1 Ocak 2025
Hûd Sûresi 20-28 (223. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hûd Sûresi 20. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَۢ يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُۜ مَا كَانُوا يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ  ...


Onlar yeryüzünde (Allah’ı) âciz bırakabilecek değillerdir. Onların Allah’tan başka sığınabilecekleri bir yardımcıları da yoktur. Azap onlar için kat kat artırılacaktır. Çünkü onlar (gerçekleri) işitmeğe tahammül edemiyorlar, hem de görmüyorlardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ onlar
2 لَمْ
3 يَكُونُوا değillerdir ك و ن
4 مُعْجِزِينَ aciz bırakacak ع ج ز
5 فِي
6 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
7 وَمَا yoktur
8 كَانَ ك و ن
9 لَهُمْ onların
10 مِنْ
11 دُونِ başka د و ن
12 اللَّهِ Allah’tan
13 مِنْ
14 أَوْلِيَاءَ dostları و ل ي
15 يُضَاعَفُ kat kat artırılır ض ع ف
16 لَهُمُ onlar için
17 الْعَذَابُ azab ع ذ ب
18 مَا
19 كَانُوا onlar ك و ن
20 يَسْتَطِيعُونَ güç yetiremezlerdi ط و ع
21 السَّمْعَ işitmeye س م ع
22 وَمَا ve
23 كَانُوا onlar ك و ن
24 يُبْصِرُونَ göremezlerdi ب ص ر
Allah’a ve âhiret gününe inanmadıkları için insanları Allah yolundan alıkoymaya çalışanlar bilmelidirler ki Allah yeryüzünde onları cezalandırmaktan âciz değildir; O’nun hikmeti suçluları dünyada iken cezalandırmayı gerektiriyorsa bunu yapar; bu hususta kimse Allah’ı âciz bırakamaz; onların velileri, destekçileri, hâsılı hiçbir güç ve kudret bunu engelleyemez. Ancak O’nun hikmeti suçluların tövbe edip Allah’a yönelmeleri için cezalarının ertelenmesini gerektiriyorsa erteler, bunu da kimse engelleyemez. Ama onlar inkârcılıkta ısrar eder, dünyada Kur’an’a kulak vermez ve İslâm’ın gerçek bir din olduğuna dair aklî ve naklî delilleri görmezlikten gelirlerse imtihan gereği dünyada serbest bırakılabilirler. Yüce Allah dünyada iyilik yaparak âhirete gelenlere iyiliklerinin karşılığı olarak lutfundan kat kat sevap vereceğini, kötülük yaparak gelenlere ise kötülüklerine denk ceza vereceğini bildirmektedir (bk. En‘âm 6/160). 21 ve 22. âyetler böylelerinin –gerçeği inkâr etmeleri ve Allah’ı bırakıp putlara tapmaları sebebiyle– kendilerine yazık ettiklerini ve âhirette görecekleri ceza bakımından en çok ziyana uğrayanların bunlar olduklarını, kendilerini Allah’a yaklaştıracağına inandıkları putlarının da kaybolup gideceğini ve hiçbir işe yaramayacağını haber vermektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 160

اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَمْ يَكُونُوا  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  

يَكُونُوا  nakıs,  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. يَكُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. مُعْجِز۪ينَ  kelimesi  يَكُونُوا ’nun haberi olup, nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  مُعْجِز۪ينَ ’ye mütealliktir.

فِي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır -mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُعْجِز۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَۢ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُمْ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مِنْ دُونِ  car mecruru  اَوْلِيَٓاءَ ’nin mahzuf haline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir. اَوْلِيَٓاءَ  lafzen mecrur,  كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.  Sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdûde olan isimlerden ve sıyga-i müntehel cumû’ (çoğul kalıbındaki isimler) e girdiği için cer almamıştır.Gayri munsariftir.

مِنْ  nefî, nehîy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M.Meral Çörtü Nahiv s.341 )

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُۜ

 

Fiil cümlesidir.  يُضَاعَفُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir. لَهُمُ  car mecruru  يُضَاعَفُ  fiiline mütealliktir.  الْعَذَابُ  naib-i fail olup damme ile merfûdur.

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman,  Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُضَاعَفُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi  ضعف ’dur.

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

  مَا كَانُوا يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ 

 

 

İsim cümlesidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانُوا  nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak, mahallen merfûdur. يَسْتَط۪يعُونَ  cümlesi, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يَسْتَط۪يعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. السَّمْعَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı M.Vecih Uzunoğlu)

يَسْتَط۪يعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانُوا  nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. يُبْصِرُونَ  cümlesi,  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يُبْصِرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

مَا كَانُوا يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ ; bu metnin  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi veya hal cümlesi olması da caizdir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

يُبْصِرُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  بصر ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.

اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَۢ

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh, işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tahkir ifade eder. 

İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olan  لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ  cümlesi, menfi muzari nakıs fiil  كَانَ nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ  [Yeryüzünde aciz bırakıcı değillerdir.] ifadesi aslında gelecek zamanla ilgilidir. Ama  لَنْ  yerine, muzariyi maziye çeviren  لَمْ  edatı gelmiş ve mazi fiil gelecek ifadesi için kullanılmıştır. Kesinlik ifade eder. 

فِي الْاَرْضِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْاَرْضِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  yeryüzü, içine birşey konulabilecek yapıda olmadığı halde zarfiyet özelliği olan bir nesneye benzetilmiştir. الْاَرْضِ ve zarfiyyet özelliği taşıyan nesne arasındaki ortak özellik yani câmi’, mutlak irtibattır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. 

Vahidî şöyle demiştir: “Î'caz kelimesinin manası, maksadı gerçekleştirmekten men etmektir. Arapçada, ‘Beni maksadımdan alıkoydu.’ manasında  اَعْجَزَنِى فُلَانٌ  denir.” O halde ayetteki,  مُعْجِزٖينَ فِى الْاَرْضِ  deyiminin manası şöyle olur: “Onların, bizim azabımızdan kaçıp kurtulmaları mümkün değildir. Zira kulun, Allah'ın azabından kaçması imkânsızdır. Çünkü Cenab-ı Hak, bütün mümkünata kādirdir. O'nun kudreti uzaklık, yakınlık, güçlülük ve zayıflık ile değişmez.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)     

Makabline  وَ ‘la atfedilen  وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَۢ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Menfî nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ  car mecruru,  كَانَ ’ nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.

Tekit ifade eden zaid  مِنْ  harfinin dahil olduğu  اَوْلِيَٓاءَۢ , muahhar ismidir.

 مِنْ دُونِ اللّٰهِ  car-mecruru, اَوْلِيَٓاءَۢ ‘nin mahzuf mukaddem haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin Allah'tan gayrı ve Allah ile beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.


 يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُۜ

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olması, hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لَهُمُ  car-mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için, naib-i fail olan  الْعَذَابُ ’ya takdim edilmiştir.

يُضَاعَفُ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. Kur'ân-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

ضَاعَف  zıt anlamlı kelimelerdendir. Hem zayıf hem de kat kat manasındadır.

يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُ  cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ikinci haberi olması da caizdir.  لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ  cümlesi de birinci haberdir. Eğer bu cümle  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin hal cümlesi ise o zaman  يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُ  cümlesi birinci haberdir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 


 مَا كَانُوا يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ  وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اَوْلِيَٓاءَۢ  kelimesinden hal cümlesi olması da caizdir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

Menfî nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ  cümlesi, كَانَ ‘nin haberidir. 

Müsnedin muzari fiil cümlesi olması, hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)

 

Burada  السَّمْعَ ; işitmekten murad kabul etmektir. İşitmek kabul etmeye sebep olarak mecaz yoluyla zikredilmiştir. Sebebiyet alakası ile mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Sâmerrâî, Yüce Allah’ın, “işitme”yi Hud ayetinde  السَّمْعَ  şeklinde marife; Kehf ayetinde ise  سَمْعاً۟  şeklinde nekre olarak zikrettiğini belirtmektedir. Ona göre Hud ayetinde, kelamın bir kısmına yani Allah’ın dinine kulağını tıkayan ama bunun dışındaki sözlere kulak veren kimselerden söz edilmektedir. Dolayısıyla burada marife olarak gelen “işitme”, bizatihi istenmeyen “işitme”dir. 

Bu cümle, azabın kat kat olmasının illetini beyan eder. (Ebüssuûd,İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Aynı üslupta gelen  وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ  cümlesi makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Menfî nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

“Onların azabı kat kat olacaktır. Çünkü onlar hem hakkı duymaya tahammül edemiyor hem de görmüyorlardı.”

Kur’an'ı anlamak için duymak ve dinlemek lazımdır. Kur’an’ı telakki etmenin (anlamanın) yolu budur. Fakat onların Kur’an'a karşı anlayışsızlıkları, kabulü görmeye bağlı ayetleri kabulden çok daha şiddetlidir. Bunun içindir ki birincinin nefyinde mübalağa edilmiş, başka bir deyişle işitme kudreti mübalağa ile nefyedilmiştir. Oysa görme kuvvetinin nefyinde mübalağa edilmemiştir.

Onlar dahilde ve hariçte yaratılmış olan Allah'ın ayetlerinden kör oldukları için hakkı görecek değillerdir.

Ayette dört cümlede  كَان  nakıs fiilinin nefiy sıygasıyla gelmiş olması dikkat çekicidir. Bu, onların geçmişteki hallerinin ve bundan sonraki hallerinin değişmeden böyle devam edeceğini ve kesin olduğunu belirtir.

كَانَ  -  كَانُوا  -  يَكُونُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

مَا كَانُوا ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يُبْصِرُونَ - السَّمْعَ  ve  مُعْجِز۪ينَ - يَسْتَط۪يعُونَ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Kur'ân'da işitme duyusu, çoğunlukla alîm (bilir) kelimesiyle fiiliyle bazen de basar (görme) ile birlikte gelmiştir. 

ٱلسَّمْعَ  kelimesinin kökü olan  سمع  duymak-işitmek anlamındadır. Ayetlerde isim olarak kullanılmıştır.

ٱلْأَبْصَٰرَ  kelimesinin kökü olan  بصر  görme yetisi anlamındadır. Ayetlerde çoğul olarak kullanılmıştır. 

ٱلْأَفْـِٔدَةَ  kelimesinin kökü فاد (kalp, gönül) anlamındadır. Kuran’da bu kelime gerçek kalp olarak geçmez. İdrak etme yetisi, düşünme yetisi, bilinçlenme anlamındadır. Ayetlerde çoğul olarak kullanılmıştır.

Çok ilginç şekilde tüm Kur'ân’da ‘ٱلسَّمْعَ وَٱلْأَبْصَٰرَ وَٱلْأَفْـِٔدَةَ’ tamlaması 4 yerde geçer ve hep aynı sıra ile buyurulur: İşitme-Görme-İdrak etme.

Ayetlerde insanın yaratılışına ayrıca işaret vardır. 

Modern bilimin son yıllarda yapmış olduğu çalışmalar göstermiştir ki; İnsanın yaratılış esnasında işitme, görme ve idrak etme yetilerinin gelişim sırası Yüce Allah’ın ayetlerde belirttiği sıraya uygundur.

İnsanın ilk olarak işitme yetisi gelişir, daha sonra görme yetisi ve en sonunda idrak etme-düşünme yetisi gelişir.

https://kuranmucizeler.com/insanin-yaratilisindaki-mucizevi-sira-isitme-gorme-ve-idrak-etme-gonuller

Hûd Sûresi 21. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ  ...


İşte bunlar, kendilerini ziyana uğratan kimselerdir. Uydurmakta oldukları şeyler de kendilerini yüz üstü bırakıp kaybolup gitmiştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ işte onlar
2 الَّذِينَ kimselerdir
3 خَسِرُوا zarara sokan(lardır) خ س ر
4 أَنْفُسَهُمْ kendilerini ن ف س
5 وَضَلَّ ve kaybolmuştur ض ل ل
6 عَنْهُمْ yanlarından
7 مَا şeyler
8 كَانُوا ك و ن
9 يَفْتَرُونَ uydurdukları ف ر ي

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  خَسِرُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.

خَسِرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْفُسَهُمْ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَنْهُمْ  car mecruru  ضَلَّ  fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  كَانُوا يَفْتَرُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانُوا  nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَفْتَرُونَ۟  cümlesi,  كَانُوا ’un haberi olarak mahallen mansubdur. 

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı M.Vecih Uzunoğlu)

يَفْتَرُونَ۟  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَفْتَرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındandır. Sülâsîsi  فري ’dir.

İftiâl babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ  وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

18. ayetteki  أُولَئِكَ يُعْرَضُونَ عَلى رَبِّهِمْ ’deki  اُو۬لٰٓئِكَ  için ikinci tekiddir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenleri tahkir içindir.

Haber konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ  cümlesi , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması bilinen kişileri tahkir amacına matuftur.

خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ  cümlesinde istiare sanatı vardır. خسرا , aslında satılık eşyanın fiyatındaki düşüklüktür. İnsana değil mala özgüdür. Bu kişilerin nefisleri sahip oldukları eşya konumuna konarak kendilerine zarar verdikleri ifade edilmiştir. Cehennem azabıyla cezalandırılmaları, telef olmuş eşya hükmünde olmuştur. 

وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la sıla cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur  عَنْهُمْ, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.  

ضَلَّ  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sıla cümlesi olan  كَانُوا يَفْتَرُونَ , nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

كان ’nin haberi olan  يَفْتَرُونَ  ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ  cümlesinde istiare sanatı vardır. Yapmış oldukları iftiralar  ضَلَّ  fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. İftiranın, bir şahıs gibi uzaklaşmış olması, yaptıklarının kötülüğünü ve haksızlığını vurgulamaktadır. Onların Allah’ın dini hakkında birtakım şüpheler ileri sürerek, batıl gösterme çabalarının hiçbir işe yaramadığı anlamındadır. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

Hûd Sûresi 22. Ayet

لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ  ...


Şüphesiz bunlar ahirette en çok ziyana uğrayanlardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا yok
2 جَرَمَ şüphe ج ر م
3 أَنَّهُمْ onlar
4 فِي
5 الْاخِرَةِ ahirette ا خ ر
6 هُمُ onlar
7 الْأَخْسَرُونَ en fazla zararlı çıkanlardır خ س ر

لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ

 

İsim cümlesidir. لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. 

جَرَمَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebni, mahallen mansubdur. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  في  veya  من  harf-i ceriyle  لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

هُمْ  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru  الْاَخْسَرُونَ ’ye mütealliktir.  هُمُ  fasıl zamiridir.  الْاَخْسَرُونَ  kelimesi, اَنَّ  ‘nin haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Veya munfasıl zamiri  هُمُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْاَخْسَرُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  و ’dır. 

Zamiru’l Fasl (Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخْسَرُونَ  ismi tafdil kalıbındandır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cinsini nefyeden  لَا ’nın dahil olduğu ve sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَا ’nın haberi mahzuftur.

لَا جَرَمَ  hiç kuşkusuz, şüphesiz, kesinlikle manalarındadır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ  ile tekid edilmiş  اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ  cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen  في  veya  من  harf-i ceriyle  لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir.  فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru, ihtimam için, amili olan  الْاَخْسَرُونَ ‘ye takdim edilmiştir.

فِي الْاٰخِرَةِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen  الْاٰخِرَةِ , mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf kullanılmıştır. Çünkü ahiret, zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Camî, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

İsm-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade eden  الْاَخْسَرُونَ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberidir. Müsnedin  ال  takısı ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğuna işaret etmiştir.

 هُمُ , kasr ifade eden fasıl zamiridir.  هُمُ  maksûr/mevsûf,  الْاَخْسَرُونَ  maksurun aleyh/sıfat, olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat, iddiaî kasrdır.Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. Onlar hüsranda son noktaya ulaşmışlardır. Sanki onlardan başka hüsranda olan yoktur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

هُمُ الْاَخْسَرُونَ  cümlesinde istiare sanatı vardır. خسرا , aslında satılık eşyanın fiyatındaki düşüklüktür. İnsana değil mala özgüdür. Bu kişiler, sahip olunan eşya konumuna konulmuştur. Azapla cezalandırılma, eşyanın telef olmasına, değersizleşmesine benzetilmiştir.

Onların menfaat umdukları bir zamanda başlarına bir zarar gelmiştir. Bu halleri, kâr etmek istediği halde zarara uğrayan tacirlere benzer. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

هُمْ  zamirinin tekrarı hüsrana uğrayanların onlar olduğunu vurgulamak içindir. Ayrıca bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı  tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Zeccâc şöyle der:  لَا  edatı, onların, fayda vereceğini sandıkları şeyin, nefyini (olumsuzluğunu) ifade eder.  جَرَمَ  kelimesi ise “fiili kazanmak” manasındadır. Buna göre bunun manası, “Bu onlara fayda vermez. Bu fiili kesbetmek, kazanmak da onlara fayda vermez. Hem dünyada hem de ahirette zarar onların başınadır.” şeklinde olur.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)  

Bu ayetler, daha önce geçen, Rabbin’den bir açık delil üzerinde olanlarla yalnız dünya hayatını isteyenlerin eşit olmayacakları gerçeğini en mükemmel şekilde açıklar. Çünkü onlar, en büyük zalimlerdir ve en çok zarara uğrayanlardır. O halde onların diğer zalimler ve zarardakilerle bir olmaları mümkün değildir. Nerde kaldı ki onlar, kemalin en yüksek derecelerinde bulunanlarla bir olsunlar. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Hûd Sûresi 23. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَخْبَتُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْۙ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  ...


İman edip, salih ameller işleyen ve Rablerine gönülden bağlananlara gelince, işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz ki
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا iman eden(ler) ا م ن
4 وَعَمِلُوا ve işleyenler ع م ل
5 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
6 وَأَخْبَتُوا ve gönülden boyun eğenler خ ب ت
7 إِلَىٰ
8 رَبِّهِمْ Rabblerine ر ب ب
9 أُولَٰئِكَ işte onlar
10 أَصْحَابُ ehlidirler ص ح ب
11 الْجَنَّةِ cennet ج ن ن
12 هُمْ onlar
13 فِيهَا orada
14 خَالِدُونَ kalıcıdırlar خ ل د
Kâfirlerin durumu görme ve işitme duyularından mahrum kimselerin, müminlerin durumu da gören ve işiten kimselerin durumuna benzetilmektedir. Bunlar gerçekleri görme, işitme, anlama, kabullenme ve faydalanma hususunda eşit olamayacakları gibi gerek Kur’an’dan gerekse evrendeki kevnî âyetlerden faydalanma, ibret alma ve doğru yolu bulma hususunda da eşit değillerdir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 160-161

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَخْبَتُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْۙ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  آمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

آمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخْبَتُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰى رَبِّهِمْ  car mecruru  اَخْبَتُٓوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَخْبَتُٓوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  خبت ’dir. 

آمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.


 اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

Cümle, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ  haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْجَنَّةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ  cümlesi,  اَصْحَابُ  ’nun hali olarak mahallen mansubdur. Veya  اُو۬لٰٓئِكَ  ‘nin ikinci haberidir.

İsim cümlesidir.  هُمْ  munfasıl zamiri mübteda olarak mahallen merfûdur.  فٖيهَا  car mecruru  خَالِدُونَ ‘ye mütealliktir. خَالِدُونَ  haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَالِدُونَ  kelimesi sülâsî mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَخْبَتُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْۙ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

Ayet, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  الَّذ۪ينَ  ism-i mevsûlü müsnedün ileyh,  اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ  cümlesi müsneddir.

الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

اِنَّ ’nin isminin mevsûlle marife olması, bahsi geçen kişilere tazim ifade etmesinin yanında sonradan gelecek haberin önemini vurgular.

Akabindeki aynı formda gelen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  ve  اَخْبَتُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْۙ  cümleleri sılaya matuftur. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّهِمْۙ  izafetinde Rab isminin muzaf olmasıyla  هِمْۙ  zamirinin ait olduğu kişiler şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Önceki ayetteki Allah isminden bu ayetteki Rab ismine geçişte iltifat sanatı vardır.

عملوا الصالحات  ibaresinin aslı  عَمِلُوا الأعمال الصالحات  şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcâz-ı hazif sanatıdır.  

Mevzu bahis kimselerin özelliklerinin, iman etmek, salih amel yapmak ve rablerine boyun eğmek şeklinde sayılması taksim sanatıdır. 

اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberidir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tazim ifadesinin yanında işaret edilenin önemini belirterek, cennet ehlinin derecesinin yüksekliğine işaret eder. Ayrıca tecessüm ifade eder.

Müsned olan  اَصْحَابُ الْجَنَّةِ ‘nin, izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir. 

Haberin marife olması kasr ifade etmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Onlar cennet ashabı olmaya tahsis edilmişlerdir. اُو۬لٰٓئِكَ  mevsûf/maksûr, اَصْحَابُ الْجَنَّةِ  sıfat/maksûrun aleyh olur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

اَصْحَابُ الْجَنَّةِ  [Cennet ashabı] ifadesinde istiare vardır. Cennette kalış arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

اَصْحَابُ الْجَنَّةِ  [Cennet ashabı] ibaresindeki  اَصْحَابُ  kelimesinin kökü  صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmak şeklinde Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir.  

اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ  ifadesi bize arkadaşlarımızı iyi seçmemiz gerektiğini hatırlatır.

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  cümlesi, اَصْحَابُ  ’nun halidir. Hal cümlesinin و ’sız gelmesi, onların cennette kalışlarının, hâl-i müekkide olduğunu ifade eden ıtnâb sanatıdır. Yani bu onların sabit bir vasfıdır.  Îgâl, yani tekid ve mübalağayı arttırmak için gelmiş bir cümledir.

Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kastedildiği, mesela: هذا اخوك عطوف ''bu, çok şefkatli kardeşindir'' cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman ''و '' sız gelir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur  ف۪يهَا , amili olan  خَالِدُونَ ‘ye takdim edilmiştir. 

خَالِدُونَ  lafzı, ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

İsm-i fail, mef’ûl ve masdar zamandan bağımsızdır. خَالِدُونَ  aslında uzun bir zaman dilimi demektir ama daha çok, çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir. 

“Birden fazla lafza ait medlûlleri, bir tek hükümde birleştirmektir.” şeklinde tarif edilen cem’ sanatının örneği olan bu ayette, iman edenler, ameli salihler ve rablerine yönelenler cennet ashabı olmak hükmünde cem’ edilmiştir.

ف۪يهَا  ibaresinde cennete ait zamire dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  cennet, kapalı bir mekana benzetilmiştir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. 

Onların cennet halkı olması ve ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesi taksim sanatıdır.

Haberî isnad formunda gelen ayet, tenşîd (harekete geçirme) kastı taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum arz etmiştir. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bil ki Allah Teâlâ, kâfirlerin cezasından ve zarar-ziyan içinde olduklarından bahsedince, bunun peşinden müminlerden bahsetmiştir.

خ  harfi ile  إخْبات  kelimesi, huşû ve tevazu demek olup, düz ve engin yer manasına gelen,  خَبْتٌ  kelimesinden alınmıştır. “Gizli oldu” manasında,  خَبَتَ ذِكْرُهُ  “zikri (adı) gizli kaldı” denilir. Bundan dolayı  اَخْبَتَ  “düz ve engin yere girdi” demektir. Nitekim Arapçada, Necid tarafına gidenlere  اَنْجَدَ , Tihâme'ye gidenlere de  اَتْهَمَ  denir. “Rabbine yönelen ve O'nda mutmain olan.” manasında da muhbit denilir.  خْبَتَ  fiili, hem  إلى  hem de  ل  harf-i cerleriyle müteaddi olur. Bundan dolayı biz,  اَخْبَتَ فُلَانٌ اِلَى كَذَا  dediğimizde, “Falanca falancaya bağlandı.” manasına gelir. Ama  اَخْبَتَ لَهُ  dediğimizde, “O, ona boyun eğdi.” manasına gelir. Bunu iyice kavradığında biz deriz ki: Ayetteki,  اِنَّ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  [iman edip de güzel ameller yapanlar…] buyruğu, bütün salih amellere;  وَاَخْبَتُوا اِلٰى رَبِّهِمْ  [huşû ve tevazuyla Rablerine bağlananlar] ifadesi de o amellerin, ahirette insana ancak kalbinin hallerine göre fayda vereceğine bir işarettir. Biz,  إخْبات  kelimesini “itmînân” manasında tefsir edersek o zaman bundan maksat “Onların kalpleri, ibadetleri eda ederken Allah'ın zikri ile itminan bulmuştur ve onlar Allah'tan başkasına iltifat etmekten tamamen uzak olarak Allah'a ibadet ederler.” şeklinde olur. Yahut da şöyle denilebilir: “Onların kalpleri, Allah'ın vadettiği sevap ve azap hususunda Allah'ın doğruluğuna mutmain (kesin inanır) vaziyettedir.” Fakat biz, إخْبات 'ı, huşû manasına alırsak ayet, “Onlar, kusurlu ve eksik bir şekilde ifa etmekten korkarak salih amellerini yaparlar.” manasına gelir. Daha sonra Cenab-ı Allah, kendilerinde bu üç sıfat bulunan kimselerin, cennetlik olduklarını ve onların cennette ebedi kalacaklarını beyan buyurmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Hûd Sûresi 24. Ayet

مَثَلُ الْفَر۪يقَيْنِ كَالْاَعْمٰى وَالْاَصَمِّ وَالْبَص۪يرِ وَالسَّم۪يعِۜ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاًۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ۟  ...


Bu iki zümrenin durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların durumları hiç birbirlerine denk olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَثَلُ durumu م ث ل
2 الْفَرِيقَيْنِ iki topluluğun ف ر ق
3 كَالْأَعْمَىٰ körün durumu gibidir ع م ي
4 وَالْأَصَمِّ ve sağırın ص م م
5 وَالْبَصِيرِ ve görenin ب ص ر
6 وَالسَّمِيعِ ve işitenin س م ع
7 هَلْ midir?
8 يَسْتَوِيَانِ ikisi eşit س و ي
9 مَثَلًا durumları م ث ل
10 أَفَلَا
11 تَذَكَّرُونَ İbret almıyor musunuz? ذ ك ر

مَثَلُ الْفَر۪يقَيْنِ كَالْاَعْمٰى وَالْاَصَمِّ وَالْبَص۪يرِ وَالسَّم۪يعِۜ 

 

İsim cümlesidir.  مَثَلُ  mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْفَر۪يقَيْنِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  ي  ile mecrurdur. كَالْاَعْمٰى  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallik olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Muzâf hazfedilmiştir. takdiri, كمثل الأعمى  şeklindedir. Maksûr isimdir. 

وَالْاَصَمِّ وَالْبَص۪يرِ  kelimeleri, atıf harfi  وَ ’la  الْاَعْمٰى ’ya matuf olup, kesra ile mecrurdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, مثل البصير  şeklindedir. السَّم۪يعِ  atıf harfi  وَ ’la  الْاَعْمٰى ’ya matuf olup kesra ile mecrurdur.

Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere elif-i maksûre denir.  اَلْفَتَى - اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْبَص۪يرِ  -  السَّم۪يعِ  -  الْاَصَمِّ  sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاًۜ

 

Fiil cümlesidir. هَلْ  istifham harfidir.  يَسْتَوِيَانِ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. مَثَلاً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez. Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Ayette melhuz mümeyyez şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْتَوِيَانِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  سوي ’dir. 

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

اَفَلَا تَذَكَّرُونَ۟

 

Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. Cümle mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. Takdiri;  أجهلتم فلا تذكّرون  (Bilmiyor musunuz, yoksa düşünmüyor musunuz?) şeklindedir. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَذَكَّرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تَذَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  ذكر ’dir. Aslı تتَذَكَّرُونَ  şeklindedir.  تَ  harflerinden biri hazf edilmiştir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

مَثَلُ الْفَر۪يقَيْنِ كَالْاَعْمٰى وَالْاَصَمِّ وَالْبَص۪يرِ وَالسَّم۪يعِۜ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  مَثَلُ الْفَر۪يقَيْنِ  ’nin haberi mahzuftur. Teşbih harfinin dahil olduğu car mecrur  كَالْاَعْمٰى  bu mahzuf habere mütealliktir.

Müsnedün ileyhin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi içindir. 

Burada iç içe geçmiş iki teşbih vardır. Önce müşebbehler sonra da sırasıyla müşebbehün bihler zikredilmiştir. Müşebbehler bir tarafta, müşebbehün bihler diğer tarafta toplandığı için teşbih-i melfuf adını almıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Yüce Allah’ın kâfirler grubunu körlere ve sağırlara, müminler grubunu da görenlere ve işitenlere benzettiği bu ayette teşbih edatı (ك) mevcut, fakat vech-i şebeh mahzuf olduğu için mürsel ve mücmel bir teşbih vardır. Beyzâvî, teşbihin hazfedilmiş olan benzetme yönünü (vech-i şebeh) takdir eder ve ardından bu teşbihin iki şekilde anlaşılabileceğini şu şekilde beyan eder: Burada kâfirin durumu Allah’ın ayetlerini görmezden gelme açısından körün durumuna, Allah’ın ayetlerini duymama ve manalarını düşünmeme açısından sağırın durumuna benzetilmişken müminin durumu ise (Allah’ın ayetlerini) gören ve (onları) işiten kimsenin durumuna benzetilmiş olabilir. Çünkü bu ikisinin durumları birbirine zıttır. Bu durumda her biri iki sıfat itibari ile iki şeye benzetilmiş olur (Yani kâfir köre veya sağıra, mümin de görene veya duyana benzetilir). Ya da kâfir hem kör hem sağıra, mümin ise hem gören hem de duyana benzetilmiş olabilir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Kelam teşbihtir. Teşbih edatı olan  ك  harfi olduğu için istiare değildir. Müfred teşbihtir, mürekkeb değildir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

مَثَلُ الْفَر۪يقَيْنِ كَالْاَعْمٰى وَالْاَصَمِّ وَالْبَص۪يرِ وَالسَّم۪يعِۜ  [Bu iki zümrenin meseli, kör ve sağır ile gören ve işitenler gibidir. İki fırkanın halleri arasındaki aklî tezattan sonra burada hissî tezat belirtiliyor. Mesel / misal, kelimesinin işaret ettiği manaya, Kâfirlerin duymamak ve görmemek ile vasıflandırılmalarına en uygun açıklamaya göre; Birinci fırka, körlük ve sağırlıkla malûl olana, İkinci fırka da, görme ve duyma duyularına sahip kimseye teşbih ediliyor. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l - Akli’s-Selîm)

Bu ayetteki “الْبَص۪يرِ (gören)” ve “السَّم۪يعِ (işiten)” ile de Allah'ın “Rabbinin açık bir delili üzerinde bulunan” diye nitelediği kimseler kastedilmiştir, demişlerdir. Bil ki bu teşbihdeki vech-i şebeh (benzeme yönü) şudur: Allah Teâlâ, insanı beden ve ruhtan yaratmıştır. Bedenin gözü ve kulağı olduğu gibi ruh cevherinin de gözü ve kulağı vardır. Nitekim bedendeki göz ve kulak kör ve sağır olduğunda, hiçbir işine yol bulamaz vaziyette, şaşkın, hatta karanlığın derinliklerinde, yolunu bulacağı hiçbir ışık görmez, hiçbir ses işitmez halde yolunu şaşırmış kimse gibi sapmış ve saptırmış cahil kimsenin de kalbi kör ve sağır olur. Dolayısıyla da dalaletin karanlıklarında şaşkın ve çaresiz kalakalır. Daha sonra Cenab-ı Hak, bu körlüğün ve sağırlığın tedavisinin mümkün olduğuna dikkat çekmek için,  اَفَلَا تَذَكَّرُونَ “Hâlâ iyi düşünmeyecek misiniz?” buyurmuştur. Bu körlük ve sağırlığın sebep olduğu zararın tedavisi mümkün olunca insanın elinden geldiğince o tedavi için gayret sarf etmesi gerekir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb) 

Beyzâvî, Allah Teâlâ’nın bu ayet-i kerimede kâfirler grubunu körlere ve sağırlara, müminler grubunu da görenlere ve işitenlere benzettiğini, bunun da leff ü neşr ve tıbâk sanatlarından olduğunu ifade eder. 

Burada önce kâfirlerin durumunu vasfetmek üzere kör ve sağır lafızlarının, ardından da müminlerin durumunu anlatmak üzere gören ve işiten lafızlarının zikredilmesi, önceki ayetlerde de ilk olarak kâfirlerin daha sonra da müminlerin hali zikredildiği içindir.

Ayette, lafızlar önce belli bir sıraya göre dizildiği (kâfir, mümin), ardından da bu lafızlara ait özellikler aynı sırayı (kör, sağır; gören, işiten) takip ettiği için leff ü neşr-i müretteb sanatı uygulanmıştır. Buna göre ibarede yer alan “iki grup” leff, “kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler” lafzı ise neşrdir. Ayrıca burada birbirine zıt olan  اَعْمٰى / kör ve  الْبَص۪يرِ /gören kelimeleri ile  الْاَصَمِّ /sağır ve  السَّم۪يعِ / işiten  kelimelerinin aynı cümlede toplandığı görülmektedir. Dolayısıyla bu ayette “iki zıt manayı bir cümlede toplamak” demek olan tıbâk sanatı da uygulanmıştır. Bu aynı zamanda “önce birbiriyle ilişkili iki mananın zikredilmesi, sonra da sırasıyla bunların karşıtlarının ifade edilmesi” demek olan mukabele babındandır. Ancak bazı belâgatçılar mukabeleyi tıbâktan kabul etmişlerdir. Müfessirimizin tercihi de bu yönde olmalıdır. Bunun için burada sadece tıbâk sanatını zikretmekle yetinmiş, mukabele adını ayrıca zikretmemiştir. Belâgatçıların çoğu mukabeleyi müstakil bir bedî’ sanat kabul ederken, Kazvînî ve Teftâzânî gibi bazı alimler bu sanatı tıbâktan saymışlardır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) Âşûr da müretteb leff ü neşr olduğu görüşündedir. 

Bu ayette zahiren birbirine uygun düşen  اَعْمٰى  ile  بَص۪يرِ  ve  أَصَم  ile  السَّم۪يعِ  kelimelerinin yanyana getirilmesi belâgatta tenâsüp sanatının gereği iken kastedilen anlama ters düşeceği için bu lafızlar arası uyum terkedilmiştir. Çünkü ayet, baştaki  الْفَر۪يقَيْنِ  ifadesinin tefsiri ve temsille açıklaması durumundadır. Bu sebeple biri kör-sağır, diğeri gören-işiten olmak üzere sakat ve sağlıklı iki sınıf söz konusudur. Hatta kelimeler arasında bu yönüyle bir uyum da bulunmaktadır. (İbni Ebi’l İṣba, Bedî‘u’l Kur’an, s. 137)

الْاَعْمٰى - الْبَص۪يرِ  ve  الْاَصَمِّ - السَّم۪يعِ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.


هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاًۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Cümle, istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp tevbih ve nefî anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

مَثَلاً  temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.

مَثَل  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاً  cümlesi teşbihin amacını açıklar. Bu iki hal aynı değildir. Eşitliğin olumsuzluğu ifadesi; hangisinin üstün olduğundan kinayedir. Bu üstünlük makamdan bilinir. Yani işiten ve gören fırkanın, kör ve sağır olarak temsil edilen topluluğa üstünlüğü, bilinir demektir. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 


اَفَلَا تَذَكَّرُونَ۟

 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, takdiri,  أجهلتم (Bilmiyor musunuz, ) olan mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. 

Hemze, inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, inkâr ve tevbih anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Cevabı malum bir soru şeklindeki cümle, haber üslubundan daha etkili hale gelmiş ve onları yaptıkları davranışları düşünmeye, hak söze kulak vermeye çağırmıştır.

Hemze menfi cümlenin başına geldiğinde tenbih, tezekkür ve taaccüp manalarını verir. (Suyûtî, İtkân fi Ulumi’l-Kur’ân)  

Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça başvurulan bir üslup olarak karşımıza çıkan istifhâm-ı inkârî ile kabul edilmeyen/edilmemesi gereken bir olgunun neden hala farkına varılmadığı sorgulanmaktadır. (Avnullah Enes Ateş, İstifhâm Üslûbunun Mecâzi Kullanımları ve Meallere Yansıması )

Cümlede, bir konuda kelâmcıların usûlünce kesin aklî delillerle konuşmak şeklinde tarif edilen mezheb-i kelamî sanatı vardır.

Kur'an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin ( تَعَقُّل ) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi) 

Hûd Sûresi 25. Ayet

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ۘ اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ  ...


Andolsun, biz Nûh’u kavmine peygamber olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: “Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 أَرْسَلْنَا göndermiştik ر س ل
3 نُوحًا Nuh’u
4 إِلَىٰ
5 قَوْمِهِ kendi kavmine ق و م
6 إِنِّي şüphesiz ben
7 لَكُمْ sizin için
8 نَذِيرٌ bir uyarıcıyım ن ذ ر
9 مُبِينٌ apaçık ب ي ن
Sûrenin başından buraya kadar olan bölümde itikadla ilgili esaslar, Allah’ın birliği, peygamberler, Kur’an’ın mûcize oluşu ve âhirete iman edenlerle inanmayanların âhiretteki durumları anlatıldı; inanmayanların en büyük zarara uğrayacakları, buna karşılık inananların cennete girecekleri ve burada sonsuz nimetlere kavuşacakları açıklandı; sonunda güzel bir benzetmeyle bu iki gruba dikkat çekilerek insanlar düşünmeye davet edildi. Bundan sonraki bölümlerde ise bazı peygamberlerin hayatları, tevhid inancını yaymak için verdikleri mücadele, kavimlerinin bunlara karşı tutumları, bu arada meydana gelen olaylar ve neticeleri örnek ve ibret olsun diye anlatılmaktadır.
Nûh aleyhisselâm Âdem’in oğlu Şît’in (Şîs) neslinden Lamek’in oğlu olup adı Kur’an’da kırk üç yerde geçen, adı bir sûreye (71. sûre) isim olan büyük bir peygamberdir. Ayrıca yüce Allah tarafından kendilerinden sağlam söz alınan beş büyük peygamberden biri ve bunların ilkidir (bk. Ahzâb 33/7; Ahkaf 46/35). 950 yıl yaşamış ve kavmini Allah’ın dinine davet etmiştir (el-Ankebût 29/14). Uzun yıllar kavmini dine davet etmesine rağmen putperest olan kavmi onun davetini kabul etmedi ve kendisini sapkınlıkla itham etti (A‘râf 7/60); hatta tebliğ faaliyetine son vermediği takdirde onu taşlayarak öldüreceklerine dair tehditte bulundu (Şuarâ 26/116). Sonunda Hz. Nûh, “Artık yenik düştüm; yardımını esirgeme!” diye Allah’a yalvarmaya başladı (Kamer 54/10) ve “Rabbim!” dedi, “Kavmim beni yalancılıkla suçluyor. Artık benimle onların arasındaki durumu sen hükmünle açıklığa kavuştur, beni ve beraberimdeki müminleri kurtar!” diye dua etti. Bunun üzerine yüce Allah inananları Nûh ile birlikte gemiye bindirerek kurtardı, diğerleri de tûfanda boğuldu (Şuarâ 26/117-120). Rivayete göre Hz. Nûh tûfandan sonra 350 yıl yaşamış ve Mekke’de vefat etmiştir (Nûh hakkında bilgi için ayrıca bk. Nûh 71/ 1-28; Ömer Faruk Harman, “Nûh”, İFAV Ans., III, 499).
 Hz. Âdem’den sonra Nûh peygambere kadar geçen süre, kesin olarak bilinmemekle birlikte oldukça uzun bir zaman dilimi oluşturmaktadır. Bu süre içerisinde Âdem’in soyu çoğalarak yeryüzüne dağılmış, ancak onun getirdiği tevhid inancından da sapmalar olmuştu; bu sapmaları önlemek amacıyla Allah Teâlâ İdrîs aleyhisselâmı peygamber olarak gönderdi (bk. Meryem 19/56; Enbiyâ 21/85). Bununla birlikte sapmalar devam etti, putperestlik çoğaldı ve Hz. Nûh zamanında yaygın bir duruma geldi. Kur’ân-ı Kerîm bu dönemde halkın saygı gösterip taptığı Ved, Suvâ, Yeğûs, Yeûk ve Nesr gibi putların adını vermektedir (bk. Nûh 71/23). Putperestliğe paralel olarak toplumun ahlâkı da bozulmuştu; haksızlık, ahlâksızlık, azgınlık ve zulüm yaygınlaşmıştı (krş. A‘râf 7/64; Enbiyâ 21/77; Zâriyât 51/46; Necm 53/52). Bu sapmaları önlemek ve toplumun bozulan yönlerini onarmak amacıyla yüce Allah Hz. Nûh’u peygamber olarak görevlendirdi. Nûh, kavmine gelerek kendisinin onlar için bir nasihatçı ve açık bir uyarıcı olduğunu, Allah’tan başka ilâh bulunmadığını, dolayısıyla O’ndan başkasına kulluk etmenin doğru olmadığını tebliğ etti; kendisini dinlemedikleri takdirde büyük bir cezaya çarptırılacaklarından endişe ettiğini bildirerek onları uyardı. 
 Hz. Nûh’un korktuğu “elem verici günün azabı”ndan maksat Nûh tûfanı olabileceği gibi kıyamet gününün azabı da olabilir; her ikisi birden kastedilmiş de olabilir. Hz. Nûh, kavmini putlardan uzaklaştırmak ve bir olan Allah’a yönelmelerini sağlamak için büyük bir gayret gösterdi; davetini yüzyıllarca sürdürdü ve Allah’a yönelmedikleri takdirde başlarına büyük bir felâketin geleceğini haber verdi.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 163-164

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ۘ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mukadder kasemin cevabına gelen muvattie’dir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur. نُوحاً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  اِلٰى قَوْمِه۪  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَرْسَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ

 

Cümle, mukadder sözün mekulü’l-kavli olup, نُوحاً ‘un hali olarak mahallen mansubdur.  

İsim cümlesidir.  اِنّ۪  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  لَكُمْ  car mecruru  نَذ۪يرٌ ’e mütealliktir.

نَذ۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.  مُب۪ين  kelimesi  نَذ۪يرٌ  sıfatı olup damma ile merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُب۪ينٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَذ۪يرٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ۘ

 

وَ , istînâfiyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Atıf, kıssanın kıssaya atfı kabilindendir. Bu  و  harfi ibtidaiyye olarak adlandırılır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap cümlesi  اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

اَرْسَلْنَاكَ  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Bu surenin başından itibaren şu konular beyan edilmiştir:

1. Bu sure, ayetleri muhkem ve mufassal olan Kitabın bir bölümüdür.

2. Bu sure, tevhid ve Allah’tan başkasına ibadeti terk hakkında nazil olmuştur.

3. Kitabın gönderildiği Peygamber (s.a.v), Allah tarafından uyarıcı ve müjdeci kılınmıştır.

4. Bu ayetlerde,

a. Teşvik ve uyarılarla inatçıları, Kur’an’ın Allah katından olduğuna dair ilzam edici hak kanıtlar,

b. İnkârcıların ölçüsüz talepleri, yalanlamaları, Kur’an’ı bazen sihir bazen de uydurma olarak vasıflandırmaları karşısında duyduğu sıkıntı sebebiyle Resulullah’ı (s.a.v) teşci’ ve tesliyeler,

c. Resulullah ile müminleri, Kur’an’a sımsıkı sarılmaya ve hükümlerini hayata geçirmeye devam etmelerine ilişkin emirler vardır. Bütün bunlar en beliğ bir üslupla ifade edilmiştir. Bundan sonra bir çok hakikatler, peygamber kıssalarıyla açıklanmaya başlanıyor. Bu kıssalar da surenin başındaki ayetlerin içerdiği konuları içeriyor. Amaç, o hakikatleri şu iki yoldan sağlamlaştırmaktır:

Birincisi, emredilen tevhid, bütün peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri tevhid ile bunun ayrıntılarıdır. İkincisi de, Resulullah’ın (s.a.v) bunları vahiy yoluyla öğrenmiş olmasıdır. Ayetin ikinci cümlesinde Hz. Nuh’un dedikleri aktarılırken, söze “O dedi ki…” diye başlamıyor. Çünkü Kur’an’ın anlatımı sahneye canlılık kazandırıyor: Sanki bu hikâyede olup bitenler gözlerimizin önünde cereyan ediyor, sanki onlar geçmişin hikâyesi değildirler. Sanki Hz. Nuh, bu sözleri soydaşlarına şimdi söylüyor ve biz kendisi ile soydaşlarını gözlerimizle görüyor, söylediklerini kulaklarımızla işitiyoruz. (Seyyid Kutub, Fi Zilali’l Kur’an)


 اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ

 

Cümle, نُوحاً ‘in hali konumundaki, takdiri  قائلا  olan mukadder sözün mekulü’l-kavlidir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَكُمْ , ihtimam için amili olan نَذ۪يرٌ ’e takdim edilmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نَذ۪يرٌ  için sıfat olan  مُب۪ينٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مُب۪ينٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

مُب۪ينٌ  kelimesi  أبانَ  fiilinden ism-i fail kalıbındadır ve  بانَ  fiilinin manasını mübalağalı olarak ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Yasin/60) 

اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ  [Ben sizin için azabın sebeplerini ve ondan kurtulma çarelerini açıklayan bir uyarıcıyım.] Çünkü uyarı, sakıncayı bildirmektir. Uyarma, sırf korkutmak ve rahatsız etmek için değildir; uyarı konusu şeylerden sakındırmak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Hûd Sûresi 26. Ayet

اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ اَل۪يمٍ  ...


“Allah’tan başkasına ibadet ve kulluk etmeyin. Doğrusu ben sizin adınıza elem dolu bir günün azabından korkuyorum.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَنْ diye
2 لَا
3 تَعْبُدُوا kulluk etmeyin ع ب د
4 إِلَّا başkasına
5 اللَّهَ Allah’tan
6 إِنِّي şüphesiz ben
7 أَخَافُ korkuyorum خ و ف
8 عَلَيْكُمْ sizin hakkınızda
9 عَذَابَ azabından ع ذ ب
10 يَوْمٍ bir günün ي و م
11 أَلِيمٍ acıklı ا ل م

اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ

 

Fiil cümlesidir. اَنْ  tefsiriyye harfidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَعْبُدُٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا  hasr edatıdır.  اللّٰهَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

Tefsiriyye; kelamdaki kapalılığı veya karışıklığı ortadan kaldırmak maksadıyla getirilen açıklayıcı kelamla yapılan ıtnâb türüne verilen isimdir. Tefsir, ifadeyi eksik ve fazla olmamak kaydıyla sadece kullanılan önceki ibareyi izah etmeyi amaçlar; ek bir mana getirmez. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)


اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ اَل۪يمٍ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَخَافُ  cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَخَافُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir. عَلَيْكُمْ  car mecruru  اَخَافُ  fiiline mütealliktir. عَذَابَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. يَوْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَلِيمٍ  kelimesi  يَوْمٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَل۪يمٍ  sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ 

 

Tefsiriyye olan  اَنْ ’i takip eden  لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Ayetin fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir. 

لَا  ve  اِلَّا  ile gelen kasr üslubu cümleye ‘ Sadece ve sadece Allah’a ibadet edin’ ve ‘Allah’tan başkasına ibadet etmeyin’ şeklinde olumlu ve olumsuz olmak üzere iki mana kazandırır. Sadece Allah’a kulluk edilmesini kesin bir dille ifade eder. “Allah’tan başkasına ibadet etmeyin.” ifadesi, nefîden yapılan istisnadır. Bu da, müstesnadan başkasının, nefyini gerektirir.

Nehiy harfi  لَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan iki tekit hükmündeki kasr fiille mefûlü arasındadır. تَعْبُدُٓوا , maksur/sıfat, اللّٰهَ  maksurun aleyh/mevsûf, olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’s-mevsûftur. Yani müsned, bu mef’ûle hasredilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur.

Buradaki  اَنْ  harfinin muhaffefe olması da caizdir. Böylece hemzenin fethalı okunmasıyla  أنِّي لَكم نَذِيرٌ مُبِينٌ  cümlesinden bedel olur. İsmi mahzuf zamir-i şandır. Takdiri:  أنَّهُ لا تَعْبُدُوا إلّا اللَّهَ  şeklindedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

لَا تَعْبُدُٓوا  [Kulluk etmeyin!] ifadesi  اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ [Ben sizin için bir uyarıcıyım.] cümlesinden bedeldir yani “Allah’tan başkasına” kulluk etmeyin diye... Veya  اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا  cümlesindeki  اَنْ  harfi,  اَرْسَلْنَا ’ya veya  نَذ۪يرٌ ’e müteallık olup tefsir içindir.(Zemahşeri,Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ اَل۪يمٍ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ اَل۪يمٍ  cümlesi, اِنَّ ‘nin haberidir.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَيْكُمْ  car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

Az sözle çok anlam ifade etmiş olan  عَذَابَ يَوْمٍ اَل۪يمٍ  izafeti, اَخَافُ  fiilinin mef’ûlüdür.

اَل۪يمٍ , muzâfun ileyh olan  يَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

يَوْمٍ  ‘deki nekrelik tazim içindir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Kadr/1.)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette sözü edilen “gün” aslında “acıklı” değil; “acılarla dolu” bir gündür. Yani acıları tadacak olan günün kendisi değil, o günü yaşayacak olan insanlardır. Bu ifadede mecazî isnad vardır. “Acı” olgusunu zihinlerde somutlaştırmak için bilerek seçilmiştir. Yani o günün kendisi acılarla yüklüdür. Âşûr da aynı görüştedir. 

1. ve 3. ayetle iktibas sanatı vardır.

Allah Teâlâ daha sonra [Allah'tan başkasına ibadet etmeyin.] buyurmuştur. Bundan dolayı bu ifade, ayetteki, “Şüphesiz ki ben sizin için apaçık bir nezirim.” ifadesinden bedeldir. Sonra da Cenab-ı Hakk bu ifadeyi, “Hakikat, ben sizin başınıza acıklı bir günün azabının gelmesinden endişe ediyorum.” ifadesiyle tekid etmiştir. O büyük acı, o günde gerçekleşeceği için bu acı, o güne izafe edilmiştir. Bu, arapların “gündüzün oruç, gecen namaz” sözü gibidir. (Fahreddîn er- Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Hûd Sûresi 27. Ayet

فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا نَرٰيكَ اِلَّا بَشَراً مِثْلَنَا وَمَا نَرٰيكَ اتَّبَعَكَ اِلَّا الَّذ۪ينَ هُمْ اَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِۚ وَمَا نَرٰى لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِب۪ينَ  ...


Kavminin inkâr eden ileri gelenleri, “Biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَقَالَ dediler ki ق و ل
2 الْمَلَأُ ileri gelenleri م ل ا
3 الَّذِينَ
4 كَفَرُوا inkar eden ك ف ر
5 مِنْ -nden
6 قَوْمِهِ kavmi- ق و م
7 مَا
8 نَرَاكَ biz seni görmüyoruz ر ا ي
9 إِلَّا başka
10 بَشَرًا bir insandan ب ش ر
11 مِثْلَنَا bizim gibi م ث ل
12 وَمَا ve
13 نَرَاكَ görmüyoruz ر ا ي
14 اتَّبَعَكَ sana uyduğunu ت ب ع
15 إِلَّا başkasının
16 الَّذِينَ olandan
17 هُمْ kendisi
18 أَرَاذِلُنَا en aşağılıklarımız ر ذ ل
19 بَادِيَ sığ (görüşlü) ب د و
20 الرَّأْيِ (sığ) görüşlü ر ا ي
21 وَمَا ve
22 نَرَىٰ görmüyoruz ر ا ي
23 لَكُمْ sizin
24 عَلَيْنَا bize karşı
25 مِنْ hiç
26 فَضْلٍ üstünlüğünüzü ف ض ل
27 بَلْ aksine
28 نَظُنُّكُمْ zannediyoruz ki siz ظ ن ن
29 كَاذِبِينَ yalancılarsınız ك ذ ب
“İleri gelenler” diye tercüme ettiğimiz mele’ kelimesi, “kavmin zenginleri ve soylularından oluşan eşraf ve lider kesimi, ileri gelenleri” mânasında Kur’an’da sıkça kullanılmaktadır. İşte bunlardan inkârcı olanlar üstünlüğü maddî güçte yani zenginlik, kabilenin genişliği ve adamlarının çokluğunda gördükleri için Nûh’a inanan sıradan insanları küçümsediler. Halbuki peygamberlere ilk inananların çoğu, ilâhî mesajın, kendilerine bu dünyada daha âdil ve eşitlikçi bir toplumsal düzen, âhirette de ebedî mutluluk vaad ettiği, toplumun alt tabakalarına mensup köle, yoksul ve ezilenlerden oluşuyordu. Peygamberlerin üstlendiği görev de, ıslahatçı karakteri sebebiyledir ki, toplumun mevcut düzenini elinde tutan varlıklı ve imtiyazlı kişiler ve gruplar nezdinde daima hoşnutsuzluğa yol açmıştır.
 “Sığ görüşlü” diye tercüme ettiğimiz bâdiye’r-re’y tamlamasına müfessirler –kıraat farklarını da dikkate alarak– “görünüşte” veya “açıkça belli olan” şeklinde farklı anlamlar vermişlerdir. Buna göre meâl şöyle olur: a) “Sana sadece ayak takımımızın görünüşte uyduğunu görmekteyiz”, b) “Sana sadece ayak takımı oldukları açıkça belli olan kimselerin uyduğunu görmekteyiz” (Râzî, XVII, 212).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 165
Resûl-i Ekrem Bizans Kralı Herakliyus’u İslam’a davet etmek üzere bir mektup gönderdiğinde, kral o günlerde Suriye’de bulunan Arap tüccarları huzuruna getirtmiş, içlerinden Peygamber Efendimize soyca yakın olan Ebû Süfyân’ı karşısına alarak ona Resûl-i Ekrem Efendimiz hakkında sorular sormaya başlamış ve bu arada “ Ona inananlar toplumun ileri gelenleri mi , yoksa zayıf ve güçsüzleri mi?” diye sormuş, zayıf ve güçsüzlerin inandığını öğrenince de , “zaten bütün peygamberlerin davetini önce zayıf ve güçsüz olanlar kabul etmiştir” demişti.
(Buhâri, Bed’ü’l-vahy 6 ; Müslim, Cihâd 74).
رذل Razele : رَذْلٌ kötü, bozuk, rezil, iğrenç ya da tasvip edilmeyen bir şey olması sebebiyle arzulanmayan, istenmeyen, içtinap ve imtina edilen ya da vazgeçilen şeydir. Kuran-ı Kerim’de sadece ismi tafdil kalıbında ( kelimeye daha, en, pek ve çok anlamı katar) أرْذَلُ ve onun çoğulu olan أراذِلُ şekillerinde geçmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de isim olarak 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri rezil, erzel (i ömür) ve rezalettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا نَرٰيكَ اِلَّا بَشَراً مِثْلَنَا

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْمَلَأُ  fail olup damme ile merfûdur. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  الْمَلَأُ ’nun sıfatı olarak mahallen merfudur. İsm-i mevsûlün sılası  كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ قَوْمِه۪ٓ car mecruru  كَفَرُوا ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli,  مَا نَرٰيكَ اِلَّا بَشَراً مِثْلَنَا ’dır.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نَرٰيكَ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  بَشَراً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  مِثْلَنَا  kelimesi  بَشَراً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمَا نَرٰيكَ اتَّبَعَكَ اِلَّا الَّذ۪ينَ هُمْ اَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نَرٰيكَ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Bilmek anlamında kalp fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اتَّبَعَكَ  cümlesi, نَرٰي  fiilinin ikinci mef’ûlu olarak mahallen mansubdur. 

اتَّبَعَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  هُمْ اَرَاذِلُنَا ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَرَاذِلُنَا  haber olup damme ile merfûdur.  Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَادِيَ zaman zarfı  اتَّبَعَكَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  الرَّأْيِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir.Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّبَعَكَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

بَادِيَ  sülâsî mücerredi بدو  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمَا نَرٰى لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَرٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Bilmek anlamında kalp fiilidir. لَكُمْ  car mecruru  نَرٰى  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlun bihine mütealliktir.  

عَلَيْنَا  car mecruru   فَضْلٍ ’in mahzuf haline mütealliktir. مِنْ  harf-i ceri zaiddir. فَضْلٍ  lafzen mecrur, birinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manada kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

 

 

 بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِب۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. بَلْ  idrab ve atıf harfidir. نَظُنُّكُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Sanma anlamında kalp fiilidir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  كَاذِب۪ينَ  ikinci mef’ûlün bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.  

بَلْ : Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَاذِب۪ينَ  sülâsî mücerredi  كذب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا نَرٰيكَ اِلَّا بَشَراً مِثْلَنَا

 

Ayet,  فَ  ile önceki kasemin, cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

قَالَ  fiilinin faili olan  الْمَلَأُ  için sıfat konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sıla cümlesi olan  كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ٓ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle sıfatlanması, sonraki habere dikkat çekmenin yanında o kişilere tahkir ifade eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

مِنْ قَوْمِه۪  car mecruru  كَفَرُوا ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا نَرٰيكَ اِلَّا بَشَراً مِثْلَنَا  cümlesi, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan iki tekid hükmündeki kasr, fiille ikinci mef’ûl arasındadır.   نَرٰيكَ , maksur/sıfat, بَشَراً  maksurun aleyh/mevsûf, olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’s-mevsûftur. Yani müsned, bu mef’ûle hasredilmiştir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edil olur.

مِثْلَنَا  kelimesi  بَشَراً  için sıfattır. بَشَراً ’deki nekrelik muayyen olmayan nev ifade eder.

الْمَلَأُ ; kavmin eşrafı, ileri gelenleri demektir. Bu, Arapların bir şey tıka basa dolduğunda kullandıkları deyimlerinden alınmıştır. Bu deyimin kullanılışı “çok meşgul, işleri pek yoğun olup işlerini güzelce düzenleyen kişiler” manasınadır. Onlar, bu şeref üzerlerinde görüldüğü için bu kelime ile tavsif edilmişlerdir, kalplere heybet, meclislere de saygı saldıkları için üstün akıl ve isabetli fikirlerle dopdolu oldukları için bu adı almışlardır. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t- Te’vîl - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Türkiye’de de Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde ihtiyar heyetine “mele” denir.

مَا نَرٰيكَ اِلَّا بَشَراً مِثْلَنَا [Biz seni ancak bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz.] Burada onların küfürle vasıflandırılmaları, kendilerini zemmetmek ve daha baştan onların küfrünü tescil etmek içindir; yoksa onların eşrafından bazılarının kâfir olmadıklarını bildirmek için değildir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr; Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


 وَمَا نَرٰيكَ اتَّبَعَكَ اِلَّا الَّذ۪ينَ هُمْ اَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِۚ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘ la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfî muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

نَرٰيكَ  fiilinin ikinci mef’ûlü olan  اتَّبَعَكَ اِلَّا الَّذ۪ينَ هُمْ اَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِۚ  cümlesi, mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اتَّبَعَكَ  fiilinin, takdiri  إنسان  olan mahzuf failinden bedel konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , müstesna olarak nasb mahallindedir. (https://tafsir.app/aljadwal/11/27)

Sıla cümlesi olan  هُمْ اَرَاذِلُنَا , mübteda ve haberden müteşekkil sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin izafetle gelmesi, sözü kısaltmış ve vecîz [az sözle çok şey ifade etmek] hale getirmiştir. 

اَرَاذِلُنَا  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

الرَّأْيِۚ ‘nin muzafı olan  بَادِيَ  zaman zarfı, اتَّبَعَكَ  fiiline mütealliktir. (Mahmud Safî) 

Veciz ifade kastına matuf   بَادِيَ الرَّأْيِۚ  izafeti, sıfatın mevsufuna muzâf olması şeklinde lafzî izafettir. Bu ifadede mübalağa vardır. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.

İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7 S. 238)

Bu, onların, kendilerini diğer insanlarla karışmaktan daha üstün gördükleri için O'na uymadıklarının ve eğer onları kendisinden uzaklaştırırsa ona uyacakları manasında tarizdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

أراذِلُ  kelimesinin cemi olan mütekellim zamirine izafesi kabilenin tayini içindir. Yani bizim kavmimizin en rezilleri demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

الرَّأْيُ ; aklın görmesidir.  رأى fiilinden müştaktır (türemiştir).  رأى ’nın bilmek ve zannetmek manasında kullanılması gibidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

بادِئَ  kelimesinin  الرَّأْيِ  kelimesine izafeti, sıfatın mevsûfa izafetidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 


 وَمَا نَرٰى لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ 

 

 

Mekulü’l-kavle dahil olan cümle, atıf harfi  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mef’ûl olan   مِنْ فَضْلٍ ’ye dahil olan  مِنْ  harfi tekid ifade eden zaid harftir.

عَلَيْنَا  car mecruru  فَضْلٍ ’in mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

فَضْلٍ ’deki nekrelik, kıllet ve nev manasındadır.

لَكُمْ  car-mecruru  مَا نَرٰى fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne mütealliktir.

عَلَيْنَا car-mecruru ise  فَضْلٍ ‘in mahzuf mukaddem haline mütealliktir. Mef’ûlün ve halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

اَرَاذِلُنَا - فَضْلٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

الرَّأْيِ - نَرٰى - نَرٰيكَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

الَّذ۪ينَ - مَا - نَرٰى  - اِلَّا  kelimelerinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.
الفَضْلُ (Fazilet), şeref ve kemalin artmasıdır. Onların faziletinin üzerlerinde görünmemesi, faziletli olmadıklarının delilidir. Çünkü eseri gizli olmayan bir şeyin görülmemesi yokluğuna delildir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  


 بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِب۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleye dahil olan idrâb harfi  بَلْ , önceki cümlenin hükmünü iptal için gelmiştir.

Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَفَرُوا - كَاذِب۪ينَ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

ظَنَّ fiili, zannetmek ve kesin bilmek olmak üzere iki zıt anlama sahiptir. 

Buradaki  الظَّنُّ  kelimesi  الَّذِينَ يَظُنُّونَ أنَّهم مُلاقُو رَبِّهِمْ  (Bakara Suresi, 46) ayet-i kerimesindeki gibi kesin bilgi manasındadır. Bu, yaygın bir kullanım şeklidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Hûd Sûresi 28. Ayet

قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ اَنُلْزِمُكُمُوهَا وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ  ...


Nûh dedi ki: “Ey Kavmim! Söyleyin bakalım; şâyet ben Rabbimden gelen apaçık bir delil üzerinde isem ve O, kendi katından bana bir rahmet vermiş de siz ona karşı kör kalmışsanız, onu istemediğiniz hâlde, biz sizi ona zorlayacak mıyız?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
3 أَرَأَيْتُمْ Ne dersiniz? ر ا ي
4 إِنْ eğer
5 كُنْتُ ben isem ك و ن
6 عَلَىٰ üzere
7 بَيِّنَةٍ bir delil ب ي ن
8 مِنْ -den
9 رَبِّي Rabbim- ر ب ب
10 وَاتَانِي ve bana vermişse ا ت ي
11 رَحْمَةً bir rahmet ر ح م
12 مِنْ
13 عِنْدِهِ katından ع ن د
14 فَعُمِّيَتْ bu gizli bırakılmış ise ع م ي
15 عَلَيْكُمْ size
16 أَنُلْزِمُكُمُوهَا biz sizi zorlayacak mıyız? ل ز م
17 وَأَنْتُمْ siz
18 لَهَا onu
19 كَارِهُونَ istemediğiniz halde ك ر ه
Bu âyet Hz. Muhammed hakkında inmiş olan 17. âyetin benzeri olup inkârcıların bir önceki âyette belirtilen şüphe ve tereddütlerine Hz. Nûh tarafından verilmiş bir cevaptır. Bütün peygamberler gibi Hz. Nûh da insanları çağırdığı tevhid inancı ve hak dinin ilkeleri konusunda kendisinin aklî delillere, yüce Allah tarafından kendisine peygamberlik görevi verildiği için de naklî delillere sahip olduğuna, fakat kavminin cehaleti, mal ve makama düşkünlüğü sebebiyle peygamberle kendileri arasındaki farkı göremediklerine işaret etmiştir. Durum böyle iken, “Siz (anlamak ve inanmak) istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayabilir miyiz?” meâlindeki bir soru ile dinde zorlama olmadığına ve peygamberlerin görevinin sadece tebliğ etmek olduğuna dikkat çekmektedir. Nitekim hiçbir peygamber dinde zorlamaya başvurmamıştır. Bu da onların hak peygamber olduklarını gösteren delillerden biridir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 165
لزم Lezeme : لُزُومٌ bir şey hakkında kullanılan luzum ifadesi onun başka bir nesneyle birlikte uzun bir vakit kalmasıdır. Fiil olarak لَزِمَ – يَلْزَمُ – لُزُومٌ onunla birlikte uzun süre oyalandı ve bekledi şeklinde kullanılır. Kuran-ı Kerim’de geçen if’al kalıbı olan ألْزَمَ – إلْزامٌ iki türlüdür: 1- Allah tarafından hazırlanmış belirli bir amaç doğrultusunda zorla ve cebren boyun eğdirmedir. 2- Hükmetme/ yönetme ve emretme şeklinde gerçekleşir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki türevde 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri lâzım, lüzum, mülâzım, elzem, istilzam ,iltizam, levâzım ve malzemedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli,  يَا قَوْمِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfidir. Münada olan  قَوْمِ  muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim  يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı  اَرَاَيْتُمْ ’dur. Hemze istifham harfidir.  اَرَاَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  

تُ  mütekellim zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. عَلٰى بَيِّنَةٍ  car mecruru  كُنْتُ ’nun mahzuf haberine mütealliktir.

مِنْ رَبّ۪ي  car mecruru  بَيِّنَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰتٰين۪ي  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Sonundaki  ن۪  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. رَحْمَةً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ عِنْدِه۪  car mecruru  رَحْمَةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عُمِّيَتْ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Naibi faili müstetir olup takdiri هى ’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru  عُمِّيَتْ  fiiline mütealliktir.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰتٰين۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

عُمِّيَتْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عمي ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


اَنُلْزِمُكُمُوهَا وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ

 

Cümle, رَاَيْتُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir.  نُلْزِمُكُمُوهَا  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  ikinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

اَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ  cümlesi,  نُلْزِمُكُمُوهَا  ‘daki muhatab zamiri olan mef’ûlün hali olarak mahallen mansubdur.

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَهَا  car mecruru  كَارِهُونَ ’ye mütealliktir. كَارِهُونَ  haber olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Cemi müzekker muhatap muzari fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  نُلْزِمُكُمُوهَ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı/işbâ edatı denilir. 

نُلْزِمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi لزم ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

كَارِهُونَ  sülâsî mücerredi  كره  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ اَنُلْزِمُكُمُوهَا وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ  terkibi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay, tevbih ve kınama manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. İstifham harfi hemze, takrirî manadadır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَرَاَيْتُمْ  fiili, ilim manasında kullanılmıştır. Bu kullanımda, sebeb müsebbeb alakası ile mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Zikredilen rüyet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Akli ve görünmez olan bir durum, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur.

اَرَاَيْتُمْ  fiilinin takdiri  بَيِّنَةٍ  olan mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müteaddî fiilin mef’ûlunun hazfi; sadece fiilin failden sudûrunu gösterir. Dikkatin fiile yoğunlaşmasını sağlar.

أرَأيْتُمْ  takriri, istifhamdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) Dikkat çekme üsluplarından biridir.

اَرَاَيْتُمْ  sözündeki fiil ister ‘görmek’, ister ‘bilmek’ manasında olsun,  رَاَى  fiilinin başına istifham hemzesi gelmiştir. Çünkü ilmen görmekte, kalple görülen şeyin neredeyse gözle görülür gibi zuhur ve inkişaf ettiği manası vardır. Burada soru rüyetin üzerinde gerçekleştiği şeyin hakikati hakkındadır. بصائر 'in (idrakin) gördüğü şey, بصار 'ın (gözün) gördüğü şeye ilave olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.72)

Bu ifade, her ne kadar şeklen bir istifham cümlesi ise de, bu gibi ifadelerin maksadı, alabildiğine bir taaccüp manasını ifade etmektir. Ve bu tıpkı senin, “Gördün mü, falanca ne yapmış! Kendisini neye duçar kılmış!” demen gibidir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb) 

اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي  terkibi, اَرَاَيْتُمْ  fiiliyle, ikinci mef’ûlünün arasında, şart üslubunda gelmiş itiraziyedir. Nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلٰى بَيِّنَةٍ car-mecrurunun müteallakı olan  كَانَ ’nin haberi, mahzuftur. 

بَيِّنَةٍ ’deki nekrelik nev ve tazim ifade eder.

 مِنْ رَبّ۪ي  car-mecruru  بَيِّنَةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  رَبّ۪ي  izafetinde, mütekellim olan Hz. Peygamber’e ait zamirin Rab ismine muzâfun ileyh olması, Peygamberimizin, Allah’ın rububiyet vasfını ön plana çıkarmak isteğine işarettir.

Şartın cevabı, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Bu, kin ve düşmanlıktan uzak bir şekilde tefekkür üzerine tefekkür etselerdi davetinin doğruluğunu bilirlerdi manasında bir tarizdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

 

وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪  cümlesine dahil olan  وَ  itiraziyyedir. Bu cümle birbirine atfedilen iki itiraz cümlesi  اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي  ile  فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ  arasında muterizadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

اٰتٰين۪ي  fiilinin ikinci mef’ûlü  رَحْمَةً ’deki nekrelik tazim ve kesret ifade eder.

مِنْ عِنْدِه۪  car-mecruru,  رَحْمَةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  عِنْدِه۪  izafetinde, Allah Teâlâ’ya  ait zamire muzâf olan عِنْدِ , tazim ve şeref kazanmıştır.

Burada rahmetten maksat nübüvvet ve onların kerih gördüğü üstünlük nimetidir. Bu kelimenin  البَيِّنَةِ ‘ye atfedilmesi ondan farklı bir şey olduğunu gösterir. Bu fark umum-husus farkıdır. الرَّحْمَةَ  (rahmet)  kelimesi  البَيِّنَةِ  (delil) kelimesinden daha geneldir. Çünkü doğruluğunun delili rahmet cümlesindendir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

Söz konusu rahmet, hüccetin kendisi olabilir. Hüccete rahmet denmesi, bunun Allah katından büyük bir nimet olduğu içindir.

Hüccet, hakikati gösteren basiret olabildiği gibi (onun karşıtı körlük) hak da olabilir. Zira kör olan kimse ne kendisi hidayete erer ne de başkasını hidayete erdirir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)   

İtiraziyye olan müspet mazi fiil sıygasındaki  فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ  cümlesi,  فَ  ile önceki itiraz cümlesi  اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي  ‘ye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ   ifadesindeki istila manası taşıyan عَلَيْ  harfinde istiare sanatı vardır. Çünkü istila; mülazemet gerektirir. Körlük, o kimseleri kaplamış gibi ifade edilerek bir şeyi tamamen sarıp sarmalayan, gözle görülen bir maddeye benzetilmiştir. Mülazemet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. 

فَعُمِّيَتْ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. Kur'ân-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

فَعُمِّيَتْ  ibaresi istiaredir. Çünkü  رَحْمَةً  körlükle nitelenemez; rahmetin bulunduğu yerleri ayırt etme ve algılama konusunda insanlar “kör olmakla” nitelenebilir. İnsanlar rahmete karşı kör olmakla nitelenince rahmetin ters çevirme (kalb) üslubu üzere (Kalb, cümle öğelerinin belaği bir amaçla ters çevrilmesidir. Burada “insanların rahmete karşı kör edilmesi’’ ifadesi “rahmetin insanlara karşı kör edilmesi” şeklinde ters çevrilmiştir. Bu suretle ifade, teşbih ve yüklü istiare mecazı formatına sokulmuş, (sanki kusur insanların) “rahmet yerlerini görmemelerinden değil, rahmetin insanları görmemesindendir” şeklinde tehekküm/sitem, (serzeniş) içeren bir anlatım boyutuna taşınmış oluyor) körlükle nitelenmesi de güzel düşmüştür. Bu, أدخلتَ الخَاتمَ في اصباعيوالمغفرَ في رأسي  (Yüzüğü parmağıma, miğferi başıma geçirdin.) denilmesi gibidir. Oysa gerçekte parmak yüzüğe, baş da miğfere girmiştir. Ayrıca burada  فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ  ifadesinin  خُفِيَتْ عَلَيْكُمْ  '' o (rahmet) size gizlendi.'' anlamında olması caizdir. Bu tabir,  عَمِىَ عَلَىَّ حَبْرُهُمْ وَ عَمِىَ عَلَىَّ اَسْرُهُمْ  (Onların haber ve bilgisi bana kör/gizli oldu.)  ifadelerine benzemektedir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları) 

Görmenin zıttı olan körlük sebebiyle size aşikâr olamadı. Göremedikleri için hüccetle hidayete ulaşamayanlar gözleri görmediği için yolunu yöntemini bilmeyen kimseye benzetilmiştir. Yolunu şaşırmış kör bir adam nasıl doğru yola erebilir. O kimseye her yol meçhuldür. Gören için ise aydınlık ve nettir. Ayette istiare-i temsiliyye vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ  Burada anlamadığı için hüccetle hidayete eremeyen kimse istiare-i temsiliyye yoluyla, yollarını bilemediği için bir çöle giren ve çölde kör bir rehbere tâbi olan kimseye benzetilmiştir.(Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

عَلى  mecazi istila, yani temekkün, yerleşme manasındadır. Ona olan rahmet ve beyyinenin ayrılmayacak bir kuvvette olduğunu gösterir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)

İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

 اَنُلْزِمُكُمُوهَا cümlesi, اَرَاَيْتُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlü yerindedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve kınama manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

أنُلْزِمُكُمُوها  cümlesindeki istifham, istifham-ı inkârîdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetteki  اَنُلْزِمُكُمُوهَا [Sizi ona zorlayacak mıyız?] ifadesinde üç zamir vardır; Mütekellim zamiri  نُ (biz), gaib zamiri  هَا (ona) ve muhatap zamiri  كُمُ (sizi). و  ise işbâ için gelmiş zaid harftir.

Hudus, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade eden müspet muzari fiil sıygasında gelen cümlede iltifat sanatı vardır. Önceki cümlelerdeki müfret mütekellim zamirinden bu cümlede cemi mütekellim zamirine iltifat edilmiştir.

Nuh’un (a.s) kavminden inanmayanların halini belirten  وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ  cümlesi, hal  وَ ’ıyla ayete dahil olmuştur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir.  لَهَا  car mecruru ihtimam için, amili olan كَارِهُونَ ‘ye takdim edilmiştir.

Müsned olan  كَارِهُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)

Günün Mesajı
Nuh (aleyhisselâm)'ın kavminden eşrafın, başkanların ve efendilerin ona ve beraberindeki müminlere itiraz etmeleri, onların bilgisizliklerinin, bilgi ve akıllarının az ve yetersiz olduğuna delildir. Çünkü onlar hakka uyanların sıradan ve değersiz kimseler olduklarını ileri sürmüşlerdi. Oysa şüphesiz gerçek şudur: Hakka tabi olanlar fakir dahi olsalar, asıl eşraf onlardır. Hakkı kabul etmeyenler ise varlıklı dahi olsalar, asıl ayak takımı da onlardır. Tarih boyunca bütün inkarcıların tutumu böyle olmuştur. Bu da aslında onlardaki aşağılık kompleksinin bir yansımasıdır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Ömrünü dualarla sarmalayan bir adam vardı. İçinde bulunduğu her anı, kitaptan okur gibi düşünerek yaşardı. Mümkünse her cümlenin sonunda da Allah’a dua ederdi.

Her şeyin kontrolünün kendisinde olduğuna inanan, dünyada canının istediğini yapabileceğini düşünen, her şeyin doğrusunu bildiğinden emin olan, yanlışında ısrar eden ve istediğini elde etmek için batıl yollara başvuran insanlarla karşılaştığında hüzünlenirdi. Kendisini putlaştıran ya da Allah’tan başkasından medet umanlardan uzaklaşmaya çalışırdı. Onlardan ayrıldığında, suya kavuşan balık gibi, dualarına sarılırdı:

Allahım!

Beni; kendimi putlaştırma ve Senden başkasından isteme gafletlerine düşmekten koru. Dünyalık isteklerine acele kavuşmak isteyen nefsime bırakma. Şirke sebep olacak yollardan geri döndür. Hakkı batıldan ayırt etme gücü ver. Ayırt ettiğimde de, hakkı seçmem ve batılı bırakmam için yardım et.

Şüphesiz, Senden ve yolundan uzaklaşan gönülle, kendisini ya da başkasını putlaştıran nefis, kendilerini özgür sandıkları bir hapis hayatı yaşarlar. Senden ve yolundan uzaklaştıracak her halden ve insandan uzaklaşmamda yar ve yardımcım ol.

İman ederim ki: Bakmakla görmek bir değil. Hakikatini görenlerden eyle. Duymakla dinlemek bir değil. Hakikatini dinleyenlerden eyle. Bilmekle yaşamak bir değil. Hakikatini yaşayanlardan eyle.

Beni; Senin yolunda özgürleşen ve Senin katında yükselen kullarından eyle.

Amin.

***

Eski bir deftere şöyle yazılmıştı:

Şiddetli rüzgara ve yağmura karşı koyamayan; ölümden ve hastalıktan kaçamayan inançsız kişinin ukalalığına bak hele. Gözlerinin ve kalbinin üzerine inen perdeye rağmen görüyormuş ve biliyormuş gibi konuşur bir de. 

Allahım! Nefsimin ukala tavırlarından ve Seni bilmeden yaşamanın karanlığından Sana sığınırım. İman ile aydınlattığın kalbim için hamd eder, son nefesime kadar imanımı daim kılmanı dilerim. 

Hayata devam etmek ve hedeflerini belirlemek için derinlerden gelen sığınma ihtiyacı vardır, itiraf etmek istemese de. Hakikatten yüz çevirdikten sonra dünyanın geçici sebepleri kalır elinde. Hayal kırıklıklarıyla yaşar, kaybolup gittiklerinde.

Allahım! Dünyalık geçici sebeplerle Senin kudretini ve rahmetini hatırlarım. Şüphesiz ki koruyucuların en hayırlısı Sensin bilirim. Gönül huzuruyla kendimi Sana teslim eder ve kurtuluşumu Senden isterim.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji