اِسْتَغْفِرْ لَهُمْ اَوْ لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْۜ اِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْع۪ينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اسْتَغْفِرْ | (ister) af dile |
|
2 | لَهُمْ | onlar için |
|
3 | أَوْ | veya |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَسْتَغْفِرْ | (ister) dileme |
|
6 | لَهُمْ | onlar için |
|
7 | إِنْ | şayet |
|
8 | تَسْتَغْفِرْ | af dilesen |
|
9 | لَهُمْ | onlar için |
|
10 | سَبْعِينَ | yetmiş |
|
11 | مَرَّةً | defa |
|
12 | فَلَنْ | asla |
|
13 | يَغْفِرَ | affetmez |
|
14 | اللَّهُ | Allah |
|
15 | لَهُمْ | onları |
|
16 | ذَٰلِكَ | böyledir |
|
17 | بِأَنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
18 | كَفَرُوا | inkar ettiler |
|
19 | بِاللَّهِ | Allah’ı |
|
20 | وَرَسُولِهِ | ve Elçisini |
|
21 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
22 | لَا |
|
|
23 | يَهْدِي | yola iletmez |
|
24 | الْقَوْمَ | kavmi |
|
25 | الْفَاسِقِينَ | yoldan çıkan |
|
Hz. Peygamber münafıkların bağışlanması için yetmiş defa yalvarsa da Allah’ın onları bağışlamayacağının bildirilmesi değişik biçimlerde yorumlanmıştır. Hâkim kanaate göre belirtilen sayı çokluktan kinaye olup bununla, Resûlullah ne kadar dua ederse etsin, artık âyette işaret edilen münafıklar için bağışlanma ümidi taşımaması istenmektedir (Zemahşerî, II, 164-165; Şevkânî, II, 441). Münafıklardan Hz. Peygamber’e gelip özür dileyenler için onun Allah’a yalvarması, onların samimi olabilecekleri ihtimaline dayanıyordu. Âyet ise onların dürüst ve samimi davranmadıklarını haber vermiş olmaktadır. Tefsirlerde, münafıkların başı Abdullah b. Übeyy’in ölümü ve iyi bir mümin olan oğlunun ricası üzerine Hz. Peygamber’in onun cenaze namazını kılmasına Hz. Ömer’in itiraz ettiği, Resûlullah’ın bu âyete dayanarak istiğfar sayısını arttırma hakkını kullandığını söylediği, bunun üzerine de 84. âyetin nâzil olduğu yönünde bir rivayet yer almaktadır (Taberî, X, 198-200; Şevkânî, II, 443).
Kanaatimizce bu ve benzeri rivayetlerde geçen ifadelerle ilgili tartışmalardan çok, âyetten kolayca anlaşılan şu iki hususun üzerinde durulması âyetin sağlıklı anlaşılması bakımından daha önemli görünmektedir: Birincisi, Resûlullah’ın, yıllarca gösterdiği engin hoşgörü ve iyi niyete türlü entrikalarla karşılık veren, kuyusunu kazmak için her fırsatı değerlendiren münafıklar hakkında dahi ümidini yitirmemeye ve kendisinin herkes için rahmet olduğu hitabının (Enbiyâ 21/107) gerektirdiği biçimde davranmaya çalışmasıdır. Münafıkların cehennemin en derinlerine atılacağını bildiren âyetlerde dahi istisna yapıldığını, bunlardan tövbe edip kendini düzelten ve gönülden teslimiyet içine girenlerin Allah’ın büyük mükâfatlara lâyık gördüğü müminlerle beraber olacaklarının bildirildiğini (Nisâ 4/146-147) dikkate alan Hz. Peygamber’in bu tutumu, müslümanlara şu mesajı vermektedir: Asıl erdemlilik, güçlü olduğu halde yanlış yoldaki insanları dışlama yönüne gitmeyip, onların ıslahı ve kazanılması için çaba harcamaktır.
Âyetten anlaşılan ikinci husus da, kendilerinden söz edilen münafıkların affedilme şanslarını tamamen yitirmiş olduklarıdır. Bunun gerekçesi âyette şöyle açıklanmıştır: “Çünkü onlar Allah ve resulünü inkâr etmişlerdir. Allah (böylesine) kötülüğe saplanmış kimseleri doğru yola iletmez.” Öyle görünüyor ki bu istisnaî bir durumdur. Zira âyette işaret edilen kimselerin, Hz. Peygamber’in Medine’de dış düşmanlara karşı verdiği mücadelede ne büyük bir kambur oluşturduğu herkes tarafından biliniyor, onlar da ilâhî vahyi insanlara tebliğ eden Resûlullah’ın hak peygamber olduğunu ayan beyan görüyorlardı. Böylesine büyük bir imkânı değerlendirmeyen ve gönüllerini imana bütünüyle kapatmış olan bu kimselerin durumu Allah tarafından Hz. Peygamber’e haber verilmekte ve artık dış görüntülerine göre muamele gören bu kesime karşı açık bir tavır ortaya konması istenmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 41-42
اِسْتَغْفِرْ لَهُمْ اَوْ لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْۜ
Fiil cümlesidir. اِسْتَغْفِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لَهُمْ car mecruru اِسْتَغْفِرْ fiiline mütealliktir.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَسْتَغْفِرْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنتَ ’dir. لَهُمْ car mecruru تَسْتَغْفِرْ fiiline mütealliktir.
اَوْ Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleri olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِسْتَغْفِرْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi غفر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
اِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْع۪ينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْۜ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْتَغْفِرْ şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri َأنت ’dir. لَهُمْ car mecruru تَسْتَغْفِرْ fiiline mütealliktir. سَبْع۪ينَ masdardan naib mef’ûlu mutlak olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için harf ile irablanır. مَرَّةً temyiz olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
يَغْفِرَ fetha ile mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. لَهُمْ car mecruru يَغْفِرَ fiiline mütealliktir.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “....bakımından, ...yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. 11’den 99 ‘a kadar olan sayıların temyizi müfred mansub gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذَ ٰلِكَ mübteda olup mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. بِ harf-i ceri sebebiyyedir. أَنَّ ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle ذَ ٰلِكَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
أنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَفَرُوا cümlesi, أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru كَفَرُوا fiiline mütealliktir. رَسُولِه۪ atıf harfi وَ ile lafza-i celâle matuftur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. لَا يَهْدِي cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْدِي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْقَوْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْفَاسِق۪ينَ۟ kelimesi الْقَوْمَ ’nin sıfatı olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanırlar.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْفَاسِق۪ينَ۟ kelimesi sülâsî mücerredi فسق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir, geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِسْتَغْفِرْ لَهُمْ اَوْ لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümlesi اِسْتَغْفِرْ لَهُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muhayyerlik bildiren atıf harfi اَوْ ’in dahil olduğu لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ cümlesi aynı üslupta gelmiştir. Makabline matuf cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur.
Emir fiiller sonraki فَلَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْ cümlesinin delaletiyle haber manalıdır. Emir üslubunda olmasına rağmen cümle, emir anlamında değildir. Vaz edildiği anlamdan çıkarak haber cümlesi anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebtir.
اِسْتَغْفِرْ لَهُمْ cümlesiyle, اَوْ لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اِسْتَغْفِرْ - لَا تَسْتَغْفِرْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
Nehiy sıygası tesviye (eşitleme) manasında kullanılmış olabilir, çünkü işaret edilen emirler, tesviye (eşitleme) amacıyla mukayese edilmiş olup; “Onlar hakkında istiğfarda bulunup bulunmaman arasında hiçbir fark yoktur.” manasındadır. İşte bu, bu konudaki emir veya nehyin onların üzerindeki hükmü değiştirmeyeceği hususunda kinayedir. Emredilen de nehyedilen de yapılsa netice birdir, değişmez. Bununla birlikte mahzuf olan sözün fiili olarak iki fiil de kabul edilebilir. Yani takdiren, نَقُولُ لَكَ : اسْتَغْفِرْ لَهم veya نَقُولُ : لا تَسْتَغْفِرْ لَهم şeklindedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
اِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْع۪ينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Şart üslubunda gelen terkipte اِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْع۪ينَ مَرَّةً , cümlesi şarttır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. اِنْ şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder.
سَبْع۪ينَ , mef’ûlü mutlaktan naibdir. مَرَّةً ise temyizdir.
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi olan فَلَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْ , menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiili nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren nefy harfi لَنْ , cümleyi tekid etmiştir. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Muzari fiiller tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اِسْتَغْفِرْ - لَا تَسْتَغْفِرْ - لَنْ يَغْفِرَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَنْ يَغْفِرَ - تَسْتَغْفِرْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
تَسْتَغْفِرْ- لَهُمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu ayette zikredilen sayıdan maksat men etmeyi sınırlamak, (yani “Yetmiş defadan fazla dua edersen kabul ederim.” demek) değildir; aksine bu ifade tıpkı kendisinden bir ihtiyacının yerine getirilmesini isteyen kimseye, o kimsenin: “Bunu benden, yetmiş defa dahi istesen, ben onu yapmam!” demesi gibidir. Bu kimse bu ifadesiyle o kimsenin, yetmişden fazla talepte bulunması halinde onu yapacağı manasını kasdetmemiştir. İşte burada da böyledir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ayette münafıklar hakkında istiğfar etmeme konusunda mübalağa vardır. Yetmiş sayısı kesret belirtir. Onlar hakkındaki istiğfar önemli sayıda olsa da Allah onları asla affetmeyecektir. Bu üslup nefyin tekididir. Sınırın olmadığı mübalağa yoluyla belirtilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir - Zemahşeri, Keşşâf ’an Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ذٰلِكَ mübteda, haber mahzuftur.
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tahkir ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle önemini vurgulamış ve ona tahkir ifade etmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile istiğfarlarının kabul edilmediğine işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Masdar ve tekit harfi بِاَنَّ ‘nin dahil olduğu بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ cümlesi, masdar tevilinde, harfi cerle birlikte mahzuf habere mütealliktir.
Masdar-ı müevvel olan cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ cümlesi, اَنَّ ‘nin haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
وَرَسُولِه۪ izafeti, كَفَرُوا fiiline müteallik olan بِاللّٰهِ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezayüftür.
Allah’ı inkârın zikrinden sonra resulünün inkârı, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Allah'ı inkâr eden, resulünü de inkâr etmiş olur.
اللّٰهَ - رَسُولَهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Veciz ifade kastına matuf رَسُولَهُ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
Lafza-i celâlin kalplerde haşyet duygularını artırmak ve hükmün illetini bildirmek için zamir makamında yapılan tekrarında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ذَلِكَ بِأنَّهم كَفَرُوا ifadesinde فَلَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ ayetinde açıkça belirtildiği üzere, umulabilecek bağışlanmanın küfürleri sebebiyle yok olduğuna işaret vardır. Bu yüzden ب harf-i ceri sebebiyyedir ve Allah’a karşı olan küfürleri, ona şirk koşmalarıdır.
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması ve zamir makamında zahir isimle üçüncü kez tekrarlanması, mehabet duyguları uyandırmak ve ikazı artırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı tekrarında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Menfi fiil cümlesi formunda gelen müsned olan لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟ , menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de muzari fiil olması hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Son cümlede bahsi geçenlerin, zamir makamında fasık kavim şeklinde zahir olarak zikredilmesi, küfrün fasıklık olduğuna ve onların durumlarının kötülüğüne dikkat çekmek için yapılmış iltifat ve ıtnâb sanatıdır.
الْفَاسِق۪ينَ kelimesi الْقَوْمَ için sıfattır. İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كَفَرُوا - يَهْدِي kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Bu, Allah’ın hükmüne ve emirlerine muhalefet edenler hakkında bir tehdit ve uyarı ifade etmektedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Âl-i İmran/24; Maide/108)
Arapçada فَ harfiyle başlayan fiillerin çoğunda ayrılma, çıkma, kopma anlamları vardır.
Arap dilinde فِسْق [fısk], “çirkin bir çıkış” anlamına gelir. Buradan hareketle, deliğinden fesat yapmak üzere çıktığı için fareye, فُوَيْسِقَ diye isim verilmiştir. Hurma kabuğundan dışarı çıktığında, فَسَقَتِ الرَّطْبَة (taze hurma kabuğundan çıktı) denmiştir. Çünkü bu durum, hurmaların fesada uğradığını (bozulduğunu) gösterir. Bu anlamdan hareketle, büyük bir günah işleyerek Allah’a itaatten çıkmaya fısk ismi verilmiştir. (Arap Dilinde ve Kur’an’da Farklar Sözlüğü)
Üslubu ḥakîm sanatı olan bu ayette efendimizin dualarının karşılığı onun beklentisine göre değil, kendisi için daha hayırlısını bilen Allah’ın muradına göre tecelli etmiş ve O’nun تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْع۪ينَ مَرَّةً emriyle istiğfarda çokluk kastedilmiştir. Nitekim Peygamberimiz bundan sonra günde yetmişin üzerinde istiğfar eder olmuştur. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
Fısk, yoldan çıkmak, isyan, inkâr ve günahta temerrüt ve haddi aşmaktan ibarettir.
Bu kelam, makablindeki hükmü pekiştiren bir zeyl mahiyetindedir. Zira kâfirin bağışlanması, ancak küfürden tamamen sıyrılmak ve hakka yönelmekle olur. Küfre tamamen batmış ve kalbi küfürle mühürlenmiş olan kimse ise bundan çok uzaktır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللّٰهِ وَكَرِهُٓوا اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَقَالُوا لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرِّۜ قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ اَشَدُّ حَراًّۜ لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَرِحَ | sevindiler |
|
2 | الْمُخَلَّفُونَ | muhalefet ederek |
|
3 | بِمَقْعَدِهِمْ | oturup kalmalarına |
|
4 | خِلَافَ | geride kalanlar |
|
5 | رَسُولِ | Peygamberine |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | وَكَرِهُوا | ve hoşlanmadılar |
|
8 | أَنْ |
|
|
9 | يُجَاهِدُوا | cihadetmekten |
|
10 | بِأَمْوَالِهِمْ | mallarıyle |
|
11 | وَأَنْفُسِهِمْ | ve canlarıyle |
|
12 | فِي |
|
|
13 | سَبِيلِ | yolunda |
|
14 | اللَّهِ | Allah |
|
15 | وَقَالُوا | ve dediler |
|
16 | لَا |
|
|
17 | تَنْفِرُوا | sefere çıkmayın |
|
18 | فِي |
|
|
19 | الْحَرِّ | sıcakta |
|
20 | قُلْ | de ki |
|
21 | نَارُ | ateşi |
|
22 | جَهَنَّمَ | cehennemin |
|
23 | أَشَدُّ | daha |
|
24 | حَرًّا | sıcaktır |
|
25 | لَوْ | keşke |
|
26 | كَانُوا | olsalardı |
|
27 | يَفْقَهُونَ | anlıyor(lar) |
|
Tebük Seferi’ne katılmamak için bahaneler uyduran, özellikle havaların aşırı sıcak olduğu gerekçesine sığınan, fakat aynı zamanda müminleri de sefere çıkmaktan caydırmaya çalışan münafıkların âkıbetinin çok acı olacağı belirtilmekte; Hz. Peygamber’in bu kişilerden sağ kalanlarla karşılaşması halinde onların kendi maiyetinde bir sefere çıkmalarına müsaade etmemesi istenmekte, ölenlerinin ise imansız olarak can verdikleri bildirilip onlar için bir dinî vecîbe ifa etme cihetine gitmemesi emrolunmaktadır. Müslümanların ölen din kardeşlerine karşı ifa etmeleri gereken dinî vecîbelerin başında cenaze namazı kılınması ve bunun için gerekli hazırlıkların yapılması gelmektedir. Âyette bu hususa işaret edildikten sonra yer alan, “mezarı başında da durma” ifadesini Hz. Peygamber’in cenazenin defninden sonraki tatbikatına göre açıklamak uygun olur. Resûl-i Ekrem bir müslümanın cenazesi defnedildikten sonra kabri başında bir süre durur ve etrafındakilere şöyle derdi:“Kardeşiniz için Allah’tan mağfiret dileyiniz ve sorulanlara şaşırmadan cevap verebilmesi için dua ediniz; zira şu anda o sorguya çekilmektedir” (Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 69; krş. Tirmizî, “Cenâiz”, 70). (Münafıkların malları ve evlâtlarının dünyada eziyet vesilesi kılındığını ve Allah’ın onların canlarının da kâfir olarak çıkmasını murat ettiğini belirten 85. âyetin açıklaması için 55. âyetin tefsirine bk.). 87. “Geride kalanlar” diye tercüme edilen havâlif kelimesi, Arap dilinde daha çok kadınları ifade etmek üzere kullanılır; fakat belirli bir işte kendisinden verim alınamayacak olanlar anlamına da gelir. Kelimenin yer aldığı bağlamda sadece kadınların değil, kadınlarla birlikte yaşlı erkekler, çocuklar, engelliler gibi savaşa katılamayacak kimselerin kastedildiği anlaşıldığından, meâlinde bu geniş anlam tercih edilmiştir. Bazı müfessirlere göre kadınlara benzetmek onların ağırına giden bir ifade olduğu için kelime bu anlamıyla kullanılmıştır. Öte yandan bu kelimenin, “karşı çıkanlar” şeklinde tercüme edilmesi de mümkündür (İbn Atıyye, III, 68; Râzî, XVI, 151, 156-157). Yine bu âyette geçen “kalpleri mühürlendi” ifadesinde edebî sanatlardan istiare türü kullanılmış olup, onların kalplerinin inkârcılık ve sapkınlıkla kaplanmış olduğunu, bu durumun da imanın ve hidayet ışığının girmesini engellediğini belirtmektedir (İbn Atıyye, III, 68; bu sonucun insanın irade hürriyeti açısından değerlendirilmesi için bk. Bakara 2/7).
Kaynak :Kuran Yolu/ Diyanet tefsiri
Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Yaktığınız ateş var ya, bu cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür!” buyurmuştu.
(Yanındakiler): “Zaten bu ateş, vallahi (asileri cezalandırmaya ahirette) yeterliydi” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Cehennem ateşi öbürüne altmış dokuz kat üstün kılındı. Her bir katın harareti, bunun mislindedir.”
(Buhârî, Bed’ü’l-Halk 10; Müslim, Cennet 29, (2843); Muvatta, Cehennem 1, (2, 994); Tirmizî, Cehennem 7, (2592).)
“Cehennemliklerin kıyamet gününde en hafif derecede azâb görecek olanı, ayaklarının tabanının altına bir ateş közü konulup da bu yüzden beyni, tencere ve gümgüm gibi kaynayan adamdır!” (Buharî, Rikak, 51)
فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللّٰهِ
Fiil cümlesidir. فَرِحَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْمُخَلَّفُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. بِمَقْعَدِهِمْ car mecruru فَرِحَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خِلَافَ zaman veya mekân zarfı, masdar مَقْعَدِ ’ye mütealliktir. رَسُولِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْمُخَلَّفُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’îl babının ism-i mef’ûludur.
وَكَرِهُٓوا اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَرِهُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يُجَاهِدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاَمْوَالِهِمْ car mecruru يُجَاهِدُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْفُسِهِمْ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru يُجَاهِدُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi) denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُجَاهِدُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi جهد ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُوا لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرِّۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, لَا تَنْفِرُوا ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَنْفِرُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْحَرّ car mecruru تَنْفِرُوا fiiline mütealliktir.
قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ اَشَدُّ حَراًّۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, نَارُ جَهَنَّمَ اَشَدُّ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
نَارُ mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. جَهَنَّمَ muzâfun ileyh olup, gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. اَشَدُّ haber olup damme ile merfûdur. حَراًّ temyiz olup fetha ile mansubdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler kesra yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “...bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَشَدُّ kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ
لَوْ gayr-i cazim şart harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَفْقَهُونَ cümlesi, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَفْقَهُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, ما تخلّفوا (geri kalmazlardı.) şeklindedir.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı M.Vecih Uzunoğlu)
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللّٰهِ وَكَرِهُٓوا اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَقَالُوا لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرِّۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللّٰهِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Veciz ifade kastına matuf خِلَافَ رَسُولِ اللّٰهِ izafetinde muzaf olan خِلَافَ , zarf manasındadır.
خِلَافَ ve بِمَقْعَدِهِمْ bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
رَسُولِ kelimesinin Allah lafzına izafeti veciz ifade yanında, resulün şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir.
رَسُولِ - اللّٰهِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَكَرِهُٓوا اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi, masdar tevili ile كَرِهُٓوا fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
وَاَنْفُسِهِمْ , tezayüf nedeniyle بِاَمْوَالِهِمْ car-mecruruna atfedilmiştir.
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Veciz ifade kastına matuf سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafzâ-i celâle muzâf olması سَب۪يلِ için tazim ve şeref ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
İstînâfiyyeye matuf olan وَقَالُوا لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرّ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرّ cümlesi ise menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فِي الْحَرّ ibaresinde istiare sanatı vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الْحَرّ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü sıcaklık, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Mübalağa ifade eden bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
الْحَرّ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
فَرِحَ - كَرِهُٓوا ve بِمَقْعَدِهِمْ - تَنْفِرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
خِلَافَ - الْمُخَلَّفُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللّٰهِ cümlesiyle وَكَرِهُٓوا اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
فَرِحَ ve وَكَرِهُٓوا şeklindeki haber cümlelerinin müsnedün ileyhleri aynıdır ve iki fiil birbirinin zıddıdır, bunun için vasıl yapılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayette münafıklar Allah yolunda cihada çıkmaktan hoşlanmadıkları için yerilirken, Beyzâvî’nin yorumuna göre bir taraftan da malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat etmeyi evlerinde oturmaya tercih eden ve Allah’ın rızasını kazanmak için büyük fedakârlıklar yapan müminler, tariz yoluyla övülmektedirler. Ayetin devamında ise sıcaklığı bahane ederek savaştan geri kalanların cezalandırılacakları hususu yine ima yollu anlatılmaktadır. Burada cehennem ateşinin daha şiddetli olduğu ifade edilmekle birlikte, asıl anlatılmak istenen, dünyanın geçici sıcaklığını bahane ederek savaştan geri kalanların, sıcaklığı daha şiddetli olan cehennem ateşine girecekleri gerçeğidir. Genel kabule göre tariz sanatına tenkit, alay, yerme, iğneleme, dokundurma gibi maksatlarla başvurulurken müfessirimizin anlayışına göre zaman zaman övme ve doğruyu gösterme gibi amaçlarla da bu sanat icra edilmektedir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Bu ayette münafıkların cihattan geri kalmaya sevinmelerine -ki قعود cihadın zıddı bir anlam taşımaktadır- cihada çıkılmasından hoşlanmamaları ve buna üzülmeleriyle muḳabele edilmiştir. Yani فرح ve قعود kelimeleriyle كره ve جهاد kelimeleri arasında muḳabele vardır. (Dr. Besyûnî Abdü’l Fettah Feyyûd, İlmu’l Bedî’, s. 154)
نْفِرُ fiilinde hem nefret etmek, hem de ürküp kaçmak manası vardır. Grup ve birey anlamındaki nefer kelimesi de bu kökten türemiştir.
الْمُخَلَّفُونَ kelimesi, gidenlerden geri kalan kimse anlamına gelir.(Fahreddin er-Râzî,Mefâtîhu’l- Gayb)
Bu ayette münafıklar, küfür ve dalaletin üç hasletini kendi nefislerinde toplamış oldular. Bu üç haslet de şunlardır: Evlerinde oturup kalmalarına sevinmek ,cihattan nefret etmek, başkalarını da cihattan alıkoymak. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ اَشَدُّ حَراًّۜ
Beyânî istînâf olan cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan نَارُ جَهَنَّمَ اَشَدُّ حَراًّ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsned olan اَشَدُّ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
حَراًّ kelimesi temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.
نَارُ - حَراًّۜ - جَهَنَّمَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قُلْ - قَالُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حَراًّ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Cehennem ateşinin sıcağının, kurak yaz sıcağından daha şiddetli olduğu malum olduğundan burada amaç bunu bildirme-haber verme değildir. Malum olan bu durumun görmezden-bilmezden gelindiği kinayeli şekilde belirtilerek hatırlatma yapılmıştır. Nitekim onlar az olan bir sıcaklıktan sakınıp kendilerini (kıyas dahi edilemeyecek) çok daha şiddetli bir sıcaklığın içine sürüklemişlerdir. Yani seferde olacak olan sıcaklığa katlanmazlarsa cehennem ateşinin sıcaklığına katlanmak zorunda olacakları kinayeli bir şekilde hatırlatılmıştır. Ayrıca cehennem ateşine doğru bu şekilde yol alışlarında da kinaye vardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda gelen terkipte şart cümlesi لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
كان ’nin haberi olan يَفْقَهُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir. Muzari fiil ayrıca hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
Kur’an’da كان ’den sonra gelen muzari fiil, o eylemin çokluğuna ve devamlılığına işaret eder. (Celalettin Divlekci, Kur’an’da Bazı Kelimelerin Kullanım Özelliklerine Dair Genel Kaideler) Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, ما تخلّفوا (Geride kalmazlardı) olan cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlar.
لَوْ كانُوا يَفْقَهُونَ cümlesi, görmezden-bilmezden gelme ve hatırlatma hususunda tetmim cümlesidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
فَلْيَضْحَكُوا قَل۪يلاً وَلْيَبْكُوا كَث۪يراًۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
فَلْيَضْحَكُوا قَل۪يلاً وَلْيَبْكُوا كَث۪يراًۚ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن فرحوا وكروا وقالوا (Eğer sevinir, saldırır ve …. derlerse) şeklindedir.
لْ emir lam’ıdır. يَضْحَكُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. قَل۪يلاً masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri, ضحكًا قليلا şeklindedir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لْ emir lam’ıdır. يَبْكُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. كَث۪يراًۚ masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri, يبكاً كثيراً şeklindedir.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَل۪يلاً - كَث۪يراًۚ kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
جَزَٓاءً sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle جَزَٓاءً ’e mütealliktir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَكْسِبُونَ۟ cümlesi, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَكْسِبُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı M.Vecih Uzunoğlu)
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harfi cersiz kullanımı. 2) Harfi cerli kullanımı
1) Harfi cersiz kullanımı: Harfi cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c) Mef’ûlün leh olacak mastarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d) Fiilin faili ile mef’ulün faili aynı olmalıdır.
e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ulün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلْيَضْحَكُوا قَل۪يلاً وَلْيَبْكُوا كَث۪يراًۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
İstînâfiye olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkipte îcâz-ı hazif sanatı vardır. فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir.
Cümle, takdiri …إن فرحوا وكروا وقالوا (Eğer sevinir, saldırır ve …. derlerse) olan mukadder şartın cevabıdır. Cevap cümlesi olan فَلْيَضْحَكُوا قَل۪يلاً , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üsluptaki وَلْيَبْكُوا كَث۪يراً cümlesi, atıf harfi وَ ’ın cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur.
Aynı üslupta gelen bu iki cümle emir sıygasında geldiği halde haber manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Az gülecekler çok ağlayacaklar manasındadır.
قَل۪يلاً ve كَث۪يراًۚ , mahzuf mef’ûlü mutlaktan naibdir. Mef’ûlü mutlak olan kelimelerin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
فَلْيَضْحَكُوا , sevinmekten, وَلْيَبْكُوا ise üzülmekten kinayedir. قَل۪يلاً , yokluk, كَث۪يراًۚ ise devam manasındadır.
فَلْيَضْحَكُوا قَل۪يلاً cümlesiyle وَلْيَبْكُوا كَث۪يراً cümlesi arasında mukabele ve aks sanatları vardır.
لْيَضْحَكُوا - لْيَبْكُوا ve قَل۪يلاً - كَث۪يراً gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
جَزَٓاءً mef’ûlün lieclih olarak mansubdur. Amili لْيَضْحَكُوا veya لْيَبْكُوا ’dur.
جَزَٓاءً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki كَانُوا يَكْسِبُونَ cümlesi, masdar tevilinde بِ harf-i ceri ile جَزَٓاءً ’e mütealliktir.
Masdar-ı müevvel, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberi olan يَكْسِبُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir. Muzari fiil ayrıca hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
Kur’an’da كان ’den sonra gelen muzari fiil, o eylemin çokluğuna ve devamlılığına işaret eder. (Celalettin Divlekci, Kur’an’da Bazı Kelimelerin Kullanım Özelliklerine Dair Genel Kaideler)
Beyzâvî ayetin tefsîrinde şunları kaydetmektedir: فَلْيَضْحَكُوا [gülsünler] ve وَلْيَبْكُوا [ağlasınlar] emir sıygaları haber manası ifade eden inşâ cümleleridir. Yani onlar az gülecek ve çok ağlayacaklar demektir. Onların dünya ve ahirette az gülüp çok ağlamalarının kaçınılmaz olduğunu göstermek için emir kalıbıyla gelmişlerdir. Müfessirimizin izahından da anlaşılacağı üzere ayette emri gaib sıygasıyla gelen bu iki fiil, konuldukları asli mananın dışına çıkarak haber verme manasında kullanılmışlardır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır.
Azlığın yokluk, çokluğun da süreklilikten kinaye olarak kullanılmış olması da mümkündür. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Cümle, her ne kadar emir sıygasıyla gelmiş bir ifade ise de bunun manası, durumun ileride vaki olacağını bildirmektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
جَزاءً بِما كانُوا يَكْسِبُونَ ifadesi onlara ait zamirden haldir. Yani çokça ağlayıp az gülmeleri, yaptıklarının karşılığı olarak başlarına gelen durumu göstermektedir. Az bir süre gülmelerine karşılık kazandıkları, peşi sıra gelen ağlayışlarıdır. Çünkü yaptıkları, içinde oldukları nimeti ellerinden çekip almış ve onları büyük bir felakete uğratmıştır.
Kazandıklarıysa nifaklarının (iki yüzlülüklerinin) sonucu olan amelleridir. İfadede بِما ibaresiyle mevsûl kullanılması, kapsamlı mananın kısaltılarak ifade edilmesi içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
فَاِنْ رَجَعَكَ اللّٰهُ اِلٰى طَٓائِفَةٍ مِنْهُمْ فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ اَبَداً وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُواًّۜ اِنَّكُمْ رَض۪يتُمْ بِالْقُعُودِ اَوَّلَ مَرَّةٍ فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِف۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِنْ | eğer |
|
2 | رَجَعَكَ | seni döndürürse |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | إِلَىٰ |
|
|
5 | طَائِفَةٍ | bir topluluğa |
|
6 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
7 | فَاسْتَأْذَنُوكَ | senden izin isterlerse |
|
8 | لِلْخُرُوجِ | çıkmak için |
|
9 | فَقُلْ | de ki |
|
10 | لَنْ |
|
|
11 | تَخْرُجُوا | çıkmayacaksınız |
|
12 | مَعِيَ | benimle |
|
13 | أَبَدًا | asla |
|
14 | وَلَنْ | ve asla |
|
15 | تُقَاتِلُوا | savaşmayacaksınız |
|
16 | مَعِيَ | benimle beraber |
|
17 | عَدُوًّا | düşmanla |
|
18 | إِنَّكُمْ | şüphesiz siz |
|
19 | رَضِيتُمْ | razı olmuştunuz |
|
20 | بِالْقُعُودِ | oturmağa |
|
21 | أَوَّلَ | ilk |
|
22 | مَرَّةٍ | önce |
|
23 | فَاقْعُدُوا | öyle ise oturun |
|
24 | مَعَ | beraber |
|
25 | الْخَالِفِينَ | geri kalanlarla |
|
فَاِنْ رَجَعَكَ اللّٰهُ اِلٰى طَٓائِفَةٍ مِنْهُمْ فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ اَبَداً وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُواًّۜ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَجَعَكَ şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. اِلٰى طَٓائِفَةٍ car mecruru رَجَعَكَ fiiline mütealliktir. مِنْهُمْ car mecruru طَٓائِفَةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَأْذَنُوكَ damme üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لِلْخُرُوجِ car mecruru اسْتَأْذَنُوكَ fiiline mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, لَنْ تَخْرُجُوا ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
تَخْرُجُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَعِيَ mekân zarfı لَنْ تَخْرُجُوا fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَبَداً zaman zarfı لَنْ تَخْرُجُوا fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
تُقَاتِلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَعِيَ mekân zarfı لَنْ تُقَاتِلُوا fiiline müteallik olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَدُواًّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَأْذَنُوكَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi أذن ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
تُقَاتِلُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dur.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّكُمْ رَض۪يتُمْ بِالْقُعُودِ اَوَّلَ مَرَّةٍ فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِف۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
كُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. رَض۪يتُمْ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
رَض۪يتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. بِالْقُعُودِ car mecruru رَض۪يتُمْ fiiline mütealliktir. اَوَّلَ masdardan naib mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. مَرَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن رضيتم بالقعود أوّل مرّة فاقعدوا مع الخالفين في كلّ مرّة şeklindedir.
اقْعُدُوا fiili نَ ’un hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَعَ mekân zarfı اقْعُدُوا fiiline mütealliktir. الْخَالِف۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ی ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْخَالِف۪ينَ kelimesi sülâsî mücerredi خلف olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنْ رَجَعَكَ اللّٰهُ اِلٰى طَٓائِفَةٍ مِنْهُمْ فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ اَبَداً وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُواًّۜ
فَ istînâfiyyedir.
Şart üslubunda gelen terkipte اِنْ رَجَعَكَ اللّٰهُ اِلٰى طَٓائِفَةٍ مِنْهُمْ cümlesi şarttır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مِنْهُمْ car mecruru طَٓائِفَةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
طَٓائِفَةٍ ‘deki nekrelik, tahkir ve cins ifade eder.
Aynı üslupta gelen فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ cümlesi, şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ اَبَداً , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ اَبَداً cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Aynı üslupta gelen وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُواًّ cümlesi atıf harfi وَ ’nin mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zarf olan مَعِيَ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Mef’ûl olan عَدُواًّ ‘deki nekrelik, kesret, nev ve umum ifade eder. Bilindiği gibi, olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
لِلْخُرُوجِ - لَنْ تَخْرُجُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لِلْخُرُوجِ - تُقَاتِلُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Beyzâvî burada haber cümlesinin anlamıyla ilgili olarak şöyle bir açıklama yapmıştır: “Bu, mübalağa için nehiy manasında haber cümlesidir”. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ اَبَداً [Bundan sonra artık, siz benimle beraber herhangi bir savaşa katiyen çıkamazsınız.] Bu, onları tenkit etme, rahmetten uzaklaştırma ve nifaklarını ve rüsvalıklarını ortaya koyma, teşhir etme yerine geçen bir ifadedir. Zira Müslümanları cihada teşvik etmek, Hz. Muhammed’in getirmiş olduğu dinde zaruri olarak yer alan bir hükümdür. Onların, savaşa çıkmak için izin talebinde bulunmaya yönelmelerinden sonra, bundan men edilmeleri, onların İslâm’dan çıktıklarının, çeşitli hile ve desiselerle nitelenmiş olduklarının açık bir delilidir. Zira Hz. Peygamber (s.a.v) onları, hile ve tuzaklarından korunmak amacıyla savaşa katılmaktan men etmiştir. İşte bu husus, bu bakımdan onları lanetleme ve tardetme, kovma gibi olmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ayetin başındaki الفاءُ bağlacı(harfi), قُلْ نارُ جَهَنَّمَ أشَدُّ حَرًّا ayetiyle verilen haberin akabindeki detaylandırma içindir. Hz. Peygamberin (s.a.v) onları müslümanlarla birlikte savaşmaktan men ederek onlara olan öfkesini belirtmesi ve tehdidi onlar için ayrıca bir cezalandırmadır. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَنْ ile yapılan nefiy ile birlikte أبَدًا ‘nin aynı cümlede kullanımı, savaştan geri kalan münafıkların bundan sonra müslümanlarla herhangi bir savaşa çıkma ihtimallerinin olmadığı manasını kat’i surette teyit etmektedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنَّكُمْ رَض۪يتُمْ بِالْقُعُودِ اَوَّلَ مَرَّةٍ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahil olan cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
رَض۪يتُمْ بِالْقُعُودِ اَوَّلَ مَرَّةٍ cümlesi اِنَّ ’nin haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
اَوَّلَ kelimesi, amili الْقُعُودِ olan mahzuf mef’ûlü mutlaktan naibdir.
رَض۪يتُمْ fiiline müteallik بِالْقُعُودِ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
بِالْقُعُودِ - لِلْخُرُوجِ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayette geçen مَرَّةٍ (kere) kelimesiyle ilgili olarak Keşşaf sahibi şu açıklamayı yapar: Hakk Teâlâ’nın bu ayetteki مَرَّةٍ kelimesi, مَرَّات (defaatle, birçok kere) anlamında olmak üzere zikredilmiştir. Bu kelimeye اَوَّلَ kelimesi muzâf kılınmıştır. اَوَّلَ kelimesi, مَرَّات kelimesinin müfredine delalet etmiş, onun yerine kullanılmıştır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
İsmi tafdil kalıbı (siygası), nekra kelimeye izafe olursa; bu muzâfun ileyh müfred ve müzekker olmasa bile müfred ve müzekker olur. Çünkü muzâfun ileyh maksada delalet etmeye kafidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِف۪ينَ
İstînâfiye olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkipte îcâz-ı hazif sanatı vardır. فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir.
Cümle, takdiri إن رضيتم بالقعود أوّل مرّة (İlk defasında oturmaya razı olduysanız) olan mukadder şartın cevabıdır. Cevap cümlesi olan فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِف۪ينَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen ihâne (hor görmek) ve tahkir (aşağılamak) kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
اقْعُدُوا - الْقُعُودِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَعَ ve لَنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَلَا تُصَلِّ عَلٰٓى اَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ اَبَداً وَلَا تَقُمْ عَلٰى قَبْرِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve |
|
2 | تُصَلِّ | namaz kılma |
|
3 | عَلَىٰ | üzerine |
|
4 | أَحَدٍ | birinin |
|
5 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
6 | مَاتَ | ölen |
|
7 | أَبَدًا | asla |
|
8 | وَلَا | ve |
|
9 | تَقُمْ | durma |
|
10 | عَلَىٰ | başında |
|
11 | قَبْرِهِ | onun kabri |
|
12 | إِنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
13 | كَفَرُوا | inkar ettiler |
|
14 | بِاللَّهِ | Allah’ı |
|
15 | وَرَسُولِهِ | ve Elçisini |
|
16 | وَمَاتُوا | ve öldüler |
|
17 | وَهُمْ | onlar |
|
18 | فَاسِقُونَ | yoldan çıkmış olarak |
|
وَلَا تُصَلِّ عَلٰٓى اَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ اَبَداً وَلَا تَقُمْ عَلٰى قَبْرِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُصَلِّ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. عَلٰٓى اَحَدٍ car mecruru لَا تُصَلِّ fiiline mütealliktir. مِنْهُمْ car mecruru اَحَدٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. مَاتَ cümlesi, اَحَدٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
مَاتَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اَبَداً zaman zarfı لَا تُصَلِّ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقُمْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. عَلٰى قَبْرِه۪ car mecruru لَا تَقُمْ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُصَلِّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi صلو ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَفَرُوا cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru كَفَرُوا fiiline mütealliktir. بِرَسُولِه۪ car mecruru atıf harfi وَ ile lafza-i celâle matuf olup, كَفَرُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. مَاتُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمۡ mübteda olarak mahallen merfûdur. فَاسِقُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاسِقُونَ kelimesi sülâsî mücerredi فسق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تُصَلِّ عَلٰٓى اَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ اَبَداً وَلَا تَقُمْ عَلٰى قَبْرِه۪ۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin önceki ayetteki اِنْ رَجَعَكَ اللّٰهُ cümlesine matuf olması da caizdir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَا تُصَلِّ fiiiline müteallik olan car-mecrur عَلٰٓى اَحَدٍ ‘deki nekrelik, kıllet, cins ve umum ifade eder. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
مِنْهُمْۜ car-mecruru, اَحَدٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَا تُصَلِّ , mezid, muzari fiildir. Nehy ifade eder.
مَاتَ cümlesi اَحَدٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
مَاتَ cümlesindeki mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımlarda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
اَبَداً zaman zarfı, لَا تُصَلِّ ‘ya mütealliktir.
Aynı üsluptaki وَلَا تَقُمْ عَلٰى قَبْرِه۪ cümlesi atıf harfi وَ ’nin …لَا تُصَلِّ cümlesine, hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَحَدٍ - اَبَداً kelimeleri arasında cinas-ı nakıs sanatı vardır.
لَا تُصَلِّ ifadesi, ya nefy işinin ya da nefy edilen şeyin tebîdini (ebediyen yapılmamasını) ifade edebilir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ cümlesi اِنَّ ’nin haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Dolayısıyla اللّٰهِ isminin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır.
وَرَسُولِه۪ car-mecruru, بِاللّٰهِ ‘ye tezayüf nedeniyle atfedilmiştir.
Allah’ı inkâr zikredildikten sonra resulünü inkârın bildirilmesi, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Allah'ı inkâr eden, resulünü de inkâr etmiş demektir.
Az sözle çok anlam ifade eden رَسُولِه۪ izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan رَسُولِ şan ve şeref kazanmıştır.
Önceki cümlede bahsi geçenler müfret zamirle anılırken, bu cümlede cemî zamire geçişte iltifat sanatı vardır.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan وَمَاتُوا cümlesi, اِنَّ ’nin haberine veya ta’lil cümlesine atıf harfi وَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Hal وَ ’ıyla gelen وَهُمْ فَاسِقُونَ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan فَاسِقُونَ, ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
مَاتَ - مَاتُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَفَرُوا - فَاسِقُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَاتَ (öldü) kelimesi, اَحَدٍ (hiç kimse) kelimesinin sıfatıdır. Mana gelecek zamana dair olduğu halde مَاتَ (öldü) ve مَاتُوا (öldüler) ifadelerinin mazi/geçmiş zaman kipi olarak kullanılmasının sebebi, onların öleceklerinin kesin ve kaçınılmaz olmasıdır. اِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ [Çünkü onlar inkâr ettiler.] ifadesi de yasağın gerekçesidir. (Zemahşeri, Keşşâf ’an Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l- Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Bu cümle mezkur nehyin sebebini açıklar. Yani ölüye af dilemek ve mezarının başında durmak, ancak onun salih bir kul olmasını temenni etmek içindir. Bu ise münafıklar hakkında imkânsızdır. Zira onlar hayatları boyunca Allah ile Resulünü (s.a.v) inkâr etmeyi, sürdürmüşler ve küfürde inat ve ısrar ederek ve haddi aşarak ölmüşlerdir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
إنَّهم كَفَرُوا بِاللَّهِ ورَسُولِهِ cümlesi sebep (ta’lil) cümlesidir. Bu sebeple atıfla gelmemiş ve baştaki إنَّ edatının varlığı önceki kullanımlarda olduğu gibi tefri’(detaylandırma) için gelen فاءِ ‘yı gerektirmemiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
إنَّهم كَفَرُوا - وماتُوا - وهم فاسِقُونَ ibarelerindeki zamirler أحَدٍ ‘e aittir. Çünkü أحَدٍ nekra oluşuyla nehiy bağlamında umumiyet ifade eder, nehiyse nefiy gibidir. Ayetteki ماتَ fiilinin müfred olarak gelişi ise; mevsuf lafzı itibarıyladır. Çünkü sıfatta asıl olan mevsufa uymasıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
وَلَا تُعْجِبْكَ اَمْوَالُهُمْ وَاَوْلَادُهُمْۜ اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve |
|
2 | تُعْجِبْكَ | seni imrendirmesin |
|
3 | أَمْوَالُهُمْ | onların malları |
|
4 | وَأَوْلَادُهُمْ | ve evladları |
|
5 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
6 | يُرِيدُ | istiyor |
|
7 | اللَّهُ | Allah |
|
8 | أَنْ |
|
|
9 | يُعَذِّبَهُمْ | onlara azabetmeyi |
|
10 | بِهَا | bunlarla |
|
11 | فِي |
|
|
12 | الدُّنْيَا | dünyada |
|
13 | وَتَزْهَقَ | ve çıkmasını |
|
14 | أَنْفُسُهُمْ | canlarının |
|
15 | وَهُمْ | onlar |
|
16 | كَافِرُونَ | kafir olarak |
|
وَلَا تُعْجِبْكَ اَمْوَالُهُمْ وَاَوْلَادُهُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُعْجِبْكَ sükun ile meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَمْوَالُهُمْ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَوْلَادُهُمْ atıf harfi وَ ile makabline matuftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُعْجِبْكَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عجب ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ
Fiil cümlesidir. اِنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
يُر۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يُعَذِّبَ fetha ile mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِهَا car mecruru يُعَذِّبَهُمْ fiiline mütealliktir. بِ harf-i ceri sebebiyyedir. فِي الْحَيٰوةِ car mecruru يُعَذِّبَهُمْ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَزْهَقَ fetha ile mansub muzari fiilidir. اَنْفُسُهُمْ fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هُمْ كَافِرُونَ cümlesi, hal olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. كَافِرُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تُعْجِبْكَ اَمْوَالُهُمْ وَاَوْلَادُهُمْۜ
Ayetin ilk cümlesi, atıf harfi وَ ile önceki ayetteki …وَلَا تُصَلِّ عَلٰٓى cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nehiy üslubunda talebi inşâî isnaddır.
Tekrar edilen لَٓا olumsuzluğu tekid etmiştir.
اَوْلَادُهُمْ kelimesi وَ harfiyle اَمْوَالُهُمْ ‘a atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezayüftür. Bu kelimeler arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Evlat ve malın وَ ‘la birbirine atfedilmesi, ikisinin ayrı ayrı olma durumunu da nehyetmiştir. Arada atıf olmasaydı mal ve evladın ayrı ayrı değil de sadece ikisi birlikte olduğunda nehyedildiği anlaşılabilirdi.
Atıftan sonra nefi harfi tekrar edilmeseydi, sadece ikisinin birlikte olumsuzlandığı anlamını taşırdı. Bu şekilde gelerek hem bunların yalnız başına olduğu durum hem de ikisinin birlikte olduğu durum olumsuzlanmıştır.
Cümlede taksim sanatı vardır. Hoşa gitmesi nehyedilenler mallar ve evlat olarak belirtilmiştir.
Çocuklar, maldan daha aziz olduğu halde malın çocuklardan önce zikredilmesinin değişik sebepleri olabilir. Şöyle ki:
1. Herkes ihtiyaçlarını karşılamak için mal sahibi olmak zorundadır. Çünkü ihtiyaçları karşılayan en önemli vasıta maldır. Bütün analar, babalar ve çocuklar dünya malına muhtaçtır. Öyle ki çocukları olup da malı olmayan kimseler büyük müzayaka (darlık) ve sıkıntı içindedir. Çocuk sahibi olmak ise ancak baba olma çağına girmiş olan kimseler için söz konusudur.
2. Mala olan ihtiyaç, nefsin bekası içindir; evlada olan ihtiyaç ise nev'in bekası içindir,
3. Mal sahibi olmak çocuklardan önce gelir. Çünkü insanın büyüyüp gelişmesi ancak gıda ile mümkündür. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Kasrla tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا cümlesi, يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يُعَذِّبَهُمْ fiiline müteallik بِهَا car-mecrurundaki بِ harfi sebebiyet bildirir.
يُعَذِّبَهُمْ fiiline müteallik فِي الدُّنْيَا ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen الدُّنْيَا , mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf kullanılmıştır. Çünkü dünya zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Yaşayan insanlar, bir kabın içinde muhafaza edilmeye benzetilmiştir. Camî, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
اِنَّمَا kasr edatı cümleyi tekit etmiştir. İki tekid hükmündeki kasr, fiille, mef’ûlü arasındadır. يُر۪يدُ sıfat/maksûr, اَنْ يُعَذِّبَهُمْ , mevsûf/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Veya kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. اللّٰهُ mevsuf/maksûr, اَنْ يُعَذِّبَهُمْ sıfat/maksûrun aleyhtir. Yani, bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur. Muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak اِنَّمَا ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelen وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ cümlesi, masdar-ı müevvel cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
وَتَزْهَقَ fiili burada vefat ettirdi manasındadır.
Eylemin, tekrarlanarak devam ettiğini ifade eden muzari fiiller, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hal وَ ’ıyla gelen وَهُمْ كَافِرُونَ cümlesi, تَزْهَقَ fiilinin failinden haldir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Müsned olan كَافِرُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayet, 55. ayetin ufak farklılıkla tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Bu ayetin aynısı 55. ayette geçmişti. Burada da zikredilmiştir. Bu iki ayet arasında, lafız bakımından farklılıklar bulunmaktadır:
1. Önceki ayette ف harfiyle فلَا تُعْجِبْكَ buyurmuştur. Bu ayette ise و harfiyle وَلَا تُعْجِبْكَ şeklindedir.
Önceki ayette, Cenab-ı Hakk bu ifadeyi, “Onlar Allah yolunda mal harcadıklarında ancak isteksiz harcarlar.” (Tevbe Suresi, 54) ayetinin hemen peşinden getirmiş, böylece onları infâk etmekten hoşlanmamakla vasfetmiştir. Onlar bu infakı, o malların çokluğundan hayrete düşüp onlara meftun olduklarından dolayı kerih görmüşlerdir. İşte böyle bir sebepten dolayı Allah Teâlâ onları, bu meftun oluştan, imrenmeden, başında takibiyye fâ’sı bulunan ifadeyle nehyederek فَلَا تُعْجِبْكَ buyurmuştur. Ama bu ayette, sözün daha önceki kısımla münasebeti olmadığı için bu nehiy, vav harfiyle getirilmiştir.
2. Cenab-ı Hakk’ın, önceki ayette وَلاَاَوْلَادُهُمْ dediği halde, bu ayette وَاَوْلَادُهُمْ demesidir. Böylesi sıralamalar en düşüğünden başlayarak en kıymetlisine doğru yükselir. Bu ayetteki sıralama ise onlar nezdinde bu iki şey arasında bir fark bulunmadığına delalet eder.
3. Cenab-ı Hakk’ın, önceki ayette لِيُعَذِّبَهُمْ buyurup buradaysa اَنْ يُعَذِّبَهُمْ demesidir. Bu farklılığın faydası, Allah Teâlâ’nın hükümlerinin herhangi bir illete bağlanmasının muhal olduğuna ve her nerede ta’lil ل ’ı gelirse, bu ل ’ın ان manasına geldiğine dikkat çekmektir.
4. Önceki ayette فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا bu ayette ise فِى الدُّنْيَا buyurulmuş olmasıdır. Cenab-ı Hakk bu ayette, dünya hayatının değersizlikte “hayat” olarak isimlendirilemeyecek bir seviyede bulunduğuna dikkat çekmek için اَلْحَيَاةُ kelimesini zikretmemiştir. Yine onun değersizliğine dikkat çekmek için dünya zikredildiğinde, sadece bu lafızla yetinmek gerektiğine dikkat çekmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Bu ayetin niçin mükerrer olduğunun izahı şudur: Kalpleri en fazla kendisine çeken ve gönülleri dünya ile meşgul olmaya sevk eden şeyler, mal ve evlat ile meşgul olmaktır. Böyle olan şeylerden defalarca sakındırmak gerekir. Netice olarak diyebiliriz ki buradaki tekrar, tekid ve iyice sakındırmak içindir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَاِذَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ اَنْ اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَجَاهِدُوا مَعَ رَسُولِهِ اسْتَأْذَنَكَ اُو۬لُوا الطَّوْلِ مِنْهُمْ وَقَالُوا ذَرْنَا نَكُنْ مَعَ الْقَاعِد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | zaman |
|
2 | أُنْزِلَتْ | indirildiği |
|
3 | سُورَةٌ | bir sure |
|
4 | أَنْ | diye |
|
5 | امِنُوا | inanın |
|
6 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
7 | وَجَاهِدُوا | ve cihadedin |
|
8 | مَعَ | beraber |
|
9 | رَسُولِهِ | Elçisiyle |
|
10 | اسْتَأْذَنَكَ | senden izin istediler |
|
11 | أُولُو | sahibi olanlar |
|
12 | الطَّوْلِ | servet |
|
13 | مِنْهُمْ | içlerinden |
|
14 | وَقَالُوا | ve dediler |
|
15 | ذَرْنَا | bizi bırak |
|
16 | نَكُنْ | olalım |
|
17 | مَعَ | beraber |
|
18 | الْقَاعِدِينَ | oturanlarla |
|
وَاِذَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ اَنْ اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَجَاهِدُوا مَعَ رَسُولِهِ اسْتَأْذَنَكَ اُو۬لُوا الطَّوْلِ مِنْهُمْ
وَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. اُنْزِلَتْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Fiil cümlesidir. اُنْزِلَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. سُورَةٌ naib-i fail olup damme ile merfûdur.
اَنْ tefsiriye harfidir. اٰمِنُوا fiili نَ ’un hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru اٰمِنُوا fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَاهِدُوا fiili نَ ’un hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَعَ mekân zarfı جَاهِدُوا fiiline mütealliktir. رَسُولِهِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı اسْتَأْذَنَكَ ’dir.
اسْتَأْذَنَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اُو۬لُوا fail olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti و ’dır. Aynı zamanda muzâftır. İzafetten dolayı نْ mahzuftur. الطَّوْلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْهُمْ car mecruru اُو۬لُوا الطَّوْلِ ’nin mahzuf haline mütealliktir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَأْذَنَكَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi أذن ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
جَاهِدُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi جهد ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُوا ذَرْنَا نَكُنْ مَعَ الْقَاعِد۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli ذَرْنَا ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ذَرْنَا sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
فَ karînesi olmadan gelen نَكُنْ مَعَ الْقَاعِد۪ينَ cümlesi şartın cevabıdır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
نَكُنْ nakıs, sükun ile meczum muzari fiildir. نَكُنْ ’un ismi müstetir olup takdiri نحن ’dur. مَعَ mekân zarfı نَكُنْ ’un mahzuf haberine mütealliktir. الْقَاعِد۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْقَاعِد۪ينَ kelimesi sülâsî mücerredi قعد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ اَنْ اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَجَاهِدُوا مَعَ رَسُولِهِ اسْتَأْذَنَكَ اُو۬لُوا الطَّوْلِ مِنْهُمْ وَقَالُوا ذَرْنَا نَكُنْ مَعَ الْقَاعِد۪ينَ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubunda gelen terkipte وَاِذَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ اَنْ اٰمِنُوا بِاللّٰهِ cümlesi, şarttır.
Cevap cümlesine müteallik şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan اُنْزِلَتْ سُورَةٌ şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
سُورَةٌ ’deki nekrelik, nev ve tazim ifade eder.
Güvenli oldu, emniyette oldu anlamındaki اٰمَن fiilinin بِ harfi ile gelerek ‘iman etti’ manasında olması, tazmîn sanatıdır.
اُنْزِلَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Tefsiriyye olan اَنْ ’i takip eden اٰمِنُوا بِاللّٰهِ cümlesi masdar tevilindedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Tefsiriyedir.
Tefsiriye; kelamdaki kapalılığı veya karışıklığı ortadan kaldırmak maksadıyla getirilen açıklayıcı kelâmla yapılan ıtnâb türüne verilen isimdir. Tefsir, ifadeyi eksik ve fazla olmamak kaydıyla sadece kullanılan önceki ibareyi izah etmeyi amaçlar; ek bir mana getirmez. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Aynı üsluptaki وَجَاهِدُوا مَعَ رَسُولِهِ cümlesi tefsir cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
رَسُولِه۪ izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan رَسُولِ şan ve şeref kazanmıştır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan اسْتَأْذَنَكَ اُو۬لُوا الطَّوْلِ مِنْهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اُو۬لُوا الطَّوْلِ ibaresi, gücü ve imkânı olanlar anlamında kinayedir.
Aynı üslupta gelen وَقَالُوا ذَرْنَا نَكُنْ مَعَ الْقَاعِد۪ينَ cümlesi atıf harfi وَ ’la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan ذَرْنَا نَكُنْ مَعَ الْقَاعِد۪ينَ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
نَكُنْ مَعَ الْقَاعِد۪ينَ talebin cevabı olarak meczum gelmiştir. Bu cümlenin mahzuf şartın cevabı olması da caizdir. Nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. مَعَ الْقَاعِد۪ينَ bu mahzuf habere mütealliktir.
Savaşmamaktan kinaye olan الْقَاعِد۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
الْقَاعِد۪ينَ - جَاهِدُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
Şart harfinin muzari fiil yerine mazi fiile gelişi, hasıl olmayan şeyi hasıl olmuş yerine izhar etmek içindir. Bu da bu cümledeki gibi sebepler kuvvetli olduğu zaman yapılır.
اِذَا edatı, اِنْ edatının aksine, kesinlik, zan ve vukûu çokça olan cümlelerde bulunur. Çünkü اِنْ edatı, şüphe, vehim ve vukûu nadir olan cümlelerde bulunur. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân c.1 s.407)
Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden و- نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)
Cehennem ateşine dayanmak dünyadaki her sıkıntıdan çok daha zordur. Bunu hatırlamak yaşadığımız sıkıntıları hafifletir.
Medresede dersimi çalışıyordum. Sınav habercisi geldi ve: ‘Hadi! Seni bekliyor.’ dedi.
Sınav odasının kapısını açmadan önce: ‘Allah zihin ve kalp açıklığı versin.’ dedi.
Karanlık odaya girdiğim anda, kapıyı kapattığını duydum.
Ne ile karşılaşacağımı ve ne yapmam gerektiğini bilmeden, endişeyle bekliyordum. Ayakta durmaktan ve stresten, terlemeye ve yorulmaya başlamıştım. Oturma hayali kurarken, ışıklar açıldı. Biraz ilerideki koltuğa, hiç düşünmeden kendimi bıraktım. Boğazımın kurumasını hissettiğim anda, gözüme çarpan bardağı başıma diktim. Neden geldiğimi unutmuş, odanın tadını çıkarmaya başlamıştım.
Birden yalnız olmadığımı hissettim ve yan tarafıma baktığımda, onu gördüm. Böylesine muhteşem bir şeyi daha önce görmemiş ve duymamıştım. Hayranlıkla; gözlerim bakışlarına ve kulaklarım sesine takılmıştı. Melodiyle: ‘Adım Dünya.’ dedi. Sohbetiyle ve ikramlarıyla, gönlümü hoş tutuyordu. Bir süre sonra, kalktı ve gitmesi gerektiğini söyledi. Durması için yalvardım. Kalamayacağını ama istersem, onunla gidebileceğimi hatırlattı ve elini uzattı. Tam tutacakken, bir el kolumu geri çekti. Kalbimin müdahalesiyle ortalık karışmıştı. Odanın sunduğu her rahatlık, ızdıraba dönüşmüştü. Orada içtiğim sıvı da adeta içimi kavuruyordu.
Sınav habercisini duydum. Sabrı hatırlatıyordu. Gözümün ucuyla, açık kapıdan, sınıf arkadaşlarımdan birinin girdiğini gördüm. Koşarak geldi ve Dünya’nın bana uzattığı eli tuttu. Önce, yüzündeki huzuru görünce, kıskançlıkla doldum. Sonra, acıyla attığı çığlıklarından dolayı korkuyla titredim. Dünya’nın elinden çıkan, arkadaşımın eline batan bıçaklara hayretle bakıyordum. Dünya’yla gözgöze geldiğimizde, çirkinleşen çehresi tekrar güzelleşti ve öteki elini uzattı. Bana karşı hep iyi olacağı sözlerine meyil eden nefsimi sürükleyerek, Dünya’ya arkamı döndüm. Kapıya doğru koştum ve odadan çıktım. Tebrik ve tekbir seslerine rağmen, artık kalbimin ne dediğini daha net duyuyordum: ‘Cehennem ateşi daha sıcak. Cehennem ateşi daha çetin.’
Allah’ın bağışladığı kullarından,
Allah’ın ve Rasulunun çağrısına uyanlardan,
Ahiret işlerini zor gösteren, dünya kolaylıklarından kaçanlardan,
Batıl karşısında, kalbinin hakkı hatırlatan sesine kulak verenlerden,
Canıyla ve malıyla Allah yolunda, Allah’ın rızasını kazanma umuduyla çabalayanlardan,
Cehennem ateşinden korunanlardan,
Kurtuluşa erenlerden,
Cennette, Allah’ın selamıyla ve tekbirlerle karşılananlardan olmak duasıyla.
Amin.
***
Sevgili Nefs’im,
Başarıları sahiplenmekten ve biraz da övülmekten hoşlanırsın. Bazen yaşadığın zorlukların sorumluluğunu tamamen başkalarına yüklemeye çalışırsın. Belki yeterince çabalarsan (çabalasaydın), istediğin sonuca ulaşırsın (ulaşırdın). Kimi zaman olanla yetinmeyi bilmenin veya olmayanı kabullenmenin önemini unutursun.
Kızgınlık, kıskançlık ve kırgınlık gibi nefsani duygulara takılıp kalmayacaksın. İçinde diri tuttuğun bu olumsuzluklarla sadece kendini yorarsın. Hislerini ve düşüncelerini hiç büyütmeyeceksin. Kimsenin Allah katındaki değerinin; senin sevmenle yükselmeyeceği gibi nefretinle de alçalmayacağını bileceksin.
Yapılması gerektiğini düşündüklerine değil, kendi yapman gerekenlere kafa yoracaksın. Yürümediğin yolun hesaplarıyla meşgul olursan eğer, kendi yolunda ilerleyemezsin. Vesile kılınana değil, vesile kıldırana bakacaksın. Zira bazen birine bir şeyi defalarca söylersin ama o başkasının bir kere söylemesiyle aniden akıllanır.
Ey Allahım! Bizi olanlarda ve olmayanlarda Sana şeksiz ve şüphesiz güvenenlerden eyle. Kendimizi gözümüzde büyütme ve nefsani duygu-düşünceleri devamlı yanımızda taşıma hastalıklarından muhafaza buyur. Bizi affet. Sevdiklerimizi affet. Ümmet-i Muhammed’i affet. Kalplerimizi ve zihinlerimizi Seninle ve Senin sevdiklerinle doldur.
Amin.