31 Aralık 2024
Hûd Sûresi 13-19 (222. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hûd Sûresi 13. Ayet

اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...


Yoksa “onu (Kur’an’ı) uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Allah’tan başka gücünüzün yettiklerini de (yardıma) çağırıp, siz de onun gibi uydurma on sûre getirin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 يَقُولُونَ diyorlar mı? ق و ل
3 افْتَرَاهُ onu kendisi uydurdu ف ر ي
4 قُلْ de ki ق و ل
5 فَأْتُوا getirin ا ت ي
6 بِعَشْرِ on (tane) ع ش ر
7 سُوَرٍ sure س و ر
8 مِثْلِهِ onun benzeri م ث ل
9 مُفْتَرَيَاتٍ uydurulmuş ف ر ي
10 وَادْعُوا ve çağırın د ع و
11 مَنِ
12 اسْتَطَعْتُمْ gücünüzyeteni ط و ع
13 مِنْ
14 دُونِ başka د و ن
15 اللَّهِ Allah’tan
16 إِنْ eğer
17 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
18 صَادِقِينَ doğru sözlü ص د ق
İnkârcılar Hz. Muhammed’in peygamber olduğuna inanmıyor, Kur’an’ın bir vahiy ürünü değil, kendisinin uydurduğu düzmece bir kitap olduğunu, ancak insanlar tarafından kabul edilmesi için Allah’tan gelen bir vahiy olarak ileri sürdüğünü iddia ediyorlardı. 13. âyet onların bu iddialarına cevap vermekte ve bir insanın böyle üstün meziyetlerle donatılmış bir kitabı getirmesinin mümkün olduğuna inanıyorlarsa, Allah’tan başka yardıma çağırabilecekleri yüksek düzeyli edip, şair ve benzeri kimseleri de çağırarak Kur’an’ın tamamının değil sadece on sûresinin benzerini getirmelerini istemek suretiyle onlara meydan okumaktadır. Bu miktar Yûnus sûresinin (10) 38. âyeti ile Bakara sûresinin 23. âyetinde bir sûreye kadar indirilmiş olmasına rağmen Arapça’yı en güzel bir şekilde kullanan müşrikler buna cesaret edemedikleri gibi bir âyetin benzerini dahi yapamamışlardır. 14. Âyette ise Hz. Peygamber’in, inkârcılara hitaben, “Eğer size cevap veremezlerse, biliniz ki Kur’an ancak Allah’ın ilminin eseri olarak indirilmiştir ve O’ndan başka tanrı yoktur” demesi emredilerek, Allah’tan başka hiçbir kimsenin böyle bir kitabı ortaya koyamayacağına işaret edilmekte ve Kur’an’ın Allah’ın ilmiyle indirildiği, ondan başka tanrı olmayıp böyle bir kitabın indirilmesinde hiçbir kimsenin katkısı bulunmadığı vurgulanmaktadır. Âyetin sonundaki “Artık teslimiyet gösterecek misiniz?” cümlesi de bütün bu olup bitenlerden sonra inkârcıların Kur’an’ın Allah kelâmı olduğuna inanmaları ve müslüman olmalarının gerektiğine dikkat çekmekte ve onları gerçeği kabule teşvik etmektedir. İnkârcılarsa Kur’an’ın bu meydan okumasına ilim ve fikirleriyle cevap vermekten âciz kaldıklarını görünce kılıçlarıyla karşılık vermeye kalkışmışlar, bu sebeple müslümanlarla aralarında birçok savaş meydana gelmiştir (Kur’an’ın meydan okuması konusunda bilgi için bk. Bakara 2/23).
 Bazı müfessirler 14. âyetin müslümanlara hitap ettiğini belirterek âyeti şöyle yorumlamışlardır: Eğer inkârcılar Kur’an sûrelerinin benzeri on sûreyi getiremezlerse, biliniz ki Kur’an Allah’ın ilminin eseri olarak indirilmiştir, beşer gücü böyle bir kitabı getirmekten âcizdir ve Allah’tan başka tanrı yoktur. Bu sebeple siz teslimiyet gösterip müslümanlığınızda sebat etmelisiniz. Çünkü siz her ne kadar inkârcıların aczi ortaya çıkmadan önce de müslüman idiyseniz de onların Kur’an’ın on sûresinin benzerini getirmekten âciz kalmaları sizin basiretinizi ve imanda sebatınızı daha da kuvvetlendirmiş olmalıdır (bk. Şevkânî, II, 552-553).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 155-156

عشر Aşera : Kelimenin iki anlamı vardır. Birincisi bildiğimiz adet olan on, ikincisi ise karışmak ve birleşmektir.Bu maddedeki asıl anlam; bir araya gelerek arkadaşlık etmektir. Bu açıdan onunla adet’e delalet eden türemişi (müştâkı) arasında bir teşâbüh (benzerlik) bulunur. الْعَشِير kelimesi, bu münasebetle ilgilidir ki o da arkadaşlık etmek ve bir araya gelmek demektir. Ve bu durumdaki herkesi kapsar. Karı koca, dost ve arkadaş gibi… الْعَشِيرَةُ cemaat olması itibarıyla müennestir yani sonundaki ة harfi mahzuf olan mevsuf’un çokluğuna delalet etmektedir.Yine aşiret kelimesi kayıtlanmadığında muaşeret ve arkadaşlık eden her yakını, arkadaşı ve dostu kapsar. المَعْشَر aslen ismi mekandır. İçinde musahabe (dostluk) bulunan topluluk için kullanılır. Sanki orası yakın ilişki kurma mahallidir. Bu yönüyle diğer topluluk isimlerinden ayrılır. العِشار Müfaale vezninde mastardır. İnsan ve hayvan topluluğunun muâşereti anlamındadır, kalıbı sebebiyle çokluk ifade eder. (Tahkik) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 27 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri aşiret, muaşeret, aşûre, öşür, aşar, maşeri ve işrettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)”

سور Severa : سَوْرٌ yükseğe sıçramaktır. Bu kelime öfke ve şarap içinde kullanılır. أسْوِرَةٌ kadın bileziği demektir, çoğulu أساوِرَةٌ dur. سُورَةٌ ise yüksek makam ve derecedir. سُورٌ da sur demektir. Bu anlamda Kuran sureleri demek; Kuran’ın, tıpkı surların şehrin etrafını çepeçevre kuşatması gibi sureleri çepeçevre kuşatmış çevrelemiş olmasındandır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 17 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sur ve sûredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ 

 

Fiil cümlesidir. اَمْ  munkatıadır. Yani  بَلْ  ve hemze manasındadır. يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  افْتَرٰيهُ ’dur. يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

افْتَرٰي  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَمْ: Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

افْتَرٰيهُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  فري ’dır.

İftial babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavl mukadder şart cümlesidir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlün bihi olup mahallen mansubdur. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن كنتم صادقين في ما تدّعون فأتوا بعشر (Eğer iddia ettiğinizde doğru sözlü iseniz onun gibi on sure getirin.) şeklindedir.

أْتُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِعَشْرِ car mecruru  فَأْتُوا  fiiline mütealliktir. سُوَرٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مِثْلِه۪  kelimesi  بِعَشْرِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُفْتَرَيَاتٍ  kelimesi  بِعَشْرِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ادْعُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  Müşterek ism-i mevsûl  مَنِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اسْتَطَعْتُمْ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اسْتَطَعْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ  car mecruru mahzuf aid zamirin mahzuf haline mütealliktir. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. صَادِق۪ينَ  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanırlar. Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. 

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

3 ile 10 arası sayıların temyizinde, önce sayı, sonra temyiz gelir. Sayı muzaf, temyiz muzafun ileyh olur. Muzafun harekesi cümledeki konumuna göre değişir. Muzafun ileyh daima mecrurdur. Bu yüzden sayı muzaf olduğu için cümledeki konumuna göre irabını alır, temyiz muzafun ileyh olduğu için daima mecrurdur. Temyiz çoğul ve belirsiz olur. Sayı ile temyiz cinsiyet yönünden birbirinin zıttı olur. (Temyiz çoğul olduğu için eril veya dişil olduğunu anlamak için tekiline bakılır.) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَطَعْتُمْ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’al babındandır. Sülâsî fiili   طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar. 

صَادِق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerredi  صدق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُفْتَرَيَاتٍ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i mef’ûludur.

اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَمْ  munkatı istifham harfi olup  بَلْ  ve hemze anlamındadır. Buradaki hemze inkârî manadadır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade eden  يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  افْتَرٰيهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

Bu ayet-i kerime Kur’an’daki tehaddi (meydan okuma) ayetlerinden biridir. Tehaddi fiilinin kökü olan  حدى  fiili deveyi şarkı söyleyerek yürütmek, tahrik etmek demektir. Bakara Suresi 24 ve Yunus Suresi 38 ayetleriyle iktibas vardır.

Ayetin sonunda zıddı zikredilen  افْتَرٰيهُۜ kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Ayetteki  افْتَرٰيهُ  kelimesindeki mef’ûl zamiri, bir önceki ayette geçen “sana vahy olunan şey” kısmına racidir.  Yani, "Şayet onlar, "sana vahyedilen bu şey uydurulmuştur" derlerse onlara, "haydi, isterse uydurulmuş, hakikatsiz sözler olsun, bunun gibi on sure getirin" de!.." demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli şart üslubunda gelmiştir. فَ  mahzuf şartın cevabına gelen rabıtadır. Takdiri, إن كنتم صادقين (Eğer doğru söylüyorsanız…) olan şart cümlesinin hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan  فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümle emir üslubunda olmasına rağmen korkutma, gözdağı verme, tehaddi anlamına gelmiştir. Amaç, muhatabın bu işi yapmaktan aciz kalacağını ifade etmektir. Dolayısıyla cümle mecâz-ı mürsel mürekkeptir. 

Geldi manasındaki  آتِي  fiili, بِ  harf-i ceri ile kullanıldığında getirdi manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.

Bazı fiiller mef’ûllerini harf-i cerlerle alırlar. Bu harfler fiilin manasına tesir eder. Bazı nahivcilerin görüşüne göre harf-i cerin fiile mana kazandırmasına tazmin denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muzâfun ileyh olan  سُوَرٍ  ‘deki nekrelik, muayyen olmayan nev ifade eder.

مِثْلِه۪  ve  مُفْتَرَيَاتٍ  kelimeleri, بِعَشْرِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Aynı üslupla gelerek şartın cevabına atıf harfi  وَ ’la atfedilen  وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

وَادْعُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنِ ’in sıla cümlesi olan  اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Veciz ifade kastına matuf  مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir. 

افْتَرٰيهُۜ - مُفْتَرَيَاتٍ  ve  يَقُولُونَ - قُلْ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's- sadr sanatları vardır.

مُفْتَرَيَاتٍ  ve  صَادِق۪ينَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ  [Allah’ın dışındaki gücü yetecekleri çağırın.] cümlesinden bunu yapmaya Allah’tan başka kimsenin gücünün yetmeyeceğini, buna ancak Allah’ın gücünün yeteceği de anlaşılmış olur.

Alimler, Kur'an'ın mucizliğinin hangi hususta olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları bunun, fesahatinde; bazıları üslubu; bazıları tenakuzun bulunmaması; bazıları, onun pek çok ilim ihtiva etmesi; bazıları sarf, bazıları gaybî haber kapsaması hususunda olduğunu söylemişlerdir. Bana ve ekser alimlere göre Kur'an'ın asıl îcaz vechi, onun fesahatidir. Bu görüşte olanlar, bu ayeti görüşlerinin doğruluğuna dair delil getirerek şöyle demişlerdir: “Kur'an'ın mucize olması şayet, ihtiva ettiği ilimlerin çokluğu yahut gaybdan haberler vermesi yahut da tenakuzun bulunmaması hususunda olsaydı o zaman Cenab-ı Hakk'ın  مُفْتَرَيَاتٍ  ifadesinin bir manası kalmazdı. Ama Kur'an'ın îcaz yönü onun fesahati olunca, bu lafzın kullanılmış olması doğru olur. Zira fasih olanın fesahati, söylediği ister doğru ister yalan olsun, onun sözüyle ortaya çıkar.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

Şart üslubundaki terkipte, nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu  اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  şeklindeki isim cümlesi, şart cümlesidir. 

Şartın, takdiri  فأتوا بسورة مثله … (... onun gibi bir sûre getirin.) olan cevabı, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları,Doktora Tezi)

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terkedilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

كَان ’nin haberi olan  صَادِق۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

افْتَرٰيهُۜ  ve  صَادِق۪ينَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Ayette, bir konuda kesin aklî delillerle konuşmak şeklinde tarif edilen mezheb-i kelamî sanatı vardır.

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in  birçok  suresinde aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

“Eğer onun uydurulmuş olduğu iddiasında doğru iseniz…” sözü, dinin ispatı hususunda mutlaka aklî ve naklî delillerin izah edilmesi gerektiğine delalet eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 
Hûd Sûresi 14. Ayet

فَاِلَّمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ وَاَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ  ...


Eğer size (bu konuda) cevap veremedilerse, bilin ki o (Kur’an) ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir ve O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Artık müslüman oluyor musunuz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِلَّمْ eğer
2 يَسْتَجِيبُوا cevap veremezlerse ج و ب
3 لَكُمْ size
4 فَاعْلَمُوا bilin ki ع ل م
5 أَنَّمَا doğrusu o
6 أُنْزِلَ indirilmiştir ن ز ل
7 بِعِلْمِ ilmiyle ع ل م
8 اللَّهِ Allah’ın
9 وَأَنْ ve şüphesiz
10 لَا yoktur
11 إِلَٰهَ ilah ا ل ه
12 إِلَّا başka
13 هُوَ O’ndan
14 فَهَلْ artık olur musunuz?
15 أَنْتُمْ size
16 مُسْلِمُونَ Müslüman س ل م

فَاِلَّمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ وَاَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ 

 

فَ  istînâfiyyedir. اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَسْتَج۪يبُوا  şart fiili olup, ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لَكُمْ  car mecruru  يَسْتَج۪يبُوا  fiiline mütealliktir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

اعْلَمُٓوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Bilmek anlamında kalp fiilidir.

اَنَّمَا, kâffe ve mekfufedir. Kâffe; “men eden, alıkoyan” anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.  اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ  cümlesi, اعْلَمُٓوا  fiilinin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur.

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  بِعِلْمِ  car mecruru naib-i failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, ملتبسا بعلم الله (Allah’ın ilmiyle kuşatıcıdır.) şeklindedir.  Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

و  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  أنه  şeklindedir. 

لَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harftir.  اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. اِلَّا  istisna harfidir.  لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri,  موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir. 

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman,  Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir.Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir. Müzekkerine > zamiruş şan (هُوَ – هُ) Müennesine > zamirul kıssa (هِيَ – هَا)

Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamiruş-şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker. Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hafifletilmiş olan  اَنْ  aynı  اَنَّ  gibi isim cümlesinin başına gelir. Fakat ismini hiçbir zaman açıkta göremeyiz. Çünkü ismini gizli bir zamir (zamiruş - şan) olarak alır.

Hafifletilmiş olan  اِنْ  cümle başında gelebileceği gibi, hafifletilmiş olan  اَنْ  cümle ortasında gelir.

Hafifletilmiş olan  اَنْ ’ in haberi devamlı cümle olur. Bu cümle isim veya fiil cümlesi olabilir. Edattan sonraki cümle isim veya çekimi yapılamayan (camid) bir fiilden oluşan fiil cümlesi ise, edatla arasında yabancı bir kelime bulunmaz. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُنْزِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

يَسْتَج۪يبُوا  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsisi, جوب ‘dir. 

Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar. 


فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إذا تبين لكم ذلك فهل أنتم مُسْلِمُونَ (Bu size apaçık olduğunda, siz artık Müslüman oluyor musunuz?) şeklindedir. 

İsim cümlesidir. هَلْ  emir manasında istifham harfidir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُسْلِمُونَ  haber olup, ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

هَلْ ; belâgi bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Buralarda hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâgi nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama  هَلْ  âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مُسْلِمُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan ifal babının ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاِلَّمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ وَاَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ

 

فَ , istînâfiyyedir. Şart üslubundaki terkipte  اِلَّمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ  cümlesi şarttır. Menfî muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Önceki ayetteki  قُلْ  hitabından sonra  لَكُمْ فَاعْلَمُٓوا  diyerek müfredden cemi muhatap sıygasına geçilerek iltifat yapılmıştır.

الِاسْتِجابَةُ ; İcabet etmektir. Buradaki  سْ  ve  تِ  tekid içindir. Yardım etmek ve yardım edilmek istenen konuyu göstermek manasında gelmiştir. Mecaz-ı mürseldir. Çünkü sosyal destek çoğu zaman yardım çağrısından kaynaklanır. Yardıma hazır olduğunda yardım çağrısına cevap vermeye  الِاسْتِجابَةُ  denmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

فَ  karinesiyle gelmiş cevap cümlesi olan  فَاعْلَمُٓوا اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ وَاَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlü yerindeki  اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ  cümlesine dahil olan اَنَّـمَٓا , kasr edatıdır. Kasrla tekid edilen sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

İki tekit hükmündeki kasr, fiille müteallıkı arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. اُنْزِلَ  maksûr/sıfat  بِعِلْمِ اللّٰهِ  maksûrun aleyh/mevsuftur. İndiriliş, Allah’ın ilmine hasredilmiştir.

اُنْزِلَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

فَاعْلَمُٓوا - بِعِلْمِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

Veciz ifade kastına matuf   بِعِلْمِ اللّٰهِ  izafetinde, عِلْمِ  kelimesinin Allah lafzına izafesi, ilmin şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

وَاَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  cümlesindeki  اَنْ, ismi hazfedilmiş, muhaffefe  اَنَّ ’dir. Masdar harfi  اَنَّ  ve akabindeki cümle masdar teviliyle  اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ  cümlesinin mahalline matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ‘nin haberi olan  لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ , cinsini nefyeden  لَٓا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Kasrla tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Munfasıl zamir هُوَ , cinsini nefyeden  لَاۤ ’nın ismi olan  اِلٰهَ ’nin mahallinden veya  لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır.

لَاۤ ’nın takdiri  موجود (vardır) olan haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَاۤ  ve  إِلَّا  ile oluşan kasr,  إِلَـٰهَ  ile  هُوَ  arasındadır. هُوَۚ  mevsûf/maksûrun aleyh,  اِلٰهَ  sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)  

Mütekellimin kendi iddiasını ispat etmek ve rakibinin iddiasını çürütmek için kelam ilmine nispet edilen kesin aklî delilleri kullanmasına el-mezhebü’l-kelâmî denilmiştir. Bu ayette de Allah Teâlâ aklî delillerle müşriklerin sözlerinin, düşüncelerinin batıl olduğunu ortaya koyuyor.

Eğer size cevap veremezlerse sözünün esas anlamı, yardıma çağırdıkları ne varsa yardımda aciz kalmışlardır, demektir.

قُلْ فَأْتُوا  [De ki: Öyleyse... getirin] ayeti ve ondan sonrasında hitap bir kişiye (Hz. Peygambere) yönelik olmakla birlikte  فَاِلَّمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ  [eğer... size cevap vermezlerse] ayetinde “sana” denilmeyişiyle ile ilgili olarak açıklama şöyledir: Bu ifade tekil olan muhataptan tazim ve tefhim kastı ile çoğula tahvil (iltifat) yapılmıştır. Nitekim başkan olana kimi zaman çoğul kipleri ile hitap edildiği de olur. Bununla birlikte “size” deki zamir ile  فَاعْلَمُٓوا  [bilin] deki zamir bütün herkese aittir. Herkes bilsin ki bu Kitap ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir, demektir. Bu Mücahid’in görüşüdür. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l- Kur’ân) 

Ayet önce peygamberimize hitapla başlıyor sonra eğer sana cevap vermezlerse yerine “size” şeklindeki çoğul zamire dönüyor. Bu iltifat üslubu Hz. Peygambere tazim içindir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

 

Fasılla gelen terkipte  فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade eden cevap cümlesi  فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen emir manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Takdiri, إذا تبين لكم ذلك  (Bu size apaçık olduğunda) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Müsned olan  مُسْلِمُونَ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

هَلْ , belâgi bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Buralarda hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâgi nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama  هَلْ  âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ [Artık Müslüman oluyor musunuz?] benzeri sorularda bulunan talep manası, gereğini yapmaya ve özrün kalmadığına tenbih olduğundan, gayet etkili bir davettir. (Beyzâvî, Envârü’t- Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

İlâhlarının cevap veremeyecekleri kesin iken, şüphe ifade eden şart cümlesinin kullanılmış olması, onlarla istihza etmek ve onların akıllarının son derece zayıf olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Hûd Sûresi 15. Ayet

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ف۪يهَا وَهُمْ ف۪يهَا لَا يُبْخَسُونَ  ...


Kim yalnız dünya hayatını ve onun zinetini isterse, biz onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamam öderiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kimler
2 كَانَ ك و ن
3 يُرِيدُ isterse ر و د
4 الْحَيَاةَ hayatını ح ي ي
5 الدُّنْيَا dünya د ن و
6 وَزِينَتَهَا ve süsünü ز ي ن
7 نُوَفِّ karşılıklarını tam veririz و ف ي
8 إِلَيْهِمْ onlara
9 أَعْمَالَهُمْ yaptıklarının ع م ل
10 فِيهَا orada
11 وَهُمْ ve onlara
12 فِيهَا orada
13 لَا
14 يُبْخَسُونَ bir noksanlık yapılmaz ب خ س
Allah Teâlâ –mümin olsun, kâfir olsun– insanların çalışmalarını karşılıksız bırakmaz. İnsanlar Allah’ın kendilerine lutfettiği yeteneklerini hangi alanda çalıştırıp geliştirirlerse Allah da o alanda çalışmalarının karşılığını verir. Nitekim Âl-i İmrân sûresinin 145. âyetinde, “Kim dünya nimetini isterse ondan kendisine veririz; kim âhiret nimetini isterse ona da ondan veririz; ve şükredenleri ödüllendireceğiz” buyurularak insanların emek ve dileklerinin zayi olmayacağı, yaptıklarının karşılığını dünyada ve âhirette alacakları bildirilmektedir. Ancak bu âyetlerden anlaşıldığına göre âhirete inanmayıp sadece dünya hayatını, onun zevklerini, sağlık, güven, bol rızık, nüfuz ve benzeri nimetlerini, ziynetini ve debdebesini isteyip de yeteneklerini yalnız bu yönde kullanan kimselere, Allah emeklerinin karşılığını dünyada eksiksiz olarak verecektir; fakat bunun âhirete faydası olmadığı için orada elde edecekleri sadece cehennem ateşidir, zira bunlar âhirete inanmamış ve oraya hazırlık yapmamışlardır; sadece dünya hayatı için yaptıkları çalışmalar, yatırım ve üretimlerse âhirette hiçbir değer ifade etmez. Âhireti hiçbir şekilde hesaba katmadan ne pahasına olursa olsun yalnızca dünya nimetlerini elde etmek için çalıştıklarından dolayı nasipleri sadece ateş olacaktır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 156-157

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ف۪يهَا وَهُمْ ف۪يهَا لَا يُبْخَسُونَ

 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart fiilidir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Mahallen meczumdur.  يُر۪يدُ  cümlesi, كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

يُر۪يدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  الْحَيٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الدُّنْيَا  kelimesi,  الْحَيٰوةَ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.  Maksur isimdir.

ز۪ينَتَهَا  atıf harfi و ’la makabline matuftur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  نُوَفِّ اِلَيْهِمْ  cümlesi şartın cevabıdır. 

نُوَفِّ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. اَعْمَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ف۪يهَا  car mecruru  نُوَفِّ  fiiline mütealliktir. 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamiri  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا  car mecruru  يُبْخَسُونَ  fiiline mütealliktir. لَا يُبْخَسُونَ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُبْخَسُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı M.Vecih Uzunoğlu)

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُر۪يدُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

نُوَفِّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  وفي ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ف۪يهَا وَهُمْ ف۪يهَا لَا يُبْخَسُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, şart üslubundadır. Şart cümlesi olan  مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا , isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

Şart ismi  مَنْ , mübteda, كان ’nin dahil olduğu  كَانَ يُر۪يدُ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا  şeklindeki isim cümlesi  مَنْ ’in haberidir. 

كان ’nin haberi olan  يُر۪يدُ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا  cümlesinin muzari fiil sıygasında gelmesi, hükmü takviye, hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

كَان ’nin haberi muzari olduğunda, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemlere ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s. 103) 

وَز۪ينَتَهَا , mef’ûl olan  الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا ‘ya tezayüf nedeniyle atfedilmiştir. Bu atıf umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةَ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ف۪يهَا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اِلَيْهِمْ  car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ  ile  اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ  ifadeleri arasında müfredden cemiye geçişte iltifat sanatı vardır. 

نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ف۪يهَا   [Amelleri tam olarak verilir] ifadesinde istiare sanatı vardır.  نُوَفِّ  fiili amellerin karşılığında Allah’ın takdirini hissetmek manasındadır. Aslında verilen ameller değil, bu amellerin karşılığıdır. Mübalağa ifade eden bu üslup, sebep-müsebbeb alakasıyla mecaz-ı mürseldir. 

“Amellerin karşılığı verilir.” manasında  نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ  [amelleri verilir] buyurulması, amellerin karşılığının tam olarak verildiğini ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

هُمْ ف۪يهَا لَا يُبْخَسُونَ  cümlesi, atıf harfi  وَ ’ la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır. 

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. هُمْ  mübteda, ف۪يهَا لَا يُبْخَسُونَ  cümlesi haberdir.

Haber olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir.  ف۪يهَا  car mecruru, durumun dünya ile ilgili olduğunu vurgulamak için, amili olan يُبْخَسُونَ ‘e takdim edilmiştir.

Müsnedin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır. 

يُبْخَسُونَ  ve  نُوَفِّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır. 

يُبْخَسُونَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. Kur'ân-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada istemek veya arzu etmekten murad sadece kalbî istek değil fakat bu sonuçları gerçekleştiren girişimlerdir. Yaptıklarından murad da herkesin yaptığı değildir. Zira herkes temenni ettiği, arzuladığı her şeye erişemez. Çünkü bu, hikmete mebni olan ilâhî iradeye bağlıdır.  (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Hûd Sûresi 16. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا النَّارُۘ وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا ف۪يهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...


İşte onlar, kendileri için âhirette ateşten başka bir şey olmayan kimselerdir. (Dünyada) yaptıkları şeyler, orada boşa gitmiştir. Zaten bütün yapmakta oldukları da boş şeylerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ bunlar
2 الَّذِينَ kimselerdir
3 لَيْسَ olmayan ل ي س
4 لَهُمْ kendileri için
5 فِي
6 الْاخِرَةِ ahirette ا خ ر
7 إِلَّا başka bir şey
8 النَّارُ ateşten ن و ر
9 وَحَبِطَ ve boşa gitmiştir ح ب ط
10 مَا
11 صَنَعُوا işledikleri ص ن ع
12 فِيهَا orada
13 وَبَاطِلٌ ve geçersizdir ب ط ل
14 مَا
15 كَانُوا oldukları ك و ن
16 يَعْمَلُونَ yapmakta ع م ل

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا النَّارُۘ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَيْسَ لَهُمْ  ‘ dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

لَيْسَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَهُمْ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru  النَّارُۘ ‘ın mahzuf haline mütealliktir. اِلَّا  hasr edatıdır. النَّارُ  kelimesi,  لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup damme ile merfûdur. 

لَيْس  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’ nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْاٰخِرَةِ  kelimesi, sülâsi mücerredi أخر  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا ف۪يهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَبِطَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مَا  ve masdar-ı müevvel fail olarak mahallen merfûdur. 

صَنَعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

ف۪يهَا  car mecruru  صَنَعُوا  fiiline mütealliktir. بَاطِلٌ مَا كَانُوا  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la  حَبِطَ  fiiline matuftur.

بَاطِلٌ  mukaddem haber olup damme ile merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا يَعْمَلُونَ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا  nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَعْمَلُونَ  cümlesi, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَعْمَلُونَ  fiili  ن ’un sübutuyla merfu muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur.

بَاطِلٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  بطل  olan fiilin ism-i failidir.

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا النَّارُۘ  وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا ف۪يهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh, işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tahkir ifade eder. 

Haberin ism-i mevsûlle marife olması sonraki habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.

Haber konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’ nin sıla cümlesi olan  لَيْسَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا النَّارُ , nakıs fiil  لَيْسَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

لَهُمْ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf olan mukaddem haberine mütealliktir.  النَّارُ  muahhar ismidir

اِلَّا النَّارُ  sözü, ahirette onlara verilecek ateşten başka bir şey yoktur manasında istisna-i müferrağdır. Bu, onların ebediyyen ateşte kalacaklarını gösterir. Bu da bize göre onların kâfir olduğuna delalet eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Şuarâ/113)

النَّارُ ‘nun mahzuf mukaddem haline müteallik olan  فِي الْاٰخِرَةِ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْاٰخِرَةِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü ahiret hayatı, içine birşey konulabilecek yapıda olmadığı halde zarfiyet özelliği olan bir mekana benzetilmiştir. Ahiret ve zarfiyyet özelliği taşıyan nesne arasındaki ortak özellik yani câmi’, mutlak irtibattır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. 

Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olarak gelmesi, sadece dünya hayatını amaç edinenleri tahkir etmek içindir. Cümle müstenefedir. Ancak ismi-i işaret, iki cümleyi birbirine bağlar ve ism-i işaretten önce zikredilen vasıfları temyiz için getirilir. İsm-i işarette, muşârun ileyhin bundan önce zikredilen sıfatlardan dolayı arkadan gelecek şeyleri hak ettiğine dair tenbih vardır. (أُولَئِكَ عَلى هُدًى مِن رَبِّهِمْ) şeklindeki Bakara/5 ayetinde olduğu gibi. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا ف۪يهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  cümlesi,  الَّذ۪ينَ ’nin sılasına atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  حَبِطَ  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  صَنَعُوا ف۪يهَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

… وَحَبِطَ مَا  cümlesine matuf olan  وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.  

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بَاطِلٌ , mukaddem haber, müşterek ism-i mevsûl  مَا  muahhar mübtedadır.

Muahhar mübteda konumundaki ism-i mevsûlün sılası olan  كَانُوا يَعْمَلُونَ  cümlesi, nakıs fiil  كاَن ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَعْمَلُونَ  cümlesi, كَانَ ’nin haberidir.

كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)

صَنَعُوا - يَعْمَلُونَ  ve  وَبَاطِلٌ - وَحَبِطَ  ve  الَّذ۪ينَ - مَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا  ve  وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ibareleri arasında gramer yapısı bakımından güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu  (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

Hûd Sûresi 17. Ayet

اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ مِنَ الْاَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُۚ فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ  ...


Rabbi katından açık bir delile dayanan kimse, yalnız dünyalık isteyen kimse gibi midir? Kaldı ki, bu delili Rabbinden bir şahit (Kur’an) ve bir de ondan (Kur’an’dan) önce bir önder ve bir rahmet olarak (indirilmiş olan) Mûsâ’nın kitabı (Tevrat) desteklemektedir. İşte bunlar ona (Kur’an’a) inanırlar. Gruplardan her kim onu inkâr ederse, ateş onun varacağı yerdir. Ondan hiç şüphen olmasın. Şüphesiz o, Rabbin tarafından (bildirilmiş) gerçektir. Fakat insanların çoğu inanmazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَمَنْ kimse gibi midir?
2 كَانَ olan ك و ن
3 عَلَىٰ üzere
4 بَيِّنَةٍ açık bir delil ب ي ن
5 مِنْ
6 رَبِّهِ Rabbinden ر ب ب
7 وَيَتْلُوهُ ve onu izleyen ت ل و
8 شَاهِدٌ bir şahit ش ه د
9 مِنْهُ O’nun tarafından
10 وَمِنْ ve
11 قَبْلِهِ ondan önce ق ب ل
12 كِتَابُ kitabı (elinde bulunan) ك ت ب
13 مُوسَىٰ Musa’nın
14 إِمَامًا bir rehber ا م م
15 وَرَحْمَةً ve rahmet olan ر ح م
16 أُولَٰئِكَ işte bunlar
17 يُؤْمِنُونَ iman ederler ا م ن
18 بِهِ ona
19 وَمَنْ ve kim
20 يَكْفُرْ inkar ederse ك ف ر
21 بِهِ onu
22 مِنَ
23 الْأَحْزَابِ topluluklardan ح ز ب
24 فَالنَّارُ ateştir ن و ر
25 مَوْعِدُهُ kendisine vaadedilen و ع د
26 فَلَا
27 تَكُ hiç olma ك و ن
28 فِي içinde
29 مِرْيَةٍ şüphe م ر ي
30 مِنْهُ bundan
31 إِنَّهُ şüphesiz bu
32 الْحَقُّ bir gerçektir ح ق ق
33 مِنْ -den
34 رَبِّكَ Rabbin- ر ب ب
35 وَلَٰكِنَّ ancak
36 أَكْثَرَ çoğu ك ث ر
37 النَّاسِ insanların ن و س
38 لَا
39 يُؤْمِنُونَ iman etmezler ا م ن
“Açık delil” diye tercüme ettiğimiz beyyine kelimesi, “gerçeği kanıtlayan kesin delil” anlamına gelir. Müfessirlerin bir kısmına göre buradaki beyyineden maksat, İslâm’ın hak din olduğuna dair kişinin, kendi varlığından, göklerin ve yerin yapısından ve kâinatın nizamından çıkardığı aklî delildir. Şahitten maksat vahyin ilâhî oluşunu ispat eden Kur’ân-ı Kerîm, Mûsâ’nın kitabından maksat ise Tevrat’tır. Âyetle ilgili farklı yorumları nakleden Râzî bu görüşü tercih eder (XVII, 201).
 Bazı müfessirlere göre ise açık delilden maksat Kur’ân-ı Kerîm, şahitten maksat da Cebrâil’dir. Buna göre âyet şöyle yorumlanır: İslâm’ın hak din olduğunu tebliğ eden Muhammed aleyhisselâmın elinde delil olarak Allah’ın indirdiği Kur’an bulunmakta, Cebrâil de şahit olarak bu Kur’an’ı Hz. Peygamber’e okumakta ve tasdik etmektedir. Mûsâ’nın kitabı Tevrat ise Hz. Muhammed’in peygamber olarak geleceğini müjdelemiş, vasıflarını anlatmıştır. Taberî bu âyetin yorumu ile ilgili farklı görüşleri verdikten sonra en uygun yorumun bu olduğunu belirtmektedir (XII, 14-17).
 “Çeşitli gruplar” şeklinde çevrilen ahzâb kelimesi, İslâm’a ve Kur’an’a veya genel olarak peygamberlere inanmayan grupları ifade ediyor. Nitekim başka bir âyette bu şekilde örgütlenerek Hz. Peygamber’e karşı savaşan topluluklardan “ahzâb” diye söz edildiği gibi (bk. Ahzâb 33/22), bunlardan bahseden 33. sûreye de “Ahzâb” adı verilmiştir. Bu gruplar yahudi ve hristiyanlar gibi kitabî bir dine mensup olanlardan meydana gelebileceği gibi putperest veya dinsizlerden de olabilir.
 Bu âyette, Kur’an’ın Hz. Peygamber tarafından uydurulmuş bir kitap olduğunu iddia eden ve sadece dünya hayatını tercih edip onun için çalışan inkârcılarla sağlam delillere dayanarak peygamberlere ve dine inananların eşit olmadığı ifade edilmektedir. Çünkü birinci grup Allah’ın varlığına, yaratıcılığına ve evrenin yöneticisi olduğuna, O’nun peygamberine, âhirette Allah huzurunda hesap vereceğine, sonunda ceza veya mükâfat göreceğine inanmış, dolayısıyla dünya ve âhiret saadetini kazanmış kimseler olduğu halde, diğer grup bu değerleri inkâr ederek sadece dünya nimet ve zevklerini elde etmeye gayret etmiş, yeteneklerini bu yönde kullanmış, âhirete inanmadığı için bu alanda hiçbir gayret göstermemiş, dolayısıyla ebedî azaba müstahak olmuş kimselerdir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 157-158
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:” Muhammed’in canını kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki , bu ümmetten bir Yahudi veya bir Hıristiyan beni duyup da benimle gönderilen şeylere iman etmeden ölürse o mutlaka cehennemliklerden olur.
(Müslim, Îman 240)

اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ 

 

İsim cümlesidir. Hemze istifham harfidir.  فَ  istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası   كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ  ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. Haber mahzuftur. Takdiri, كغيره، أو: كمن ليس كذلك  şeklindedir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  عَلٰى بَيِّنَةٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

مِنْ رَبِّه۪  car mecruru  بَيِّنَةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتْلُو  fiili و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. شَاهِدٌ  fail olup damme ile merfûdur. مِنْهُ  car mecruru  شَاهِدٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir.  مِنْ قَبْلِه۪  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  ه  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كِتَابُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. مُوسٰٓى  muzâfun ileyh olup, gayri munsarif olduğundan elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur. 

اِمَاماً  kelimesi  كِتَابُ ’nun hali olup fetha ile mansubdur. رَحْمَةً  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

شَاهِدٌ  kelimesi sülâsî mücerredi  شهد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ مِنَ الْاَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُۚ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يُؤْمِنُونَ  cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili  ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَكْفُرْ  şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  بِه۪  car mecruru يَكْفُرْ  fiiline mütealliktir. مِنَ الْاَحْزَابِ  car mecruru يَكْفُرْ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

لنَّارُ  mübteda olup damme ile merfûdur. مَوْعِدُهُ  haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ 

 

فَ  sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُ  nakıs, نَ ‘ un hazfıyla meczum muzari fiildir.  تَكُ ’un ismi müstetir olup takdiri  انت ’dir.  ف۪ي مِرْيَةٍ  car mecruru  تَكُ ’un mahzuf haberine mütealliktir.  مِنْهُ  car mecruru  مِرْيَةٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

تَكُ ’nün aslı  تَكُونَ ’dir. Cezm edatı  اِنْ ’den dolayı  نَ ’un harekesi hazfedilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için  و  hazf edilmiştir. İllet harfi  وَ ’a benzediğinden tahfif için  نْ  hazfedilmiştir. Böylece geriye  تَكُ  lafzı kalmıştır.


اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  الْحَقُّ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  الْحَقُّ ’nun mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَـٰكِنَّ  istidrak harfidir. لَـٰكِنَّ harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لَـٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder. 

أَكۡثَرَ  kelimesi  لٰكِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. ٱلنَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi, لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir. 

اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ 

 

فَ  istînâfiyye, hemze takriri istifham harfidir. Ayet, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takrirde; muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, kınama, azarlama ve takrir kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَنْ ’in, takdiri  كغيره (Ondan başkası gibi) olan haberi mahzuftur. 

İsm-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan,  كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪  cümlesi, nakıs fiil  كاَن ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَلٰى بَيِّنَةٍ ’in müteallakı olan  كَانَ ’nin haberinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

بَيِّنَةٍ ’deki nekrelik, tazim ifade eder.

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّه۪  izafetinde  ه۪  zamirinin Rab ismine izafesi, zamirin aid olduğu kişiye tazim ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

 وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘ la sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fail olan  شَاهِدٌ ’un nekre gelmesi tazim içindir.

مِنْ قَبْلِه۪  car-mecruru, شَاهِدٌ ‘e matuf olan  كِتَابُ مُوسٰٓى ‘nın mahzuf mukaddem haline mütealliktir. 

وَرَحْمَةًۜ , tezayüf nedeniyle كِتَابُ مُوسٰٓى ‘nın ikinci hali olan  اِمَاماً ‘e atfedilmiştir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

كِتَابُ - يَتْلُوهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette, Rabbinden bir delil üzere olanla, dünya hayatına talip kimsenin bir olamayacağı istifham sıygasıyla ifade edilmiştir. 

Ayet, ihlaslı her mümini içine alacak şekilde genel bir hükümdür. Bununla beraber, bundan murad Hz. Peygamberdir veya ehl-i kitaptan iman edenlerdir, şeklinde yorumlar da vardır.

Bazı alimlere göre burada sözü edilen delil, akıldır. Buna göre ayette, aklını gereği gibi kullanan kimse ile her şeyi dünya hayatından ibaret kabul edip fıtrata aykırı olarak inkâr yoluna sapan kimselerin bir olmadığı vurgulanmıştır. Üstelik insan doğru bir inanca sahip olma yolunda sadece aklıyla baş başa bırakılmayıp ilâhî vahiyle de desteklenmiştir. Ayetin devamı bunu nazara verir.


اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, uzağa mahsus ism-i işaretle marife olması ahirete inananların şanının yüceliğini vurgulamak ve onların durumuna gereken önemin verildiğini göstermek içindir.

Mübteda olan işaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olan  يُؤْمِنُونَ بِه۪  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Güvenli oldu, emniyette oldu anlamındaki  اٰمَن  fiilinin  بِ  harfi ile gelerek ‘iman etti’ manasında olması, tazmîn sanatıdır.

Bazı fiiller mef’ûllerini harf-i cerlerle alırlar. Bu harfler fiilin manasına tesir eder. Bazı nahivcilerin görüşüne göre harf-i cerin fiile mana kazandırmasına tazmin denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Ayetin sonunda müştakı zikredilen  يُؤْمِنُونَ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.


وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ مِنَ الْاَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُۚ 

 

Şart üslubundaki terkip, atıf harfi  وَ ’la  اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber cümlesinden inşâ cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Şart cümlesi olan  مَنْ يَكْفُرْ بِه۪ مِنَ الْاَحْزَابِ , isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.  مَنْ  şart ismi mübteda,   يَكْفُرْ بِه۪ مِنَ الْاَحْزَابِ  cümlesi, mübtedanın haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olması, hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

بِه۪  car-mecruru  يَكْفُرْ  fiiline  مِنَ الْاَحْزَابِ  car-mecruru ise, يَكْفُرْ  fiilinin failinden mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

الْاَحْزَابِ  kelimesi çoğul olarak Kur’an’da hep kâfirler hakkında kullanılmıştır.

يُؤْمِنُونَ - يَكْفُرْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

فَ  karinesiyle gelen  فَالنَّارُ مَوْعِدُهُ  şeklindeki cevap cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ 

 

Nehiy üslubunda talebî inşaî isnad olan cümle, mukadder istinafa  فَ  ile atfedilmiştir. Takdiri  تنبّه (Dikkat et…)  şeklindedir. 

Kur’ânın yalan olduğu değil de Kur’ânın yalan olduğundan şüphelenme yasaklanmıştır. Çünkü bu konuda şüphelenmenin yasak olması, Kurânın yalan olduğunun da yasaklığını ifade eder. Burada müşriklerin Kur'an'ın batıl olduğuna kesin kanaat getirmelerinin daha kınanacak ve iğrenç olduğu iması vardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

كَان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي مِرْيَةٍ ’in müteallakı olan  كَان ’nin haberi, mahzuftur.

كَان ’li olumsuz sigalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî,Safvetü’t Tefâsir 3/79)

مِرْيَةٍ ’deki nekrelik, kıllet ve nev ifade eder. “Hiç bir şüphe” anlamındadır. Olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder.

ف۪ي مِرْيَةٍ  ibaresindeki  فٖي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. فٖي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla şüphe, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  فٖي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü şüphe hakiki manada zarfiyeye yani  içine girilmeye müsait değildir. Ancak kalpteki tereddüdü etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

Onun resul olarak geldiği konusunda bu zikredilenlerden sonra herhangi bir kişide onun risaletinin doğruluğu hakkında herhangi bir şüphe kalmış mıdır? Bunun için arkadan  فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ  [Öyleyse ondan hiçbir kuşku içinde olma!] sözü,  تكن  kelimesindeki  ن  harfinin hazfıyla  تك  şeklinde gelmiştir. Böylece kelimenin aslında bulunan  ن  harfi gibi “sendeki şüphe gitsin” manasını  taşımıştır.

Bu yasaklama ile nefsteki şüphenin kaybolması, kelimede hazf olan  ن  harfi ile birleşerek, hak olduğu manasını yerleştirmiş ve ardından,  اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ  [Muhakkak ki o, senin Rabbinden hakkın ta kendisidir. (Hud Suresi /17)]  buyurulmuştur. Bundan sonra da her zihne şüphenin arız olacağı göz önünde tutularak, insan tabiatının böyle olduğu söylenerek insanlardan çoğunun inanmadığı ifade edilmiştir. Bunun için her türlü ayet ve bütün deliller getirilse de insanların çoğu iman etmez. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 3, s. 63)

مِرْيَةٍ  kelimesinin kökü  مرى  fiilidir. Asıl olarak sağmak için dişi devenin memelerini temizlemek demektir. Bir işte şüpheye düşmek demektir. Şek kelimesinden daha özeldir. (Rağıb el-İsfehani, Müfredât)


 اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife olması kasr ifadesinin yanında bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtir. O, hak olmaya tahsis edilmiştir. هُ  mevsûf/maksûr, الْحَقُّ  sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

الْحَقُّ  kelimesinin marifeliği; hak cinsinin Kur’âna kasrını ifade eder. Kur’ândaki hakkın, cins özelliğinin kemalinde mübalağa ifade eder. Adeta ondan başka hak yoktur.  حاتِمٌ الجَوادُ. (Cömert olan sadece Hâtim’dir) sözünde olduğu gibi. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  رَبِّ ’de tecrîd sanatı vardır.

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rab ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.

مِنْ رَبِّكَ  car-mecruru, الْحَقُّ ‘nın mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مِرْيَةٍ  -  الْحَقُّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ

 

Ayetin son cümlesi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

لٰكِنَّ ‘nin ismi olan  اَكْثَرَ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağaya işaret etmiştir.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يُؤْمِنُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır.

Cümleye dahil olan istidrak harfi, kasr ifade etmiştir. Kasr, لٰكِنَّ ‘nin ismi ile haberi arasındadır. اَكْثَرَ النَّاسِ  mevsûf/maksûr, لَا يُؤْمِنُونَ  sıfat/maksûrun aleyh olur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474) 

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüzü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

لَا يُؤْمِنُونَ -  يُؤْمِنُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesiyle  اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Hûd Sûresi 18. Ayet

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُعْرَضُونَ عَلٰى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْاَشْهَادُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلٰى رَبِّهِمْۚ اَلَا لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ  ...


Kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir? İşte bunlar, Rablerine arz edilecekler ve şâhitler de, “Rablerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır” diyeceklerdir. Biliniz ki, Allah’ın lâneti zalimler üzerinedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ kim olabilir?
2 أَظْلَمُ daha zalim ظ ل م
3 مِمَّنِ kimseden
4 افْتَرَىٰ uyduran ف ر ي
5 عَلَى karşı
6 اللَّهِ Allah’a
7 كَذِبًا yalan ك ذ ب
8 أُولَٰئِكَ bunlar
9 يُعْرَضُونَ sunulurlar ع ر ض
10 عَلَىٰ üzerine
11 رَبِّهِمْ Rabblerine ر ب ب
12 وَيَقُولُ ve derler ق و ل
13 الْأَشْهَادُ şahitler ش ه د
14 هَٰؤُلَاءِ işte bunlardır
15 الَّذِينَ kimseler
16 كَذَبُوا yalan söyleyen(ler) ك ذ ب
17 عَلَىٰ karşı
18 رَبِّهِمْ Rabblerine ر ب ب
19 أَلَا haberiniz olsun
20 لَعْنَةُ laneti ل ع ن
21 اللَّهِ Allah’ın
22 عَلَى üzerinedir
23 الظَّالِمِينَ zalimlerin ظ ل م
Buradaki soru 13. âyette ifade edildiği üzere, “Muhammed Kur’an’ı kendi uydurup Allah’a nisbet ediyor” diyenlere bir reddiye mahiyetinde olup, Allah’a karşı böyle bir isnatta bulunmanın en büyük haksızlık olduğuna, Hz. Peygamber’in böyle bir haksızlık yapmasının mümkün olmadığına işaret eder. İşte bu zalimler âhirette Allah’ın huzuruna çıkarılacaklar ve dünyada işledikleri zulmün hesabını vereceklerdir. O zaman şahitler yani melekler, peygamberler, âlimler, sâlih müminler (krş. en-Nahl 16/84; en-Nisâ 4/41, Şevkânî, II, 556-557; Reşîd Rızâ, XII,) bunların Allah’a karşı yalan uydurup iftira ettiklerine dair şahitlik edecekler ve bunların Allah’ın lânetine uğramalarını isteyeceklerdir. Çünkü bunlar yukarıda anlatılan suçları yanında, insanları Allah yolundan alıkoymaya, bu dosdoğru yolu eğri büğrü göstermeye çalışan ve âhireti inkâr eden kimselerdir. Bu iki âyet-i kerîme, Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu reddetmeye kalkışan, insanların Kur’an’ı ve onun ilkelerini benimsemelerine engel olan; malî, bedenî, ilmî, siyasî, sosyal ve psikolojik gücünü Kur’an’a karşı kullanıp inkâr edilmesini sağlamak için onunla ilgili şüpheler uyandırmaya, onu zaafa uğratmaya ve zararlı göstermeye çalışan kimselerin zalim olduklarını, bu sebeple Allah’ın lânetini hak ettiklerini, yani O’nun rahmetinden mahrum kaldıklarını ifade eder.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 159-160
Resûl-i Ekrem’in haber verdiğine göre, Allah Teâlâ kıyamet gününde diğer insanlara göstermeden mü’mine günahlarını bir bir hatırlatacak, o da suçlarını itiraf edecek, artık tamamen mahvolduğunu düşündüğü bir sırada Cenâb-ı Mevlâ ona “ Günahlarını dünya da başkalarından gizlediğim gibi, bugün de hepsini bağışladım” buyuracak ve ona iyiliklerinin yazılı olduğu defter verilecek; sıra kâfirlere ve münafıklara gelince, bütün insanların huzurunda onlara: “ Rab’lerine iftirada bulunanlar işte bunlardır; Allah’ın laneti zâlimlerin üzerine olsun” denecektir.
(Buhâri, Mezâlim 2, Tefsir 11/4; Müslim , Tevbe 52).

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. مَنْ  istifhâm ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. اَظْلَمُ  haber olup damme ile merfûdur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  اَظْلَمُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

افْتَرٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  افْتَرٰى  fiiline mütealliktir. الْكَذِبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

افْتَرٰى  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  فري ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اَظْلَمُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اُو۬لٰٓئِكَ يُعْرَضُونَ عَلٰى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْاَشْهَادُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلٰى رَبِّهِمْۚ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يُعْرَضُونَ  cümlesi,mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُعْرَضُونَ  fiili  ن 'un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Muttasıl zamir çoğul و ’ı naib-i faili olarak mahallen merfûdur. عَلٰى رَبِّهِمْ  car mecruru  يُعْرَضُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَقُولُ  damme ile merfû muzari fiildir. الْاَشْهَادُ  fail olup damme ile merfûdur. Mekulü’l- kavli, هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا ’dir.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

İşaret ismi  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ   haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَذَبُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَذَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰى رَبِّهِمْ  car mecruru  كَذَبُوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   

 

 

 

 اَلَا لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ

 

İsim cümlesidir. اَلَا  tenbih harfidir. لَعْنَةُ  mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلَى الظَّالِم۪ينَ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallik olup, cer alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

اَلَا ; Konuşmacı dinleyenlerin dikkatini çekmek,onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır.Onun için bu edata istiftah ve tembih edatı denilmiştir.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

مَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnad olup, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formundadır.

İstifham ismi  مَنْ , mübteda konumundadır. İnkârî manadadır.

Müsned olan  اَظْلَمُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Ayetin sonunda müştakı zikredilen  اَظْلَمُ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , başındaki harf-i cerle  اَظْلَمُ ‘ya mütealliktir. Sılası olan  افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

Önceki ayetteki Rab isminden lafza-ı celâle geçişte iltifat sanatı vardır. 

Mef’ûl olan  كَذِباً ‘deki nekrelik, nev ve tahkir ifade eder.

Ayetteki istifham, Allah’a yalan iftira etmekle zulmeden bu kişilerin başına gelecek felaketi haber veren büyük bir tehdit, tevbih ve inkâri anlamda mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَنْ  lafzının tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

افْتَرٰى - كَذِباً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin bu cümlesinde  اَظْلَمُ [daha zalim] deniyorsa da burada her “zalimden daha zalim” manası kastedilir. Nitekim daha sonra “Şüphesiz ki onlar, ahirette en çok zarara uğrayanların ta kendileridir.” buyrulur ki bu ifade o manayı teyid eder. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


 اُو۬لٰٓئِكَ يُعْرَضُونَ عَلٰى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْاَشْهَادُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلٰى رَبِّهِمْۚ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mübteda olan işaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olan  يُعْرَضُونَ عَلٰى رَبِّهِمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olması, hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُعْرَضُونَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. Kur'ân-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanmıştır. Allah ve Rab isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Önceki cümledeki lafza-ı celâlden Rab ismine geçişte iltifat sanatı vardır. Veciz ifade kastına matuf  رَبِّهِمْۚ  izafetinde Rab isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak ve muzâfun ileyhin tahkiri vardır.

Rab isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

Ayette  يُعْرَضُونَ  fiilinin  عَلَى  harf-i ceriyle müteaddi olması, iradenin hazır olduğunu ifade eder ve Allah’ın onlar üzerindeki kudretine imada bulunur. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Burada  عَلٰى رَبِّهِمْ [Rabblerine] denmesi, onların Allah'tan başkalarını rab edinmelerinin batıllığına işaret eder. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)  

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَيَقُولُ الْاَشْهَادُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلٰى رَبِّهِمْۚ  cümlesi, takdiri  فيهم (Onların içinde) olan mukadder rabıtayla  يُعْرَضُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلٰى رَبِّهِمْۚ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip tahkir etmek içindir. 

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur. Müsned konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  ‘nin sılası olan  كَذَبُوا عَلٰى رَبِّهِمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

Zamir makamında  رَبِّهِمْ  lafzının  onların inkarlarının batıllığını ve kötülüğünü vurgulamak için tekrarlanmasında ıtnab, iltifat ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

اُو۬لٰٓئِكَ - هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  ve  كَذِباًۜ - كَذَبُوا  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


اَلَا لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başına gelen tenbih edatı  اَلَٓا , devamında gelecek söze dikkat çekmiş ve cümleyi tekid etmiştir.

Tenbih harfi  اَلَا  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَلَٓا : Kelamın başında gelen, lam ve hemze harfinden mürekkep tenbih harfidir.

Müsnedün ileyh az sözle çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir.

Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. عَلَى الظَّالِم۪ينَ ’nin müteallakı olan haber mahzuftur.

لَعْنَةُ اللّٰهِ  izafeti, lafza-i celâle muzâf olan  لَعْنَ ’ye tazim ifade eder. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Önceki cümledeki Rab isminden lafza-ı celâle geçişte iltifat sanatı vardır.

Bahsi geçenlerin bu cümlede zamir makamında  الظَّالِم۪ينَۙ  şeklinde zahir olarak zikredilmesi, dine düşmanlık ederek küfretmenin zulüm olduğuna dikkat çekmek için yapılmış iltifat ve ıtnâb sanatıdır. Zulüm, bir şeyi hakkı olmayan bir başka yere koyarak kendi nefsini ebedi azaba maruz bırakmak demektir.

عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ  ifadesindeki istila manası taşıyan عَلَيْ  harfinde istiare vardır. Çünkü istila; mülazemet gerektirir. Lanet, o kimseleri tamamen kaplamış gibi ifade edilmiştir. Sanki zalimleri sarıp sarmalamıştır. Mülazemet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. 

الظَّالِم۪ينَۙ - اَظْلَمُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَلَا  tahdîd (teşvik) ilişkisi kurar. Fiilin teşvik yoluyla ve şiddetli bir şekilde yerine getirilmesini talep eder. Arz için kullanıldığında ise fiilin yumuşak bir biçimde yapılmasının istenmesidir. Diğer tahdîd edatlarındaki özelliğe sahip olup tevbih ve tendim ifade etmez. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

اَلَا , tenbih için kullanılır. Kendinden sonraki ifadenin tahkikini gösterir. Zemahşerî: Bu yüzden kendisinden sonraki kasem manasında olabilecek kelimelerle başlayan cümleler gelir, isim cümlesine olduğu kadar fiil cümlesine de dahil olur, der. (Suyuti, İtkan, c. 1, s. 414) 

اَلَا لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَ  cümlesi şahitliğin son sözleridir. Tenbih harfiyle başlaması, teşhir makamına uygun olmuştur. Haber onları tahkir ve ayıplama şeklinde dua şeklinde kullanılmıştır. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Hûd Sûresi 19. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ  ...


Onlar (halkı) Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri ve çelişkili göstermek isteyen kimselerdir. Hem de onlar ahireti inkâr edenlerin ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar
2 يَصُدُّونَ alıkoyar ص د د
3 عَنْ
4 سَبِيلِ yolundan س ب ل
5 اللَّهِ Allah’ın
6 وَيَبْغُونَهَا ve onda ararlar ب غ ي
7 عِوَجًا çarpıklık ع و ج
8 وَهُمْ ve onlar (ararlar)
9 بِالْاخِرَةِ ahireti ا خ ر
10 هُمْ onlar
11 كَافِرُونَ inkar edenlerdir ك ف ر

اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ 

 

İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, هم  şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ  ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَصُدُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَنْ سَب۪يلِ  car mecruru  يَصُدُّونَ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَبْغُونَهَا عِوَجاً  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la sıla cümlesine matuftur.

يَبْغُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı  fail olarak mahallen merfûdur.  Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عِوَجاً  hal olup fetha ile mansubdur. Ayetteki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  ‘nin irabı hakkında birkaç vech vardır. 

Bunlar; a-)Önceki ayette geçen  الظَّالِم۪ينَۙ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. b-) Önceki ayette geçen  الَّذ۪ينَ ‘den bedel olarak mahallen merfûdur. c-) Mahzuf fiilin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, أذمّ  şeklindedir.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. بِالْاٰخِرَةِ  car mecruru  كَافِرُونَ ’ye mütealliktir. Munfasıl zamir  هُمْ  birinciyi tekid etmek içindir. كَافِرُونَ  haberi olup, ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Te’kid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Te’kide “tevkid” de denilir. Te’kid eden kelimeye veya cümleye “te’kid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, te’kid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. Te’kid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Te’kid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır. 

Lafzi te’kid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile te’kid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden te’kid müekkede uyar.Ayette lafzın tekidi şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لْاٰخِرَةِ  kelimesi sülâsî mücerredi  أخر  olan fiilin ism-i failidir.

كَافِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ

 

İstinafiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَلَّذ۪ينَ , takdiri  هُمْ  olan mahzuf mübtedanın haberidir. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sıla cümlesi olan  يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedn ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder.

Veciz ifade kastına matuf  سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafetinde Allah ismine muzâf olan  سَب۪يلِ , şan ve şeref kazanmıştır. عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ  car-mecruru, يَصُدُّونَ  fiiline mütealliktir.

يَصُدُّونَ عَنْ  ibaresinde istiare vardır. İnkâr etmek, uzaklaşmaya benzetilmiştir. 

سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare sanatı vardır. Yol anlamındaki  سَب۪يلِ  kelimesi din manasında müstear olmuştur. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazfedilmiş müsteârun minh kalmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Aynı üslupta gelen  وَيَبْغُونَهَا عِوَجاً  cümlesi sılaya  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Hal konumundaki  عِوَجاً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

وَيَبْغُونَهَا عِوَجاً  sözünde de istiare vardır. Çünkü Allah’ın yolu, onun dini demektir. Buna göre dinde sapma noktaları ararlar sözü “Açık ve boş noktalar bulmaya çalışırlar.”, “O doğru değil eğri büğrü bir yoldur.” diye şüpheler vehmettirirler demektir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

“Allah yolu”ndan murad, Allah’ın dini ve Resulüne ittibadır. Onların Allah yolunda eğrilik aramaları birtakım şüpheler ileri sürerek Allah yolunu eğri göstermek istemeleri veya insanlara Allah yolunu eğri bir yol olarak sunmaya çalışmalarıdır.(Beyzâvî,Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Ayetin son cümlesi olan  وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ , sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  بِالْاٰخِرَةِ, amili olan  كَافِرُونَ ’ ye, önemine binaen takdim edilmiştir.

Munfasıl zamir  هُمْ, öncekini tekit için tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  كَافِرُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ  sözünde, isim cümlesi yoluyla küfürlerinin sübut ve temekkün ettiği ifade edilmiştir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)     

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)

Günün Mesajı

Burada inkârla ilgili olarak “bile bile” tabirinin sebebi şudur: Küfür, bir şeyi örtmek demektir; bu bakımdan, tohumu toprakla örttüğünden dolayı çiftçiye kâfir denir. Dolayısıyla küfür, nefsani arzular, dünyevi menfaatler, ön yargı, şartlanmışlık, yanlış bakış açısına sahip olma, kötü niyet, kibir ve zulüm gibi faktörlerin tesiri altında herhangi bir iman esasını bile bile reddetmek, inkâr etmek demektir.

İkinci olarak, bir insanın kâfir olması için ona imani gerçeklerin tebliğ edilmiş olması veya en azından onlardan haberdar olup araştırma yapabileceği bir konumda bulunması gereklidir. Tebliğ, belâğ kökünden gelir ki, o da imani gerçekleri kişilere, akıllarının ikna olacağı, neticede nefisleri ve vicdanlarıyla başbaşa kalarak iman ile küfür arasında serbest tercih yapabilecekleri noktaya kadar anlatmak, iletmek manâsınadır.

İşte, Kur'ân-ı Kerim'in haklarında kâfir hükmü vererek ebedi Cehennem azabıyla tehdit ettiği kimseler, öncelikle, iman hakikatlerinin kendilerine akıllarını ikna edecek, neticede nefisleri ve vicdanlarıyla başbaşa kalıp tercihlerini yapacakları ölçüde ulaştırıldığı veya bu hakikatlerden haberdar olup, onları araştırabilecek konumda bulunan fakat yine yukarıda anılan faktörlerin tesiri altında inkâr içinde kalmakta ısrar edenlerdir.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Ey Kur’an-ı Kerim’in sahibi olan Allahım!
Halimin;
Sadece dünyalıklara sahip olmak için çalışırken, ahiretini kendi elleriyle boşa çıkaranların,
Aklını faydasız meselelere yorarken, kurtuluş vesilesi ilimlerinden uzak kalanların,
Çok okuyan bilinirken, Kelamındaki hakikatleri kavrayamanların ya da gözü ayetlerine değmeyenlerin,
Her işe vakti yeterken, ibadetlerini önemsemeyenlerin,
Başkalarının ne dediklerine ve ne düşündüklerine değer verirken, Senin sınırlarını aşmaktan çekinmeyenlerin,
Daha iyisini bildiğini iddia ederek, kendisinde Senin emirlerinden uzaklaşma ve yasaklarına yaklaşma hakkı görenlerin,
Zamanın popüler düşüncelerine kapılarak, emir ve yasaklarından taviz verenlerin ve rızandan uzaklaşanların,
Şaşıranların ve şaşırtanların hallerine benzemesinden ve gönlümün onları ve amellerini sevmesinden koru.

 

Ey yeri ve gökleri, dünya ve ahiret hayatını yaratan Allahım! Yüzümü nereye dönersem döneyim, Seni hatırlayayım. Nereye gidersem gideyim, alametlerinden ibret alayım. Kiminle görüşürsem görüşeyim, hakkı konuşayım. Ne kadar seversem seveyim, batıl olan her şeyden uzak durayım. Ne kadar istersem isteyeyim, verdiğine ve vermediğine rıza göstereyim. Ne kadar zorlanırsam zorlanayım, yalnız Senin rızan için emirlerine itaat edeyim. Ne işle meşgul olursam olayım, rızanı gözeteyim. Vesveseler ne yalanlar fısıldarsa fısıldasın, tövbe edeyim. Hangi halin içine girersem gireyim, Sana sığınayım. Sevgine ve rahmetine mazhar olayım. Dünya imtihanını kolaylıkla, başarıyla ve huzurla atlatayım. Cennet kapısına, merhametinle ve meleklerinle beraber varayım. Sevdiklerine ve sevdiklerime kavuşayım. Sana kavuşayım Allahım. Sana kavuşan kullarından olayım.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji