile müşebbehün bihin aynı olduğu iddiasındadır. Ya da teşbihi unutturmaya yönlendirir (teşbih-i tenasi). İstiare, hakiki mananın kastedilmediğine dair bir karîne (ipucu) bulunması kastıyla sadece müşebbeh veya müşebbehün bihin zikredildiği teşbihtir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Sıratı müstakimden kasıt hak dindir. Bu ibarede istiare vardır. Sırat kelimesi hak manasında müsteardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Burada dosdoğru yolun Peygambere izafesi (benim dosdoğru yolum buyurulması), tatbikat olarak ona nispet edilmesi anlamındadır. Yoksa "Allah'ın yolu" izafesi kabilinden, Peygamberin tayin ve belirlediği yol anlamında değildir. Bundan murad şudur: Açıklanan emirler ve yasaklar, Peygambere mütealliktir ve o, bu emirleri ve yasakları uygulamak ve gözetmekle görevlidir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Müttaki: Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in yoluna girip, dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Bk: Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i kebir, Cilt:1, Sayfa:446)
فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ
Şart üslubunda gelen terkipte فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. فَاتَّبِعُوهُ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümle, takdiri إن وضح لكم سبيلي (Size yolum belli olduysa..) olan mukadder şartın cevabıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ cümlesi atıf harfi وَ ’la şartın cevabına atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi tezattır.
بِكُمْ kelimesindeki بِ harf-i ceri musahabe (beraberlik) içindir. Yani yolların ayrılığı, size eşlik eder. Yolların ayrılmasıyla sizler de ayrılırsınız. Bu mecazî bir beraberliktir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
سَب۪يلِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan سَب۪يلِ , şan ve şeref kazanmıştır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler. Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ cümlesi, masdar teviliyle, kelamın öncesindeki nehiyden kaynaklanan masdara matuftur.
Takdiri; لا يكن منكم اتّباع للسبل فتفرّق فيها …(Hiçbiriniz yollara sapmasın ki o yollarda bölünmesin.) olan masdarın hazFİ îcaz-ı hazif sanatıdır.
Ayette fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاتَّبِعُوهُ cümlesiyle وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
فَاتَّبِعُوهُۚ - لَا تَتَّبِعُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
السُّبُلَ - سَب۪يلِه۪ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
السُّبُلَ - صِرَاط۪ي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ [(Başka) yollara tabi olmayın] ibaresinde istiare vardır. Çünkü yollar onları ayırmaz, aksine yolların doğrusundan ayrılan ve eğrisine uyan onların kendileridir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
اتَّبِعُو - لَا تَتَّبِعُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Başka dinlere veya bidatlere ya da dalalet yollarına uymayın; çünkü o yollar, sizi Allah yolundan, İslam'dan ayırır ve Sebe toplulukları gibi sizi darmadağın eder. (Sebe, bütün Yemen kabilelerinin büyük atasının adıdır. Bu yemen kabileleri, ilâhî bir ceza olarak Arim seline maruz kaldılar ve bu sel, onların yurtlarını ve bahçelerini tahrip edince bu kabileler, darmadağın olup çeşitli ülkelere göç ettiler. İşte göç eden bu kabilelerin her biri başka bir yol tuttuğu için, dağınıklık ifadesinde darb-ı mesel haline geldiler.) (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İşaret ismi mübteda, وَصّٰيكُمْ بِه۪ haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
ذٰلِكَ ve ذٰلِكُمْ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, S. 190)
Mübteda olan ذٰلِكُمْ ile beş yasak işaret edilmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İşaret isminde cem vardır. Bu ayette cem' ma’at-taksim ve tefrik vardır.
وصي fiilinden müştak olan وَصِيَّة ; bir başkasına öğütle birlikte yapacağı işi tenbih etmek ya da buyurmaktır. أوْصَى ve وَصَّى fiilleri aynı anlamda kullanılır. (Rağıb el-İsfehani, Müfredât)
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. لَعَلَّ ‘nin haberi olan تَتَّقُونَ ‘nin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
‘Umulur ki’ anlamında olan لَعَلَّ harfi, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Kur’an’da Allah’a isnad edilen لَعَلَّ sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58)
لعل harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad, takvalı olmaya teşviktir. Takvalı olmak; kuralları yerine getirmektir. En alt seviyesi Müslüman olmak, en üst derecesi ise her türlü şüpheli şeyden kaçınmak olarak tarif edilir.Takvalı olmak için kitaba ve hükümlerine sarılmak gerekir.
Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki لَعَلَّ (umulur ki) harfinin لَ manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)
ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ önce geçen misalleri tekrar için tezyîldir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَعَلَّ edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724); لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)
تَتَّقُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Ayetteki son iki cümle önceki ayetin son cümleleriyle bir kelime hariç aynıdır. Bu cümleler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَهْدِ - اَوْفُواۜ ve وَصّٰيكُمْ - تَذَكَّرُونَۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لعل harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad tezekkür etmeye teşviktir. Kur’an’da Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر ve تَفَقُّه kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
Son üç ayet; akletmek, ibret almak ve takvalı olmak ile bitmiştir. Birinci ayetteki kavramlar akletmekle ilgili, ikincisi ibret almakla, üçüncüsü takvalı olmakla ilgili diyebiliriz.
Takvalı olmak; kuralları yerine getirmektir. En alt seviyesi Müslüman olmak, en üst derecesi; her türlü şüpheli şeyden kaçınmak olarak tarif edilir.
Müttaki: Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in yoluna girip, dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Bk: Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i kebir, Cilt:1, Sayfa:446 ; Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَاماً عَلَى الَّـذ۪ٓي اَحْسَنَ وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | اتَيْنَا | verdik |
|
3 | مُوسَى | Musa’ya |
|
4 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
5 | تَمَامًا | (ni’metimizi) tamamlamak için |
|
6 | عَلَى | üzerine |
|
7 | الَّذِي | kimselere |
|
8 | أَحْسَنَ | iyilik eden(lere) |
|
9 | وَتَفْصِيلًا | ve açıklamak (için) |
|
10 | لِكُلِّ | her |
|
11 | شَيْءٍ | şeyi |
|
12 | وَهُدًى | ve yola iletici |
|
13 | وَرَحْمَةً | ve rahmet olarak |
|
14 | لَعَلَّهُمْ | umulur ki |
|
15 | بِلِقَاءِ | kavuşacaklarına |
|
16 | رَبِّهِمْ | Rablerine |
|
17 | يُؤْمِنُونَ | inanırlar |
|
Müşrikler, bir önceki âyette “Allah’ın yolu” diye nitelenen İslâm’ı reddettikleri için 154. âyette Hz. Mûsâ’ya Tevrat’ın indirildiği belirtildikten sonra 155. âyette Kur’an’ın da Allah tarafından indirilmiş kutsal bir kitap olduğu hatırlatılmaktadır. Nitekim yine bu sûrede başka bir vesileyle böyle bir hatırlatmada daha bulunulmuştu (geniş bilgi için bk. 91. âyet). Ayrıca Tevrat ile Kur’an arasında böyle bir münasebetin kurulmasıyla 151-153. âyetlerde sıralanan hükümlerin Tevrat’ta da yer almış bulunan evrensel hükümler olduğuna işaret buyurulmaktadır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 490-49
ثُمَّ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَاماً عَلَى الَّـذ۪ٓي اَحْسَنَ وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. مُوسَى mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
الْكِتَابَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مُوسَى maksur isimdir. تَمَاماً sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur. الَّـذ۪ٓي müfred müzekker has ism-i mevsûl عَلَى harf-i ceriyle تَمَاماً ‘e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اَحْسَنَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَحْسَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. تَفْص۪يلاً atıf harfi وَ ’la تَمَاماً ‘e matuftur. لِكُلِّ car mecruru تَفْص۪يلاً ‘e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. هُدًى وَرَحْمَةً kelimeleri atıf harfi وَ ’la تَمَاماً ‘e matuftur.
ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiren îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir. 2 tür kullanımı vardır: 1) Harfi cersiz kullanımı. 2) Harfi cerli kullanımı. 1): Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c) Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d) Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır. Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتَيْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
اَحْسَنَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi حسن ‘dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
لَعَلَّهُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ۟
İsim cümlesidir. لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
هُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. بِلِقَٓاءِ car mecruru يُؤْمِنُونَ۟ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يُؤْمِنُونَ۟ cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ۟ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ۟ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
ثُمَّ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَاماً عَلَى الَّـذ۪ٓي اَحْسَنَ وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً
İstînafiye olan ayetteki, ثُمَّ harfi, zamanda terahî ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
اٰتَيْنَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Mef’ûlü lieclih olan تَمَاماً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mef’ûlü de ifade eder.
Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي , harf-i cerle fiil gibi amel eden تَمَاماً ‘e mütealliktir. Sılası olan اَحْسَنَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَمَاماً ‘e matuf olan هُدًى ile رَحْمَةً ve تَفْص۪يلاً kelimeleri de masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Vasl, tezâyüf sebebiyledir. Bu kelimelerin nekre gelişi tazim ve kesret ifade eder.
لِكُلِّ شَيْءٍ car-mecruru تَفْص۪يلاً ‘e mütealliktir.
شَيْءٍ ‘deki nekrelik kesret ve nev ifade eder.
Buradaki ثُمَّ , cümleyi قُلْ تَعالَوْا cümlesine atfeder. Bu harf kelimeleri atfetmek için değildir. Zamanın terahisi için olduğu vehmedilmez. Bilakis cümlelerin atfında rütbedeki terahiye delalet eder. Bu; mecazî bir gecikmedir. ثُمَّ cümleye atfedildiği zaman buna delalet eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
ثُمَّ [Ayrıca] bunlardan daha büyük bir nimet olarak Biz اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ [Mûsâ’ya o kitabı verdik], bu mübarek kitabı indirdik. Bu cümlenin, En‘âm sûresinin ortalarından evvel geçen وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ [Biz İbrâhim’e İshâk ve Ya‘kūb’u verdik.] (84. ayet) ifadesine atfedilmiş olduğunu söyleyenler de vardır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
الْكِتَابَ kelimesinden anlaşılan Tevrat’tır. تَمامًا kelimesi Kitap için ve onun kemalini ifade için haldir. Yani bu kitap İsrailoğullarından kalan, İbrahim, İshak, Yakub ve torunlarında bulunan iyiliklerin, takvanın kemalidir. Tevrat onların doğruluğunu tamamlamış ve başlarına gelen fesadı ortadan kaldırmıştır. Fesadı kaldırmak doğruluğun, iyiliğin tamamlayıcısıdır. Tevratın tamamlayıcı olmakla vasfedilmesi, tamamlayan manasını mübalağalı olarak ifade içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
تَمَاماً mef’ûlün lieclihtir.
Ayetteki اَحْسَنَ (iyi yaptı) ifadesi, birisi ilmini tamamlamak için, ilmine yeni bilgiler kattığı ve bilgisini geliştirdiği zaman, onun için kullanılan اَحْسَنَ الشَّىءَ [o şeyi güzel yaptı] deyimindendir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
لَعَلَّهُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ۟
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ car-mecruru önemine binaen amili olan يُؤْمِنُونَ۟ ‘ye, takdim edilmiştir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan يُؤْمِنُونَ۟ ‘nin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبِّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَبِّكُمْ izafeti onları tazim içindir.
Ayetin başındaki azamet zamirinden bu cümlede Rab ismine iltifat sanatı vardır.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [Rablerine kavuşacaklarına inanırlar] ifadesinde Allah Teâlâ, bütün mahlukatın ahiret günü huzurunda olacağını beyan ederken, bunun içine amellerinin karşılığı olan ceza ve mükafat görecekleri anlamını idmâc etmiştir.Tehdit ve ümit manası taşıyan bu cümlede, mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir.
يُؤْمِنُونَ۟ - الْكِتَابَ - هُدًى - رَحْمَةً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لعل harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad tezekkür etmeye teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen لَعَلَّ sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 58)
لَعَلَّ edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724); لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)
بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ mecruru, ba’s ve cezanın önemi dolayısıyla amiline takdim edilmiştir.(Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t -Tenvîr)
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۙ
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۙ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. كِتَابٌ haber olup damme ile merfûdur. اَنْزَلْنَاهُ cümlesi, كِتَابٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
اَنْزَلْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مُبَارَكٌ kelimesi كِتَابٌ ‘un ikinci sıfatı olup damme ile merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إذا أردتم الاستفادة من الكتاب والتبرك به فاتبعوه (Kitaptan istifade etmek ve bereketlenmek istiyorsanız ona tabi olun.) şeklindedir.
اتَّبِعُوهُ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تُرْحَمُونَ cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تُرْحَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اتَّبِعُوهُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ‘dır. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي olmuş, sonra و harfi ت 'ye dönüşmüş إتّقي olmuştur.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُبَارَكٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i mef’ûludur.
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ
وَ , istînâfiyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenin mertebesinin yüksekliğini belirterek tazim ifade eder.
كِتَابٌ , Kuran-ı Kerim’den kinayedir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَنْزَلْنَاهُ cümlesi, كِتَابٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اَنْزَلْنَاهُ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
مُبَارَكٌ kelimesi كِتَابٌ için ikinci sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismi هٰذَا ile marife olması, işaret edilene tazim ifade ederek önemini vurgular. İşaret ismi en güzel temyiz yollarından biridir.
Cümlenin ism-i işaretle başlaması, fiilin onun üzerine bina edilmesi, كِتَابٌ kelimesinin اَنْزَلْنَاهُ fiilinin mef’ûlü olması gerekirken mübteda olması, kitabın önemi ve yüceltilmesi içindir. Tıpkı En’am suresinin 92. ayeti gibi: وهَذا كِتابٌ أنْزَلْناهُ مُبارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Bil ki, Cenab-ı Hakk’ın bu ayette geçen Kitap kelimesinden maksadının, Kur’an olduğu hususunda şüphe yoktur. Bunu, kutlu (mübarek) diye vasfetmenin faydası ise, diğer iki kitap (Tevrat ve İncil) gibi kendisinden sonra gelecek bir kitap, neshe maruz bir kitap olmadığını ifade etmek içindir. Yahut da bununla, o kitabın hayrının ve faydasının çok olduğu murad edilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
İlk sıfat fiil cümlesi şeklinde gelerek inzalin an be an yenilendiğine, diğer sıfatlar isim formunda gelerek Allah’tan gelen feyzin devamındaki istimrara ve sübuta delalet etmiştir. (https://tafsir.app/aljadwal/6/92)
Ayetin ism-i işaretle başlaması tazim ve yakınlık içindir. Kitabullahın, fıtratımıza ne kadar yakın olduğunu anlatmak ve kitaba tâbi olanların rahmete nail olacaklarını tenbih için gelmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Kur’an-ı Kerîm’in مُبَارَكٌ diye nitelendirilmesi, ona inanıp gereğince yaşayanların dünya ve ahiret hayatları için feyiz, bereket, mutluluk ve huzur kaynağı olmasından dolayıdır. (Kur’an Yolu Tefsiri)
فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا
Fasılla gelen şart üslubundaki terkipte فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. فَاتَّبِعُوهُ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümle, takdiri إذا أردتم الاستفادة من الكتاب والتبرك به (Kitaptan istifade etmek ve bereketlenmek isterseniz.) olan mukadder şartın cevabıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الِاتِّباعُ kelimesi ifade ettiği şeylerle amel etmek manasında mecazdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
أنْ تَقُولُوا إنَّما أُنْزِلَ الكِتابُ عَلى طائِفَتَيْنِ مِن قَبْلِنا sözünün karînesiyle فاتَّبِعُوهُ sözünde hitap müşrikleredir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Aynı üslupta gelen وَاتَّقُوا cümlesi, atıf harfi وَ ’la cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
فَاتَّبِعُوهُ - اتَّقُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler. Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۙ
Ayetin son cümlesi, ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. لَعَلَّ ‘nin haberi olan تُرْحَمُونَ ‘nin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تُرْحَمُونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
‘Umulur ki’anlamında olan لَعَلَّ harfi, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَعَلَّكم تُرْحَمُونَ sözü kendisine uyulmasına bir vad ve ona uymayanlar için ise dünya ve ahiret azabı ile tehdit ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَعَلَّ edatı, terecci içindir, yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724); لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)
Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki لَعَلَّ (umulur ki) harfinin لَ manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)
عسى أن ترحموا değil de لعلكم ترحمون buyurulması bu ifadenin hem şimdiki zaman hem de gelecek zaman ifade etmesidir. Çünkü başında istikbal harfi olmaksızın gelen muzari fiil hem şimdiki zaman hem de gelecek zaman ifade eder.
عسى أن ترحموا ifadesi ise, sadece gelecek zamanı ifade eder, çünkü manasını gelecek zamana çeviren أن harfiyle birlikte gelmiştir. Dolayısıyla bu şimdiki zamanda değil, gelecek zamanda meydana gelecektir. Halbuki rahmet hem şimdiki zamanda hem de gelecek zamanda ve her zaman ümit edilir. Dolayısıyla ayette gelen ifade evladır.
Başka bir şey de: لعلكم ترحمون ibaresinde iki kere hitap zamiri geçmiştir. Biri كم zamiri, diğeri de و ‘dır. Halbuki عسى أن ترحموا ibaresinde hitap zamiri sadece bir kere yer alır. Dolayısıyla ayetteki ibare daha kuvvetli ve tekidlidir. Çünkü isnad tekrarlanmıştır. Yani böylece rahmetin vuku bulacağı onlara iki kere isnad edilmiştir.
Üçüncü olarak; لعلكم ترحمون ibaresi isim cümlesi, عسى أن ترحموا ibaresi ise fiil cümlesidir. Bilindiği gibi isim cümlesi fiil cümlesinden daha kuvvetlidir. Dolayısıyla bu cümlenin ifade ettiği rahmet ümidi daha kuvvetlidir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 220)
اَنْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَنْ |
|
|
2 | تَقُولُوا | demeyesiniz |
|
3 | إِنَّمَا | yalnız |
|
4 | أُنْزِلَ | indirildi |
|
5 | الْكِتَابُ | Kitap |
|
6 | عَلَىٰ | üzerine |
|
7 | طَائِفَتَيْنِ | iki topluluk |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | قَبْلِنَا | bizden önceki |
|
10 | وَإِنْ |
|
|
11 | كُنَّا | biz ise idik |
|
12 | عَنْ |
|
|
13 | دِرَاسَتِهِمْ | onların okumasından |
|
14 | لَغَافِلِينَ | habersiz |
|
Bir önceki âyette Kur’an’ın Allah katından indirilmiş bereketli ve hayırlı bir kitap olduğu belirtildikten sonra bu âyetlerde de onun indiriliş gerekçelerinden ikisi zikredilmektedir. Bu âyetlerden anlaşıldığına göre müşrikler Tevrat ve İncil’in Allah kelâmı olduğuna inanıyor, ancak o günkü şartların el vermemesi, özellikle dillerinin farklı olması sebebiyle bu kitaplardan yararlanamadıklarını söyleyerek güya bundan üzüntü duyuyorlardı; ayrıca onlar, yahudilerle hıristiyanların din konusundaki gevşekliklerini de biliyor ve eğer kendilerine bir kitap gelecek olsa onlardan daha kararlı bir şekilde doğru yolda yaşayacaklarını ileri sürüyorlardı. Yüce Allah, müşriklerin bu türlü yakınmalarla mazeretler ileri sürmelerini (bazı müfessirlere göre bu mazeretleri âhirette de tekrar etmelerini) önlemek için “İşte size rabbinizden apaçık bir delil, bir hidayet ve rahmet geldi” buyurarak onların özlemlerinin gerçekleştiğini, mazeretlerinin ortadan kalktığını belirtmekte; buna rağmen Allah’ın âyetlerini inkâr eder ve ondan yüz çevirirlerse en büyük haksızlığı işlemiş olacaklarını ve bunun cezasını da ağır bir şekilde göreceklerini bildirmektedir.
157. âyette Kur’ân-ı Kerîm’in üç kelimeyle nitelendirildiği görülmektedir: Beyyine, hüdâ, rahmet. Beyyine “gerçeği apaçık ifadelerle ortaya koyan kesin belge” demektir. Kur’an, gerek eşsiz edebî üstünlüğü gerekse yalnızca gerçeği, iyiyi ve güzeli dile getiren muhtevası itibariyle apaçık bir delil ve belge olduğu için beyyine; bu vasfıyla şaşmaz bir rehber olduğu için hüdâ (hidayet kaynağı); bütün bunların bir neticesi olarak kendisine inanıp bağlanan kişi ve toplumlara sadece hayır ve saadet getirdiği için de rahmet diye nitelendirilmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 491
اَنْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ
Fiil cümlesidir. اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تَقُولُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.اَنْ ve masdar-ı müevvel, sebebiyet bildiren mef’ûlun lieclih olarak mahallen mansubdur. Muzafı mahzuftur. Takdiri; أنزلناه خشية قولكم (Onu sizin sözünüzden haşyet duyarak indirdik.) şeklindedir. Mekulü’l kavli, اِنَّـمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ ‘dir. تَقُولُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اَنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اَنَّ ‘ nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir.
اُنْزِلَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. الْكِتَابُ naib-i fail olup damme ile merfûdur. عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ car mecruru اُنْزِلَ fiiline mütealliktir. طَٓائِفَتَيْنِ müsenna olduğu için cer alameti يْ ‘dir. مِنْ قَبْلِنَا car mecruru اُنْزِلَ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mecrurdur.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min lieclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir. 2 tür kullanımı vardır: 1) Harfi cersiz kullanımı. 2) Harfi cerli kullanımı.1): Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c) Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d) Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır. Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. Bu ayet lam-ı ta’lil ile gelmiştir. Fakat اَنْ harfinin başındaki ta’lil lamı hazfedilmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
اُنْزِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَۙ
İsim cümlesidir. اِنْ tekid ifade eden muhaffefe اِنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri; إننا şeklindedir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. نَا mütekellim zamiri كُنَّا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. عَنْ دِرَاسَتِهِمْ car mecruru غَافِل۪ينَۙ ‘ye mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi, اِنْ ‘in muhaffefe اِنَّ olduğuna delalet eden lam-ı farikadır.
غَافِل۪ينَ kelimesi كُنَّا ‘nın haberi olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
Hafifletilmiş olan اِنْ aynı اِنَّ gibi isim cümlesinin başına gelir. Fakat ismini hiçbir zaman açıkta göremeyiz. Çünkü ismini gizli bir zamir (zamiruş-şan) olarak alır.
Haberini ise 2 şekilde alır: 1. İsim cümlesi 2.Fiil cümlesi
Bu edatı diğer اِنْ ‘lerden ayırt edebilmek için kendisinden sonra umumiyetle bu tür fiillerin gelmesi ve haberinde lam bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
غَافِل۪ينَ kelimesi sülâsî mücerredi غفل olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ
İstînafiyye olarak fasılla gelen ayet, önceki ayetin mazmununu tekid için gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mukadder bir fiilin sebep bildiren mef’ûlun lieclihi için muzâfun ileyhtir. Fiilin ve muzâfın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri … أنزلناه خشية قولكم (onu sizin şu sözleriniz endişesiyle indirdik) şeklindedir. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَقُولُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّـمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ , kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiş mazi fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, iki tekit hükmündedir. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Kasr, fiil ile naib-i fail arasındadır. الْكِتَابُ mevsûf/maksurun aleyh, اُنْزِلَ sıfat/maksur olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması caizdir. Bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur.
اِنَّـمَٓا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الكِتابُ kelimesinin başındaki harf-i tarif ile Tevrat, İncil ve Zebur ile sınırlı olan cins kastedilmiştir. Kitabın onlara indirilmesi de; peygamberlerine indirilen bu semavî kitaplarla onlara hitap edildiği, Arapların ise kendilerinden başkasına vahyedilenlere muhatap olmadığı manasıdır. Bu; onların ilk gerekçesidir. Güzel ahlak ve salih işlerden vazgeçmek için başka sebepleri de vardır. Ayetin devamında bu zikredilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَۙ
وَ atıftır. Cümle mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
اِنْ , tekit harfi اِنَّ ’den muhaffefedir. Takdiri إننا olan ismi’nin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Haberi olan كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَۙ , nakıs fiil كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنْ ‘in muhaffefe olduğuna işaret eden lam-ı farikanın dahil olduğu لَغَافِل۪ينَۙ , nakıs fiil كان ’nin haberidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur عَنْ دِرَاسَتِهِمْ , önemine binaen, amili olan لَغَافِل۪ينَۙ ‘e takdim edilmiştir.
İsim cümlesine müsned لَغَافِل۪ينَۙ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
لَغَافِل۪ينَۙ - دِرَاسَتِهِمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
اَنْ تَقُولُٓوا [dersiniz diye…] Yani demenizi hoş görmeyerek…عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ [iki topluluğa…] sözleriyle Tevrat’ın ve İncil’in sahiplerini, taraftarlarını murad ediyorlar. وَاِنْ كُنَّا ifadesindeki اِنَّ , اِن ’nin tahfif edilmiş şeklidir. لَغَافِل۪ينَۙ ifadesindeki lâm ise bununla olumsuzluk bildiren اِن ’in arasını ayırmak için gelmiştir.
İfadenin aslı َوَاِنَّه كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ غَافِل۪ينَۙ biz onların öğretilerinden tamamen gafiliz şeklinde olup اِنَّه kelimesindeki zamir, şan zamiridir. عَنْ دِرَاسَتِهِمْ [Onların öğretilerinden] yani onları okumaktan gafiliz; onların okuduğu gibi biz bunları okumayı bilmiyoruz. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t- Te’vîl)
َوَاِنَّه كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ غَافِل۪ينَۙ Bu ifadelerden murad ise, Mekkelilerin, kıyamet gününde, “Tevrat ve İncil, bizden önceki iki taifeye indirilmiştir. Biz onlarda ne var ne yok bilmiyorduk” dememeleri için, Hz. Muhammed’e Kur’an’ı indirmek suretiyle onların aleyhine delil getirmektir. Böylece Cenab-ı Hak, onlara Kur’an’ı indirmek suretiyle, onların (bu husustaki) mazeretlerini ortadan kaldırmıştır. “Biz ise, onların okuduklarından katiyen habersizdik” buyruğu, “Biz onun (onların) ne olduğunu bilmiyorduk; zira, onların kitapları bizim dilimizde değildi...” manasındadır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
دِرَاسَ ; ezberlemek veya tefekkür etmek için tekrarlayarak okumak demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Gaflet, anlayışsızlıktan hasıl olan hatadır. Yani biz onların (Ehli kitabın) kitaplarının içeriğini bilmiyorduk ki hidayetine tâbi olalım demektir. Böylece Kur'an'ın gelişi onları kâmil hidayet konusunda uyarmış ve Ehli kitabın kitaplarını incelemelerine gerek kalmamıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوْ | yahut |
|
2 | تَقُولُوا | demeyesiniz |
|
3 | لَوْ | eğer |
|
4 | أَنَّا | şüphesiz ki |
|
5 | أُنْزِلَ | indirilseydi |
|
6 | عَلَيْنَا | bize |
|
7 | الْكِتَابُ | Kitap |
|
8 | لَكُنَّا | biz olurduk |
|
9 | أَهْدَىٰ | daha doğru yolda |
|
10 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
11 | فَقَدْ | işte |
|
12 | جَاءَكُمْ | size de geldi |
|
13 | بَيِّنَةٌ | açık delil |
|
14 | مِنْ | -den |
|
15 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz- |
|
16 | وَهُدًى | ve hidayet |
|
17 | وَرَحْمَةٌ | ve rahmet |
|
18 | فَمَنْ | kim olabilir? |
|
19 | أَظْلَمُ | daha zalim |
|
20 | مِمَّنْ | kimseden |
|
21 | كَذَّبَ | yalanlayıp |
|
22 | بِايَاتِ | ayetlerini |
|
23 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
24 | وَصَدَفَ | ve yüz çeviren |
|
25 | عَنْهَا | onlardan |
|
26 | سَنَجْزِي | cezalandıracağız |
|
27 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
28 | يَصْدِفُونَ | yüz çevirenleri |
|
29 | عَنْ | -den |
|
30 | ايَاتِنَا | ayetlerimiz- |
|
31 | سُوءَ | en kötüsüyle |
|
32 | الْعَذَابِ | azabın |
|
33 | بِمَا | ötürü |
|
34 | كَانُوا |
|
|
35 | يَصْدِفُونَ | yüz çevirmelerinden |
|
اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ
Fiil cümlesidir. اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. تَقُولُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
لَوْ gayri cazim şart harfidir. أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
نَا mütekellim zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اُنْزِلَ cümlesi, اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri ثبت (Sabit oldu.) şeklindedir.
اُنْزِلَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. عَلَيْنَا car mecruru اُنْزِلَ fiiline mütealliktir. الْكِتَابُ naib-i fail olup damme ile merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّٓا nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. نَا mütekellim zamiri كُنَّا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. اَهْدٰى kelimesi كُنَّا ’nin haberi olup, elif üzere mukaddder fetha ile mansubdur. Maksur isimdir. مِنْهُمْۚ car mecruru اَهْدٰى ‘ya mütealliktir.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ism-i tafdilden sonra geldiği için karşılaştırma manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf ve matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiren îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَهْدٰى kelimesi ism-i tafdildir. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اُنْزِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن صدقتم فيما زعمتم من كونكم أهدى من الطائفتين فقد جاءكم بيّنة (Eğer iki fırkadan daha çok hidayette olduğunu iddia ettiğiniz şeylerde doğru iseniz, size deliller gelmiştir.) şeklindedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بَيِّنَةٌ fail olup damme ile merfûdur.
مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru جَٓاءَ fiiline veya بَيِّنَةٌ ‘nün mahzuf mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هُدًى وَرَحْمَةً kelimeleri atıf harfi وَ ’la بَيِّنَةٌ ‘e matuftur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ
İsim cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. مَنْ istifhâm ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. اَظْلَمُ haber olup damme ile merfûdur. مَنْ müşterek ism-i mevsûl, مِنْ harf-i ceriyle اَظْلَمُ ‘ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بِاٰيَاتِ اللّٰهِ car mecruru كَذَّبَ fiiline mütealliktir.Aynı zamanda muzaftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. صَدَفَ عَنْهَا cümlesi, atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur.
صَدَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَنْهَا car mecruru صَدَفَ fiiline mütealliktir.
كَذَّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
اَظْلَمُ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel (karşılık), iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ism-i tafdilden sonra geldiği için karşılaştırma manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ
Fiil cümlesidir. Fiilin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَنَجْزِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
يَصْدِفُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَنْ اٰيَاتِنَا car mecruru يَصْدِفُونَ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سُٓوءَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْعَذَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle سَنَجْزِي fiiline mütealliktir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. يَصْدِفُونَ cümlesi كَانُوا ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يَصْدِفُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ
Ayet اَوْ atıf harfiyle önceki ayetteki … تَقُولُٓوا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَقُولُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ , şart üslubunda gelmiştir. اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ , şart cümlesidir.
Tekit ve masdar harfi اَنَّٓ ile tekid edilmiş اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ cümlesi masdar teviliyle, takdiri ثبت (Sabit oldu) olan mahzuf fiilin failidir.
Bu takdire göre mahzuf fiil ve masdar-ı müevvel, şart cümlesidir.
Şartın cevap cümlesi لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ , nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَوْ şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Kendilerindeki bozukluğun ifadesinde onlara bir telkin vardır. لَقَدْ أنْزَلْنا إلَيْكم كِتابًا فِيهِ ذِكْرُكم أفَلا تَعْقِلُونَ ayetindeki gibi onları Kur’an'la mutlu olduklarını anlamalarını sağlamak ve diğer milletler arasındaki fazilet ve şerefi idrak etmeleri için bir ikaz vardır. Kuran'a uyanlar, Yahudi ve Hristiyanlardan derece bakımından çok daha doğru yoldadırlar. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ
فَ ta’liliye, قَدْ tahkik harfidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Cümle, takdiri لا تعتذروا (İtiraz etmeyin,) olan mahzuf cümle için taliliye konumundadır. Bu cümlenin mahzuf şartın cevabı olduğu da söylenmiştir. Bu durumda îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Fail olan بَيِّنَةٌ ‘deki nekrelik teksir ve tazim içindir. Bu kelime ayetlerden kinayedir.
جَٓاءَ fiilinin بَيِّنَةٌ ‘a nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan gelme fiili ayetlere isnad edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır.
مِنْ رَبِّكُمْ car-mecruru بَيِّنَةٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكُمْ izafetinde Rab isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.
وَهُدًى ve وَرَحْمَةٌۚ tezayüf nedeniyle بَيِّنَةٌ atfedilmiştir.
بَيِّنَةٌ - هُدًى - رَحْمَةٌۚ - الْكِتَابُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
“Size de Rabbinizden apaçık bir delil geldi” ifadesi, müşrikleri delille susturmak için gelmiştir. Mana şöyledir: “Kendinizle alakalı öteden beri sayıp döktüğünüz hususta ben sizi doğrulasam bile, işte size Rabbinizden apaçık bir delil geldi. [Haydi, gösterin kendinizi!]” Burada şart cümlesi hazfedilmiştir ki bu, haziflerin en güzellerindendir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t - Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t- Te’vîl)
”İşte size de Rabbinizden apaçık bir delil gelmiştir” buyurmuştur. Burada bahsedilen بَيِّنَةٌ , Kur’an ile Hz. Peygamber’in getirdiği şeyler, açıklamalardır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَهُدًى وَ رَحْمَةٌ [bir hidayet, bir rahmet…]buyurulmuştur.Buna göre şayet, بَيِّنَةٌ ve هُدًى kelimeleri aynı manalardadır. O halde bunları tekrarlamanın hikmeti ve faydası nedir?” denilirse, biz deriz ki:
Kur’an-ı Kerim, naklen bilinen hususlarda bir beyyine; naklen ve aklen bilinen hususlarda ise bir hidayettir. Bu iki kelimenin fayda ve anlamları farklı farklı olunca, böyle bir atıf yerinde ve güzel olmuştur. Biz رَحْمَةٌ kelimesinin manasının, dinî bakımdan bir nimet olduğunu daha önce beyan etmiştik.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Beyyine, içindeki açıklama ve gerçeğin ortaya çıkması demektir. Kur'an, Allah katından gelerek Arap edebiyatçılarını aciz bıraktığı ve hayır yollarına yönelttiği için beyyinedir, içinde zorluk barındırmayan bir şeriat getiren rahmettir ve kolaylıkla ümmetin ıslahını sağlar. Bu, en şaşırtıcı şeriatlardan biridir ve bu da onun her şeyi bilen Allah katından olduğuna delildir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Kur’an'ın, açık bir delil olmakla vasıflandırılması, onların onu okuyup anlamak imkânına tamamen sahip olduklarını bildirmek içindir. Kur’an'ın hidayet ve rahmet olarak vasıflandırılması ise Tevrat'ın içerdiği hidayet ve rahmeti de içerdiğine, hatta hidayet ve rahmetin kendisi olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ
فَ , istînâfiyyedir. Müstenefe olan sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham ismi مَنْ mübteda konumunda olup inkârî manadadır.
Müsned olan اَظْلَمُ ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş haberî isnaddır.
Mecrur mahaldeki ikinci müşterek ism-i mevsûl مِمَّنِ , başındaki harf-i cerle اَظْلَمُ ‘ya mütealliktir. Sılası olan كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
كَذَّبَ fiili, تفعيل babındadır. Bu babın cümleye kattığı en belirgin anlam, fiilin, fail veya mef’ûldeki ziyadeliğidir.
Veciz ifade kastına matuf بِاٰيَاتِ اللّٰهِ izafetinde, Allah ismine muzâf olan بِاٰيَاتِ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Ayetteki istifham, Allah’ın ayetlerini yalanlayarak zulmeden bu kişilerin başına gelecek felaketi haber veren büyük bir tehdit, tevbih ve inkâri anlamda mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olduğu istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanmıştır. Allah ve Rab isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Sılaya atfedilen وَصَدَفَ عَنْهَا cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Sebat, temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetin sonunda müştakının zikredildiği صَدَفَ ‘de irsâd sanatı vardır.
صَدَفَ عَنْ - كَذَّبَ - اَظْلَمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
صَدَفَ ; bir anlamı devenin ayaklarındaki eğrilik demek olan sadef gibi düzeltilemez ya da denizden çıkan sadef gibi sert bir şekilde yüz çevirdi demektir. (Rağıb el-İsfehani, Müfredât)
Türkçede kullanılan şekilleri sedef ve tesadüftür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Kur’ân’da 5 kere, bu surede 4 kere, bu ayette 3 kere geçmiştir. Beşincisi Kehf suresinde “yamaç” manasında gelmiştir. Yüz çevirme anlamı ile sadece bu surede geçmiştir. Benzer manada olan صَدَّ عَنْ fiili Kur’ân’da 42 kere geçmiş ama bu surede hiç geçmemiştir.
Onlardan daha zalimin olmadığı şeklindeki haberin mazeretiyle alakalı bir teferruattır. فَمَن أظْلَمُ cümlesindeki فَ tefrî' içindir. Soru istifhâm-ı inkâridir. Yani Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kimse yoktur demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Kur’an'ın, ayetler olarak ifade edilmesi, durumun korkunçluğunu vurgulamak ve Allah Teâlâ'nın her hangi bir ayetini yalanlamanın, daha zalim olmak için yeterli bulunduğuna dikkat çekmek içindir. Şu halde bütün Kur’an'ı tekzip eden kimse sence nasıl olmalıdır? (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ
Taliliye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümleye dahil olan istikbal harfi سَ , tekid ifade eder.
سَنَجْزِي fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَنَجْزِي fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Veciz ifade kastına matuf اٰيَاتِنَا izafetinde azamet zamirine muzâf olan اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.
İşin büyüklüğünü göstermek ve kalplere korku salmak için, lafz-ı celalden azamet zamirine geçişte iltifat sanatı vardır.
Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
سُٓوءَ الْعَذَابِ izafeti, يَصْدِفُونَ fiilinin ikinci mef’ûlüdür.
Faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuf سُٓوءَ الْعَذَابِ izafetinde, سُٓوءَ sıfat olmasına rağmen الْعَذَابِ ‘nin önüne geçmiş ve mevsufuna muzâf olmuştur. ‘Kötü azap’ yerine, [azabın kötüsü] buyurulmuştur. Bu ifadede vurgu vardır. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7 S. 238)
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَٓا ‘nın sılası olan كَانُوا يَصْدِفُونَ , nakıs fiil كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi cümleye hudûs, teceddüt ve istimrar anlamı katması yanında hükmü takviye etmiştir. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
كان ’li cümlelerde o durumun onlarda iyice yerleşmiş olduğuna işaret vardır.
كان ’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat s. 112)
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (M.Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı)
صَدَفَ - يَصْدِفُونَ ve لَكُنَّٓا - كَانُوا ve هُدًى - اَهْدٰى gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَصْدِفُونَ - اٰيَاتِ - مَنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
‘’Biz ayetlerimizden yüz çevirenleri bu sebeple, yaman bir azap ile cezalandıracağız” buyurmuştur. Bu tıpkı, “kâfir olup da, Allah’ın yolundan men edenler (yok mu?) Biz onların (çektikleri) azabın üstünde, (dünyada) çıkarabildikleri fesadlara mukabil), bir azap daha katıp arttırdık” (Nahl, 88) ayeti gibidir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
سُوءَ العَذابِ tamlaması, sıfatın mevsufa izafesidir. Onun, yani azabın, kötülüğü daha şiddetli ve daha kuvvetlidir. الَّذِينَ كَفَرُوا وصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ زِدْناهم عَذابًا فَوْقَ العَذابِ بِما كانُوا يُفْسِدُونَ [İnkâr edip Allah yolundan alıkoyanlara, bozgunculuk yapmalarından dolayı azabın azabını artıracağız] şeklindeki Nahl/88 ayeti bu manayı açıklar. Nahl ayetindeki عَذابًا فَوْقَ العَذابِ ifadesi azabın kat kat olduğunu yani şiddetini açıklar. Bununla ölüm ve zillet şeklindeki dünya azabı ve ahiret azabı da kastedilmiş olabilir. Bunun sebebi onların yapılan İslam davetini sadece reddetmekle kalmayıp apaçık ayetler geldikten sonra reddetmiş olmalarıdır. Buradaki ما masdariyyedir. كانَ de istimrar ifade eder.(Âşûr , Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Surenin bu sayfasındaki ayetlerde, ونَ ve ينَ fasılaları güzel bir ahenk oluşturmuştur. Bu fasılalar arasında lüzum mâ lâ yelzem ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İnsanın bir derdi çıkar. Düşünür, taşınır. Onlarca, belki yüzlerce senaryo yazar. Her ihtimali değerlendirmeye çalışır. Yorulur. Yıpranır. Belki de yıpratır. Şaşırır. Üzülür. Belki de üzer. Aradan zaman geçer. Belki, dert diye düşündüğü şeyin, aslında nimet olduğunu idrak eder. Belki, öyle farklı şeyler yaşar ki, o dert dediği, artık umurunda bile değildir. Belki de, onunla yaşamaya alışır ve barışır, kendinden götürdüklerine değil de, getirdiklerine bakar. Bir gün, ne olursa olsun, zamanın akıp gittiğini farkeder. Ne derdin olası zorluklarını beklemenin, ne de onlardan şikayet etmenin anlamı olmadığını görür. Kendisine imtihan dünyasında olduğunu hatırlatır. Rabbinin rızasını, yardımını ve merhametini umarak, anını değerlendirmek için çabalamaya başlar.
Allahım! Ne olacağını bilmediğim ve ne yaşayacağımdan emin olmadığım geleceğe dair vesveselerden. Ve aniden yaşadıklarıma ya da yaşama ihtimalim olanlara karşı aceleci tepkiler vererek, sonrasında ‘keşke o kadar tepki vermeseymişim’ pişmanlığını yaşamaktan Sana sığınırım.
Belirsiz olarak algıladıklarımdan uzaklaşarak, Senin katında her şeyin belirli olduğuna iman ederek, Sana tevekkül eder ve yalnız Senden isterim.
Allahım, bizi; Dosdoğru yoluna iman edenlerden ve o yolda yürüyenlerden. Kur’an-ı Kerim’in her güzelliğinden faydalananlardan. Senin katında kıymetli olan yetimleri gözetenlerden. Her işini adaletle gerçekleştirenlerden. Zorlandığı her anında, Senin fazlasını yüklemeyeceğini hatırlayanlardan ve bundan güç alarak kazananlardan ve kurtuluşa erenlerden eyle.
Rabbim! Dertlilere derman ol. Gönüllere huzur ol. Vesveseleri sustur, acıları dindir.
Bizi, her anında Seni hatırlayanlardan eyle ve bizden razı ol.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji