بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَطِيعُوا | ve ita’at edin |
|
2 | اللَّهَ | Allah’a |
|
3 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisine |
|
4 | وَلَا |
|
|
5 | تَنَازَعُوا | birbirinizle çekişmeyin |
|
6 | فَتَفْشَلُوا | yoksa korkuya kapılırsınız da |
|
7 | وَتَذْهَبَ | ve gider |
|
8 | رِيحُكُمْ | gücünüz (devletiniz) |
|
9 | وَاصْبِرُوا | ve sabredin |
|
10 | إِنَّ | çünkü |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | مَعَ | beraberdir |
|
13 | الصَّابِرِينَ | sabredenlerle |
|
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَط۪يعُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَسُولَهُٓ atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَنَازَعُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ fâ-i sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy, talep bulunması gerekir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri; لا يكن منكم تنازع ففشل (Sizden çekişen olmasın ki başarısız olmasın) şeklindedir.
تَفْشَلُوا fiili نَ ’un hazfiyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. تَذْهَبَ atıf harfi وَ ile makabline matuftur.
تَذْهَبَ fetha ile mansub muzari fiildir. ر۪يحُكُمْ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اصْبِرُوا atıf harfi وَ ile اَط۪يعُوا ‘ya matuftur.
اصْبِرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette sebep fe (فَ)’sinden sonra gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَط۪يعُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
تَنَازَعُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tefâ’ul babındadır. Sülâsîsi نزع ‘dir. Aslı تتنازعوا şeklindedir. تَ harflerinden biri hazf edilmiştir.
Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır. Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile meful aynı işi yapmıştır. Müşareket bâbı olan müfaale babıyla bu bab arasındaki fark: Müfaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile meful arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen meful zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâl اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. مَعَ mekân zarfı اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الصَّابِر۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الصَّابِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerredi صبر olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki şartın cevabı olan فَاثْبُتُوا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Allah’a itaatin zikrinden sonra resulüne itaat emri, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Allah'a itaat eden, resulüne itaatsizlik etmez.
İtaat edileceklerin Allah ve resulü olmak üzere sayılması taksim sanatıdır.
رَسُولَهُ izafetinde Allah Teâlâya ait zamire muzâf olan رَسُولَ , şan ve şeref kazanmıştır.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan وَلَا تَنَازَعُوا cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu فَتَفْشَلُوا cümlesi, masdar teviliyle, önceki cümleden doğan masdar anlamına matuftur. Yani; لا يكن منكم تنازع ففشل (İçinizde çekişenler olmasın, yoksa başarısızlığa uğrarsınız.) demektir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ cümlesi, masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ cümlesinde istiare sanatı vardır. Burada müstearun minh olan ريح (rüzgâr) lafzı, müstearun leh olan galibiyet, kuvvet manasında müstear olarak kullanılmıştır. Müstearun minhin açıkça söylendiği bu tür istiarelere istiare-i musarraha adı verilir.
Ayetteki muzari fiiller, hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ر۪يحُكُمْ kuvvet ve yardım manasında müsteardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Çünkü burada gerçekte rüzgâr (ر۪يحُ) yoktur. Bu, birisinin şansı iyi gidince veya ona bir nimet görününce Arapların ‘’ Falancının rüzgârı esti” sözündeki gibidir. Yine ‘’İkbal ondan yana; kader ona yardım ediyor’’ anlamında ‘’Rüzgâr falancadan yana‘’ da derler. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
ريح [rüzgâr] kelimesi, devletin yürümesi ve nüfuzu, rüzgârın esmesine ve nüfuzuna benzetilerek istiare yolu ile devlet kelimesi yerine kullanılmıştır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan وَاصْبِرُوا cümlesi, اَط۪يعُوا اللّٰهَ cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Ayetin sonunda müştakı zikredilen وَاصْبِرُوا kelimesinde irsâd sanatı vardır.
اَط۪يعُوا (itaat edin) - لَا تَنَازَعُوا (Çekişmeyin) kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَط۪يعُوا fiili if’al babından olduğu için tadiye manası da taşır. Hem itaat edin, hem de ettirin, gayret ve mübalağa gösterin, sizinle birlikte aileniz, çevreniz de bu itaate katılsın, demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَعَ mekân zarfı اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰه isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ ‘Allah sabredenlerle beraberdir’ ifadesinde aklî mecaz vardır. ‘’Allah’ın yardımı’’ manasında olduğu düşünülebilir.
الصَّابِر۪ينَ ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
اصْبِرُواۜ - الصَّابِر۪ينَۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Sabrın şânı, her neye sabretmesi gerekiyorsa, hepsini kapsamalıdır. Sıkıntı, zorluk, fakirlik, hastalık, meşakkat, hayatın zorlukları, bir iş yapmak, ilim talep etmek vs. gibi hallerde gerekli olan sabrın hepsini kapsar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C.2, s.155)
Sabırda bu hususiyetin bulunması, o nefsi, Allah'ın rızası için. hoşuna gitmeyen şeylere zorlamak, güçlükleri sırtlanmaya ve sızlanmamaya alıştırmak olduğu içindir. Kim, nefsini ve kalbini böyle bir boyun eğmeye sevkederse, ona, ibadetleri yapmak, taatların sıkıntılarına katlanmak ve yasak olan şeylerden kaçınmak kolay gelir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَراً وَرِئَٓاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَكُونُوا | olmayın |
|
3 | كَالَّذِينَ | gibi |
|
4 | خَرَجُوا | çıkan |
|
5 | مِنْ | -ndan |
|
6 | دِيَارِهِمْ | yurtları- |
|
7 | بَطَرًا | çalım satarak |
|
8 | وَرِئَاءَ | ve gösteriş yaparak |
|
9 | النَّاسِ | insanlara |
|
10 | وَيَصُدُّونَ | ve men’edenler |
|
11 | عَنْ | -ndan |
|
12 | سَبِيلِ | yolu- |
|
13 | اللَّهِ | Allah |
|
14 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
15 | بِمَا |
|
|
16 | يَعْمَلُونَ | onların bütün yaptıklarını |
|
17 | مُحِيطٌ | kuşatmıştı |
|
Müminler için savaşıp yenmenin, çalışıp çabalayıp başarmanın sâik ve gaye bakımından da hukukî-ahlâkî sınırları vardır. Mümin neyi niçin yaptığını, kendi kazancının kimden geldiğini, karşı tarafın kaybının meşrû olup olmadığını düşünmek, bilmek ve buna göre hareket etmek durumundadır. Allah’a iman eden, İslâm ahlâkını özümsemiş bulunan bir fert ve toplum, hak bâtıl, iyi kötü, adalet zulüm ayırımı yapmadan ötekileri taklit edemez, onlara benzeyemez. Müşriklerin Bedir’e doğru hareket etmeleri mallarını koruma zaruretine, dolayısıyla meşrû savunma hakkına dayanmıyordu; çünkü Cuhfe’ye geldiklerinde Ebû Süfyân’ın yol değiştirdiği ve kervanı kurtardığı bilgisini almışlardı. Ebû Cehil şımarıklık ve kendini beğenmişlik psikolojisiyle şöyle diyordu: “Bedir’e varıp orada şarap içmeden, câriyelerin müzik icralarını dinlemeden, Muhammed’i yendiğimizi duyurup yaymak üzere çevrede yaşayan Araplar’a, keseceğimiz develerle ziyafetler vermeden dönmeyeceğiz” (İbn Hişâm, Sîre, II, 270). Ebû Cehil kumandasında hareket eden müşriklerin müslümanları yenmek, varlıklarına son vermek istemeleri, müminlerden kaynaklanan bir insanlık suçuna veya hak tecavüzüne dayanmıyordu; müminler “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri, inandıkları gibi yaşamak istedikleri için zulüm görüyorlar, işkence çekiyorlardı; istenen onları Allah yolundan döndürmekti, tevhide giden yolu tıkamaktı. Müminler böyle böbürlenme, şımarma, çalım satma, gösteriş ve taşkınlık yapma gibi ham ve erdem dışı duygu ve saiklerle çalışamaz ve savaşamazlardı, onların savaşlarının hedefi de ancak herkes için hakkın, adaletin, din ve vicdan hürriyetinin gerçekleşmesi olabilirdi.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 697-698
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَراً وَرِئَٓاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُونُٓوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı تَكُونُوا ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
كَ harfi cerdir. مثل (gibi) manasındadır. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl كَ harfi ceriyle تَكُونُوا ’nün mahzuf haberine mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası خَرَجُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
خَرَجُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ دِيَارِهِمْ car mecruru خَرَجُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَطَراً hal olup fetha ile mansubdur. رِئَٓاءَ atıf harfi وَ ’la بَطَراً ‘e matuftur. Aynı zamanda muzaftır. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَصُدُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَنْ سَب۪يلِ car mecruru يَصُدُّونَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle بَصِیرٌ ’e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مُح۪يطٌ mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur.
مُح۪يطٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَراً وَرِئَٓاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
Ayet önceki ayetteki لَا تَنَازَعُوا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfî nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelen ayette كان ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Teşbih ve cer harfinin dahil olduğu ism-i mevsûl كَالَّذ۪ينَ , bu mahzuf habere mütealliktir. Sılası olan خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَراً وَرِئَٓاءَ النَّاسِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir.
بَطَراً kelimesi haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.
وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi müfred hal olan بَطَراً ’e matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَصُدُّونَ عَنْ ibaresinde istiare sanatı vardır. İnkâr etmek, uzaklaşmaya benzetilmiştir.
Veciz ifade kastına matuf سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olan سَب۪يلِ , şan ve şeref kazanmıştır. عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ car-mecruru, يَصُدُّونَ fiiline mütealliktir.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare sanatı vardır. Yol anlamındaki سَب۪يلِ kelimesi din manasında müstear olmuştur. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazfedilmiş müsteârun minh kalmıştır.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ ["O kimseler gibi olmayın"] ibaresindeki ‘o kimseler’ den murad, Mekke müşrikleridir. Onlar, Şam'dan gelmekte olan kervanı savunmak üzere, çalım, riya ve tekebbür içinde; aynı zamanda gösterdikleri cesaret için insanlardan övgü bekleyerek Mekke'den çıkmışlardı. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
İsm-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘den murad; hususi bir topluluktur. Yani Ebu Cehil ve arkadaşlarıdır.
(Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
بَطَراً وَرِئَٓاءَ النَّاس ifadesi hal olarak mansubtur. Yani, ‘çalım atarak ve insanlara gösteriş
yaparak’ demektir. Onların masdarla vasıflanması, bu iki sıfatın onlarda yerleştiği
hususunda mübalağa içindir. Çünkü kibir ve gösteriş onların yaratılış
özelliklerindendir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Müminlerin kibir ve gösterişten nehyedilmesi, müşriklere benzemekten nehyediliş şeklinde gelmesi; müşriklerin hallerinin çirkinliğini ve Müslümanların bu hali kerih görmesi manasını da kapsar. Dolayısıyla burada idmâc vardır. Çünkü bu haller, zemmedildiğinde durum netleşir. Başka birilerinin kınanması durumunda daha açık bir şekilde anlaşılır. Bu üslup, nehiy ve nehyedilen şeyin çirkinliği konusunda daha beliğdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
رِئَٓاءَ (Gösteriş yapmak) - بَطَراً (Kibirli olmak) kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette Müslümanların Bedir savaşından sonraki halleri anlatılmaktadır. Mekke müşrikleri olumsuz olarak Müslümanlara anlatılırken hem isim kalıbı, hem de fiil kalıbı kullanılmıştır. Anlatımda önce isim kalıbı kullanılmış, daha sonra ise fiil kalıbına dönülmüştür. Kervanlarının alıkonmadığı haberi geldiği halde kervanı korumak bahaneleri ile evlerinden çıkmaları kibir ve riya ile olduğu ve bu iki kötü ahlakın onlarda yerleşmiş huy ve karakter olduğuna dikkat çekmek için sübut ve devam ifade eden isim kalıbı kullanılmıştır. Allah yolundan alıkoyma ise onların önlerine çıkan her fırsatta yaptıkları ve yapmaya azmettikleri bir iş olduğu için fiil ile kullanılmıştır. (Bikai, Nazmü’d-Dürer fi Tenasübi’l -Ayat ve’s -Süver,8: 297) Allah yolundan alıkoymanın değişme ve yenilenme ihtimali vardır. Bu ihtimal dikkate alınarak fiil kalıbı kullanılmıştır. Diğer taraftan kibir ve riya onların adeti ve dinleri olmuştur. Öyle ki onlarda kibir ve riya Hz Peygamberden (sav) önce de mevcuttu. Allah yolundan alıkoyma ise Hz peygamber zamanında olmuştur.
وَاللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَللّٰهُ mübteda, مُح۪يطٌ haberidir.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek, ikazı artırarak emre itaati kuvvetlendirmek ve onun yüceliğine dikkat çekmek için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , haber olan مُح۪يطٌ ’e mütealliktir. Sıla cümlesi olan يَعْمَلُونَ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِمَا يَعْمَلُونَ , konudaki önemini vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
Müsned olan مُح۪يطٌ , mezid bab افعال ‘nin ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [Allah, onların yaptıklarını kuşatıcıdır.] ifadesinde Allah Teâlâ, bütün mahlukata hakim olduğunu beyan ederken, bunun içine onlara hak ettikleri cezayı vereceği anlamını, idmâc etmiştir. Tehdit anlamı taşıyan bu cümlede, mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. ‘Kuşatıcıdır’ lâzım, 'cezalandırıcıdır’ melzûmudur.
Cümlede tağlib sanatı vardır. Allah sadece onların yaptıklarını değil her şeyi ihata edendir.
Cümle mesel tarikinde tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiş ıtnâb sanatıdır. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
İhatanın Allah’a isnadı mecaz-ı aklîdir. Çünkü kuşatan, Allah’ın ilmidir. İhatanın ilim sahibine isnadı mecazdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | O zaman |
|
2 | زَيَّنَ | süslemiş |
|
3 | لَهُمُ | onlara |
|
4 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
5 | أَعْمَالَهُمْ | yaptıkları işi |
|
6 | وَقَالَ | ve demişti |
|
7 | لَا | yoktur |
|
8 | غَالِبَ | yenecek kimse |
|
9 | لَكُمُ | sizi |
|
10 | الْيَوْمَ | bugün |
|
11 | مِنَ | -dan |
|
12 | النَّاسِ | insanlar- |
|
13 | وَإِنِّي | ve elbette ben |
|
14 | جَارٌ | yanınızdayım |
|
15 | لَكُمْ | sizin |
|
16 | فَلَمَّا | fakat ne zaman |
|
17 | تَرَاءَتِ | birbirini görünce |
|
18 | الْفِئَتَانِ | iki topluluk |
|
19 | نَكَصَ | (geriye) dönüp |
|
20 | عَلَىٰ | üzerine |
|
21 | عَقِبَيْهِ | iki ökçesi |
|
22 | وَقَالَ | ve dedi ki |
|
23 | إِنِّي | elbette ben |
|
24 | بَرِيءٌ | uzağım |
|
25 | مِنْكُمْ | sizden |
|
26 | إِنِّي | elbette ben |
|
27 | أَرَىٰ | görüyorum |
|
28 | مَا | şeyleri |
|
29 | لَا |
|
|
30 | تَرَوْنَ | sizin görmediğinizi |
|
31 | إِنِّي | elbette ben |
|
32 | أَخَافُ | korkarım |
|
33 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
34 | وَاللَّهُ | zira Allah’ın |
|
35 | شَدِيدُ | çetindir |
|
36 | الْعِقَابِ | cezası |
|
Müşrikler Kinâne kabilesi ile savaş halindeydiler, müslümanlara karşı da bir savaş açtıklarında onlar tarafından arkadan vurulma tehlikesi vardı, bu sebeple tereddüt içinde kalmışlardı. Kervanı kurtarmak üzere yola çıktıklarında bu korkuyu yaşıyorlardı. Yolda aynı kabilenin ileri gelenlerinden Sürâka b. Mâlik ve adamları ile karşılaştılar. Sürâka kendilerine “Bugün sizi yenecek bir güç yoktur, Kinâne adına da ben size teminat veriyor ve yanınızda yer alıyorum” dedi. Bu söz üzerine cesaretleri artan müşrikler Bedir’e doğru sefere devam ettiler. Müslümanlara yaklaşıp kuvvetler birbirini görünce Sürâka, gördüklerinden ve daha önce verdiği bir sözü hatırlamasından dolayı korktu, pişman oldu; –o zamanki şeref ve himaye sözleşmesine sadakat anlayışı böyle gerektirdiği için– açıklama yaparak müşrikleri terketti. Şöyle ki: Sürâka, hicret esnasında Hz. Peygamber’in başına konan 100 develik ödülü kazanmak için onu yakalayıp müşriklere teslim etmek üzere yola çıkan, başına gelenlerden sonra bundan vazgeçen kişi idi. Hicret yolcularına yaklaştığı sırada bir mûcize meydana gelmiş, önce atı tökezlemiş ve kendisi de düşmüş, ısrar edince atın ayakları kuma gömülmüş, bunun üzerine korkuya kapılarak Hz. Peygamber ile karşılıklı bir himaye ve sadakat sözleşmesine razı olmuştu. Sürâka’nın müşriklerden desteğini çekmesinde bu sözleşmeyi hatırlaması da etkili olmuştur. Sürâka daha sonra, Mekke’nin fethinde İslâm’la müşerref olmuştur (İbn Kesîr, IV, 17-18; İbn Hişâm, Sîre, II, 133-135). Sürâka’nın yaptıklarının, bu savaşta Allah’ın müstesna yardımları doğrultusunda iki önemli tesiri olmuştur: a) Müşriklerin Bedir’e yönelme konusundaki tereddütlerini gidermiş, dönmelerini engellemiştir. b) Savaş kaçınılmaz hale geldikten sonra da geri çekilerek düşmanın moralini bozmuştur.
Müfessirlerin bir kısmı, İbn Abbas’ın yorumuna dayanarak bu olayın doğrudan ve gerçek mânada fâili olarak şeytanı göstermişler, “Şeytan Sürâka suretine girerek bunları yaptı” demişlerdir. Bu da mümkün olmakla beraber bize göre burada mecazi bir anlatım vardır. Şeytanın insanları etkilemesi için insan suretine girmesi gerekmemektedir. Onun hem insanlar arasında temsilcileri vardır hem de –deyim yerindeyse– her insanın içinde bir melek ve bir şeytan mevcuttur. Şeytan önce Sürâka’yı etkileyerek müşriklere destek vermeye sevketmiş, sonra bu savaşta Allah’ın müstesna yardımlarını görünce kendisinin de bundan zarar görebileceğini anlamış, korkup çekilmiş, bu sırada Sürâka da aklını başına devşirmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 698-699
وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı اِذْ, takdiri أذكر olan mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. زَيَّنَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
زَيَّنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُمُ car mecruru زَيَّنَ fiiline mütealliktir. الشَّيْطَانُ fail olup damme ile merfûdur. اَعْمَالَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mekulü’l kavli, لَا غَالِبَ لَكُمُ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
غَالِبَ kelimesi لَا ’nın ismi olup, fetha üzere mebnidir. لَكُمُ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. الْيَوْمَ zaman zarfı لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. مِنَ النَّاسِ car mecruru لَكُمُ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. جَارٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. لَكُمْ car mecruru جَارٌ ‘e mütealliktir.
(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
زَيَّنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زين ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
غَالِبَ kelimesi sülâsî mücerredi غلب fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. لَمَّٓا zaman zarfı cevabı نَكَصَ ‘ye mütealliktir. تَرَٓاءَتِ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَرَٓاءَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تِ te’nis alametidir. الْفِئَتَانِ fail olup müsenna olduğu için ref alameti elif ‘tir. Şartın cevabı نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ ‘dir.
نَكَصَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلٰى عَقِبَيْهِ car mecruru نَكَصَ fiiline müteallik olup, müsenna olduğu için cer alameti ي ‘dir. Sonundaki نَ izafetten dolayı mahzuftur. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mekulü’l-kavli, اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ى mütekellim zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. بَر۪ٓيءٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. مِنْكُمْ car mecruru بَر۪ٓيءٌ ‘e mütealliktir.
اِنَّ tekid harfidir. ى mütekellim zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَرٰى cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَرٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا تَرَوْنَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَرَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِنَّ tekid harfidir. ى mütekellim zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَخَافُ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَ اَخَافُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.
b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَرَٓاءَتِ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi رأي ’dir.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür( görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı manada kullanılması) anlamları katar.
وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. شَد۪يدُ haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْعِقَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اِذْ zaman zarfı, takdiri اذكر (Hatırla) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُمُ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için faile ve mef’ûle takdim edilmiştir.
زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ (Şeytan amellerini süsledi) ifadesinde istiare sanatı vardır. Bu ifadede ameller, allanıp pullanarak hoş gösterilen, bir mala benzetilmiştir. Çünkü süsleme gerçekte maddi şeyler için söz konusudur. Bununla kastedilen, şeytanın onlara, yaptıkları kötü şeyleri iyi olarak empoze etmesidir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Allah Teâlâ, şeytanın sözlerini bildirmektedir.
قَالَ fiilinin mekûlul kavli olan لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ cümlesi, cinsini nefyeden nefy harfi لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. غَالِبَ kelimesi لَا ’nın ismidir. Sübut ve istimrar ifade eden cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. لَكُمْ ’un müteallakı olan لَا ’nın haberi mahzuftur.
الْيَوْمَ zaman zarfı, لَا ’nın mahzuf haberine, مِنَ النَّاسِ car mecruru ise لَكُمُ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfî sıygadan müspet sıygaya iltifat sanatı vardır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrarî teceddüt ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette geçen جَارٌ kelimesi, arkadaşını koruyan ve ona gelebilecek her türlü zararı engelleyen anlamına gelir. Komşunun komşuyu koruduğu gibi. Ayette geçen النَّاسِ ifadesi ile müminler kastedilir. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)
وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ cümlesinde hitap, öncekinden farklı olarak yalnız Peygamber (sav) içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ
فَ , atıf harfidir. Şart üslubunda gelen terkip, ayetin başındaki istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber cümlesinden inşâ cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
لَمَّا edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ şart cümlesi, لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir. لَمَّا , cevap cümlesine mütealliktir.
Haynûne manasındaki لَمَّا , aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Cümlede istiare-i temsiliye vardır. نَكَصَ (caymak); görünce değil, karşı karşıya gelince gerçekleşmiştir. Burada şeytanın amelleri süslemesinden sonra hilenin batıl olduğunun ortaya çıkması, korktuğu şeyden geri dönen kişiye benzetilmiştir. (https://tafsir.app/aljadwal/8/48)
وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ cümlesi atıf harfi وَ ‘la, نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrarî teceddüt ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
اِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ cümlesiyle اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
جَارٌ (yakın komşu ) - بَر۪ٓيءٌ (uzak, ayrı) kelimeleri arasında îhâm-ı tezâd sanatı vardır.
بَر۪ٓيءٌ - تَرَٓاءَتِ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَالَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
العَقِبَيْنِ [Topukları] kelimesini zikretmekten maksat, geri çekilmenin çirkinliğidir. Çünkü insanın topuğu, toz ve kirle karşılaştığı için en değersiz kısmıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrarî teceddüt ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ cümlesi, اِنّ۪ٓ ‘nin haberidir.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi, hudus, temekkün ve istikrar ifadesinin yanında hükmü takviye eder.
اَرٰى fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan لَا تَرَوْنَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنّ۪ٓي اَرٰى cümlesiyle لَا تَرَوْنَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اَرٰى (görüyorum) - لَا تَرَوْنَ (görmüyorsunuz) kelimeleri arasında tıbâk-ı selb vardır.
تَرَٓاءَتِ - اَرٰى - تَرَوْنَ kelimeleri arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Makablini tekid mahiyetindeki اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ cümlesi, kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir.
اِنَّ ’nin haberi olan اَخَافُ اللّٰهَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Şeytan sözlerini, اِنّ۪ٓ isim cümlesi ve isnadın tekrarıyla tekit etmiş, Allah’tan korkma derecesini mübalağalı bir şekilde bildirmiştir.
وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟
وَ , istînâfiyyedir.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, şeytanın korkusunu izhar içindir.
Müsned olan شَد۪يدُ الْعِقَابِ izafeti, sözü kısaltmış ve veciz (az sözle çok şey ifade etmek) hale getirmiştir. Bu izafet sıfatın mevsufuna muzâf olması şeklinde lafzî izafettir. Bu üslup, mübalağa içerir. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
Allah cezası şiddetli olandır manasında عقاب الله شديد yerine böyle bir ifade gelerek vurgu yapılmıştır. Arapçada, cümlede en önemli unsur ne ise, o öne geçirilir.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7 S. 238)
شَد۪يدُ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret etmiş ve isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
شَد۪يدُ ve الْعِقَابِ۟ kelimeleri arasında mürâât-ı nazir sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | o vakit |
|
2 | يَقُولُ | diyorlardı |
|
3 | الْمُنَافِقُونَ | Münafıklar |
|
4 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
5 | فِي | bulunan |
|
6 | قُلُوبِهِمْ | kalblerinde |
|
7 | مَرَضٌ | hastalık |
|
8 | غَرَّ | aldatmış |
|
9 | هَٰؤُلَاءِ | bunları |
|
10 | دِينُهُمْ | dinleri |
|
11 | وَمَنْ | oysa kim |
|
12 | يَتَوَكَّلْ | dayanırsa |
|
13 | عَلَى |
|
|
14 | اللَّهِ | Allah’a |
|
15 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
16 | اللَّهَ | Allah |
|
17 | عَزِيزٌ | daima galibtir |
|
18 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
Münafıklarla “kalpleri çürük”, hastalıklı olanlar aynı kişiler değildir. Burada kalbin çürük olup olmaması iman ile ilgilidir. Münafık, içinden inanmayan, kâfir olan kimsedir, böyle olanlara kalbi iman bakımından çürük, hastalıklı denemez, çünkü onun imanı yoktur. Kalbi çürük olanlar, inkârları zayıflamış olmakla beraber iman da edememiş bulunan, ikilemde kalmış olan kimselerdir. İşte müminlerin çevresinde bulunan bu iki grup, güçlü müşrik ordusuna karşı savaşmaya kalkıştıklarını görüp işitince onları kınamış, eleştirmiş, “dinlerinin kendilerine yaptığı telkine uyarak ölüme atıldıklarını” söylemişlerdi. Bunlar Allah’ın gücünü, olağan dışı yardımını, O’na güvenenlerden esirgemediği desteğini bilmiyorlardı. Asıl sapık ve gevşek inancın aldattığı kimseler kendileriydi.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 699
اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ
Zaman zarfı اِذْ önceki ayetteki اِذْ ‘den bedel olarak mahallen mansubdur. يَقُولُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. الْمُنَافِقُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ atıf harfi وَ ’la matuftur. İsm-i mevsûlun sılası ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَرَضٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Mekulü’l kavli, غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْ ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
غَرَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. د۪ينُهُمْ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُنَافِقُونَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَتَوَكَّلْ şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَتَوَكَّلْ fiiline mütealliktir. Şartın cevabı sonrasının delaletiyle mahzuftur. Takdiri, يغلب (galip gelirsiniz) şeklindedir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.
إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâl إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. عَزِیزٌ kelimesi, اِنَّ ‘nin haberi olup damme ile merfûdur. حَك۪يمٌ ikinci haberi olup damme ile merfûdur.
يَتَوَكَّلْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Zaman zarfı اِذْ , önceki ayetteki اِذْ ’den bedeldir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ cümlesi, اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
يَقُولُ fiilinin failine matuf olan cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَرَضٌ , muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh olan مَرَضٌ ’un nekreliği, teksir ve tahkir ifade eder.
Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri sonradan gelen habere dikkat çekmenin yanında bu kişileri tahkir ifade eder.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak kalpteki nifakın derecesini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır.
مرض kelimesinin nekre gelişi tazim içindir. Onların kalplerindeki hastalığın tehlikesinin şiddetine ve kötü akıbetlerine ima veya insanların tanıdığı hastalıkların dışında bir hastalık çeşidine delalet etmek için nekre gelmiştir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, s. 77)
Münafıklar hakkındaki bu ayet-i kerimede مَرَضٌ kelimesinde istiare yapılmıştır. Maraz bedenî bir hastalıktır, kalbî bir hastalık olan nifak için müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmesidir. Maraz bedeni, nifak ve küfür ise kalbi ifsad eder. Bu kelimenin hakiki manasında kullanılmayıp müstear olduğunun delili yani karîne-i mânia ayet-i kerimenin küfürlerini gizleyip Müslüman olduklarını izhar eden münafıkları zem siyâkında olmasıdır. Bedenî hastalıkları değil, kalbî fesatları zemmedilmektedir. Ayette hakiki manadan mecazî manaya geçişin sebebi; nifakın bir hastalık gibi kanlarında dolaşacak kadar etkili hale geldiğini ifade etmektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi) (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
قُلُوبِ - يَقُولُ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Münafıkların inananları işaret ismiyle göstermeleri, müminleri tahkir etme amaçlarına işarettir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan işaret ismi هٰٓؤُ۬لَٓاءِ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ cümlesinde istiare sanatı vardır. د۪ينُهُمْۜ kelimesi غَرَّ fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Dinin, bir şahıs gibi gelecek olması, insanlar üzerindeki etkisini artırmaktadır. Mübalağa ifade eden bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. Sebep müsebbep alakasıyla mecâz-ı mürseldir.
Ayetteki اِذْ يَقُولُ ifadesinin başına atıf وَ ‘ı gelmediği halde, önceki ayette (.وَاِذْ زَيَّن لَهُمُ الشَّيْطَانُ ..) ifadesinin başına gelmiştir. Çünkü ayetteki, "O zaman şeytan (زَيَّن) süsledi" sözü, bu tezyin (süslü gösterme) işini, müşriklerin durumlarına, çalım satarak ve insanlara gösteriş yaparak çıkmalarına bağlamıştır. Bu ayette ise, اِذْ يَقُولُ ifadesinde bunu daha önceki bir söze atfetmek söz konusu değildir. Aksine bu bir başlangıç cümlesi olup öncesi ile bir irtibatı yoktur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
Şart ismi مَنْ mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ cümlesi, haberdir.
Müsnedin muzari fiil cümlesi olması, hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Şartın takdiri يغلب (galip gelirsiniz) olan cevabı, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.
Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şart cümlesi mahzuftur. Mahzufla birlikte terkip şart üslubunda faideî haber ibtidâî kelamdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Fasılla gelen فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ cümlesi, şartın mahzuf cevabına ta’liliyye veya tefsiriyyedir. فَ mahzuf şartın cevabı için rabıta harfidir. إِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ lafzının cümlede müsnedün ileyh olması, ve zamir makamında zahir isim olarak zikredilmesi, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra ikazı artırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd, tekrarlanmasında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah'ın عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir.
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
عَز۪يزٌ [Aziz] çok ihtiyaç duyulur, zor ulaşılır, alternatifi yok demektir. (İmam Gazali).
Önce gelen عَز۪يزُ ismini حَك۪يمُ isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye lâyık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Ankebût/26)
Cümle mesel tarikinde tezyildir. Tezyil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 7, s. 314)
Allah, gerçekten kullarını meşakkate ve zora sokmaya gücü yetecek derecede bir galibiyeti haiz olup mutlak izzet sahibidir ve fakat O, kullarının takat kapsamı dışında kalan şeyle sorumlu tutmayacak derecede de hikmet sahibidir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Çoğu yerde حَك۪يمٌ kelimesinin iki manası vardır: 1- Hükmetmek, 2- Bir işi hikmetli olarak yapmak.
Münafıklar diyor ki dinleri bunları aldattı, bunlar zayıflar. Halbuki kim Allah’a tevekkül ederse Allah yenilmezdir, her şeyi bir hikmet üzere yapar ve her şeye O hükmeder.
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve keşke |
|
2 | تَرَىٰ | görseydin |
|
3 | إِذْ |
|
|
4 | يَتَوَفَّى | canlarını alırken |
|
5 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
6 | كَفَرُوا | o inkar eden(leri) |
|
7 | الْمَلَائِكَةُ | Melekler |
|
8 | يَضْرِبُونَ | vuruyorlar |
|
9 | وُجُوهَهُمْ | yüzlerine |
|
10 | وَأَدْبَارَهُمْ | ve kıçlarına |
|
11 | وَذُوقُوا | haydi tadın |
|
12 | عَذَابَ | azabını |
|
13 | الْحَرِيقِ | yangın |
|
Hak dini inkâr edenlerin cezası kısmen dünyada, sonra can verirken ölüm meleklerinin elinde, nihayet kıyametten sonra ateşe atılarak cehennemde verilmektedir. “…bir görseydin!” ifadesi, olup bitenlerin dehşetine, görenleri şaşkınlık içinde bırakacak cinsten olaylar olduğuna işaret etmektedir. Bu cezaların hiçbiri, kulun mazeretsiz kusuru, suçu ve günahı olmadan Allah’ın verdiği cezalar değildi, hepsi hak edilmişti. Çünkü Allah zulümden münezzehtir; uyarmadan, kendini düzeltme imkânı vermeden hiçbir kulunu cezalandırmaz.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 699
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ
وَ istînâfiyyedir. لَوْ gayri cazim şart harfidir. تَرٰٓى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Bilmek manasında kalp fiilidir. Mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri, الكفرة أو حالهم (Küfürlerini veya durumlarını)şeklindedir. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, لرأيت أمرا عظيما (Büyük bir şey görürdün.) şeklindedir.
اِذْ zaman zarfı تَرٰٓى fiiline mütealliktir. يَتَوَفَّى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتَوَفَّى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْمَلٰٓئِكَةُ amili يَتَوَفَّى ‘nın faili olup damme ile merfûdur. يَضْرِبُونَ cümlesi, الْمَلٰٓئِكَةُ ‘nun hali olarak mahallen mansubdur.
يَضْرِبُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. وُجُوهَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَدْبَارَهُمْ atıf harfi وَ ’la وُجُوهَهُمْ ‘e matuftur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَوَفَّى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وفي ’dır.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ
Mahzuf sözün mekulü’l kavlidir. Takdiri; يقولون لهم ذوقوا şeklindedir.
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذُوقُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْحَر۪يقِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubunda gelen terkipte îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Şart cümlesi olan لَوْ تَرٰٓى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ cümlesi, تَرٰٓى fiiline müteallik olan zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
يَتَوَفَّى fiilinin mukaddem mef’ûlü konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sıla cümlesi olan كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ [Melekler kafirleri öldürdüğü zaman..] ifadesi mecazî isnaddır. Burada öldürme fiili, mecâz-ı aklî yoluyla الْمَلٰٓئِكَةُ kelimesine isnad edilmiştir. Halbuki maksad hakîkî fail olan Allah Teâlâdır. Allah Teâlâ hakiki faildir ama fiili, onun emriyle melekler işlemektedir. Dolayısıyla hakiki fail ile mef’ûl olan kelime arasında bir mülabeset vardır. İbrede, mef’ûliyyet alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Şartın takdiri لرأيت أمرا عظيما (Büyük bir iş, durum görürdün) olan cevap cümlesi mahzuftur.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْ cümlesi, الْمَلٰٓئِكَةُ ’nün halidir. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayet-i kerimede لَوْ harfi; fiilin mazide zaman zaman devam etmesi sebebiyle yani istimrar ifade ettiği için muzariye dahil olmuştur. Çünkü istimrar ifadesi, mazi değil muzari fiilde mevcuttur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ [Yüzlerine ve arkalarına vura vura ..] ibaresindeki اَدْبَارَ kelimesi daha güzel bir kelimeyi telaffuz etmek için kinaye olarak gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân ilmi)
وُجُوهَهُمْ - اَدْبَارَهُمْ kelimeleri arasında îhâm-ı tıbâk sanatı vardır.
وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ
وَ , atıf harfidir. Cümlenin başında takdiri يقولون (Derler) olan fiil mahzuftur. Mahzufla beraber makabline matuf olan cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan ذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ cümlesi, mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir.
ذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ [Yakıcı azabı tadın!] ifadesinde istiare vardır. Tatmak, azabın şiddetini hissetmek manasında müstear olmuştur. Tehekkümî istiaredir. Azap acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak fiili zikredilmiştir. Câmi’ acıyı hissetmektir. Bir şey yiyip içen kişi nasıl ki bunların tadını hissediyorsa azabın can yakmasını da hissedecektir.
الْحَر۪يقِ۟ - عَذَابَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْحَر۪يقِ۟ mübalağalı ism-i fail vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Mübalağalı ism-i fail, bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimdir.
ذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ [Azabı tadın] cümlesinde gaibden muhataba geçişle güzel bir iltifat sanatı vardır. اَدْبَارَهُمْۚ ve وُجُوهَهُمْ ifadelerinde, cehennemlikler gaib sıygası ile anlatılırken ذُوقُوا [Tadın] emrinde muhataba dönülmüştür. Bu iltifatla bize, cehennemliklere yapılacak azap tekitli olarak anlatılmış ve azabın gerçekliği öne çıkarılmıştır.
عَذَابَ الْحَر۪يقِ [çetin azap] cümlesindeki izafet, cinsin nev’e izafeti şeklindedir. Yani o azap ki çetindir. İzafet-i beyâniyyedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
حَر۪يقِ kelimesi, محرق (yakıcı) manasınadır. Bu, اليم kelimesinin, مؤلم (elem verici) manasına gelmesi gibidir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Al-i İmran/181)
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۙ
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۙ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. بِ sebebiyyedir.
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. اَيْد۪يكُمْ fail olup ی üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel atıf harfi وَ ile önceki masdar-ı müevvele matuftur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
ٱللَّهَ lafza-i celâl اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَيْسَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَيْسَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِ harf-i ceri zaiddir. ظَلَّامٍ lafzen mecrur لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. لِ harf-i ceri zaiddir. اَلْعَب۪يدِ lafzen mecrur olup mübalağalı ism-i fail ظَلَّامٍ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık/bedel, istiane, zaman - mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Ayette ilki sebep ikincisi zaid şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ألأيدي kelimesi mankus isimlerdendir. Çoğuldur. Nekre geldiği zaman sonundaki ي harfi hazf edilir. Ref ve cer hallerinde sonunda damme ve kesra takdir edilir. Mansub olduğunda ي harfi hazf olmaz. Görünür ve sonuna tenvin elifi gelir. يد kelimesinin bir diğer çoğulu أياد şeklindedir. Aynı şekilde irab edilir. Ancak gayrı munsarıf olduğu için tenvin almaz.
Mübalağalı ismi failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan mübalağalı ismi fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Ayette haber şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدَّمَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
ظَلَّامٍ mübalağalı ism-i faildir. Mübalağalı ismi fail, bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid بِ harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۙ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ذٰلِكَ ‘nin mübteda olduğu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Haber mahzuftur. بِمَا car-mecruru, bu mahzuf habere mütealliktir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular. Tecessüm ifade eden ذٰلِكَ ile inkarcıların hak ettiği cezaya işaret edilerek istiare yapılmıştır.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ ifadesinde cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ cümlesi, mecrur mahaldeki mevsûlün mahalline matuftur. Masdar-ı müevvel, بِظَلَّامٍ ’deki zaid بِ ve اَنَّ ile tekid edilen sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber, inkâri kelamdır.
Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ lafzının cümlede müsnedün ileyh olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanısıra telezzüz ve teberrük içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَنَّ ’nin haberi, لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Nakıs fiil لَيْسَ ’nin haberi olan بِظَلَّامٍ ’deki بِ , tekid ifade eden zaid harftir.
لِلْعَب۪يدِ car-mecruru, fiil gibi amel eden ظَلَّامٍ ‘in mef’ûlüdür.
ظَلَّامٍ ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vezin, müteallak olmasını sağlamıştır.
[Ellerinizin takdim ettikleri sebebiyle] cümlesinde muhatap zamiri kullanılmış, [Allah kullarına zulümkâr değildir.] cümlesinde “size” yerine “kullara” şeklinde açık isim getirilerek muhataptan gaibe iltifat yapılmıştır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ ayetin zahiri bu fiilin failinin, el yani يد۪ olmasını gerektirir. Halbuki bunun böyle olması birkaç yönden imkânsızdır.
a) Bu azap onlara ancak küfürleri sebebiyle dokunmuştur. Halbuki küfrün mahalli, el değil kalptir.
b) El, bilgi ve ilmin mahalli değildir. Bu sebeple, mükellefiyet ele müteveccih olmaz. Binaenaleyh, azabın ele ulaştırılması mümkün değildir. İşte bu sebeple de buradaki اَيْد۪يكُمْ kelimesini kudret manasına hamletmek gerekir. Bu iki mecazî ifadenin sebebi şudur: (el), iş yapmanın aleti ve vasıtasıdır. O işte müessir olan ise kudrettir, güçtür. Şu halde "el"i, kişinin kudretinden kinaye kılmak güzel ve yerinde olmuştur.İnsan, tek bir cevherdir. O faaldir, idrak edicidir, mümindir, kâfirdir, itaat eden ve isyan edendir. Bu uzuvlar ise, onun bu fiilinde alet ve vasıtalardır. Binaenaleyh, görünüşte fiil alete, vasıtaya nispet edilmiştir ama gerçekte o fiil, insanın zatının cevherine nispet edilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
ظَلَّامٍ kelimesi mübalağa kalıbıdır. Günahsız birine azap etmenin ağır bir zulüm olduğunu ifade ederek Allah Teâlâ’yı tenzih manasını tekid eder. Kullar kelimesinin çoğul oluşuna riayet için yani kemiyet ifadesi için olduğu da söylenmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
“Rabbin, kullarına zulümkâr değildir.” (Fussilet Suresi, 46) ayeti, Cenab-ı Hakk’ın, ظَلَّامٍ (çok zalim) olmadığını gösterir. Bir sıfatın olmadığını söylemek, o sıfatın aslının bulunduğu vehmini verir. Bu da zulmün aslının (Allah Teâlâ’da) bulunduğu manasına gelir, denebilir. Kādî buna şu şekilde cevap vermiştir: Cenab-ı Hakk’ın kullarına yapacağı tehdidinde bulunduğu o azap eğer bir zulüm olursa bu zaten büyük olur. Böylece Cenab-ı Hak var olması halinde o zulmü, olabilecek büyüklüğü ile nefyetmiştir. Bu da onların günahsız olmaları halinde onlara ceza vermenin zulüm olacağı şeklindeki görüşümüzü tekid eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ [Bu, ellerinizin yaptığı şeyin karşılığıdır.] Burada mecaz-ı mürsel vardır. Bir kısmının zikredilip bütünün kastedilmesi kabilindendir. İşlerin çoğu ellerle yapıldığı için burada eller zikredilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اَيْد۪ي [eller] zikredilerek tağlîb yapılmıştır. Çünkü iyi ya da kötü amellerin çoğu eller ile meydana gelmektedir. Ellerle yapılanlar bir araya getirilerek tağlîb meydana gelmektedir. (Ömer Yılmaz, Zerkeşî’nin el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’an Adlı Eserinin Belâgat İlmi Açısından Değerlendirilmesi ve Kurandaki deyimler ve Zemahşerinin Keşşâfı)
Âşûr ise bu ifadede istiare olduğu görüşündedir. Şöyle demiştir: اَيْد۪ي [Eller] ’in zikredilmesi, işledikleri ameller dolayısıyladır. İstiarei mekniyyedir. Bu istiarenin kaynağı بِمَا قَدَّمَتْ sözüdür. Ürün toplayan kişi bu işi elleriyle yapar veya satıcı malının bedelini elleriyle alır. Aklî olan bir şey hissîye benzetilmiştir. Müşebbehe ait bir aza, yani eller zikredilmiştir. Eller iş yapma aletidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Mübalağa ifade eden ظَلَّامٍ , kulların çokluğu esas alınarak kullanılmıştır ya da azap (dikkat gerektiren) büyük bir iştir; hak etmediği takdirde birine azap eden, son derece büyük bir zalimdir yani zallâmdır!.. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كَدَأْبِ | tıpkı gidişi gibidir |
|
2 | الِ | ailesi |
|
3 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn |
|
4 | وَالَّذِينَ | ve kimselerin |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | قَبْلِهِمْ | onlardan öncekilerin |
|
7 | كَفَرُوا | (onlar da) inkar etmişlerdi |
|
8 | بِايَاتِ | ayetlerini |
|
9 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
10 | فَأَخَذَهُمُ | onları yakalamıştı |
|
11 | اللَّهُ | Allah |
|
12 | بِذُنُوبِهِمْ | günahlarıyla |
|
13 | إِنَّ | şüphesiz |
|
14 | اللَّهَ | Allah |
|
15 | قَوِيٌّ | güçlüdür |
|
16 | شَدِيدُ | çetindir |
|
17 | الْعِقَابِ | cezası |
|
Müşriklerin Allah’ın âyetlerini inkâr ettikleri, hak hukuk tanımadıkları, hasılı serbest iradeleriyle yaptıkları yüzünden cezalandırılmaları yeni ve onlara mahsus bir olay da değildir. Firavun hânedanı ve ondan önce gelip geçenler de (Nûh, Âd, Semûd ve onlardan sonraki bazı kavimler; el-Mü’min 40/31) aynı şekilde davrandıkları için cezalarını görmüşlerdir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 699
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ
İsim cümlesidir. كَدَأْبِ car mecruru, mahzuf mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Takdiri; دأب هؤلاء şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. اٰلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. فِرْعَوْنَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ atıf harfi وَ ‘la اٰلِ فِرْعَوْنَ ‘e matuftur. مِنْ قَبْلِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ
Fiil cümlesidir. كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ car mecruru كَفَرُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. بِ harf-i ceri sebebiyyedir. بِذُنُوبِ car mecruru اَخَذَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâl إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. قَوِيٌّ kelimesi إِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. شَد۪يدُ ikinci haberi olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْعِقَابِ۟ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ
Ayet, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur كَدَأْبِ , takdiri دأبهم (Onların durumu) olan mukadder mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzâfun ileyh olan اٰلِ فِرْعَوْنَ ’ye matuf olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. مِنْ قَبْلِهِمْ car-mecruru, bu mahzuf sılaya mütealliktir.
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbehe bih; دَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ ifadesidir, müşebbeh ise mahzuftur.
دَأْبِ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
دَأْبِ [hal] kelimesi, aslında devamlılık ve itiyat ifade eder. Onların maruz kaldıkları dünyevî azapta devamlılık ve itiyat olmadığına göre azabın, onların دَأْبِ (de'bi/hali) kılınması, ya tağlîb üslubuyla olup onların yaptıkları günahlar, kendilerine verilen azaba galip kılınmıştır (yani günah için kullanılan şey, azap için de kullanılmıştır), ya da o kâfirlerin, azabı gerektiren küfür ve günahlara devam etmeleri, azabın devam etmesi gibi sayılmıştır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Mekke müşriklerinin hali, cürümleri sebebi ile helak edildikleri bilinen Firavun ve ona tâbi olanların haline benzetilerek, onların sırf kendi küfürleri sebebiyle felakete uğradıkları belirtiliyor. Bu benzetme, onların halini ziyadesiyle takbih etmek, bunun, helak edilen ümmetler için genel bir kural olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Veciz ifade kastına matuf بِاٰيَاتِ اللّٰهِ izafetinde, lafza-i celale muzâf olan اٰيَاتِ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Aynı üsluptaki فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ cümlesi, كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ lafzının cümlede müsnedün ileyh olması ve zamir makamında zahir isim olarak zikredilmesi, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra korkuyu ve ikazı artırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd, zahir isim olarak tekrarlanmasında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
بِذُنُوبِهِمْ [günahları yüzünden] ifadesi, onların küfürlerinin yanı sıra, ilâhî azabı gerektiren başka günahları olduğuna da işaret eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
بِذُنُوبِهِمْ ‘deki بِ harfi, sebebiyet içindir.
Benzetilen durum, firavun ve âlinin durumu şeklinde ayrılarak taksim sanatı yapılmıştır.
اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemal sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması ve zamir makamında zahir isim olarak üçüncü kez zikredilmesi, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra korkuyu ve ikazı artırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla ayette geçen lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, zhir sim olarak tekrarında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَوِيٌّ kelimesi اِنَّ ’nin birinci, شَد۪يدُ الْعِقَابِ ise ikinci haberidir.
شَد۪يدُ الْعِقَابِ , az lafızla çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir. Allah Teâlâ’nın bu iki sıfatının aralarında وِ olmadan gelmesi bu iki vasfın birden onda mevcudiyetine işarettir. قَوِيٌّ - شَد۪يدُ الْعِقَابِ vasıflarının arasındaki ayetlerle anlam bütünlüğü teşâbüh-i etrâf, birbiriyle uyumu ise mürâât-ı nazîr sanatıdır.
Faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuf شَد۪يدُ الْعِقَابِ izafetinde, شَد۪يدُ sıfat olmasına rağmen الْعِقَابِ ‘nin önüne geçmiş ve mevsufuna muzâf olmuştur. ‘Şiddetli ceza yerine, [cezanın şiddetlisi] buyrulmuştur. Bu ifadede mübalağa vardır. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7 S. 238)
Burada قَوِيٌّ lafzının ziyadeliği, uyarmak ve tehdit edilmek istenen müşrikleri tehditte mübalağa içindir. قَوِيٌّ kelimesi, kuvvet ile vasıflanmak demektir. Asıl manası, azaların istenen bir ameli yapma konusundaki yeterliliğidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Düşünün. Gördüğünüz, duyduğunuz ve yaşadığınız her anın üzerinde düşünün. Lakin her düşüncenizi, sizi Rabbinize götürecek şekilde düşünün. Yaşadığınız hiçbir şeyin boş ve tesadüf olmadığını hatırlayarak düşünün.
Kafanızı kazara çarpmanızı, seyiren parmağınızı, ağrı giren diz kapağınızı, hapşırmanızı, kaşınan kolunuzu, açlık hissinizi ve daha nice bedenizin hissettiklerini, gün içerisinde alabileceğiniz ibretler üzerinde düşünün. Sebebini bildiklerinize şükrederek, onları bir kenara itin. Sebepsiz gibi görünenlere odaklanın.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın, her şeyi en ince detayıyla yaratmasına hayran kalın. Hissettiğiniz her şeyin biz bilsek de bilmesek de, anlasak da anlamasak da bir sebebi olduğunu hatırlayın. Heyecanla dolun ve Rabbinize hayran kalın. Bildiğiniz ve bilmediğiniz her sebep için O’na şükredin.
Düşünün. Dünyadaki milyarlarca insanı düşünün. Aynı anda üzülen, sevinen, kızan, heyecanlanan, yiyen, içen, kazanan, kaybeden, uyuyan, uyanan, hastalanan, iyileşen, evlenen, doğan ve ölen insanları düşünün. Sonra onların hepsini bilen Rabbinizi düşünün. Bir de üstüne düşen yaprakları, esen rüzgarı, bulutları, yağmur tanelerini, çiçekleri, hayvanları ve daha nicelerini düşünün. Ve yine onların hepsini bilen Rabbinizi düşünün. Müthiş değil mi? O’na ve emir ettiklerine itaat etmekten daha güzel ne olabilir?
Rabbim bizden razı ol. Zihnimizi, dilimizi, bedenimizi ve amellerimizi; nefsimizin ve şeytanın vesveselerinden arındır.
“CahiI kişi güIün güzeIIiğini görmez, gider dikenine takıIır.” Mevlana
Güzeli görüp haline şükredenlerden,
Yanlışı itip doğrusunu yapanlardan,
Birlik olup kardeşliği seçenlerden,
Sabır edip her manada zafere koşanlardan,
Bütün vesveseleri susturup Rabbine varanlardan olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji