30 Aralık 2024
Hûd Sûresi 6-12 (221. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hûd Sûresi 6. Ayet

وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ  ...


Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin (dünyada) duracakları yeri de, (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de O bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve yoktur
2 مِنْ hiçbir
3 دَابَّةٍ canlı د ب ب
4 فِي
5 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
6 إِلَّا
7 عَلَى ait olmayan
8 اللَّهِ Allah’a
9 رِزْقُهَا rızkı ر ز ق
10 وَيَعْلَمُ ve O bilir ع ل م
11 مُسْتَقَرَّهَا onun karar kıldığı yeri ق ر ر
12 وَمُسْتَوْدَعَهَا ve emanet bırakıldığı yeri و د ع
13 كُلٌّ (bunların) hepsi ك ل ل
14 فِي
15 كِتَابٍ bir Kitap’tadır ك ت ب
16 مُبِينٍ apaçık ب ي ن
Allah Teâlâ burada, insanlar dahil yeryüzündeki bütün canlıların rızıklarını yaratmanın kendine ait bir iş olduğunu vurgulayarak önceki âyetin anlamını pekiştirmektedir. Bir sonraki âyette buyurulduğu üzere gökleri ve yeri yaratan O olduğu gibi, yeryüzünde sürünen, hareket eden, ayaklarıyla yürüyen, sularda yüzen, gökyüzünde uçan veya başka şekillerde hareket eden büyük, küçük, görülebilen ve görülemeyen bütün canlıları yaratan (krş. en-Nûr 24/45) ve rızıklarını iradeleri vasıtasıyla veya kendi iradesiyle ulaştıran yine O’dur. O, yer küresini bu canlıların rızıklarını karşılayacak biçimde yarattığı gibi, her türe münasip rızıkları da yaratmıştır. Canlıların yapılarını, rızıklarını elde edecek şekilde yaratmış, besinleri temin etmeleri için bazılarına akıl ve irade gücü, bir kısmına da yalnızca içgüdü vermiştir.
 Allah’ın rızkı tekeffül etmesi “canlıların rızıklarını kazanmak için hiçbir çaba harcamalarına gerek olmayacağı” şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü Allah insanlara akıl ve irade, hayvanlara da içgüdü vermiştir. Öteki canlılar rızıklarını elde etmek için içgüdülerini kullandıkları gibi insanlar da akıl, irade, ruhsal ve fiziksel yeteneklerini kullanmak durumundadırlar.
 Meâlinde “halen bulunduğu yer” diye tercüme ettiğimiz müstekar ve “emanet olarak konulacağı yer” diye tercüme ettiğimiz müstevda‘ kelimelerinden birincisi müfessirler tarafından –insan göz önüne alınarak– “canlının bu dünya üzerinde bulunduğu yer”, ikincisi ise yeryüzündeki istikrarından önce “babanın sulbünde veya ananın rahminde bulunduğu yer” yahut müstekar, “hayatta iken bulunduğu yer” müstevda‘ ise “öldükten sonra konulacağı yer” olarak açıklanmıştır (bk. Râzî, XVII, 186; Ateş, IV, 294; bu kavramlarla ilgili bizim yorumumuz için bk. En‘âm 6/98).
 “Apaçık kitap”, tefsirlerde Allah’ın ezelî ilmi veya levh-i mahfûz olarak yorumlanmıştır (bk. Râzî, XVII, 186; Elmalılı, IV, 2758). İnsan hayatı görünürde durgun, gerçekte akan büyük bir nehir gibidir. Bir noktadan aynı su iki kere geçmez; her an yer değiştirir; aynı yer durur gibi gözüktüğü için müstekar (karargâh), terkedildiği ve başkasıyla değiştirildiği için müstevda‘ (konulup göçülen yer) niteliğini taşımaktadır. Buna göre yukarıda anlatılanların tamamı Allah’ın ilminde mevcuttur.
7. Allah Teâlâ, önceki âyette ilim ve kudretinin sonsuzluğunu gösteren delillere değindikten sonra, burada da o sıfatlarının tecellileri ve eserlerinden olan gökleri ve yeri yaratanın kendisi olduğunu ifade ederek, yine ilminin ve kudretinin sonsuzluğuna işaret etmektedir. Burada “gökler ve yer” ifadesinin onlardaki diğer varlıkları da içerdiğinde şüphe yoktur. Nitekim yüce Allah başka âyetlerde bu ikisinin arasında bulunan varlıkları da kendisinin yarattığını ifade buyurmuştur (meselâ bk. Furkan 25/59; Rûm 30/8; Duhân 44/38; Allah’ın gökleri ve yeri altı günde yaratması ve arş hakkında bk. A‘râf 7/54; Elmalılı, III, 2171-2185).
 Burada anlatılan arşın mahiyeti bilinmediği gibi suyun mahiyeti de bilinmediği için “Allah’ın arşının su üzerinde olması” müteşâbih kalmakta, bundan maksadın ne olduğu kesin olarak bilinmemektedir (müteşâbih hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/7). Bu sebeple “Bundan ne kastedildiğini Allah Teâlâ daha iyi bilir” demekle yetinmek en uygun yoldur.
 Allah Teâlâ insanların hangisinin daha güzel davranacağını denemek için gökleri ve yeri yarattığını; başka bir ifadeyle göklerin ve yerin yaratılış hikmetinin insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini denemek olduğunu ifade buyurmuştur. Çünkü yer ve göklerin nimetlerinden faydalananlar insanlardır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de yeryüzünde ne varsa hepsinin insanlar için yaratılmış olduğu (bk. Bakara 2/29), göklerde ve yerde bulunan her varlık ve imkânın Allah’ın bir lutfu olarak insanın emrine verildiği bildirilmektedir (bk. Câsiye: 45/13); insanın yaratılışındaki hikmet ise yaratana kulluk etmektir (bk. Zâriyât, 51/56). Sonuçta göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Allah’a kulluk etmeye imkân vermek, ortam oluşturmak üzere yaratılmış olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim yer ve göklerin insanlığa hizmetinin yanında daima yüce Allah’ı tesbih ettiği de bildirilmiştir (bk. İsrâ 17/44). Buna göre insan dışındaki varlıklar da ilâhî iradeye boyun eğerek bir mânada O’na kulluk etmektedirler.
 “Düzmece” diye tercüme ettiğimiz sihr kelimesi sözlükte, “bir şeyi aslî durumundan çıkarıp başka bir duruma sokmak, mahiyetini değiştirmek” anlamlarına gelmektedir (bk. Âsım Efendi, Kamus Tercemesi, “sihr” md.); dolayısıyla sahte ve gerçek dışı olan bir şeyi gerçekmiş gibi göstermek mânasında düzmece kelimesiyle eş anlamlı olarak kullanıldığı görülmek-tedir. Bağlam dikkate alındığında burada sihr kelimesinden bu mânanın kastedildiği anlaşılır. Zira âhirete inanmayanlara dünyada yaptıklarından hesaba çekileceklerini haber vermek üzere, “Öldükten sonra mutlaka diriltileceksiniz” denildiğinde, “Bu apaçık bir sihirdir” diye verdikleri cevaptan maksatları bilinen (büyü) anlamındaki sihir değil, onlara göre varlıklıların dünya hayatının tadını çıkarmalarını engellemek, fakir ve yoksulları da avutmak maksadıyla ortaya atılmış düzmece sözlerdir.“Bu, apaçık bir düzmecedir” cümlesindeki işaret zamirini müfessirler farklı anlamlarda yorumlamışlardır: a) “Öldükten sonra dirileceklerine dair” olan bu söz, insanları dünya nimetlerinden mahrum etmek, onları kendinize boyun eğdirip itaat ettirmek için uydurduğunuz bir hiledir. b) Bundan maksat Kur’an’dır yani öldükten sonra dirilme olayının gerçekleşeceğini söyleyen Kur’an sihir gibi bâtıl, gerçek olmayan bir düzmecedir. Dolayısıyla ona hiçbir konuda inanılamaz ve güvenilemez. 
 Ayrıca sihr kelimesinin sehir veya sâhir şeklindeki farklı kıraatine göre cümle şöyle de tercüme edilebilir: “Bu (Muhammed) düpedüz bir sihirbazdır” (Zemahşerî, II, 260; Râzî, XVII, 188 vd.; sihir hakkında bilgi için bk. Bakara 2/102).
 8. Bu âyet müşriklerin yukarıdaki iddialarına cevap olmak üzere indirilmiştir. Meâlinde “süre” diye tercüme ettiğimiz “ümmet” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de değişik anlamlarda kullanılmaktadır. Meselâ burada “süre, vade” anlamlarına gelmektedir; diğer yerlerde ise ortak özellikler taşıyan canlılar topluluğu (En‘âm 6/38), iyi hasletleri kendinde toplayan kişi (Nahl 16/120), izlenen yol, inanç, yaşayış tarzı (Zuhruf 43/22) ve daha başka anlamlarda kullanılmıştır (ümmet kavramı hakkında bilgi için bk. Bakara 2/128, 134, 141, 143; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “emm” md.).
 Bir önceki âyette belirtildiği üzere Hz. Peygamber, öldükten sonra dirilmenin gerçekleşeceğini ve dünyada Allah’a şirk koşmanın âhirette cezayı gerektireceğini haber verdiğinde, müşrikler bu söze “düzmece” deyip alay ederek cezanın çabucak gelmesini istiyorlardı; ilâhî hikmet gereği ceza hemen gelmeyip belli bir süre ertelenince de bunu âcizlik sanarak cezanın niçin hemen gelmediğini soruyorlardı. Yüce Allah bu soruya cevap vererek alay ettikleri cezanın mutlaka gelip onları çepeçevre kuşatacağını ve geldiği zaman onu hiçbir gücün geri çeviremeyeceğini haber vermektedir. Bu cezanın dünyada mı yoksa âhirette mi gerçekleşeceği hususunda müfessirler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir kısmı cezanın 3. âyette işaret edilen büyük güne yani kıyamet gününe ertelendiğini söylerken bir kısmı da âyetteki “sayılı, belirli” anlamına gelen ma‘dûde kelimesinden hareketle, kısa ve belirli bir süre sonraya yani müslümanlara cihad emrinin geldiği güne ertelendiğini ve hicretten yaklaşık bir buçuk yıl sonra Bedir Savaşı’nda bu azabın onları çepeçevre kuşattığını söylemişlerdir (bk. Şevkânî, II, 548). Nitekim Bedir Savaşı’nda müşrikler büyük bir yenilgiye uğramışlar, çoğunluğu ileri gelenlerinden olmak üzere 70 kişi öldürülmüş, bir o kadarı da esir edilmiştir. Bize göre âyette kastedilen azap Bedir Savaşı ile sınırlı olmayıp daha sonrakileri hatta âhiretteki azabı da kapsamaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 148-151

ودع: Rahat, huzur, sukûnet manalarına gelen دَعَة kelimesi;  genelde basit ve değersiz anlamında kullanılır. تَوْدِيع (وَدَّعَ)  ise ‘yolcuya, Allah (cc) yolculuğun tasasını ondan alıp götürsün diye ve ona دَعَة  (rahat/huzur) ulaştırsın diye dua etmendir. Literatürde bu ifade yolcuyu uğurlama ya da geçirme, ve terk etme anlamında kullanılır hale gelmiştir. (Müfredat) 

 

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) 

Türkçede kullanılan şekilleri tevdî etmek, vedâ, elvedâ, mevduat, mudi’ ve vediadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  دَٓابَّةٍ  lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  دَٓابَّةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

اِلَّا  hasr edatıdır. عَلَى اللّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. رِزْقُهَا  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Bilmek anlamında kalp fiilidir. مُسْتَقَرَّهَا  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُسْتَوْدَعَهَا  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 

مِنْ  nefî, nehîy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M.Meral Çörtü Nahiv s.341 )

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir.Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُسْتَقَرَّهَا  -  مُسْتَوْدَعَهَا  kelimeleri sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i mef’ûludur.


كُلٌّ ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ

 

İsim cümlesidir.  كُلٌّ  mübteda olup damme ile merfûdur. كُلٌّ ’deki tenvin hazfedilmiş muzâfun ileyhe işarettir. Takdiri, …كلّ شيء في الحياة  (hayattaki her şey...) olabilir. فٖي كِتَابٍ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. مُب۪ينٍ  kelimesi  كِتَابٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٍ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا

 

وَ  istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

دَٓابَّةٍ  mübteda, عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا  cümlesi haberdir.

Müsnedün ileyh konumundaki   دَٓابَّةٍ  kelimesine dahil olan  مِنْ  tekid ifade eden zaid harftir.

Müsnedün ileyhteki nekrelik kesret, nev ve umum ifade eder. 

Mübteda mecrurla sıfatlandığında, nekre gelmesi caizdir. (Ahmet b. Muhammed el-Hırât

فِي الْاَرْضِ  car-mecruru, mübteda olan  دَٓابَّةٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

فِي الْاَرْضِ  car-mecrurundaki  فِي  harfinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan  فِي  harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. Yeryüzü içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat durumu mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf  على  yerine kullanılmıştır. Yeryüzünde bulunmak, bir şeyin bir kabın içinde muhâfaza edilmesine benzetilmiştir.

دَٓابَّةٍ  için müsned olan  عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  عَلَى اللّٰهِ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  رِزْقُهَا, muahhar mübtedadır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Varlıklar içinde rızkın sadece Allah’a hasrı, örfte Allah’ın rızkın müsebbibi ve takdir edicisi olma durumundan dolayı mecaz-ı aklîdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا  cümlesi de nefiy  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasrla tekid edilmiştir. İki tekit hükmündeki kasr mübteda ve haber arasındadır.   دَٓابَّةٍ  mevsuf/maksûr, haber, sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Bütün canlılar Allah’ın rızıklandırmasına kasredilmiştir. Bütün canlılar maksûr, Allah’ın rızıklandırması maksûrun aleyhtir. 

Yeryüzünde bulunan her canlının rızkının yaratılması ve ona ulaştırılması yalnız Allah'a aittir. Bu, ya tabii yoldan ya da irade yoluyla olur. Allah lütuf ve rahmetiyle buna kefil olmuştur. Bu konuda vücûb bildiren bir ifade kullanılmıştır. Çünkü Allah'ın buna dair vaadi daha önce gerçekleşmiştir.  Bir de rızkın mutlaka sahibini bulacağını tespit ve mükellefleri Allah'a güvenmeye alıştırmak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Car-mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. عَلَى اللّٰهِ , maksurun aleyh/sıfat, رِزْقُهَا  maksûr/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Yani müsnedün ileyhin, takdîm edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Şuarâ/113)

Zeccâc şöyle demektedir:  دَٓابَّةٍ  kelimesi her canlıya verilen bir addır. Zira  دَٓابَّ  kelimesi, دبيب (kımıldama, debelenme) kelimesinden alınmış bir isimdir. Bu lafza, müenneslik  ةٍ ’si getirilerek, erkek olsun dişi olsun ruh sahibi her canlı hakkında kullanılmıştır. Ancak ne var ki bu kelime, Arapların örfünde hassaten at için kullanılmaktadır. Bu ayette bu lafızla kastedilen ise aslî lügat manasıdır. Bu sebeple bu ifadenin içine bütün canlılar girmektedir. Bu husus müfessirler arasında müttefekun aleyh olan bir husustur. Buradaki  عَلَى  harf-i ceri vücûb ifade eder. Bu da canlılara rızık vermenin Allah’a vacip olduğuna delalet eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

 

وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ


وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘ la  عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ , temasül nedeniyle mef’ûl olan  مُسْتَقَرَّهَا ‘ya atfedilmiştir.  

مُسْتَقَرَّهَا - مُسْتَوْدَعَهَا  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

مُسْتَقَرَّ , o canlının yeryüzündeki, dünyadaki yeridir.  مُسْتَوْدَعَ  ise o canlının, sulbte veya rahimde, yahut da yumurtada karar kılmadan önce bırakılmış olduğu yerdir. Ferrâ, “Canlı mahlukun gece-gündüz sığındığı yere مُسْتَقَرَّ , ölüp kaldığı yere ise  مُسْتَوْدَعَ  ‘da denilmiştir.” (Fahreddîn er- Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


كُلٌّ ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ

Ta’lil hükmünde istinafiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.

Müsnedün ileyh olan  كُلٌّ ’deki nekrelik; hazfedilmiş muzâfun ileyhe işarettir. Takdiri, …كلّ شيء في الحياة  (hayattaki her şey...) olabilir. Bu tenvine ivaz tenvini denir.

مُب۪ينٍ  kelimesi, كِتَابٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

كِتَابٍ ’deki nekrelik, tazim içindir.

مُب۪ينٍ , hem  بَانَ  hem de  اَبَانَ  fiilinden geliyor olabilir. Bu yüzden hem “açık” hem de “açıklayıcı” anlamındadır. 

Bütün canlıların rızıkları, karar kıldıkları yerler, emanet olarak bulundukları mekânlar, levh-i mahfuzda tespit edilmiştir. Bunlar levh-i mahfuza bakan melekler için açıktır. Yahut levh-i mahfuz, içinde tespit edilmiş olanları bakanlara açıklar. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm) 

Hûd Sûresi 7. Ayet

وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ وَلَئِنْ قُلْتَ اِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ  ...


O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı konusunda sizi imtihan için, henüz Arş’ı su üstünde iken gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratandır. Böyle iken “Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz” desen, inkârcılar “Mutlaka bu, apaçık bir büyüdür” derler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهُوَ ve O’dur
2 الَّذِي
3 خَلَقَ yaratan خ ل ق
4 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
5 وَالْأَرْضَ ve yeri ا ر ض
6 فِي içinde
7 سِتَّةِ altı س ت ت
8 أَيَّامٍ gün ي و م
9 وَكَانَ iken ك و ن
10 عَرْشُهُ O’nun Arş’ı ع ر ش
11 عَلَى üzerinde
12 الْمَاءِ su م و ه
13 لِيَبْلُوَكُمْ sizi denemek için ب ل و
14 أَيُّكُمْ hanginizin
15 أَحْسَنُ daha güzel (olduğunu) ح س ن
16 عَمَلًا amelinin ع م ل
17 وَلَئِنْ ve şayet
18 قُلْتَ onlara dersen ق و ل
19 إِنَّكُمْ şüphesiz siz
20 مَبْعُوثُونَ diriltileceksiniz ب ع ث
21 مِنْ
22 بَعْدِ sonra ب ع د
23 الْمَوْتِ ölümden م و ت
24 لَيَقُولَنَّ hemen derler ق و ل
25 الَّذِينَ kimseler
26 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
27 إِنْ değildir
28 هَٰذَا bu
29 إِلَّا başka
30 سِحْرٌ bir sihirden س ح ر
31 مُبِينٌ apaçık ب ي ن

وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذٖي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  السَّمٰوَاتِ  mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. الْاَرْضَ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  فٖي سِتَّةِ  car mecruru  خَلَقَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اَيَّامٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

3 ile 10 arası sayıların temyizinde, önce sayı, sonra temyiz gelir. Sayı muzaf, temyiz muzâfun ileyh olur. Muzafun harekesi cümledeki konumuna göre değişir. Muzâfun ileyh daima mecrurdur. Bu yüzden sayı muzaf olduğu için cümledeki konumuna göre irabını alır, temyiz muzâfun ileyh olduğu için daima mecrurdur. Temyiz çoğul ve belirsiz olur. Sayı ile temyiz cinsiyet yönünden birbirinin zıttı olur. (Temyiz çoğul olduğu için eril veya dişil olduğunu anlamak için tekiline bakılır.) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

   وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  itiraziyyedir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref, haberini nasb eder.

عَرْشُهُ  kelimesi  كَانَ ’nin ismi olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلَى الْمَٓاءِ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

لِ  harfi, يَبْلُوَكُمْ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle  خَلَقَ  fiiline mütealliktir.

يَبْلُوَكُمْ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ  cümlesi,  يَبْلُوَ  fiilinin ikinci mef’ûlu olarak mahallen mansubdur.

اَيُّكُمْ  istifham ismi, mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَحْسَنُ  haber olup damme ile merfûdur. عَمَلاً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَحْسَنُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez. Ayette melfuz mümeyyez şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَئِنْ قُلْتَ اِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا

وَ  istînâfiyyedir. لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  

إِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْتَ  şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, اِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ ’dir. قُلْتَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

كُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

مَبْعُوثُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. مِنْ بَعْدِ  car mecruru  مَبْعُوثُونَ ’ye mütealliktir.  الْمَوْتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

يَقُولَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ  fail olarak mahallen merfûdur. Fiilin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. İsm-i mevsûlün sılası  كَفَرُٓوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.

كَفَرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ

 

Cümle,  يَقُولَنَّ ’nin mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir. اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اِلَّا  hasr edatıdır. سِحْرٌ  haber olup damme ile merfûdur.  مُب۪ينٌ  kelimesi  سِحْرٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُبٖينٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki  وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sıla cümlesi olan  خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder.(Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tazim kastının yanında, sonraki habere dikkat çekmek, bahsin önemini vurgulamak içindir. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ ’a tezat nedeniyle atfedilen  الْاَرْضِ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.  

Bazı ayetler de vardır ki Kur’an’da zikredildiği bağlam düşünüldüğünde bu ayetlerin ifade sadedinin, Allah’ın nimetlerinden birinin kevni ayetlerin içine gizlenerek insanlara nimetlerinin hatırlatılması olduğu görülecektir. Müfessirler bu vb. bağlamının dışında anlamlar yüklenebilen ayetlerde de idmâc sanatı olduğu görüşündedirler. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları) 

Allah gökleri ve yeri altı vakitte, veya altı gün kadar bir zamanda yaratmıştır. Gün, insanların örfünde güneşin, yeryüzünün üstünde olduğu zamana denir. Yerin ve göğün olmadığı bir zamanda günün varlığından bahsedilemez. Allah gökleri ve yeri bir anda yaratmaya kadir iken onları tedricen yaratması, O'nun muhayyer bir kadir olduğuna, bundan ibret alınmasının lüzumuna delildir ve işleri teenni ile yapmaya teşviktir. Gökler için çoğul kelimesinin kullanılması, meşhur olduğu üzere maddelerinin tabiatlarının sonuç ve hükümlerinin farklı olmasına işaret içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

وَ ‘la gelen  وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَٓاءِ  cümlesi itiraziyyedir. Ana cümlenin anlamına tesiri olmayan itiraz cümleleri, parantez arası cümleler vasıtasıyla yapılan tetmim ıtnâbı babındandır. 

Nakıs fiil  كاَن ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  عَرْشُهُ , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.

Veciz ifade kastına matuf  عَرْشُهُ  izafetinde, Allah Teâlâ’ya  ait zamire muzâf olan  عَرْشُ , tazim ve şeref kazanmıştır.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ  cümlesi, masdar tevilinde olup harf-i cerle  خَلَقَ  fiiline mütealliktir.

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لِيَبْلُوَكُمْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki  اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً  cümlesi, istifham üslubunda, talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda gelmiş olan cümle, gerçek manada soru kastı taşımadığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

عَمَلاً  kelimesi, müsned olan  اَحْسَنُ  için temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)

وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَٓاءِ [O'nun arşı su üstünde idi.] ibaresi, O'nun melik, malik ve hâkim olduğuna delildir, çünkü arşın sahibi meliktir.

Bu söz ayrıca Yüce Allah’ın mülkünün ve hükümranlığının da kadîm olduğuna işaret etmektedir. Çünkü O, yeri ve gökleri yaratmadan evvel de melikti. Arşı da suyun üzerindeydi. O, büyük arşın da arşın üzerinde bulunduğu yerin de Rabbidir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 3, s. 31)

 

وَلَئِنْ قُلْتَ اِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ

 

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim hazfedilmiş, vurgu kasemin cevabına yapılmıştır. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. 

Kasemle tekid edilmiş şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan  لَئِنْ قُلْتَ اِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ , mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.) 

قُلْتَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ  cümlesi, اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrarî teceddüt ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ  car-mecruru, ism-i mef’ûl veznindeki haber  مَبْعُوثُونَ ‘ye mütealliktir.

Şartın cevabı, arkasından gelen kasemin cevabı delaletiyle hazfedilmiştir. Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

لَيَقُولَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Fail konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُٓوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder.(Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sonradan gelecek habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.

يَقُولُنَّ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. هٰذَٓا  mübteda,  سِحْرٌ مُب۪ينٌ  haberdir. Cümle kasr üslubuyla tekit edilmiştir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, kasırla tekit edilen isim cümleleri çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Onların sözleri de  اِنْ  ve  اِلَّا  ile kasr üslubunda gelmiştir. Bu şekilde onların öldükten sonra diriltileceklerine inanmadıklarını, kesinlikle bunun sihirden başka birşey olmadığını düşündükleri anlaşılır. 

Nefy harfi  اِنْ  ve  istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan iki tekit hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. هٰذَٓا  maksur/mevsûf,  سِحْرٌ مُب۪ينٌ  maksurun aleyh/sıfat, olmak üzere, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.  

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, mütekellimin amacının, müşarun ileyhi tahkir olduğunu gösterir. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi net bir şekilde gösterip onu göz önüne koymuştur. İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ifade eden  هٰذَٓا  ile vahye işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

مُب۪ينٌ  kelimesi  سِحْرٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مُب۪ينٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

مُب۪ينٌ  kelimesi  أبانَ  fiilinden ism-i fail kalıbındadır ve  بانَ  fiilinin manasını mübalağalı olarak ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Yasin/60) 

مَبْعُوثُونَ - الْمَوْتِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

قُلْتَ - لَيَقُولَنَّ  arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

Allah’ın her şeye gücü yeterken altı aşamada yaratması; bizim için de planlı olmaya bir teşviktir. Bazı şeylerin zamana ihtiyacı vardır, aceleci olmamalıyız.

Arşın su üzerinde olması; her şeyin sudan yaratılmasına işarettir.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Allah’ın bu sınavdaki amacı insanların ne yapacaklarını öğrenmek değildir. Çünkü O, onların ne yapacaklarını baştan bilir. Sınavdan geçirmekteki amacı, davranışlarının işlenmiş halde ortaya çıkmaları ve insanların O’nun iradesi ve adaleti uyarınca bu davranışlarının karşılıklarını almalarıdır. (Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân)

Hûd Sûresi 8. Ayet

وَلَئِنْ اَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِلٰٓى اُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ لَيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُۜ اَلَا يَوْمَ يَأْت۪يهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفاً عَنْهُمْ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟  ...


Andolsun, biz onlardan azabı belirli bir süreye kadar geciktirsek, o zaman da mutlaka “Onu ne alıkoyuyor?” derler. İyi bilin ki, azap onlara geleceği gün, kendilerinden bir daha uzaklaştırılmaz ve alay etmekte oldukları şey, kendilerini çepeçevre kuşatmış olur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَئِنْ ve şayet
2 أَخَّرْنَا geciktirsek ا خ ر
3 عَنْهُمُ onlardan
4 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
5 إِلَىٰ için
6 أُمَّةٍ bir süre ا م م
7 مَعْدُودَةٍ sayılı ع د د
8 لَيَقُولُنَّ mutlaka derler ق و ل
9 مَا nedir?
10 يَحْبِسُهُ onu alıkoyan ح ب س
11 أَلَا haberiniz olsun ki
12 يَوْمَ gün ي و م
13 يَأْتِيهِمْ o geldiği ا ت ي
14 لَيْسَ değildir ل ي س
15 مَصْرُوفًا geri çevrilecek ص ر ف
16 عَنْهُمْ kendilerinden
17 وَحَاقَ ve kuşatır ح ي ق
18 بِهِمْ onları
19 مَا şey
20 كَانُوا oldukları ك و ن
21 بِهِ onu
22 يَسْتَهْزِئُونَ alaya alıyor(lar) ه ز ا

وَلَئِنْ اَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِلٰٓى اُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ لَيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  

إِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخَّرْنَا  şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. عَنْهُمُ  car mecruru  اَخَّرْنَا  fiiline mütealliktir.  الْعَذَابَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. اِلٰٓى اُمَّةٍ  car mecruru  اَخَّرْنَا  fiiline mütealliktir.  مَعْدُودَةٍ  kelimesi  اُمَّةٍ  ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

يَقُولُنَّ  fiili mahzuf  ن' un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan cemi و' ı fail olarak iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.

İstifham ismi  مَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَحْبِسُهُ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَحْبِسُهُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخَّرْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  أخر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.  

مَعْدُودَةٍ  kelimesi sülâsî mücerredi  عدد  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.


اَلَا يَوْمَ يَأْت۪يهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفاً عَنْهُمْ

 

اَلَا  tenbih harfidir.  يَوْمَ  zaman zarfı  مَصْرُوفاً ’e mütealliktir. يَأْت۪يهِمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَأْتٖيهِمْ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

لَيْسَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَيْسَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir.  مَصْرُوفاً  kelimesi  لَيْسَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.

عَنْهُمْ  car mecruru  مَصْرُوفاً ‘e mütealliktir.

لَيْس  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’ nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَلَا ; konuşmacı dinleyenlerin dikkatini çekmek,onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır.Onun için bu edata istiftah ve tembih edatı denilmiştir.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)

مَصْرُوفاً  kelimesi sülâsî mücerredi  صرف  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.


وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَاقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  بِهِمْ  car mecruru  حَاقَ  fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  كَانُوا بِهٖ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا  nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  بِهٖ  car mecruru  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiiline mütealliktir. يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  cümlesi, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı M.Vecih Uzunoğlu)

يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek südâsi mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi  هزأ ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

وَلَئِنْ اَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِلٰٓى اُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ لَيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُۜ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘ la önceki ayetteki  وَلَئِنْ قُلْتَ اِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ  cümlesine atfedilmiştir.   

لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim hazfedilmiş, vurgu kasemin cevabına yapılmıştır.

Kasemle tekid edilmiş şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan  وَلَئِنْ اَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِلٰٓى اُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ , mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.) 

اَخَّرْنَا  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. 

Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette azamet zamirine dönülmesi, iltifat sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَنْهُمْ  car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

مَعْدُودَةٍ  kelimesi  اُمَّةٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

اُمَّةٍ ‘deki nekrelik nev ve tahkir ifade eder.

Ümmet aslında bir kişi tarafından idare edilen büyük insan topluluğudur. Bir neslin ortaya çıktığı zaman dilimi için kullanılmış ve belirli bir müddet anlamındadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

“Ümmet” kelimesiyle, sanki Allah, tehdit edilen azabın gerçekleştirileceği kastedilen o vakti murat etmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Şartın cevabı, arkasından gelen kasemin cevabı delaletiyle hazfedilmiştir. Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

لَيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

يَقُولُنَّ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا يَحْبِسُهُ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, kâfirlerin “Onu tutan ne!” şeklindeki sözleri soru değil tahkir ve istihza anlamında mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelerek, sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İstifham ismi  مَا  mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَحْبِسُهُ  cümlesi haberdir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Onların bu azabı acele olarak istemeleri, istihza anlamındadır. Onlarin bu sözlerden maksatları, azabın gelmesini inkârdır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)


اَلَا يَوْمَ يَأْت۪يهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفاً عَنْهُمْ

 

Cümlenin başına gelen  اَلَٓا , devamında gelecek söze dikkat çekerek, tekid ifade etmiş tenbih edatıdır. Nakıs fiil  لَيْسَ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsm-i mefûl veznindeki  مَصْرُوفاً  müsneddir 

Muzâfun ileyh olarak cer mahallindeki  يَأْت۪يهِمْ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَ  ihtimam için amili olan  مَصْرُوفاً ’ e takdim edilmiştir.

يَأْت۪يهِمْ  fiilinin faili olan müstetir zamir azaba aiddir. Bu ifadede istiare sanatı vardır. Azap, iradesi olan varlıklar için kullanılan  أتي  fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Azabın bir şahıs gibi gelecek olması azabın şiddetini, azametini artırmaktadır. Ayrıca bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.


وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟

 

Cümle,  وَ ’la  لَيْسَ مَصْرُوفاً  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur  بِهِمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

حَاقَ  fiilinin faili olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası,  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi   كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِه۪ , ihtimam için amili olan  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiiline takdim edilmiştir.

Cümlenin müsnedi olan  بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ‘nin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliğiyle muhatabın dikkatini uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur. 

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (M. Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur'an’da Kullanımı)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)

حَاقَ  fiilinin  مَا ’ya yani, alay edip durdukları şeye isnadı, sebebiyet alakasıyla mecâz-ı mürseldir. Alay ettikleri şey onları kuşatmış değildir, alay etmeleri sebebiyle helak edilmişlerdir.

Burada  حَاقَ  fiilinin faili, alay etmekte oldukları şeydir. Yani alay ettikleri şey onları helak etmiştir. Burada mecâz-ı aklî vardır. Çünkü onları, alay ettikleri şey sebebiyle helak eden Allah’tır. Dolayısıyla hakiki fail Allah’tır. Onların alay ettikleri şey ise, yalanladıkları, inatlaştıkları ve resullerini öldürmeye niyetlendikleri zaman resullerin onları Allah’ın azabı ve bu azap sebebi ile helak olmakla korkutmalarıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 396)

Ahiret azabı henüz başlarına gelmemişken, gelmiş gibi ifade edilmiştir. Buradaki  حَاقَ  fiili, mecazî olarak kullanılmıştır. Çünkü açıkça görüldüğü gibi henüz vaki olmamış bir azab hakkında kullanılmıştır. Onları saran, kuşatan şey de, yaptıkları şeyin kendisi değil cezasıdır. Onların azabında hardal tanesi kadar artış olmadığına işaret etmek için, ceza yerine amel zikredilmiştir. Sanki ceza amelin kendisi olmuştur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.292)

Ayette geçmiş zaman kipinin  حَاقَ, gelecek zaman kipi  يَح۪يقُ  yerine kullanılması bu durumun gerçekleşeceğini bildirmek ve tehdidi mübalağalı bir şekilde anlatmak içindir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

Hûd Sûresi 9. Ayet

وَلَئِنْ اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُۚ اِنَّهُ لَيَؤُ۫سٌ كَفُورٌ  ...


Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da, sonra bunu ondan çekip alırsak, şüphesiz o ümitsiz ve nankör oluverir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَئِنْ şayet
2 أَذَقْنَا tattırsak ذ و ق
3 الْإِنْسَانَ insana ا ن س
4 مِنَّا katımızdan
5 رَحْمَةً bir rahmet ر ح م
6 ثُمَّ sonra
7 نَزَعْنَاهَا onu geri alsak ن ز ع
8 مِنْهُ ondan
9 إِنَّهُ o hemen olur
10 لَيَئُوسٌ ümitsiz ي ا س
11 كَفُورٌ bir nankör ك ف ر
“Ümitsiz” diye tercüme ettiğimiz yeûs kelimesi, “ümitsizlik, çöküntü, devamlı üzüntü, gayretsizlik” gibi anlamlara gelen ye’s kökünden türemiş olup “herhangi bir güçlük, sıkıntı veya engel karşısında aşırı derecede ümitsizliğe kapılan kimse” anlamına gelir. Kur’ânî bir terim olarak yeûs, geçmişteki mutlu, müreffeh durumunu Allah’ın bir lutfu olarak değil de kendisinin bir kazancı ve şansı olarak gören, musibetler karşısında ise ümidini yitiren kimseyi ifade eder.
 İlk iki âyette genel olarak insan türünün doğal yapısının bencilliğine ve sıkıntılar karşısındaki dayanıksızlığına; 11. âyette ise sabır erdemi kazanmış ve güzel işler yapmayı ilke haline getirmiş insanların bu doğal kusurlarını düzeltmeyi başardıklarına dikkat çekilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de, hayatta karşılaşılan bütün zorluklara rağmen insanın, işlediği günahlar ne kadar çok ve ne kadar büyük olursa olsun, ümitsizlik ve karamsarlığa düşmemesi telkin edilmektedir. Çünkü Allah’ın gücü her şeyin üstünde, acıması ve yardımı da sonsuzdur. Buna göre ümitsizlik ve karamsarlık, ancak Allah’a iman ve güveni olmayan insanlar için söz konusudur (bk. Âl-i İmrân 3/160; Yûsuf 12/87; Ankebût 29/23; Mümtehine 60/13).
“Nankör” diye tercüme ettiğimiz kefûr kelimesi küfr kökünden türemiş olup verdiği nimetlerden dolayı Allah’a minnettarlık duymayan, O’na inanmayan, O’na karşı kulluk ve şükran borcunu yerine getirmeyen, hamd ve senâda bulunmayan, çok nankör ve çok inkârcı kimseyi ifade eden Kur’ânî bir terimdir. Allah Teâlâ burada olduğu gibi başka âyetlerde de çeşitli nimetlere mazhar oldukları halde şükretmeyip nankörlük eden kullarını kınamış (meselâ bk. A‘râf 7/10; Nahl 16/78; Gafir 40/61); şükredenler için nimetini arttıracağını, nankörlük edenler için de şiddetli azap hazırlamış olduğunu haber vermiştir (bk. İbrâhim 14/7). Kula yakışan, Allah’ın azabından korktuğu için değil, verdiği nimetten dolayı O’na şükretmek ve kulluk görevini yerine getirmektir. 
 10. âyette insanın bir başka özelliğine dikkat çekilmekte, başına gelen sıkıntıların yok olması, sonra da nimetlere mazhar olması karşısında göstereceği şımarıklık ve hafifliklere değinilmektedir. Meselâ insan hasta iken sağlığa, fakir iken zenginliğe, zelil iken azizliğe kavuştuğunda kendisini bu sıkıntılardan kurtarıp nimetlere kavuşturan yüce Allah’a şükretmesi gerekirken, artık sıkıntıların bittiğini, bir daha sıkıntılarla karşılaşmayacağını sanarak şımarmaktadır.
 Sonuç olarak insan kendisini yaratan kudret tarafından bazan varlık ve huzurla bazan yokluk ve sıkıntıyla imtihan edilmektedir. İnsanın her iki halde de Cenâb-ı Allah’ın hikmet ve iradesinin tecelli ettiğini, darlığın, bolluğun, hatta hayatın ve ölümün birer imtihan vesilesi olduğunu düşünüp darlığa sabretmesi, bolluğa şükretmesi gerekir. Şükür nimetin artmasına, nankörlük ise azalmasına sebep olur. Nitekim 11. âyette sıkıntılı hallerde ümitsizliğe kapılmayıp sabreden, bollukta ise şımarmayıp şükreden, yani nimetin hakkını verip amel işleyenlerin bağışlanacakları ve kendilerine büyük bir mükâfat verileceği bildirilmiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 152-153
Riyazus Salihin, 38 Nolu Hadis
Ebû Saîd ve Ebû Hureyre radıyallahu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar müslümanın başına gelen her şeyi, Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.”
(Buhârî, Merdâ1, 3; Müslim, Birr 49)

وَلَئِنْ اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُۚ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  

إِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَذَقْنَا  şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. الْاِنْسَانَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  مِنَّا  car mecruru  رَحْمَةً ’in mahzuf haline mütealliktir.  رَحْمَةً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. نَزَعْنَاهَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْهُ  car mecruru  نَزَعْنَا  fiiline mütealliktir. 

ثُمَّ ; Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَذَقْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi ذوق ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

 

 

اِنَّهُ لَيَؤُ۫سٌ كَفُورٌ

 

Cümle, mukadder kasemin cevabıdır. 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  يَؤُ۫سٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. كَفُورٌ  kelimesi, ikinci haberi olup damme ilemerfûdur.

Tekid lamı diye isimlendirilen lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)

يَؤُ۫سٌ  -  كَفُورٌ  kelimeleri mübalağa sıygasındadır.

Mübalağalı ism-i fail kalıbı bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَئِنْ اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُۚ اِنَّهُ لَيَؤُ۫سٌ كَفُورٌ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘ la 7. ayetteki  وَلَئِنْ قُلْتَ اِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. 

Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim hazfedilmiş, vurgu kasemin cevabına yapılmıştır.

Kasemle tekid edilmiş şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan  لَئِنْ اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً , mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

مِنَّا  car mecruru  رَحْمَةً ’in mahzuf mukaddem haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

İkinci mef’ûl olan  رَحْمَةً ‘deki nekrelik muayyen olmayan nev ve kıllet ifade eder. 

Cümledeki ‘rahmeti tatmak’ ifadesinde istiare sanatı vardır. اَذَقْنَا [Tattırırsak] kelimesiyle rahmet, hoşa giden özelliğiyle güzel bir yemeğe benzetilmiş. Câmi’ her ikisinin de insanı memnun etmesidir. Müşebbehün bih olan tatmak (güzel yemek) zikredilmiş, müşebbeh (rahmetin etkisini anlatmak) kastedilmiştir. Allah Teâlâ tattırmak lafzını rahmetin eserini idrak için istiare etmiştir. Yemek hazfedilip gereği söylendiği için istiare-i mücerrededir.

Aynı üslupta gelen  نَزَعْنَاهَا مِنْهُۚ  cümlesi tertip ve terahî ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle şart cümlesine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bu cümlede de istiare sanatı vardır. Rahmet, çekip alma manasındaki  نَزَعْنَاهَا  fiiline nispet edilerek, elle tutulur maddi bir varlık yerine konmuştur. Ayrıca bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları vardır.

اَذَقْنَا - نَزَعْنَاهَا  fiillerinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. 

Şartın cevabı, arkasından gelen kasemin cevabının delaletiyle hazfedilmiştir. Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. Şartın cevabının hazifi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

اَذَقْنَا - نَزَعْنَا  kelimeleri arasında manevi tıbâk vardır.

اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً  cümlesiyle  نَزَعْنَاهَا مِنْهُۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اِنَّهُ لَيَؤُ۫سٌ كَفُورٌ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ‘nin iki haberi olan  يَؤُ۫سٌ  ve  كَفُورٌ  kelimelerinin her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Ayrıca bu kelimeler arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

İsim cümlesinde müsnedin ism-i fail vezninde gelmesi, bu özelliğin istimrar ve istikrarına  işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümleleri, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid lamı diye isimlendirilen lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)

İnsana tarafımızdan sağlık, güven, servet ve başka bir nimet verip onun lezzetini kendisine tattırır da sonra onu kendisinden aldık mı, hiç şüphesiz sabırsızlığından, Allah'a tevekkülü ve güveni olmadığından Allah'ın rahmetinden tamamen ümidini keser ve nankörleşir. Demek oluyor kı bir insanın Allah'ın nimetleri içinde yaşarken, o nimetlerin kendisinden alınması, o nimetlere nankörlük etmesindendir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

وَلَئِنْ اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً  Bu ibare de istiaredir. Çünkü rahmetin tattırılması ve soyulması burada gerçek anlamda değildir. Bu tabirlerle kastedilen anlam şudur: “İnsanın bazı günahlar işleyip de tövbe etmesinin peşinden ona merhamet ettiğimizde, tövbesini kabul ederek cezasını düşürmemizden sonra bir başka günah işleyerek rahmetimizi kendisinden kaldırmamıza ve cezalandırmamıza müstahak olunca rahmet ve mağfiretimizden ümidini keser. Halbuki iş böyle değildir. Çünkü insan her günah peşinden tövbe etmeye devam ederse cezadan da kurtulur. Yüce Allah bu sözü, günah işleyip de tövbesinin kabul edileceğinden ümidini kesen kimseyi kınama anlamında söylemiştir. O sebeple  اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً  ifadesi; “Kul, şartlarına ve sınırlarına riayet ederek ihlasla tövbe ettiğinde onu kabul etmeyi biz zatımıza vacip kıldığımız için kendisine merhamet edeceğimizi ona bildirdik.” anlamındadır.  ثُمَّ نَزَعْنَاهَا  ifadesinin anlamı ise “İkinci kez işlediği günahı (el-masiyet) sebebiyle kendisinden merhametimizi kaldırdık.” demektir. Burada  رَحْمَةً  ile kastedilenin -Allahu a’lem- nimet ve bolluk olması da mümkündür. O zaman o nimetlerin kendisinden çekip alınması, imtihan için veya istikamet ve salaha uygun bir fayda için bunların kıtlık, sıkıntı ve afetle yer değiştirmesidir. Allah Teâlâ’nın “Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak elbette ‘kötülükler benden gitti’ der. Çünkü o şımarıktır, kibirlidir.” sözü bu manayı teyit etmektedir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları) 

الْاِنْسَانَ ’daki marifelik ahd içindir. Cins için olduğu da söylenmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

Başında elif-lâm bulunan müfred kelimede asıl olan, onun, eğer bir mani yok ise daha önce bahsi geçene hamledilmesidir. Bu ayette buna herhangi bir mani yoktur. Binaenaleyh ‘insan’ lafzının, daha önce bahsedilene hamledilmesi gerekir. Burada az önce bahsi geçen ise kâfir insandır, kâfirlerdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Hûd Sûresi 10. Ayet

وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ نَعْمَٓاءَ بَعْدَ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّـَٔاتُ عَنّ۪يۜ اِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌۙ  ...


Ama kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak mutlaka, “Kötülükler benden gitti” diyecektir. Çünkü o, şımarık ve böbürlenen biridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَئِنْ ve şayet
2 أَذَقْنَاهُ ona tattırırsak ذ و ق
3 نَعْمَاءَ bir nimet ن ع م
4 بَعْدَ sonra ب ع د
5 ضَرَّاءَ bir darlıktan ض ر ر
6 مَسَّتْهُ kendisine dokunan م س س
7 لَيَقُولَنَّ mutlaka der ق و ل
8 ذَهَبَ gitti ذ ه ب
9 السَّيِّئَاتُ kötülükler س و ا
10 عَنِّي benden
11 إِنَّهُ şüphesiz o
12 لَفَرِحٌ şımarık ف ر ح
13 فَخُورٌ ve böbürlenendir ف خ ر

Riyazus Salihin, 28 Nolu Hadis:

Mü’minin her durumu kendisi için hayırdır.
Ebû Yahyâ Suheyb İbni Sinân radıyallahu anh’ den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.”
(Müslim, Zühd 64)

فرح Feraha : فَرَحٌ ani bir zevkle göğsün genişlemesidir. Bu durum daha çok bedensel ve dünyevi lezzetlerle gerçekleşir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki farklı türevde 22 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ferah, Feriha Ferhan’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

فخر Fehara : فَخْرٌ mal ve makam gibi insanın aslına ait olmayan şeylerle ilgili övünme yarışına girmesine denir. Kuran-ı Kerim’de de geçen فَخُورٌ türevi kelimeye çokluk anlamı katarak çok övünen manasına gelir. فَخَّارٌ kelimesi çömlek/pişmiş çamur demektir. Son olarak تَفاخُرٌ ise karşılıklı övünme anlamındadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri iftihar, müftehir ve Fahri’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ نَعْمَٓاءَ بَعْدَ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّـَٔاتُ عَنّ۪يۜ

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  

إِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَذَقْنَا  şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. نَعْمَٓاءَ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Gayri munsarif olduğundan tenvin almamıştır.

بَعْدَ  zaman zarfı  اَذَقْنَاهُ  fiiline mütealliktir. ضَرَّٓاءَ  muzâfun ileyh olup, cer alameti fethadır. Sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir. مَسَّتْهُ  cümlesi, ضَرَّٓاءَ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

مَسَّتْهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

يَقُولُنَّ  fiili mahzuf  ن' un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan cemi و' ı fail olarak iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Mekulü’l kavli,  ذَهَبَ السَّيِّـَٔاتُ عَنّ۪يۜ ‘dir. يَقُولُنَّ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

ذَهَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  السَّيِّـَٔاتُ  fail olup damme ile merfûdur.  عَنّ۪ي  car mecruru  ذَهَبَ  fiiline mütealliktir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. 

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette fiil cümlesi şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَذَقْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi ذوق ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

  اِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌۙ

 

 

Cümle, mecrur zamir  عَنّ۪يۜ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur. 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  فَرِحٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. فَخُورٌ  kelimesi,ikinci haberi olup damme ile merfûdur.

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَرِحٌ  -  فَخُورٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ نَعْمَٓاءَ بَعْدَ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّـَٔاتُ عَنّ۪يۜ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘ la 7. ayetteki  وَلَئِنْ قُلْتَ اِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim hazfedilmiş, vurgu kasemin cevabına yapılmıştır.

Kasemle tekid edilmiş şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan  وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ نَعْمَٓاءَ بَعْدَ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ , mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.) 

اَذَقْنَاهُ  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. 

بَعْدَ  zaman zarfı, اَذَقْنَاهُ  fiiline mütealliktir.

Cümledeki ‘nimeti tattırmak’ ifadesinde istiare sanatı vardır. اَذَقْنَاهُ [Tattırırsak] kelimesiyle nimet, hoşa giden özelliğiyle güzel bir yemeğe benzetilmiş. Câmi’ her ikisinin de insanı memnun etmesidir. Müşebbehün bih olan tatmak (güzel yemek) zikredilmiş, müşebbeh (nimetin etkisini anlatmak) kastedilmiştir. Allah Teâlâ tattırmak lafzını nimetin eserini idrak için istiare etmiştir. Yemek hazfedilip lâzımı söylendiği için istiare-i mücerrededir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  مَسَّتْهُ  cümlesi muzafun ileyh konumundaki  ضَرَّٓاءَ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ  terkibinde istiare sanatı vardır. Canlılara mahsus olan dokunma fiili zarara nispet edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır. Zararın dokunması ibaresi sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

Şartın cevabı, arkasından gelen kasemin cevabı delaletiyle hazfedilmiştir. Cevabın hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır. 

Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّـَٔاتُ عَنّ۪ي  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

يَقُولُنَّ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  ذَهَبَ السَّيِّـَٔاتُ عَنّ۪ي  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede istiare sanatı vardır. السَّيِّـَٔاتُ  kelimesi, iradesi olan varlıklar için kullanılan  ذَهَبَ  fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiş, günahlar maddi bir varlığa benzetilmiştir. Ayrıca bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

ذَهَبَ  fiilinin  السَّيِّـَٔاتُ ’ya isnadı, aklî mecazdır.

نَعْمَٓاءَ - ضَرَّٓاءَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

نَعْمَٓاءَ  kelimesi için Vahidî şöyle der: “Bu, sahibinde izleri görünen nimettir.  ضَرَّٓاءَ  kelimesi de sahibinde eseri, tesiri görünen zarar manasınadır. Çünkü bunlar görünen halleri ifade etmek için kullanılırlar. İşte  النعمة  ile  نَعْمَٓاءَ  ve  مَضَرَّةَ  ile  ضَرَّٓاءَ  arasındaki mana farkı budur.” (Fahreddîn er- Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

ضَرَّٓاءَ  kelimesi müennes ve memnu’u mine’s-sarftır. Eziyet ve kötülük açısından mübalağa ifade eder.

Rahmet ve nimetler hakkında, lezzeti ve rağbeti bildiren اَذَقْنَا [tatmak] fiilinin; sıkıntılar hakkında ise asgari teması bildiren  مَسَّتْهُ [dokunma] fiilinin kullanılması, birincinin Allah'a isnad edilmesi apaçık bir mükemmeliyet ifadesidir.

Burada Allah'ın muradı, rağbet edilen hayrı olabildiğince güzel bir biçimde kullara ulaştırmaktır ve O, kulları için ancak kolaylık diler, güçlük dilemez.

Kulların güçlüklere uğraması da, ancak kötü seçimleri yüzünden ve az bir zaman içindir. Sanki o kötülük yalnız bedene dokunur da hiç tesiri olmaz.

Kullardan rahmetin alınması ise yukarıda belirtildiği gibi onların nimetlere nankörlük etmeleri sebebiyledir.

Fakat kul o, nimetlerle şımarır, aldanır ve iftihar eder, gururlanır. Bundan dolayı o nimetlerin hakkını eda etmez. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)


  اِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌۙ

 

Ayetin son cümlesi fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Cümle önceki cümledeki mecrur zamirden hal-i müekkide olarak ıtnâb sanatıdır.  وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi, bu halin sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Tekit edici halin başına vav gelmez. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümleleri çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)

اِنَّ ‘nin iki haberi olan  لَفَرِحٌ  ve  فَخُورٌۙ  kelimelerinin her ikisi de mübalağalı ism-i fail vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Ayrıca bu kelimeler arasında cinas-ı muzari ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

İsim cümlesinde müsnedin ism-i fail vezninde gelmesi, bu özelliğin istimrar ve istikrarına  işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

9. ve 10. ayetler arasında güzel bir mukabele sanatı örneği vardır.

Bu iki ayet insanı tanıtır. İnsanların çoğu bu halleri taşır. O halde bu konularda dikkatli olalım, şükrümüzü hamdimizi tam olarak yapmaya gayret edelim.

Hûd Sûresi 11. Ayet

اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ  ...


Ancak sabredip salih amel işleyenler böyle değildir. İşte onlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا ancak hariçtir
2 الَّذِينَ kimseler
3 صَبَرُوا sabreden(ler) ص ب ر
4 وَعَمِلُوا ve ameller işleyenler ع م ل
5 الصَّالِحَاتِ salih ص ل ح
6 أُولَٰئِكَ işte
7 لَهُمْ onlara vardır
8 مَغْفِرَةٌ bağışlanma غ ف ر
9 وَأَجْرٌ ve ecir ا ج ر
10 كَبِيرٌ büyük ك ب ر

اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ 

 

اِلَّا  istisna harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl olan  الَّذ۪ينَ  müstesna, istisna-i muttasıl olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  صَبَرُوا  ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

صَبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi, atıf  وَ ’la makabline matuftur. 

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ  mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.  

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الصَّالِحَاتِ  kelimesi, sülâsi mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ مَغْفِرَةٌ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَهُمۡ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَغْفِرَةٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. اَجْرٌ  atıf harfi  وَ ’la  مَغْفِرَةٌ ’e matuftur.  كَب۪يرٌ  kelimesi  اَجْرٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَب۪يرٌ  sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ

 

اِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌۙ  cümlesinden istisna edilenlerin bildirildiği ayet fasılla gelmiştir. Müstesna olan cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sıla cümlesi olan  صَبَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstisna-i muttasıldır. 

Müstesnanın ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlere tazim yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Aynı üslupta gelen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle sılaya atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Buradaki  عملوا الصالحات  ibaresinin aslı  عَمِلُوا الأعمال الصالحات  şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcâz-ı hazif sanatıdır.  

Istisna edilenlerin sabredenler ve salih amel işleyenler olarak açıklanması taksim sanatıdır.

Ahfeş der ki: Bu birinci türden olmayan munkatı’ bir istisnadır. Yani nimet ve sıkıntı hallerin­de sabreden ve salih ameller işleyenler böyle değildir. Ferrâ ise şöyle de­mektedir: Bu buyruk: “İnsana nezdimizden… tattırıp da” buyruğundan is­tisnadır. Çünkü “insan”, nass (insanlar) anlamındadır. “Nass” ise kâfiri de mümini de kapsamına alır. O halde buradaki istisna muttasıl bir istinadır. Bu açıklama güzel bir açıklamadır. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

Allah'a imanları ve O'nun hükmüne teslimiyetleri sebebiyle gelmiş ve gelecek sıkıntılara sabreden ve nimetlere şükür için salih ameller işleyenler böyle değildir. İşte onların günahları ne kadar büyük olursa olsun, bağışlanmak ve mükâfatlandırılmak onlar içindir. Bu üç ayetin öncekilerle olan bağlantıları şu vecihlerden olabilir:

1- Hem nimetlerin tattırılması hem de sıkıntıların dokunması imtihan kabilindendir. “Hanginizin ameli daha güzel olacak diye sizi denemek üzere…” ayetindeki icmalden sonra bir nevi açıklamadır. Hülasa nimetlerin tattırılması da onların çekip alınması da şükürle nankörlük imtihanı olmakla beraber kişi onlarla hidayete ermez. Fakat her iki halde de dalalet uçurumuna yuvarlanır ve onlardan güzel amel sadır olmaz. Ancak salih ve sabırlı insanlardan güzel amel beklenir. 

2- Onların öldükten sonra diriltilmeyi inkâr ve azapla istihza etmeleri, şımarıklıklarından ve büyüklük taslamalarındandır. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)  


 اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ

 

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiş cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır.

Müsnedün ileyhin uzağa mahsus ism-i işaretle marife olması, istisna edilenlerin şanının yüceliğini vurgulamak ve onların durumuna gereken önemin verildiğini göstermek içindir.

Sübut ve istimrar ifade eden  لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ  isim cümlesi, اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberidir. Haber olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَغْفِرَةٌ , muahhar mübtedadır. Mübteda ve ona tezâyüf nedeniyle atfedilen  اَجْرٌ  kelimelerindeki nekrelik kesret ve tazim ifade eder.

مَغْفِرَةٌ  ve  اَجْرٌ ‘un  maddi bir varlık sıfatı olan büyük manasındaki  كَب۪يرٌ  ile sıfatlanması istiaredir.  Büyük olmakla tavsifi, bu lütufların değerini artırmak  için mübalağadır. Bu ifadede ayrıca tecessüm sanatı vardır.

اَجْرٌ  için sıfat olan كَب۪يرٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Hûd Sûresi 12. Ayet

فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَضَٓائِقٌ بِه۪ صَدْرُكَ اَنْ يَقُولُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ مَلَكٌۜ اِنَّـمَٓا اَنْتَ نَذ۪يرٌۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌۜ  ...


(Ey Muhammed!) Belki de sen, (müşriklerin) “Ona bir hazine indirilseydi veya beraberinde bir melek gelseydi ya!” demelerinden dolayı sana vahyolunanlardan bir kısmını göz ardı edeceksin ve o yüzden göğsün daralacak. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَعَلَّكَ belki de
2 تَارِكٌ bırakacaksın ت ر ك
3 بَعْضَ bir kısmını ب ع ض
4 مَا
5 يُوحَىٰ vahyedilenin و ح ي
6 إِلَيْكَ sana
7 وَضَائِقٌ ve daralacak ض ي ق
8 بِهِ onunla
9 صَدْرُكَ göğsün ص د ر
10 أَنْ dolayı
11 يَقُولُوا demelerinden ق و ل
12 لَوْلَا değil miydi?
13 أُنْزِلَ indirilmeli ن ز ل
14 عَلَيْهِ ona
15 كَنْزٌ bir hazine ك ن ز
16 أَوْ veya
17 جَاءَ gelmeli ج ي ا
18 مَعَهُ beraberinde
19 مَلَكٌ bir melek م ل ك
20 إِنَّمَا ancak
21 أَنْتَ sen
22 نَذِيرٌ bir uyarıcısın ن ذ ر
23 وَاللَّهُ Allah ise
24 عَلَىٰ üzerine
25 كُلِّ her ك ل ل
26 شَيْءٍ şey ش ي ا
27 وَكِيلٌ vekildir و ك ل
Müşrikler, “Muhammed madem peygamberdir, gaipten haber veriyor, o halde geçimini sağlamak için ne diye bu kadar uğraşıyor? Gökten kendisine bir hazine indirilmeli, o da bu sıkıntıdan kurtulmalı veya beraberinde kendisinin peygamber olduğunu tasdik edecek bir melek gelmelidir!” şeklinde alaylı ifadelerle Hz. Peygamber’i sıkıştırmaya çalışıyorlardı. Bu durumdan Hz. Peygamber’in son derece huzursuz olduğu âyetin muhtevasından anlaşılmaktadır. Daha önce de Mekke dağlarının altın olmasını istemişler, Peygamber’in yiyip içmesini ve rızkını kazanmak için çarşıda pazarda dolaşmasını yadırgamışlar; kendisiyle birlikte bir meleğin gelmesini veya ona bir hazinenin indirilmesini yahut ürününden yiyip içeceği bir bahçesinin bulunmasını talep etmişlerdi (Furkan 25/7-8). Müşriklerin böyle alaylı teklifleri karşısında incinen Hz. Peygamber’in, ortamın yumuşayacağı beklentisiyle onlara ters gelen âyetlerin tebliğini bir süre geciktirmesi ihtimaline karşı yüce Allah, Kur’an’dan herhangi bir âyetin tebliğ edilmemesinin doğru olmayacağını, Peygamber’in asıl görevinin Allah’ın gönderdiği vahyi eksiksiz olarak insanlara ulaştırmak olduğunu, bundan ötesinin Allah’a ait bulunduğunu resulüne bildirmiş; ayrıca Allah’ın her şeye vekil olduğunu hatırlatarak ona cesaret, ümit ve teselli vermiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 154

فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَضَٓائِقٌ بِه۪ صَدْرُكَ اَنْ يَقُولُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ مَلَكٌۜ

 

İsim cümlesidir. فَ  istînâfiyyedir.  لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

كَ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  تَارِكٌ  kelimesi  لَعَلَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.

بَعْضَ , ism-i fail  تَارِكٌ ’un mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası  يُوحٰٓى اِلَيْكَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir هو ‘dir. 

يُوحٰٓى  elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اِلَيْكَ  car mecruru  يُوحٰٓى  fiiline mütealliktir. ضَٓائِقٌ  atıf harfi  وَ ’la  تَارِكٌ ’e matuftur.  بِه۪  car mecruru  ضَٓائِقٌ ’e mütealliktir. 

صَدْرُكَ  ism-i fail  ضَٓائِقٌ ’un faili olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mef’ûlün lieclihi olarak mahallen mansubdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri,  خشية أن يقولوا  (demelerinden korktuğun için) şeklindedir. 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

يَقُولُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  Mekulü’l-kavli, لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ ’dir.  يَقُولُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “Değil mi?” manasındadır.

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  عَلَيْهِ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline mütealliktir. كَنْزٌ  naib-i fail olup damme ile merfûdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مَعَ  mekân zarfı  جَٓاءَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَلَكٌ  fail olup damme ile merfûdur. 

اَوْ ;Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır.  3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya meful bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman,  Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harfi cersiz kullanımı. 2) Harfi cerli kullanımı

Harfi cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır. b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c) Mef’ûlün leh olacak mastarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d) Fiilin faili ile mef’ulün faili aynı olmalıdır. e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ulün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır. Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْلاَ  ‘-meli/-malı, değil mi? ...olsaydı ya’ manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak teşvik anlamına gelse de terim olarak ‘bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir’. Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُنْزِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir. 

يُوحٰٓى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

تَارِكٌ  kelimesi sülâsî mücerredi  ترك  olan fiilin ism-i failidir.

ضَٓائِقٌ  kelimesi sülâsî mücerredi  ضيق  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنَّـمَٓا اَنْتَ نَذ۪يرٌۜ

 

İsim cümlesidir. اِنَّـمَٓا , kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir,  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. نَذ۪يرٌ  haber olup damme ile merfûdur. 

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi, اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org 

نَذ۪يرٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. عَلٰى كُلِّ  car mecruru  وَك۪يلٌ ’e mütealliktir.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. وَك۪يلٌ  haber olup damme ile merfûdur. 

وَك۪يلٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.

فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَضَٓائِقٌ بِه۪ صَدْرُكَ اَنْ يَقُولُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ مَلَكٌۜ

 

فَ  istînâfiyyedir. 

Terecci harfi  لَعَلَّ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.  لَعَلَّ , terecci harfi, vukuu mümkün durumlarda kullanılır.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Hz.Peygambere aid muhatab zamiri  لَعَلَّ ‘nin ismi, تَارِكٌ  haberidir.

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad tezekkür etmeye teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine olan bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır yani “sakınıp korunmanız için’’demektir, der. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

لَعَلَّ ’nin haberi olan  تَارِكٌ , ism-i fail kalıbında gelmiştir. 

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

بَعْضَ  kelimesi,  تَارِكٌ  için mef’ûldür. بَعْضَ ‘nın muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sıla cümlesi olan  يُوحٰٓى اِلَيْكَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Bu fiil meçhul olarak gelmiştir.

ضَٓائِقٌ  kelimesi tezayüf nedeniyle haber olan  تَارِكٌ ’a atfedilmiştir.  صَدْرُكَ, ism-i fail kalıbındaki  ضَٓائِقٌ ’un failidir.

ضَٓائِقٌ ’un,  صَدْرُ ’ya isnadı, aklî mecazdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَقُولُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ  cümlesi, masdar teviliyle mef’ûlün lieclihi olarak mahallen mansubdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, … خشية أن يقولوا  (... demelerinden korkarak) şeklindedir. 

Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

يَقُولُوا  fiilinin kâfirlerin sözlerinden oluşan mekulü’l kavli  لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  لَوْلَٓا  tahdid (تحضيض ) harfi, هلّا  manasında, tevbih ifade eder. Tahdid (bir şeyin yapılmasını sertçe istemek) manasındadır. Bu mana sözün gelişinden anlaşılır. Bu harften sonra fiil gelir.

لَوْلاَ , -meli/-malı, değil mi, ...olsaydı ya  manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak “teşvik” anlamına gelse de terim olarak, bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir. Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

اُنْزِلَ  ve يُوحٰٓى  fiilleri meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır.  Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَيْهِ  car mecruru, durumun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

كَنْزٌ ‘daki nekrelik kesret ve nev içindir.

Mütekellimin alay amacına işaret eden haberî üsluptaki cümle, muktezâ-i zâhirin hilafına durum arz ettiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ مَلَكٌ  cümlesi, aynı üslupta gelerek makabline اَوْ  atıf harfiyle atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مَعَهُ  car mecruru, durumun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir. 

مَلَكٌ ’deki nekrelik, kesret, tazim ve nev ifade eder.

لَوْلَٓا  burada, “Değil miydi?” anlamında olup kendisinden sonra bir fiil geldiğinde bu manada kullanılması çoktur. Ama bunun peşinden isim geldiğinde bu manaya gelmez. (Fahreddîn er- Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Enam Suresi 37)

İbni Abbas’dan (r.a) rivayet edildiğine göre Mekkeli önderler: “Ey Muhammed, şayet peygamber isen Mekke dağlarını bize altın yap!”; başkaları da “Bize, senin peygamberliğine şehadet edecek melekler getir!” demişlerdi de, O da: “Benim buna gücüm yetmez!" deyince de, işte o zaman bu ayet-i kerime nazil olmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


اِنَّـمَٓا اَنْتَ نَذ۪يرٌۜ

 

Takdiri, …لا تسمع لهم  (Onları dinleme) olan mukadder cümle için ta’liliyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekit edilmiştir. اِنَّمَٓا  kasır edatı, اَنْتَ  mübteda,  نَذ۪يرٌ  haberdir. 

Kasr, mübteda ve haber arasındadır.  اَنْتَ  mevsûf/maksûr,  نَذ۪يرٌ  sıfat/maksûrun aleyh yani kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur. Muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak  اِنَّمَا  ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İzafi kasr veya kalb kasrıdır. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

Allah Teâlâ Peygamber efendimizin uyarıcı vasfını öne çıkararak  نَذ۪يرٌ  oluşunu  اِنَّـمَٓا  kasr edatıyla tekidli olarak buyurmuştur.

Bu ayet, İslam tarihinin o zor döneminin havasını yansıtır, Peygamberimizin içinde bulunduğu can sıkıntısını kanıtlar. O dönemin keçi inatlı cahiliyesine karşı koymanın ne kadar ağır bir yük olduğu hakkında bize fikir verir. Çünkü Peygamberimiz o çetin dönemde akrabası ile yardımcısını yani amcası Ebu Talib ile eşi Hz. Hatice’yi kaybetmiş, bu yüzden yalnızlık duygusu gönlünü karartmış, bunun sonucu olarak cahiliye kuşatmasının çemberi içinde sıkışıp kalan bir avuç Müslüman azınlığın kalplerini keder sarmıştı. Ayetin kelimeleri arasında yükselen bu hüzünlü hava nerdeyse elle dokunulacak kadar somuttur. İşte bu ağır havayı dağıtmak üzere inen bu rahatlatıcı ilâhî sözler kalplere huzur aşılıyor, gergin sinirleri gevşetiyor ve endişe dolu gönüllere su serpiyor. (Seyyid Kutub, Fî Zilali'l Kur'an)

Sâmerrâî ise tefsirinde bu ayetle ilgili şunları söylemiştir: Burada Allah Teâlâ “اَنْ يَقُولُوا’’ (demelerinden dolayı) yerine  اَنْ قَالُوا  veya  لِقَوْلِهِمْۜ  buyurmamıştır. Çünkü اَنْ يَقُولُوا  sözündeki muzari fiil, süreklilik (istimrâr) ifade etmektedir. Sözün halen söylendiğini göstermektedir. Buna karşın  اَنْ قَالُوا  sözü, mazi kullanım sebebiyle süreklilik ifade etmemektedir. Aksine işin olup bittiğini ve sözün de tek bir kez söylendiğini ifade etmektedir.  لِقَوْلِهِمْۜ  ibaresinin de aynı şekilde mazi anlam ifade ettiğini ve Peygamberi inciten bu sözün sanki sadece bir kez söylendiğini göstermektedir. Halbuki onlar can sıkıcı sözlerle Peygamberi (s.a.v) devamlı olarak incitmektedirler. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 3, s. 48)


وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌۜ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car-mecrur  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ , kasr ifadesi için amili olan  وَك۪يلٌۜ ‘ a takdim edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Iki tekit hükmündeki kasr car-mecrur ve amili arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ , maksurun aleyh/sıfat, وَك۪يلٌۜ  maksûr/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Yani Allah’ın vekil oluşu her şeyin üzerine hasredilmiştir.

شَيْءٍ ‘ deki nekrelik, nev ve kesret ifade eder.

وَك۪يلٌ  mübalağalı ism-i fail olan sıfat-ı müşebbehe veznindedir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in  birçok  suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek yalnız O’nun elindedir. 

Allah öldürmeye de hayat vermeye de ve hepinizi bir araya toplamaya da kadirdir. Bu itibarla cümle, geçen hükmün sebep ve gerekçesidir. 

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Mesel tarikinde tezy’il, müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Tezyîl, bir fikri pekiştirmek ve daha iyi anlaşılmasını sağlamak amacıyla bir ifadenin arkasından söz ve anlamca ya da sadece anlam bakımından ona benzer olan ek bir ifadenin getirilmesi şeklinde gerçekleşen bir ıtnâb üslûbudur. (TDV İsmail Durmuş)

Bir makalede ise bu ayet şöyle açıklanmıştır: Ayet bu eleştirilere yenilerinin eklendiğini ifade ederken, aynı zamanda bu eleştiriler karşısında Hz. Peygamberin göğsünün daraldığını ifade etmektedir. Allah, müşriklerin insaftan yoksun böyle zorlamaları karşısında incinen Hz. Peygambere, vazifesinin Allah’ın gönderdiği vahyi noksansız olarak insanlığa ulaştırmak olduğunu bildirdikten sonra Allah’ın her şeye vekil olduğunu tekrar hatırlatarak onu teselli etmiştir. Ayette bizim ilgilendiğimiz nokta ism-i fail kalıbı  ضَٓائِقٌ  kelimesidir. Ayetteki  ضَٓائِقٌ  kelimesinde sıfat-ı müşebbehe olan  ضَيِّقٌ  kalıbı kullanılmamış, ism-i fail kalıbı kullanılmıştır. İç sıkıntısı olarak kabul edilen göğüs daralmasını ifade eden bu kelime, müşriklerin Hz. Peygambere verdiği sıkıntılar sonucunda insanların iç âlem olarak en genişi olan Hz. Peygamberin bile göğüs daralması yaşadığını ifade etmektedir. Halbuki Allah onu İnşirah Suresi’nde göğsünün genişletilmesiyle müjdelemiştir. Bu ayette ise göğüs darlığından bahis vardır. Ayette sübut ve kararlılık ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbının kullanılmaması, bilakis hudûs manasına delalet eden ism-i fail kalıbının kullanılmasında bu inceliğe işaret bulunmaktadır. İç âlemi Allah tarafından genişletilmiş olan Hz. Peygamber geçici olarak göğüs daralması yaşamıştır. İsm-i fail kalıbının anlama etkisi, müşriklerin sıkıntıları ile Hz. Peygamberin göğsünün daralmasının kalıcı olmayıp geçici olduğunu ifade etmesidir. Bu ifadeyi sağlamak için sıfat-ı müşebbehe kalıbı kullanılmamış, ism-i fail kalıbı kullanılmıştır. (Hasan Duran, Kur’an-ı Kerîm’de Teceddüt ve Sübut Manası İçin Yapılan Udûl Çeşitleri)

Günün Mesajı

"Allah, bütün canlıları çeşitli yeteneklerle ve güçlerle donatarak yarattı. Özellikle de insanı, yeryüzündeki halifesi, temsilcisi olarak ortaya çıkardı. Ona analiz ve sentez yapabilme yeteneği, üretme ve kalkınma gücü, yeryüzünü değiştirebilme ve sosyal hayatın şartlarını geliştirme yeteneği bağışladı. Yalnız insan, besin maddelerini sağlarken kendisi bu maddelerin ve sentetik ürünlerin hiçbirini yaratmıyor. Sadece evrenin birikimlerinden yararlanarak yeni bileşimler meydana getiriyor. Bu evrensel birikimleri, çeşitli güçler ve enerjiler biçiminde yaratan yüce Allah’tır. İnsan, Allah’ın koyduğu evrensel yasalar yardımı ile bu evrenin bütün canlıların yararına açık olan çeşitli birikimlerini ve besin kaynaklarını hizmetine sunuyor. Bu tablo, O’nun yaratıklara ilişkin bilgisini akıl almaz ayrıntılar düzeyinde canlandıran bir tablodur. İnsan bu tabloyu, insana özgü hayal ile tasavvur etmeye kalkışınca ürpertiye kapılır, dehşetten tüyleri diken diken olur. (Fi Zilalil Kur’an)                                         

Allah’ın her şeye gücü yeterken altı aşamada yaratması; bizim için de planlı olmaya bir teşviktir. Bazı şeylerin zamana ihtiyacı vardır, aceleci olmamalıyız.
Arşın su üzerinde olması; her şeyin sudan yaratılmasına işarettir.                                                                                                                                                                                                                                                        9 ve 10. ayetler insanı tanıtır. İnsanların çoğu bu halleri taşır. O halde bu konularda dikkatli olalım, şükrümüzü hamdimizi tam olarak yapmaya gayret edelim.                                                                                                      11. ayette zikredilenler arasında olmaya çalışalım.

Sayfadan Gönüle Düşenler

“Derler ki, insanların çoğu olumsuz düşüncelere ve olumsuzluklara odaklanmaya bağımlıdır. Tek bir kelimeyle, sohbet neşesini yitirebilir. Tek bir anla, koca gün anlamını kaybedebilir. Tek bir hatayla, insanın doğruları hiçe sayılabilir. Tek bir hayır’la, verilen bütün evet’ler unutulabilir. Olumsuz anları hatırlamak, olumlu olanları hatırlamaktan daha kolaydır. Zorluklardan şikayet etmek, kolaylıklar için şükür etmekten daha kolaydır. İnsan, istediğine kavuştuğunda şükrü unutur, kaybettiğinde de nankörleşir. Kısacası; nefsin nazarında, bir yanlışın, üç doğruyu götürmesi daha muhtemeldir.”

Hoca öğrencilerine baktıktan sonra devam etti:

“Allah’ın yardımıyla, insan kendisini bu kısır döngüden kurtarabilir. Nefsini terbiye etmeye çalışarak, şükür etmekten üşendiklerinin kıymetini bilerek, dünyanın geçicilikten sonsuzluğa varan bir köprü olduğunu hatırlayarak, Rabbinden isteyerek, sabırla bekleyerek ve Rabbine güvenerek. Size ödev olsun: kendinize haftada bir gün seçin ve 15 dakika, o hafta içerisinde size elhamdulillah dedirten anlarınızı yazın. Böylelikle, algınız açılacak yani şükür sebepleriniz çoğalacak ve nankörlük ihtimalleriniz azalacak. Üzüldüğünüz, sinirlendiğiniz, sıkıldığınız ya da korktuğunuz anlar tabi ki olacak. Hem insan olduğumuz, hem de imtihan dünyasında yaşadığımız için. Ancak; Rabbinin rızasını uman kulun kalbinde, olumsuz anların etkisi kısadır çünkü o zor halleri Rabbine arzeden ve her halinde hamd edendir. Çirkinlikler içindeki güzelliği keşfedendir. Zorluklar içindeki rahmetle beslenendir. Köpek leşinin güzel dişlerine dikkat çeken Peygamber’in ümmetinden olma çabasındadır.”

Rabbim! Bizi azabından muhafaza buyur. İki cihanda da rızkımıza bereket ver. Kaybettiğimizde ya da kazandığımızda, rızana uygun şekilde davrananlardan olmamızda yar ve yardımcımız ol. Dünyalık herhangi bir hal içindeyken, kalbimizi bize daima hayrı hatırlatacak faziletlerle, etrafımızı da hayırlı insanlarla çevrele. Rabbim; daima Sana şükür edenlerden, yaşanan her şeyde hayır olduğuna inananlardan, kendisini Senin yolunda geliştirmeye çalışanlardan, nefsindeki hataları düzeltmek için çabalayanlardan ve her şeyin sonunda rızanı kazananlardan olmamızı nasip et.

 

Amin.

***

Başkaları hakkında konuşmaktan keyif alan ve onların çeşitli olaylar karşısında ne yapmaları gerektiğiyle ilgili anlamsız birçok fikre sahip olan dilini yakaladı:

“İçeriden çok dışarıya bakarsın. Belki de nefsin emrinden çıkıp beni de bir yabancı gibi görmeli ve davranışlarımı öyle değerlendirmelisin.” dedi.

Yapmak istemediği bir şey olduğu zaman bulunduğu uçtan, bulunması mümkün olmayan uca kadar değişken bahaneleri seslendiren dilini bırakmadı:

“Hareketlerdense konuşmaya önem verirsin. Belki de nefsin öncelikler listesini bir kenara koymalı ve aceleciliğine meydan okuyarak beklemeyi öğrenmelisin.” dedi.

Haklı olduğunu duymak, haklılığını ispatlamak veya sadece öyle hissetmek uğruna, döktüğü kelimelerin içeriğine aldırmayan dilini son kez uyardı:

“Haklı çıkmak da sudaki zeytinyağısın. Nefsani duyguların peşinden koşmak yerine, yüzünü kalbe çevirmeli ve biraz da susmanın keyfine varmalısın.” dedi.

Ey Allahım! Nefsimizin bilmiş tavırlarından, dilimizin yanlışı konuşmasından ve her ikisinin sebep olabileceği her türlü zarardan Sana sığınırız. Bizi başkalarını değerlendirmek yerine, nefsini hakkaniyetle muhakeme edenlerden ve Senin rızana uygun şekilde terbiye edenlerden eyle. Hakikati anlatanlardan, hatırlatanlardan ve yaşayanlardan eyle.

Ey Allahım! Hallerimizi güzel ahlak ile süsle. Dilimiz ile beraber diğer bütün uzuvlarımızı haramdan uzaklaştır ve bizi Sana itaat üzere yaşayan mütevazi salih kullarından eyle. Başkalarına ve kendimize zarar vermekten ve haksızlığa uğramaktan koru. Dünyalık heveslerdense; Senin zikrinle ve kelamınla meşgul olanlardan eyle. Yaşarken, ölürken ve dirilirken; hamd ile Seni ananlardan ve selamını işitenlerden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji