بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۚ وَالَّذ۪ي خَبُثَ لَا يَخْرُجُ اِلَّا نَكِداًۜ كَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالْبَلَدُ | ve ülkenin |
|
2 | الطَّيِّبُ | güzel olan |
|
3 | يَخْرُجُ | çıkar |
|
4 | نَبَاتُهُ | bitkisi |
|
5 | بِإِذْنِ | izniyle |
|
6 | رَبِّهِ | Rabbinin |
|
7 | وَالَّذِي | olandan ise |
|
8 | خَبُثَ | kötü |
|
9 | لَا |
|
|
10 | يَخْرُجُ | çıkmaz |
|
11 | إِلَّا | başka bir şey |
|
12 | نَكِدًا | yararsız bitkiden |
|
13 | كَذَٰلِكَ | işte biz böyle |
|
14 | نُصَرِّفُ | döndürüp açıklarız |
|
15 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
16 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
17 | يَشْكُرُونَ | şükreden |
|
Kötü ve elverişsiz bir toprağın, bir yörenin faydasız bitkiler vermesine karşılık iyi ve elverişli bir yörenin faydalı bitkiler vermesi de O’nun izni ve iradesiyledir. Müfessirler çoğunlukla bu âyetten şöyle bir mâna çıkarırlar: Akıllı, kavrayışlı ve erdemli bir insan verimli toprak gibi; ahmak ve erdemsiz insan da verimsiz toprak gibidir. Müminin kalbi faydalı ürünler veren bereketli araziye, kâfirin yahut münafığın kalbi zararlı bitkiler çıkaran değersiz araziye benzer (Râzî, XIV, 144; Şevkânî, II, 246, 247).
Bazı Ehl-i sünnet müfessirlerinin, bu âyeti yorumlarken, herkesin iyi veya kötü, mutlu veya bedbaht olacağının Allah tarafından önceden takdir edildiğini, şu halde kötü arazi gibi kötü nefislerin de iyileştirilmesinin mümkün olmadığını ileri sürerek gerek dinî gerekse ahlâkî bakımdan tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir görüşü benimsemeleri (meselâ bk. Râzî, XIV, 144-145) yadırganacak bir durumdur. Oysa âyetin şöyle bir uyarı maksadı taşıdığı açıktır: “Güzel ürünler veren bereketli topraklar gibi olun; faydasız bitkiler çıkaran işe yaramaz topraklar gibi olmayın.” Nitekim hem 57 hem de 58. âyetlerin son cümleleri de bu yorumu desteklemektedir. Yani Allah insanlardan, bu hususları dikkate alarak düşünüp taşınmalarını, gerçeği görmelerini ve nihayet müminler olarak şükretmelerini istemektedir. Eğer söz konusu müfessirlerin belirtilen kötümser yorumları isabetli olsaydı, Allah’ın kullarından bunları istemesinin anlamı kalmazdı.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 539-540
(Ömür Karamollaoğlu)
Riyazus Salihin, 164 Nolu Hadis
Ebû Mûsâ el-Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.”
(Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15)
وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۚ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. الْبَلَدُ mübteda olup damme ile merfûdur. الطَّيِّبُ kelimesi الْبَلَدُ ‘nun sıfatı olup damme ile merfûdur. يَخْرُجُ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَخْرُجُ damme ile merfû muzari fiildir. نَبَاتُهُ fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِاِذْنِ car mecruru نَبَاتُهُ ‘nun mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ي خَبُثَ لَا يَخْرُجُ اِلَّا نَكِداًۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَبُثَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
خَبُثَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. لَا يَخْرُجُ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَخْرُجُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اِلَّا hasr edatıdır. نَكِداً hal olup fetha ile mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَكِداً kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ۟
كَ harf-i cerdir. Bu ibare, amili نُخْرِجُ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Takdiri; تصريفًا مثلَ ذلك نصرِّف الآيات (Ayetleri açıkladığımız gibi açıklayarak) şeklindedir. ذا işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
نُصَرِّفُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. الْاٰيَاتِ mef’ûlun bih olup, nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. لِقَوْمٍ car mecruru نُصَرِّفُ fiiline mütealliktir. يَشْكُرُونَ۟ cümlesi, قَوْمٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
يَشْكُرُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. نُصَرِّفُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi صرف ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۚ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
الطَّيِّبُ kelimesi الْبَلَدُ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
نَبَاتُ ‘nun mahzuf haline müteallik olan بِاِذْنِ رَبِّه۪ izafetinde Rab ismine muzâf olan اِذْنِ ve muzâfun ileyh olan ه۪ zamirinin işaret ettiği الْبَلَدُ الطَّيِّبُ şan ve şeref kazanmıştır.
Cümlede يَخْرُجُ fiili, beldeye isnad edilmiştir. Gerçekte nebatı çıkaran Allah Teâlâ’dır. Mef’ûliyet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır.
Ayrıca ifadede ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır.
Önceki ayetteki azamet zamirinden sonra Allah'ın kulları üzerindeki rububiyet vasfını vurgulamak için Rab isminin zikrine geçişte iltifat ve ıtnâb sanatları vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayet, كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى cümlesi ile لَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً (Araf/59) cümlesi arasında muteriza cümlesidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Bu ayetten kasıt temsil olup, sadece yağmur yağdıktan sonra yerin durumunu tafsil etmek değildir. Çünkü bu kelamın zikredilmesi iki şeyi bir arada zikretmek içindir: Allah’ın yaptıklarından ve benzer durumlardan ibret almaktır. Mana şöyledir: Temiz beldeye yağmur yağdığında nebatın hızlıca ve güzel olarak çıkarken, habis beldenin nebatı neredeyse hiç bitmeyecektir. Bitse de hayır olmayan habis nebat biter. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَالَّذ۪ي خَبُثَ لَا يَخْرُجُ اِلَّا نَكِداًۜ
Cümle, atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Mübteda konumunda olan müfred müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ي ‘nin sılası olan خَبُثَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması sonradan gelecek haber dikkat çekmek ve tahkir içindir.
Mevsûlün sıla cümlesi olan خَبُثَ , sebat temekkün ve istikrar ifade eden mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَا يَخْرُجُ اِلَّا نَكِداً cümlesi الَّذ۪ي ‘nin haberidir. Kasrla tekid edilmiş muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi لَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan iki tekid hükmündeki kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. يَخْرُجُ , maksur/sıfat, نَكِداً maksurun aleyh/mevsûf, olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’s-mevsûftur. Yani müsned, bu mef’ûle hasredilmiştir.
Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat olması caizdir. Bu durumda fâil, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur.
Nefy ve istisna şeklindeki kasrlar, muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda tercih edilir.
الْبَلَدُ kelimesinin الطَّيِّبُ ve خَبُثَ olarak vasıflanması istiaredir. Kastedilen; ekinin büyüyüp gelişmesi veya ekinin bozulmasıdır. Bu durum ancak toprağının çorak ve kurak ya da münbit ve bitek (verimli) olmasına göre birbirinden farklı ve üstün olmasına bağlıdır. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
نَكِداً ; çetin, dertli, çileli, huysuz, aksi, sürekli şikayet eden, mızmız, hayrı az, ters, zorlu, sıkıntılı demektir. Burada tatsız tuzsuz acı manasındadır.
نَكِداً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
الطَّيِّبُ ve خَبُثَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, يَخْرُجُ - لَا يَخْرُجُ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı selb sanatı vardır.
وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِاِذْنِ رَبِّه۪ cümlesiyle وَالَّذ۪ي خَبُثَ لَا يَخْرُجُ اِلَّا نَكِداً cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَالَّذ۪ي خَبُثَ لَا يَخْرُجُ اِلَّا نَكِداً cümlesinde ihtibak sanatı vardır. Önceki cümlede الْبَلَدُ الطَّيِّبُ ve نَبَاتُهُ zikredildiği halde bu cümlede sadece خَبُثَ ve نَكِداً lafızlarıyla yetinilmiş, الْبَلَدُ ve نَبَاتُهُ hazfedilmiştir.
İhtibak, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
كَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. كَذٰلِكَ , amili نُصَرِّفُ olan mahzuf mef’ûlun mutlaka mütealliktir. “İşte böyle” anlamındadır.
Bu takdire göre cümle hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade eden müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat sanatı vardır.
Fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
نُصَرِّفُ fiili تفعيل babındadır. Bu babın cümleye kattığı en belirgin anlam, fiilin, fail veya mef’ûldeki ziyadeliğidir.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki kullanımı, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Bu ifadedeki ك harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi ك ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen işaret ismi ile ك ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhân/54, c. 5, s. 177, 205)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَشْكُرُونَ cümlesi, لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. لِقَوْمٍ ‘in nekreliği tazim içindir.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ ifadesindeki kavimden murad, şükredenler ve müminlerdir. Müminler temiz belde ile diğerleri ise habis belde ile temsil edilerek uyarılmışlardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَقَدْ | andolsun |
|
2 | أَرْسَلْنَا | gönderdik |
|
3 | نُوحًا | Nuh’u |
|
4 | إِلَىٰ |
|
|
5 | قَوْمِهِ | kavmine |
|
6 | فَقَالَ | dedi ki |
|
7 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
8 | اعْبُدُوا | kulluk edin |
|
9 | اللَّهَ | Allah’a |
|
10 | مَا | yoktur |
|
11 | لَكُمْ | sizin |
|
12 | مِنْ | hiçbir |
|
13 | إِلَٰهٍ | tanrınız |
|
14 | غَيْرُهُ | O’ndan başka |
|
15 | إِنِّي | doğrusu ben |
|
16 | أَخَافُ | korkuyorum |
|
17 | عَلَيْكُمْ | size |
|
18 | عَذَابَ | azabın(ın inmesin)den |
|
19 | يَوْمٍ | bir günün |
|
20 | عَظِيمٍ | büyük |
|
Sûrenin başlarında Hz. Âdem hakkında bilgi verilmişti. 59-93. âyetlerdeyse Hz. Nûh ile daha sonraki bazı peygamberlerin kendi toplumlarıyla ilişkileri ve dinlerini tebliğ çabaları özetlenmekte; ardından değerlendirme mahiyetinde bazı açıklamalar yapıldıktan sonra 103-156. âyetlerde Hz. Mûsâ’nın tebliğ faaliyetleri, kendi kavmiyle ilişkileri, Firavun ve yandaşlarına karşı verdiği mücadeleye geniş olarak yer verilmekte; daha sonra yine İsrâiloğulları’nın dinî, ahlâkî ve sosyal hayatlarıyla ilgili karakteristik özellikleri anlatılmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de geçmiş peygamberler hakkında bilgiler verilirken olayların –tarihî bakımdan önem taşısa bile– dinî çerçeve dışındaki ayrıntılarına girilmediği, esas itibariyle bu olayların ibret alınacak yönlerinin öne çıkarıldığı görülmektedir. Bu suretle Hz. Muhammed’in davetine muhatap olan kişilerin ve toplumların eski yanlışları tekrar etmemeleri istenmiş; aksi halde Allah’ın, inkârcılık ve kötülüklerde direnen eski inkârcı topluluklara verdiği cezaların, belâ ve musibetlerin benzerlerini İslâm’a karşı direnip düşmanlık gösterenlere de er geç dünyada veya âhirette vereceği uyarısında bulunulmuştur.
Âyetin ilk cümlesinde Nûh’un “resul” yani elçi olduğu belirtilmekte (Hz. Nûh hakkında bilgi için bk. Hûd 11/25-35); Hz. Nûh’un burada aktarılan ifadesinin ilk cümlesinde onun kavmini Allah’a ibadet etmeye çağırdığı, ikinci cümlesinde bu ibadetin gerekçesi olarak Allah’tan başka ilâh bulunmadığını, yani tevhid akîdesini tebliğ ettiği, son cümlesinde de inkârcıları “büyük bir günün azabı” ile tehdit ederek âhiretin gerçek olduğuna işaret ettiği bildirilmektedir. Bu son cümledeki “azap” ile Nûh tûfanının kastedildiği de düşünülebilir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 541-542
لَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَرْسَلْـنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَٓا fail olarak mahallen merfûdur. نُوحاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اِلٰى قَوْمِه۪ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. Münada olan قَوْمِ muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı اعْبُدُوا اللّٰهَ ‘dır.
اعْبُدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile masubdur.
İsim cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. اِلٰهٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
غَيْرُهُ kelimesi اِلٰهٍ kelimesinin sıfatıdır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzafsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazfedilebilir.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
غَيْرُ edatı nekre bir ismin peşinden geldiğinde onun sıfatı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ nefî, nehîy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M.Meral Çörtü Nahiv s.341 )
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَخَافُ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَخَافُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir انا ’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru اَخَافُ fiiline mütealliktir. عَذَابَ mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. يَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَظ۪يمٍ kelimesi يَوْمٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَظ۪يمٌ۟ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
اَرْسَلْنَاكَ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ cümlesi, kasemin cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Allah Teâlâ, Hz. Nuh’un kavmine seslenişini bildirmektedir.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevap cümlesi olan اعْبُدُوا اللّٰهَ ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قَوْمِ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَوْمِ ; birbirini destekleyen topluluk demektir. Kıyam kelimesi de bu kökten gelir. Eğer bir peygamber hitap ettiği topluluğa “ey kavmim” demediyse, o peygamber o kavimden olmayabilir.
يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ [Ey kavmim! Allah’a ibadet edin.] Burada "yalnız" kaydının zikredilmemesi, gerçek ibadetin ancak bu olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اعْبُدُوا اللّٰهَ [Allah’a kulluk edin] ifadesinin ardından gelen ilk cümle, kulluğun Allah’a özgü olmasının sebebini açıklarken, ikinci cümle Allah’a kulluğun gerekçesini açıklamaktadır. Zira onların Allah’tan başka tapındıkları şeylerin aksine, vereceği cezadan sakınılacak olan, sadece O’dur. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl -Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مَا nafiyedir. لَكُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Muahhar mübteda olan اِلٰهٍ , zaid مِنْ sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur.
غَيْرُهُ kelimesi اِلٰهٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اِلٰهٍ ’deki nekrelik nev, kıllet ve tahkir ifade eder. Zaid harf مِنْ , kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfi siyakta nekre umum ve şümule işarettir.
Allah Teâlâ’ya ait zamirin muzâfun ileyh olduğu غَيْرُهُ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ cümlesi, اِنَّ ‘nin haberidir.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Kadr/1.)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Az sözle çok anlam ifade etmiş olan عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ izafeti, اَخَافُ fiilinin mef’ûlüdür.
عَظ۪يمٍ , muzâfun ileyh olan يَوْمٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
يَوْمٍ ‘deki nekrelik tazim içindir.
عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ [azim günün azabı ibaresinde] mecâzî isnad vardır. Azap etme fiili, mecâz-ı aklî yoluyla gün kelimesine isnad edilmiştir. Aslında azap sebebi gün değil, o günde yaşananlardır. Bu üslup, o gündeki azabın korkunçluğunu vurgulamak için sebep müsebbep alakasıyla yapılan mecazî isnad sanatıdır. Maksad hakiki fail olan Allah Teâlâ’nın azabıdır. Allah Teâlâ hakiki faildir ama fiili, o gün işlemektedir. Dolayısıyla hakiki fail ile zaman ifade eden kelime arasında bir mülâbese vardır.
يَوْمٍ عَظ۪يمٍ [Büyük gün]den maksat kıyamet günü ya da başlarına azabın indiği tufan günüdür. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
قَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Kur’an’da eski kavimlerden söz edilirken bunların, daha çok zenginler ve soylulardan oluşan reis ve eşraf kesimini ifade etmek üzere sık sık mele’ kelimesi kullanılır. Nûh kavminin ileri gelenleri de onu yukarıdaki dört konuda (risâlet, ibadet, tevhid, âhiret) yanlışa sapmakla suçladılar (Râzî, XIV, 61-63).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 542
قَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْمَلَأُ fail olup damme ile merfûdur. مِنْ قَوْمِه۪ٓ car mecruru الْمَلَأُ ‘nun mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli, اِنَّا لَنَرٰيكَ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
نَرٰيكَ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
نَرٰيكَ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Bilmek anlamında kalp fiilidir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف۪ي ضَلَالٍ car mecruru نَرٰيكَ fiiline mütealliktir. مُب۪ينٍ kelimesi ضَلَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır.(Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٍ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Bu cümle, Nuh (a.s)’ın sözlerinin hikaye edilmesinden çıkan gizli bir sualin cevabıdır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ cümlesi, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , isim cümlesi, lam-ı muzahlaka ve isnadın tekrarı olmak üzere birden çok tekit içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
اِنَّ ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ , cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen, اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükümdür. (Suyûtî, İtkan, c. 2 s.176) Nahl/18)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَنَرٰيكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَرٰي [Görmek] fiili, kalp ile görme [yani senin hakkında kanaatimiz / reyimiz bu] anlamındadır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
رَاَيْتَ fiilinde istiare sanatı vardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) Bilmek anlamak manasında müstear olmuştur. Zikredilen rüyet, kastedilen ise idraktir. Manevi, akli ve görünmez olan bir durum, gözle görülen, bir şey menziline konulmuştur. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
تَرَ fiili aklî (manevi) bir durumla ilgili olup basiretle (hissî) ilgili değildir. İlim manasında rü’yet kelimesinin kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, Meryem/77. s. 307)
لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. Ayette sapkınlık, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, içinde bulundukları durumun şiddetli kötülüğü, sapıklığın onları kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır.
ضَلَالٍ ‘deki nekrelik nev, kesret ve tahkir ifade eder.
ضَلَالٍ için sıfat olan مُب۪ينٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Dalaletin مُب۪ينٍ ‘le sıfatlanması istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan açıkça ortaya koyma sıfatı, dalalete isnad edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır. Onların sapkınlığının gözle görülür bir hal aldığını ifade eder. ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُب۪ينٌ kelimesi أبانَ fiilinden ism-i fail kalıbındadır ve بانَ fiilinin manasını mübalağalı olarak ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Yasin/60)
الْمَلَأُ ; göz dolduran kişiler, dalkavuklar demektir. ُالْمَلَأُ eşraf ve yöneticiler demektir. Bunun, beraberinde kadınların olmadığı erkekler anlamında olduğu da söylenmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l - Akli’s-Selîm)
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır.(Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي ضَلَالَةٌ وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Bir peygamber için en zor iş, peygamberliğini kabul ettirmektir. Nitekim birçok âyette tenkitlerin sıklıkla peygamberlik kurumuna yöneltildiği ve peygamberlerin yalancılıkla suçlandığı bildirilmiş; onların gerçek peygamber olduğuna ilişkin aklî ve mûcizevî delillerden söz edilmiş; buna rağmen yalanlamakta direnenler eleştirilerek felâketlere uğradıkları, âhirette de azaba çarptırılacakları haber verilmiştir. Hz. Nûh da kendisini yalan söylemek ve doğru yoldan sapmakla suçlayanlara karşı, derin bir samimiyetle kendisinin asla bir yalancı ve yoldan sapmış olmadığını, bir resul sıfatıyla onlara Allah’ın buyruk ve yasaklarını duyurduğunu, öğütler verdiğini, bilgisinin Allah’tan geldiğini ifade etmiştir.
“Bir şeyi yerine ulaştırma” anlamına gelen tebliğ, istiare yoluyla “bilinmesi istenen bir konuyu ilgilisine duyurma” mânasında da kullanılır; dinî terminolojide özellikle “bir peygamberin Allah’tan gelen buyruk ve yasakları ümmetine bildirmesi” anlamına gelir. Nasihat ise “bir kimsenin, muhatabını kendi faydasına veya zararına olan hususlarda iyi niyetle uyarması” mânasında kullanılır (İbn Âşûr, VIII/2, s. 193-194). Hz. Nûh’un, “Ben sizin bilmediklerinizi Allah’tan (gelen vahiy ile) biliyorum” şeklindeki sözü, peygamberin Allah’tan gelen vahiy sayesinde tebliğ ve nasihat etmeye lâyık ve ehil bulunduğunu, tebliğ ve nasihatinin kusursuz olduğunu gösterir.
Nûh’un 63. âyetteki sözüyle dört şeye işaret edilmektedir: a) Öncelikle ona Allah’tan vahiy gelmiştir; şu halde o bir peygamberdir ve “içlerinden biri”dir, yani yakından tanıdıkları ve dürüst bildikleri bir insandır. b) Amacı insanları uyarmaktır. c) Uyarının gayesi takvâdır, ilâhî buyruklara uyup yasaklardan sakınmaktır. d) Takvânın götüreceği sonuç ise Allah’ın rahmetine mazhar olmaktır. Âyette böylesine yüksek amaçlar taşıyan bir peygamberin tebliğini “şaşkınlık”la karşılamanın anlamsızlığı vurgulanmaktadır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 542-543
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي ضَلَالَةٌ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l kavli, يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. Münada olan قَوْمِ muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı لَيْسَ ب۪ي ضَلَالَةٌ ‘dur.
لَيْسَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
ب۪ي car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. ضَلَالَةٌ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur.
لَيْس isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’ nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzafsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazfedilebilir.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنّ۪ي istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لَـٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
ي mütekellim zamiri لٰكِنّ۪ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. رَسُولٌ kelimesi, لٰكِنّ۪ي ‘nin haberi olup damme ile merfûdur.
مِنْ رَبِّ car mecruru رَسُولٌ ‘nün mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي ضَلَالَةٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي ضَلَالَةٌ cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
قَوْمِ ; birbirini destekleyen topluluk demektir. Kıyam kelimesi de bu kökten gelir.Eğer bir peygamber hitap ettiği topluluğa “ey kavmim” demediyse, o peygamber o kavimden olmayabilir.
Nidanın cevap cümlesi olan لَيْسَ ب۪ي ضَلَالَةٌ cümlesi, لَيْسَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ب۪ي car mecruru لَيْسَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. ضَلَالَةٌ , muahhar ismidir.
Müsnedün ileyhin nekre gelişi, tahkir ve “hiçbir” anlamında umum ifade eder. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre umuma işarettir.
ضَلَالَةٌ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Önceki ayetteki لَنَرٰيكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ cümlesiyle, لَيْسَ ب۪ي ضَلَالَةٌ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Burada Nuh (a.s) kavminin suçladığı sapıklığın kendisinde olmadığını aynı fiilin merre-i masdarı ile ifade etmiştir. Bu geçiş ifadeye: ‘’Sizin söylediğiniz şeyin bir tanesi bile bende yoktur’’, anlamını katmıştır. Bu ayet-i kerimede Nuh (a.s) onların kendisini yaftalamaya çalıştıkları ضَلَالٍ [sapıklık] ithamını, ضَلَالَةٌ kelimesi ile reddetmiştir. Cevaptaki merre-i masdar olan ضَلَالَةٌ onların ithamının hiçbir parçasının Allah’ın (c.c) peygamberinde olmadığı anlamını yüklenerek cümleye mübalağa unsuru katmıştır. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
ب۪ي ضَلَالَةٌ ibaresine dahil olan ب۪ harfi, mülâbese ve musahabe ifadesi içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t -Tenvîr)
Önceki ayette ضَلَالٍ şeklinde gelen kelime burada ضَلَالَةٌ şeklinde gelmiştir. Buradaki ةٌ harfi; mübalağa ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Nuh'un, "Ey kavmim!" diye onlara hitap etmesi, onların kalplerini hakka yöneltmek içindir. Nuh (a.s) bu sözleri ile kâfirlerin iddialarını ret ve sapıklığı kendi nefsinden nefyetmek suretiyle hakkı ortaya koyuyor. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Cümle, atıf harfi وَ ’la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. İstidrak manasındaki, tekid ifade eden لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ car mecruru لٰكِنّ۪ ‘nin haberi olan رَسُولٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّ الْعَالَم۪ينَ izafetinde âlemler, Rab ismine muzâfun ileyh olmakla şan ve şeref kazanmıştır.
رَسُولٌ - ضَلَالَةٌ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
رَبّ۪ - رَسُولٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah Teâlâ’dan رَبِّ الْعَالَم۪ينَ şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın maliki olması dolayısıyla azametine işaret eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Mutaffifin/5)
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنْصَحُ لَكُمْ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنْصَحُ لَكُمْ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Cümle, رَسُولٌ ‘ün ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Fiil cümlesidir. اُبَلِّغُكُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir انا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
رِسَالَاتِ ikinci mef’ûlun bih olup, nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. Aynı zamanda muzâftır. رَبّ۪ي muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْصَحُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir انا ’dir. لَكُمْ car mecruru اَنْصَحُ fiiline mütealliktir. اَعْلَمُ fiili, atıf harfi وَ ile اَنْصَحُ fiiline matuftur.
اَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir انا ’dir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru اَعْلَمُ fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا تَعْلَمُونَ ‘dır. İrabtan mahalli yoktur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُبَلِّغُكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بلغ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنْصَحُ لَكُمْ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Fasılla gelen ayet, önceki ayetteki رَسُولٌ için ikinci sıfattır. Fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
التَّبْلِيغُ والإبْلاغُ ; Bir şeyi kastedilen bir mekâna ulaştırmak demektir. Burada bilinmesi amaçlanan bir konuyu sanki bir yerden başka bir yere nakleder gibi haber vermek manasında istiare edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Veciz ifade kastına matuf رِسَالَاتِ رَبّ۪ي izafetinde Rab ismine muzâf olan رِسَالَاتِ ve yine Rab ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamirinin işaret ettiği Musa (a.s), şan ve şeref kazanmıştır.
Risalet kelimesinin çoğul olarak zikredilmesi, ya vakitlerinin değişik ya manalarının çeşitli olması itibariyledir; ya da bundan maksat, kendisine ve kendisinden önceki peygamberlere gönderilen vahiylerdir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Önceki ayette رَبِّ الْعَالَم۪ينَ buyurularak rububiyetin umumi olduğu belirtilmişken burada رَبّ۪ي şeklinde rububiyetin hususileştirilmesi hükmün illetini zımnen bildirmek içindir. Çünkü Allah Teâlâ’nın onun Rabbi olması, tebliğ emrini yerine getirmesini mûcibdir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
رِسَالَاتِ رَبّ۪ي sözünde izmardan izhara dönülmesinin nedeni, Rabb lafzının mütekellim zamirine izafet edilerek taatin lüzumunu ilan etmektir. Çünkü kavim resulü kerih görse de o sadece Allah’ın emrettiği tebliği yapmak için çabalar. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Risaleti tebliğ etmenin manası, onlara Cenab-ı Allah'ın çeşitli tekliflerini, emirleri ve yasaklarının kısımlarını bildirmektir. Nasihat da insanı taatta bulunmaya teşvik etmek, günahlardan sakındırmak ve bu teşvik ile sakındırmada en iyi şekilde gayret sarf etmektir. Ayetteki "Rabbimin risaletlerini" ifadesi, Hz. Nuh'a, Allah Teâlâ'nın çeşit çeşit risaletler (görevler) yüklediğine delalet eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Aynı üslupla gelerek atıf harfi وَ ’la makabline atfedilen وَاَنْصَحُ لَكُمْ ve وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ cümlelerinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Her ikisi de müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَعْلَمُ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan لَا تَعْلَمُونَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki muzari fiiller, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَا ism-i mevsûlü, tazim ve arkadan gelecek şeylere tenbih ifade eder.
اَعْلَمُ - لَا تَعْلَمُونَ kelimeleri arasında tıbak-ı selb, iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
رَبّ۪ - اللّٰهِ ve رِسَالَاتِ - اَنْصَحُ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Nush ve nasihat kapsamlı kelimelerdir. Söz veya amelde iyi niyetli olmak ve hayrı istemek için kullanılır. Hadis-i şerifte ‘’Din nasihattir ve Allah’ın sizi yönetmeyi emrettiği kimselere nasihat etmektir.’’ buyurulur. Nasihat, çoğunlukla kendisine fayda ve zarar sağlayacak şeyler konusunda muhatabı uyarmak için kullanılır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Geniş zaman kipinin kullanılması, Nuh'un onlara sürekli öğüt verdiğine, bu hizmeti her zaman yaptığına delalet eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَكُمْ ifadesi verilen öğüdün sırf onların yararına olduğuna delalet eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
مِنَ burada ibtidaiyyedir. Yani, bu bana Allah’tan gelen bir ilimdir. İstidrak manası içeren bu manalar, her aklı başında insanın hidayet ve doğruluktan anladığı manalardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْ وَلِتَتَّقُوا وَلَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوَعَجِبْتُمْ | şaştınız mı? |
|
2 | أَنْ |
|
|
3 | جَاءَكُمْ | gelmesine |
|
4 | ذِكْرٌ | bir Zikir |
|
5 | مِنْ | -den |
|
6 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz- |
|
7 | عَلَىٰ | aracılığı ile |
|
8 | رَجُلٍ | bir adam |
|
9 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
10 | لِيُنْذِرَكُمْ | sizi uyarmak için |
|
11 | وَلِتَتَّقُوا | ve korunmanız için |
|
12 | وَلَعَلَّكُمْ | ve belki |
|
13 | تُرْحَمُونَ | merhamete uğrarsınız diye |
|
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَجِبْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf مِنْ harf-i ceri ile عَجِبْتُمْ fiiline mütealliktir.
جَٓاءَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ذِكْرٌ fail olup damme ile merfûdur. مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru ذِكْرٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰى رَجُلٍ car mecruru ذِكْرٌ ‘ un mahzuf ikinci sıfatına mütealliktir. مِنْكُمْ car mecruru رَجُلٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
لِيُنْذِرَكُمْ وَلِتَتَّقُوا وَلَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
لِ harfi, يُنْذِرَكُمْ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle جَٓاءَكُمْ fiiline mütealliktir.
يُنْذِرَكُمْ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. لِ harfi, تَتَّقُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle جَٓاءَكُمْ fiiline mütealliktir
تَتَّقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تُرْحَمُونَ cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تُرْحَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَتَّقُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftial babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي olmuş, sonra و harfi ت 'ye dönüşmüş إتّقي olmuştur.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
يُنْذِرَكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْ وَلِتَتَّقُوا
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, takdiri أكذبتم وعجبتم أن جاءكم olan mukadder istînâfa وَ ile atfedilmiştir. Hemze inkarî istifham harfidir. Ayet, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mazi fiil sıygasında gelerek hudus, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen mana itibariyle taaccüb ve kınama yani akıldan yoksun bir iş üzere olduklarını bildirme kastı taşıdığından cümle, mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْۜ cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen من harfiyle عَجِبْتُمْ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
جَٓاءَ fiilinin ذِكْرٌ ‘ ya nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan gelme fiili zikre isnad edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır. Zikrin gelmesi ifadesi sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
عَلٰى رَجُلٍ ibaresindeki istila manası taşıyan عَلَيْ harfinde istiare vardır. Çünkü istila; mülazemet gerektirir. Zikir, رَجُلٍ ‘i kaplamış gibi ifade edilmiştir. رَجُلٍ , binek yerine konmuştur. Sanki o kişinin üzerine binmiş, kontrol onun elindedir. Mülazemet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكُمْ izafetinde Rab isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.
ذِكْرٌ ve رَجُلٍ kelimelerinin nekre gelişi neviyyet içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيُنْذِرَكُمْ cümlesi, masdar tevilinde olup harf-i cerle جَٓاءَكُمْ fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üsluptaki وَلِتَتَّقُوا cümlesi, masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
Zikrin uyarmak ve sakındırmak şeklindeki geliş sebeplerinin sayılması taksim sanatıdır.
لِيُنْذِرَكُمْ - لِتَتَّقُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ifadesi, مِنْ اَنْ جَٓاءَكُمْ (size gelmiş olmasına) anlamındadır. ذِكْرٌ öğüt demektir. [Rabbinizden, aranızdan bir adama] yani içinizden bir kişinin diliyle. Bu ifadenin bir benzeri, مَا وَعَدْتَنَا عَلٰى رُسُلِكَ [peygamberlerin aracılığıyla bize vadettiklerini] (Âl-i İmrân 3/194) ayetinde de söz konusudur. Zira onlar Nuh (a.s)’ın peygamber olmasına şaşırıyorlar ve “[Allah elçi göndermek isteseydi, melek indirirdi] Biz, ilk atalarımızdan böyle bir şey işitmedik!” [Mü’minûn 23/24] diyorlardı.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t -Te’vîl)
Bu kelam, o kâfirlerin, " Şüphesiz, biz seni apaçık bir dalalet içinde görüyoruz"; " Biz seni ancak bizim gibi bir insan görüyoruz..."; " Ve eğer Allah dileseydi elbette melekler indirirdi"; ayetlerinde zikredilip de burada zikredilmeyen sözlerine cevap ve rettir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَلَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Ayetin son cümlesindeki وَ , ta’liliyedir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır. Gayrı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. لَعَلَّ ‘nin haberi olan تُرْحَمُونَ ‘nin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
تُرْحَمُونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
‘Umulur ki’anlamında olan لَعَلَّ harfi, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir, yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724); لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)
Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki لَعَلَّ (umulur ki) harfinin لَ manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)
عسى أن ترحموا değil de لعلكم ترحمون buyurulması bu ifadenin hem şimdiki zaman hem de gelecek zaman ifade etmesidir. Çünkü başında istikbal harfi olmaksızın gelen muzari fiil hem şimdiki zaman hem de gelecek zaman ifade eder.
عسى أن ترحموا ifadesi ise, sadece gelecek zamanı ifade eder, çünkü manasını gelecek zamana çeviren أن harfiyle birlikte gelmiştir. Dolayısıyla bu şimdiki zamanda değil, gelecek zamanda meydana gelecektir. Halbuki rahmet hem şimdiki zamanda hem de gelecek zamanda ve her zaman ümit edilir. Dolayısıyla ayette gelen ifade evladır.
Başka bir şey de: لعلكم ترحمون ibaresinde iki kere hitap zamiri geçmiştir. Biri كم zamiri, diğeri de و ‘dır. Halbuki عسى أن ترحموا ibaresinde hitap zamiri sadece bir kere yer alır. Dolayısıyla ayetteki ibare daha kuvvetli ve tekidlidir. Çünkü isnad tekrarlanmıştır. Yani böylece rahmetin vuku bulacağı onlara iki kere isnad edilmiştir.
Üçüncü olarak; لعلكم ترحمون ibaresi isim cümlesi, عسى أن ترحموا ibaresi ise fiil cümlesidir. Bilindiği gibi isim cümlesi fiil cümlesinden daha kuvvetlidir. Dolayısıyla bu cümlenin ifade ettiği rahmet ümidi daha kuvvetlidir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 220)
Burada لَعَلّ "umulur ki..." kelimesinin kullanılması, istenen şeyin pek değerli olduğuna, takvanın mutlaka ilâhî rahmeti gerektirmediğine fakat rahmetin Allah Teâlâ'nın lütfuna bağlı bulunduğuna, takva sahibinin, takvasına güvenip Allah Teâlâ'nın azabından emin olamayacağına dikkat çekmek içindir. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)
فَكَذَّبُوهُ فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً عَم۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَكَذَّبُوهُ | O’nu yalanladılar |
|
2 | فَأَنْجَيْنَاهُ | biz de kurtardık |
|
3 | وَالَّذِينَ | o kimseleri |
|
4 | مَعَهُ | O’nunla berebar |
|
5 | فِي | bulunanları |
|
6 | الْفُلْكِ | gemide |
|
7 | وَأَغْرَقْنَا | ve boğduk |
|
8 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
9 | كَذَّبُوا | yalanlayanları |
|
10 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
11 | إِنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
12 | كَانُوا | idiler |
|
13 | قَوْمًا | bir kavim |
|
14 | عَمِينَ | kör |
|
Hz. Nûh’un risâlet görevini eksiksiz yerine getirmesine ve içten çabalarına rağmen, kavminin büyük çoğunluğu onu yalancılıkla suçlamakta direndiler ve bunun dünyadaki cezasını büyük tufanda helâk edilerek gördüler (tûfan hakkında bilgi için bk. Hûd 11/36-49).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 543
فَكَذَّبُوهُ فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ
Fiil cümlesidir. فَ istînafiyedir. كَذَّبُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْجَيْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَٓا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ atıf harfi وَ ’la اَنْجَيْنَاهُ ‘deki mef’ûle matuf olup, mahallen mansubdur. Mekân zarfı مَعَ mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فِي الْفُلْكِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَغْرَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَٓا fail olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِنَا car mecruru كَذَّبُوا fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب ‘dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
اَغْرَقْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غرق ’dır.
اَنْجَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نجو ‘dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً عَم۪ينَ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُمْ zamiri, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. قَوْماً kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup fetha ile mansubdur.
عَم۪ينَ۟ kelimesi قَوْماً ‘in sıfatı olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَم۪ينَ۟ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَكَذَّبُوهُ فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ
فَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ cümlesi, atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
فَاَنْجَيْنَاهُ fiilinin mef’ûlüne matuf olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası mahzuftur. مَعَهُ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Yine mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ cümlesi, فَاَنْجَيْنَاهُ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayetteki azamet zamirine geçişte iltifat sanatı vardır.
اَغْرَقْنَا fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَذَّبُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَذَّبُوا fiili تفعيل babındandır. تفعيل babının en yaygın anlamı teksirdir.
كَذَّبُوا fiiline müteallik olan بِاٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette, sonraki habere dikkat çekmek için gelen ism-i mevsûllerin ilki bahsi geçenleri tazim, ikincisi ise tahkir ifade eder.
اَغْرَقْنَا ve فَاَنْجَيْنَاهُ fiillerinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Mazi sıygadaki fiiller hudus, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
اَنْجَيْنَاهُ - اَغْرَقْنَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ cümlesiyle فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ ‘nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
فَكَذَّبُوهُ - كَذَّبُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَنْجَيَ fiili, افعال babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)
Ayette, kurtarmanın boğulmadan önce zikredilmesi, kurtarmayı hemen haber vermek, ilâhî rahmetin gazaptan önce geldiğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً عَم۪ينَ۟
Ta’liliye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan كَانُوا قَوْماً عَم۪ينَ cümlesi, nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)
قَوْماً ‘in sıfatı olan عَم۪ينَ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
قَوْماً عَم۪ينَ ifadesinde istiare sanatı vardır. Kavim, körlükle sıfatlanmış, ayetleri yalanlayan insanların gerçeği anlamamaları, kör olan insanların, dünyayı görememelerine benzetilmiştir.
Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Bu عَم۪ينَ۟ tabiri عامي şeklinde de okunur. عمي ile عامي arasındaki fark, عمي kelimesinin mevcut ve devamlı olan bir körlüğe; عامي kelimesinin ise sonradan ortaya çıkan bir körlüğe delalet etmesidir. Hiç şüphe yok ki onların körlüğü sabit ve köklü bir körlük idi. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اَفَلَا تَتَّقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِلَىٰ | ve (gönderdik) |
|
2 | عَادٍ | Ad(kavmin)e de |
|
3 | أَخَاهُمْ | kardeşleri |
|
4 | هُودًا | Hud’u |
|
5 | قَالَ | dedi ki |
|
6 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
7 | اعْبُدُوا | kulluk edin |
|
8 | اللَّهَ | Allah’a |
|
9 | مَا | yoktur |
|
10 | لَكُمْ | sizin |
|
11 | مِنْ | hiçbir |
|
12 | إِلَٰهٍ | tanrınız |
|
13 | غَيْرُهُ | O’dan başka |
|
14 | أَفَلَا |
|
|
15 | تَتَّقُونَ | sakınmaz mısınız? |
|
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِلٰى عَادٍ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أرسلنا şeklindedir. اَخَاهُمْ mef’ûlun bih olup harfle îrab olan beş isimden biri olduğu için nasb alameti eliftir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هُوداً kelimesi اَخَاهُمْ ‘den bedel olup fetha ile mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l kavli يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. Münada olan قَوْمِ muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı اعْبُدُوا اللّٰهَ ‘dır. اعْبُدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
İsim cümlesidir. مَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. اِلٰهٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
غَيْرُهُ kelimesi اِلٰهٍ ‘nin sıfatı olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzafsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazfedilebilir.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ nefî, nehîy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, meful ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M.Meral Çörtü Nahiv s.341 )
غَيْرُ edatı nekre bir ismin peşinden geldiğinde onun sıfatı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَفَلَا تَتَّقُونَ
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَتَّقُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَتَّقُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي olmuş, sonra و harfi ت 'ye dönüşmüş إتّقي olmuştur.
Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur اِلٰى عَادٍ , takdiri أرسلنا (gönderdik) olan fiile mütealliktir.
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
هُوداً , mef’ûl olan اَخَاهُمْ ‘dan bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلٰى عَادٍ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
اَخَاهُمْ [içlerinden biri] demektir. Nitekim “Araplardan biri” anlamında يا احَا العرب derler. Onlardan birinin peygamber olarak seçilmiş olmasının sebebi, kendi içlerinden olan ve doğruluğunu, güvenilirliğini ve her halini gayet iyi bildikleri bir kimsenin söylediklerini daha iyi anlayacak olmalarıdır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t- Te’vîl)
Mecrurun asıl mef’ûle takdim edilmesi, zamir kullanılarak sözün veciz olması içindir. Zira Hud (a.s) onların kardeşi olması, dolayısıyla samimiyeti ifade etmek istenmiştir. Böylece lafzen ve rütbeten tehir edilmiş olan zamir gelerek Âd lafzının tekrarına ihtiyaç kalmamıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimedeki kesra, muzâfun ileyhten ivazdır.
Nidanın cevabı olan اعْبُدُوا اللّٰهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قَالَ يَا قَوْمِ ifadesinde atıf harfi hazfedilmiş, Nuh kıssasında denildiği gibi فَقَالََ denilmemiştir. Bu, farazî olarak soru soran bir kimsenin “Peki, Hûd onlara ne dedi?” şeklinde sorduğu düşünülen bir soruya cevap şeklindedir. Bu yüzden cevap, bağlaçsız [dedi ki: Ey kavmim! Sadece Allah’a kulluk edin] şeklinde verilmiştir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مَا nafiye, لَكُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Muahhar mübteda olan اِلٰهٍ , zaid مِنْ sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur.
اِلٰهٍ ’deki nekrelik nev, kıllet ve tahkir ifade eder. Zaid harf مِنْ , kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfi siyakta nekre umum ve şümule işarettir.
غَيْرُهُ kelimesi اِلٰهٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Allah Teâlâ’ya ait zamirin muzâfun ileyh olduğu غَيْرُهُ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
اِلٰهٍ - اللّٰهَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.
اَفَلَا تَتَّقُونَ
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, takdiri … أتغفلون (Gaflette misiniz?) olan mukadder istînâfa فَ ile atfedilmiştir.
Hemze, inkârî istifham harfidir. Cümle, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, taaccüp, kınama ve azarlama anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça başvurulan bir üslup olarak karşımıza çıkan istifhâmı inkârî ile kabul edilmeyen/edilmemesi gereken bir olgunun neden hala farkına varılmadığı sorgulanmaktadır. (İstifhâm Üslûbunun Mecâzi Kullanımları ve Meallere Yansıması Avnullah Enes Ateş)
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَفَلَا تَتَّقُونَ cümlesi inkârî istifham olup فَ ile مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُ cümlesine tefri’ olarak atfedilmiştir. Takvadan murad, ibadet ve ilâhi itikat açısından Allah’a başkalarını ortak koşmayıp O’nun azabından sakınmaktır. Bu hallerine devam ederlerse onlara Allah’ın vaidinin olduğuna tariz vardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اَفَلَا تَتَّقُونَ şu manalara gelir: Niçin düşünmüyorsunuz? Niçin gaflet içinde yaşıyorsunuz? Niçin sakınmıyor, takva sahibi olmuyorsunuz? Niçin anlamıyor yada anlamak istemiyorsunuz?
Kur'an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin ( تَعَقُّل ) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي سَفَاهَةٍ وَاِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi(ler) ki |
|
2 | الْمَلَأُ | ileri gelen |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | كَفَرُوا | inkarcılar |
|
5 | مِنْ | -nden |
|
6 | قَوْمِهِ | kavmi- |
|
7 | إِنَّا | elbette biz |
|
8 | لَنَرَاكَ | seni görüyoruz |
|
9 | فِي | içinde |
|
10 | سَفَاهَةٍ | bir beyinsizlik |
|
11 | وَإِنَّا | ve elbette biz |
|
12 | لَنَظُنُّكَ | zannediyoruz ki sen |
|
13 | مِنَ | -dansın |
|
14 | الْكَاذِبِينَ | yalancılar- |
|
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ٓ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْمَلَأُ fail olup damme ile merfûdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl الْمَلَأُ ’nun sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ٓ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ قَوْمِه۪ٓ car mecruru كَفَرُوا ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي سَفَاهَةٍ وَاِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
نَرٰيكَ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
نَرٰيكَ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Bilmek anlamında kalp fiilidir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ف۪ي سَفَاهَةٍ car mecruru نَرٰيكَ fiiline mütealliktir.
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
نَظُنُّكَ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
نَظُنُّكَ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْكَاذِب۪ينَ car mecruru نَظُنُّكَ fiiline müteallik olup, cer alameti ى ‘ dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )
الْكَاذِب۪ينَ kelimesi sülâsî mücerredi كذب olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي سَفَاهَةٍ وَاِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
İstînâfiye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Bu cümle, Hud as’ın sözlerinin hikâye edilmesinden kaynaklanan gizli bir sualin cevabıdır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
الْمَلَأُ ; göz dolduran kişiler, dalkavuklar demektir.
ُالْمَلَأُ eşraf ve yöneticiler demektir. Bunun, beraberinde kadınların olmadığı erkekler anlamında olduğu da söylenmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
الْمَلَأُ için sıfat konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘ nin sılası olan كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle sıfatlanması, sonraki habere dikkat çekmenin yanında o kişilere tahkir ifade eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مِنْ قَوْمِه۪ car mecruru كَفَرُوا ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي سَفَاهَةٍ cümlesi, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ‘nin haberinin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm anlamları katmıştır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , isim cümlesi, isnadın tekrarı ve lam-ı muzahlaka olmak üzere birden fazla tekit içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ruveynî’ye göre رَاَوُا fiilinin ilim manasında kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilense ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilirsiniz; manevi, aklî ve görünmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konuldu. (Ruveyni, Teemmülat fî Sûreti Meryem, Meryem Suresi 77)
نَرٰي [Görüyoruz] ifadesindeki görme fiili, kalp ile görme (yani senin hakkında kanaatimiz / reyimiz bu) anlamındadır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
سَفَاهَةٍ ’ deki nekrelik, kesret, nev ve tahkir ifade eder.
ف۪ي سَفَاهَةٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla sefahet (zekâ azlığı ve akıl düşüklüğü), içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü sefahet hakiki manada zarfiyeye, yani içine girilmeye müsait değildir.
لَنَظُنُّكَ ifadesindeki tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır.(Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri)
Bu ayette, kavmin ileri gelenleri (ُالْمَلَأُ) ‘nden bir kısmı küfür ile tavsif edilmiştir. Çünkü Nuh kavminin ileri takımının hepsi kâfir değillerdi. Mersed b. Sa'd gibi Hûd'a iman eden, fakat imanını gizleyenler de vardı. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Aynı üslupta gelen son cümle وَاِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ , mekulü’l-kavle atfedilmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَفَرُوا - الْكَاذِب۪ينَ ve لَنَظُنُّكَ - لَنَرٰيكَ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Zannetti ve kesin bildi olmak üzere iki zıt manaya gelen نَظُنُّكَ fiili, bu ayette kesin bildi anlamındadır.
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي سَفَاهَةٌ وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي سَفَاهَةٌ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l kavli يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. Münada olan قَوْمِ muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı لَيْسَ ب۪ي ضَلَالَةٌ ‘dur.
لَيْسَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
ب۪ي car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. سَفَاهَةٌ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzafsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazfedilebilir.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَيْس isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’ nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنّ۪ي istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder.Bazı müfessirlere göre لَـٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
ي mütekellim zamiri لٰكِنّ۪ي ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. رَسُولٌ kelimesi لٰكِنّ۪ي ‘nin haberi olup damme ile merfûdur.
مِنْ رَبِّ car mecruru رَسُولٌ ‘ ün mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimmalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي سَفَاهَةٌ وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
İstînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavl cümlesi olan يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي سَفَاهَةٌ , nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimenin sonundaki kesra, mahzuf muzafun ileyhten ivazdır.
Nidanın cevap cümlesi olan لَيْسَ ب۪ي سَفَاهَةٌ cümlesi, nakıs fiil لَيْسَ ’ nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ب۪ي car mecruru, لَيْسَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. سَفَاهَةٌ , muahhar ismidir.
Müsnedün ileyhin nekre gelişi tahkir ve herhangi bir anlamında umum ifade eder. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre, umum ve şumule işarettir.
ب۪ي ibaresine dahil olan ب۪ harfi mülâbese ve musahabe ifadesi içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ cümlesi, atıf harfi وَ ’la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfî sıygadan müspet sıygaya iltifat sanatı vardır.
İstidrak manasındaki, tekid ifade eden لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrâk, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrâk ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrâk, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ car mecruru رَسُولٌ ’ un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
رَبِّ الْعَالَم۪ينَ izafetinde âlemler, Rab ismine muzâfun ileyh olmakla şan ve şeref kazanmıştır.
Allah Teâlâ’dan رَبِّ الْعَالَم۪ينَ şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın maliki olması dolayısıyla azametine işaret eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Mutaffifin/5)
Bu ayet, 61.ayetin bir kelime hariç tekrarıdır. İki ayet arasında reddü'l-acüz ale's-sadr, tekrir ve ıtnâb sanatları vardır.
Önceki ayetteki اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي سَفَاهَةٍ cümlesiyle, لَيْسَ ب۪ي سَفَاهَةٌ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
-Allah’ın selamı üzerlerine olsun- peygamberlerin, kendilerini sapkınlık ve beyinsizlikle suçlayanlara verdikleri cevaplarda güzel bir edep ve büyük bir olgunluk söz konusudur. Onlar, aslında hasımlarının, insanların en sapkınları ve en beyinsizleri olduklarını bildikleri halde yine de onlara onların söylemi ile karşılık vermemiş; onların suçlamalarını görmezden gelmişlerdir. Yüce Allah’ın onların bu cevaplarını Kur’an’da bize nakletmiş olması da kullarına beyinsiz kimselerle nasıl muhatap olacaklarını, onların söylediklerinin üzerini nasıl örteceklerini öğretmek sadedindedir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t- Te’vîl)
Toplum içinde, Allah katında yasaklanmış bir yanlışın yaygınlaşmış olmasının, bana onu yapma hakkını verdiğini düşünmekten,
Bizi, alemleri ve içindeki-dışındaki diğer her şeyi, müthiş bir düzen içerisinde yaratan Allah’a şirk koşmaktan ve kulluğumda – bilerek ya da bilmeyerek – eksiklik göstermekten ve Allah’ın azabından,
Hakikatin peşinden gitmeyi beyinsizlik ve sapkınlık görenlerin hallerine ve söylediklerine meyil etmekten,
Kalbimi, zihnimi, kulaklarımı ve gözlerimi hakikate kapatmaktan,
Allah’a sığınırım.
Yaşadığı toplumun ya da etrafındakilerin kötü hallerini eksikliklerine bahane olarak göstermekten sakınarak, kulluğunu güzelleştirmek için elinden geleni yapanlardan,
Hakikate karşı – onu almak, idrak etmek ve hayata geçirmek için – daima açık olanlardan,
Yanlışını itiraf edenlerden, doğrusunu çoğaltanlardan,
Yaşadığı dünyanın refahı ve ahiretteki kurtuluşu için, son nefesine kadar, Allah rızası için umutla çalışanlardan,
Her umutsuzluğa düştüğünde ve her şevki kırıldığında; Kıyametin koptuğunu görsek bile elimizdeki fidanı dikmemizi buyuran Rasulullah (sav)’in ümmetinden olduğunu hatırlayanlardan,
Olmak duasıyla.
Amin.
***
Sosyal ilişkiler, içinde bazen eğlence, bazen de sıkıntı barındıran; insan hayatının en önemli ihtiyaçlarındandır. Eğitim, iş, ev ve yolculuk gibi yürünen yollar, uyumlu-uyumsuz ve başlayan-süren-biten ilişkilerle doludur. Özellikle de zorunlu sebeplerle kurulanlardan dolayı herkesin anlaştıkları olduğu gibi anlaşamadıkları da vardır. Seçilerek kurulanların devamlılığı kesin olmadığı gibi sonu da her zaman mutluluk değildir.
Kişiler arasındaki bağların zamanla kopması, zayıflaması, araya mesafe konması veya sonlandırılması da hayatın bir parçasıdır. Ancak toplumlarda dönen konuşmaların bir kısmına kulak verildiğinde; kişilerin haksız bulduklarını veya anlaşamadıklarını kötülemeye meyilli oldukları farkedilir. Zira çoğunlukla insan nefsi, olayları kendi temellerini sarsacak şekilde kişisel algılar. Bu iç dünyanın sebebidir, dış dünyanın sebebi ise insanlar, kötü ilişkiyi açıklayacak geçerli bir sebep peşindedir.
Bu yüzden de yürütülemeyen ilişkilerde, taraflardan birine yüklenilmesi bir alışkanlık haline gelmiştir. Dedikoduyu lezzetlendirmesi veya ilişkideki dengesizliğin, kötü bir kaynaktan geldiğine inanmanın getirdiği rahatlık veya karşı taraf kötü ilan edildiğinde etrafı ikna etmenin kolaylığı da gerekçeler arasındadır. Ayrıca kimse kötü olduğuna inandığı kişiyi dinlemek zorunda değildir. Hakikati söylese de, haklı olsa da; onu dikkate almamak için geçerli bir sebebi vardır.
Farklı sıkıntılar yoksa eğer; bozuk ilişkilerde taraflar veya gönlünün sevemediği veya ortak nokta yokluğuyla anlaşamadığı kişiler, kötü olmak zorunda değildir. Yoksa bu çarpık inancın nefsi beslemekten, şımartmaktan ve bazen de kibri uyandırmaktan öte faydası yoktur. İyi bir insan veya iyi bir müslüman, herkesi sevmek veya herkesle anlaşmak zorunda değildir. Ancak sevmediği ve anlaşamadığı kişiyi anlatırken bile dürüst olmak zorundadır. Gözüne batan kötü ayrıntılardan ötesini göremiyorsa eğer susmalıdır.
Bozuk ilişkiler ve iletişim esnasında ortaya çıkan zayıf veya hoş olmayan haller; kimi zaman çok yorucu veya acı olsa da, ne kadar insan olduğumuzun kanıtıdır.
Ey Allahım! Bizi nefsimizin yalanlarına kanmaktan ve nefsimizi şımartan yanlışların peşinde dolanmaktan muhafaza buyur. Nefsimize yenik düşmeden her ilişkisinde adil ve dürüst davrananlardan eyle. Mecburi ilişkilerimizde, nefsani duygularımızı bir tarafa bırakarak Senin rızan için yapmamız gerekenleri yapanlardan eyle ve bu işte bize doğruyu göster ve bu işi bize kolaylaştır. Anlaşamadığımız kişilerin dahi haklı veya hakikati hatırlatan sözlerini işitenlerden eyle. Kalplerimizde, kine ve kibre dair hiçbir kırıntı bırakma. Nurun ve muhabbetin ile doldur. Ahlakımızı güzelleştir. Sevdiklerinin sevgisini gönüllerimize yerleştir, sevmediklerini ise uzaklaştır.
Amin.