29 Kasım 2024
Tevbe Sûresi 87-93 (200. Sayfa)
Tevbe Sûresi 87. Ayet

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ  ...


Onlar geride kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular ve kalpleri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَضُوا razı oldular ر ض و
2 بِأَنْ
3 يَكُونُوا olmaya ك و ن
4 مَعَ beraber
5 الْخَوَالِفِ geride kalan kadınlarla خ ل ف
6 وَطُبِعَ ve mühürlendi ط ب ع
7 عَلَىٰ üzeri
8 قُلُوبِهِمْ kalbleri ق ل ب
9 فَهُمْ artık onlar
10 لَا
11 يَفْقَهُونَ anlamazlar ف ق ه

فقه Feqahe : فِقْهٌ hazırda olan bir bilgi aracılığıyla hazırda olmayan/gâib bir bilgiye ulaşmaktır. İlim عِلمٌ sözcüğünden daha özel anlamlıdır. Ayrıca فِقْهٌ İslam hukunun hükümlerini yani şer’i ilimleri bilmektir. فَقِهَ fiili anlayış sahibi, bilgili oldu ve kavradı demektir. Tefe’ul babındaki تَفَقَّهَ fiili ise mutlak anlamda bir şeyin bilgisine sahip olmayı talep edip bunun peşine düştü ve kendini yalnızca buna verdi demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki farklı fiil türeviyle toplam 20 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fıkıh ve fakihtir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

طبع Tabea : طَبْعٌ bir nesneyi belli bir suret vererek şekillendirmek/damgalamaktır. خاتَمٌ ve طابَعٌ damga/mühür demektir. Mizac anlamına gelen tabiat sözcüğü طَبِيعَةٌ bu kök anlam çerçevesinde düşünülmüştür. Çünkü bu genel olarak yaratılıştan dolayı ya da bazen sonradan edinilen bir âdetin/alışkanlığın sonucunda nefse belirli bir sûretin nakşedilmesi demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de tek türev olarak 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tab (etmek), matbu, matbaa, tabii, tabiat (mizac) ve intibadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ

Fiil cümlesidir. رَضُوا  iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf  يَ  üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceri ile  رَضُوا  fiiline mütealliktir.  

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

يَكُونُوا  nakıs,  ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı  يَكُونُوا  ‘nün ismi olarak mahallen merfûdur. مَعَ  mekân zarfı  يَكُونُوا ’nun mahzuf haberine mütealliktir. الْخَوَالِفِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

طُبِـعَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. عَلٰى قُلُوبِهِمْ  car mecruru naib-i fail olarak mahallen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  harfi sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يَفْقَهُونَ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَفْقَهُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ

Ta’lil manasındaki ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâlî ittisâl olan istînâfiyyedir.

Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ  cümlesi, masdar tevilinde olup  بِ  harfiyle birlikte  رَضُوا  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  مَعَ الْخَوَالِفِ  mahzuf habere mütealliktir. 

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ  ibaresi hayranlık verici bir istiaredir. Çünkü buradaki  الْخَوَالِفِ den maksat, erkekler savaşa gittikten sonra oymağın meskenlerinde geride kalan kadınlardır. Kabilenin kurulmuş çadırlarının arkasındaki direkler demek olan  الْخَوَالِفِ ‘ye - ki tekili  خَلِف ’dir- benzetilerek kadınlara “çadırın arka direkleri (الْخَوَالِفِ)” adı verilmiştir. (Yüce Allah), kadınları evlerinden ayrılmadıkları için çadırların (daima sabit kalan) arkalarındaki direklere benzetmiştir. Ayrıca  الْخَوَالِفِ ’in “evlerin köşeleri” olduğu da söylenmiştir ki (iki görüş de) aynı anlama çıkar. Allah Teâlâ’nın  رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ  sözü ile evlerin direkleri olan gerçek  الْخَوَالِفِ ’in kastedilmiş olması da caizdir. Yani “ev ve çadırlarında oturup onların direk ve kazıkları gibi olmaya razı oldular” demektir. الْخَوَالِفِ  kelimesinin, yaşlılar, kadınlar, özürlüler ve çocuklar gibi “arkada kalan (halife) bölük/kesim” ifadesinin çoğulu olarak “savaşa katılmayıp geride kalan topluluk” anlamında olması da caizdir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları) 

الْخَوَالِفِ  kelimesi kadınlardan kinayedir. Yani münafıklar, harpte savaşmaktan korkarak, kadınlarla beraber kalmaya, evde oturup çocuklara bakmaya razı oldular. Bu ifadede münafıkların çirkin davranışlarının zemmedilmesi gayesi vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Geride kalanlar ile muhalefet edenler kelimeleri aynı kökten türemiştir. Yani Resul’e (s.a.v) itiraz edenler aynı zamanda geride kalanlardır.

وَطُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  fiil cümlesi aynı üslupta gelerek, istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Bu cümlede istiare-i tasrîhiyye vardır. Çünkü kalplere gerçek anlamda mühürleme mümkün olmaz. Allah'ın emirlerini yerine getirmedikleri, cihat çağrısına uymadıkları için on­ların kalpleri kapatılmış, kendisine yararı olan herhangi bir şeyin içeri girmesinin mümkün olmadığı, mühürlenmiş bir kaba benzetilmiştir. Allah Teâlâ, istiare-i tasrîhiyye yoluyla  طُبِـعَ  kelimesini müstear olarak kullanmıştır. 

طُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  ifadesinde istiare vardır. Kalp, hidayetin içine konulacağı, mühürlenebilen bir kaba benzetilmiştir. Kâfirlerin büyüklenme ve inanmama konusundaki inatlarının ulaştığı şiddeti ifade etmek için bu istiare yapılmıştır. Bu ifade Bakara Suresi 7. ayetteki  ختم الله على قلوبهم  ifadesine  benzemekle beraber bu fiilde mana açısından daha kuvvetlidir. Çünkü bu fiil para basmakta kullanılır ve gümüş para üzerinde iz bırakmak manasındadır. Çamur veya mum üzerinde iz bırakmak manasında ise  ختم  fiili kullanılır. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)  

İlk itiraz ile birlikte kalp mühürlenir ve mühürlenince de artık akletme olmaz. İlk sinyal, ilk emir kalpten çıkar, sonra beyne, sonra azalara gider, o ilk sinyal çok önemlidir.

Makabline matuf olan  فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Menfi fiil cümlesi formunda gelen müsned  لَا يَفْقَهُونَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar.

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tevbe Sûresi 88. Ayet

لٰكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُۘ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  ...


Fakat peygamber ve beraberindeki mü’minler, mallarıyla, canlarıyla cihat ettiler. Bütün hayırlar işte bunlarındır. İşte bunlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَٰكِنِ fakat
2 الرَّسُولُ Elçi ر س ل
3 وَالَّذِينَ ve kimseler
4 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
5 مَعَهُ onunla beraber
6 جَاهَدُوا cihadettiler ج ه د
7 بِأَمْوَالِهِمْ mallarıyla م و ل
8 وَأَنْفُسِهِمْ ve canlarıyla ن ف س
9 وَأُولَٰئِكَ işte
10 لَهُمُ onlarındır
11 الْخَيْرَاتُ bütün hayırlar خ ي ر
12 وَأُولَٰئِكَ ve işte
13 هُمُ onlardır
14 الْمُفْلِحُونَ başarıya erenler ف ل ح

لٰكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ 

İsim cümlesidir. لٰكِنِ  istidrak harfidir. لٰكِنّ ’den muhaffefedir. الرَّسُولُ  mübteda olup damme ile merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  atıf harfi  وَ ’la  الرَّسُولُ ’ye matuf olup, mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا مَعَهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَعَ  mekân zarfı  اٰمَنُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَاهَدُوا  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

جَاهَدُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاَمْوَالِهِمْ car mecruru  جَاهَدُوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْفُسِهِمْ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 

İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

جَاهَدُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi  جهد ’dur.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُۘ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُمُ الْخَيْرَاتُ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَهُمُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْخَيْرَاتُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ  fasıl zamiridir. الْمُفْلِحُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْمُفْلِحُونَ  haberi olup ref alameti وَ ’dır.  هُمُ الْمُفْلِحُونَ  cümlesi,  اُو۬لٰٓئِكَ  ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Zamiru’l Fasl (Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُفْلِحُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.  

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لٰكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstidrak harfi  لٰكِنِ  burada amel etmemiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , tezayüf nedeniyle müsnedün ileyh olan  الرَّسُولُ ‘ya atfedilmiştir.

İsm-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا مَعَهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Mübtedanın haberi olan  جَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir. 

وَاَنْفُسِهِمْ , car-mecruru tezayüf nedeniyle  بِاَمْوَالِهِمْ ‘e atfedilmiştir. 

Cihadın can ve malla yapıldığının bildirilmesi taksim sanatıdır.

Cenab-ı Hakk'ın, bu ayete  لٰكِنِ  edatıyla başlamasının hikmeti de şudur: Münafıklar, savaşa katılmaktan geri dururlarsa o savaşa, onlardan daha hayırlı, niyet ve itikat bakımından daha samimi ve ihlaslı olanlar katılmışlardır demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُۘ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 

وَ , istînâfiyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu,Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اُو۬لٰٓئِكَ ; mübteda,  لَهُمُ الْخَيْرَاتُ  cümlesi haberdir.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtmiştir.

Cümlenin ism-i işaretle gelmesi, onların cihat etmeleri sebebiyle felaha ve hayırlara layık olduklarını ifade etmek içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Haber olan cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لَهُمُ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْخَيْرَاتُ , muahhar mübtedadır.

Dünya faydasını ifade eden  الْخَيْرَاتُ ‘daki  الْ  takısı istiğrak içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Müsned ve müsnedün ileyhin ikisinin birden ya da bunlardan birinin istiğrak ifâde eden  الْ  ile mârife olması durumunda kasr olmaz. Müsned ve müsnedün ileyh arasındaki nisbet te'kîd edilmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اُو۬لٰٓئِكَ  [işte onlar]’ın kullanılması, onların fazilet derecesinin pek yüksek ve mertebelerinin pek uzak olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Ayette geçen  الْخَيْرَاتُ ’den maksat dünyadaki zafer ve ganimet ile ahiretteki cennet ve ikramlar demektir. Böylece onlar, her iki dünyada da hayırlar elde etmişler anlamında olur. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)

Son cümle olan  وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  atıf harfi  وَ  ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mübteda ve haberden oluşan cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda,  هُمُ  fasıl zamiri, الْمُفْلِحُونَ۟ haberdir.

Müsnedün ileyhin tecessüm ve cem ifade eden işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenlerin önemini vurgulayarak, tazim ifade etmiştir. Bahsi geçen kişilerin tekrarlanan işaret ismiyle gösterilmesi, onların cihat sebebiyle hakettikleri refahın ve mertebelerinin çok yüksek olduğunu belirtmek içindir.

Fasıl zamiri kasr ifade eder.  اُو۬لٰٓئِكَ  maksûr/mevsûf, الْمُفْلِحُونَ  maksurun aleyh/sıfat, yani kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. Onlar sadece kurtulmuş olmaya tahsis edilmiştir. Bu kasr izafîdir. Felaha erenler küfredenler değil sadece bu vasıflara sahip olanlardır.

Bilindiği gibi fasl zamiri haberin sıfat olmadığına da delalet eder. Bu tip kasırlarda, fasl zamiri tahsise ilaveten haberin mübtedaya nisbetini de tekid eder. Aslında bu ifade bütün kasırlarda vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İki unsurla tekid edilen cümlede müsnedin ال  takısıyla marife olması, bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında, tahsis ifade eder. Cümledeki ikinci tekid, fasıl zamiridir.

هُمُ الْمُفْلِحُونَ  sözündeki zamir fasl içindir. الْمُفْلِحُونَ ‘daki tarif ise cins içindir. Buradaki duruma göre bu şekildeki ifade daha açıktır. Maksad felaha erişenlerin bunlar olduğunu ifade etmektir. Cins lamı ile marife olan müsnedin, marife müsnedin ileyhe isnadı ihtisas ifade eder ve fasl zamiri ihtisas manasını tekid etmiş olur. Marifeliğin cins için olmasına gelince ki bu açıktır; müsnedün ileyhin müsned ile de marife oluşu çoğunlukla ihtisas ifadesinin şanındandır. Ama burada sadece hakiki ihtisas manası ifade eder. Bir mananın öneminin haberle ifade edilmesidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr, Bakara/5)

Bu son cümlelerde cem sanatı vardır. Öncesinde özellikleri belirtilen, peygamberle beraber canlarıyla ve mallarıyla cihat edenler, kurtuluşa erenler olmak” hükmünde birleştirilmişlerdir.

الْمُفْلِحُونَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

الَّذ۪ينَ - اُو۬لٰٓئِكَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الْمُفْلِحُونَ  ve  الْخَيْرَاتُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)


 
Tevbe Sûresi 89. Ayet

اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  ...


Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَعَدَّ hazırlamıştır ع د د
2 اللَّهُ Allah
3 لَهُمْ onlar için
4 جَنَّاتٍ cennetler ج ن ن
5 تَجْرِي akan ج ر ي
6 مِنْ
7 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
8 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
9 خَالِدِينَ ebedi kalacakları خ ل د
10 فِيهَا içlerinde
11 ذَٰلِكَ işte budur
12 الْفَوْزُ başarı ف و ز
13 الْعَظِيمُ büyük ع ظ م

اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ 

Fiil cümlesidir. اَعَدَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru  اَعَدَّ  fiiline mütealliktir. جَنَّاتٍ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. تَجْر۪ي  cümlesi,  جَنَّاتٍ  ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru  تَجْرِي  fiiline mütealliktir. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri,  من تحت أشجارها  (ağaçlarının altından) şeklindedir. الْاَنْهَارُ fail olup damme ile merfûdur. 

خَالِد۪ينَ  hal olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  اَعَدَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عدد ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

 

 ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. الْفَوْزُ  haber olup damme ile merfûdur.  الْعَظ۪يمُ  kelimesi  الْفَوْزُ ‘nün sıfatı olup damme ile merfûdur. 

الْعَظ۪يمُ۟  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  cümlesinden kaynaklanan felahla ilgili sualin cevabı olarak gelen ayet, beyânî istînâftır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir. Ve ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَعَدَّ اللّٰهُ  [Allah hazırladı] ibaresinde de bu kişiler için tazim vardır. Misafire ikram ettiğimiz şeyler için “ellerimle yaptım” dememiz gibidir.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi, mef’ûl olan  جَنَّاتٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.

جَنَّاتٍ ’deki nekrelik, nev, kesret ve tazim ifade eder. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru, ihtimam için fail olan  الْاَنْهَارُ ‘ya takdim edilmiştir.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesinde mekan alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır.

Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekanına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

“Altından nehirler akma” tabiri otoritenin onlara ait olduğunu gösterir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 4, Zuhruf/51, s. 239)

Bu ifadedeki  مِنْ  harfi ibtida manasındadır. Nehirler cennetlerden, yani bitişik olduğu yerden fışkırmaya başlarlar. 

Tevbe/100. ayette bu ifade  مِنْ  harfi olmaksızın gelmiştir. Yani cennetlerin altından nehirlerin aktığı zikredilmiştir, fakat bu nehirlerin cennetlerden fışkırdığı söylenmemiştir. 

Bu tabir Kur'an'da sadece Tevbe/100. ayeti kerimede مِنْ  harfi olmaksızın gelmiştir. Cennetlerin ve مِنْ  harfinin zikredildiği ayetlerde kelam umumi olarak aralarında enbiya, resuller ve diğerlerinin de bulunduğu müminler hakkındadır ve bunların rütbesi ilk iman eden muhacirlerden ve ensardan daha yüksektir. 100. ayetteki mükafatlar ise sadece ilk iman eden muhacirlere ve ensara mahsustur. Dolayısıyla 72. Ayette  مِنْ  harfinin ilave edilmesi münasip olmuştur. Çünkü bunların arasında onlardan daha üst seviyede olan kişiler de vardır.

Dürretü't Tenzîl'de şöyle yazılıdır: Hepsine selam olsun enbiya ve diğerleri için hazırlanan cennetlerden fışkıran nehirlerden haber verilen ayetteki  مِنْ  harfi ibtidai gaye içindir. Bu nehirler kaynakları dolayısıyla daha şereflidir. Cennetlerden fışkıran nehirler ve ağaçları diğerlerinden daha şereflidir. مِنْ  harfinin zikredilmediği cümle ise arasında peygamberlerin olmadığı bir kavme mahsustur. Çünkü Kur'an'da bu ayetten başka cennetlerin ve onların altından fışkıran nehirlerin vaad edildiği ve bu vaadin verildiği kişiler arasında peygamberlerin olmadığı hiçbir yer yoktur. Bu; bütün Kur'an için geçerlidir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Tabiril Kurani)

خَالِد۪ينَ  kelimesi haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

خَالِد۪ينَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni,  ف۪يهَا  car mecruruna müteallak olmasını sağlamıştır. 


ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟

  

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır.

Müsnedün ileyh, cem ve tecessüm ifade eden işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada müşarun ileyhe tazim ifade eder. 

ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  cümlesinde müminlerin mertebelerinin yüksekliği ve şerefli makamlarının yüceliğinden dolayı yakında olanlar için uzaklık ifade eden ism-i işaret yani  ذٰلِكَ  kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Tevbe/110)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ - Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, c. 5, s. 190)

Haberin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmek içindir.

Uzak için kullanılan ve Allah’ın müminler için vaadettiği lütuflara ve bunlara mazhar olanların şanının, faziletinin yüceliğine işaret eden  ذٰلِكَ ‘de istiare sanatı vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

الْفَوْزُ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

الْفَوْزُ  için sıfat olan  الْعَظ۪يمُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in başka surelerinde de aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Tevbe Sûresi 90. Ayet

وَجَٓاءَ الْمُعَذِّرُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ لِيُؤْذَنَ لَهُمْ وَقَعَدَ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...


Bedevîlerden mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah’a ve Resûlüne yalan söyleyenler ise (mazeret bile belirtmeden) oturup kaldılar. Onlardan kâfir olanlara elem dolu bir azap isabet edecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَاءَ ve geldiler ج ي ا
2 الْمُعَذِّرُونَ özür bahane eden ع ذ ر
3 مِنَ
4 الْأَعْرَابِ bedevi Araplar ع ر ب
5 لِيُؤْذَنَ izin verilmesi için ا ذ ن
6 لَهُمْ kendilerine
7 وَقَعَدَ ve oturdular ق ع د
8 الَّذِينَ kimseler
9 كَذَبُوا yalan söyleyen(ler) ك ذ ب
10 اللَّهَ Allah’a
11 وَرَسُولَهُ ve Elçisine ر س ل
12 سَيُصِيبُ erişecektir ص و ب
13 الَّذِينَ kimselere
14 كَفَرُوا inkar eden(lere) ك ف ر
15 مِنْهُمْ onlardan
16 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
17 أَلِيمٌ acıklı ا ل م

“Bedevîler” diye çevirdiğimiz “el-a‘râb” kelimesi, çölde yaşayan, su ve otlak bulmak için göç eden toplulukları ifade eder. Kur’an’ın bu kesime özel bir vurgu yapmasının sebepleri arasında, Arap yarımadasındaki nüfusun önemli bir kısmının göçebe veya yarı göçebe topluluklardan oluşması ve İslâmiyet’in burada yayılıp tutunabilmesi için onların bu birliğe dahil edilmesi zaruretinin bulunması zikredilebilir. Bunun yanında, yerleşik bir toplumsal düzen içinde yaşamanın icaplarını yerine getirmeye fazla yatkın olmayan bu kimselerin inkârcılık ve nifak yolunu tuttuklarında da haşin tabiatlarına uygun bir tutum ortaya koyduklarına, dolayısıyla dinin getirdiği sınırlara riayet etme konusunda sorun çıkarmaya daha müsait tipler olduklarına değinilmiştir. Kur’an şehirlibedevî ayırımı yapmadığına göre, Kur’an’ın bu kesimle ilgilenmesini, onları da eğitip ıslah etmeyi hedeflediği şeklinde açıklamak uygun olur. Nitekim 97. âyette bedevîlerin inkârcılık ve nifakta ileri gittikleri genel bir biçimde belirtildiği halde 99. âyette onlar arasında da imanında ve davranışlarında samimi olanların bulunduğuna dikkat çekilmiştir. 120.âyette de yürekten inanmış kimselerle yakın temas halinde olan bedevîler hakkında olumlu ifadeler kullanılmış, böylece hem 97. âyetteki ifadenin kapsamı sınırlandırılmış hem de anılan ıslah hedefinin kuru bir hayal olmadığına işaret edilmiştir. Resûlullah Tebük Seferi’yle ilgili hazırlıkları başlattığında, Müslümanlığı kabul etmiş bedevî toplulukların bazıları bu sefere katılmaya karar vermekle beraber, diğerleri ya geride bırakacakları kabile bireylerinin savunmasız kalacağını ileri sürerek veya böylesine meşakkatli bir yolculuğun kendilerine fazla bir çıkar sağlamayacağını düşündükleri için bahaneler uydurarak seferberlik çağrısına icâbet edemeyeceklerini bildirmişlerdi. Allah ve peygamberine sadakat gösterme sözünden cayanlar ise Medine’ye gelip özür beyan etme ihtiyacı bile duymamışlar, oldukları yerde oturup kalmışlardı (90. âyetteki özür beyan edenlerle ilgili kelimenin farklı okunuşları ve Arap dilindeki anlamları dikkate alınarak, bununla gerçek mazeret sahiplerinin kastedildiği yorumu da yapılmıştır; bk. Taberî, X, 209-211; Şevkânî, II, 445-446). 90. âyette oturup kalan kesim hakkında kullanılan ifade “Allah ve resulüne yalan söyleyenler” şeklinde çevrilmiş olup buna başka bir kıraate dayanarak” Allah ve resulünü yalanlayanlar” şeklinde de mâna verilmiştir. 91. âyette güçsüz, yaşlı, engelli, hasta, maddî imkânları yetersiz kimselerin savaşa katılmamaktan ötürü sorumlu olmayacakları bildirilmiş fakat bu husus Allah ve resulüne sadık kalmaları, o yolda öğütte bulunmaları şartına bağlanmıştır. Bundan maksat, fitne ve bozgunculuk etmeden, yalan haberler yaymadan durmaları, imkân nisbetinde de savaşa katılanların ailelerine moral vermek ve onlara yardımcı olmak gibi hayırlı çabalar içinde olmalarıdır. Burada anılan kişiler için tanınan muafiyet savaşa katılma yasağı anlamında değildir; kendilerinin istemesi ve yetkililerin uygun görmesi halinde bunlar da orduya katılıp münasip hizmetlerde görevlendirilebilirler (Râzî, XVI, 160; bazı müfessirler âyetteki şart cümlesini, “gizli veya açık söz ve niyetleriyle” şeklinde açıklamışlardır, İbn Atıyye, III, 70). 92. âyette, Tebük Savaşı’na katılmak isteyen fakat maddî durumları yetersiz olan bazı sahâbîlerin Hz. Peygamber’den binek talep etmelerine, bunun mümkün olmadığı açıklanınca da üzüntülerinden göz yaşları için de dönüp gitmelerine işaret olunmaktadır (nüzûl sebebi ile ilgili farklı rivayetler için bk. Taberî, X, 212-213). 93. âyette bu gibi kimselerin vebal altında olmayacaklarını belirtmek üzere, varlıklı oldukları halde savaşa katılmamak için izin isteyenlerin sorumlu olacağı ifade edilmiştir. O dönemde savaş teçhizatı daha çok bizzat savaşa katılan bireyler tarafından karşılandığı için, varlıklı olma unsuru ön plana çıkarılmıştır; fakat asıl maksat genel olarak savaşa katılma imkânının bulunmasıdır. Nitekim daha önceki âyetlerde sadece maddî imkânsızlıktan ötürü değil, can korkusu, havaların çok sıcak olması gibi sebeplerle özür bahane edenler de kınanmıştır (93. âyetteki “geride kalanlar” ve “Allah da onların kalplerini mühürledi” ifadelerinin açıklaması için 87. âyetin tefsirine bk.). 95. âyetteki “tiksinilecek kimseler” şeklinde tercüme edilen rics kelimesinin sözlük anlamı “pis ve kirli”dir. Âyette ise, söz konusu kimselerin bile bile yalan söyleyip üstelik bir de yemin ettiklerine, dünyevî çıkarlar uğruna bütün ahlâkî değerleri feda edebilecek bayağılık içinde olduklarına, yani iç dünyalarındaki kirliliğe gönderme yapmak amaçlanmıştır. Maddî anlamdaki kir ve pisliğe karşı önlem alınmadığında çevresindekilere bulaşma tehlikesi bulunduğuna göre, ruhî anlamdaki kirliliğe karşı dikkatli olmak öncelikle gereklidir; bu yüzden âyette onlarla sıkı ilişki içinde bulunmanın doğru olmadığı ifade edilmiştir (Râzî, XVI, 164). Meâlde de kelimenin sözlük anlamıyla beraber anılan yorum dikkate alınmaya çalışılmıştır. 

 

Kaynak :(Kur’an Yolu )Diyanet tefsiri 

عرب Arabe : عَرَبٌ İsmail (a.s.)’ın soyundan gelen çocuklarıdır. أعْرابٌ sözcüğü temelde bunun çoğuludur. Daha sonra çölde yaşayanlara isim olmuştur. أعْرَبَ fiili aslen kendisini açık bir şekilde ifade etti demektir. Mastarı i’râb إعْرابٌ dır. Fasih ve açık sözdür. إمْرَأةٌ عَرُوبٌ haliyle iffetini ve kocasına olan sevgisini anlatan kadındır. Yüce Allah da Vâkıa 56/37 ayetinde عُـرُباً اَتْـرَاباًۙ buyurarak bunu kasdetmiştir. Allah-u Teala’nın Rad 17/37 ayetinde geçen وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْماً عَرَبِياًّۜ ifadesi için çeşitli tefsirler yapılmıştır: a- Hakkın hak, batılın batıl olduğunu söyleyen ya da bu hükmü veren açık ve anlaşılır bir hüküm olarak b- Şerefli, yüce ve kerim bir hüküm anlamında c-Azarlayan ya da bir sözün kötü ve çirkin olduğunu bildiren bir hüküm anlamında d- Kendisinden önceki hükümleri nesheden bir hüküm olarak e- Arap olan bir peygambere nispet edilerek böyle denmiştir. Bir rivayete göre de يَعْرُبُ Süryaniceyi Arapçaya aktaran ilk kişidir ve madde ismini buradan almıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte her defasında isim formunda toplam 22 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri arap, Arapça, irab ve arabadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَجَٓاءَ الْمُعَذِّرُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ لِيُؤْذَنَ لَهُمْ وَقَعَدَ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. الْمُعَذِّرُونَ  fail olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. مِنَ الْاَعْرَابِ  car mecruru  الْمُعَذِّرُونَ ’nin mahzuf haline mütealliktir. 

لِ  harfi  يُؤْذَنَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle  جَٓاءَ  fiiline mütealliktir. 

يُؤْذَنَ  fetha ile mansub meçhul muzari fiildir. لَهُمْ  car mecruru naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَعَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûl sılası  كَذَبُوا اللّٰهَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَذَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَسُولَهُ  atıf harfi وَ ‘la lafza-i celâle matuftur. Aynı zamanda muzafıtr. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman,  Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُعَذِّرُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

Fiil cümlesidir. Fiilin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَيُص۪يبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا مِنْهُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُمْ  car mecruru  كَفَرُوا ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. عَذَابٌ  kelimesi  سَيُص۪يبُ  fiilinin muahhar faili olup damme ile merfûdur.  اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُص۪يبُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَجَٓاءَ الْمُعَذِّرُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ لِيُؤْذَنَ لَهُمْ وَقَعَدَ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107) 

مِنَ الْاَعْرَابِ  car-mecruru, fiilin faili olan  الْمُعَذِّرُونَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيُؤْذَنَ لَهُمْ  cümlesi, masdar tevilinde olup harf-i cerle  جَٓاءَ  fiiline mütealliktir.

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üsluptaki gelen  وَقَعَدَ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ  cümlesi atıf harfi وَ  ile istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur. Mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Fail konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَذَبُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kimseler olduğunu belirtmesi yanında o kimselere tahkir ifade etmiştir.Ayrıca ism-i mevsûl sonradan gelecek habere dikkat çeker.

وَرَسُولَهُ  tezayüf nedeniyle mef’ûl olan  اللّٰهَ  ‘ye atfedilmiştir.

Allah’ı inkâr zikredildikten sonra sonra resulünü inkârın bildirilmesi, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Allah'ı inkâr eden, resulünü de inkâr etmiş demektir.

وَجَٓاءَ الْمُعَذِّرُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ لِيُؤْذَنَ  cümlesiyle,  وَقَعَدَ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

Ayette geçen  مِنَ  harfi, kısım belirtir. Arapların hepsi değil de bir kısmı inkârcıdır. İçlerinde inananları vardır. Diğer kısmı ise tembelliklerinden dolayı savaşa katılmamıştır. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)

Arapların, Arap olarak isimlendirilmesi şundandır: Çünkü, Hz. İsmail'in çocukları Arebe’de doğup büyümüşlerdir. Arebe ise Tihâme (çöl) bölgesindendir. Böylece o çocuklar, beldelerine nispet edilmişlerdir. Arap yarımadasında meskûn olan ve onların dillerini konuşanlar da onlardandır. Çünkü bunlar da Hz. İsmail'in çocuklarındandır. Yine, Arapların Arap adını almalarının sebebinin, onların lisanlarının kalplerindeki şeyleri îrab yani ifade etmesi olduğu da ileri sürülmüştür. Arapçanın, diğer dillerde bulunmayan pek çok fesahat ve akıcılık üslubu ihtiva ettiğinden de şüphe yoktur. Hikmet erbabından birinin, yazmış olduğu bir kitapta şöyle dediğini gördüm: “Rumların hikmeti beyinlerindedir. Zira onlar, çok acayip terkipler meydana getirebilirler. Hindlilerin hikmeti vehimlerinde, Yunanlıların hikmeti ise kalplerindedir. Bu böyledir, zira çok mal elde etmek akılla alakalı bir şeydir. Arapların hikmeti de lisanlarındadır. Bu, onların lafızlarının çok tatlı ve ibarelerinin de çok çekici olmasındandır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu kelime Kur’ânda 6 ‘sı bu surede olmak üzere 10 kere geçmiştir. Buradakilerin hepsi münafıklar hakkındadır.


 سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstikbal harfi  سَ  ile tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.  سَ  harfi vaid ve vaad siyakında tekid ifade eder.

سَيُص۪يبُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  كَفَرُوا مِنْهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl konumundaki ism-i mevsûl, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için, fail olan  عَذَابٌ ’e takdim edilmiştir.

Mef’ûlün  الَّذ۪ينَ  ile gelmesi, bahsi geçenleri tahkir anlamı taşır. 

سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  cümlesinde istiare sanatı vardır. عَذَابٌ اَل۪يمٌ , isabet etme manasındaki  سَيُص۪يبُ  fiiline isnad edilerek, hedefine ulaşan bir oka benzetilmiştir. Bu mübalağalı üslupta tecessüm sanatı da vardır.

Cümlede müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ  kelimesinin nekra gelişi tazim, kesret ve tarifi imkansız bir nev olduğunu ifade eder. Ayrıca, mübalağa vezninde maddi bir varlık sıfatı olan  اَل۪يمٌ ’le sıfatlarak kişileştirilmiştir. Azabın korkunçluğunu artıran bu mübalağalı ifadede istiare ve tecessüm sanatları vardır.

اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ  için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

عَذَابٌ - اَل۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Mevsulün tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَذَبُوا - كَفَرُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَذَابٌ ’un nekre gelişi azabın tarifsiz derecede korkutucu olduğuna işaret eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

E-li-me kökünden gelen "elem" acı, ağrı; اَل۪يمٌ  ise acı çektiren, elem veren demektir. Eğer burada "elîm" acı duyan anlamına alınırsa, bu azabın değil, fakat azap edilenin sıfatı olur. O takdirde ifadede mübalağa (manayı te'kid) vardır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Bakara/10)

Kur’an’da ceza ile ilgili bir açıklama olduğunda mutlaka bu cezaya bir nitelik iliştirilir. Örneğin, “ عَذَابٌ مُه۪ينٌ ”, “ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ”, “ عَذَابٌ اَل۪يمٌ”, “ عذاب شديد ” gibi. Oldukça şiddetli, acı dolu, büyük, alçaltıcı bir azaptan bahsedilir. Bunlar cezanın Kur’an’da bahsedilen farklı nitelikleridir. Ama prensip olarak, ceza amelin cinsindendir. Yani verilecek ceza işlenen suç ile adalet gereği aynı cinsten olur. Eğer biri başkasını küçük düşürücü bir suç işlemişse benzeri bir ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer büyük bir suç işledilerse cezası da büyük olmalıdır. Eziyete sebep oldularsa, eziyet ve ıstırap dolu bir ceza ile cezalandırılmalıdır.  Azim azab; kişinin ölmesine müsaade etmeksizin tattırılabilecek en büyük azabı ifade eder. Bunu ancak Allah yapabilir. 

عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  Azim azab ifadesi 14 kere geçerken  عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ifadesi 46 kere geçmiştir. 

الَّذ۪ينَ كَفَرُوا  [Kâfir olanlar ] ifadesi sadece küfründen dolayı değil, tembelliğinden dolayı özür beyan edenleri de kapsar. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

عَذَابٌ  kelimesindeki tenkir, korkutmak içindir. Bununla kastedilen cehennem azabıdır. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

س  lafzı ile dünyada gerçekleşecek olayları, سوف  lafzı ile ise, ahirette gerçekleşecek olayları ifade etmek için kullanıldığı belirtilmiştir. (Necmettin Çalışkan, Abdurrahman Hasan Habenneke El- Meydânî Ve Tefsîri) 

Tevbe Sûresi 91. Ayet

لَيْسَ عَلَى الضُّعَفَٓاءِ وَلَا عَلَى الْمَرْضٰى وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ مَا يُنْفِقُونَ حَرَجٌ اِذَا نَصَحُوا لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ مَا عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ مِنْ سَب۪يلٍۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌۙ  ...


Allah’a ve Resûlüne karşı sadık ve samimi oldukları takdirde, güçsüzlere, hastalara ve (seferde) harcayacakları bir şey bulamayanlara (sefere katılmadıkları için) bir günah yoktur. İyilikte bulunan kimselerin (kınanması) için de bir sebep yoktur. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَيْسَ yoktur ل ي س
2 عَلَى üzerine
3 الضُّعَفَاءِ zayıflar ض ع ف
4 وَلَا ve yoktur
5 عَلَى üzerine
6 الْمَرْضَىٰ hastalar م ر ض
7 وَلَا ve yoktur
8 عَلَى üzerine
9 الَّذِينَ kimseler
10 لَا
11 يَجِدُونَ bulamayan(lar) و ج د
12 مَا bir şey
13 يُنْفِقُونَ harcayacak ن ف ق
14 حَرَجٌ bir günah ح ر ج
15 إِذَا takdirde
16 نَصَحُوا öğüt verdikleri ن ص ح
17 لِلَّهِ Allah için
18 وَرَسُولِهِ ve Elçisi için ر س ل
19 مَا yoktur
20 عَلَى aleyhine
21 الْمُحْسِنِينَ iyilik edenlerin ح س ن
22 مِنْ hiçbir
23 سَبِيلٍ yol س ب ل
24 وَاللَّهُ ve Allah
25 غَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
26 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م

لَيْسَ عَلَى الضُّعَفَٓاءِ وَلَا عَلَى الْمَرْضٰى وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ مَا يُنْفِقُونَ حَرَجٌ اِذَا نَصَحُوا لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ

İsim cümlesidir. لَيْسَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

عَلَى الضُّعَفَٓاءِ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. عَلَى الْمَرْضٰى  car mecruru  الضُّعَفَٓاءِ  matuf olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl عَلَى  harf-i ceriyle birinci car mecrura mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَجِدُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَجِدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُنْفِقُونَ حَرَجٌ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُنْفِقُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

حَرَجٌ  kelimesi  لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup damme ile merfûdur.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. نَصَحُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

نَصَحُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لِلّٰهِ  car mecruru  نَصَحُوا  fiiline mütealliktir.  رَسُولِه۪  atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.

c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَيْس  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُنْفِقُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  نفق ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

 مَا عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ مِنْ سَب۪يلٍۜ

İsim cümlesidir. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallik olup, cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  سَب۪يلٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ  nefî, nehîy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, meful ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M.Meral Çörtü Nahiv s.341 )  

الْمُحْسِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌۙ

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. غَفُورٌ  haber olup damme ile merfûdur.  رَح۪يمٌ  ikinci haber olup damme ile merfûdur.

غَفُورٌ -  رَح۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَيْسَ عَلَى الضُّعَفَٓاءِ وَلَا عَلَى الْمَرْضٰى وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ مَا يُنْفِقُونَ حَرَجٌ 

Önceki ayetle ilgili mukadder sorunun cevabı olarak fasılla gelen ayet, beyânî istînâftır. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr) Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

لَيْسَ  ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. 

عَلَى الضُّعَفَٓاءِ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  حَرَجٌ kelimesi muahhar ismidir. 

Birbirine atfedilmiş  وَلَا عَلَى الْمَرْضٰى  ve  وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ مَا يُنْفِقُونَ  car mecrurları, عَلَى الضُّعَفَٓاءِ ‘ye matuftur. Cihet-i câmia tezayüftür.

لَا  harfi tekrarlanmak suretiyle her grubun sorumluluğu ayrı ayrı olumsuzlanarak tekid edilmiştir.

Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sıla cümlesi olan  لَا يَجِدُونَ مَا يُنْفِقُونَ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَجِدُونَ  fiilinin mef’ûlu konumunda olan müşterek ism-i mevsûl  مَا  ‘nın sılası olan  يُنْفِقُونَ حَرَجٌ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Zayıflar, hastalar, infaka gücü yetmeyenler sayılması taksim, sıkıntı olmayacağı hükmünde birleştirilmeleri cem’ sanatıdır.

الضُّعَفَٓاءِ -  الْمَرْضٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Geride kalanlara yönelik ve gazvede oturanları korkutmaktan kaynaklanan mukadder sorunun cevabı olarak gelen beyânî istînâftır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

 

اِذَا نَصَحُوا لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda gelen terkipte  اِذَا , şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi olan   اِذَا نَصَحُوا لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın cevabı, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri,   فليس عليهم حرج  (Onlara bir sorumluluk yoktur.) şeklindedir.

Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

وَرَسُولِه۪  car-mecruru, لِلّٰهِ ‘ye tezayüf nedeniyle atfedilmiştir.

Veciz ifade kastına matuf  رَسُولِه۪  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan  رَسُولِ  şan ve şeref kazanmıştır.

لِلّٰهِ - رَسُولِه۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

نَصَحُوا  fiili samimi olmak manasındadır. Nasihat içten olduğumuz kişilere yapılır.

 

مَا عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ مِنْ سَب۪يلٍۜ 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede, takdim-tehir ve icaz-ı hazif sanatları vardır. عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ  mahzuf mukaddem habere mütelliktir.  مِنْ سَب۪يلٍ lafzen mecrur, mahallen merfû olarak muahhar mübtedadır. مِنْ , tekit ifade eden zaid harftir. 

مِنْ سَب۪يلٍ ’deki nekrelik, kıllet ifade eder.  مِنْ  harfi kelimeye ‘hiçbir ’anlamı katmıştır. Menfi siyakta nekre, selbin umum ve şümulüne işarettir.

Cümledeki  سَب۪يلٍ  kelimesinde istiare sanatı vardır. Sebep manasında gelen bu kelime aslında yol demektir. Muhsinleri kınamak için bir yol yoktur derken, muhsinler, korunaklı, zarar verecek olanların girebileceği bir yol bulunmayan bir araziye benzetilmiştir. Hal mahal alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır. Bu üslupta mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

 

 وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌۙ

وَ  istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil  اللّٰهِ  isminin müsnedün ileyh olarak zikredilmesi tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek, ikazı artırarak emre itaati kuvvetlendirmek ve onun yüceliğine dikkat çekmek için zamir makamında zahir ismin  tekrarlanmasında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah'ın غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle veya aynen tekrarlanmıştır. Böyle cümleler çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Fussilet  Suresi 44, C. 2, s. 189)

Tevbe Sûresi 92. Ayet

وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ  ...


Kendilerini bindirip (cepheye) sevk edesin diye sana geldikleri zaman, senin, “Sizi bindirebileceğim bir şey bulamıyorum” dediğin; bu uğurda harcayacakları bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönen kimselere de bir sorumluluk yoktur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve yoktur (sorumluluk)
2 عَلَى
3 الَّذِينَ kimselere
4 إِذَا zaman
5 مَا
6 أَتَوْكَ sana geldikleri ا ت ي
7 لِتَحْمِلَهُمْ binek için ح م ل
8 قُلْتَ sen deyince ق و ل
9 لَا
10 أَجِدُ bulamıyorum و ج د
11 مَا bir şey
12 أَحْمِلُكُمْ sizi bindirecek ح م ل
13 عَلَيْهِ üzerine
14 تَوَلَّوْا dönen و ل ي
15 وَأَعْيُنُهُمْ ve gözlerinden ع ي ن
16 تَفِيضُ akarak ف ي ض
17 مِنَ
18 الدَّمْعِ yaş د م ع
19 حَزَنًا üzüntüden ح ز ن
20 أَلَّا dolayı
21 يَجِدُوا bulamadıklarından و ج د
22 مَا bir şey
23 يُنْفِقُونَ infak edecek ن ف ق
Enes b. Mâlik (r.a)’den rivayete göre Hz. Peygamber Tebük seferi sırasında şöyle buyurmuştur: “Medine’de bir topluluk kalmıştır ki, biz bir dağ yolunda, bir vadide her yürüyüşümüzde, onlar da bizimle birliktedirler. Ashap: Yâ Resulullah, onlar nasıl bizimle birlikte olur?” diye sorunca da; “Onları burada bulunmaktan (hastalık, gücü yetmemek gibi) meşrû özürleri menetmiştir.”
(Buhârî, Cihâd, 140, Temennî, 9, Menâkıbu’l-Ensâr, 1, 3, Megâzî, 56; Müslim, Zekât, 133, 136136; Tirmizî, Menâkıb, 65; Kâmil Miras, Tecrid-i Sarîh, VIII, 299, 300)

وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl عَلَى  harf-i ceriyle mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Mübteda mahzuftur. Takdiri,  حرج  şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası, şart ve cevap cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. مَٓا اَتَوْكَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَٓا  zaid harfdir. اَتَوْكَ  iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

لِ  harfi, تَحْمِلَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle  اَتَوْكَ  fiiline mütealliktir. 

تَحْمِلَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Şartın cevabı  قُلْتَ لَٓا اَجِدُ ’dir.  

قُلْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.Mekulü’l-kavli,  لَٓا اَجِدُ مَٓا ’dir.  قُلْتَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَجِدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir  انا ’dir. مَٓا  nekre-i mevsûfe mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَحْمِلُكُمْ  cümlesi,  مَٓا ‘nın sıfatı olarak mahallen mansubdur.

اَحْمِلُكُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir  انا ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَلَيْهِ  car mecruru  اَحْمِلُكُمْ  fiiline mütealliktir.   

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.

c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 

 

 تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ

 

Fiil cümlesidir.  تَوَلَّوْا  iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir.  اَعْيُنُهُمْ  mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَف۪يضُ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  

تَف۪يضُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir. مِنَ الدَّمْعِ  car mecruru  تَف۪يضُ  fiiline mütealliktir.  حَزَناً  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel حَزَناً  veya  تَف۪يضُ  fiilinin mef’ûlün lieclihi olarak mahallen mansubdur.

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَجِدُوا  fiili  نَ ’un hazfiyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا  nekre-i mevsufe mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. يُنْفِقُونَ  cümlesi  مَا ’nın sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

يُنْفِقُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. Mef’ûlün lieclihi veya mef’ûlün min eclihi de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede ‘için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna’ gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir. İki tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı, 2) Harf-i cerli kullanımı.Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki beş şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَوَلَّوْا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

يُنْفِقُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  نفق ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ 

Ayetin ilk cümlesi, önceki ayetteki  لَيْسَ ‘nin haberine müteallık olan  عَلَى الضُّعَفَٓاءِ ’ye matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِ  terkibi, şart üslubunda gelmiştir.  اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ  cümlesi şarttır.  Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir. 

Şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan   مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Cümleye dahil olan  مَٓا , tekit ifade eden zaid harftir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı   لِتَحْمِلَهُمْ  cümlesi, masdar tevilinde olup harf-i cerle  اَتَوْكَ  fiiline mütealliktir.

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder.  (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.) 

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi   قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ , müspet mazi fiil sıygasında, lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

قُلْتَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

اَجِدُ  fiilinin mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِ  cümlesi teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden muzari fiil sıygasında gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiiller, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada  إنْ  değil, اِذَا  buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü  اِذَا  harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ  harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)

وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ  cümlesi, hususi olanın umumi olan üzerine atfı babındandır. Hususi olanlara daha çok önem verildiğini gösterir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 


 تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَعْيُنُهُمْ  mübteda, müspet muzari fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelam olan  تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ  cümlesi, haberdir.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmektedir.

اَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ  cümlesinde gözlerin  تَف۪يضُ  fiiline isnadı istiare sanatıdır. Gözler akan bir pınara benzetilmiştir. Mekan alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır. Akan, gözler değil gözyaşıdır. Fiil, hakiki failine değil; mekanına isnad edilmiştir. Miktardaki çokluk ve akış şiddetini mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

ف۪يضُ; dolup taşmak demektir. Burada bu kelime ile hüngür hüngür ağladıkları ifade edilmiştir.

وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً  [Gözlerinden yaşlar akarak ] ifadesinin aslı, “şiddetli bir halde gözleri akan” şeklindedir. Bu durum “oluk akıyor” ifadesine benzeyen bir mecazdır. Akan oluk değil, oluk içerisindeki sudur, göz değil, gözün içerisindeki yaştır. Burada mübalağa için böyle bir ifade kullanılmıştır. Sanki gözün, bütünüyle aktığı ifade edilmiştir. Bu durum da infak etmek için bir şey bulamamalarından dolayı, duymuş oldukları üzüntüdendir. Onların, ihtiyaç duydukları ve senin yanında da bulunmayan bir şeyi satın almaları için verebilecekleri bir şeyleri yoktu. Bundan dolayı mahzun idiler. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)

Mef’ûlün lieclih olan  حَزَناً ’deki nekrelik, kesret ifade eder.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  لَا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ cümlesi, masdar tevilinde amili  حَزَناً ‘nin mef’ûlun lieclihi konumundadır. Masdar-ı müevvel, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

Cümledeki  مَا , mef’ûl konumunda nekre-i mevsûfedir. Ve akabindeki  يُنْفِقُونَ  cümlesi  مَا  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

تَحْمِلَهُمْ - اَحْمِلُكُمْ  ve  اَجِدُ - يَجِدُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَعْيُنُهُمْ - الدَّمْعِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tevbe Sûresi 93. Ayet

اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ وَهُمْ اَغْنِيَٓاءُۚ رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِۙ وَطَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  ...


Sorumluluk ancak, zengin oldukları hâlde senden izin isteyenleredir. Bunlar, geride kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular. Allah da kalplerini mühürledi. Artık onlar bilmezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا ancak
2 السَّبِيلُ (kınanmasına) yol vardır س ب ل
3 عَلَى
4 الَّذِينَ kimselerin
5 يَسْتَأْذِنُونَكَ senden izin isteyen ا ذ ن
6 وَهُمْ onlar
7 أَغْنِيَاءُ zengin oldukları halde غ ن ي
8 رَضُوا onlar razı oldular ر ض و
9 بِأَنْ
10 يَكُونُوا olmağa ك و ن
11 مَعَ beraber
12 الْخَوَالِفِ geri kalan kadınlarla خ ل ف
13 وَطَبَعَ ve mühürledi ط ب ع
14 اللَّهُ Allah
15 عَلَىٰ üzerini
16 قُلُوبِهِمْ onların kalbleri ق ل ب
17 فَهُمْ artık onlar
18 لَا
19 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م

اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ وَهُمْ اَغْنِيَٓاءُۚ 

İsim cümlesidir. اِنَّمَا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

السَّب۪يلُ  mübteda olup damme ile merfûdur. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  عَلَى  harf-i ceriyle mübtedanın mahzuf  haberine mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَسْتَأْذِنُونَكَ  ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَسْتَأْذِنُونَكَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَغْنِيَٓاءُ  haber olup damme ile merfûdur. اَغْنِيَٓاءُ  kelimesi sonunda zaid yani  kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَسْتَأْذِنُونَكَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi  أذن ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِۙ وَطَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

Fiil cümlesidir. رَضُوا  iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf  ي  üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle  رَضُوا  fiiline mütealliktir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

يَكُونُوا  nakıs,  ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  يَكُونُوا ’nun ismi olup mahallen merfûdur. مَعَ  mekân zarfı  يَكُونُوا ’nun mahzuf haberine mütealliktir.  الْخَوَالِفِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

طَبَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.  عَلٰى قُلُوبِهِمْ  car mecruru  طَبَعَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  harfi sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يَعْلَمُونَ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ وَهُمْ اَغْنِيَٓاءُۚ

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi mübteda ve sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.  اِنَّمَا  kasr edatı ile tekit edilen cümlede  السَّب۪يلُ  mübteda, haber mahzuftur. عَلَى الَّذ۪ينَ car mecruru mahzuf habere mütealliktir

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sıla cümlesi olan  يَسْتَأْذِنُونَكَ , müspet muzari fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Cümledeki  سَب۪يلٍۜ  kelimesinde istiare sanatı vardır. Sebep manasında gelen bu kelime aslında yol demektir. Zengin olupta cihada katılmamak için izin isteyenleri kınamak, bir yol bulup araziye girmeye benzetilmiştir. Hal mahal alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır. Bu üslupta mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

Cümledeki kasr, mübteda ve haber arasındadır.  السَّب۪يلُ  mevsuf/maksûr,  عَلَى الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-TenvîrŞuarâ/113)

اِنَّمَا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada açıkça görülmektedir ki cihada gücü yetecek durumda olan zenginler savaşmamak için izin istemişlerdir. Bunlar savaşmanın önemini biliyor ama bu görevden kaçmak istiyorlar. Onun için burada kasr  اِنَّمَا  ile yapılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Buradaki hasr, önceki olumsuzluğu tekid etmek içindir. Zengin oldukları halde senden izin isteyenlerden başkasına ceza yoktur demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَهُمْ اَغْنِيَٓاءُ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اِنَّمَا السَّب۪يلُ ’deki marifelik, ahd içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 


 

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِۙ

Ta’lil manasındaki cümle fasılla gelmiş beyânî istînâftır. Fasıl sebebi kemâlî ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ  cümlesi, masdar tevilinde olup  بِ  harfiyle birlikte  رَضُوا  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  مَعَ الْخَوَالِفِ  car-mecruru, mahzuf habere mütealliktir. 

Geride kalanlar ile muhalefet edenler kelimeleri aynı kökten türemiştir. Yani Resul’e (s.a.v) itiraz edenler aynı zamanda geride kalanlardır.

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ  ibaresi hayranlık verici bir istiaredir. Çünkü buradaki  الْخَوَالِفِ ‘ten maksat, erkekler savaşa gittikten sonra oymağın meskenlerinde geride kalan kadınlardır. Kabilenin kurulmuş çadırlarının arkasındaki direkler demek olan الْخَوَالِفِ “e -ki tekil  خَلِف ”dir- benzetilerek kadınlara “çadırın arka direkleri (الْخَوَالِفِ)” adı verilmiştir. (Yüce Allah), kadınları evlerinden ayrılmadıkları için çadırların (daima sabit kalan) arkalarındaki direklere benzetmiştir. Ayrıca  الْخَوَالِفِ ’in, evlerin köşeleri olduğu da söylenmiştir ki (iki görüş de) aynı anlama çıkar. Allah Teâlâ’nın  رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ  sözü ile evlerin direkleri olan gerçek  الْخَوَالِفِ ’in kastedilmiş olması da caizdir. Yani “ev ve çadırlarında oturup onların direk ve kazıkları gibi olmaya razı oldular” demektir.  الْخَوَالِفِ  kelimesinin, yaşlılar, kadınlar, özürlüler ve çocuklar gibi “arkada kalan (halife) bölük/kesim” ifadesinin çoğulu olarak, “savaşa katılmayıp geride kalan topluluk” anlamında olması da caizdir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)  

الْخَوَالِفِ  kelimesi kadınlardan kinayedir. Yani münafıklar, harpte savaşmaktan korkarak, kadınlarla beraber kalmaya, evde oturup çocuklara bakmaya razı oldular. Bu ifadede münafıkların çirkin davranışlarının zemmedilmesi gayesi vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

 

وَطَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

وَطَبَعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  cümlesi atıf harfi  وَ  ile  رَضُوا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

وَطَبَعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  ifadesinde istiare-i tasrîhiyye vardır. Çünkü kalplere gerçek anlamda mühürleme mümkün olmaz. Allah'ın emirlerini yerine getirmedikleri, cihat çağrısına uymadıkları için on­ların kalpleri, kapatılmış, kendisine yararı olan herhangi bir şeyin içeri girmesinin mümkün olmadığı, mühürlenmiş bir kaba benzetilmiştir. Allah Teâlâ, istiare-i tasrîhiyye yoluyla  طَبَعَ  kelimesini müstear olarak kullanmıştır. Bu üslupta mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

Makabline matuf olan  فَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Menfi fiil cümlesi formunda gelen müsned  لَا يَعْلَمُونَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  ifadesinde istiare vardır. Kalp hidayetin içine konulacağı mühürlenebilen bir kaba benzetilmiştir. Kâfirlerin büyüklenme ve inanmama konusundaki inatlarının ulaştığı şiddeti ifade etmek için bu istiare yapılmıştır. Bu ifade Bakara Suresi 7. ayetteki  خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  ifadesine  benzemekle beraber bu fiilde mana açısından daha kuvvetlidir. Çünkü bu fiil para basmakta kullanılır ve gümüş para üzerinde iz bırakmak manasındadır. Çamur veya mum üzerinde iz bırakmak manasında ise  ختم  fiili kullanılır. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)  

Bu iki cümle 87. ayetteki cümlelerin son kelimenin farklılığıyla tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle cümleler çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Fussilet  Suresi 44, C. 2, s. 189)

Günün Mesajı

Allah yolunda can ve mal ile cihat etmek çok faziletlidir. Cihat edenlerin dünyadaki ve ahiretteki sevabı büyüktür.

 



Sayfadan Gönüle Düşenler

Evladının elini sıktı, parmağını dudaklarına götürdü. Dinlemeye geldiklerini hatırlattı ve ağacın dallarını araladı. Çocuk kadını gördü, dere başında oturuyordu. Sesine kulak verdi, adeta yüreğini büyülüyordu:

‘At sırtında, bir dağın tepesine kondum. Gözlerimin önünde bir film şeridi, dünya tarihini avuçlarımın arasına aldım. Ne çok yaşanmışlık var demişlerdi, bir kağıt gibi buruşturdum. Dünya yalanları ne hoş bir melodi, gidenlerin artlarında bıraktığı boşluğa baktım. Dağın ardında bir mahşer meydanı, insanlığın her haline şahit oldum. Her şeyin sonunda, halimin nasıl olması için çabalamam gerektiğinden emin oldum.

Ey kulları için en güzeli isteyen Rabbim! Senin yardımın ve rahmetinle:

Yalan söyleyenlerden değil, doğru sözlülerden,
Asilerden değil, şeksiz ve şüphesiz itaat edenlerden,
Geride kalanlardan değil, salih kullarınla yarışanlardan,
Etrafındakilere imrenenlerden değil, verdiklerine şükredenlerden,
Zalimin zulmune yardımcılardan değil, adaleti savunanlardan,
Dünya oyunlarına dalanlardan değil, hakikatinle meşgul olanlardan,
Yolundan sapanlardan değil, emrettiğin gibi yaşayanlardan,
Ardında hiçlik bırakanlardan değil, hayırlarla anılanlardan,
Zikrin ve kelamının; dilinde kaldığı kullarından değil, kalbine ilmek ilmek işleyenlerden,
Meleklerinin lanet ettiklerinden değil, selamınla karşıladıklarından,
Kitabı sol eline değil, sağ eline verilenlerden,
Cehennemliklerden değil, cennet ehlinden,
Huzurundan kovulanlardan değil, Sana kavuşanlardan olayım.

 

Ey her zerremin tek Sahibi! Gönlüm gül bahçesine dönüşsün. Misk kokuları, çevresini sarsın. Etrafına, yalnız temiz olanı çeksin. Kapısını da hayır duaları çalsın. Hakkı hatırlasın, hakkı sevsin ve Senden hakkı istesin. Yolum cennetine çıksın. Sevdiklerim yanımda, sevdiklerin komşum olsun.’

Kadın arkasını dönüp gülümseyince tanıdı. Annesine koşup sarılmak istedi. Babası kendisine doğru çekti, ‘amin’ de dedi. Sabaha, gözyaşlarıyla tuzlanmış bir ‘amin’ bıraktı.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji