2 Aralık 2024
Tevbe Sûresi 94-99 (201. Sayfa)
Tevbe Sûresi 94. Ayet

يَعْتَذِرُونَ اِلَيْكُمْ اِذَا رَجَعْتُمْ اِلَيْهِمْۜ قُلْ لَا تَعْتَذِرُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكُمْ قَدْ نَبَّاَنَا اللّٰهُ مِنْ اَخْبَارِكُمْۜ وَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ ثُمَّ تُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  ...


Onlara döndüğünüzde, size mazeret beyan edeceklerdir. De ki: “Mazeret beyan etmeyin. Size kesinlikle inanmayız. Çünkü Allah bize sizin durumunuzu bildirdi. Bundan böyle davranışlarınızı Allah da Resûlü de görecek. Sonra hepiniz, gaybı da görülen âlemi de bilene döndürüleceksiniz de yapmakta olduğunuz şeyleri size haber verecek.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَعْتَذِرُونَ özür dilerler ع ذ ر
2 إِلَيْكُمْ sizden
3 إِذَا zaman
4 رَجَعْتُمْ geri dönüp geldiğiniz ر ج ع
5 إِلَيْهِمْ onların yanına
6 قُلْ de ki ق و ل
7 لَا hiç
8 تَعْتَذِرُوا özür dilemeyin ع ذ ر
9 لَنْ asla
10 نُؤْمِنَ inanmayız ا م ن
11 لَكُمْ size
12 قَدْ muhakkak
13 نَبَّأَنَا bize bildirdi ن ب ا
14 اللَّهُ Allah
15 مِنْ
16 أَخْبَارِكُمْ sizin haberlerinizi خ ب ر
17 وَسَيَرَى ve görecektir ر ا ي
18 اللَّهُ Allah
19 عَمَلَكُمْ yaptığınızı ع م ل
20 وَرَسُولُهُ ve Elçisi de ر س ل
21 ثُمَّ sonra
22 تُرَدُّونَ döndürüleceksiniz ر د د
23 إِلَىٰ
24 عَالِمِ bilene ع ل م
25 الْغَيْبِ görülmeyeni غ ي ب
26 وَالشَّهَادَةِ ve görüleni ش ه د
27 فَيُنَبِّئُكُمْ O size haber verecek ن ب ا
28 بِمَا ne
29 كُنْتُمْ varsa ك و ن
30 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız ع م ل

يَعْتَذِرُونَ اِلَيْكُمْ اِذَا رَجَعْتُمْ اِلَيْهِمْۜ 

Fiil cümlesidir. يَعْتَذِرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكُمْ  car mecruru  يَعْتَذِرُونَ  fiiline mütealliktir.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfı olup  يَعْتَذِرُونَ  fiiline mütealliktir.

Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. رَجَعْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَجَعْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْهِمْ  car mecruru  رَجَعْتُمْ  fiiline mütealliktir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.

c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَعْتَذِرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  عذر ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


  قُلْ لَا تَعْتَذِرُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكُمْ قَدْ نَبَّاَنَا اللّٰهُ مِنْ اَخْبَارِكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli,  لَا تَعْتَذِرُوا ’dur. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَعْتَذِرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.

نُؤْمِنَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. لَكُمْ  car mecruru  نُؤْمِنَ  fiiline mütealliktir.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  نَبَّاَنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. مِنْ اَخْبَارِ  car mecruru mukadder ikinci mef’ûlun bihin mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri, طرفا من أخباركم  şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نَبَّاَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نبأ ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

نُؤْمِنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 وَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. يَرَى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Bilmek anlamında kalp fiilidir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. 

عَمَلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَسُولُهُ  atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir.Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 ثُمَّ تُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ 

 

Fiil cümlesidir. ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. تُرَدُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

اِلٰى عَالِمِ  car mecruru  تُرَدُّونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْغَيْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الشَّهَادَةِ  atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. 

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman,  Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

(ثُمَّ) : Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

Fiil cümlesidir. فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُنَبِّئُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle  يُنَبِّئُكُمْ  fiiline mütealliktir.  

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كُنْتُمْ  nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. تُمْ  muttasıl zamir  كُنْتُمْ  ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. تَعْمَلُونَ  cümlesi,  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. يُنَبِّئُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نبأ ’dir.

يَعْتَذِرُونَ اِلَيْكُمْ اِذَا رَجَعْتُمْ اِلَيْهِمْۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

اِذَا , şarttan mücerret, cümleye muzaf olan zaman zarfıdır, يَعْتَذِرُونَ  fiiline mütealliktir.

اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  رَجَعْتُمْ اِلَيْهِمْۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)  

Bu ayetteki  يَعْتَذِرُونَ  müsneddir. İbn Âşûr’a göre muzari fiil olarak teceddüd ve tekrar ifade etmektedir. Bu durum özür dileme davranışının sürekli yapılan ve tekrar edilen bir fiil olduğunu göstermektedir. Yani, münafıkların defalarca özür dileyecekleri, müsnedin muzari fiil olarak kullanımından anlaşılmaktadır. Onun verdiği bilgiden de münafıkların, Peygamberimiz ve arkadaşlarından bu özür dileme davranışını tekrar ettikleri anlaşılmaktadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Zaman zarfı  اِذَا , bu ayette mazi manada kullanılmıştır. Çünkü sure Tebük Gazvesinden sonra nazil olmuştur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Rivayet olunur ki bu seferden geri kalanlar, seksen küsur kişi idi. Resulullah (s.a.v) seferden kendilerinin yanına döndüğünde Resulullah'a (s.a.v) gelip asılsız özürler beyan ettiler. Bu ayetin muhatabı, Resulullah (s.a.v) ile ashabıdır. Çünkü seferden geri kalanlar, yalnız Resulullah'a (s.a.v) değil, fakat aynı zamanda ashaba da özür beyan ediyorlardı. "Medine'ye döndüğünüzde" değil de ‘’kendilerine döndüğünüzde" denmesi, şunu ifade eder: Seferden geri kalanların özür beyan etmelerinin zamanı, Medine'ye dönüş zamanı değil, fakat kendilerinin bulundukları yere dönüşün gerçekleştiği zamandır. Çünkü onların bazıları, Resulullah (s.a.v) henüz Medine'ye varmadan gidip özür beyan etmiş olabilirler. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


 قُلْ لَا تَعْتَذِرُوا

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Bundan önceki hitap, ashabı da kapsamasına rağmen bu hitap, yalnız Resulullah'a (s.a.v) tahsis edilmiştir. Çünkü onlara cevap vermek, Resulullah'ın (s.a.v) vazifesidir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَا تَعْتَذِرُوا  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

يَعْتَذِرُونَ - لَا تَعْتَذِرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

 

لَنْ نُؤْمِنَ لَكُمْ قَدْ نَبَّاَنَا اللّٰهُ مِنْ اَخْبَارِكُمْۜ 


لَنْ نُؤْمِنَ لَكُمْ  cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Hudus, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eden menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiili nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren nefy harfi  لَنْ , cümleyi tekid etmiştir.

قَدْ نَبَّاَنَا اللّٰهُ مِنْ اَخْبَارِكُمْ  cümlesi, makabli için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

قَدْ  mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

نَبَّاَنَا - اَخْبَارِكُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

قَدْ نَبَّاَنَا اللّٰهُ مِنْ اَخْبَارِكُمْ  cümlesi, onların tasdik edilmemesinin sebebini belirtiyor. Şöyle ki: “Sizin başvurduğunuz şer ve fesat, kalplerinizde gizlediğiniz kötülükler, özür konusunda düzdüğünüz yalanlar bize vahiy yoluyla haber verilmiştir. Bu da sizi tasdik etmemize manidir.”

قَدْ  sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa  قَدْ  harfi, başına geldiği fiil için ister mazî ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette, iki yerde çoğul kipinin kullanılması, onların tasdik umutlarını re'sen iyice kesmek içindir. Çünkü bu ifade ile onların özürlerinin hiçbir mümin yanında geçerli olmadığı belirtilmiş olur. Bir de bu ifade, onların bütün müminler arasında rezil-rüsvay olduklarını belirtir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)


وَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ 

Cümle, atıf harfi  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Cümleye dahil olan istikbal harfi  سَ  vaid siyakında gelerek tekid ifade etmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Hudus, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Korkuyu artırmak için zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak tekrarlanmasında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

وَرَسُولُهُ , tezayüf nedeniyle müsnedün ileyh olan  اللّٰهُ ‘ya atfedilmiştir.

Veciz ifade kastına matuf  رَسُولِه۪  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan  رَسُولِ  şan ve şeref kazanmıştır.

اللّٰهُ  - رَسُولُهُ  kelimeleri arasında müâât-ı nazîr sanatı vardır.

س  harfi ile dünyada gerçekleşecek olayları, سوف  harfi ile ise, ahirette gerçekleşecek olayları ifade etmek için kullanıldığı belirtilmiştir. (Necmettin Çalışkan, Abdurrahman Hasan Habenneke El- Meydânî Ve Tefsîri) 



 ثُمَّ تُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ

 

Cümle, tertip ve terahî ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle,  وَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olması hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

تُرَدُّونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

تُرَدُّونَ  fiili  رجع  fiili manasında kullanılmıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Zamir makamında Allah'ın  عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ  sıfatlarının zikredilmesi, ikazı artırmak, kalplere korku salmak için yapılan iltifat ve ıtnâb sanatıdır.

Ayetin sonunda müştakı zikredilen  عَالِمِ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

وَالشَّهَادَةِ , tezat nedeniyle muzafun ileyh olan  الْغَيْبِ ‘ye atfedilmiştir.

Az sözle çok anlam ifade eden  عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ  izafeti, lafza-ı celâlden kinayedir. 

وَالشَّهَادَةِ - عَالِمِ  ve  رَجَعْتُمْ - تُرَدُّونَ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْغَيْبِ - الشَّهَادَةِ  ve  عَالِمِ - الْغَيْبِ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.

Muktezâ-i zâhire göre ayetteki  اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ  ifadesinin  اِليه  şeklinde zamirle gelmesi beklenirdi. Ancak nazmı celil bu şekilde değil de ayetteki gibi geldi. Bundaki hikmeti Beyzâvî şöyle açıklar: “Burada Allah’ın gizli ve açık her şeye muttali olduğuna ve onların (Tebük Gazvesi’ne katılmayan münafıkların) amellerinden ve niyetlerinden hiçbir şeyin O’ndan uzak olamayacağına delalet etmek üzere zamir yerine sıfat kullanılmıştır. Yani “O’na döndürüleceksiniz.” ifadesi yerine “Gizliyi de açığı da bilene döndürüleceksiniz.” ifadesi kullanılmıştır.” (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

الغَيْبِ - الشَّهَادَةِ  daki  اِلٰ , istiğrak içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

  فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

Ayetin son cümlesi, atıf harfi  فَ  ile  …تُرَدُّونَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Başındaki harfle birlikte  فَيُنَبِّئُكُمْ  fiiline müteallik müşterek ism-i mevsûl  بِمَا  ’nın sılası olan  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ , cümlesi  كاَن ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كان ’nin haberi olan  تَعْمَلُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [Yapmakta olduğunuz şeyleri size haber verecek.] ifadesinde, Allah Teâlânın yapılan bütün amelleri haber vereceğini beyan ederken, bunun içine hesap, ceza ve mükafatı idmâc edilmiştir. Tehdit ve ümit anlamı taşıyan bu cümlede, mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir.

عَمَلَكُمْ - تَعْمَلُونَ  ve  نَبَّاَنَا - يُنَبِّئُكُمْ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

Bu ayet, her iki fırka için de hem vaat hem de vaîddir. Yine ayet, hiç kimsenin başkasının amelinden dolayı sorumlu tutulamayacağını beyan eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Maide Suresi, 105)

Bu cümle hidayette olanlar için bir mazeret, dalalette olanlar için uyarıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr, Maide/105)

Tevbe Sûresi 95. Ayet

سَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ اِذَا انْقَلَبْتُمْ اِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْۜ فَاَعْرِضُوا عَنْهُمْۜ اِنَّهُمْ رِجْسٌۘ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ  ...


Yanlarına döndüğünüz zaman, kendilerini rahat bırakmanız için size Allah adıyla yemin edeceklerdir. Artık onların peşini bırakın. Çünkü onlar pistir. Kazandıklarının karşılığı olarak, varacakları yer de cehennemdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَيَحْلِفُونَ yemin edecekler ح ل ف
2 بِاللَّهِ Allah’a
3 لَكُمْ siz
4 إِذَا zaman
5 انْقَلَبْتُمْ yanlarına geldiğiniz ق ل ب
6 إِلَيْهِمْ onların
7 لِتُعْرِضُوا vazgeçmeniz için ع ر ض
8 عَنْهُمْ kendilerinden
9 فَأَعْرِضُوا vazgeçin ع ر ض
10 عَنْهُمْ onlardan
11 إِنَّهُمْ çünkü onlar
12 رِجْسٌ murdardır ر ج س
13 وَمَأْوَاهُمْ ve varacakları yer ا و ي
14 جَهَنَّمُ cehennemdir
15 جَزَاءً cezası olarak ج ز ي
16 بِمَا şeylerin
17 كَانُوا ك و ن
18 يَكْسِبُونَ kazandıkları ك س ب
حلف Halefe : حِلْفٌ insanlar arasındaki ahid, sözleşme ya da ittifaktır. حَلِفٌ sözcüğü ise insanların birbirinden sözün doğruluğuna dair aldıkları yemindir. Daha sonra her tür yemin de bu kelimeyle ifade edilir olmuştur. حَلاَّفٌ kelimesi çokça yemin eden anlamındadır. حلف kelimesi Kuran ı Kerim de geçtiği yerlerin tamamında istisnasız olarak yalan yere yemin etmek anlamında kullanılmıştır. Çoğunlukla fiil münafıklara isnad edilerek gelmiştir. Kuranin apaçık uslubunu gözönüne alarak, القسم’i الحلف ile tefsir etmemiz kesinlikle uygun olmaz. Kuran’ın bu iki kelimeyi kullanımı, aradaki ince farkı gözler önüne sermektedir. Her ne kadar sadakatle söylenen her yemin için – hakiki yada vehmi- القسم’dir diyemesekte, yalan yere söylenen yemin kesin olarak الحلف’dir, zira Kuran’ın beliğ uslubunda gördüğüm üzere القسم mutlak olan umumi mana için kullanılırken, الحلف yalan yere yemine mahsustur (Müfredat – Ayse Abdurrahman) Kuran’ı Kerim’de 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli hılf (ul fudûl) (faziletlilerin yemin anlaşması)dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

سَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ اِذَا انْقَلَبْتُمْ اِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْۜ

Fiil cümlesidir. Fiilin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. يَحْلِفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ  car mecruru  سَيَحْلِفُونَ  fiiline mütealliktir.  لَكُمْ  car mecruru  سَيَحْلِفُونَ  fiiline mütealliktir.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfı olup  سَيَحْلِفُونَ  fiiline mütealliktir. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. انْقَلَبْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

انْقَلَبْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْهِمْ  car mecruru  انْقَلَبْتُمْ  fiiline mütealliktir.

لِ  harfi, تُعْرِضُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle  سَيَحْلِفُونَ  fiiline mütealliktir.

تُعْرِضُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

عَنْهُمْ  car mecruru  تُعْرِضُوا  fiiline mütealliktir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.

c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette lamu-ta’lilden sonra gizlenmiştir.(sebep bildiren لِ) sonra (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

انْقَلَبْتُمْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil infiâl babındadır. Sülâsîsi  قلب ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar. 

تُعْرِضُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi عرض ’dır. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 فَاَعْرِضُوا عَنْهُمْۜ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن حلفوا لكم... فأعرضوا  şeklindedir.

اَعْرِضُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَنْهُمْ car mecruru  اَعْرِضُوا  fiiline mütealliktir.

اَعْرِضُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  عرض ’dır.


اِنَّهُمْ رِجْسٌۘ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۚ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. رِجْسٌۘ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَأْوٰيهُمْ  mübteda olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  جَهَنَّمُ  haber olup damme ile merfûdur. 

 

جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

 

جَزَٓاءً  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur. مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle  جَزَٓاءً ’e mütealliktir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا  nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَكْسِبُونَ۟  cümlesi, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يَكْسِبُونَ۟  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. Mef’ûlün lieclihi, Mef’ulün min eclihi veya Mef’ûlün leh de denir. Mef’ulün leh mansubdur. Fiile “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir. İki tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı, 2) Harf-i cerli kullanımı. Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır. Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki beş şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ اِذَا انْقَلَبْتُمْ اِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْۜ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İstikbal harfi  سَ  ile tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Vaad ifade eden cümlede istikbal harfi  سَ , cümleyi tekid etmiştir. 

س  harfi ile dünyada gerçekleşecek olayları, سوف  harfi ile ise, ahirette gerçekleşecek olayları ifade etmek için kullanıldığı belirtilmiştir. (Necmettin Çalışkan, Abdurrahman Hasan Habenneke El- Meydânî Ve Tefsîri)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

اِذَا , şarttan mücerret, cümleye muzaf olan zaman zarfı olup  سَيَحْلِفُونَ  fiiline mütealliktir.

اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  انْقَلَبْتُمْ اِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)  

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْ  cümlesi, masdar tevilinde olup başındaki harfle  سَيَحْلِفُونَ  fiiline mütealliktir.

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

حْلِفُ  fiili Kur’an’da 13 kere geçmiş ve istisnasız hepsinde de bozulan yemin için kullanılmıştır. (Dr. Ayşe Abdurrahman bintü’ş Şâtî, İ’câzü’l Beyânî li’l Kur’an, s. 221)


فَاَعْرِضُوا عَنْهُمْۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen terkipte  فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Cevap cümlesi olan  فَاَعْرِضُوا عَنْهُمْۜ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri,  إن حلفوا لكم (Eğer size yalan yemin ederlerse…) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْ  ifadesi münafıkların Müslümanlardan kendilerini kınamamalarını istemesi ile ilgili iken aynı kelime, aynı harf-i cer ve zamirle fakat kelimenin hangi anlamda olduğu ile ilgili bir açıklama yapılmaksızın onların kastetmedikleri anlamda, Müslümanlara  اَعْرِضُوا عَنْهُمْ  emri ile gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Bazı müfessirler el-ḳavlu bi’l-mûcib sanatındaki anlamı taşıdığı için diyalog içerisinde geçen ifadeleri de bu sanata dahil etmişlerdir.

تُعْرِضُوا - اَعْرِضُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


اِنَّهُمْ رِجْسٌۘ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Pislik manasındaki  رِجْسٌ , manevi kirlenme anlamında kullanılmıştır. Hal-mahal alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatıdır.

Makabline atfedilen  وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

وَمَأْوٰيهُمْ  mübteda,  جَهَنَّمُ  haberdir. Cümlede müsnedün ileyhin izafetle gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında tahkir içindir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ  ifadesinde istiare vardır.  مَأْوٰي , aslında sığınılacak yer, barınak, ev demektir. Burada Cehennemin, insanın huzur bulmak, rahatlamak için gittiği bir yere benzetilmesi, cehennemin korkunçluğunda mübalağa içindir. “Cehennemle müjdele“ cümlesinde olduğu gibi aralarındaki zıddiyet, tehekküm ve alay maksadıyla tenasübe benzetilmiştir.

Cehennemin sığınak olması çok ilginç bir tabirdir. İnsan cehenneme sığınır mı? Öyle bir gazap ki Allah’ın gazabı, insan o gazaptan cehenneme sığınıyor. Rabbim hepimizi muhafaza buyursun.

جَهَنَّمُۚ ‘den hal olan  (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  جَزَٓاءً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve akabindeki  كَانُوا يَكْسِبُونَ  cümlesi, masdar tevilinde olup  بِ  harfi ile  جَزَٓاءً ’e mütealliktir.

Masdar-ı müevvel, nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كان ’nin haberi olan  يَكْسِبُونَ  ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir. Muzari fiil ayrıca hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. 

Muzari fiiller tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

Kur’an’da كان ’den sonra gelen muzari fiil, o eylemin çokluğuna ve devamlılığına işaret eder. (Celalettin Divlekci, Kur’an’da Bazı Kelimelerin Kullanım Özelliklerine Dair Genel Kaideler)

Allah bu ayette, Hz. Peygamber (s.a.v) ve müminlerin durumunu gözeterek ve zihinlerindeki “Ne için?” sorusunu dikkate alarak münafıkların durumunu açıklarken tekid edatı kullandığından bu haber talebî haber olmuştur. (Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Suresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili) 

Yüz çevirmenin ta’lili olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Ehl-i meâni de şöyle demiştir: Onlardan yüz çevirmenin vacip olmasının sebebini zikrederek “Çünkü onlar murdardır.” buyurdu. Bu, “Zira onların içlerindeki pislik ve necaset, ruhani bir pisliktir, maddi pisliklerden kaçınıldığına göre manevi pisliklerin insana sirayet etmesinden kaçınmak ve insanın tabiatının o tür amellere meyletmesinden sakınmak için onlardan uzaklaşmak öncelikle gerekli olur.” demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Tevbe Sûresi 96. Ayet

يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْۚ فَاِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَرْضٰى عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ  ...


Kendilerinden razı olasınız diye, size yemin edeceklerdir. Siz onlardan razı olsanız bile, Allah o fasıklar topluluğundan asla razı olmaz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَحْلِفُونَ yemin ediyorlar ح ل ف
2 لَكُمْ size
3 لِتَرْضَوْا razı olmanız için ر ض و
4 عَنْهُمْ kendilerinden
5 فَإِنْ eğer
6 تَرْضَوْا siz razı olsanız bile ر ض و
7 عَنْهُمْ onlardan
8 فَإِنَّ şüphesiz
9 اللَّهَ Allah
10 لَا
11 يَرْضَىٰ razı olmaz ر ض و
12 عَنِ -tan
13 الْقَوْمِ topluluk- ق و م
14 الْفَاسِقِينَ yoldan çıkan ف س ق

يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْۚ 

Ayet, önceki ayetteki  سَيَحْلِفُونَ ‘den bedeldir. 

Fiil cümlesidir.  يَحْلِفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لَكُمْ  car mecruru  يَحْلِفُونَ  fiiline mütealliktir.

لِ  harfi  تَرْضَوْا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle  تَرْضَوْا  fiiline mütealliktir.

تَرْضَوْا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَنْهُمْ  car mecruru  تَرْضَوْا  fiiline mütealliktir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra.Ayette amu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَاِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَرْضٰى عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ

 

فَ  istînâfiyyedir. اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَرْضَوْا  şart fiili olup, نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَنْهُمْ  car mecruru  تَرْضَوْا  fiiline mütealliktir. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, لا ينفعهم رضاكم (Sizin rızanız onlara fayda vermez.) şeklindedir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâl  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. لَا يَرْضٰى  cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَرْضٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَنِ الْقَوْمِ  car mecruru  لَا يَرْضٰى  fiiline mütealliktir. الْفَاسِق۪ينَ kelimesi  الْقَوْمِ ’nin sıfatı olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْفَاسِق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerredi  فسق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir. 

Önceki ayetteki …سَيَحْلِفُونَ  cümlesinden bedel-i iştimâl olan cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

حْلِفُ  fiili Kur’an’da 13 kere geçmiş ve istisnasız hepsinde de bozulan yemin için kullanılmıştır. (Dr. Ayşe Abdurrahman bintü’ş Şâtî, İ’câzü’l Beyânî li’l Kur’an, s. 221)

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı   لِتَرْضَوْا عَنْهُمْ  cümlesi, masdar tevilinde olup harf-i cerle  يَحْلِفُونَ  fiiline mütealliktir.

Masdar-ı müevvel cümlesi, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Önceki ayet gibi yalan yere yemin etmek manasındaki  حلف  fiiliyle başlamıştır. İki cümle arasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Münafıklar, kendilerinden razı olmanız ve kendileriyle olan eski ilişkilerinizi sürdürmeniz için size yemin ederler. Yemin konusu açık olduğu için ayette sarahaten zikredilmemiştir. Fakat eğer onların maksadına uygun olarak siz onlardan razı olsanız ve bu konuda onlara yardım etseniz bile Allah, o fasıklar güruhundan asla razı olmaz. Sizin rızanız ise onlara bir fayda sağlamaz. Çünkü Allah onlara buğzetmiştir ve O'nun buğzu karşısında sizin rızanızın bir tesiri olamaz.

Burada amaç, muhatapları, onlardan hoşnut olmaktan ve onların yalan özürlerine aldanmaktan en belâgatlı ve kuvvetli şekilde nehyetmektir. Çünkü Allah'ın razı olmadığı kimseden razı olmak, müminden sadır olacak bir şey değildir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


 فَاِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ

Şart üslubunda gelen terkipte  فَ , istînâfiyyedir. Şart cümlesi olan  اِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ  müspet mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

اِنْ , şart fiilinin vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir.

Şart edatı  اِنْ , mazi fiilin başına gelebilir. Bu durumda, hasıl olmamış bir şeyi hasıl olmuş gibi göstermeyi, ya da fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, لا ينفعهم رضاكم (Sizin rızanız onlara fayda vermez.) cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. 

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtiaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَرْضٰى عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ

 

Önceki cümledeki mukadder cevap için ta’lil olarak gelen cümlede  فَ , ta’liliyedir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Lafza-i celâl  اِنَّ ‘nin ismi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَا يَرْضٰى عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ  cümlesi haberidir.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük ve telezzüz amacına matuftur. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isnadın tekrarı ve isim cümlesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Kadr/1)

الْقَوْمَ  için sıfat olan  الْفَاسِق۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

Allah'ın razı olmadığı kimselerin zamir makamında zahir isim getirilerek  الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ  şeklinde zikredilmeleri onları tahkir ve tevbih için yapılan ıtnâb ve iltifat sanatıdır. 

تَرْضَوْا  - لَا يَرْضٰى   kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَا يَرْضٰى عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ  cümlesinde zamir yerine açık isim getirmesi, onları daha çok kınamak ve yermek içindir. Bunun aslı  لَا يَرْضٰى عَنِهُمْ  [Allah onlardan razı olmaz.] şeklindedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Tevbe Sûresi 97. Ayet

اَلْاَعْرَابُ اَشَدُّ كُفْراً وَنِفَاقاً وَاَجْدَرُ اَلَّا يَعْلَمُوا حُدُودَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  ...


Bedevîler inkâr ve nifak bakımından daha ileri ve Allah’ın peygamberine indirdiği hükümlerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الْأَعْرَابُ bedevi Araplar ع ر ب
2 أَشَدُّ daha yamandır ش د د
3 كُفْرًا küfürde ك ف ر
4 وَنِفَاقًا ve iki yüzlülükte ن ف ق
5 وَأَجْدَرُ ve daha müsaittirler ج د ر
6 أَلَّا
7 يَعْلَمُوا tanımamaya ع ل م
8 حُدُودَ sınırlarını ح د د
9 مَا şeylerin
10 أَنْزَلَ indirdiği ن ز ل
11 اللَّهُ Allah’ın
12 عَلَىٰ
13 رَسُولِهِ Elçisine ر س ل
14 وَاللَّهُ ve Allah
15 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
16 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

Riyazus Salihin, 228 Nolu Hadis
Hz. Âişe radıyallahu anhâ  şöyle dedi:
Çölde yaşayan bedevîlerden bir grup Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in huzuruna geldiler ve:

Siz çocuklarınızı öpüyor musunuz? diye sordular. Peygamberimiz:
– “Evet” buyurdu. Onlar:

Fakat biz, Allah’a yemin ederiz ki, onları öpmüyoruz, dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah sizin kalblerinizden merhamet duygusunu çıkarıp almışsa, ben ne yapabilirim ki!” buyurdu. 
(Buhârî, Edeb 18; Müslim, Fezâil 164. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 3) (Tülay yılmaz)

جدر Cedara : جِدَارٌ duvar demektir. Arapçada kendi gibi duvar demek olan حائِطٌ kelimesiyle arasındaki fark حائِطٌ da mekanı kuşatması ve etrafını çevirmesi anlamını, جِدَارٌ da ise duvarın çıkıntılı ve yüksek oluşu öne çıkarılmıştır. Çoğulu جُدُرٌ şeklinde gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de isim olan iki türevde 4 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli cidar (duvar)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَلْاَعْرَابُ اَشَدُّ كُفْراً وَنِفَاقاً وَاَجْدَرُ اَلَّا يَعْلَمُوا حُدُودَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ۜ 

 

İsim cümlesidir. اَلْاَعْرَابُ  mübteda olup damme ile merfûdur. اَشَدُّ  haber olup damme ile merfûdur. كُفْراً  temyiz olup fetha ile mansubdur.  نِفَاقاً  atıf harfi  وَ ‘la  كُفْراً ‘e matuftur. اَجْدَرُ  atıf harfi وَ ‘la  اَشَدُّ ‘ye matuftur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf  ب  harf-i ceriyle  اَجْدَرُ  fiiline mütealliktir.

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. حُدُودَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. عَلٰى رَسُولِهٖ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl  zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:

1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.Ayette melfuz mümeyyezdir. Ayette melfuz mümeyyez şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْزَلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اَشَدُّ  - اَجْدَرُ  kelimeleri ism-i tafdil kalıbındadır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. عَلٖيمٌ  haber olup damme ile merfûdur.  حَكٖيمٌ  ikinci haber olup damme ile merfûdur.

عَلٖيمٌ - حَكٖيمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَلْاَعْرَابُ اَشَدُّ كُفْراً وَنِفَاقاً وَاَجْدَرُ اَلَّا يَعْلَمُوا حُدُودَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ۜ


Ayet istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Tezayüf nedeniyle birbirine atfedilen  نِفَاقاً  ve  كُفْراً  kelimeleri temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.

اَجْدَرُ , haber olan  اَشَدُّ ’ye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.

اَشَدُّ  - اَجْدَرُ  kelimeleri ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. İsm-i tafdil; bir vasfın bir hususun bir varlıkta, diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. 

Hem isim cümlesi hem müsnedin ism-i tafdil kalıbında olması, mübalağa yoluyla onların durumunu ortaya koymuştur.

كُفْراً - نِفَاقاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَلَّا  edatı, masdar harfi  أَنْ  ve nefy harfi  لاَ ’dan müteşekkildir. Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki   اَلَّا يَعْلَمُوا حُدُودَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ۜ  cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen  ب  harf-i ceriyle   اَجْدَرُ ’ya mütealliktir.

Masdar-ı müevvel, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

حُدُودَ  için muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَسُولِه۪  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan  رَسُولِ  şan ve şeref kazanmıştır.

اللّٰهُ - رَسُولِه۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Arapların, Arap olarak isimlendirilmesi şundandır: Çünkü, Hz. İsmail'in çocukları Arebe’de doğup büyümüşlerdir. Arebe ise Tihâme (çöl) bölgesindendir. Böylece o çocuklar, beldelerine nispet edilmişlerdir. Arap yarımadasında meskûn olan ve onların dillerini konuşanlar da onlardandır. Çünkü bunlar da Hz. İsmail'in çocuklarındandır.

Yine, Arapların Arap adını almalarının sebebinin, onların lisanlarının kalplerindeki şeyleri îrab yani ifade etmesi olduğu da ileri sürülmüştür. Arapçanın, diğer dillerde bulunmayan pek çok fesahat ve akıcılık üslubu ihtiva ettiğinden de şüphe yoktur.

Hikmet erbabından birinin, yazmış olduğu bir kitapta şöyle dediğini gördüm: “Rumların hikmeti beyinlerindedir. Zira onlar, çok acayip terkipler meydana getirebilirler. Hindlilerin hikmeti vehimlerinde, Yunanlıların hikmeti ise kalplerindedir. Bu böyledir, zira çok mal elde etmek akılla alakalı bir şeydir. Arapların hikmeti de lisanlarındadır. Bu, onların lafızlarının çok tatlı ve ibarelerinin de çok çekici olmasındandır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu kelime Kur’ânda 6 ‘sı bu surede olmak üzere 10 kere geçmiştir. Buradakilerin hepsi münafıklar hakkındadır.


وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

وَ  istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

حَك۪يمٌ - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın  حَك۪يمٌ  ve  عَل۪يمٌ  sıfatlarının nekre gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

حَك۪يمٌ  ve  عَل۪يمٌ kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır 

Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28)

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  cümlesi, bedevilerin tabiatları ve karakterleriyle ilgili bu beyanın tezyilidir. Yani onları ve başkalarını bilendir ve derecelerini ayırmada hikmet sahibidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

يَعْلَمُوا - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  cümlesinin manası Allah, Alîm’dir; yaşayanların hallerini bilir. Allah Hakîm’dir; iyilik ve kötülük edenlere sevap ve ceza vermede hikmet sahibidir şeklindedir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Böyle ifadeler çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Tevbe Sûresi 98. Ayet

وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ مَغْرَماً وَيَتَرَبَّصُ بِكُمُ الدَّوَٓائِرَۜ عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ  ...


Bedevîlerden öyleleri vardır ki, (Allah yolunda) harcayacakları şeyi bir zarar sayar ve (bundan kurtulmak için) size belâlar gelmesini beklerler. Kötü belâlar kendi başlarına olsun. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنَ ve
2 الْأَعْرَابِ bedevi Araplardan ع ر ب
3 مَنْ kimi var ki
4 يَتَّخِذُ sayar ا خ ذ
5 مَا şeyi
6 يُنْفِقُ verdiği ن ف ق
7 مَغْرَمًا angarya غ ر م
8 وَيَتَرَبَّصُ ve gözetler ر ب ص
9 بِكُمُ size
10 الدَّوَائِرَ belalar gelmesini د و ر
11 عَلَيْهِمْ onların
12 دَائِرَةُ bela başına gelsin د و ر
13 السَّوْءِ kötü س و ا
14 وَاللَّهُ Allah
15 سَمِيعٌ işitendir س م ع
16 عَلِيمٌ bilendir ع ل م

وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ مَغْرَماً وَيَتَرَبَّصُ بِكُمُ الدَّوَٓائِرَۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنَ الْاَعْرَابِ  car mecruru  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Takdiri, بعض من الأعراب  şeklindedir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  يَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَتَّخِذُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  يُنْفِقُ مَغْرَماً ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُنْفِقُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  مَغْرَماً  kelimesi  يَتَّخِذُ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  يَتَرَبَّصُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِكُمُ  car mecruru  يَتَرَبَّصُ  fiiline mütealliktir. الدَّوَٓائِرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir.Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَتَّخِذُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dır.

İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

يَتَرَبَّصُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  ربص ’dir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. عَلَيْهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  دَٓائِرَةُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّوْءِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur.  سَمِیعٌ  haber olup damme ile merfûdur.  عَلِیمࣱ  ikinci haber olup damme ile merfûdur.

سَمٖيعٌ - عَلٖيمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ مَغْرَماً وَيَتَرَبَّصُ بِكُمُ الدَّوَٓائِرَۜ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki  اَلْاَعْرَابُ اَشَدُّ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  مِنَ الْاَعْرَابِ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَنْ  muahhar mübtedadır.

Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası olan  يَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ مَغْرَماً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

يَتَّخِذُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  يُنْفِقُ مَغْرَماً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

يُنْفِقُ  fiilinin mef’ûlü olan  مَغْرَماً ‘deki nekrelik kesret ve tahkir içindir.

Aynı üslupta gelen  يَتَرَبَّصُ بِكُمُ الدَّوَٓائِرَ  cümlesi, müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılasına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِكُمُ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

Cümledeki fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İman etmeyen bedevilerin özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

وَيَتَرَبَّصُ بِكُمُ الدَّوَٓائِرَ  cümlesinde istiare vardır. Çünkü burada الدَّوَٓائِرَ  [dönme] ile nitelenebilecek hiçbir şey bulunmamaktadır. Bununla kastedilen, nimetten belaya, sevinçten üzüntüye dönüşen haldir. Bunun anlamının  عليهم أيّام السوء (Kötü günler onlara gelsin.) şeklinde olması da caizdir. Çünkü günler ve aylara istiare yoluyla [dönenler]  الدَّوَٓائِرَ  adı verebilir. Böyle denmesi bizzat kendileri döndüğü için değil, sadece emsal ve benzerleri döndüğü içindir. (Şerîf er-Radî, Kur’ân Mecazları) 

Bazı kimseler şöyle demiştir: Başında elif-lâm bulunan çoğul kelimelerde asıl olan, onun daha önce geçmiş belirli bir şeye ait olmasıdır. Binaenaleyh daha önce geçmiş belirli bir şey bulunmazsa, bu kelime zorunlu olarak istiğrak manasına hamledilir. Zira, çoğul sıygaların manalarının tahakkuk etmesinde üç veya daha fazla miktarın bulunması kâfidir. Elif-lâm, tarif ifade eder. Öyleyse daha önce geçmiş, malum olan bir topluluk bulunursa bu kelimenin onlara hamledilmesi gerekir. Yok eğer bulunmazsa mücmellikten kaçınmak için istiğrak manasına hamledilmesi gerekir. Bu sabit olunca biz deriz ki: Cenab-ı Hakk'ın  الْاَعْرَابِ  kelimesiyle muayyen bir grup bedevi münafık kastedilmiştir ki onlar, Medineli münafıklarla dost idiler. Binaenaleyh bu lafız onlara aittir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

دَٓائِرَةُ  kelimesinin tekil bir kelime olması mümkün olduğu gibi bunun sıfat-ı galibe, mevsufu hazf olan bir sıfat olması da mümkündür. Bu ancak tıpkı bir daire gibi insanı kuşatan ve kendisinden kurtulunması mümkün olmayan bir bela, bir musibet hakkında kullanılır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu bedevi Araplardan öylesi de vardır ki görünürde Allah yolunda harcadığı, sadaka olarak verdiği malı zorunlu bir angarya ve hüsran sayar. Zira onlar, mallarını Allah'tan sevap beklemek niyetiyle harcamıyorlar ki kendileri için bir ganimet, bir kazanç olsun. Onlar riya ve takiyye için harcıyorlar. Bu yüzden de o harcama sadece angarya oluyor. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Arapların, Arap olarak isimlendirilmesi şundandır: Çünkü, Hz. İsmail'in çocukları Arebe’de doğup büyümüşlerdir. Arebe ise Tihâme (çöl) bölgesindendir. Böylece o çocuklar, beldelerine nispet edilmişlerdir. Arap yarımadasında meskûn olan ve onların dillerini konuşanlar da onlardandır. Çünkü bunlar da Hz. İsmail'in çocuklarındandır. Yine, Arapların Arap adını almalarının sebebinin, onların lisanlarının kalplerindeki şeyleri îrab yani ifade etmesi olduğu da ileri sürülmüştür. Arapçanın, diğer dillerde bulunmayan pek çok fesahat ve akıcılık üslubu ihtiva ettiğinden de şüphe yoktur. Hikmet erbabından birinin, yazmış olduğu bir kitapta şöyle dediğini gördüm: “Rumların hikmeti beyinlerindedir. Zira onlar, çok acayip terkipler meydana getirebilirler. Hindlilerin hikmeti vehimlerinde, Yunanlıların hikmeti ise kalplerindedir. Bu böyledir, zira çok mal elde etmek akılla alakalı bir şeydir. Arapların hikmeti de lisanlarındadır. Bu, onların lafızlarının çok tatlı ve ibarelerinin de çok çekici olmasındandır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu kelime Kur’ânda 6 ‘sı bu surede olmak üzere 10 kere geçmiştir. Buradakilerin hepsi münafıklar hakkındadır.


عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۜ 

Cümle, itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Ana cümlenin anlamına tesiri olmayan itiraz cümleleri, parantez arası cümleler vasıtasıyla yapılan tetmim ıtnâbı babındandır. 

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  عَلَيْهِمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  دَٓائِرَةُ , muahhar mübtedadır. 

Cümle haberî isnad şeklinde gelmiş olmasına rağmen beddua manası taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşmuştur. Bu nedenle cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Müsned izafetle gelerek daha fazla mana ifade etmiştir. İzafet az sözle çok mana ifade etme yollarından biridir. 

الدَّوَٓائِرَۜ  -  دَٓائِرَةُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

السَّوْءِۜ  bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

Bu bir beddua cümlesi olup ara cümledir; onlara kendi sözleri ile cevap verilmiştir. Tıpkı [Yahudiler, “Allah’ın eli bağlıdır.” dediler! Bu söylediklerinden ötürü kendi elleri bağlandı. (Maide Suresi, 64)] ayetinde olduğu gibi. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Ebu Ali el-Farisî de şöyle demiştir: “Şayet  دَٓائِرَةُ  kelimesi,  السَّوْءِ  kelimesine muzâf kılınmazsa, bundan (doğrudan doğruya) kötülük manası murad edilir. Zira ‘zamanın bela ve musibeti’ tabiri ancak, kötülük hakkında kullanılır.” Buna göre mana, “Bela ve hüzün, onlar üzerinde dönüp dolaşsın. Onlar, Muhammed (s.a.v) ve O'nun dini hususunda ancak kendilerini üzen şeyi görsünler.” şeklinde olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın, mübalağa kalıbındaki  عَل۪يمٌ  ve  سَم۪يعٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Allah iyi işitici ve iyi bilendir (yani gereğini yapar). Lâzım söylenmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Ayrıca ifadede ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. Bu ifadede ‘Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir’ manasına, emirlerine uymadığınız takdirde gereken cezayı göreceksiniz manası idmac edilmiştir. Sebep- müsebbep alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatıdır.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Kuranda işitme duyusu, çoğunlukla alîm (bilir) kelimesiyle fiiliyle bazen de basar (görme) ile birlikte gelmiştir. 

ٱلسَّمْعَ  kelimesinin kökü olan  سمع  duymak-işitmek anlamındadır. Ayetlerde isim olarak kullanılmıştır.

ٱلْأَبْصَٰرَ  kelimesinin kökü olan  بصر  görme yetisi anlamındadır. Ayetlerde çoğul olarak kullanılmıştır. 

Çok ilginç şekilde tüm Kuran’da ‘ٱلسَّمْعَ وَٱلْأَبْصَٰرَ وَٱلْأَفْـِٔدَةَ  ifadesi 4 yerde geçer ve hep aynı sıra ile buyurulur: İşitme-Görme-İdrak etme.

ٱلْأَفْـِٔدَةَ  kelimesinin kökü فاد (kalp, gönül) anlamındadır. Kuran’da bu kelime gerçek kalp olarak geçmez. İdrak etme yetisi, düşünme yetisi, bilinçlenme anlamındadır. Ayetlerde çoğul olarak kullanılmıştır.

Ayetlerde insanın yaratılışına ayrıca işaret vardır. 

Modern bilimin son yıllarda yapmış olduğu çalışmalar göstermiştir ki; İnsanın yaratılış esnasında işitme, görme ve idrak etme yetilerinin gelişim sırası Yüce Allah’ın ayetlerde belirttiği sıraya uygundur.

İnsanın ilk olarak işitme yetisi gelişir, daha sonra görme yetisi ve en sonunda idrak etme- düşünme yetisi gelişir. (https://kuranmucizeler.com/insanin-yaratilisindaki-mucizevi-sira-isitme-gorme-ve-idrak-etme-gonuller)

[Allah iyi işitici ve iyi bilicidir.] sözü zımnen onlardan sadır olmaması gereken bazı söz ve fiillerin sadır olduğunu gösterir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

عليم  ve  سَم۪يعٌ  kelimeleri feîl vezninde mübalağa sıygasındadır. Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ  cümlesi tezyildir.O, onların konuştuklarını ve gizlemek istediklerini işitir. Gizlediklerini ve gizlemelerindeki kastı bilir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Böyle ifadeler çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Tevbe Sûresi 99. Ayet

وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَيَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ قُرُبَاتٍ عِنْدَ اللّٰهِ وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِۜ اَلَٓا اِنَّهَا قُرْبَةٌ لَهُمْۜ سَيُدْخِلُهُمُ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟  ...


Bedevîlerden kimileri de vardır ki, Allah’a ve ahiret gününe inanır. Harcayacaklarını, Allah katında yakınlığa ve Peygamberin dualarını almağa vesile sayarlar. Bilesiniz ki bu, (Allah katında) onlar için yakınlıktır. Allah, onları rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنَ
2 الْأَعْرَابِ bedevi Araplardan ع ر ب
3 مَنْ kimi de var ki
4 يُؤْمِنُ inanır ا م ن
5 بِاللَّهِ Allah’a
6 وَالْيَوْمِ ve gününe ي و م
7 الْاخِرِ ahiret ا خ ر
8 وَيَتَّخِذُ ve vesile sayar ا خ ذ
9 مَا şeyi
10 يُنْفِقُ verdiği ن ف ق
11 قُرُبَاتٍ yakınlaşmaya ق ر ب
12 عِنْدَ katında ع ن د
13 اللَّهِ Allah
14 وَصَلَوَاتِ ve du’alarını almaya ص ل و
15 الرَّسُولِ Elçinin ر س ل
16 أَلَا iyi bilin ki
17 إِنَّهَا gerçekten o
18 قُرْبَةٌ yakınlık vesilesidir ق ر ب
19 لَهُمْ kendileri için
20 سَيُدْخِلُهُمُ onları sokacaktır د خ ل
21 اللَّهُ Allah
22 فِي içine
23 رَحْمَتِهِ rahmetinin ر ح م
24 إِنَّ muhakkak ki
25 اللَّهَ Allah
26 غَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
27 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م
غرب Ğarabe : غَرْبٌ güneşin ufkun içinde kaybolmasıdır. غَرَبَ – يَغْرُبُ fiilinin mastarı غَرْبٌ ve غُرُوبٌ şeklinde gelir. غَرِيبُ hem uzakta olan hem de cinsleri arasında benzeri olmayan herşeye denmiştir. غُرَابٌ kargadır, uzaklaşır şekilde uçmasından dolayı bu isim verilmiştir. Fâtır 35/27 ayeti kerimesindeki غَرَابِيبٌ sözcüğü ifade edildiğine göre siyahlık yönünden kargaya benzeyen bir şeydir ve müfredi(tekili) غَربِيبٌ olarak kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 19 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri garp, garip, garâbet, gurabâ, gurbet, mağrip ve gurûb (güneşin batışı) dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنَ الْاَعْرَابِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Takdiri,  بعض من الأعراب  şeklindedir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يُؤْمِنُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِاللّٰهِ  car mecruru  يُؤْمِنُ  fiiline mütealliktir. الْيَوْمِ  atıf harfi و ’la  بِاللّٰهِ ’ye matuftur. الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُؤْمِنُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.


 وَيَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ قُرُبَاتٍ عِنْدَ اللّٰهِ وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  يَتَّخِذُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُنْفِقُ مَغْرَماً ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يُنْفِقُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  قُرُبَاتٍ  kelimesi  يَتَّخِذُ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. 

عِنْدَ  mekân zarfı  يَتَّخِذُ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. صَلَوَاتِ  atıf harfi وَ  ile  قُرُبَاتٍ ’e matuftur. Aynı zamanda muzâftır. الرَّسُولِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir.Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُنْفِقُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  نفق ’dir.

يَتَّخِذُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dır.

İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 اَلَٓا اِنَّهَا قُرْبَةٌ لَهُمْۜ سَيُدْخِلُهُمُ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ 

 

 

İsim cümlesidir. اَلَٓا  tenbih harfidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

هَا  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  قُرْبَةٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. لَهُمْ  car mecruru  قُرْبَةٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.  

Fiil cümlesidir. Fiilin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. يُدْخِلُهُمْ  damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. فٖى رَحْمَتِهٖ  car mecruru  سَيُدْخِلُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه  muzâfun ileyh olarak mecrurdur.   

يُدْخِلُهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  دخل ’dir. 

 

 

 

 اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâl  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. غَفُورٌ  haberi olup damme ile merfûdur.  رَحٖيمٌ  ikinci haberi olup damme ile merfûdur.

غَفُورٌ - رَحٖيمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَيَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ قُرُبَاتٍ عِنْدَ اللّٰهِ وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِۜ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki …وَمِنَ الْاَعْرَابِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  مِنَ الْاَعْرَابِ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَنْ  muahhar mübtedadır.

Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası olan  يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ   cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ  car-mecruru tezayüf nedeniyle  يُؤْمِنُ  fiiline müteallik olan  بِاللّٰهِ ‘ye atfedilmiştir.

Güvenli oldu, emniyette oldu anlamındaki  اٰمَن  fiilinin  بِ  harfi ile gelerek ‘iman etti’ manasında olması, tazmîn sanatıdır.

الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  وَيَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ قُرُبَاتٍ عِنْدَ اللّٰهِ  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılasına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

وَيَتَّخِذُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  وَيَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ قُرُبَاتٍ عِنْدَ اللّٰهِ وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

يُنْفِقُ  fiilinin mef’ûlü olan  قُرُبَاتٍ ‘deki nekrelik kesret ve tazim içindir.

قُرُبَاتٍ  lafzı, Allah’ın rızası ve cennette yüksek dereceler manasında mecazdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِۜ  izafeti, tezayüf nedeniyle  قُرُبَاتٍ ‘e atfedilmiştir.

Veciz ifade kastına matuf  عِنْدَ اللّٰهِ  ve  صَلَوَاتِ الرَّسُولِۜ  izafetlerinde lafza-ı celâle muzâf olan  عِنْدَ ve  الرَّسُولِۜ ‘ye muzaf olan  صَلَوَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

قُرُبَاتٍ - عِنْدَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

İmanlı bedevilerin özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.

Muzari fiiller, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Keşşâf sahibi şöyle demektedir:  قُرُبَاتٍ  kelimesi,  يَتَّخِذُ  (edinir) fiilinin ikinci mef'ûlüdür. Buna göre mana, “Onun infakı, Allah'a yakınlığın ve Resulünün dualarının meydana gelmesi içindir; çünkü Resul, tasadduk edenlere hayır ve bereket duaları edip onlar için mağfiret talebinde bulunur.” şeklinde olur. Bu Hz. Peygamberin tıpkı “Allah'ım, Sen Ebu Evfâ'nın aile ve çoluk çocuğuna rahmet et!” demesi gibidir. Cenab-ı Hakk da “Onlara dua et!” (Tevbe Suresi, 103) buyurmuştur. Binaenaleyh o kimsenin infak ettiği şeyler, Allah'a yaklaşma ve Resulünün dualarının meydana gelme vesilesi olunca “O, infak ettiği şeylere, Allah'a yakınlık ve Resulünün dualarına bir vesile edindi.” denilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Arapların, Arap olarak isimlendirilmesi şundandır: Çünkü, Hz. İsmail'in çocukları Arebe’de doğup büyümüşlerdir. Arebe ise Tihâme (çöl) bölgesindendir. Böylece o çocuklar, beldelerine nispet edilmişlerdir. Arap yarımadasında meskûn olan ve onların dillerini konuşanlar da onlardandır. Çünkü bunlar da Hz. İsmail'in çocuklarındandır. Yine, Arapların Arap adını almalarının sebebinin, onların lisanlarının kalplerindeki şeyleri îrab yani ifade etmesi olduğu da ileri sürülmüştür. Arapçanın, diğer dillerde bulunmayan pek çok fesahat ve akıcılık üslubu ihtiva ettiğinden de şüphe yoktur. Hikmet erbabından birinin, yazmış olduğu bir kitapta şöyle dediğini gördüm: “Rumların hikmeti beyinlerindedir. Zira onlar, çok acayip terkipler meydana getirebilirler. Hindlilerin hikmeti vehimlerinde, Yunanlıların hikmeti ise kalplerindedir. Bu böyledir, zira çok mal elde etmek akılla alakalı bir şeydir. Arapların hikmeti de lisanlarındadır. Bu, onların lafızlarının çok tatlı ve ibarelerinin de çok çekici olmasındandır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu kelime Kur’ânda 6 ‘sı bu surede olmak üzere 10 kere geçmiştir. Buradakilerin hepsi münafıklar hakkındadır.


اَلَٓا اِنَّهَا قُرْبَةٌ لَهُمْۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başına gelen  اَلَٓا , devamında gelecek söze dikkat çekerek, tekid ifade etmiş tenbih edatıdır.  اِنَّ  harfi ve  اَلَٓا  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

قُرْبَةٌ - قُرُبَاتٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَهُمْۜ  car-mecruru, قُرْبَةٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اَلَٓا , isim cümlesi ve  اِنَّ  olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

[Haberiniz olsun ki bu, onlar için gerçek bir yakınlıktır.] buyurmuştur. Bu ifade, Allah tarafından, tasaddukta bulunan kimse için infakının Allah'a yakınlaşma ve Peygamberinin dualarına vesile olduğuna dair inancı konusunda bir şehadettir. Cenab-ı Hakk bu şehadetini, hem harf-i tenbih olan  اَلَٓا  (Dikkat edin, iyi bilin!) edatı hem de tahkik harfi olan  اِنَّ  edatı ile tekid etmiştir. Daha sonra bu tekidi iyice arttırarak [Allah onları rahmetine koyacaktır.] buyurmuştur. (Fahreddîn er- Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

قُرْبَةٌ  bu kelime tıpkı  كُتُب (kitaplar),  رُسُل (peygamberler) ve  طُنُب (uzun ip) kelimelerinde olduğu gibi tahfifle okunmuştur. Bu kelimelerde de aslolan ötre ile okumaktır. Bu harfleri sükunla okumak, tahfif ile okumak demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

قُرْبَةٌ ’deki nekrelik, tazim,  لَهُمْۜ ‘deki lam ihtisas ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 


سَيُدْخِلُهُمُ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ 

 

Beyânî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

İstikbal harfi  سَ  ile tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm  ifade etmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.

رَحْمَتِه۪  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan  رَحْمَتِ  şan ve şeref kazanmıştır.

ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. Ayette rahmet, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, Allah’ın lütfunun kapalı bir mekân gibi onları tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır. 

Ayetin sonunda müştakı zikredilen  رَحْمَتِه۪ۜ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Rahmet sıfattır. İnsanın girebileceği bir mekân değildir.Burada rahmetten kasıt Allah’ın rahmetinin indirileceği mekân olan cennettir. Ayette hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Veya sıfatla mevsuf kastedilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) Rahmetin en çok tecelli ettiği yer cennettir.

سَ  harfi Allah’ın “Onları rahmetine sokacaktır.” vaadinin gerçekleşeceğine işarettir.(Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl) 


  اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟

 

Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve onun yüceliğine dikkat çekmek için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah’ın  غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının nekre gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

رَح۪يمٌ۟ - رَحْمَتِه۪ۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Kur’an’da  غَافر-غَفُورٌ-غفّار  şeklinde üç kullanım da vardır. غَافر, devamlı affeden; غَفُورٌ, en kapsamlı olan, her çeşit günahı sonsuz ve sınırsız affeden; غفّار, bir çeşit günahı defalarca yapsa da affeden demektir. Kur’an’da bu isimlerin mukabili olarak  ظالم , ظلوم ,ظلّام  kelimeleri geçer.

Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Böyle ifadeler çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu ayetle önceki ayet arasında mukabele sanatı vardır.

Son iki ayet birlikte düşünüldüğünde tefrik sanatı olduğu görülür.

Tefrik, cem’in zıddıdır. İki şey zikredilir sonra bunlar bir hükümde birleştirilmez, aksine aralarındaki farklılık zikredilir. Daha çok medh, zem ve benzeri durumlarda söz konusu olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’  İlmi)

اِنَّ  ile, haberdeki mübalağa sigalarıyla, celâl ve kemal ifade eden lafza-i celâlin zikredilmesi ile tekid edilmiştir. Bu lafza-i celâl, dinleyen kişinin kalbine korku saçar. Bu nedenle birçok fasılada bulunur. Bu mevki, bulunduğu siyaka bağlı olarak başka ayetlerde bulunmayan manalar da kazandırır. Bu gerçekten mühimdir. Yani aynı kelimeler ve aynı terkipten oluşmuş bir fasıla, her zaman aynı şeye delalet etmez. Çünkü siyak, o ibareye başka delaletler de kazandırır. Lafız ve terkiplerin bir olması, onları asıl manada birleştirir, ancak siyak onları ayırır, çeşitlendirir ve aynı olan ibareleri birbirinden uzaklaştırır ya da yaklaştırır. Siyak, manaları dolayısıyla bu farklılığa sebep olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.166)

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)

Günün Mesajı

Bedevilerin çoğu cahil, kaba, inatçı ve merhametsizdi. Asırlar boyu kökleşmiş inançlarını, hayat tarzlarını, adetlerini değiştirmeleri zordu. Çok basit alışkanlıklarımızı bile değiştirmek çok zorken bu kişiler İslamiyetle birlikte büyük bir değişim göstermişlerdir.

 



Sayfadan Gönüle Düşenler

Erdemler Şehri’nin sakini olan Adalet, uğradığı dünyalardan birinde tanıştığı adamı anlatıyordu:

Sabahın erken saatlerinde, yaşlı bir adam, dükkanının kapısını açardı. Bilmeyen biri baksa, ne küçük dükkanı, ne de yaşlı adamı bir şeye benzetirdi. Yaşlı adam şerefli bir soydan geliyordu ve dünyada ondan başka Mazerethane işleten yoktu. Onunki isteyerek seçilmiş bir meslek değildi, soyuna verilmiş bir sorumluluğa mecburi sahip çıkıştı.

Dükkanın adı, burada sunulan hizmeti açıklar mahiyetteydi. Bu dünyanın insanları, yanlış bir iş yaptıklarında, Mazerethane’ye gelir, mazeretlerini sunarlardı. Bir nevi sapmış gönülleri, geçici bir süre rahatlatmak görevini görüyordu. İnsanların türlü bahanelerini dinleyen Mazeret Dede (işinden dolayı, öyle tanınıyordu), yaşı ilerledikçe bu işi sık sık sorgular olmuştu. Aile büyüklerinden kimse, bu işe sırtlarını dönme riskini almamış, tavsiye de etmemişti.

Yaşlı adamın her günü belliydi. Akşama kadar sunulan mazeretleri, hiçbir yorum yapmadan ve yüzündeki tek bir kası bile oynatmadan dinliyordu. Hepsini kayıt altına alıyor ve ayrı ayrı kutulara kilitliyordu. Mazeretin sahibi öldüğü zaman, kutuyu açıp kontrol ediyordu. Eğer sahibi tövbe ettiyse, kayıt silinmiş oluyordu. Yok eğer silinmemişse, mezar taşına varıp mazeretini çarpıyordu.

İnsanların, her yaptığına bir mazereti vardı. Allah’ın emirlerine itaatsizliklerini, asiliklerini, adiliklerini, kötülüklerini, ırkçılıklarını, adaletsizliklerini ve daha nicelerini örtmeyen bahaneleri hep hazırdı. Mazeretlerin bazısı sıkıcı, bazısı saçma, bazısı ise tiksindiriciydi. Mazeret Dede, zaman zaman, sebebini anlamak isteyen haksızlığa uğramışların tehditleriyle ya da saldırılarıyla karşılaşıyordu. Anlatamıyordu ki; hakikatin karşısında, mazeretlerin hepsini toplasan, bir kuşun midesini bile doldurmaya yetmeyecekleri gibi rüzgara bıraksan, dağılıp kaybolur giderlerdi.

Bir sabah, başkan dolaşırken bakmış ki, Mazerethane’nin önünde uzuk bir kuyruk. Bahanelerine dalmış akılsızların hiçbiri düşünmemiş ki, kapıda asılı kağıdı okusun. Kağıtta şunlar yazılıymış:

 

Hiçbir aile büyüğümün cesaret edemediğini yapmaya karar verdim. Mazerethane’yi kapatıyorum. Mazeret Dede’ciliği ise tarihe gömüyorum. Israrlarınıza dayanamaz dönerim korkusundan dolayı da, Adalet’le beraber gidiyorum.

Ey neyi neden yaptığımdan haberdar olan Allahım! Her işimden önce niyetimi halisleştir, Başladıklarımı da hayırla sonuçlandır, Hakla batıl arasındaki farkı idrak ettir ve daima Hak olanı seçtir. Cahilce kendimi kandırmaktan, Kendisini kandıranı dinlemekten, Nefsimle yalnız kalmaktan, Şeytanın tohumlarını beslemekten, Vesveselere kulak vermekten, Yanlışlarımda ısrar etmekten, İnkarcılıkla iki yüzlülükten, Başkalarının kötülüğünü istemekten ve Huzuruna tövbesiz çıkmaktan; Sana sığınırım. Ey kullarını rahmetiyle kuşatan Rabbim! Beni; Sana yakın ve peygamberlerinle Peygamber Efendimiz (sav)’in hayır dualarına dahil salih kullarından eyle.

Amin.

***

Bazen her şeyi bilmek istediğini ya da her düşüncesini dile getirip sevdikleriyle paylaşması gerektiğini düşünür. Halbuki, bazı şeylerin gizli kalmasının bir hikmeti olduğu gibi bilinmezliğin verdiği ferahlık da şükredilesi sebeplerdendir. Zira çoğu zaman faydasız bilgiler ve bildiriler, birer yükten ibarettir. 

Bir müslümanın, iç ve dış dünyaları arasındaki dengeyi koruması önemlidir. Allah’a kulluğu öğrendikçe ve yaşadıkça, en ufak denge bozukluklarına karşı hassaslaşır. Hata yaptığında telafi etme yoluna gider. Şüpheli durumların yakınlarında huzursuzluğu artar. İçeriden dışarıya bir mücadele başlar.

Tüketmek ve daha çok tüketmek üzerine kurulu hale gelen dünyanın en can sıkıcı telkinlerinden biri, içinde tutmamak özgürlüktür ifadesidir. Artık çocuklar da bu yönde yetiştirilmektedir. Halbuki her şeyi gözler önüne sererek tasdik edildiğini bilmek nefsin isteğidir. Bu da bir çeşit hapis hayatı yaşatan bağımlılıktır.

Allah’a iman ile teslim olan kulun bilinç boyutu farklıdır. Nefsinin her isteği üzerine hareket etmemesi gerektiğini bilir. Aklından geçen duygu ve düşünceleri dile getirmeden önce düşünür. İçeriden dışarıya taşanlar hakkında kendisini terbiyeden geçirir. Açığa çıkmadan önce yuttuğu sırları için Allah’a şükreder.

Ey Allahım! Hata işlediğinde mazeretlerin arkasında saklanmaya çalışarak boşa zaman kaybetmekten muhafaza buyur. Fazla konuştuğu için sırları ifşa etmekten, dedikodu yapmaktan ve kalp kırmaktan muhafaza buyur. Her şeyi bildiğini düşündüğü için ön yargılı yaklaşmaktan, yanlışlarında ısrar etmekten ve Senin katında değersizleşmekten muhafaza buyur.

Ey Allahım! Saygıdan dolayı veya kırmak yerine susmanın; her şeyi bilemeyeceğini ve anlayamayacağını kabullenmenin getirdiği huzurun; iç ve dış alemleri arasındaki dengeyi koruyabilmenin; her aklından geçeni ya da her yaptığını paylaşmadığı için alınan kimi kararlardan sessizce vazgeçebilmenin ve mazeretlerin ardına saklanmaktansa hatalarından dönebilmenin; nefsiyle kalbinin sesini karıştırmadan Allah’a teslimiyeti arzulayan kalbinin sesini işitmenin kıymetini bilenlerden ve Senin rızan için bu yönde yaşayanlardan eyle.

Ey Allahım! Şüphesiz ki Senin mağfiretine ve merhametine muhtacız. Bizi affet. Günahlarımızı açığa çıkarmadan ve hatalarımızı yüzümüze çarpmadan rahmetinle affet. Sevdiklerimizi ve bütün müslümanları affet. Hepimizi, Senin katındaki hakiki özgürlüğe kavuşanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji