بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَاٌ مِنْ قَوْمِه۪ سَخِرُوا مِنْهُۜ قَالَ اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَصْنَعُ | ve yapıyordu |
|
2 | الْفُلْكَ | gemiyi |
|
3 | وَكُلَّمَا | ve ne zaman |
|
4 | مَرَّ | yanından geçse |
|
5 | عَلَيْهِ | onun |
|
6 | مَلَأٌ | ileri gelenler |
|
7 | مِنْ | -den |
|
8 | قَوْمِهِ | kavmin- |
|
9 | سَخِرُوا | alay ediyorlardı |
|
10 | مِنْهُ | onunla |
|
11 | قَالَ | dedi ki |
|
12 | إِنْ | eğer |
|
13 | تَسْخَرُوا | alay ederseniz |
|
14 | مِنَّا | bizimle |
|
15 | فَإِنَّا | muhakkak biz de |
|
16 | نَسْخَرُ | alay edeceğiz |
|
17 | مِنْكُمْ | sizinle |
|
18 | كَمَا | gibi |
|
19 | تَسْخَرُونَ | sizin alay ettiğiniz |
|
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَاٌ مِنْ قَوْمِه۪ سَخِرُوا مِنْهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. يَصْنَعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’ dir. الْفُلْكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ istînâfiyyedir. Haliyye olması da caizdir. كُلَّمَا şart manası taşıyan zaman zarfı olup, سَخِرُوا fiiline mütealliktir. مَرَّ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَرَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَلَيْهِ car mecruru مَرَّ fiiline mütealliktir. مَلَاٌ fail olup damme ile merfûdur. مِنْ قَوْمِه۪ car mecruru مَلَاٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı سَخِرُوا مِنْهُ ’dur.
سَخِرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُ car mecruru سَخِرُوا fiiline mütealliktir.
كُلَّمَا kelimesi كُلَّ ile masdariyye مَا ‘ nın birleşimi olan cezmetmeyen şart edatıdır. Kendisinden sonra şart ve cevap olarak iki fiil bulunur. Bu fiiller daima mazi olur. Edat bu fiillerin tekrarlandığını ifade etmeye yarar. مَا ile masdara dönüşmüş şekline muzaf olur. (Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi, başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, اِنْ تَسْخَرُوا ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْخَرُوا şart fiili olup, ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنَّا car mecruru تَسْخَرُوا fiiline mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. نَسْخَرُ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
نَسْخَرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. مِنْكُمْ car mecruru نَسْخَرُ fiiline mütealliktir. مَا ve masdar-ı müevvel كَ harf-i ceriyle نَسْخَرُ fiiline mütealliktir.
تَسْخَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin ilk cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayet bir önceki ayetteki sözlerle başlıyor. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Cenab-ı Hakk'ın وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ [Nuh gemiyi yapıyordu.] cümlesine gelince bu cümle ile ilgili iki açıklama yapılmıştır:
a.) Bunda muzari, mazide cereyan etmiş bir durumun hikâye edilmesidir. Yani o vakitte, onun hakkında “gemi yapıyor” denilmesi yerinde bir ifade olurdu demektir.
b.) Kelamın takdiri وأقبل يصنع الفلك [Gemi yapmaya yöneldi.] şeklinde olup burada وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ ifadesiyle yetinilmiştir.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Görüldüğü üzere ayette Hz. Nuh’un geçmişte yaptığı gemiden bahsederken وَيَصْنَعُ şeklinde muzari fiil kullanılmıştır. Halbuki muktezâ-i zâhire göre fiil صنَع şeklinde mazi formda olmak durumundadır. Ancak ayet muktezâ-i zâhirden çıkmış, geçmiş zamanda yaşanmış da olsa, yaşanan süreci anlaşılır kılabilmek için sanki yeni yaşanıyormuş gibi muzari fiil olarak gelmiştir.
Ayrıca burada muzari fiil kullanılması, ayetin devamıyla birlikte, Hz. Nuh’un gemiyi kavminin alayına rağmen sabır ve sebatla yaptığı anlamını da yansıtmaktadır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَاٌ مِنْ قَوْمِه۪ سَخِرُوا مِنْهُۜ
وَ , haliyye veya istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelen terkipte كُلَّمَا , şart manası taşıyan zaman zarfıdır, müteallakı cevap cümlesidir.
Şart cümlesi olan مَرَّ عَلَيْهِ مَلَاٌ مِنْ قَوْمِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَيْهِ car mecruru, ihtimam için fail olan مَلَاٌ ‘a takdim edilmiştir.
مِنْ قَوْمِه۪ car-mecruru, مَلَاٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَلَاٌ ‘daki nekrelik herhangi bir manası ve tahkir ifade eder.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi سَخِرُوا مِنْهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayetin sonunda müştakı zikredilen سَخِرُوا kelimesinde irsâd sanatı vardır.
قَالَ اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle, mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ terkibi, şart üslubundadır.
Şart cümlesi olan تَسْخَرُوا مِنَّا , müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Şartın cevabı olan فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ cümlesi, فَ karînesiyle gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Cümlede müsned olan نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ ‘in muzari fiil cümlesi olarak gelmesi, hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Masdar harfi مَا ’ya dahil olan كَ , teşbih harfidir. Akabindeki masdar tevilindeki cümleyle birlikte تَسْخَرُوا fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel olan تَسْخَرُونَۜ cümlesi,müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
نَسْخَرُ (Alay edeceğiz.) sözünün gerçek anlamı; bu davranışınızın kötü sonuçlarına katlanacaksınız demektir. Aynı kelimelerle cevap verilmesi müşâkele sanatıdır.
Ayetteki şart ve cevap cümlesinde güzel bir müzavece sanatı örneği vardır. Bedî’ terimi olarak müzâvece, şart ve cevapta iki anlamın birleşmesi ve aralarında eşdeşlik bulunmasıdır. Eğer alay ederseniz şartına cevap olarak biz de alay ederiz denilmiş. Hem şartta hem cevapta aynı ifadeler kullanılarak müzâvece yapılmıştır.
سَخِرُوا - تَسْخَرُوا - نَسْخَرُ - تَسْخَرُونَ lafızları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مِنْهُۜ ‘daki tekil zamirden, مِنَّا ‘da cemi zamire geçişte, iltifat sanatı vardır.
قَالَ اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا [Eğer bizimle alay ediyorsanız.] ifadesinde çoğul zamiri kullanılması, onların hem Nuh (a.s) hem de müminlerle eğlenmelerindendir. Fakat burada yalnız Nuh (a.s) ile alay ettikleri belirtilmiştir. Ancak “Şunu iyi biliniz ki siz bizimle nasıl alay ediyorsanız biz de sizinle öyle alay edeceğiz.” cümlesinde hepsi kelama dahil edilmiş, böylece iki taraf kelamda denkleşmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif / erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.
تَعْلَمُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Bilmek anlamında kalp fiilidir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَأْت۪يهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَأْت۪يهِ fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَذَابٌ fail olup damme ile merfûdur. يُخْز۪يهِ cümlesi, عَذَابٌ ’ün sıfatı olarak mahallen merfûdur.
يُخْز۪يهِ fiili ى üzere mukadder damme ile merfu muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar. ألفي - دري - رأي - وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ - حسب - خال - زعم - عدّ fiilleridir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ - ردّ - ترك fiilleridir.Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُخْز۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi خزي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَحِلُّ damme ile merfû muzari fiildir. عَلَيْهِ car mecruru يَحِلُّ fiiline mütealliktir. عَذَابٌ fail olup damme ile merfûdur. مُق۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur.
مُق۪يمٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ
Ayet atıf harfi فَ ile önceki ayetteki mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada haber cümlesi, inşâ cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesinin ona atfını mümkün kılmıştır. İnşâ cümlesinden haber cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Cümle, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Tehdit makamında olan cümle istikbal harfi سَوْفَ ile tekid edilmiştir.
سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif (erteleme) diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzarinin başına geldiklerinde tekid (vurgu) olurlar.
س harfi ile dünyada gerçekleşecek olayları, سوف harfi ile ise, ahirette gerçekleşecek olayları ifade etmek için kullanıldığı belirtilmiştir. (Necmettin Çalışkan, Abdurrahman Hasan Habenneke El- Meydânî Ve Tefsîri)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’ in sılası olan يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiiller tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Azabın ‘gelmek’ fiiline isnadı aklî mecazdır.
يَأْت۪يهِ عَذَابٌ cümlesinde istiare sanatı vardır. عَذَابٌ kelimesi يَأْت۪يهِ fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir.. Azabın bir şahıs gibi gelecek olması azabın şiddetini, azametini artırmaktadır. Ayrıca ayette azabın tekrarlanması, mukim olmakla sıfatlanması onun korkunçluğunu tekid etmektedir.
يُخْز۪يهِ cümlesi, عَذَابٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki مَنْ يَأْت۪يهِ [Kime gelecek] ifadesi hususunda şu iki izah yapılmıştır:
a.) Bunun başındaki مَنْ edatı, اَيُّ manasında bir istifhamdır. Buna göre sanki فسوف تعلمون أينا يأتيه عذاب [Siz, o azabın hangimize geleceğini göreceksiniz.] denilmektedir. Bu izaha göre مَنْ , mahallen merfû, mübteda olmuş olur.
b.) Bu edat, اَلَّذِينَ manasınadır. Bu durumda o mahallen mansub olur.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ sözüyle yapılan tehdit; inkâr ve azarlamanın teferruatıdır. Mef’ûlun hazfi korku uyandırmak içindir. Arkadan gelen cümleyle açıklanmıştır.(Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Araf Suresi 123)
Zemahşerî, beyan ilminin pek çok güzellikler barındıran bir kolu olarak nitelediği konumuzda, atıf farkı dışında birbirleriyle aynı olan cümleleri karşılaştırmalı olarak inceleyerek önemli çıkarımlarda bulunur. Atıf yapılmadan, “سوف تعلمون …ileride bileceksiniz…” ve “ف atfıyla فسوف تعلمون …ileride bileceksiniz” cümlelerinin karşılaştırmasında, ikinci kullanımın vasl edatıyla yapılan açık (zâhir) bir vasl; birinci cümlede ise gizli (hafî) vasl olduğunu söyler. Gizli vasl durumu, öngörülen bir sorunun cevabı olmak üzere istînâf cümlesi olarak takdir edilir. Söz konusu kullanımda “Peki, biz yaptığımızı yapsak sen de yaptığını yapsan ne olacak?!” sorusu mukadderdir ve taraflar arası açık veya kapalı bir diyaloğa işaret eder. Zemahşerî, cümleler ve üslubun hareketliliği (tefennün) üzerinde önemle durarak, istînâf takdirindeki cümlelerin daha belîğ olduğunu kaydeder.Müfessirin bu görüşlerini, onun cümlenin mefhumu ve bağlamını esas alan en belirleyici düşüncesiyle birlikte değerlendirmek gerekir. Zira cümlelerdeki bu tefennün, esas itibarıyla anlamdaki tefennün ve farklı noktalara vurgunun bir yansımasıdır.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl -II, 375)
وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ cümlesi, atıf harfi وَ ’ la sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekra gelişi tazim, kesret ve tarifi imkansız bir nev olduğunu ifade eder. مُق۪يمٌ ile sıfatlanması onun korkunçluğunu artırmaktadır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مُق۪يمٌ , rubaî mezid أَفْعَلَ babının ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
مُق۪يمٌ ismi fail kalıbında gelmiş kalıcı manasında bir kelimedir. Sanki azabın kendisi kalıcı gibi ifade edilmiştir. Halbuki kalıcı olan azabın içindeki kişidir.
عَذَاب ‘nin irade sahibi bir varlık sıfatı olan yerleşik, ikamet eden manasındaki مُق۪يمٌ ile sıfatlanması istiaredir. Azabın tekrarlanması, مُق۪يمٌ olmakla tavsifi, onun korkunçluğunu artırmak için mübalağadır. Bu ifadede ayrıca tecessüm sanatı vardır.
عَذَابٌ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kur’an’da ceza ile ilgili bir açıklama olduğunda mutlaka bu cezaya bir nitelik iliştirilir. Örneğin, “ عَذَابٌ مُه۪ينٌ ”, “ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ”, “ عَذَابٌ اَل۪يمٌ”, “ عذاب شديد ” gibi. Oldukça şiddetli, acı dolu, büyük, alçaltıcı bir azaptan bahsedilir. Bunlar cezanın Kur’an’da bahsedilen farklı nitelikleridir. Ama prensip olarak, “Ceza amelin cinsindendir”. Yani verilecek ceza işlenen suç ile adalet gereği aynı cinsten olur. Eğer biri başkasını küçük düşürücü bir suç işlemişse benzeri bir ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer büyük bir suç işledilerse cezası da büyük olmalıdır. Eziyete sebep oldularsa, eziyet ve ıstırap dolu bir ceza ile cezalandırılmalıdır.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ [Rüsva edecek olan azabın geleceği kimseleri yakında bileceksiniz.] demektir. مَنْ يَأْت۪يهِ [… geleceği kimse] ibaresindeki “azap” ile dünya azabını kasdetmektedir ki bu azap boğulmadır. عَذَابٌ مُق۪يمٌ [kalıcı azabın] yani ahiret azabının, kurtulması imkânsız olan borç ve hakkın inmesi gibi (kime ineceğini [yakında öğreneceksiniz) (Zemahşeri,Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
Rezil edecek azap, boğulma azabıdır. Temelli azap da ebedi cehennem azabıdır.
Bu kelam, onlar için pek anlamlı bir tehdittir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | حَتَّىٰ | sonunda |
|
2 | إِذَا | zaman |
|
3 | جَاءَ | geldiği |
|
4 | أَمْرُنَا | emrimiz |
|
5 | وَفَارَ | ve kaynadığında |
|
6 | التَّنُّورُ | tandır |
|
7 | قُلْنَا | dedik ki |
|
8 | احْمِلْ | bindir |
|
9 | فِيهَا | ona |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | كُلٍّ | her şeyden |
|
12 | زَوْجَيْنِ | çifti |
|
13 | اثْنَيْنِ | ikişer |
|
14 | وَأَهْلَكَ | ve aileni |
|
15 | إِلَّا | dışındaki |
|
16 | مَنْ | olanlar |
|
17 | سَبَقَ | önceden |
|
18 | عَلَيْهِ | aleyhlerine |
|
19 | الْقَوْلُ | hüküm verilmiş |
|
20 | وَمَنْ | ve |
|
21 | امَنَ | iman edenleri |
|
22 | وَمَا | ve |
|
23 | امَنَ | zaten iman etmemişti |
|
24 | مَعَهُ | onunla beraber |
|
25 | إِلَّا | dışında |
|
26 | قَلِيلٌ | çok az kimse |
|
فار Fevera : فَوْرٌ galeyana gelmek ve şiddetle kaynamak demektir. Bu kelime parlamış ateş, tencere ve öfke için kullanılır. Türkçede de kullanılan fevr sözcüğü hemen/sıcağı sıcağına gibi manalara gelir. Fare anlamına gelen فاْرٌ sözcüğü de buradan gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fevrîve feverandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
تنّور Tennûr : تَنُّورٌ içinde ekmek pişirilen şeyin adıdır. Kuan-ı Kerim’de geçtiği iki ayeti kerimede de kelamın zahiri Nuh a.s. ‘a hitaben ”fırının kaynamaya başlamasından itibaren” demektir. Buradan da bundan muradın ya bizzat Hz. Nuh ‘un evindeki ona has bir tandır olduğu ya da O’nun gözü önünde olan bildiği bir fırın olduğu anlaşılmaktadır. Tennurun özelliği ise onun ateşten bir oda ve sıcaklık merkezi olduğudur. Aslında suyun kaynaması ( فارَ ) sözcüğüyle tennur arasında bir bağlantı yoktur ama bu kelimenin ( فارَ ) ekmeğin pişirildiği mahalle izafe edilmesinin amacı ekmeğin insan için en değerli yemek olmasıdır ve kaynama buradan başlamıştır, dolayısıyla bu da artık onların hayatlarının sona ermekte olduğuna bir işaretttir. (Tahkik) Kuran’ı Kerim’de tennûr olarak 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tennure ve tandırdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ
حَتّٰٓى ibtida harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfı olup قُلْنَا fiiline mütealliktir. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَمْرُنَا fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.
Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فَارَ التَّنُّورُ cümlesi, atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Şartın cevabı قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا ‘dir.
فَارَ fetha üzere mebni mazi fiildir. التَّنُّورُ fail olup damme ile merfûdur.
حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ
Fiil cümlesidir. قُلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi احْمِلْ ف۪يهَا ’dir. قُلْنَا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
احْمِلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. ف۪يهَا car mecruru احْمِلْ fiiline mütealliktir. مِنْ كُلٍّ car mecruru زَوْجَيْنِ ’in mahzuf haline mütealliktir. زَوْجَيْنِ mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için ي ile mansubdur.
اثْنَيْنِ kelimesi زَوْجَيْنِ ’nin sıfatı olup müsennaya mülhak olduğu için ي ile mansubdur. اَهْلَكَ atıf harfi وَ ile زَوْجَيْنِ ’ye matuf olup, fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا istisna harfidir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
سَبَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَلَيْهِ car mecruru سَبَقَ fiiline mütealliktir. الْقَوْلُ fail olup damme ile merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنَۜ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنَۜ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنَۜ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ
Fiil cümlesidir. وَ haliyyedir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اٰمَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مَعَ mekân zarfı اٰمَنَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَّا hasr edatıdır. قَل۪يلٌ fail olup damme ile merfûdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ
Fasılla gelen ayette حَتّٰٓى , ibtidaiyye, اِذَا , cümleye muzâf olan, şart manalı zaman zarfıdır. Müteallakı cevap cümlesidir. Şart üslubundaki terkipte, اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundaki جَٓاءَ اَمْرُنَا cümlesi, şarttır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
جَٓاءَ اَمْرُنَا cümlesinde istiare sanatı vardır. اَمْرُ kelimesi, جَٓاءَ fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Emrin, bir şahıs gibi gelecek olması, azamet zamirine izafesi, onun şiddetini, azametini artırmaktadır. Ayrıca bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
Veciz ifade kastına matuf اَمْرُنَا izafetinde, azamet zamirine muzâf olan اَمْرُ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Aynı üsluptaki وَفَارَ التَّنُّورُ cümlesi, şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
وَفَارَ التَّنُّورُ [Tandır kaynadı] ifadesi, şiddetten kinayedir. Bu, Arapların, tandır kızıştı yani savaş başladı sözüne benzer. Bazı alimler, التَّنُّورُ kelimesini, mecaz yoluyla yeryüzü manasına almışlardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr, Mü’minun/27)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
قُلْنَا fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl cümlesi olan احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مِنْ كُلٍّ car-mecruru, زَوْجَيْنِ ‘nin mahzuf mukaddem haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
كُلٍّ ’deki nekrelik, muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Bu tenvine ivaz tenvini denir. Hazfedilmiş muzâfun ileyh yerine gelmiştir. Muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
زَوْجَيْنِ için sıfat olan اثْنَيْنِ , mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اَهْلَكَ izafeti, زَوْجَيْنِ ‘ye matuftur. Cihet-i camia, temasüldür.
Veciz ifade kastına matuf اَهْلَكَ izafetinde, Hz. Nuh’a aid zamire muzâf olan اَهْلَ , şeref kazanmıştır.
اِلَّا , istisna edatıdır. Müstesna konumundaki ism-i mevsûl مَنْ ’nin sılası olan سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَيْهِ car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
İkinci ism-i mevsûl birinciye matuftur. Atıf sebebi temâsüldür. Sılası olan اٰمَنَۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Keşşâf sahibi şöyle demiştir: “Ayetin başındaki حَتّٰٓى , kendisi ile yeni bir cümleye başlanılan ibtidaiyyedir. Burada, şart ve ceza cümlesinin başına gelmiş ve geçen ayetteki, “Ve (Nuh) gemiyi yapıyordu.” cümlesinin gayesi olmuştur. Yani “Nuh o gemiyi, vadedilen o tufan vakti gelinceye kadar yaptı.” demektir.” Ayetteki, جَٓاءَ اَمْرُنَا [emrimiz gelip] ifadesindeki اَمْرُ kelimesi şu iki manaya muhtemeldir:
a.) Allah Teâlâ, her şeyin kendi emri ile olduğunu beyan buyurmuştur. Nitekim O, “Bir şeyin olmasını dilediğimiz zaman sözümüz ancak ona ‘ol’ demektir. O da derhal oluverir.” (Nahl Suresi, 40) buyurmuştur. İşte bu ayetteki ”emir” ile de bu mana kastedilmiştir.
b.) Bununla vadedilen o azap irade edilmiştir.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ayette geçen التَّنُّورُۙ ile ilgili çeşitli görüşler vardır: Bu, içinde ekmek pişirilen tandır manasındadır. Kelimenin, “İş şiddetlendi (hızlandı).” manasına olması da muhtemeldir. Nitekim Arapçada,”Tandır kızdı.” yani “(iş kızıştı)” denir. Eğer denilse ki: التَّنُّورُ kelimesi elif-lam'lıdır, bu da o tandırın muhataplarca belli ve malum bir tandır olduğunu gösterir. Halbuki yeryüzünde böyle belli bir tandır yoktur. Dolayısıyla bunun, “İşin kızıştığını, suyun fışkırdığını gördüğün zaman hem kendini hem beraberindekileri kurtar.” manasına hamledilmesi gerekir. Biz cevaben deriz ki: “Bu tandır, Hz. Adem'in veya Hz. Havva'nın yahut da Allah'ın Nuh (a.s) için belirleyip gösterdiği bir tandır olup Cenab-ı Allah'ın ona, ‘Sen, o tandırdan su fışkırdığını gördüğünde bil ki iş tamamdır.’ demiş olması muhtemeldir. Böyle olması halinde ayetin lafzını zahiri manadan mecazi manaya çevirmeye gerek yoktur.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
الْقَوْلُ ’deki marifelik ahd içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ
وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ cümlesi, hal konumundadır. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.
Kasr üslubuyla tekid edilmiş cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Nefy harfi مَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan iki tekid hükmündeki kasr, fiille fail arasındadır.
اٰمَنَ maksûr/sıfat, قَل۪يلٌ maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مَعَهُٓ , ihtimam için faile takdim edilmiştir.
قَل۪يلٌ ‘daki nekrelik kıllet ifade eder.
اٰمَنَ - مَٓا اٰمَنَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
اِلَّا - مَنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr, مِنْ ve مَنْ kelimeleri arasında ise cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَقَالَ ارْكَبُوا ف۪يهَا بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا وَمُرْسٰيهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dedi ki |
|
2 | ارْكَبُوا | haydi binin |
|
3 | فِيهَا | ona |
|
4 | بِسْمِ | adıyladır |
|
5 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
6 | مَجْرَاهَا | yüzmesi de |
|
7 | وَمُرْسَاهَا | ve durması da |
|
8 | إِنَّ | şüphesiz |
|
9 | رَبِّي | Rabbim |
|
10 | لَغَفُورٌ | bağışlayıcıdır |
|
11 | رَحِيمٌ | rahmet edicidir |
|
وَقَالَ ارْكَبُوا ف۪يهَا بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا وَمُرْسٰيهَاۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, ارْكَبُوا ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ارْكَبُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru ارْكَبُوا fiiline mütealliktir.
بِسْمِ اللّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَجْرٰۭۙيهَا muahhar mübteda olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُرْسٰيهَا atıf harfi وَ ’la مَجْرٰۭۙيهَا ’ya matuftur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِسْمِ اللّٰهِ kelimesindeki بِ harf-i ceri mülâbese içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنَّ رَبّ۪ي لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
رَبّ۪ي kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup, mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. غَفُورٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. رَح۪يمٌ ikinci haberi olup damme ile merfûdur.
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince, cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘ nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri mübalağa sıygasındadır. Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ ارْكَبُوا ف۪يهَا بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا وَمُرْسٰيهَاۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Önceki ayetteki azamet zamirinden bu ayette gaib zamire geçişte iltifat sanatı vardır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan ارْكَبُوا ف۪يهَا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ف۪يهَا ’daki zamirden hal olan بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا وَمُرْسٰيهَا cümlesinde, takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. بِسْمِ اللّٰهِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَجْرٰۭۙيهَا muahhar mübtedadır.
بِسْمِ kelimesinin Allah lafzına izafesi, ismin şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir.
Tezayüf sebebiyle birbirine atfedilen مَجْرٰۭۙيهَا - مُرْسٰيهَا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafîy sanatı vardır.
Veciz ifade kastına matuf بِسْمِ اللّٰهِ izafetinde, ism-i celâle muzâf olan بِسْمِ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için اللّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır.
İşin büyüklüğünü ve Allah'ın kudretini muhataplara göstermek için, izmardan izhara dönülerek Allah lafzının açık isim olarak getirilmesi iltifat sanatıdır.
بِسْمِ اللّٰهِ kelimesindeki بِ harf-i ceri mülâbese içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنَّ رَبّ۪ي لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
رَبّ۪ي izafeti اِنَّ ’nin ismi, غَفُورٌ birinci , رَح۪يمٌ ikinci haberidir.
Veciz ifade kastına matuf müsnedün ileyh konumundaki رَبّ۪ي izafetinde mütekellim zamirinin Rab ismine izafesi, mütekellim zamirinin aid olduğu Hz.Nuh’a tazim ifadesinin yanında onun Allah’ın rububiyet vasfını ön plana çıkarma kastına matuftur.
Allah’ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
رَبّ۪ ve اللّٰهِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada muhatap Allah Teâlâ’nın Gafûr ve Rahîm olduğunu inkâr etmiyor. Ancak günah işleyip tövbe ettiği zaman bu tövbesine rağmen Allah Teâlâ’nın ceza vermesinden korkuyor. İşte onun bu korkusu, inkâr muamelesi görmüş ve gayr-ı münkir, münkir menzilesine konmuştur. Dolayısıyla da kelâm اِنَّ ve ل ile tekid edilmiş isim cümlesi olarak gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ , cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen, اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükümdür. (Suyûtî, İtkan, c. 2, s. 176)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı bir tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Bu fasıla gibi tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28)
وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهِيَ | (Gemi) |
|
2 | تَجْرِي | geçirirken |
|
3 | بِهِمْ | onları |
|
4 | فِي | içinden |
|
5 | مَوْجٍ | dalgaların |
|
6 | كَالْجِبَالِ | dağlar gibi |
|
7 | وَنَادَىٰ | ve seslendi |
|
8 | نُوحٌ | Nuh |
|
9 | ابْنَهُ | oğluna |
|
10 | وَكَانَ | ve o (idi) |
|
11 | فِي |
|
|
12 | مَعْزِلٍ | bir kenarda |
|
13 | يَا بُنَيَّ | oğulcağızım |
|
14 | ارْكَبْ | gel bin |
|
15 | مَعَنَا | bizimle birlikte |
|
16 | وَلَا | ve- |
|
17 | تَكُنْ | olma |
|
18 | مَعَ | beraber |
|
19 | الْكَافِرِينَ | kâfirlerle |
|
وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. تَجْر۪ي cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تَجْر۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. بِهِمْ car mecruru تَجْر۪ي ’ deki failin mahzuf haline mütealliktir. ف۪ي مَوْجٍ car mecruru تَجْر۪ي ‘ deki failin ikinci mahzuf haline mütealliktir. كَالْجِبَالِ car mecruru مَوْجٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَادٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. نُوحٌ fail olup damme ile merfûdur. ابْنَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ itiraziyyedir. Haliyye olması da caizdir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. ف۪ي مَعْزِلٍ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
نَادٰى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندي ’dur.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ
Mahzuf sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri; نادى يقول يا بني şeklindedir.
يَا nida harfidir. بُنَيَّ münada olup, mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı ارْكَبْۭۗ ’dur.
ارْكَبْۭۗ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. مَعَ mekân zarfı ارْكَبْۭۗ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُنْ nakıs, sükun ile meczum muzari fiildir. تَكُنْ ’un ismi, müstetir olup takdiri أنت ’dir. مَعَ mekân zarfı تَكُنْ ’un mahzuf haberine mütealliktir. الْكَافِر۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
بُنَيَّ kelimesi هُرَيْرَ kelimesi gibi ism-i tasgirdir. Aslında üç tane ي harfi vardır. İlki ismi tasğirdeki ي harfi, ikincisi kelimenin aslındaki ي harfi, üçüncüsü de mütekellim ي ‘sıdır. Hafifletmek için mütekellim ي ’sı hazf edilmiş, ism-i tasgir ي ’sı da kelimenin aslındaki ي harfine idgam olmuştur.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ ‘in muzari fiil cümlesi olması, hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin habere takdim edilmesi, hükmü takviye ve tahkik içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
ف۪ي مَوْجٍ car-mecruru تَجْر۪ي fiilinin failinden mahzuf hale mütealliktir.
ف۪ي مَوْجٍ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalga, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalga hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
مَوْجٍ ‘deki nekrelik nev ve kesret ifade eder.
Teşbih harfinin dahil olduğu كَالْجِبَالِ car-mecruru, مَوْجٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir.
ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ ibaresinde كَ teşbih harfidir. Dalga, dağa benzetilmiştir. Müşebbeh dalga, müşebbehün bih dağdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ [Dalgalar içinde akıp gitmenin] manası, o geminin dalgaların içinde olması anlamına gelir ki bu da boğulmayı gerektiren bir haldir. Şu halde bundan maksad şudur: O dalgalar, o gemiyi her taraftan kuşatınca o gemi âdeta o dalgaların içinde hareket eden bir şeye benzetilmiştir.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ cümlesi, haber olan cümleye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Muzari sıygadan mazi sıygaya geçişte iltifat sanatı vardır.
Veciz ifade kastına matuf ابْنَهُ izafetinde, Hz. Nuh’a aid zamire muzâf olan ابْنَ , şeref kazanmıştır.
وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ
وَ , itiraziyyedir. Ana cümlenin anlamına tesiri olmayan itiraz cümleleri, parantez arası cümleler vasıtasıyla yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Nakıs fiil كاَن ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي مَعْزِلٍ car-mecrurunun amili olan كَانَ ‘nin haberi, mahzuftur.
İsm-i mekan olan مَعْزِلٍ ‘deki nekrelik nev içindir.
مَعْزِلٍ kelimesi “Onu uzaklaştırdı.” anlamındaki عزله عنه ifadesinden olup mef‘il veznindedir. Buna göre mana “Nuh’un oğlu, babasından da müminlerin bindiği şeyden de kendini uzaklaştırdığı bir yerde idi.” şeklinde olur. “O, babasının dininden uzakta idi.” anlamında olduğu da söylenmiştir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
Cenab-ı Hakk'ın وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ [ayrı bir yere çekilmiş idi] ifadesine gelince bil ki Arapçada, مَعْزِلٍ kelimesi, “başka yerlerden ayrılmış, irtibatı kesilmiş yer” manasındadır. Bu kelimenin aslı عَزْل masdarı olup bunun manası “uzaklaşmak ve uzaklaştırmak” tır. Mesela sen, كنت بمعزل عن كذا dersin. Yani “Ben falanca yerden uzak olan bir yerde idim.” Bil ki ayetteki bu tabir, Hz. Nuh'un oğlunun hangi yerden uzak bir yerde olduğuna delalet etmemektedir. İşte bundan ötürü alimler birkaç izah yapmışlardır: a.) O, gemiden uzak bir yerde idi. Çünkü o, dağın kendisini boğulmaktan koruyacağını zannediyordu.
b.) O, babasından, kardeşlerinden ve kavminden uzak bir yerde idi.
c.) O, kâfirlerden uzak bir yerde idi. Buna göre sanki o, kâfirlerden ayrı bulunuyordu. Bundan dolayı Hz. Nuh (a.s) da zannetmişti ki oğlu, kâfirlerden ayrılmayı istediği için böyle uzaklaşmıştı. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ
Fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle, mahzuf bir sözün mekulü’l-kavli hükmündedir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan ارْكَبْۭۗ مَعَنَا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
Nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde كان ’nin haberinin hazfi icaz-ı hazif sanatıdır. Zarf-ı mekan olan مَعَ , bu mahzuf habere mütealliktir.
كان ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir 3/79)
كَانَ - لَا تَكُنْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
مَعَ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
بُنَيَّ - ابْنَهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بُنَيَّ kelimesi هُرَيْرَ kelimesi gibi ism-i tasgirdir. Aslında üç tane ي harfi vardır. İlki ismi tasgirdeki ي harfi, ikincisi kelimenin aslındaki ي harfi, üçüncüsü de mütekellim ي ‘sıdır. Hafifletmek için mütekellim ي ’sı hazf edilmiş, ism-i tasgir ي ’sı da kelimenin aslındaki ي harfine idgam olmuştur.
ارْكَبْ مَعَنا ifadesi, arz ve ikaz yoluyla onu imana çağırmak için kinayedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
قَالَ سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِۜ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | (O) dedi ki |
|
2 | سَاوِي | sığınacağım |
|
3 | إِلَىٰ |
|
|
4 | جَبَلٍ | bir dağa |
|
5 | يَعْصِمُنِي | o beni korur |
|
6 | مِنَ | -dan |
|
7 | الْمَاءِ | su- |
|
8 | قَالَ | dedi ki |
|
9 | لَا | yoktur |
|
10 | عَاصِمَ | kurtulacak |
|
11 | الْيَوْمَ | bugün |
|
12 | مِنْ | -nden |
|
13 | أَمْرِ | emri- |
|
14 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
15 | إِلَّا | dışında |
|
16 | مَنْ | kimselerin |
|
17 | رَحِمَ | merhanet ettiği |
|
18 | وَحَالَ | bu sırada girdi |
|
19 | بَيْنَهُمَا | aralarına |
|
20 | الْمَوْجُ | bir dalga |
|
21 | فَكَانَ | ve o da oldu |
|
22 | مِنَ | -dan |
|
23 | الْمُغْرَقِينَ | boğulanlar- |
|
قَالَ سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. اٰو۪ٓي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir. اِلٰى جَبَلٍ car mecruru سَاٰو۪ٓي fiiline mütealliktir. يَعْصِمُن۪ي fiili جَبَلٍ sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
يَعْصِمُن۪ي damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamir ى mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْمَٓاءِ car mecruru يَعْصِمُن۪ي fiiline mütealliktir.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
عَاصِمَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. الْيَوْمَ zaman zarfı مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ ’nin mahzuf haline mütealliktir. مِنْ اَمْرِ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلَّا istisna edatıdır. مَنْ müşterek ism-i mevsûl müstesna munkatı’ veya muttasıl olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası رَحِمَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
رَحِمَۚ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَاصِمٍ kelimesi sülâsî mücerred olan عصم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بَيْنَ mekân zarfı, حَالَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْمَوْجُ fail olup damme ile merfûdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ car mecruru كَانَ ’ nin mahzuf haberine müteallik olup, cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْمُغْرَق۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-imef’ûludur.
قَالَ سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
س harfinin dünyada gerçekleşecek olayları, سوف harfinin ise, ahirette gerçekleşecek olayları ifade etmek için kullanıldığı belirtilmiştir. (Necmettin Çalışkan, Abdurrahman Hasan Habenneke El-Meydânî Ve Tefsîri)
جَبَلٍ ‘deki nekrelik muayyen olmayan nev ifade eder.
يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِ cümlesi, جَبَلٍ için sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Sıfatlar, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اعْصِمُ fiilinin dağa isnadı, mecaz-ı aklîdir. Çünkü dağ kurtarma fiilini işlemez, sadece kurtulmaya sebep olabilir. Sebep müsebbep alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatıdır.
قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavl olan لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَ , cinsini nefyeden nefy harfi لَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. عَاصِمَ , cinsini nefyeden لَا ’nın ismidir. Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. مِنْ اَمْرِ ’nin müteallakı olan لَا ’nın haberi mahzuftur.
اِلَّا , istisna harfidir.
Müstesna konumundaki ism-i mevsûl مَنْ ’ in sılası olan رَحِمَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade kastına matuf اَمْرِ اللّٰهِ izafetinde, Allah ismine muzâf olan اَمْرِ şan ve şeref kazanmıştır.
سَاٰو۪ٓي - يَعْصِمُن۪ي - رَحِمَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَعْصِمُن۪ي - لَا عَاصِمَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
يَعْصِمُن۪ي - عَاصِمَ kelimelerinde istikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr, قَالَ ’nin tekrarında reddü'l- acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Burada عَاصِمَ şeklinde gelen kelime ‘masum’ anlamındadır. Bu tabirin aslı لَا مَعْصُومَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ şeklindedir. Çünkü burada “bugün kurtulan hiç kimse yoktur” denmek isteniyor. Böylece mübalağa yoluyla kâfirler için hiçbir kurtuluş ümidi olmadığı ifade edilmiştir. Aynı ayetteki جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي tabirinde de kurtarma fiili dağa isnad edilmiştir. Burada da sebebe isnad vardır. Çünkü dağ kurtarma fiilini işlemez, sadece kurtulmaya sebep olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nuh'un oğlu, bu tufanın kâfirleri helak etmek için vuku bulduğunu ve o gün kâfirler için kurtuluş olmayacağını bilmiyordu. Nuh (a.s) oğluna, “Dağ, seni sudan koruyamaz!” diyecek yerde, “Bugün O'nun merhamet ettiğinden başka hiç kimse için Allah'ın emrinden kurtaracak yoktur.” demeyi tercih etmesi zat ve sıfat olarak bütün koruyucuları nefyetmek içindir. Bir de Nuh'un (a.s), sözlerine الْيَوْمَ /bugün kelimesini ilâve etmesi, o günün diğer felaket günleri gibi olmadığını belirtmek amacına yöneliktir. Nuh (a.s), bu sözlerinde suyu Allah'ın emri olarak ifade etmiştik ki bu emir, daha önce, حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا [Nihayet emrimiz gelince tandır kaynadı.] cümlesinde işaret edildiği gibi Allah'ın azabı demektir. Bu ifade tarzı, ilâhî emrin şanını yüceltmek, onun korkunçluğunu göstermek, ondan diğer sular gibi bazı yerlere kaçmakla kurtulmayı vehmetmenin hata olduğuna dikkati çekmek, ve nefyin illetini açıklamak içindir. Çünkü Allah'ın emrine karşı gelinemez ve O'nun azabı geri çevrilemez. Ve bir de burada “O'nun merhamet ettiğinden başka” istisnasıyla korumayı Allah'a hasretmenin ön hazırlığı vardır. “O'nun merhamet ettiğinden başka” denmesi, önce ibham sonra tefsir; önce icmal sonra tafsil ile Allah'ın şanını yüceltmek; Kurtuluşun sebebinin tamamen Allah'ın rahmeti olduğunu bildirmek içindir. Çünkü Allah'ın rahmeti, gazabının önündedir.(Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ
Cümle atıf harfi وَ ‘ la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekan zarfı بَيْنَهُمَا , ihtimam için faile takdim edilmiştir.
حَالَ fiilinin الْمَوْج ’e isnadı, mecaz-ı aklîdir.
فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ
كَانَ ’nin dahil olduğu فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ cümlesi, atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Nakıs fiil كاَن ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ ’ nin amili olan كَانَ ‘nin haberi, mahzuftur.
الْمَوْجُ - الْمَٓاءِ - الْمُغْرَق۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَق۪يلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَق۪يلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقِيلَ | ve denildi |
|
2 | يَا أَرْضُ | yer |
|
3 | ابْلَعِي | çek |
|
4 | مَاءَكِ | suyunu |
|
5 | وَيَا سَمَاءُ | gök |
|
6 | أَقْلِعِي | sen de tut |
|
7 | وَغِيضَ | ve çekildi |
|
8 | الْمَاءُ | su |
|
9 | وَقُضِيَ | ve bitirildi |
|
10 | الْأَمْرُ | iş |
|
11 | وَاسْتَوَتْ | ve oturdu |
|
12 | عَلَى | üzerine |
|
13 | الْجُودِيِّ | Cudi’nin |
|
14 | وَقِيلَ | ve denildi |
|
15 | بُعْدًا | yok olsun |
|
16 | لِلْقَوْمِ | topluluğu |
|
17 | الظَّالِمِينَ | zalimler |
|
قلع Qale’a : Kelimedeki asıl anlam bir şeyi hiçbir şey bırakmazsızın köküden söküp çıkarmaktır. Ağacı kökünden sökmek , taşı temelinden çıkarmak , komutan ya da emiri yerinden ve makamından azletmek veya hummanın bedenden tamamen atılması fiilin kullanım yerlerindendir. Dolayısıyla meallerin çoğunda geçtiği gibi mana tutmak değildir. Yani ayeti kerime, senden inen suyunu buharlaşma veya herhangi bir şekilde arzda hiç kalmayana dek çek ve çıkar demektedir. (Tahkik) Kuran’ı Kerim’de sadece 1 kez Hud suresi kırkdördüncü ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli kaledir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
جود Cevede : Kuran- ı Kerim’de geçen جُودِي kelimesinin Musul ile Cizre arasındaki bir dağın adı olduğu söylenmiştir. Asıl olarak جُود ‘a mensup anlamına gelir. جَوادٌ ise mal olsun ilim olsun elinde bulunan şeyin tamamını harcamak/ihsanda bulunmaktır. Bu açıdan Türkçede de kullandığımız Cevad ismi cömert anlamındadır. At için de cevad sıfatını kullanmak onun koşmada var olan gücünü sarfetmesi sebebiyle asil bir at olduğunu belirtmek itibarıyladır, çoğulu da جِيادٌ şeklinde gelir. Yine bol yağmura جَوْدٌ ; ata جَوْدَةٌ ; mala da جُودٌ denir. Bu kökten gelen ceyyidun جَيِّدٌ sözcüğü de iyi, güzel veya münasip oldu demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki türevde olmak üzere sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Cûdi (dağı), Cevat,Câvit, Cevdet ve tecviddir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)وَق۪يلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ق۪يلَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. يَٓا اَرْضُ cümlesi, naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
يَٓا nida harfidir. اَرْضُ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.
Nidanın cevabı ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ ’dir.
ابْلَع۪ي fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muhataba ي ‘ sı fail olarak mahallen merfûdur. مَٓاءَكِ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا nida harfidir. سَمَٓاءُ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. Nidanın cevabı اَقْلِع۪ي ‘dir.
اَقْلِع۪ي fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muhataba ي ‘ sı fail olarak mahallen merfûdur.
غ۪يضَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. الْمَٓاءُ naib-i fail olup damme ile merfûdur. قُضِيَ fiili, atıf harfi وَ ile غ۪يضَ fiiline matuftur.
قُضِيَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. الْاَمْرُ naib-i fail olup damme ile merfûdur. اسْتَوَتْ fiili, atıf harfi وَ ile قُضِيَ fiiline matuftur.
اسْتَوَتْ iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. عَلَى الْجُودِيِّ car mecruru اسْتَوَتْ fiiline mütealliktir.
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَوَتْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi سوي ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَق۪يلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. ق۪يلَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بُعْداً mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri; ابعدوا veya بعدوا şeklindedir. لِلْقَوْمِ car mecruru بُعْداً ’e mütealliktir.
الظَّالِم۪ينَۙ kelimesi لِلْقَوْمِ ’nin sıfatı olup cer alameti ى ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَق۪يلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
ق۪يلَ fiili, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
قٖيلَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Arza verilen emir, yeryüzündeki tufan suyunu yutması içindir, yoksa yeryüzündeki pınarların ve ırmakların suları için değildir.
Aynı üslupta gelen وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي cümlesi, nida cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur.
وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ cümlesi, istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
غ۪يضَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
ابْلَع۪ي - اَقْلِع۪ي kelimeleri arasında da cinas-ı nakıs, murâât-i nazîr sanatı vardır.
يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ cümlesiyle وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اَرْضُ - سَمَٓاءُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَقُضِيَ الْاَمْرُ cümlesi ve akabindeki aynı üslupla gelen وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ cümlesi, istinafa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
قُضِيَ fiili, mef’ûle dikkat çekme amacıyla meçhul bina edilmiştir.
قُضِيَ - غ۪يضَ kelimeleri arasında da cinas-ı nakıs sanatı vardır.
Hûd Suresinin bu ayeti birçok bedî’ sanatı bünyesinde toplayarak ibda sanatının en güzel örneğini oluşturmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Bu ayet-i kerimedeki îcazı Beyzâvî şöyle izah eder: Bu ayet, lafızlarının azametinden, nazmının güzelliğinden ve maksadı ifadede herhangi bir karışıklığa meydan vermeden son derece veciz bir ifade ile olayın künhüne delaletinden dolayı fesahatın en üst derecesindedir. Ayetteki fiillerin faillerinin açıktan getirilmeyişinde, failin (Allah’ın) büyüklüğüne ve zikredilmeye ihtiyaç duymayacak derecede haddi zatında malum olduğuna işaret vardır. Zira bu gibi fiilleri yapmaya bir ve tek olan Allah’tan başka hiç kimsenin gücünün yetmeyeceği bilindiğinden, aklın bu failden başkasına gitmeyeceği aşikardır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
ق۪يلَ [Denildi ki] ifadesinden sonra murad olunan şeyin meydana gelmesi bir mecâzî ifade ile ortaya konmuş oldu.Böylece mecaz karînesi, cansız varlıklara seslenme ifadesi oldu ki bu ifade de: يَٓا اَرْضُ [Ey yer] ve يَا سَمَٓاءُ [Ey gök] ifadeleridir. Sonra da her ikisine seslenerek: “Ey yer ve ey gök” diye buyurdu. Bu da ismi geçen benzetmeye uygun bir istiâre yolu ile olmuştur. Daha sonra yine bir istiâre yoluyla suyun yer tarafından yutularak yerin derinliklerine çekilmesinden, bu iradeden söz edilmiştir. Yerin suyu yutması ise yiyecek maddelerinde ikisi arasında var olan cazibe ya da çekim gücü sayesindeki bir şeye istiare yoluyla bir benzetme getirmektedir. Bu da söz konusu suyun gizli bir yere çekilip karar kılmasıdır. Daha sonra ise su, gıdaya benzetilerek gıda için istiare yapılmıştır. Tıpkı yemek yiyen bir kimse nasıl ki yedikleriyle güç kazanıp gıda alıyorsa burada da istiare yoluyla yeryüzündeki bitkilerin su sayesinde güç kazanıp meydana gelmesi, bir benzetme olarak gösterilmiştir. Yani istiare yapılmıştır. Bundan sonra ise مَٓاءَكِ [suyunu] diye buyurmuştur. Yani suyun yerle bitişik olması sebebiyle suyu yere mecazî manada suyu izafe ederek tıpkı mülk sahibine yani malike mülkün bitiştirmesi gibi bir ifade tarzıyla sunmuştur. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl; Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ ibaresinin gerçek anlamı, جَلَسَتْ عَلَى الْمَكَانِ [O yere oturdu] şeklindedir. Ancak burada özgün olan lafızdan vazgeçilip onun yerine redifi olan اِسْتَوَى kelimesi getirilmiştir. Gerçek lafızdan vazgeçilmesinin sebebi, irdâf lafzı olan اِسْتَوَى fiilinin “kaymadan ve eğilmeden bir mekâna oturmayı” ifade etmesidir. Bu anlam, “oturdu” anlamındaki جَلَسَتْ ve قَعَدَتْ kelimelerinde yoktur. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Bu ayette cümleler, belâgatın gerektirdiği şekilde en önemli olandan başlayarak nesak vâv’ı ile birbirine atfedilmiştir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi ve Sanatları)
Nuh (a.s) ve kavmini anlatan bu ayette aradaki atıf harfleriyle birbirini tamamlayan ve müstakil olarak değerlendirildiğinde de anlamı tamamlanmış cümleler söz konusudur. Şüphesiz ki bir kurtuluşun olacağını bilen insanların bu işin nasıl gerçekleşeceği konusunda bir fikirleri yoktu. Muhataba gemide bulunan insanların hapis kaldıkları düşüncesini vermeden, gerçekleşen olayların kronolojik sıralaması esas alınarak anlatılması ve sonuçta olay üzerinden geminin kalıntılarının sonraki nesiller için ibret alınacak şekilde bırakıldığının ifade edilmesi ve olayda hak edenlerin dışındakilerin zarar görmüş olma ihtimalini düşündürmeden helakın sadece zalimleri kapsadığının bildirilmesi ayetteki cümlelerde mükemmel bir dizaynın olduğunu göstermektedir.
وَقُضِيَ الْاَمْرُ şeklindeki temsil, son derece vecizdir. Bunun gerçek anlamı, “Helakine hükmedilen helak oldu ve kurtulması takdir edilen kurtuldu.” şeklindedir. Burada iki nedenden dolayı özel lafızdan vazgeçilip temsil lafzı tercih edilmiştir:
a.) Birincisi, îcaz belâgatınden dolayı lafzı kısaltmak.
b. )Helak ve kurtuluşun, itaat edilen emir olmalarıdır. Çünkü emir, bir amiri gerektirir ve amirin hüküm vermesi de onun kudretine ve memurun tâatine delâlet eder. Bu mana, özel lafızla elde edilemez. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Allah Teâlâ’nın bu ayetinde 23 kadar bedî‘ sanatı olduğu söylenmiştir:
1.) Tenâsüp: ابْلَعِي [yut] ve قْلِعِي [tut] kelimeleri arasında tam bir münasebet (tenâsüp) vardır.
2.) İstiare: ابْلَعِي [yut] ve اَقْلِع۪ي [tut] kelimelerinde istiare vardır.
3.) Tıbâk: اَرْضُ [yer] ve سَمَاءُ [gök] kelimeleri arasında tıbâk vardır.
4.) Mecaz: يَا سَمَاءُ [ey gök] ifadesi mecazdır. Hakikati, يَا مَطَرُ [ey yağmur] ifadesidir.
5.) İşaret: وَغِيضَ الْمَاءُ [su azaldı] ifadesinde işaret vardır. Bununla birçok mana ifade edilmiştir. Çünkü gök yağmurunu kesinceye ve yer kendisinden çıkan kaynakları yutuncaya kadar su azalmaz.
6.) İrdâf: اسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيّ [Cudi’ye oturdu] ifadesinde irdâf vardır. Bununla onun bir mekâna yerleşmesi kastedilmiştir.
7.) Temsil: وَقُضِيَ الْاَمْرُ [iş bitirildi] ifadesinde temsil vardır. Konudan uzak bir lafız vasıtasıyla helak olanların helak oluşu ve kurtulanların kurtuluşu kastedilmiştir.
8.) Ta‘lil: Suyun azalması, istivânın (oturmanın) illetidir.
9.) Taksim: Suyun azalma durumundaki kısımları tam olarak sayılmıştır.
10.) İhtiras: وَقِيلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ [“Zalimler topluluğu yok olsun!” denildi] ifadesinde ihtiras sanatı vardır. Çünkü bu dua, zayıf ihtiras yoluyla onların helaki hak ettiklerini bildirmektedir. Zira boğulma genel olduğu için hak etmeyenleri de kapsadığı izlenimini vermektedir.
11.) İnsicam: Ayet, uyumlu olarak akan su gibi insicâmlı (uyumlu) bir şekilde gelmiştir.
12.) Hüsn-i nesak: Allah Teâlâ, kıssayı birbiri üzerine atfederek güzel bir tertiple anlatmıştır.
13.) İ’tilâfu’l-lafz ma‘a’l-ma‘nâ: Her lafız, başka lafzın manası olmaya elverişli değildir.
14.) Îcaz: Allah Teâlâ, bu ayette emretmiş, yasaklamış, haber vermiş, seslenmiş, nitelendirmiş, isimlendirmiş, helâk etmiş, bâkî bırakmış, mesut kılmış ve bedbaht yapmıştır. Eğer bunların hepsini ayrıntılı olarak anlatsaydı, kalemler yetişmezdi.
15.) Teshîm: Ayetin başı sonuna delalet etmektedir.
16.) Tehzîb: Ayetin kelimeleri güzellik sıfatlarına sahiptirler. Zira her bir lafzın telaffuz edilmesi kolaydır, onlarda fesahat güzellikleri vardır, birbiriyle uyuşmazlıktan beri ve karmaşık terkiplerden uzaktırlar.
17.) Hüsn-i beyan: Dinleyici kelimelerin anlamlarını anlamakta hiçbir sıkıntı çekmez.
18.) İtiraz: Bu da, وَغِيضَ الْمَاءُ [su azaldı] ve اسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيّ [Cudi’ye oturdu] sözleridir.
19.) Kinaye: Suyu kimin azalttığı, işi kimin bitirdiği, gemiyi kimin oturttuğu, “yok olsun!” sözünü kimin söylediği açıkça ifade edilmemiştir. Yine ayetin başındaki “Ey yer, suyunu yut ve ey gök tut!” sözünü kimin söylediği de açıkça belirtilmemiştir.
20.) Tariz: Allah Teâlâ, elçileri zulmen yalanlamayı âdet edinmiş kimselere, bu tufanın ve yıkıcı tablonun sadece kendi zulümleri sebebiyle başlarına geldiğini ima etmiştir.
21.) Temkin: Fâsıla yerli yerindedir.
22.) Müsâvât: Ayetin lafzı manasından fazla değildir.
23.) İbdâ‘: Bu ayet birçok belâgat özelliğini içermesi bakımından eşsizdir. Hatta bazıları bu ayette 150 sanat bulunduğunu söylemiştir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Görüldüğü gibi beşerin benzerini söylemekten aciz olduğu îcazın zirvesindeki bu ayeti Beyzâvî de gayet veciz ifadelerle tefsir eder ve îcazın ihlalden yani maksadı ifadede karışıklığa meydan vermekten uzak olması gerektiğine işaret eder.
”اَرْضُ ابْلَع۪ي ve سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي tabirleri istiaredir. Çünkü yere ve göğe emir verilmesi veya hitap edilmesi doğru değildir. Emir ve hitap sadece akıllı olana yapılır, yalnız anlayış ve kavrayış sahibine yöneltilir. Onun için bu emirle kastedilen, Allah Teâlâ’nın kudretinin büyüklüğünü; emir, idare ve tedbirinin ifa ve etkileme hızını belirtmektedir. Allah Teâlâ’nın اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟ “Biz bir şeyin (olmasını) istediğimiz zaman ona (söyleyecek) sözümüz ‘ol’ dememizdir. O da hemen oluverir.” (Nahl Suresi, 40) sözü gibidir. Buradaki “Ol!” emri, Allah Teâlâ’nın emirlerinin/ işlerinin zahmet, külfet, yorgunluk ve meşakkat çekilmeden meydana geldiğini bildirmektedir. Bu sözde bir başka ince fayda daha bulunmaktadır. Şöyle ki Allah Teâlâ’nın “Ey yer, suyunu yut! Ve ey gök suyunu tut!” sözü, يَا اَرْضُ اَذْهَبِي بِمَاءِكِ [Ey yer suyunu gider!’] ifadesinden daha beliğdir. Çünkü “yutma”da (ابْلَع۪ي) suyun hızla giderilip yok edildiğine delil bulunmaktadır. Nitekim birinin, midesine yemeği hızla indirmesini istediğinde ona söylediğin اِبْلَغْ هَذَا اَلطَّعَامَ [bu yemeği, yut ] şeklindeki sözün, كُلْ هَذَا اَلطَّعَامَ (bu yemeği ye) sözünden daha beliğdir. Yine Allah Teâlâ’nın وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي (Ey gök suyunu tut) sözü de böyledir. Çünkü buradaki “tutma (اَقْلِع۪ي)” “açılma (اِنْجِلَا)” lafzından daha beliğdir. Çünkü “yutma (ابْلَع۪ي)” ile ilgili olarak söylediğimiz gibi “tutma da (اَقْلِع۪ي)” ile bulutun hızla giderilmesi anlamı da bulunmaktadır. Bu ise ilâhi kudretin nüfuz ve işlerliğini, durmadan ve beklemeden emirlerine boyun eğilmesindeki sürati daha iyi anlatmaktadır. Buna ilave olarak اَقْلِع۪ي ve ابْلَع۪ي lafızları arasındaki sesteşlikle (el- müzâvece) de hayranlık verici belâgat ve yüce fesahat örneği bulunmakta olup Kur’an’da bunun sayılamayacak kadar örneği vardır. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
(Allah Teâlâ’nın emir ve işlerinin gerçekleşme kolaylığı ve etki hızının, ’’ol’’ sözünü söyleme hızı ve kolaylığı ile temsil edilmiş olduğu anlatılmaktadır)
وَق۪يلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Cümle atıf harfi وَ ‘ la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ق۪يلَ fiili mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
قٖيلَ fiilinin mekulü’l-kavli olan بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ cümlesinde بُعْداً , takdiri; ابعدوا veya بعدوا olan mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakıdır. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
لِلْقَوْمِ için sıfat olan الظَّالِم۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına işaret etmiştir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ق۪يلَ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
O zalimler için de “kahrolası” denildi. Burada zulüm vasfının zikredilmesi, helak sebebini bildirmek, daha önceki “Ve zulmedenler hakkında Bana bir şey söyleme.” emrini hatırlatmak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Mekulu’l kavl cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber olarak gelmiş olsa da beddua manasında olduğu için mecazi mürsel mürekkeptir.
وَنَادٰى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَاَنْتَ اَحْكَمُ الْحَاكِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَنَادَىٰ | ve seslendi |
|
2 | نُوحٌ | Nuh |
|
3 | رَبَّهُ | Rabbine |
|
4 | فَقَالَ | ve dedi ki |
|
5 | رَبِّ | Rabbim |
|
6 | إِنَّ | şüphesiz |
|
7 | ابْنِي | oğlum |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | أَهْلِي | benim ailemdendir |
|
10 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
11 | وَعْدَكَ | senin vaadin |
|
12 | الْحَقُّ | haktır |
|
13 | وَأَنْتَ | ve sen |
|
14 | أَحْكَمُ | en iyi hükmedenisin |
|
15 | الْحَاكِمِينَ | hükmedenlerin |
|
وَنَادٰى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. نَادٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. نُوحٌ fail olup damme ile merfûdur. رَبَّهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, رَبِّ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي ’dir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ابْن۪ي kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ اَهْل۪ي car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. اِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ cümlesi atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
وَعْدَكَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur. الْحَقُّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. نَادٰى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندي ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَنْتَ اَحْكَمُ الْحَاكِم۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَحْكَمُ haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْحَاكِم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْحَاكِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerredi حكم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَنَادٰى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Veciz ifade kastına matuf رَبَّهُ izafetinde, Hz. Nuh’a ait zamirin Rab ismine muzâfun ileyh olması Hz. Nuh’a tazim teşrif ve destek içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي cümlesi nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Münada konumundaki رَبِّ izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfin işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Nidanın cevabı olan اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. اِنَّ ‘nin haberi mahzuftur. مِنْ اَهْل۪ي bu mahzuf habere mütealliktir.
Aynı üslupta gelerek nidanın cevabına matuf olan اِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nidanın cevabı, haberî isnad olmasına rağmen dua manasında olduğu için muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşmuştur. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Her iki cümledeki müsnedün ileyh, izafetle marife gelerek az sözle çok anlam ifade edilmiştir.
Haberin الْ takısıyla marife olması bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtir. Ona bağlı olan şeyin gerçek olduğunu temin eder. Gerçek olan da onun vaadidir. Yoksa mutlak hak olması değildir. Bu marifelikte mübalağa kastı da vardır.
Veciz ifade kastına matuf وَعْدَكَ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan وَعْدَ , şan ve şeref kazanmıştır.
رَبَّ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
نَادٰى fiili, ‘istedi’ manasında sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Burada hak olduğu ifade edilen vaat ya o kurtarma vaadidir ya da bütün ilâhî vaatler haktır; aksinin olması mümkün değildir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ cümlesi lâzım-ı faide-i haberdir. Allah’ın vaadinin hak olduğunu bilirler. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَاَنْتَ اَحْكَمُ الْحَاكِم۪ينَ
Cümle atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned az sözle çok anlam ifade yollarından biri olan izafet şeklinde gelmiştir.
الْحَاكِم۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اَحْكَمُ ve الْحَاكِم۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden و- نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)
İnsanın gönlü bir hedefi sever. İşe girişmeden önce araştırır ve soruşturur. Artılarıyla eksilerini değerlendirir. Sonra Allah’ın adıyla, belirlediği hedefe ulaşmak umuduyla, yola çıkar.
İlerlemeye çalışırken, beklediği ya da umduğu her desteği göremediğini farkeder. Etrafı yapamayacağına inanan, bunu açıkça ifade eden ve hatta engel olmaya çalışanlarla dolar. Emek benden, nasip Allah’tan diye inanırken, vesveselerle çevrelenir. Artık başarısızlıktan korkmaya başlar.
Yolun zorluklarının yanında, endişelerin yorgunluğu yük olur. Adımları ağırlaşır. Omuzları düşer. Yanlış insanlara cesaret verme korkusuyla susar. Biraz da yalnızlaşır. Derin bir nefes almak için başını kaldırdığında, bakışları bulutlara takılır. Çocukken oynadığı oyunu oynarken, bulutlardan birini gemiye benzetir. Hz. Nuh’u hatırlar.
Allah’ın emriyle gemi yaparken, kavminin devamlı onunla alay etmesini düşünür. Allah rızası için çıktığı yolda ilerlemeye çabalarken, aslında başkalarının kendisini alıkoyma çabasıyla söylediklerinin önemi yoktur. Allah’ın yardımına güvenen için, başkalarının kendi kapasitesine biçtiği kılıfın değeri yoktur.
Başarı, tek başına, hedefe ulaşmak mıdır? Yoksa Allah’ın adıyla, verdiği her emeğin karşılığını bir şekilde alacağını bilmek midir? Her emeğin karşılığını verene hamd olsun der. Zorluklar küçülür, kolaylıklar büyür. Çirkinlikler, güzelliklerin arasında kaybolur. Rahmetin ferahlığıyla, sıkıntıları hafifler. Rabbinden; hayırlarla hedefini kucaklamayı ve iki cihanda da emeklerinin karşılığını görmeyi ister.
Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! Gönlüme, hakkımda hayırlı olacak hedefleri sevdir. Yanlış hedeflerin peşinden koşmaktan ve zamanımı heba etmekten, Sana sığınırım. Hakkımda hayırlı olmadığı için vazgeçmem gereken istekleri, gönlümden uzaklaştır. Zorlandığım ama hakkımda hayırlı olanları ise, benim için kolaylaştır ve gönlüme yakınlaştır.
Ey her yolun sahibi olan Allahım! Çıktığım her yol ve harcadığım her emek, Senin için olsun. Niyetimi halisleştir, yolumu ferahlandır. Attığım her adımda, dilime ve kalbime, Senin adını andır. Ömrümü hayırlı yolculuklarla doldur. Hayırlı yoldaşlarla yarıştır. Nimetlerin karşısında değersiz görünen her çabam, merhametinle çoğalsın ve mahşer günü beni karşılasın. Dünyada yürüdüğüm her yol ve tamamladığım her iş, beni Senin rızana ve kurtuluşuna kavuştursun, iki cihanda da yüzümü ve kalbimi aydınlatsın.
Amin.
***
Her şeyi anlamlandırma çabasının faydaları olduğu kadar zararları da vardır. Bırakılması gereken bir işin peşinden sürükler. Bu da zaman, kaynak ve enerji gibi çeşitli kayıplara sebep olabilir. Dile getirilmediğinde unutulacak bir mesele irdelendikçe dirilir ve serpilir. Bu da kişiyi benliğini şişirmeye ve etrafındakileri küçümsemeye ya da bazen kendisini ezmeye ve karanlıklara gömülmeye iter.
Anlamlandırma çabasıyla artık zaten nefsine düşkün olan insanın iyice kendisine dönmesi teşvik edilmektedir. İçindeki gücü keşfet, kendine öncelik ver, kendin için yaşa gibi ifadeleriyle şımartılmaktadır. Öyle ki hastalıklardan kurtulursun, ölümü geciktirirsin sözleriyle teşvik edilmektedir. Bütün dikkatini benliğinden yola çıkarak dünyalık hedeflere yönelten kişiyi ise birçok hayal kırıklıkları beklemektedir.
Her şeyi anladığını iddia eden biri, doğrularla her türlü sıkıntıdan uzaklaşabileceği yanılgısına düşer. Bu günümüzün; çocuğumun hiçbir travması olmaması için çabalıyorum diyerek Allah’ın kendisine yüklemediği sorumluluğun altında ezilenleri hatırlatır. Düşünmek gerekir ki, çeşitli sıkıntılara sebep olarak gösterilenlerin (eğer gerçekten sebep ise) de sebep kılınmasını dileyen Allah’tır.
Elbette ki insan müthiş bir potansiyele sahiptir. Ancak dünya için yaşayan birinin nefsini besleyen gücü büyütmesi ile Allah’ın rızasını gözeten bir kulun, Allah’ın kendisine bahşettiği esnek güç sınırlarına şükür edip yine O’na sığınarak sabırla ve dualarla beklemesi çok farklı şeylerdir. Akla hz. Nuh’un oğlu gelir. Onun tek derdi sulardan kaçıp yaşamaktı ama Allah’ın dilediğinden ancak Allah’a kaçan kurtulur.
Denir ki; kalbini Allah sevgisiyle ve O’na olan imanla dolduran kişi, dünyalıkların özündeki boğucu yapışkanlığından sıyrılarak kendisinden ayrıştırır. Böylece mesela yetişkinliğe eren evladının da artık Allah’ın bir kulu olduğu bilincine varabilir veya hastalıktan ya da ölümden kaçmak yerine Allah’a daha iyi bir kul olmak ve rızasıyla O’na yaklaşmak niyetiyle bedenine ve zihnine özen gösterir.
Anlaşılan odur ki gerçekten de her işin ilk ve en önemli adımı doğru niyettir.
Ey Allahım! Geçmişimizden geleceğimize; her zerremizi bilensin. Zira dünyada ve ahirette bizim sahibimizsin. Korkularımızdan ve görünür görünmez tehlikelerden Sana kaçarız. Zira koruyucuların en hayırlısı Sensin.
Ey Allahım! Çıkacağımız her yolda, başlayacağımız her işte ve söyleyeceğimiz her kelimede; niyetlerimizi halis kıl. Dünyalıklardan dünyalıklara kaçmak ve sebeplere sarılmak gafletlerinden uyandır. Bizi, yalnız Senden isteyen mütevekkil ve mütevazi salih kulların zümresine kat.
Amin.