بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | gerçekten |
|
2 | جِئْنَاهُمْ | onlara getirdik |
|
3 | بِكِتَابٍ | bir Kitap |
|
4 | فَصَّلْنَاهُ | açıkladığımız |
|
5 | عَلَىٰ | göre |
|
6 | عِلْمٍ | bilgiye |
|
7 | هُدًى | yol gösterici |
|
8 | وَرَحْمَةً | ve rahmet olan |
|
9 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
10 | يُؤْمِنُونَ | inanan |
|
Allah inkârcıları habersiz cezalandıracak değildir; aksine insanları dünya hayatında bilgilendiren, başlarına gelecekleri ayrıntılarıyla bildirmek suretiyle onları aydınlatan, bu özellikleriyle inananlar zümresi için bir kurtuluş ve rahmet vesilesi olan bir kitap indirmiştir. Âyetteki “alâ ilmin” kaydı bu kitabın ilâhî ilme dayandığını, bu sebeple onda yer alan ayrıntılı bilgilerin, haberlerin yanlışlık ihtimali taşımaktan uzak olduğunu vurgular. Âyette Allah’ın inkârcıları cezalandırmadan önce, gönderdiği bir kitapla onları başlarına gelecekler hususunda ayrıntılı bir şekilde bilgilendirmesi, bilginin bir yükümlülük ve sorumluluk şartı olduğunu gösterir. Nitekim bu husustaki bilgisizliğin geçerli bir delil ve dolayısıyla mazeret olduğuna başka bir yerde işaret edilmiştir (Nisâ 4/165).
Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 532
وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
جِئْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِكِتَابٍ car mecruru جِئْنَاهُمْ fiiline mütealliktir. فَصَّلْنَاهُ cümlesi, كِتَابٍ ‘ın sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
فَصَّلْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَلٰى عِلْمٍ car mecruru فَصَّلْنَاهُ ‘ deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri; مشتملا على علم (İlmi kapsayarak) şeklindedir. Veya فَصَّلْنَاهُ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri; ونحن عالمون (Biz biliriz.) şeklindedir.
هُدًى hal olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muzâf mahzuftur.Takdiri; ذا هدى (Hidayet sahibi) şeklindedir. رَحْمَةً atıf harfi وَ ’la هُدًى ‘e matuftur.
لِقَوْمٍ car mecruru هُدًى وَرَحْمَةً ‘e mütealliktir. يُؤْمِنُونَ cümlesi, قَوْمٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındadır. Sülâsîsi أمن ’ dır.
İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَصَّلْنَاهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فصل ‘dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
وَ , istînafiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Kasem üslubunda gelen terkipte لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Mahzuf kasem ve tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
جِئْنَاهُمْ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Geldi manasındaki جَاءَ fiili, بِ harf-i ceri ile kullanıldığında getirdi manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.
Bazı fiiller mef’ûllerini harf-i cerlerle alırlar. Bu harfler fiilin manasına tesir eder. Bazı nahivcilerin görüşüne göre harf-i cerin fiile mana kazandırmasına tazmin denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ cümlesi, بِكِتَابٍ için sıfattır. Sıfat mevsûfunun bir özelliğini bildiren ıtnâb sanatıdır.
عَلٰى عِلْمٍ car-mecruru فَصَّلْنَاهُ fiilindeki mef’ûl zamirin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
عَلٰى عِلْمٍ ifadesindeki istila manası taşıyan عَلَيْ harfinde istiare vardır. Çünkü istila; mülazemet gerektirir. Kitap, ilmi kaplamış gibi ifade edilmiştir. Kitap binek yerine konmuştur. Sanki ilmin üzerine binmiş, kontrol onun elindedir. Mülazemet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
Birbirine tezayüf nedeniyle atfedilen هُدًى وَرَحْمَةً kelimeleri فَصَّلْنَاهُ ’nun mef’ûlünden haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır. Bu kelimeler, bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Kitabın hidayet ve rahmet olması ifadesinde sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
لِقَوْمٍ car-mecruru, هُدًى وَرَحْمَةً ‘e mütealliktir.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan يُؤْمِنُونَ cümlesi de لِقَوْمٍ için sıfattır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بِكِتَابٍ ve عِلْمٍ kelimelerindeki nekrelik, nev ve tazim ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
هُدًى - رَحْمَةً - يُؤْمِنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Teslim olmak yani müslüman olmak, iman etmeden önce olur. Önce İslam nedir, neler yapılmasını gerektirir öğrenilir, bunlar aklen kabul edilir, sonra iman kalbe yerleşir.
Allahü teâlâ, cennetliklerin, cehennemliklerin ve A'râf'takilerin durumlarını izah edip, sonra da, bu münazaraları işitmek, mükellefi sakınmaya ve tedbirli olmaya sevk edip, onu tefekkür ve istidlalde bulunmaya davet edecek bir üslûb ile bu üç grup arasında cereyan eden sözleri açıklamış, bu kerim kitabın şerefini ve taşıdığı faydaların sınırını beyan etmiş ve "Gerçekten, biz onlara öyle bir kitap getirmişizdir ki..." buyurmuştur. Bu, Kur'ân-ı Kerim'dir. فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ tabirinin manası, "doğruya ulaştırıp, hata ve yanılmalardan emin kılacak bir şekilde, onu birbirinden temyiz ettik, iyiden iyiye faslettik açıkladık..." demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَـنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هَلْ | mı? |
|
2 | يَنْظُرُونَ | gözetiyorlar |
|
3 | إِلَّا | ille |
|
4 | تَأْوِيلَهُ | onun te’vilini |
|
5 | يَوْمَ | gün |
|
6 | يَأْتِي | geldiği |
|
7 | تَأْوِيلُهُ | onun te’vili |
|
8 | يَقُولُ | derler ki |
|
9 | الَّذِينَ | olanlar |
|
10 | نَسُوهُ | onu unutmuş |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | قَبْلُ | önceden |
|
13 | قَدْ | doğrusu |
|
14 | جَاءَتْ | getirmiş |
|
15 | رُسُلُ | elçileri |
|
16 | رَبِّنَا | Rabbimizin |
|
17 | بِالْحَقِّ | gerçeği |
|
18 | فَهَلْ | var mı ki? |
|
19 | لَنَا | bizim |
|
20 | مِنْ |
|
|
21 | شُفَعَاءَ | şefa’atçilerimiz |
|
22 | فَيَشْفَعُوا | şefa’at etsinler |
|
23 | لَنَا | bize |
|
24 | أَوْ | yahut |
|
25 | نُرَدُّ | tekrar geri döndürülür müyüz ki |
|
26 | فَنَعْمَلَ | yapalım |
|
27 | غَيْرَ | başkasını |
|
28 | الَّذِي | şeylerden |
|
29 | كُنَّا |
|
|
30 | نَعْمَلُ | yaptıklarımızdan |
|
31 | قَدْ | muhakkak |
|
32 | خَسِرُوا | onlar ziyana soktular |
|
33 | أَنْفُسَهُمْ | kendilerini |
|
34 | وَضَلَّ | ve saptı |
|
35 | عَنْهُمْ | kendilerinden |
|
36 | مَا | şeyler |
|
37 | كَانُوا | oldukları |
|
38 | يَفْتَرُونَ | uyduruyor |
|
(Fakat) onlar, hesap gününün gerçekleşmesinden başka bir şey beklemiyorlar. Gerçekleştiği gün, önceden onu yok sayanlar derler ki: “Doğrusu rabbimizin elçileri gerçeği getirmiştir. Keşke bizim şefaatçilerimiz olsa da bize şefaat etseler veya (dünyaya) geri döndürülsek de yapmış olduğumuz amelleri başka türlü yapsak!” Onlar cidden kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler de (putlar) kendilerinden uzaklaşıp kayboldu.
شَفَعَ Şefe’a: شَفْعٌ bir nesneyi kendi benzerine eklemek veya katmaktır. Bu manaya binaen وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِۙ Fecr, 89/3 ayetinde çift ya da benzer anlamında kullanılmıştır. شَفاعَةٌ Şefaat, yardım etmek ve onun yerine ricacı ve talepte bulunan biri olmak suretiyle bir başkasına katılma ve bir araya gelmektir. Genellikle daha üst mertebedeki birinin daha alt mertebedeki birine katılmasıyla ilgili kullanılır. Şefaat kelimesi hem müsbet hem de menfi manada kullanılır. مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ Nisa, 4/85 ayeti kerimesi buna bir örnek teşkil etmektedir: Ayet hakkında şöyle denmiştir: Buradaki şefaat sözcüğü insanın bir başkası için onun uyacağı, örnek alacağı bir hayır yolu ya da bir şer yolu açıp böylece sanki onun ‘شَفْعٌ ‘i imiş gibi bir hale gelmesi anlamındadır. Böylece o kimsenin çifti/benzeri gibi olmuş olur. Şufa (شُفْعَةٌ) , Türkçede de kullanıldığı gibi bir kimsenin ortaklığı bulunan satılık bir mülkü, satıldığı değer üzerinden kendi mülküne katmak için hak talep edip istemesidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 31 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şefaat ve şufâ (hakkı)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ
Fiil cümlesidir. هَلْ istifham harfidir. يَنْظُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. تَأْو۪يلَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur.
يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ
Fiil cümlesidir. يَوْمَ zaman zarfı, يقول fiiline mütealliktir. يَأْت۪ي ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَأْت۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. تَأْو۪يلُهُ fail olup damme ile merfûdur.Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur.
يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ ‘ dur. Îrabtan mahalli yoktur.
نَسُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ قَبْلُ car mecruru نَسُوهُ fiiline mütelliktir. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır. Mekulü’l kavli, قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ ‘dır. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. جَٓاءَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. رُسُلٌ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّنَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْحَقّ car mecruru رُسُلُ ‘nün mahzuf haline mütealliktir. Takdiri; مؤيّدين بالحقّ (Hak ile destekleyerek) şeklindedir.
قَبْلَ ve بَعْدَ kelimeleri; muzâfun ileyhleri hazfedilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye, hem de tek kelimeye (Müfrede) muzâf olanlar gurubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَـنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ
ف mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri; إن كنّا قد ضللنا فهل لنا من (Eğer dalalete düşmüşsek bizim için … var mıdır?) şeklindedir.
İsim cümlesidir. هَلْ istifham harfidir. لَنَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. شُفَعَٓاءَ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. Gayri munsarif olduğundan cer almamıştır.
فَ harfi sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy, taleb bulunması gerekir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, önceki kelam شُفَعَٓاءَ ‘ye matuftur. Takdiri; هل لنا شفعاء فشفاعة لنا (Bizim için şefaat edecek şefaatçiler var mıdır?) şeklindedir.
يَشْفَعُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لَـنَٓا car mecruru يَشْفَعُوا fiiline mütealliktir.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. نُرَدُّ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Mukadder bir istifham cümlesidir. Takdiri; هل نردّ (Geri döndürülür müyüz?) şeklindedir.
فَ harfi sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, önceki masdar-ı müevvele matuftur. Takdiri; هل ثمّة ردّ لنا فعمل أخر (Orada bizim için geri dönüş var mıdır ki başka şeyler yapalım?) şeklindedir.
نَعْمَلَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. غَيْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كُنَّا نَعْمَلُۜ ‘dür. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. نَا mütekellim zamir كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. نَعْمَلُ cümlesi, كُنَّا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
نَعْمَلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Ayette zaid şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. خَسِرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْفُسَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ضَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَنْهُمْ car mecruru ضَلَّ fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَفْتَرُونَ۟ cümlesi, كَانُوا ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
يَفْتَرُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَفْتَرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftial babındandır. Sülâsîsi فري ’dir.
İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette هَلۡ , inkârî istifham harfi, nefy manasındadır. Bunun için arkasından istisna harfi gelmiştir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
اِلَّا , istisna edatı, تَأْو۪يلَهُۜ izafeti, یَنظُرُونَ fiilinin mef’ûlüdür.
Nefy manasındaki istifham harfi هَلْ ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan iki tekid hükmündeki kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. يَنْظُرُونَ , maksur/sıfat, تَأْو۪يلَهُۜ maksurun aleyh/mevsûf, olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’s-mevsûftur. Yani müsned, bu mef’ûle hasredilmiştir.
Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat olması da caizdir. Bu durumda fâil, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur.
تَأْو۪يلَ , akıbetin ortaya çıkması manasındadır. تَأْو۪يلَ kelimesi “yorum” demektir, ama Kur’an’da geldiği bütün yerlerde “bu işin sonucu” manasında kullanılmıştır. Bunu hatırlamak gerekir. “Kitabın sonunu mu bekliyorlar?” Yani; onlar iman etmiyorlar, Kitabın dediklerini yapmıyorlar, Kitapta olan şeylerin ortaya çıkmasını bekliyorlar, demektir.
يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ
Beyanî istînaf olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. يَوْمَ zaman zarfı, konudaki önemine binaen, amili يَقُولُ fiiline, takdim edilmiştir.
يَوْمَ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrur olan يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَقُولُ fiilinin faili konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sıla cümlesi olan نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. قَبْلُ kelimesinin muzafun ileyhi mahzuftur. Kelimedeki ötre mahzuftan ivazdır.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ cümlesi, قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.
قَدْ sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa قَدْ harfi, başına geldiği fiil için ister mazî ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رُسُلُ رَبِّنَا izafetinde, Rab isminin muzâfun ileyhi olan نَا zamirinin aid olduğu kişiler ve Rab ismine muzâf olan رُسُلُ , şan ve şeref kazanmıştır.
رَبِّنَا izafeti, mütekellimin Allah Teâlâ’ya yakın olma ve rububiyet vasfına sığınma isteğine işaret eder.
بِالْحَقّ car-mecruru, رُسُلُ ‘nün mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Geldi manasındaki جَٓاءَ fiili, بِ harf-i ceri ile kullanıldığında getirdi manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.
Bazı fiiller mef’ûllerini harf-i cerlerle alırlar. Bu harfler fiilin manasına tesir eder. Bazı nahivcilerin görüşüne göre harf-i cerin fiile mana kazandırmasına tazmin denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَـنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkipte فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Takdiri, إن كنّا قد ضللنا (eğer dalalete düşmüşsek…) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap olan هَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَنَا car mecruru mukaddem mahzuf habere mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. شُفَعَٓاءَ muahhar mübtedadır. Zaid harf-i cer مِنْ cümleyi tekid etmiştir.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terkedilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
Fa-i sebebiyyenin gizli أن ‘le masdar yaptığı فَيَشْفَعُوا لَـنَٓا cümlesi, masdar teviliyle, شُفَعَٓاءَ ’ye matuftur. Cümlenin takdiri; هل لنا شفعاء فشفاعة لنا (Bizim için şefaat edecek şefaatçiler var mıdır?) şeklindedir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ cümlesi, اَوْ atıf harfiyle istifham cümlesi هَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ ‘ye atfedilmiştir. İstifham anlamına dahildir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Fa-i sebebiyyenin gizli أن ‘le masdar yaptığı فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ cümlesi, önceki masdar-ı müevvele matuftur.
فَنَعْمَلَ fiilinin mef’ûlü olan غَيْرَ ‘nin muzâfun ileyhi konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sıla cümlesi olan كُنَّا نَعْمَلُ , nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S. 103)
Kafirlerin isteklerinin şefaat ve dünyaya geri dönmek şeklinde açıklanması taksim sanatıdır.
شُفَعَٓاءَ - يَشْفَعُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
هَلْ - تَأْو۪يلَهُۜ - نَعْمَلُ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
جَٓاءَتْ - يَأْت۪ي ve الَّذ۪ينَ - الَّذ۪ي - مَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Aynı üsluptaki وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ cümlesi, atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
ضَلَّ fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sıla cümlesi olan كَانُوا يَفْتَرُونَ , nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
كان ’nin haberi olan يَفْتَرُونَ۟ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ [Nefislerine zarar verdiler.] ibaresinde istiare vardır. خَسِرُٓ , örfen satılık eşyanın fiyatındaki düşüklüktür. İnsana değil mala özgüdür. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları) Allah Teâlâ bu kişilerin nefislerini, sahip oldukları eşyalar konumuna koymuştur. Burada mallarına zarar vermiş gibi, nefislerine zarar verdikleri ifade edilmiştir. Cehennem azabıyla cezalandırılmışlar, böylece bizzat kendileri, telef olmuş eşya hükmünde olmuştur. Bu mübalağalı üslupta tecessüm sanatı da vardır.
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | رَبَّكُمُ | Rabbiniz |
|
3 | اللَّهُ | o Allah’tır |
|
4 | الَّذِي | ki |
|
5 | خَلَقَ | yarattı |
|
6 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
7 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
8 | فِي | içinde |
|
9 | سِتَّةِ | altı |
|
10 | أَيَّامٍ | gün |
|
11 | ثُمَّ | sonra |
|
12 | اسْتَوَىٰ | istiva etti |
|
13 | عَلَى | üzerine |
|
14 | الْعَرْشِ | Arş |
|
15 | يُغْشِي | bürüyüp örter |
|
16 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
17 | النَّهَارَ | gündüz(ün üzerin)e |
|
18 | يَطْلُبُهُ | onu kovalayan |
|
19 | حَثِيثًا | durmadan |
|
20 | وَالشَّمْسَ | ve güneşi |
|
21 | وَالْقَمَرَ | ve ayı |
|
22 | وَالنُّجُومَ | ve yıldızları |
|
23 | مُسَخَّرَاتٍ | boyun eğmiş vaziyette |
|
24 | بِأَمْرِهِ | buyruğuna |
|
25 | أَلَا | İyi bilin ki |
|
26 | لَهُ | O’nundur |
|
27 | الْخَلْقُ | yaratma |
|
28 | وَالْأَمْرُ | ve emir |
|
29 | تَبَارَكَ | ne uludur |
|
30 | اللَّهُ | Allah |
|
31 | رَبُّ | Rabbi |
|
32 | الْعَالَمِينَ | Âlemlerin |
|
سِتَّ Sitte : سِتُّونَ Altı rakamı için kullanılmaktadır. Aslı سِدْسٌ sözcüğüdür. سُدُسٌ altının bir cüzü, altıda bir demektir. سُنْدُسٌ ise ince diba (altın ve gümüş işlemeli bir tür ipek kumaş) manasına gelir. Sündüsle aynı ayette geçen إسْتَبْرَقٌ ise kalın olan diba demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sittîn ve müseddestir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
رَبَّكُمُ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اللّٰهُ lafza- i celâl اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ السَّمٰوَاتِ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
الْاَرْضَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. ف۪ي سِتَّةِ car mecruru خَلَقَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. اَيَّامٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
3 ile 10 arası sayıların temyizinde, önce sayı, sonra temyiz gelir. Sayı muzaf, temyiz muzafun ileyh olur. Muzafun harekesi cümledeki konumuna göre değişir. Muzafun ileyh daima mecrurdur. Bu yüzden sayı muzaf olduğu için cümledeki konumuna göre irabını alır, temyiz muzafun ileyh olduğu için daima mecrurdur. Temyiz çoğul ve belirsiz olur. Sayı ile temyiz cinsiyet yönünden birbirinin zıttı olur. (Temyiz çoğul olduğu için eril veya dişil olduğunu anlamak için tekiline bakılır.) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. اسْتَوٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلَى الْعَرْشِ car mecruru اسْتَوٰى fiiline mütealliktir. يُغْشِي cümlesi, خَلَقَ ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.
يُغْشِي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الَّيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. النَّهَارَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يَطْلُبُهُ cümlesi الَّيْلَ veya النَّهَارَ ‘ın hali olarak mahallen mansubdur.
يَطْلُبُهُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. حَث۪يثاً masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri; طلبا حثيثا (Takip etmek isteyerek) şeklindedir.
(ثُمَّ) : Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette ikiside fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَوٰى fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındandır. Sülâsî mücerredi سوي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُغْشِي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غشو ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ
الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ‘ye matuftur. مُسَخَّرَاتٍ kelimesi üçününde hali olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. بِاَمْرِه۪ car mecruru مُسَخَّرَاتٍ ‘e mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَلَا istiftah harfidir. Haberin önemi için tenbih ifade eder. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْخَلْقُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. الْاَمْرُ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اَلَا tahdîd (teşvik) ilişkisi kurar. Fiilin teşvik yoluyla ve şiddetli bir şekilde yerine getirilmesini talep eder. Arz için kullanıldığında ise fiilin yumuşak bir biçimde yapılmasının istenmesidir. Diğer tahdîd edatlarındaki özelliğe sahip olup tevbih ve tendim ifade etmez. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
مُسَخَّرَاتٍ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludür.
تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Fiil cümlesidir. تَبَارَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir, çekimi yoktur; ancak Allah için kullanılır. اللّٰهُ fail olup damme ile merfûdur.
رَبُّ kelimesi اللّٰهُ lafza-i celâlinin sıfatı olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
تَبَارَكَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi برك ’dir.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezâhur( görünmek ve zorlanmak), tedric (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ isim cümlesi ve kasrla tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اِنَّ ’nin haberi olan رَبُّكُمْ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Rab isminin muzâf olduğu كُمْ zamirinin ait olduğu kişiler şan ve şeref kazanmıştır.
Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. رَبَّكُمُ , maksur/sıfat, اللّٰهُ maksurun aleyh/mevsûf, olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf, hakiki kasrdır.
Allah lafzı ile birlikte Rab isminin de geçmesi; Rabbin sadece Allah olduğunu ifade eder. Çünkü burada cümlenin iki rüknü de marife olarak gelmiş ve kasr üslubu oluşmuştur.
Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı bulunan رَبُّ ve اللّٰهُ isimlerinin zikri tecrîd sanatıdır.
Lafza-i celâl için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sıla cümlesi olan خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat, tabi olduğu mevsufun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ifadesinde tağlîb sanatı vardır. Yer, gök ve ikisi arasındaki herşey anlamındadır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır. Semavat yeryüzünü de kapsadığı halde semavattan sonra الْاَرْضِ ‘nın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.
Tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ ile sıla cümlesine atfedilen ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ [Arşa kurulmuştur] ibaresinde tevriye sanatı vardır. اسْتَوٰى fiilinin kökü; aynı seviyede olmayı ifade eden سَوٰى fiilidir. Yerle bir hizaya gelmek olduğu için oturmak anlamında kullanılır. Ama esas mana; yönetmek, hükmetmektir. Seviye; aynı seviyede olmak, oturmak demek, bir manası da yönetmektir. Burada uzak mana kullanılmıştır. Demek ki bu ibarede iki farklı sanat düşünülebilir.
Buradaki istiva ile bir mahal ve mekânı işgal etmek değil de “kudret ve saltanat bakımından hakim olmak” anlamı kastedilmiştir. Bu ifade, “Falanca kral krallığının tahtına kuruldu; buyruk- yasak kürsüsüne (‘Arş üzerine istiva etti.’ sözü, ‘Tahta oturdu, tahta geçti, tahta kuruldu.’ anlamında temsîli istiaredir. Allah Teâlâ’nın varlıkların bizzat yönetimini ve murakabesini elinde bulundurması hali, kralın tebaasını yönetmek üzere tahta geçip oturması durumu ile temsil edilmiştir.) malik oldu” anlamında ”Falanca kral, kraliyet tahtına oturdu/kuruldu” denmesi gibidir. (Allah Teâlâ’nın) -gerçekte üzerine oturacağı tahtı ve el ile işaret edilecek (şekilde maddi yapıda) yüksek bir yeri bulunmasa da -bu şekilde (arşı olmakla) nitelenmesi güzel olmuştur. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
[O Rahman arşa istiva etmiştir.] Burada اسْتَوٰى [istiva etti] sözcüğünün akla gelen ilk anlamı oturmaktır. Ancak bu, İslam inancına zıttır. Çünkü oturma, Allah’ın cisim olmasını ve bir mekân edinmesini gerektirir. Bundan dolayı burada sözcüğün uzak anlamı kuşatmak, istila etmek kastedilmiştir. Ayette istiva sözcüğünden önce veya sonra, yakın ya da uzak anlamına delalet eden bir karîne (ipucu) zikredilmediği için burada tevriye-i mücerrede vardır. (Dr Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
Bazı Hanefî ulemasına göre, Arş üzerine istiva, Allah Teâlâ'nın keyfiyeti bilinmeyen bir sıfatıdır. Allahü teâlâ, bir yerde durmak (istikrar) veya bir mekân edinmekten münezzeh olarak, kastettiği veçhile Arş üzerine istiva etmiştir.
Arş, bütün her şeyi kuşatan bir cisimdir. Yüksekliğinden veya hükümdar tahtına benzetildiğinden dolayı bu ismi almıştır. Bütün işler ve tedbirler oradan nazil olur. Diğer bir görüşe göre ise, Arş üzerine istiva, bütün kâinat üzerinde hâkimiyet tesis etmek anlamındadır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ cümlesi, خَلَقَ ‘deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ [Geceyi gündüze örter] ifadesinde gece ve gündüzün birbirini kovaladığı, ilmî bir üslup ile anlatılmıştır. Bu istiaredir. Allah Teâlâ; geceyi gündüzün ışığı üzerine çekilmiş uzun bir örtü kılmıştır. Bu mana fiilin şeddeli olarak يُغَشِّي şeklindeki şeklindeki kıraate göredir. يَغْشِي şeklindeki kıraate göre kastedilen mana şöyle olur: Allah Teâlâ geceyi gündüzün üzerine sarması, geceyi gündüze saldırtıp üzerine abanmasına imkân vermesidir. Bu ifade, atlıyı takip eden birinin ona yetiştiğinde, ‘’atlıya çullandım’’ demesi gibidir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
يَطْلُبُهُ حَث۪يثاً cümlesi, النَّهَارَ veya الَّيْلَ ’den haldir.
حَث۪يثاً kelimesi amili يَطْلُبُهُ fiili olan mahzuf mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri, طلبا حثيثا (Hevesle isteyen) şeklindedir. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
يَطْلُبُهُ حَث۪يثاً ibaresinde de istiare vardır. Sanki gece gündüzün peşine takılmış yani ondan gelen bir istek ve ve emre uyarak kendisine yetişmiştir.
الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ kelimeleri, temasül sebebiyle السَّمٰوَاتِ ‘ye atfedilmiştir.
مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ , cümledeki üçüncü haldir. Hal, anlama açıklık getiren ıtnâb sanatıdır.
الشَّمْسَ - الْقَمَرَ- النُّجُومَ - السَّمٰوَاتِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الَّيْلَ ve النَّهَارَ (gece-gündüz) kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
مُسَخَّرَاتٍ ‘ne müteallik olan بِاَمْرِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, اَمْرِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
Ism-i mef’ûl vezninde gelen مُسَخَّرَاتٍ , fiil gibi amel ederek بِاَمْرِه۪ car-mecruruna müteallak olmuştur.
Her bir yıldıza belli bir renk verilmiştir. Mesela; Zühal soluk; Müşteri bembeyaz, merin kırmızı, Güneş ziyalı, Zühre parlak, Utarid sarı ve Ay, aydınlık renktedir. Halbuki cisimler, bütün mahiyetleri bakımından birbirinin aynıdırlar. Öyleyse bunlardan herbirine, değişik belli bir rengin verilmesi, bir takdir, bir yaratmadır ve bunların bir fail-i muhtara muhtaç olduklarına bir delildir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Rabbin, yaratması hakkındaki, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratması ve Arş’a kurulması, geceyi, kendisini durmadan takip eden gündüze katması, güneşi, ayı ve bütün yıldızları buyruğuna tabi kılması özelliklerin sayılması taksim sanatıdır.
Ayette bütün bu yaratılanların sıralanmasında asıl amaç Allah Teâlâ’nın yüce kudretini muhataba göstermektir. Kevni ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmac sanatıdır.
اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ
İstinafiyye olarak fasılla gelmiştir.
اَلَا tenbih harfidir, tekid ifade eder. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
اَلَا tahdîd (teşvik) ilişkisi kurar. Fiilin teşvik yoluyla ve şiddetli bir şekilde yerine getirilmesini talep eder. Arz için kullanıldığında ise fiilin yumuşak bir biçimde yapılmasının istenmesidir. Diğer tahdîd edatlarındaki özelliğe sahip olup tevbih ve tendim ifade etmez. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْخَلْقُ muahhar mübtedadır. وَالْاَمْرُ ikinci mübtedadır. Bu takdim isnadın Allah Tealâ’ya olması karinesiyle kasr ifade eder.
الْخَلْقُ وَالْاَمْرُ lafızlarındaki marifelik cins içindir. Takdim, müsnedin, müsnedün ileyhe tahsisi içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Allah Teâlâ bütün bunları kendi buyruğuyla yarattığını ifade edince “Bakınız, yaratmak da O’na mahsustur buyurmak da.” buyurmuştur. Yani bütün varlıkları yaratan da O’dur, onları arzu ettiği şekilde çekip çeviren de O’dur. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l- Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لَهُ , maksurun aleyh/sıfat, الْخَلْقُ وَالْاَمْرُ maksûr/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, takdîm edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Şuarâ/113)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُ ibaresi son derece veciz bir ifadedir. Lafızları az olmasına rağmen pek çok mana ifade eder. Her tür işi, her durumu son noktasına kadar kapsar, buna îcaz-ı kasr denir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Îcâz-ı kasr sanatı ihtiva eden bu cümle; her şeyi ve her meseleyi soruşturmayı ifade eder. Bunun için İbni Ömer bu ayeti okumuş ve “Bunlardan başka birşey bilen varsa bana söylesin.” demiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اَمْرُ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah Teâlâ bütün bunları kendi buyruğuyla yarattığını ifade edince “Bakınız, yaratmak da O’na mahsustur buyurmak da.” buyurmuştur. Yani bütün varlıkları yaratan da O’dur, onları arzu ettiği şekilde çekip çeviren de O’dur. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l- Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Ayetin bu cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyil cümlesi olarak ıtnâb sanatıdır.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekit etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) -Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede تَبَارَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir, çekimi yoktur; ancak Allah için kullanılır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla Rab isminin ve lafz-ı celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanmıştır. Allah ve Rab isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Azamet ve heybeti artırmak, emre itaati kuvvetlendirmek ve zihne yerleştirmek için, izmardan izhara dönülerek Allah lafzının açık isim olarak getirilmesi iltifat sanatıdır. Bu tekrarda ayrıca tecrîd ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Lafza-i celâlin sıfatı olarak gelen رَبَّ الْعَالَم۪ينَ izafeti, veciz ifade içindir. Rab ismine muzâfun ileyh olması الْعَالَم۪ينَ için şan ve şeref ifade eder.
Allah Teâlâ’dan رَبُّ الْعَالَم۪ينَ şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın maliki olması dolayısıyla azametine işaret eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Mutaffifin Suresi 5)
تَبَارَكَ kelimesinin kök manası berekettir, bu da ziyadelik, büyüme demektir. تفاعلة babından dolayı mübalağa ifade eder. Ziyadelik, gelişme ve büyüme manaları Allah Teâlâ hakkında kullanılırsa, takdis, tenzih ve tazim ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Zuhruf Suresi Belagi Tefsiri, c. 4, s. 367)
تَبَارَكَ اللّٰهُ [Allah zengin ve cömerttir.] Hayrın çokluğu ve artışı demek olup iki anlamı vardır: Hayrı sürekli olarak artıp çoğalan veya sıfat ve fiillerinde her şeyden daha ileri ve yüce olandır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
تَبَارَكَ اللّٰهُ ibaresinde iktibas vardır. Mülk Suresi, 1 ayetini hatırlatır. Demek oluyor ki Allahü teâlâ, aşağı âlemdeki varlıkları iki günde yaratmış, sonra üç unsurun türlerini meydana getirmiştir:
Önce maddelerini terkib etmiş, sonra da onlara suret vermiştir. Nitekim, "Yeri iki günde yarattı" cümlesinden sonra da şöyle buyurmuştur:
"O, yer üzerinde sabit dağlar yerleştirdi, orada bereketler yarattı ve orada bulunanların rızıklarını dört günde takdir etti." Yani Allah bunları ilk iki günde yaratmıştır. Çünkü Secde suresindeki tafsilattan böyle anlaşılmaktadır. Sonra mülk âlemi tamamlanınca, Allahü teâlâ onun tedbirine yöneldi. Nitekim tahtına oturan hükümdar da böyle yapar. İşte bundan sonra Allahü teâlâ, gezegenleri hareket ettirmek, yıldızları yürütmek, gece ile gündüzleri dürüp katlamak suretiyle göklerden yere kadar kâinatı yönetmeye başladı.
Bundan sonra Allahü teâlâ, mezkûr izahın fezlekesi ve neticesi olmak üzere: "Dikkat edin, halk da emir de O'nundur. Alemlerin Rabbi Allah ne mübarek (yüce) dir." buyurdu. Bundan sonra da kullarına, hâlisane Kendisine yakarmalarını emretti. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ
Yukarıda bir tek âyette Kur’an’ın ulûhiyyet öğretisi veciz bir şekilde verildikten sonra bu iki âyette, tam yeri gelmişken, insanlara çok önemli iki hatırlatma yapılıyor: a) 55. âyette insanlardan, rablerine yakarır bir tarzda, gizli gizli veya alçak sesle dua etmeleri istenmekte; Allah’ın, aşırı gidip buyruğundan çıkanları, bu cümleden olmak üzere duada yakarış ve gizlilik sınırını aşanları sevmediği bildirilmekte; bu suretle, hadiste “ibadetin özü” diye nitelenen (Tirmizî, “Du‘â”, 1) dua münasebetiyle insanın rabbi ile ilişkisine bir disiplin getirilmektedir. Nitekim bazı müfessirler buradaki “Dua ediniz” buyruğunu “İbadet ediniz” şeklinde açıklamışlardır (Râzî, XIV, 128; dua hakkında bilgi için bk. Bakara 2/186). b) 56. âyette ise, Allah arzı yani dünyayı veya ülkeyi ıslah etmiş, düzene koymuşken, insanların orada fesat çıkarıp düzeni bozmaları yasaklanmakta; böylece insanın tabii ve beşerî çevresiyle ilişkisi düzenlenmektedir. Râzî âyetin bu bölümünü özetle şöyle açıklar: Dünyadaki hiçbir düzenli şeyi bozmayın. Öldürme, yaralama, gasp ve hırsızlık gibi insana verilen zararlar; inkâr ve bid‘atlarla dine verilen zararlar; zina, livata, zina iftirası gibi insan onuruna, namusuna ve aileye verilen zararlar; sarhoş edici şeylerle akla verilen zararlar bu yasağın kapsamına girer. Çünkü dünya hayatında insanlara ait beş temel hak ve menfaat konusu vardır: Can, mal, nesep, din ve akıl. “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!” buyruğu bütün bu hak ve menfaatlerle bunların kapsamına giren diğer şeylerin korunmasını öngörür. Zira Allah’ın yeryüzünü ıslah ettiğini, düzene soktuğunu belirten ifade, Allah tarafından dünyaya bütün yaratılmışların menfaatlerini en uygun biçimde karşılayacak düzenlerin verildiğini bildirir. Öte yandan yüce Allah, peygamberler göndermek, kitaplar indirmek ve hüküm ve yasalar koymak suretiyle de dünyayı ıslah etmiş olup bu âyette, bir bakıma, insanlara “Peygamberleri yalanlamaya, kitapları inkâr etmeye, yasalara karşı gelmeye kalkışmayın!” denilmiştir. Zira bu isyanlar dünyada karışıklıklar çıkmasına, düzenin bozulmasına yol açar
(XIV, 133).
İnsanın çevresiyle sağlıklı ilişkiler kurup fesattan korunması iyi bir kullukla mümkün olacağı için âyetin sonunda tekrar dua konusuna dönülerek hem korku hem de ümit duygularıyla dua edilmesi istenmiş; nihayet “Muhakkak ki iyilik edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır” buyurulmuştur. Buradaki “iyilik edenler” (muhsinîn) kelimesi hem Allah’a kulluk ve dua ödevini hem de her türlü bozgunculuktan uzak durma, dünyanın düzenini yaşatma, kısaca iyi kul ve iyi insan, iyi komşu, iyi ana-baba, iyi vatandaş… olma yükümlülüklerini yerine getirenleri kapsar.
Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 538-539
Riyazus Salihin, 981 Nolu Hadis
Ebû Musâ el-Eş’arî radıyallahu anh şöyle dedi:
Biz bir yolculukta Hz. Peygamber ile birlikte idik. Tepelere çıktıkça Allahuekber, lâ ilâhe illallah diye yüksek sesle tekbir ve tehlil getirdik. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Ey Müslümanlar! Kendinizi zorlamayınız. Zira siz sağıra veya burada olmayan birine seslenmiyorsunuz. Allah daima sizinle beraberdir, işitir ve size sizden daha yakındır” buyurdu.
Buhârî, Cihâd 131, Meğazî 38, Daavât 51, Tevhîd 9; Müslim, Zikr 44. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitr 26.
Peygamber Efendimiz “ Duada aşırı giden topluluklar gelecektir” buyurmak suretiyle dua ederken gereksiz ifadelere yer vermemeyi tavsiye etmiştir. Bazi sahâbiler , Allah’tan Cennet’i istemekle yetinmeyip Cennet’in nimetlerini, Cehennem’in azap şekillerini bir bir saymaya kalkan yakınlarını , bu hadisi ve bu âyeti okuyarak uyarmislardir.
(Ebu Dâvud , Vitir 23; İbni Mâce , Duâ 12; Ahmed b. Hanbel , Müsned ,I,172,183).
اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۜ
Fiil cümlesidir. اُدْعُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. رَبَّكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَضَرُّعاً kelimesi اُدْعُوا ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur. خُفْيَةً atıf harfi وَ ’la تَضَرُّعاً ‘e matuftur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَا يُحِبُّ cümlesi, إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُحِبُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الْمُعْتَد۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
يُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْمُعْتَد۪ينَۚ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Veciz ifade kastına matuf mef’ûl konumundaki رَبَّنَٓا izafetinde mütekellim zamirinin Rab ismine izafesi, mütekellim zamirinin aid olduğu kişilere tazim ifade eder.
تَضَرُّعاً ve خُفْيَةً kelimeleri fiildeki zamirden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
تَضَرُّعاً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Dua etme şekillerinin yalvarıp yakararak ve gizlice olmak üzere belirtilmesi, taksim sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
تَضَرُّعاً - خُفْيَةً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah Teâlâ, kudret, hikmet ve rahmetinin mükemmelliğinin delillerini zikredince (ki işte bu esnada, nefsanî bilgileri ve hakiki ilimleri elde etmeye yönelik teklif tamamlanmış olur), bunun peşinden, bu bilgilere uygun düşen amellerden bahsetmiştir. Bu da, dua ve niyazla meşgul olmaktır. Zira dua, ibadetlerin özü ve iliğidir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, "Rabbinize, yalvararak gizlice dua edin" buyurmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Dua eden, duasına, ancak kendisinin o istediği şeye muhtaç ve onu elde etmekten aciz olduğunu; Rabbinin ve ilâhînin onun duasını işittiğini; ihtiyacından haberdar olduğunu; o ihtiyacı gidermeye kadir bulunduğunu ve O'nun rahîm olup, rahmet-i ilahiyesinin o ihtiyacı gidermeyi gerektirdiğini bildiği zaman yönelir. Durum böyle olunca kul duaya, ancak kendisinin ihtiyaç ve acizlik sıfatları ile mevsuf; Hak teâlâ'nın da ilim, kudret ve rahmet sıfatları ile mevsuf olduğunu bildiği zaman yönelir. Zaten bütün (şer'î) mükellefiyetlerin maksadı da, ancak kulluk mertebesinin zelilliğini, rububiyyet mertebesinin ise izzet ve yüceliğini bilmektir. İşte dua bu iki makamı da kendisinde bulundurunca o, en büyük ibadet çeşidi olmuş olur. Cenâb-ı Hakk'ın, "Rabbinize yalvararak gizlice dua edin" emri, bizim bahsettiğimiz bu manaya işaret etmektedir. Çünkü yalvarıp yakarmak, ancak kâmil bir zatın huzurunda bulunan, eksik ve nakıs bir kimse için söz konusudur. Bu sebeple kul, kendisinin noksanlığına ve acizliğine, mevlâsının ilim, kudret ve rahmet cihetinden mükemmel olduğuna inanmadığı sürece, yalvarıp yakarmaya yönelmez. Böylece, dua etmenin maksadının, bizim bahsetmiş olduğumuz şey olduğu sabit olmuş olur. Yine, Kur'ân'ın (bu âyetin) lafzının buna delâlet ettiği de sabittir. Hz Peygamber'den rivayet edilen şu hadis de, bizim söylediğimizi te'kid eder: ‘’Allah nezdinde, duadan daha kıymetli hiçbir şey yoktur.’’ (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
تَضَرُّعاً ; alçak gönüllü olmak, demektir. Devenin yediği dikenli bir bitkinin kurumuş olanına ضَارِع denir. Deve bunu yemek için başını iyice aşağı doğru eğerek yermiş.
تَضَرُّعاً وَخُفْيَةً ifadesi hal olarak mansub olup, anlamı; “yakarış ve gizlilik sahipleri olarak” [yakararak ve gizlice…] şeklindedir. ًخوفا وطمعا (hem endişe ile hem de ümitle) ifadesi de böyledir. تَضَرُّع ; zillet anlamındaki ضَرع kelimesinin تفعّل formudur; zilletini arz etmek anlamındadır. “o mutlak güç ve zenginlik (Allah) karşısında hiçliğini ve muhtaçlığını bilerek” demektir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Ayette, تَضَرُّعاً (yalvararak) ifadesinin yer almasının maksadı, duadan elde edilmek istenen bu aslî halin gerçekleştirilmesi; خُفْيَةً kelimesinin bulunmasının maksadı ise, o ihlası riya şaibelerinden koruyup muhafaza etmektir. Bu manayı iyice kavradığında, Hak teâlâ'nın, "yalvararak, gizlice" beyanının, duanın şartlarını gerçekleştirme ve meydana getirme hususunda, murad edilen her şeyi içine aldığını ve kesinlikle hiçbir şekilde buna ilave edilecek bir şeyin bulunmadığını görürsün. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ cümlesi, müsneddir.
Müsnedin, menfî muzari fiil sıygasında gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْمُعْتَد۪ينَ ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ cümlesinde lâzım söylenmiş melzûmu olan “haddi aşanları cezalandırır” manası kastedilmiştir. Sebep alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
Ayrıca bu üslupta idmâc sanatı vardır.
اُدْعُوا - الْمُعْتَد۪ينَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isnadın tekrarı ve isim cümlesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Kadr/1)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in başka surelerinde sevilmeyenlerin farklılığıyla tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Ayetteki الْمُعْتَد۪ينَۚ (haddi aşanlar) kelimesi, başına elif-lâm gelmiş olan, umum ifade
eden bir lafızdır. Binaenaleyh bu kelime "istiğrak" manası ifade eder. Velhasıl bu ifade her ne kadar dua ile ilgili bir âyetin sonunda getirilmiş ise de. nazar-ı itibara alınan şeyin, sebebin hususiliği değil, lafzın umumiliği olduğu sabittir.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Hak teâlâ'nın, "Allah haddi aşanları sevmez" beyanı "Allah, kullarının kendilerine verilen emirleri aşıp geçmelerini sevmez" demektir. Kelbî ve İbn Cüreyc, dua esnasında sesi yükseltmenin de, haddi aşmanın bir çeşidi olduğunu söylemişlerdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًۜ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تُفْسِدُوا | bozgunculuk yapmayın |
|
3 | فِي |
|
|
4 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
5 | بَعْدَ | sonra |
|
6 | إِصْلَاحِهَا | düzeltildikten |
|
7 | وَادْعُوهُ | O’na du’a edin |
|
8 | خَوْفًا | korkarak |
|
9 | وَطَمَعًا | ve umarak |
|
10 | إِنَّ | muhakkak ki |
|
11 | رَحْمَتَ | rahmeti |
|
12 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
13 | قَرِيبٌ | yakındır |
|
14 | مِنَ |
|
|
15 | الْمُحْسِنِينَ | iyilik edenlere |
|
Resul-i Ekrem “ Hiçbiriniz Allah’ın kendisine iyi davranacağını ummadan ölmesin” diye tembih etmistir. (Müslim, Cennet 82,83).
Allah Teâlâ bir kudsî hadiste “Ben , kulumun Beni düşündüğü ( zannettigi) gibiyim” ( Buhâri , Tevhid 15; Müslim, Tevbe 1).
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُفْسِدُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru تُفْسِدُوا fiiline mütealliktir.
بَعْدَ zaman zarfı تُفْسِدُوا fiiline mütealliktir. اِصْلَاحِهَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ادْعُوهُ cümlesi, atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
ادْعُوهُ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. خَوْفاً kelimesi اُدْعُوا ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur. طَمَعاً atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُفْسِدُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi فسد ’dir.
İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.
رَحْمَتَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَر۪يبٌ kelimesi إِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.
مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ car mecruru قَر۪يبٌ ‘e müteallik olup, cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْمُحْسِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًۜ
Ayet, atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki اُدْعُوا cümlesine atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
فِي الْاَرْضِ ibaresindeki فِي harfinde istiare sanatı vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. فِي harfinin ilavesiyle yeryüzü, mazruf mesabesinde konmuştur. Mübalağa için bu harf, عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Çünkü dünya zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Yeryüzü, girilebilen bir mekana benzetilmiştir. Camî, heriki durumdaki mutlak irtibattır. Mübalağa ifade eden bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. Hal mahal alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır.
تُفْسِدُوا - اِصْلَاحِهَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Önceki ayetteki cümlenin manen tekrarı olan وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاً cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfî sıygadan müspet sıygaya iltifat sanatı vardır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
ادْعُوهُ fiilinin failinden hal olan طَمَعاً ve خَوْفاً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
طَمَعاً tabirini طمح ile karıştırmayalım. İkisi de anlam bakımından yakındır. طَمَعاً kelimesinde arzuya ilave olarak hırs, tutku, açgözlülük manaları vardır.
خَوْفاً - طَمَعاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyh رَحْمَتَ اللّٰهِ ‘in izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur. Bu izafette, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَحْمَتَ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Zamir yerine zahir isim gelerek, lafza-i celâlin zikredilmesi ise azamet ve heybeti artırmak, emre itaati kuvvetlendirmek, zihne yerleştirmek için yapılmış iltifat ve ıtnâb sanatıdır.
مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ car-mecruru, haber olan قَر۪يبٌ ‘a mütealliktir.
الْمُحْسِن۪ينَ , rubaî mezid حْسِن۪ fiilinin ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sülasi fiillerin dışındaki fiillerin sıfat-ı müşebbeheleri, kendi ism-i failleridir.
İsm-i fail, bir eylemi gerçekleştiren kişiyi gösterirken sıfat-ı müşebbehede eylem söz konusu değildir.
Sıfat-ı müşebbehe, ismi faildeki gibi yapılan işin yani fiilin yenilenmesi manasında olmayıp, yapılan iş veya fiil devamlı ve lazım olma" manasındadır. Yani o fiil, o iş, o şahıstan hiç ayrılmaz. (Sibel Dokuyucu, Arapçada Sifat-I Müşebbehe Ve İsm-i Fail İle İlişkisi)
[Allah’ın rahmeti elbette ihsan üzere hareket edenlere yakındır.] Bu, tıpkı [Şüphesiz ‘bağışladıkça bağışlayıcıyımdır Ben; dönüş yapan, iman edip salih amel işleyen, sonra da doğru yolda giden kimseler için] (Ta-Ha Suresi, 82) ayeti gibidir. رَحْمَة müennes olduğu halde قَر۪يبٌ [yakın] ifadesinin müzekker kullanılması, ya rahmetin müzekker kelimeler olan رُحم ve ترحّم [şefkat göstermek] manalarında kullanılmasından kaynaklanmaktadır ya da hazfedilmiş bir başka kelimenin sıfatı olarak kullanılmasından -yani شيء قريب (yakın bir şeydir) anlamının kastetilmesinden - veya mef‘ûl anlamındaki fail formuna benzetilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
الْمُحْسِن۪ينَ , kendisinden "ihsan" kelimesinin delâlet ettiği şey sâdır olmuş olan kimsedir. Nasıl kendisinde ilim olan kimseye "âlim" deniliyor ise ve onun âlim olmasının şartı da bütün ilimlerin (o kimsede) bulunması değil ise, aynı şekilde o insanın muhsin olmasının şartı da, onun bütün "ihsan" çeşitlerini yapması değildir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Dünyanın her an bizden uzaklaştığı, ahiretin de her an bize daha çok yakınlaştığı; Allah'ın rahmetinin de ölümden sonra meydana gelip gerçekleşeceği sabit olunca Allah, pek yerinde olarak, bu anlamda "Şüphesiz iyi hareket edenlere (muhsinlere) Allah'ın rahmeti çok yakındır" buyurmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَهُوَ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَاباً ثِقَالاً سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | O ki |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | يُرْسِلُ | gönderir |
|
4 | الرِّيَاحَ | rüzgarları |
|
5 | بُشْرًا | müjdeci |
|
6 | بَيْنَ |
|
|
7 | يَدَيْ | önünde |
|
8 | رَحْمَتِهِ | rahmetinin |
|
9 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
10 | إِذَا | zaman |
|
11 | أَقَلَّتْ | onlar yüklenince |
|
12 | سَحَابًا | bulutları |
|
13 | ثِقَالًا | ağır ağır |
|
14 | سُقْنَاهُ | onu yollarız |
|
15 | لِبَلَدٍ | bir ülkeye |
|
16 | مَيِّتٍ | ölü |
|
17 | فَأَنْزَلْنَا | indiririz |
|
18 | بِهِ | onunla |
|
19 | الْمَاءَ | su |
|
20 | فَأَخْرَجْنَا | ve çıkarırız |
|
21 | بِهِ | onunla |
|
22 | مِنْ |
|
|
23 | كُلِّ | türlü türlü |
|
24 | الثَّمَرَاتِ | meyvalar |
|
25 | كَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
26 | نُخْرِجُ | çıkaracağız |
|
27 | الْمَوْتَىٰ | ölüleri de |
|
28 | لَعَلَّكُمْ | herhalde |
|
29 | تَذَكَّرُونَ | ibret alırsınız |
|
Her biri bir hârika olan, fakat devamlı tekerrür etmesi sebebiyle alıştığımız ve bu yüzden dikkatten kaçırdığımız tabiat olaylarının arkasındaki yüce kudretin tanıtılmasına devam edilmektedir. Bu arada âyetin sonuna, Allah’ın ölü topraktan türlü türlü canlı bitkiler çıkarması gibi kıyamet gününde ölüleri de kabirlerden diriltip çıkaracağı şeklinde bir bilginin eklenmesi özellikle ilgi çekicidir. Buna göre tabiattaki sürekli canlanma ve yenilenme bir yandan onu canlandıran Allah’ın varlığına ve hükümranlığına, bir yandan da öldükten sonra yeniden dirilmenin mümkün olduğuna delâlet etmektedir.
Âyetin sonunda bütün bu bilgilerin, insanlar ibret alsınlar, düşünüp kendilerine gelsinler diye verildiğine işaret buyurulmuştur. Çünkü Kur’an bir tabiat bilgisi veya astronomi kitabı değildir; onun temel gayesi insana rehber olmak; onu, akıl ve bilgi dünyasını sağlıklı temeller üzerine kurmaya, böylece itikadî ve amelî hayatını her türlü sapmalardan korumaya yönlendirmektir. Bu bakımdan Kur’an’da verilen çeşitli konulara dair bilgilerin, düzenlemelerin, uyarıların asıl hedefi, insanlığın, Allah tarafından kendisine lâyık görülen seçkin konumuna ulaşacağı biçimde eğitilmesi ve geliştirilmesidir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 539
وَهُوَ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُرْسِلُ الرِّيَاحَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُرْسِلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الرِّيَاحَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بُشْراً kelimesi الرِّيَاحَ ‘nın hali olup fetha ile mansubdur.
بَيْنَ mekân zarfı بُشْراً ‘e mütealliktir. يَدَيْ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için cer alameti ى ‘dir. İzafetten dolayı ن harfi mahzuftur. رَحْمَتِه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُرْسِلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındadır. Sülâsîsi رسل ’dır.
İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
حَتّٰٓى اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَاباً ثِقَالاً سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ
حَتّٰٓى ibtida harfidir. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. اَقَلَّتْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَقَلَّتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. سَحَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ثِقَالاً kelimesi سَحَاباً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur. Şartın cevabı سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ ‘dir.
سُقْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لِبَلَدٍ car mecruru سُقْنَاهُ fiiline mütealliktir. مَيِّتٍ kelimesi لِبَلَدٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِهِ car mecruru اَنْزَلْنَا fiiline mütealliktir. الْمَٓاءَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak .Ayette ibtida (başlangıç) şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındadır. Sülâsîsi نزل ’dır.
اَقَلَّتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındadır. Sülâsîsi قلل ‘dir.
فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ
فَ atıf harfidir. اَخْرَجْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِهِ car mecruru اَخْرَجْنَا fiiline mütealliktir. مِنْ كُلِّ car mecruru اَخْرَجْنَا fiiline mütealliktir. الثَّمَرَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَخْرَجْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil İf’âl babındadır. Sülâsîsi خرج ’dır.
كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
كَ harf-i cerdir. مثل ‘’gibi’’ anlamındadır. Bu ibare, amili نُخْرِجُ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Takdiri; إخراجا مثل إخراج الثمر من الشجر الميت (Ölü ağaçtan meyvayı çıkardığımız gibi bir çıkarmak.) şeklindedir. ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
نُخْرِجُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. الْمَوْتٰى mef’ûlun bih olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Maksur isimdir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَذَكَّرُونَ cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَذَكَّرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُخْرِجُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil İf’âl babındadır. Sülâsîsi خرج ’dır.
تَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَهُوَ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ
Ayet, atıf harfi وَ ’la 54. ayetteki …اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Aradaki ayetlerin itiraziyye olduğu söylenmiştir. وَ ’ın istînâfiyye olması da caizdir.
Ayetin ilk cümlesi mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, herkes tarafından biliniyor olmasının yanında sonradan gelen habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca müsnedin tarifi kasr ifade etmiştir.
Cümlenin her iki rüknünün de marife gelmesi sebebiyle kasr oluşmuştur. هُوَ maksûr/mevsûf, الَّـذ۪ٓي sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Cümledeki kasr, hakîkidir. Çünkü gerçeğe uygundur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen Allah Teâlâ’dan başkası değildir.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Haber olarak gelen müfred müzekker has ism-i mevsûlün sılası olan يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Nasıl ki rüzgâr yağmur yağmadan önce müjdeleyici olarak geliyorsa Kur’ân da ahiretten önce müjdeleyici olarak indirilmiştir. Ondan öğrenerek davranışlarımıza şekil veriyoruz.
Ayetteki, "Rahmetinin önünden" ifadesi "O'nun rahmeti demek olan yağmurdan önce..." demektir. Bu mecazın güzel ve yerinde olmasının sebebi şudur:
Araplar, يَدَيْ (iki el) kelimesini, "önünde, önde bulunma" manalarında kullanırlar. Mesela Arapça'da "Fitneler (Kıyamet alâmetleri), Kıyametten az önce meydana gelir" denir ve buradaki (elleri önünde) ifadesi ile, az önce manası kastedilir. Bu mecazın güzel ve yerinde oluşunun bir başka sebebi de şudur: İnsanın iki eli, insan bedeninin en ileri tarafını teşkil eder. İşte bu benzerlikten ötürü, mecazî olarak, bir şeyin önünde bulunan şey için "(O) onun elleri arasındadır) tabiri kullanılır. Rüzgârlar da yağmurlardan önce bulununca, bunların önce oluşu da bu lafız ile ifade edilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
حَتّٰٓى اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَاباً ثِقَالاً سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen şart üslubundaki cümlede حَتّٰٓى , ibtidaiyyedir.
اِذَا cümleye muzâf olan, şart manalı zaman zarfıdır. Müteallakı cevap cümlesidir.
اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَاباً ثِقَالاً cümlesi şarttır.
اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundaki اَقَلَّتْ سَحَاباً ثِقَالاً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Mef’ûl olan سَحَاباً ‘deki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.
سَحَاباً ‘in sıfatı olan ثِقَالاً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لِبَلَدٍ ‘nin canlı bir varlık sıfatı olan مَيِّتٍ ile sıfatlanması istiaredir. Belde, doğan, yaşayan ve ölen bir canlıya benzetilmiştir. Bu mübalağalı ifadede tecessüm sanatları vardır.
Aynı üsluptaki فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ ve فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ cümleleri فَ ile şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
سَحَاباً - الْمَٓاءَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Önceki cümledeki gaib zamirden bu cümlede azamet zamirine geçişte iltifat sanatı vardır.
سُقْنَاهُ , فَاَخْرَجْنَا , فَاَنْزَلْنَا fiillerinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Kıyamet günündeki ba’s, çıplak-ölü arzın canlandırılmasına benzetilmiştir. Bu; manevi ve hissî şeyler arasında yapılmış mürekkeb bir teşbihtir. Böylece bu manevi şeylerin vukuunun mümkün olduğu ifade edilmiş olur. Allah Teâlâ kudretiyle yağmurun müjdeleyicisi olarak rüzgârı gönderir. Bunu da rahmet (müsebbep alâkasıyla mecaz-ı mürsel üslubuyla) olarak isimlendirir. Suyla yüklü olduğu için ağırlaşmış bulutları, yağmur yağdırmak için ölü arz üzerine sevk eder. Böylece kuraklıktan sonra arzı canlandırır. İşte Allah’ın insanları öldükten ve toprağa gömüldükten sonra diriltmesi de aynı bunun gibidir. Allah ilk defa yaratmaya kadir olduğu gibi ikinci kez de yaratmaya kādirdir. Buradaki teşbih, mantıkî bir kıyas şeklinde gelmiştir. Müşebbehin tahakkuk imkânını aklî bir burhanla arz etmiştir. Ba’s’i inkâr edenlere bir delil getirmiştir. Allah Teâlâ’nın kudreti ve bunun ne kadar kolay olduğu açıklanmıştır. Ölü arz için hayat demek olan yağmuru göndermek ve onu yeniden canlandırmak nasıl Allah Teâlâ’nın fazîletine ve kudretine delalet ediyorsa aynı şekilde bu fazilet ve kudretiyle ölü insan bedenine de ruhu gönderir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Gaib sıygadan mütekellim sıygaya iltifat edilmiştir. Ayette yeniden dirilişi inkâr eden kâfirlere bir durumdan diğer bir duruma geçişin örneklerini sunan Allah bu dönüşümü sıygalar üzerinde de göstermektedir. Ayrıca göndermek ve taşımak fiillerinin anlamına uygun bir dönüşümde gözden kaçmamaktadır. Önceki ayette olduğu gibi burada da insanın varlığına şahit olup, hissedebileceği şeylerde Allah’ın mütekellim zamirine geçmiş olması şeklinde bir iltifatla yorumlamak da mümkündür. İnsanın algılayabileceği konularla ilgili bazı ayetlerde mütekellim zamirine geçiş olmuyor şeklindeki bir itirazı ise o noktada da dikkatin başka bir konuda olması gerektiği şeklinde yorumlamak î‘câzu’l Kur’an’a daha uygun bir yaklaşım olacaktır. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Bu ve sonraki ayette vahyin indiği gönüllerin sulak arazilere benzetilerek her türlü meyve ile münbit bir toprak gibi, vahyin inmediği gönüllerin ise çorak araziler gibi olduğu temsil yoluyla anlatılırken ve asıl konu da bu iken bir nimet olarak yağmura ve onun faydalarına da vurgu yapılması istiṭrat yoluyla anlatılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
اَقَلَّتْ - ثِقَالاً arasında iyhamı tezad vardır.
بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ sözünde istiare vardır. Sanki Allah Teâlâ izin verip yağmurların gelişini müjdelesinler diye rüzgârları yağmurlara bir öncü kılmıştır. Aynı zamanda bölük pörçük ve dağınık durumdaki yağmurları bir araya getirip birleştiren sebeplerden birini teşkil eder. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
لِبَلَدٍ مَيِّتٍ sözünde istiare vardır. Bu istiare iki şekilde düşünülebilir: - Böyle bir yer uzun zaman su ve nemden mahrum kalarak rutubeti kalmaz, kurur ve ölü durumunda bulunur. Öyle bir yerdeki ağaç ve bitkileri yağmursuzluk öldürdüğünden üzerindeki bitkilerin ölmesi sebebiyle o yer ölü olarak nitelenir. Bu ifade; uyuyan gece, oruçlu gündüz ifadeleri gibidir. Gerçekte kastedilen gecede uyuyan ve gündüz oruç tutan insanlardır. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
Kudrete bakınız ki nihayet o rüzgarlar (havadan) ağır ağır bulutları az ve hafif bir şey gibi kaldırıp yüklendiği zaman, yani rüzgarların fâidelerinden birisi de bulutları derleyip toplamak, yaymak ve yağmura muhtaç olan yerlere götürmek için tepelerinde taşımaktır. Fakat bu taşıyışta gayet dikkate değer bir husus vardır. Çünkü hava hafif, bulutlar ise ağırdır. Hafifin ağırı kaldırması ise tabiatın tersidir. Gerçekte burada bu ağırlık ve ıklâl (yüklenme, kaldırma) ihtarının tabiat ilimleri bakımından pek büyük önemi vardır. Zannedilirdi ki, bulutlar havadan hafif su buharından ibarettir. Halbuki asıl bulut su buharı hali değil, bizzat su taneciklerinin toplu hali olduğu sonradan farkedilmiş ve suyun ise havadan ağır olduğu bilinmekte olduğundan, bulutların hava boşluğunda muallâkta durması Fizik ilminde bir mesele teşkil etmiştir. Ve izahında iki görüş hasıl olmuştur: Başlangıçta, "O su tanecikleri sabun köpüğü gibi boş ve içlerinde hava hapsedilmiş olup, bu hava dışardaki havadan fazla bir ısı derecesinde bulunduğundan hafif olarak üzerinde yüzüyor." denilmiş. Sonra bu görüş çürütülerek bulutları birleştiren su taneciklerinin içi boş değil, dolgun bulunduğu ve bundan dolayı her biri kendi hacmindeki havadan ağır olduğu halde aşağıdan rüzgarın tahrikiyle kum tanelerinin yukarı çıkması gibi hava boşluğunda muallâk kalarak sağa sola hareket ettiği kabul edilmiştir. Öncekine göre balon ve gemi gibi hafifin ağır üzerinde duruşu, ikinciye göre de kuş ve uçak gibi ağırın hafif üzerinde duruşudur ki "ağır bulutları kaldırıp yüklendiği zaman" ayetinin hatırlatması da bunda açıktır. Evet havadan ağır olan su taneciklerini daha sıcak hava ile doldurmakla köpük haline koyarak hafiflendirip küçücük baloncuklardan oluşan bulut donanmalarını hava üzerinde tutmakta da büyük bir sanat olduğu şüphesiz ise de su taneciklerinin ağırlıklarını olduğu gibi muhafaza etmekle beraber, onlardan daha hafif olan havanın sırf hareketten aldığı kuvvetle o ağır bulut kütlelerini kaldırıp yüklenmesi daha çok dikkat çeken bir hadisedir ki, bunda hareketin önemi ve hareket emrini veren muharrik (hareket ettirici)in, yalnız hareketle, hafiflik ve ağırlık hükümlerini değiştiren ve tabiatlerin hükmünü tersine çeviren ve değiştiren mutlak bir kudrete sahip olduğu doğrudan doğruya ortaya çıkar. İşte bu manayı öğrenme sayesindedir ki, hareket ettirici kuvvet elde edilmesiyle uçaklar yapılmış ve kuş gibi hava üzerinde uçma başarısı elde edilmiştir. Bu açıklamadan anlaşılır ki rüzgarları hareket ettirmekteki bu yüksek kudreti özellikle hatırlatan bu "ağır bulutları kaldırıp, yüklendiği zaman" kavramında Muhammed aleyhisselâm'ın peygamberliğinin kesin delillerinden birisi olan ilmî bir mucize var demektir. Bir mucize ki, beşer ilmi bunun doğruluğuna bin seneden sonra vakıf olabilmiştir. Bununla beraber iş bununla kalmıyor, Allah rüzgara o kuvveti vermekle beraber onu onda atalet (cisimlerin bir hareket ettirici olmadan hareket edemiyecekleri) kuralı üzere bir tabiat istivâsiyle bırakmıyor. Bu noktada irade tecellisini anlatıyor ve kendi istivâ hakimiyetini gösteriyor. Onun için gıyab (üçüncü şahıs)tan tekellüm (birinci şahıs)e dönerek buyuruyor ki:
Tam rüzgarlar, ağır bulutu kaldırıp yüklendikleri zaman biz o bulutu ölü bir belde için sevk ederiz de, o suyu o beldeye indiririz, ve o su ile her türlü meyveleri çıkarırız ve çıkaragelmişizdir. İşte ölüleri, kabirlerinden, böyle çıkaracağız, şimdi siz düşünebilirsiniz. Bunları düşünür anlayabilirsiniz ki, yaratmak da emir de kendisinin olan ve tahrik ve irade ile bunları yapmaya ve ölmüş bir beldeyi yeniden diriltmeye kâdir olan Rabb'ınızın ölüleri diriltebileceğinde şüphe yoktur. Fakat şunu da unutmamak lazım gelir ki, yağmur yağmakla her yer eşit olarak meyve vermez, her toprağın başlangıçta kuvveti bir olmaz. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Aşûr'a göre bu cümle itiraziyyedir.
كَذٰلِكَ , amili نُخْرِجُ olan mahzuf bir mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunmadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
نُخْرِجُ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
اَخْرَجْنَا - نُخْرِجُ ve مَيِّتٍ - الْمَوْتٰى gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s- sadr ve يُرْسِلُ - اَنْزَلْنَا arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى mürsel ve mücmel teşbihtir. Teşbih edatı zikredilmiş, vech-i şebeh zikredilmemiştir. Bitkinin olmaması ölüme benzetilmiştir.
لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تَذَكَّرُونَ ’nin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; “ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır.” demiştir. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)
Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki لَعَلَّ (umulur ki) harfinin لَ manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)
لعل harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad tezekkür etmeye teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen لَعَلَّ sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58)
Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر ve تَفَقُّه kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
Cenâb-ı Hak, "Umulur ki (bunları) İyi düşünüp ibret alırsınız" buyurmuştur. Bu, "Bu yerin, bahar ve yazın, çiçekler ve meyvelerle tezyin edildiğini, sonra da kışın, o zinetlerden soyulmuş bir ölü haline geldiğini, daha sonra da Allahü teâlâ'nın, o yeri yeniden ihya edip dirilttiğini görüp müşahede ediyorsunuz. O halde, o yerin, ölümünden sonra onu tekrar diriltmeye muktedir olanın, bedenlerin ölümünden sonra onları da diriltmeye muktedir olması gerekir.." demektir. Şu halde, "Umulur ki (bunları) iyi düşünüp ibret alırsınız" buyruğundan maksad, benzer iki durumdan birisinde bu imkânsız olmadığına göre, bu diğer durumda da imkânsız olmadığı dersini vermektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden و- نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Küçük bir köyde, sesi hoş bir kız varmış. Kimse, tam olarak nerede yaşadığını bilmezmiş. Sanki ihtiyacı olanlara, şarkısıyla destek olmak için gelir, sonra çekip gidermiş. Gönlü daralana umudu, mutlu olana da şükrü hatırlatırmış. Duanın, kula verilen en güzel nimetlerden olduğunu söyler ve herkesi duaya çağırırmış:
Dünyalıkların, nefsine saldırması karşısında. Kendini savunmasız mı sandın? Dua denilen silahı vermiş, Rahman sana. Kullanmayana sorulmaz mı, bunun hesabı sonra.
Bırak kalbini, gitsin Rabbine. Duygularınla düşüncelerini arzetsin En Güzel’e. Mutlulukların için şükür etsin, üzüntülerine ise çare istesin. Hataların için af dilesin, yaptıklarının ise kabulunu umsun.
Aç ellerini, akıt gönlündekileri. Bildiğin en güzel iltifatlarla. Bildiği en gizli itiraflarınla. Var En Merhametlinin huzuruna. İhtiyacın ne ise, iste. İste ki; korkularından emin kılınasın, umduklarına ise hayırla kavuşasın.
Ey Alemlerin ve içindekilerin Rabbi! Ey göklerin ve yerin Rabbi! Ey rüzgarların ve bulutların Rabbi! Ey güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğdiren! Ey benim de Rabbim olan Allahım!
Gönüllerdeki umut da, gözlerdeki pırıltı da Senden. Kalplerdeki huzur da, zihinlerdeki sükunet de Senden. Yükümüzü hafifleten de, gereken şifayı nasip eden de Sensin. İhtiyacımız olanı bilen de, her çabamızın karşılığını veren de Sensin.
Yolumuzu kolaylaştır. Ömrümüzü bereketlendir. Gönlümüzü ferahlandır. Şükrümüzü, tövbemizi ve ibadetimizi kabul buyur. Bizi affet. Bizden razı ol ve bizi dünyanda da, ahiretinde de salih kullarınla beraber kıl.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji