بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَمَا لَهُمْ اَلَّا يُعَذِّبَهُمُ اللّٰهُ وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَا كَانُٓوا اَوْلِيَٓاءَهُۜ اِنْ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُٓ اِلَّا الْمُتَّقُونَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | neden |
|
2 | لَهُمْ | onlara |
|
3 | أَلَّا |
|
|
4 | يُعَذِّبَهُمُ | azabetmesin? |
|
5 | اللَّهُ | Allah |
|
6 | وَهُمْ | onlar |
|
7 | يَصُدُّونَ | geri çevirdikleri |
|
8 | عَنِ |
|
|
9 | الْمَسْجِدِ | Mescid-i |
|
10 | الْحَرَامِ | haramdan |
|
11 | وَمَا | ve |
|
12 | كَانُوا | olmadıkları halde |
|
13 | أَوْلِيَاءَهُ | onun velisi |
|
14 | إِنْ |
|
|
15 | أَوْلِيَاؤُهُ | onun velileri |
|
16 | إِلَّا | sadece |
|
17 | الْمُتَّقُونَ | korunanlardır |
|
18 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
19 | أَكْثَرَهُمْ | çokları |
|
20 | لَا |
|
|
21 | يَعْلَمُونَ | bilmezler |
|
Mekke döneminde indiği de rivayet edilen bu iki âyette müşriklerin Kâbe ile ilişkileri, ibadetleri ve taassupları hakkında önemli açıklamalar yapılmaktadır. Çok eski zamanlardan beri var olan bu kutsal mekân ve bina, insanları hem dinî hem de ticarî sebeplerle kendine çekiyor, birçok insanî ilişkiye zemin teşkil ediyordu. Her şeyden önce bir mâbed olan Beytullah’ı ziyarete gelenler burada özel ibadetler yapıyorlar, müşrikler Kâbe’nin içine koydukları putlarına tapınıyorlar, adaklar adayıp bunu yerine getiriyorlardı. Hz. İbrâhim için olduğu kadar onun neslinden gelen Hz. Muhammed aleyhisselâm ve müslümanlar için de kutsal ve mübarek bir mekân olan Kâbe’de müslümanlar da namaz kılmak, dua etmek istediler. Müşrikler, bu durumun insanları etkileyeceğini, müslüman olmalarını teşvik ve telkin edeceğini düşünerek yasak koydular, Hz. Peygamber dahil birçok müslümana burada ibadet ediyor diye işkence ve hakaret ettiler. Kâbe’nin bakım ve yönetim sorumlusu (âyet metnindeki karşılığına göre velîsi) olmak büyük bir mazhariyet ve şerefti; ancak İslâm’a göre buna lâyık ve ehil olmanın şartı takvâ sahibi olmaktı, Allah’ın cezasından korkmak, O’nun kullarına eziyet etmemek ve O’nun evinde kendisine ibadet edenlere mani olmamaktı. Müşrikler Allah’tan korkmadan, O’nun rızâsını gözetmeden müminleri ibadetten menederek Kâbe’ye hizmet şerefine lâyık olmadıklarını ortaya koydular.
Müşrikler, Kâbe mescidinde özellikle Hz. Peygamber ve müminler ibadet ederken ıslık çalıp el çırparak Beytullah’ın çevresinde dolaşmaya başlıyorlar, kendileri de ibadet yapıyorlarmış görüntüsü vererek müminlerin ibadetlerini sabote edip huzurlarını bozuyorlardı. Benimsediğimiz bu yoruma göre onların yaptıkları ibadet değil, ibadet görüntüsü içindebir engelleme hareketi idi (İbn Kesîr, III, 593-594).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 688
وَمَا لَهُمْ اَلَّا يُعَذِّبَهُمُ اللّٰهُ وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَا كَانُٓوا اَوْلِيَٓاءَهُۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru مَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir.
اَنْ masdariyyedir. لاَ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf في harfi ceriyle لَهُمْ ‘deki mahzuf habere mütealliktir. Takdiri; أيّ شيء لهم في انتفاء العذاب (Eziyetten sakınacakları herhangi bir şey var mı?) şeklindedir.
يُعَذِّبَهُمُ fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. وَهُمْ يَصُدُّونَ cümlesi, يُعَذِّبَهُمُ ‘deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَصُدُّونَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَصُدُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَنِ الْمَسْجِدِ car mecruru يَصُدُّونَ fiiline mütealliktir. الْحَرَامِ kelimesi الْمَسْجِدِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. اَوْلِيَٓاءَهُ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Sonunda zaid, yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayr-ı munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayr-ı munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). Ayette isim cümlesidir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُعَذِّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi عذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنْ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُٓ اِلَّا الْمُتَّقُونَ
İsim cümlesidir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَوْلِيَٓاؤُ۬هُٓ mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. الْمُتَّقُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُتَّقُونَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
وَ atıf harfidir. لَـٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لَـٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
أَكۡثَرَ kelimesi لٰكِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا يَعْلَمُونَ cümlesi, لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimmalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا لَهُمْ اَلَّا يُعَذِّبَهُمُ اللّٰهُ وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَا كَانُٓوا اَوْلِيَٓاءَهُۜ
وَ , istînâfiyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan istifham harfi مَا ’nın haberi mahzuftur. لَهُمْ , bu mahzuf habere mütealliktir.
Cümlenin takdiri; أيّ شيء لهم في انتفاء العذاب (Onlar eziyetten sakındıracak ne vardır?) şeklindedir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasında rağmen terkip tevbih ve istihza kastı taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca istifhamda tecahül-i arif sanatı vardır.
مَا inkari istifham harfidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اَلَّا harfi, اَنْ ve لا ‘dan oluşmuştur.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki لا يُعَذِّبَهُمُ اللّٰهُ cümlesi, masdar teviliyle takdir edilen في harfiyle birlikte مَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
Masdar-ı müevvel, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması kalplere korku salmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
[Ne özellikleri varmış ki bunların, (müminleri) ondan] yani Mescid-i Harâm’dan [menederlerken Allah onlara azap etmeyecekmiş?!] Yani azaptan kurtulmaya sebep olacak hiçbir özellikleri olmadığından, mutlaka azaba uğrayacaklardır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Hal و ’ıyla gelen وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ cümlesi, يُعَذِّبَهُمُ fiilinin mef’ûlünün halidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ cümlesi müsneddir.
Müsnedin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
الْحَرَامِ kelimesi الْمَسْجِدِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
وَمَا كَانُٓوا اَوْلِيَٓاءَهُ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la makablindeki hal cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
Menfî كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’ nin haberi olan اَوْلِيَٓاءَهُ izafeti, muzafın şanı içindir. Veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, 3/79)
كَانَ fiili, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgular ve ona dikkat çeker. (Rağıb el-İsfehani, Müfredât)
اِنْ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُٓ اِلَّا الْمُتَّقُونَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Ta’liliyye veya beyanî istînâf olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefiy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّٓا ile oluşan kasır cümleyi tekid etmiştir. Kasır, mübteda ve haber arasındadır. اَوْلِيَٓاؤُ۬هُٓ maksur / mevsûf, haber olan الْمُتَّقُونَ maksurun aleyh / sıfattır.
Bu tip kasırlar çoğunlukla izafidir. Bir mevsûfu vasıflamak konusunda bu tip kasırlar daha beliğ, ekmel ve akvâdır. Olumsuzluk harfi ve اِلَّٓا ile yapılan kasırlar, çoğunlukla burada olduğu gibi olumsuz bir cümleden sonra ve muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda gelirler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Nefî ve istisnâ şeklindeki kasrlar, muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda tercih edilir.
Müsnedin الْ takısıyla marife olması bu özelliğin kemal derecede olduğuna işaret eder. Ayrıca müsnedin tarifi tahsis ifade eder.
Ayetin son cümlesi olan وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ , atıf harfi وَ ‘la, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan لَا يَعْلَمُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm anlamları katmıştır.
اَكْثَرَ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
لَا يَعْلَمُونَ keyfiyetinin onlardan çoğuna tahsisi, bazılarının hakikati bilmelerine rağmen kibir ve inatları yüzünden bilmezden gelmeleri sebebiyledir.
اَوْلِيَٓاءَهُۜ kelimesinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَكْثَرَهُمْ ; bazılarının bu hakikati bildiğine fakat inatla hakkı teslim etmediklerine işarettir. Başka bir görüşe göre ise bu ifadeden maksat onların tamamıdır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474)
İstidrak, önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrak ise aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | كَانَ | değildir |
|
3 | صَلَاتُهُمْ | onların namazları |
|
4 | عِنْدَ | yanındaki |
|
5 | الْبَيْتِ | Beyt(ullah) |
|
6 | إِلَّا | başka |
|
7 | مُكَاءً | ıslık çalmadan |
|
8 | وَتَصْدِيَةً | ve el çırpmadan |
|
9 | فَذُوقُوا | O halde tadın |
|
10 | الْعَذَابَ | azabı |
|
11 | بِمَا | dolayı |
|
12 | كُنْتُمْ | olmanızdan |
|
13 | تَكْفُرُونَ | inkar ediyor(lar) |
|
وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
صَلَاتُهُمْ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عِنْدَ mekân zarfı صَلَاتُ ‘nun mahzuf haline mütealliktir. الْبَيْتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. مُكَٓاءً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. تَصْدِيَةً atıf harfi وَ ’la مُكَٓاءً ‘e matuftur.
فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كانت هذه طبيعة صلاتكم فذوقوا (Dualarınızın özelliği, tabiatı buysa, tadın) şeklindedir.
ذُوقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْعَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harfi ceriyle ذُوقُوا fiiline mütealliktir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنْتُمْ nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. تَكْفُرُونَ cümlesi, كُنْتُمْ ’ün haberi olarak mahallen mansubdur.
تَكْفُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı M.Vecih Uzunoğlu)
وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ
وَ , istînâfiyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefiy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّٓا ile oluşan kasır cümleyi tekid etmiştir. Kasır, كَانَ ’nin ismi ve haberi arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. صَلَاتُهُمْ , maksur / mevsûf, haber olan مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةً , maksurun aleyh / sıfattır.
Nefî ve istisnâ şeklindeki kasrlar, muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda tercih edilir.
الْبَيْتِ ‘den kasıt Kabe’dir. عِنْدَ الْبَيْتِ izafeti muzafın şanı içindir.
Temasül nedeniyle birbirine atfedilen müsnet konumundaki مُكَٓاءً - تَصْدِيَةً kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
مُكَٓاءً - تَصْدِيَةً kelimeleri, bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةً Kur’an’ın üslubundaki bu parlak ifadeyi bir düşünün. Zira, müşrikler ıslık ve el çırpmayı, Beytullah’ta eda edilmesi gereken namaz yerine koydular.
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, 3/79)
Böylece, ibadetin manasını anlamayan ve Allah’ın evlerinin hürmetini tanımayan hayvanlar gibi oldular. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Bu hareketleri Peygamber efendimiz Kabe’de namaz kılmak istediği zaman kafasını karıştırmak için yaptıkları da söylenmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Islık çalıp el çırpma işi, namaz cinsinden olan birşey değildir. Binaenaleyh, onları, salat lafzından istisna etmek nasıl caiz olabilir? denilise, biz deriz ki:
Bu hususta da şu izahlar yapılmıştır:
a) Onlar, ıslık çalıp el çırpma işinin namazın cinsinden olduğuna inanıyorlardı. Böylece bu istisna da onların bu inançlarına göre yapılmıştır.
b) Bu ifade tıpkı senin, وددت الأمير فجعل جفائي صلتي [Ben Emîri sevdim amma onun bana olan bağışı, bana zulmetmek oldu.] Yani أقام الجفاء مقام الصلة فكذا ههنا [İhsan yerine zulümü koydu.] denilmesi kabilindendir.
c) Bundan maksat şudur: "Namazı ıslık çalmak ve el çırpmak olan kimsenin namazı yoktur." Nitekim Araplar, "Onun kusuru ve ayıbı, sadece cömertliktir" manasını kasdederek, demektedirler. Daha sonra Cenab-ı Hak. "(Ey kâfirler), devam edegeldiğiniz o küfrünüzden dolayı artık tadın azabı" buyurmuştur. Yani, "Bedir Günü'ndeki kılıç azabını tadınız " demektir. Buna, "(Ahirette onlara), küfretmeniz sebebiyle, azabı tadın!" manası da verilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l -Gayb)
Ayette geçen مُكَٓاءً kelimesi, öfke ile köpürmek, melemek, ağlamak, feryat etmek gibi çeşitli sesleri bildiren mastar grubundaki kelimelerden birisidir. Birisi ağzıyla ıslık çaldığı zaman یمْكُو, مكَا denilir. تَصْدِیَةً kelimesi ise alkışlamak, el çırpmak anlamında hava akımının iki elin arasında çarpma ile meydana getirdiği sestir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
Fasılla gelen şart üslubundaki terkipte فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Cevap cümlesi olan فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Takdiri إن كانت هذه طبيعة صلاتكم (Dualarınızın özelliği, tabiatı buysa) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَذُوقُوا الْعَذَابَ [Azabı tadın!] tehekkümî istiaredir. Azap, acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Azabın korkunçluğunu mübalağa içindir. Aralarındaki zıddiyet, tehekküm ve alay maksadıyla tenasübe benzetilmiştir. Câmî, hissetmektir.
Zevk almak, tadılan şeyin künhünü anlamak bakımından hissetmenin en son noktasıdır. Azabı tatmak şeklinde Kur’an'da çok kullanılmıştır. Aslında Kur’an'da ذُقْۙ ۚ ذُقُوا , فذُوقُوا ُkelimeleri sadece azap kastedildiğinde kullanılmıştır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ- Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.162)
Azabı tatma emri ihane (hor görme) tarikiyledir. Âlûsî de emrin ihane için olduğunu söyler. Zemahşerî şöyle der: Tadın emri, Allah’ın vaat ve vaîdiyle alay ettikleri için onları alaya almak ve kınamak manasınadır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’ nın sılası olan كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ , nakıs fiil كان ’ nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği, olayı göz önünde canlandırarak dikkatleri artırır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S. 103)
صَلَاتُهُمْ ve فَذُوقُوا arasında gaipten muhataba geçiş şeklinde güzel bir iltifat sanatı vardır.
فَذُوقُوا الْعَذَابَ [Öyleyse azâbı tadın.] ifadesinde kastedilen Bedir savaşında öldürülmeleri ve esarete maruz kalmalarıdır. Bir görüşe göre ise, bu azap âhiret azabıdır. O zaman lâm'in ahd için olma ihtimali vardır, ahd de ائْتِنَا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ [bize acıklı azâbı getir.] (Enfâl/32) cümlesinde ismi geçen azaptır. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl, Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Bu ayette تَكْفُرُونَ olarak A’raf suresinde ise تَكْسِبُونَ şeklinde ifade edilmiştir. Çünkü burada bahsedilen azap küfür sebebiyledir. A’raf suresinde ise bahsedilen, dalalet ve küfürden dolayıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | يُنْفِقُونَ | harcarlar |
|
5 | أَمْوَالَهُمْ | mallarını |
|
6 | لِيَصُدُّوا | engel olmak için |
|
7 | عَنْ |
|
|
8 | سَبِيلِ | yoluna |
|
9 | اللَّهِ | Allah |
|
10 | فَسَيُنْفِقُونَهَا | ve harcayacaklar |
|
11 | ثُمَّ | sonra (bu) |
|
12 | تَكُونُ | olacak |
|
13 | عَلَيْهِمْ | kendilerine |
|
14 | حَسْرَةً | dert |
|
15 | ثُمَّ | nihayet |
|
16 | يُغْلَبُونَ | yenilecekler |
|
17 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
18 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
19 | إِلَىٰ |
|
|
20 | جَهَنَّمَ | cehenneme |
|
21 | يُحْشَرُونَ | sürüleceklerdir |
|
Bedir Savaşı’nda, başlarında Ebû Cehil olmak üzere on Kureyş zengini bizzat harbe katılmanın yanında her gün birer deve keserek savaşçılara ikram ediyorlardı, buna rağmen yenildiler. Uhud Savaşı’nda intikam almak istediler; Ebû Süfyân, taşradan gelip Mekke civarına yerleşen gariban takımından (ehâbîş) 2000 kişi kiralayarak savaşa sürdü, ancak bu savaşta da istedikleri sonuca ulaşamadılar; çünkü bu savaşta, kendilerine ulaşan bilginin aksine Hz. Peygamber, Ebû Bekir ve Ömer ölmemişlerdi. Arkadan Hendek Savaşı oldu, bu savaşta da Medine’yi günlerce kuşatma altında tuttular, fakat sonuç alamadan bırakıp gittiler. Müslümanların bütün istedikleri Allah’ın gösterdiği yolda yürümek, O’nun rızâsına uygun bir hayat düzeni kurmaktı. Müşrikler ise bunu onlara çok görüyor, yollarını kesmek istiyor, bu maksatla büyük harcamalar yapıyor, mal ve canlarından oluyorlardı. Bütün bu fedakârlık ve harcamaların sonu hüsran oldu, yenildiler ve acı çektiler. Sonunda iyi ile kötü, pis ile temiz, doğru yolda olanla yanlış yolda olan birbirinden ayrıldı, herkes hür iradesi ile seçtiği yolda yürüdü. Bu yolun sonu iyiler için Allah rızâsı ve cennet, kötüler için ise Allah’ın gazabı ve cehennem oldu, bu her zaman da böyle olacaktır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 689
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا۟ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. يُنْفِقُونَ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُنْفِقُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَمْوَالَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, يَصُدُّوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel لِ harfi ile يُنْفِقُونَ fiiline mütealliktir.
يَصُدُّوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَنْ سَب۪يلِ car mecruru يَصُدُّوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنْفِقُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نفق ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَۜ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. Fiilin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَيُنْفِقُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تَكُونُ nakıs, damme ile merfû muzari fiildir. تَكُونُ ’nun ismi, müstetir olup takdiri أنت ’dir. عَلَيْهِمْ car mecruru حَسْرَةً ‘e mütealliktir. حَسْرَةً kelimesi تَكُونُ ’nun haberi olup fetha ile mansubdur. يُغْلَبُونَۜ cümlesi, ثُمَّ atıf harfi ile تَكُونُ ‘ye matuftur.
يُغْلَبُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَۙ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُٓوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰى جَهَنَّمَ car mecruru يُحْشَرُونَ fiiline müteallik olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. يُحْشَرُونَۙ
cümlesi, mübteda الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُحْشَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
Gayr-ı munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayr-ı munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıftır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında, bu kişilere tahkir ifade eder.
Müsnedün ileyh konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife oluşu bahsi geçen kişileri tahkir içindir.
اِنَّ ’nin haberi olan يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi, masdar teviliyle يُنْفِقُونَ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ car-mecruru, يَصُدُّوا fiiline mütealliktir.
Veciz ifade kastına matuf سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olan سَب۪يلِ , şan ve şeref kazanmıştır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. Müsteâr سَب۪يلِ kelimesidir, hissîdir. Müsteârun leh İslam’dır, aklîdir. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır.
فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَۜ
فَ , istînâfiyyedir.
فَسَيُنْفِقُونَهَا cümlesi, istikbal harfi سَ ile tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. سَ harfi vaid ve vaad siyakında tekid ifade eder.
س lafzının dünyada gerçekleşecek olayları, سوف lafzının ise, ahirette gerçekleşecek olayları ifade etmek için kullanıldığı belirtilmiştir. (Necmettin Çalışkan, Abdurrahman Hasan Habenneke El- Meydânî Ve Tefsîri)
يُنْفِقُونَ - فَسَيُنْفِقُونَهَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً cümlesi, tertip ve terahî ifade eden atıf harfi ثُمَّ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Nakıs fiil كان ’ nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلَيْهِمْ car mecruru durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için amili olan حَسْرَةً ‘e takdim edilmiştir.
İnfak ettikleri o şeyler kendilerine üzüntü olacaktır.
تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً cümlesindeki istila manası taşıyan عَلَيْ harfinde istiare vardır. Çünkü istila; mülazemet gerektirir. حَسْرَةً , o kimseleri kaplamış gibi ifade edilmiştir. İnsanlar binek yerine konmuştur. Sanki hasar insanların üzerine binmiş, kontrol onun elindedir. Mülazemet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
حَسْرَةً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
ثُمَّ يُغْلَبُونَۜ cümlesi, tertip ve terahî ifade eden atıf harfi ثُمَّ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hasret (iç acısı) mallara isnad edilmiştir. Çünkü hasretin sebebi onu infakla (harcama) alakalıdır. Bunu hasret kelimesinin kendisiyle haber vermek, mastar kullanmak gibi mübalağa içindir. Mal üzüntünün sebebidir, üzüntünün bizzat kendisi değildir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
فَسَيُنْفِقُونَهَا [Onu harcayacaklar] tamamıyla, belki de birincisi o durumdaki harcamalarıdır, o da Bedir harcamasıdır. İkincisi de gelecekte harcamalarıdır, o da Uhut harcamasıdır. İkisinden tek şey murat etmek de mümkündür, o da birincisi harcamanın maksadını açıklamaktadır, ikincisi de sonunu açıklamaktadır ki o da henüz gerçekleşmemiştir.
ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً [Sonra da onlara yürek yangısı olacak] pişmanlık ve keder bakımından, çünkü gereksiz yere gitmiştir, kendisi yürek yangısı kabul edilmiştir, bu da harcamanın sonucudur ki bunda mübalağa vardır. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl - Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s - Selîm)
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَۙ
Cümle, atıf harfi وَ ’la öncesindeki …اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onları tahkir ifade eder.
Müsnedün ileyh konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübtedanın haberi olan اِلٰى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur اِلٰى جَهَنَّمَ , ihtimam için amili olan يُحْشَرُونَ ‘ye takdim edilmiştir.
Ayetteki muzari fiiller, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تُحْشَرُونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s.127)
Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [İnkâr edenler toplanıp cehenneme sürüleceklerdir.] ifadesinde Allah Teâlâ, onların cehennemde toplanacağını beyan ederken, bunun içine orada azaba uğrayacakları manasını idmâc etmiştir. Tehdit anlamı taşıyan bu cümlede, mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir.
الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Cenab-ı Hakk'ın, Kâfirler en sonunda cehenneme sürüleceklerdir " buyruğu hakkında iki bahis bulunmaktadır: Birinci bahis: Allah وإلى جهنم يحشرون (Ve cehenneme sürüleceklerdir.) buyurmadı. Zira, onların içinde, Müslüman olanlar, ileride olacaklar da bulunuyordu. Aksine Cenab-ı Hak, küfürde devam edenlerin böyle olacağını beyân etmiştir.
İkinci bahis: Bu ifadenin zahiri, onların haşrinin, sadece cehenneme olacağını gösterir. Çünkü, haberin takdimi, hasr ifade eder.
Bil ki bu sözün gayesi şudur: Onlar, o infaklarında mallarını harcamadan dolayı, ancak dünyada yürek acısı ve haybet-i emel; ahirette de şiddetli bir azabı elde edeceklerdir. Bu da böylesi bir infâkta bulunmaktan büyük bir men ve nehyi ifade eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَب۪يثَ بَعْضَهُ عَلٰى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَم۪يعاً فَيَجْعَلَهُ ف۪ي جَهَنَّمَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لِيَمِيزَ | ayıklasın diye |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | الْخَبِيثَ | murdarı |
|
4 | مِنَ |
|
|
5 | الطَّيِّبِ | temizden |
|
6 | وَيَجْعَلَ | ve koyup |
|
7 | الْخَبِيثَ | bütün murdarları |
|
8 | بَعْضَهُ | birini |
|
9 | عَلَىٰ | üzerine |
|
10 | بَعْضٍ | diğerinin |
|
11 | فَيَرْكُمَهُ | yığsın da |
|
12 | جَمِيعًا | hepsini |
|
13 | فَيَجْعَلَهُ | atsın |
|
14 | فِي |
|
|
15 | جَهَنَّمَ | cehenneme |
|
16 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
17 | هُمُ | onlardır |
|
18 | الْخَاسِرُونَ | ziyana uğrayanlar |
|
لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَب۪يثَ بَعْضَهُ عَلٰى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَم۪يعاً فَيَجْعَلَهُ ف۪ي جَهَنَّمَۜ
لِ harfi, يَم۪يزَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile يُحْشَرُونَ fiiline mütealliktir.
يَم۪يزَ fetha ile mansub muzari fiilidir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. الْخَب۪يثَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ الطَّيِّبِ car mecruru يَم۪يزَ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَجْعَلَ fetha ile mansub muzari fiildir. Değiştirme manasında kalp fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الْخَب۪يثَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
بَعْضَهُ kelimesi الْخَب۪يثَ ‘den bedel olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلٰى بَعْضٍ car mecruru جعل fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlun bihine mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَرْكُمَهُ fetha ile mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. جَم۪يعاً kelimesi يَرْكُمَهُ ‘deki gaib zamirinin hali olup fetha ile mansubdur. يَجْعَلَهُ atıf harfi فَ ile يَرْكُمَهُ ‘ye matuftur.
يَجْعَلَهُ fetha ile mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ف۪ي جَهَنَّمَۜ car mecruru يَجْعَلَهُ fiiline müteallik olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra.Ayette lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Gayr-ı munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayr-ı munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıftır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْخَب۪يثَ - الطَّيِّبِ kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ fasıl zamiridir. الْخَاسِرُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Veya munfasıl zamir هُمُ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الْخَاسِرُونَ haber olup, ref alameti وَ ’dır. هُمُ الْخَاسِرُونَ cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Zamiru’l Fasl (Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْخَاسِرُونَ kelimesi sülâsî mücerredi خسر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَب۪يثَ بَعْضَهُ عَلٰى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَم۪يعاً فَيَجْعَلَهُ ف۪ي جَهَنَّمَۜ
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ cümlesi, masdar tevilinde, يُحْشَرُونَ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Aynı üslupta gelen birbirine matuf وَيَجْعَلَ الْخَب۪يثَ بَعْضَهُ عَلٰى بَعْضٍ ve فَيَرْكُمَهُ جَم۪يعاً cümleleri atıf harfi وَ ‘la لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ cümlesine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Her ikisi de müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
جَم۪يعاً kelimesi يَرْكُمَهُ ‘deki gaib zamirinin halidir. Hal anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
يَجْعَلَ - الْخَب۪يثَ - بَعْضٍ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الطَّيِّبِ , müminlerden; الْخَب۪يثَ ise kafirlerden kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Ayrıca bu iki kelime arasında tıbak-ı icab sanatı vardır.
Burada istiare olduğu da söylenmiştir. الْخَب۪يثَ kelimesiyle kastedilen mana azabı hak etmiş amel’dir. Bu konuda ‘’üst üste yığılma’’(anlamı) doğru olmaz, çünkü bu sadece cisim ve maddeler için geçerlidir. Pis amel’in (el-amelu’l-habis)’’çokluk’’ ile nitelenmesinden kastedilen ise işleyenlerinin çok olmasıdır. Küme bulutlar ve savrulan çöl kumları gibi nesnelerin üst üste yığılması da onların çok olduğunu betimleyen anlatılardır. ‘Amelin cehenneme atılması‘’ ifadesi ise, ‘’Cezası, cehennem ateşi olarak üzerine iner’’ demektir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟
Ayetin son cümlesi ta’lil hükmünde istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh, işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tahkir ifade eder.
Munfasıl zamir هُمُ , tekit ifade eden fasıl zamiridir.
Cümlede müsned olan الْخَاسِرُونَ ‘nin harf-i tarifle marife gelmesi kasr ifadesinin yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. هُمُ maksûr/mevsûf, الْخَاسِرُونَ maksurun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat, iddiaî kasrdır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. Onların hüsranda olduğu kesin bir dille bildirilmiştir.
هُمُ الخاسِرُونَ sözündeki kasr, iddiâidir. Onların hüsran ile vasıflanmaları öyle mübalağalı ifade edilmiştir ki sanki başkaları hüsranda sayılmaz. Sanki insanlar arasında sadece onlar hüsran içindedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
الْخَاسِرُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
هم zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.
Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'âni'l Kerim)
“Hüsrana uğrayacaklar da bunlardır”; çünkü onlar ahde vefayı ahdi bozmakla, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi bir tutmayı koparmakla, salahı fesatla, ilahi sevabı da ilahi cezayla değiştirmişlerdir.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t- Te’vîl)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟ sözündeki ismi işaret, bundan önce zikredilen sıfatları sebebiyle onların zikredilen bu habere layık olduklarını tenbih içindir. Çünkü bu durumda olan kimse en büyük hüsranı hak etmiştir. O dünya ve ahiret faydalarını kaybetmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ وَاِنْ يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْاَوَّل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | söyle |
|
2 | لِلَّذِينَ | kimselere |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(lere) |
|
4 | إِنْ | eğer |
|
5 | يَنْتَهُوا | vazgeçerlerse |
|
6 | يُغْفَرْ | bağışlanır |
|
7 | لَهُمْ | kendilerine |
|
8 | مَا | olanlar |
|
9 | قَدْ |
|
|
10 | سَلَفَ | geçmiştekiler |
|
11 | وَإِنْ | yok yine |
|
12 | يَعُودُوا | dönerlerse |
|
13 | فَقَدْ | elbette |
|
14 | مَضَتْ | geçerlidir |
|
15 | سُنَّتُ | kanunu |
|
16 | الْأَوَّلِينَ | öncekilerin |
|
Başka dinden olan, farklı inanç taşıyan düşmanlar, müminlere karşı birtakım suçlar işlemiş, zararlar vermiş olabilirler. İnkâr halinde yaşayan insanlar İslâm’a göre günah olan birçok fiil işlemiş, kendi sistemlerine göre geçerli olan hukukî tasarruflarda bulunmuş olabilirler. Bir gün Allah onlara hidâyet nasip ederse daha önceki yapıp etmeleri ne olacaktır? Âyet bu soruya cevap veriyor: Allah onların kâfir iken yaptıklarını bağışlayacaktır, İslâm’a girdikleri andan itibaren sabıka kayıtları silinecek, kendileri için beyaz bir sayfa açılacaktır. Fıkıhçıların bu âyeti, ilgili başka âyet, hadis ve ilkelerle birlikte değerlendirerek ulaştıkları sonuç da şöyledir: Allah kendi haklarını bağışlar, geçmiş günahlarının temeli ve âmili olan inkâr hali ortadan kalktığı için hidâyete ermiş olan kulunu daha önce yaptıklarından sorumlu tutmaz. Kul haklarına gelince bunların maddî bakımdan telâfisi yoluna gidilir, zararlar tazmin ettirilir, haksız yoldan elde edilen mallar sahiplerine iade edilir, tüketilmiş olanlar tazmin ettirilir. Âyetteki genel ifadeye bakarak inkâr halinde işlenen her suçun, yapılan her kötülüğün müslüman olduktan sonra bağışlanacağını söyleyen âlimler de olmuştur (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, II, 851 vd.; İbn Âşûr, IX, 344). İnkâr halinde işlenmiş suç ve günahların hidâyete erdikten sonra silinmesi ve hidâyeti seçen kimsenin dünyada da bunlardan sorumlu tutulmaması hükmü ihtidâyı teşvik bakımından büyük bir önem taşımaktadır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 689-690
قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl لِ harfi ceriyle قُلْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُٓوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. Mekulü’l-kavli, اِنْ يَنْتَهُوا ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كَفَرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَنْتَهُوا şart fiili olup, ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ karînesi olmadan gelen يُغْفَرْ لَهُمْ cümlesi şartın cevabıdır.
يُغْفَرْ sükun ile meczum meçhul muzari fiildir. لَهُمْ car mecruru يُغْفَرْ fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası قَدْ سَلَفَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. سَلَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَنْتَهُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi نهي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاِنْ يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْاَوَّل۪ينَ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعُودُوا şart fiili olup, ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن يعودوا ننتقم منهم لأنه قد مضت سنّة الأولين (Eğer dönerlerse onlardan intikam alacağız çünkü öncekilere uygulanan kural onlar için de geçerlidir.) şeklindedir.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. مَضَتْ iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. سُنَّتُ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْاَوَّل۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşai isnaddır.
قُلْ fiiline müteallik ism-i mevsûl لِلَّذ۪ينَ ‘nin sıla cümlesi olan كَفَرُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ terkibi, şart üslubunda gelmiştir. Şart cümlesi olan اِنْ يَنْتَهُوا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi olan يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُغْفَرْ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul مَٓا ‘nın sılası olan قَدْ سَلَفَ cümlesi, tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُمْ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtiaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
يُغْفَرْ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Bu kelam korkutmayı takiben teşvik, vaîdi takiben vaadin gelmesi veya aksi gibi Kur’anın adetine uygun olarak gelmiştir. Onları uyardığı şeyle uyarmış ve korkuttuğu şeyle korkutmuştur. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَاِنْ يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْاَوَّل۪ينَ
Şart üslubundaki terkip atıf harfi وَ ’la önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart cümlesi اِنْ يَعُودُوا , müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
اِنْ , vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْاَوَّل۪ينَ , tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cevap cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek olayın vukuunun kesinliğine, temekkün ve istikrarına işaret etmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayetteki muzari fiiller, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْاَوَّل۪ينَ - سَلَفَ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنْ - قَدْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَ cümlesi ile وَاِنْ يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْاَوَّل۪ينَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Yaptıklarına son verirlerse kafirlerin affedileceği haber verilmiş. O halde günahlarımızı, hatalarımızı fark edip sık sık tövbe edelim.
وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ كُلُّهُ لِلّٰهِۚ فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَاتِلُوهُمْ | ve onlarla savaşın |
|
2 | حَتَّىٰ | kadar |
|
3 | لَا |
|
|
4 | تَكُونَ | kalmayıncaya |
|
5 | فِتْنَةٌ | fitne |
|
6 | وَيَكُونَ | ve oluncaya (kadar) |
|
7 | الدِّينُ | din |
|
8 | كُلُّهُ | tamamen |
|
9 | لِلَّهِ | Allah’ın |
|
10 | فَإِنِ | eğer |
|
11 | انْتَهَوْا | son verirlerse |
|
12 | فَإِنَّ | muhakkak ki |
|
13 | اللَّهَ | Allah |
|
14 | بِمَا | ne |
|
15 | يَعْمَلُونَ | yaptıklarını |
|
16 | بَصِيرٌ | görmektedir |
|
Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’nin de kaydettiği gibi (Ahkâmü’l-Kur’ân, II, 854) âyetin “fitne ortadan kalkıncaya ve dinin tamamı Allah için oluncaya kadar…” kısmını iki şekilde anlamak mümkündür: 1. “Dünyada veya bölgede hiçbir müşrik kalmayıncaya ve herkes müslüman oluncaya kadar.” 2. “Din ve vicdan hürriyeti yerleşinceye, herkesin serbestçe dinini yaşaması imkânı doğuncaya ve böylece hak olsun bâtıl olsun din seçimi ve dinî hayat baskıya değil, samimi inanca dayanıncaya kadar.” Biz ikinci anlayışı tercih etmiş bulunuyoruz (ayrıca bk. el-Bakara 2/193; en-Nisâ4/75-76).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 690
وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ كُلُّهُ لِلّٰهِۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَاتِلُوهُمْ fiili نَ ’un hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. لَا تَكُونَ muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel قَاتِلُوهُمْ fiiline müteallik olup mahallen mecrurdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَكُونَ nakıs, fetha ile mansub muzari fiildir. Burada tam fiil olarak amel etmiştir. فِتْنَةٌ fail olup damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir. يَكُونَ nakıs, fetha ile mansub muzari fiildir. Burada tam fiil olarak amel etmiştir. الدّ۪ينُ faili olup damme ile merfûdur. كُلُّهُ kelimesi الدّ۪ينُ tekid eder. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِلّٰهِ car mecruru الدّ۪ينُ ‘nun mahzuf haline mütealliktir.
Te’kid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Te’kide “tevkid” de denilir. Te’kid eden kelimeye veya cümleye “te’kid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, te’kid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. Te’kid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Te’kid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.
Lafzi te’kid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile te’kid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden te’kid müekkede uyar.
Manevi te’kid: Manevi te’kit marifeyi tekit eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ , اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ dir. Ayette lafzi tekiddir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَاتِلُوهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dur.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْتَهَوْا şart fiili olup, iki sakin harfin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir.Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ ta’liliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
للّٰهَ lafza-i celâl اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. مَٓا ve masdar-ı müevvel بِ harf-ceriyle بَص۪يرٌ ‘e mütealliktir.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بَص۪يرٌ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup damme ile merfûdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْتَهَوْا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi نهي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
بَص۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ismi fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ismi failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ كُلُّهُ لِلّٰهِۚ
Önceki ayetteki … قُلْ لِلَّذ۪ينَ cümlesine atfedilen ayetin ilk cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Gaye bildiren masdar ve cer harfi حَتّٰى ve akabindeki لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ cümlesi, masdar tevilinde قَاتِلُوهُمْ fiiline mütalliktir. Bu cümlede كَانُ , tam fiildir. Masdar-ı müevvel menfi muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فِتْنَةٌ ’daki nekrelik nev ve tahkir ifade eder.
وَيَكُونَ الدّ۪ينُ لِلّٰهِ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle mevsûlün sılasına atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Menfî sıygadan müspet sıygaya iltifat sanatı vardır.
كَانُ , tam fiildir. Müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır لِلّٰهِ car-mecruru mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle, tüm kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
لَا تَكُونَ - يَكُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinâsı ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الدّ۪ينُ ‘deki marifelik, cins içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Bu ilâhî hitabın, umûmî olması, müminlerin savaşa teşvik edilmesi, "Ve eğer yeniden savaşa dönerlerse, daha öncekilere uygulanan yasa (ilâhî sünnet) onlara da uygulanacaktır" buyurulması, ceza vaadinin gerçekleştirilmesi içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Aslolan fitne değil, adalet, sulh ve emniyetin sağlanmasıdır.
فَتَنَ kelimesinin lügat manası sağlam olanının çürüğünden ayrılması için altının ateşe sokulmasıdır. Bu sözcük insanın ateşe sokulması anlamında da kullanılmıştır. Araplar bu kelimeyi kimi zaman azabın kaynaklandığı şey olarak kimi zaman da deneme/sınama manasında kullanır. فِتْنَة sözcüğü belâ sözcüğü gibi kabul edilmiştir. Çünkü her ikisi de insana erişen sıkıntı/darlık anlamında kullanılırlar. Fakat nadiren dirlik genişliği/bolluk manasını da ifade eder. Fitne hem Allah’dan hem de kullardan sâdır olan fiillerdendir. Bela, musibet, öldürme, azap etme ve benzeri hoşa gitmeyen fiiller gibi.. Bu tür fiiller Allah’dan sâdır olduklarında bir hikmete dayanırlar. İnsandan kaynaklandıklarında ise bunun zıddı olur. Bu sebeple Yüce Allah insanı her yere fitne düşürmekle yermiştir. Ahfeş’e göre Kalem suresi 6. ayette geçen مَفْتُون kelimesi fitne manasındadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 60 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fitne, fettan ve meftundur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Ayette geçen ”onlar" kelimesinden kasıt, müşriklerdir, فِتْنَةٌ [fitne] ‘den kasıt da Allah'a ortak koşmaktır. Yeryüzünde şirk kalmayıncaya kadar ve bâtıl dinlerin hepsi ortadan kalkıncaya, bâtıl dinlere inanan kimseler topyekün helak edilinceye veya öldürülme korkusuyla şirkten dönünceye kadar müşriklerle savaşın! (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)
فَاِنِ انْتَهَوْا
فَ , istînâfiyyedir.
اِنْ , şart fiilinin vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir.
Şart edatı اِنْ , mazi fiilin başına gelebilir. Bu durumda, hasıl olmamış bir şeyi hasıl olmuş gibi göstermeyi, ya da fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart cümlesi olan اِنِ انْتَهَوْا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart üslubunda gelmiş terkipte, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın takdiri جازاهم الله [Allah onları mükafatlandırır.] olan cevabı mahzuftur.
Bu takdire göre mezkur şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
فَاِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
فَ , ta’liliyedir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Allah lafzının tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا başındaki بِ harf-i ceriyle اِنَّ ‘nin haberi olan بَص۪يرٌ ’a mütealliktir. Sılası olan يَعْمَلُونَ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِمَا يَعْمَلُونَ ifadesi, siyaktaki önemine binaen amili olan بَص۪يرٌ ‘a takdim edilmiştir.
بَص۪يرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.
Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. -faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [Yaptıklarınızı görür] ifadesinde Allah Teâlâ, herşeyden haberdar olduğunu beyan ederken, bunun içine hesap ve cezayı idmâc etmiştir. Aynı zamanda lazım-melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Allah müminlerin yaptıklarını gördüğü gibi mümin olmayanlarında yaptıklarını görür. Onun için bu sözde hem vaad hem vaîd vardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr,Bakara/110)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَوْلٰيكُمْۜ نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ
Müslüman olmayanlar müslümanların din özgürlüklerine dokunmadıkça ve yurtlarına saldırmadıkça onlarla barış içinde yaşanır, hatta insanlık için hayırlı olan faaliyetlerde iş birliğine gidilir. Onlar barışı bozar, haksız çıkar veya dinî taassup gibi sebeplerle savaşmayı tercih ederlerse müminler de hukuku, dinlerini ve yurtlarını korumak için savaşacaklardır. Bu savaşı hak için, hürriyet için, erdem için yola çıkanlar kazanacaklardır; çünkü onların sığınağı, dayanağı, dostu, yardımcısı Allah’tır; O’ndan güzel dost, O’ndan güçlü yardımcı, O’ndan güvenli destek de yoktur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 690
وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَوْلٰيكُمْۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَلَّوْا şart fiili olup, iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن تولّوا فلا تخشوا بأسهم لأنّ الله مولاكم (Eğer yüz çevirirlerse zorbalıklarından korkmayın, çünkü Allah sizin mevlânızdır.) şeklindedir.
اعْلَمُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Bilmek anlamonda kalp fiilidir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اللّٰهَ lafza-i celâl اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. مَوْلٰيكُمْ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamnda muzaftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanmayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelir, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Bu ayette اعْلَمُٓوا fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَلَّوْا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ
Fiil cümlesidir. نِعْمَ camid fiil olup medih fiillerindendir. الْمَوْلٰى kelimesi نِعْمَ ’nin faili olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. نِعْمَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; الله şeklindedir.
وَ atıf harfidir. نِعْمَ camid fiil olup medih fiillerindendir. النَّص۪يرُ kelimesi نِعْمَ ’nin failidir. نِعْمَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; الله şeklindedir.
وَاِنْ تَوَلَّوْا
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki فَاِنِ انْتَهَوْا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
اِنْ , şart fiilinin vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir.
Şart edatı اِنْ , mazi fiilin başına gelebilir. Bu durumda, hasıl olmamış bir şeyi hasıl olmuş gibi göstermeyi, ya da fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan اِنْ تَوَلَّوْا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın takdiri فلا تخشوا بأسهم [onların kötülüğünden korkmayın] olan cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mezkur şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
تَوَلَّوْا kelimesinde lafzen veya takdiren من harfi varsa, yüz çevirdi manasındadır, yoksa velayet manasındadır. (Rağıb el-İsfehani, Müfredât)
Fiillerin harfi cerle farklı mana kazanması tazmin sanatıdır.
فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَوْلٰيكُمْۜ
فَ , şartın mukadder cevabı için ta’liliyedir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ‘nin dahil olduğu اَنَّ اللّٰهَ مَوْلٰيكُمْ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümle masdar teviliyle اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz, muhabbet ve destek amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında كُمْۜ zamirinin aid olduğu kişilere destek ifade eder.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu [sabit olması] veya bazı karinelerle istimrarı [devamlılığı] ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاعْلَمُٓوا ifadesi muhatap zamiriyle gelerek muhataplar bilmeyen menzilesine konmuş, böylece bu affın büyüklüğü gösterilmek istenmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle müstenefedir. Tezyil konumundadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Mazi sıygada camid, medih fiili olan نِعْمَ ’nin mahsusu mahzuftur. Takdiri; الله ‘dır. الْمَوْلٰى , fiilin failidir.
Aynı üslupta gelen وَنِعْمَ النَّص۪يرُ cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Camid fiil نِعْمَ ’nin faili النَّص۪يرُ ‘dir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Medh fiillerinden olan نِعْمَ ’nin mahsusu, mahzuftur. Cümlenin takdiri; نعم اللّٰهُ النَّص۪يرُ (Allah ne güzel yardımcıdır.) şeklindedir.
مَوْلٰيكُمْۜ - الْمَوْلٰى kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمَوْلٰى - النَّص۪يرُ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
نِعْمَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
İnsan sadece insanları ve mekanları özlemez. En çok onlarla beraberken, o anların içindeyken hissettiği duyguları özler. İnsanı en çok hüzünlendiren de, o duygulara karşı hissedilen özlemdir.
Bazı duygular vardır, bir kere girer insanın yüreğine. Bazı ilk heyecanlar vardır, tekrarını yaşadığında aynısını hissetmezsin. Bu yüzden insan uzun zamandır hasretini çektiğine kavuştuğunda hayal kırıklığı yaşar. Hatırladığım gibi değilmiş der. Halbuki belki gerçekten de hatırladığın gibiydi ama o tadını çıkardığındaki sen, aynı sen değildir artık.
İnsan yaşı ilerledikçe olgunlaşmaz. Yaşadığı tecrübelerin doğurduğu duygularla olgunlaşır. Bu yüzden kimi insan yaşıtlarına kıyasla daha olgundur. Bir anneyi birden anne olgunluğuna ulaştıran çocuğunun dünyaya gelmesi midir ya da yeni keşfettiği sevgi ve şefkat ve onların doğurduğu sorumluluk boyutları mıdır?
İnsanın yaşadığı günleri geri gelmediği gibi yaşadığı duyguları da geri gelmez. Tecrübeleri arttıkça kimi duygulardan kendisi kaçar, kimisini ise zihnindeki saflık camı çizildiği için eskisi gibi net göremez. Ne olduğunu tanısa da, bir zamanlar o yoğunluğu hissettiren detayları seçemez.
Yaşadığı günlerin değerini bildiği gibi yaşadığı duyguların da değerini bilmeli insan. Duygu yoğunluğundan ne kadar sıkılsa da, üzülse de, bunalsa da bu günler geçecek, bu duygular da bitecek. Ve insanoğlu nerede, ne halde olursa olsun, eskiden yaşadığı sıkıntılara rağmen, değerini bilerek yaşayamadığı geçmişini özlediği an illa ki gelecek.
Allah bugünlerimizi aratmasın. Yarınlarımızda kafamızı duvarlara vurup değerini bilseymişim dedirtmesin. Allah’ın gadabıyla değil, merhametiyle olgunlaştırdığı ve karşısına çıkan hakikati öğrenme fırsatlarını değerlendirebilen kullarından olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji