بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنْ نَقُولُ اِلَّا اعْتَرٰيكَ بَعْضُ اٰلِهَتِنَا بِسُٓوءٍۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهَدُٓوا اَنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنْ |
|
|
2 | نَقُولُ | diyoruz ki |
|
3 | إِلَّا | sadece |
|
4 | اعْتَرَاكَ | seni çarpmış |
|
5 | بَعْضُ | bazıları |
|
6 | الِهَتِنَا | ilahlarımızdan |
|
7 | بِسُوءٍ | fena |
|
8 | قَالَ | dedi ki |
|
9 | إِنِّي | şüphesiz ben |
|
10 | أُشْهِدُ | şahit tutuyorum |
|
11 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
12 | وَاشْهَدُوا | ve şahid olun |
|
13 | أَنِّي | elbette ben |
|
14 | بَرِيءٌ | uzağım |
|
15 | مِمَّا |
|
|
16 | تُشْرِكُونَ | ortak koştuklarınızdan |
|
اِنْ نَقُولُ اِلَّا اعْتَرٰيكَ بَعْضُ اٰلِهَتِنَا بِسُٓوءٍۜ
Fiil cümlesidir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Mekulü’l-kavli, اعْتَرٰيكَ ’dir. نَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. اِلَّا hasr edatıdır.
اعْتَرٰيكَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بَعْضُ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اٰلِهَتِنَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِسُٓوءٍ car mecruru اعْتَرٰيكَ fiiline mütealliktir.
اعْتَرٰي fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftial babındadır. Sülâsîsi عرو ’dır.
Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
قَالَ اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهَدُٓوا اَنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۙ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهَدُٓو ‘dir. قَالَ fiilinin mef‘ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اُشْهِدُ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اُشْهِدُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اشْهَدُٓوا atıf harfi وَ ile اُشْهِدُ اللّٰهَ cümlesine matuftur.
اشْهَدُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
ي mütekellim zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. بَر۪ٓيءٌ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. مَٓا ve masdar-ı müevvel مِنْ harf-i ceriyle بَر۪ٓيءٌ ‘e mütealliktir.
تُشْرِكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تُشْرِكُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsisi شرك ’dir.
اُشْهِدُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsisi شهد ‘dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنْ نَقُولُ اِلَّا اعْتَرٰيكَ بَعْضُ اٰلِهَتِنَا بِسُٓوءٍۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasrla tekid edilmiş muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan اعْتَرٰيكَ بَعْضُ اٰلِهَتِنَا بِسُٓوءٍ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اعْتَرٰيكَ fiiline müteallik olan بِسُٓوءٍ ’deki nekrelik, nev ve kesret ifade eder.
Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı ile oluşan iki tekit hükmündeki kasr, fiil ve mef’ûl arasındadır. نَقُولُ maksur-sıfat, اعْتَرٰيكَ maksurun aleyh-mevsuf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat olması caizdir. Bu durumda fâil, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayet, bundan önceki ayetin izahı mahiyetindedir. Çünkü onların Hud (a.s) hakkındaki beyanları, onun sözlerine hiç itibar etmemeyi ve onları hurafe kabilinden saymayı tazammun ediyordu. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
قَالَ اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ
İstînâfiye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilen sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar edilmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Kadr/1.)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan اُشْهِدُ اللّٰهَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَاشْهَدُٓوا اَنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۙ
Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan cümle, atıf harfi وَ ’la اُشْهِدُ اللّٰهَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Emir cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber cümlesinden inşâ cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen haber manalı olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ve akabindeki اَنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ cümlesi masdar tevilinde,
takdir edilen بَ harfiyle, اشْهَدُٓوا fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Mecrur mahaldeki مَا masdar harfi, مِنْ harfiyle birlikte بَر۪ٓيءٌ fiiline mütealliktir. Sılası olan تُشْرِكُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Burada muktezâ-i zâhir اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهِدُٓوكُمْ (Allahı ve sizi şahit tutarım ki) şeklini gerektirirken mazi yerine emir fiil geldi. Onların ibadet ettikleri şeylerin tahkirini ifade eden bir tehaddi (meydan okuma) manası için emir fiil tercih edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اُشْهِدُ - اشْهَدُٓوا ve قَالَ - نَقُولُ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, اِنّ۪ٓي - اَنّ۪ي kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَاشْهَدُٓوا şeklinde emir sıygasında gelen bu cümlenin asıl maksadı onlara meydan okumaktır. Cümle emir manasından çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Hz. Hud, onların bu ahmakça sözlerine mukabil onların ilahlarından beri olduğuna Allah'ı şahit tutarak cevap verdi ve bunu tekid ve tespit olarak onların zararlarından korkmadığını bildirdi. “Siz de şahit olun.” demesi ise onları hafife almaktır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Beyzâvî, Envârü’t- Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
مِنْ دُونِه۪ فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ
مِنْ دُونِه۪ فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ
مِنْ دُونِه۪ car mecruru تُشْرِكُونَۙ fiilinin mahzuf mef’ûlunun sıfatına mütealliktir. Takdiri, تشركون آلهة من دونه (Allah’ın dışında (veya yanında) ilahları şirk koşuyorsunuz.) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن استطعتم أن تكيدوني فكيدوني (Bana tuzak kurmaya gücünüz yetiyorsa kurun.) şeklindedir.
ك۪يدُون۪ي fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. جَم۪يعاً kelimesi ك۪يدُون۪ي fiilinin hali olup fetha ile mansubdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُنْظِرُونِ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bu ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
ثُمَّ, tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). جَم۪يعاً kelimesi zamirsiz gelirse tekid bildiren haldir. Ancak bazı gramercilere göre tekid kabul edilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُنْظِرُونِ fiili , sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.Fiil if’al babındandır. Sülâsisi نظر ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مِنْ دُونِه۪ فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ
Önceki ayetin devamı olan ayette مِنْ دُونِه۪ car mecruru, تُشْرِكُونَ fiilinin, mahzuf mef’ûlünün mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri, تشركون آلهة كائنة من دونه (Allah’ın dışında (veya yanında) ilahları şirk koşuyorsunuz.) şeklindedir.
Veciz ifade kastına matuf مِنْ دُونِه۪ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan دُونِ , gayrının tahkiri içindir.
Şart üslubunda gelen فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً terkibinde فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri, إن استطعتم أن تكيدوني (Bana tuzak kurmaya gücünüz varsa…) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir sıygasındaki فَك۪يدُون۪ي [tuzak kurun] cümlesinden murad meydan okuma, inzar ve acze düşürmek manasıdır. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ك۪يدُون۪ şeklindeki emir, putların ve kavmin acizliğini göstermek için kinaye olarak ibaha manasında kullanılmıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
جَم۪يعاً kelimesi ك۪يدُون۪ي fiilinin failinin halidir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.
ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ cümlesi tertip ifade eden atıf harfi ثُمَّ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle nehiy üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehaddi, inzar ve acze düşürmek kastı taşıması sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
تُنْظِرُونِ cümlesinde mef’ûl olan mütekellim zamiri tahfif ve fasılaya riayet için hazfedilmiştir. Vikaye nunundaki kesra bu hazfin işaretidir. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Hz. Hud daha sonra “Artık bana topyekûn istediğiniz tuzağı kurun, sonra bana mühlet de vermeyin.” demiştir ki bu, Hz. Nuh’un kavmine, “Siz ve ortaklarınız da artık toplanıp ne yapacağınızı kararlaştırın… Bana mühlet de vermeyin.” (Yunus Suresi 7) şeklindeki sözünün aynısıdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb) İktibas vardır.
Hud'un (a.s) bu meydan okuması, en büyük mucizelerden biridir. Zira Hud (a.s), tek başına, o katı ve kaba Ad kavminin azgınlarından büyük bir topluluk içinde bulunuyordu. Buna rağmen onlar, hiçbir şey yapmaya muktedir olamamışlardır. Hud (a.s), öyle sağlam ve yüksek bir kaleye sığınmış ve öyle kopmaz bir ipe tutunmuştur ki ona düşman olanlar aciz kalmışlardır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنِّي | şüphesiz ben |
|
2 | تَوَكَّلْتُ | güvendim |
|
3 | عَلَى |
|
|
4 | اللَّهِ | Allah’a |
|
5 | رَبِّي | benim Rabbim |
|
6 | وَرَبِّكُمْ | ve sizin Rabbiniz olan |
|
7 | مَا | yoktur |
|
8 | مِنْ | hiçbir |
|
9 | دَابَّةٍ | canlı |
|
10 | إِلَّا | ki |
|
11 | هُوَ | O’nun (Allah) |
|
12 | اخِذٌ | tutmadığı |
|
13 | بِنَاصِيَتِهَا | onun perçeminden |
|
14 | إِنَّ | şüphesiz |
|
15 | رَبِّي | Rabbim |
|
16 | عَلَىٰ | üzeredir |
|
17 | صِرَاطٍ | yol |
|
18 | مُسْتَقِيمٍ | doğru |
|
اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَوَكَّلْتُ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَوَكَّلْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. عَلَى اللّٰهِ car mecruru تَوَكَّلْتُ fiiline mütealliktir. رَبّ۪ي lafza-i celâlden bedel olup mukadder kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَبِّكُمْ atıf harfi وَ ’la رَبّ۪ي ’ye matuftur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مِنْ harf-i ceri zaiddir. دَٓابَّةٍ lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. هُوَ اٰخِذٌ cümlesi, دَٓابَّةٍ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اٰخِذٌ haber olup damme ile merfûdur. بِنَاصِيَتِهَا car mecruru اٰخِذٌ ‘e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
رَبّ۪ي kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلٰى صِرَاطٍ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. مُسْتَق۪مٍ kelimesi صِرَاطٍ ’ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَكَّلْتُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اٰخِذٌ , sülâsi mücerredi أخذ olan fiilin ism-i failidir.
مُسْتَق۪مٍ sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istiftiâl babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilen sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar edilmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Kadr/1.)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ cümlesi, اِنّ۪ ‘nin haberidir. Sebata, temekküne ve istikrara işaret eden mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil cümlesi olması hükmü takviye etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَى اللّٰهِ car mecruru, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكُمْۜ izafetinde Rab isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak ve onların ne kadar yanlış yolda olduklarını vurgulamak manası vardır.
رَبّ۪ي izafetinde ise, Hz. Hud’a ait zamirin Rab ismine muzâfun ileyh olması Hud’a tazim ve şeref kazandırmıştır.
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanmıştır. Allah ve Rab isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَبّ۪ isminin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümle, lafza-ı celâl için sıfat veya hal konumundadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
مِنْ دَٓابَّةٍ mübteda, هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا cümlesi haberdir.
Müsnedün ileyh konumundaki دَٓابَّةٍ kelimesine dahil olan مِنْ tekid ifade eden zaid harftir.
دَٓابَّةٍ için müsned olan هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan اٰخِذٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Müsnedün ileyh olan مِنْ دَٓابَّةٍ ’deki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir. Tekid ifade eden zaid مِنْ harfi de kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır.
مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا cümlesi, nefiy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasrla tekid edilmiştir. İki tekit hükmündeki kasr mübteda ve haber arasındadır. دَٓابَّةٍ mevsuf/maksûr, haber, sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki Allah onu perçeminden yakalamasın. مَا ve اِلَّا ’nın oluşturduğu kasr üslubu Allah’ın kudretinin azametini gözler önüne seriyor.
Bu ibare, bütün mahlukatın Allah’ın kontrolü/ egemenliği/yönetimi altında olduğunu son derece çarpıcı bir üslupla ifade etmektedir. Yani Allah, yegâne Malik, Kadir ve Kahirdir. Hiçbir şey O’nun kontrolü dışında değildir. Her konuda karar, söz yetki O’nundur.
مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا [Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki Allah onu perçeminden yakalamasın] cümlesi istiare-i temsiliyyedir. Allah’ın elinde mülkünde, gücü ve kudreti altında olan mahlukat, esirin ve atın perçeminden çekildiği gibi sahibi tarafından perçeminden tutulup çekilen varlığa benzetilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
نَاصِيَتِ [Perçem] alnın üst kısmına denir. Bu tasvirle ezici irade, tartışmasız üstünlük ve karşı konulmaz egemenlik ifade edilir. İfadede, içinde bulunduğumuz duruma Hz. Hud’un soydaşlarının kabalığına ve sertliğine uygun düşen, onların gövdelerinin, vücut yapılarının iri yarılığı ile algılarının ve duygularının katılığı ile uyuşan sertlikte, somut bir görüntü çizilir. (Seyyid Kutub, Fi Zilali’l Kur’an) Bu açıdan mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilen sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Bu cümle, اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ cümlesi için ta’liliye konumundadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلٰى صِرَاطٍ car-mecruru, اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
اِنَّ ’nin ismi olan رَبّ۪ٓي , izafetle gelmiş ve az sözle çok anlam ifade etmiştir.
Veciz ifade kastına matuf رَبّ۪ٓي izafetinde Hz. Hud’a aid zamire Rab isminin muzaf olmasıyla Hz. Hud, şan ve şeref kazanmıştır.
Zamir yerine zahir isim gelerek, Rab isminin tekrarlanması mütekellimin, Allah’ın rububiyet vasfını vurgulamak ve zihne yerleştirmek amacına matuftur. Zahir olarak tekrarlanmasında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
صِرَاطٍ ‘deki nekrelik nev ve tazim içindir.
مُسْتَق۪يمٍ kelimesi صِرَاطٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مُسْتَق۪يمٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
صِرَاطٍ - مُسْتَق۪يمٍۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Mecazî istila için olan عَلٰى harf-i ceri, Bakara Suresi’nin 5. ayeti olan أُولَئِكَ عَلى هُدًى مِن رَبِّهِمْ ayetindeki manevi pekiştirme (temkin-yerleştirme) için müstear olarak gelen عَلٰى harf-i ceri gibidir. Bu şekilde yapılan nitelendirme/vasıflandırma, değişmeyecek olan köklü bir niteleme/vasıflandırmadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Buradaki صِّرَاطَ kelimesi iki tevilden birine göre istiâredir. Çünkü sırat sözlük anlamıyla yol (tarik) manasında bir isimdir. Halbuki burada din kelimesinden kinayedir. Çünkü din, müntesiplerini sevap kazanmaya, ceza ve azaptan kurtulmaya götürdüğü için, kurtuluş ve esenlik yurduna, ikamet edilecek güvenli diyara götüren yol gibidir. Yüce Allah dini, doğru yol ve açık çığır olarak ifade edince, zatını da din yolunu gösterme konusunda doğru yol gösteren kılavuz konumuna koyarak ''bizi doğru yola ilet'' buyurmuştur. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ibaresinde istiare vardır. Müsteâr صِرَاطٍ kelimesidir, hissîdir. Müsteârun leh İslam’dır, aklîdir. صِرَاطٍ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
صراط ; maddî veya manevî olarak açık ve geniş yol demektir. ص harfi ortaya çıkmaya delâlet eder. ر ve ط harfleri de istilâ harfleridir. Dolayısıyla genişliğe ve yüceliğe delâlet eder. Elif; med ve lîn harfidir. Uzunluğa delâlet eder. Aslında طريق kelimesindeki harfler de aynı özelliktedir. ط , ر ve ق harfleri istilâ harfleridir. Ya harfi de med ve lîn harfidir, ancak ya harfi ve kesre harekesi elife mukâbil azalmaya delâlet eder.
صراط kelimesi; bir noktaya ulaştırması veya bir ameli gerektirmesi bakımından değil zâtı bakımından açık yol demektir. Kur’ân’da 46 kez geçer (Kur’ân-ı Kerîm Lugatı).
Sebîl; bir şeyi uzatarak sarkıtmak demektir. Kadının saçını veya elbisesini sarkıtması gibi. Suyun akması, yağmurun yağması, örtünün örtülmesi ve cömertlik gibi bir çok manada deyim olarak kullanılır. Yol manasında ise su gibi akıcı, kolay olması manası vardır. Maddî veya mânevî manalar taşır. Bu özelliğiyle tarîkten farklıdır. طريق ; vurmak manasından gelir ki bunda kolaylık yoktur. صراط ise açık ve geniş yoldur. (Mustafavî, et-Tahkîk).
Ayrıca صراط kelimesinin çoğul şekli yoktur. Din manasında istiare olarak kullanılması da bu açıdan güzeldir. Allah’a götüren yol ve din tektir.
اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ [Rabbim, doğru yol üzerindedir.] cümlesi de Yüce Allah’ın mülkündeki tam adalet için güzel bir istiaredir. O, kullarının işlerinden haberdardır. O’nun elinden hiçbir zalim kaçıp kurtulamaz, O’na sığınan hiçbir kimsenin hakkı, O’nun katında zayi olmaz. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Bu ayet Kur’an’da geçen ve Münciyat (Kurtuluş) ayetleri olarak isimlendirilen 7 ayetten biridir. Söz Konusu 7 ayet şunlardır:
1) Tevbe Suresi, 51: قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلاَّ مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا هُوَ مَوْلاَنَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ Anlamı: “De ki: Bizim başımıza ancak Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse müminler, yalnız Allah’a güvensinler.”
2) Yunus Suresi, 107: وَإِن يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلاَ كَاشِفَ لَهُ إِلاَّ هُوَ وَإِن يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلاَ رَآدَّ لِفَضْلِهِ يُصَيبُ بِهِ مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ Anlamı: “Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa bil ki onu, O’ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”
3) Hûd Suresi, 6: وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ Anlamı: “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin (dünyada) duracakları yeri de (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de O bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.”
4) Hûd Suresi, 56: إِنِّي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّهِ رَبِّي وَرَبِّكُم مَّا مِن دَآبَّةٍ إِلاَّ هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا إِنَّ رَبِّي عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ Anlamı: “İşte ben, hem benim hem sizin Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Yeryüzünde bulunan hiçbir canlı yoktur ki Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.”
5) Ankebut Suresi, 60: وَكَأَيِّن مِن دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ Anlamı: “Nice canlılar vardır ki rızıklarını taşımazlar (yiyecek biriktirmezler). Onları da sizi de Allah rızıklandırır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”
6) Fâtır Sûresi, 2: مَا يَفْتَحِ اللَّهُ لِلنَّاسِ مِن رَّحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَا وَمَا يُمْسِكْ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِن بَعْدِهِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ Anlamı: “Allah, insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi de tutarsa bundan sonra onu gönderecek yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
7) Zümer Suresi, 38: وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلْ أَفَرَأَيْتُم مَّا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ إِنْ أَرَادَنِيَ اللَّهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّهِ أَوْ أَرَادَنِي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِهِ قُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ Anlamı: “Andolsun eğer onlara, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan elbette ‘Allah’ derler. De ki: ‘Peki, söyleyin bakalım? Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz var ya; eğer Allah bana herhangi bir zarar dokundurmak isterse onlar Allah’ın dokundurduğu zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilese onlar O’nun rahmetini engelleyebilirler mi?’ De ki: ‘Allah bana yeter. Tevekkül edenler ancak O’na tevekkül ederler.’
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ اِلَيْكُمْۜ وَيَسْتَخْلِفُ رَبّ۪ي قَوْماً غَيْرَكُمْۚ وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْـٔاًۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِنْ | eğer |
|
2 | تَوَلَّوْا | yüz çevirirseniz |
|
3 | فَقَدْ | artık |
|
4 | أَبْلَغْتُكُمْ | size tebliğ ettim |
|
5 | مَا | şeyi |
|
6 | أُرْسِلْتُ | benimle gönderilen |
|
7 | بِهِ |
|
|
8 | إِلَيْكُمْ | size |
|
9 | وَيَسْتَخْلِفُ | ve yerinize yerleştirir |
|
10 | رَبِّي | Rabbim |
|
11 | قَوْمًا | bir topluluk |
|
12 | غَيْرَكُمْ | sizden başka |
|
13 | وَلَا | ve |
|
14 | تَضُرُّونَهُ | O’na zarar da veremezsiniz |
|
15 | شَيْئًا | hiçbir |
|
16 | إِنَّ | şüphesiz |
|
17 | رَبِّي | Rabbim |
|
18 | عَلَىٰ |
|
|
19 | كُلِّ | her |
|
20 | شَيْءٍ | şeyi |
|
21 | حَفِيظٌ | koruyandır |
|
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ اِلَيْكُمْۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَلَّوْا şart fiili olup, نْ ’nun hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. تَ harflerinden biri hazf edilmiştir. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
قَدْ tahkik harfidir. اَبْلَغْتُكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamiri كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Müşterek ismi mevsûl مَٓا ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُرْسِلْتُ sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ٓ car mecruru اُرْسِلْتُ fiiline mütealliktir. اِلَيْكُمْۜ car mecruru اُرْسِلْتُ fiiline mütealliktir.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَلَّوْا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولي ’dir. Aslı تتَوَلَّوْا şeklindedir. تَ harflerinden biri hazf edilmiştir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اُرْسِلْتُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
اَبْلَغْتُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi بلغ ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَيَسْتَخْلِفُ رَبّ۪ي قَوْماً غَيْرَكُمْۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. يَسْتَخْلِفُ damme ile merfû muzari fiildir. رَبّ۪ي fail olup mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَوْماً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. غَيْرَ kelimesi قَوْماً ’nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
غَيْرُ edatı nekre bir ismin peşinden geldiğinde onun sıfatı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَخْلِفُ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsisi, خلف ‘dir.
Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar.
وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْـٔاًۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَضُرُّونَهُ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mefûlun bih olarak mahallen mansubdur. شَيْـٔاً masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
رَبّ۪ي kelimesi نَّ ’nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلٰى كُلِّ car mecruru حَف۪يظٌ ’e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. حَف۪يظٌ kelimesi, نَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.
اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ cümlesinde عَلٰى (üstünde) kelimesi, "lâm" manasınadır. O beni, bana yapmak istediğiniz kötülüklere karşı koruyacaktır, demektir.(Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
حَف۪يظٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ اِلَيْكُمْۜ
فَ , istînâfiyyedir.
Şart üslubundaki terkipte اِنْ تَوَلَّوْا cümlesi, şarttır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
اِنْ , vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir.
تَوَلَّوْا kelimesinde gerilmek, gazaplanmak ve reddetmek manaları da vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s. 68)
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi olan فَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ اِلَيْكُمْ , tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اَبْلَغْتُكُمْ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ اِلَيْكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اُرْسِلْتُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
اُرْسِلْتُ - اَبْلَغْتُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قَدْ sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa قَدْ harfi, başına geldiği fiil için ister mazî ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَيَسْتَخْلِفُ رَبّ۪ي قَوْماً غَيْرَكُمْۚ وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْـٔاًۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidai kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fail olan رَبّ۪ي , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir. Bu izafette Rab isminin Hz.Hud’a aid zamire muzaf olmasıyla Hz. Hud, şan ve şeref kazanmıştır.
Mef’ûl olan قَوْماً ’ deki nekrelik, cins ve tazim ifade eder.
غَيْرَكُمْۚ izafeti, قَوْماً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْـٔاً cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
Mef’ûl olan شَيْـٔاً ’deki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Nefy siyakında nekre, selbin umum ve şümulüne işarettir.
اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِكُلِّ شَيْءٍ car mecruru ihtimam için amili olan حَف۪يظٌ ‘e takdim edilmiştir.
اِنَّ ’nin ismi olan رَبّ۪ٓي , izafetle gelmiş ve az sözle çok anlam ifade etmiştir. Veciz ifade kastına matuf رَبّ۪ٓي izafetinde Hz. Hud’a aid zamire Rab isminin muzaf olmasıyla Hz. Hud, şan ve şeref kazanmıştır.
Zamir yerine zahir isim gelerek, Rab isminin tekrarlanması mütekellimin, Allah’ın rububiyet vasfını vurgulamak ve muhatapların zihnine yerleştirmek amacına matuftur. Zahir olarak tekrarlanmasında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّ ’nin haberi olan حَف۪يظٌ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
شَيْءٍ ‘deki nekrelik, kesret, nev ve umum ifade eder.
حَف۪يظٌ - تَضُرُّونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafîy sanatı vardır.
شَيْءٍ - رَبّ۪ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الحَف۪يظٌا kelimesi aslında الحافظ kelimesinin mübalağalı halidir. O (Hafîz) ki korunan şeyi, koruyandan (kendisinden) gayrı hiç kimsenin ulaşamayacağı bir şekilde koruma altına alandır. İşte bu ifadede kudret ve boyun eğdirmekten kinaye vardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin fasılası, küçük değişikliklerle Kur'an’da çok kez tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, S. 314)
Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet/44, S. 189)
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُوداً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّاۚ وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَمَّا | ve ne zaman ki |
|
2 | جَاءَ | gelince |
|
3 | أَمْرُنَا | emrimiz |
|
4 | نَجَّيْنَا | kurtardık |
|
5 | هُودًا | Hud’u |
|
6 | وَالَّذِينَ | ve kimseleri |
|
7 | امَنُوا | iman eden(leri) |
|
8 | مَعَهُ | beraberindeki |
|
9 | بِرَحْمَةٍ | bir rahmetle |
|
10 | مِنَّا | bizden |
|
11 | وَنَجَّيْنَاهُمْ | ve onları koruduk |
|
12 | مِنْ |
|
|
13 | عَذَابٍ | bir azaptan |
|
14 | غَلِيظٍ | kaskatı |
|
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُوداً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّاۚ
وَ istînâfiyyedir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَمْرُ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı نَجَّيْنَا هُوداً ’dır.
نَجَّيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. هُوداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ atıf harfi وَ ’la هُوداً ’e matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَعَ zaman zarfı اٰمَنُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِرَحْمَةٍ car mecruru نَجَّيْنَا fiiline mütealliktir. بِ sebebiyyedir. مِنَّا car mecruru رَحْمَةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir. c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَجَّيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. نَجَّيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mefûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ عَذَابٍ car mecruru نَجَّيْنَا fiiline mütealliktir. غَل۪يظٍ kelimesi عَذَابٍ ’ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
غَل۪يظٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُوداً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّاۚ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
Şart üslubunda gelen terkipte لَمَّا edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَ اَمْرُنَا şeklindeki şart cümlesi, لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Veciz ifade kastına matuf اَمْرُنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اَمْرُ şan ve şeref kazanmıştır.
جَٓاءَ اَمْرُنَا cümlesinde istiare sanatı vardır. اَمْرُ kelimesi جَٓاءَ fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Emrin bir şahıs gibi gelecek olması onun şiddetini, azametini artırmaktadır. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا [Emrimiz geldiğinde] ifadesindeki اَمْرُنَا, azaptan kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi نَجَّيْنَا هُوداً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّاۚ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نَجَّيْنَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
نَجَّيْنَا fiilinin mef’ûlüne matuf olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا مَعَهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İman edenlerin ism-i mevsûlle belirtilmesi, o kişilerin bilinen kişiler olduğuna işaret etmesinin yanında, tazim de ifade eder.
نَجَّيْنَا fiiline müteallik بِرَحْمَةٍ car-mecrurundaki nekrelik, tazim ifade eder.
مِنَّاۚ car-mecruru, بِرَحْمَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
بِرَحْمَةٍ مِنَّا cümlesindeki ب sebebiyyedir. Allah Teâlâ’nın onlara olan rahmeti, kurtuluşlarının sebebi olmuştur. Rahmetten murad ise Allah Teâlâ’nın onlara olan lütfudur. Zira eğer onlara merhamet edilmemiş olsaydı yok olacaklardı ve bu yok oluş, kâfirler için bir ceza, müminler için de ancak bir imtihandı. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Azabın emir olarak ifade edilmesi, Allah’a ait zamire izafe edilmesi, azap inmesinin gelmek şeklinde belirtilmesi, tazim ve tehdit içindir. Diğer bir görüşe göre ise ağır bir azaptan korumaktan murad, ahiret azabından korumaktır. Zaten ondan daha ağır ve şiddetli bir azap da yoktur. Ahiret azabından kurtarmak bu emrin gelmesine bağlı değil ise de onun da burada zikredilmesi, müminlere olan nimetin kemâle erdirilmesi, helak edilenlerin dünyada kızgın yel ile azaba uğratıldıkları gibi ahirette de ağır bir azap ile cezalandırılacaklarını beyan içindir. (Ebüssuûd , İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اَنْجَيَ fiili, افعال babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)
وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ
وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
نَجَّيْنَاهُمْ fiiline müteallik olan مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ ’deki nekrelik azabın tahayyül edilemez derece ve çeşitte olduğuna işarettir. Ayrıca, mübalağa vezniyle gelen غَل۪يظٍ ’le sıfatlanması bu korkunçluğa delildir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayette geçen نَجَّيْنَا fiilleri arasında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
عَذَابٍ - بِرَحْمَةٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
عَذَابٍ غَل۪يظٍ ibaresi istiaredir. Çünkü gerçekte azap, ne kalınlık ne de incelikle nitelenebilir. Zira o, canlı varlığın kalbine veya bedenine gelen acıdır. Ancak Yüce Allah azabı, Arapların ifade tarzına uygun olarak kalın olma ile nitelemiştir. Çünkü onlar, katı, sert ve kesif şeyi önemseme, ince, zayıf ve cılız şeyi önemsememe konusundaki âdetleri uyarınca zor ve meşakkatli şeyi katı, kalın ve sert olmakla niteledikleri gibi kolay ve hafif şeyi de ince, yufka, zayıf, küçük ve cılız olmakla nitelerler. Nitekim onların عرض فلان دقيق وقدره ضائل (Falancanın şerefi yufka, kadri cılızdır) sözleri ve buna karşın söyledikleri لقي فلان فلانا بكلام غليظ و قول ثقيل (Falanca falancaya kalın/kaba (galiz) kelam ve ağır(sakil) söz ile mukabele de bulundu) dediklerini bilirsin. Ayrıca -Allahu a’lem- buradaki “ağır azap” ile kastedilenin ahiret azabının tasviri olması da mümkündür. Zira ahiret azabı demir kancalar, ateşte kızdırılmış taşlar gibi büyük aletler ve korkunç araçlarla olacağından Yüce Allah azabı kalın/ağır olmakla nitelemiştir. Çünkü o, kalın şeylerle ve ağır aletlerle uygulanacaktır. O yüzden (ifade) bu tevcihe göre mecaz olur. Allah Teâlâ’nın “Onları kalın bir azaptan kurtardık.” ifadesiyle kastedilenin, ahiret azabından kurtarma olduğunu, Yüce Allah’ın (aynı ayetteki) “Emrimiz geldiğinde Hud’u ve beraberindeki inananları katımızdan bir rahmetle kurtardık.” sözü teyit etmektedir. Çünkü bu kurtuluş, dünya azabından kurtuluştur. Allah Teâlâ’nın “Onları kalın/ağır bir azaptan kurtardık.” sözü, birinci azaptan kurtuluşun diğer azaptan kurtuluştan başka ve ayrı olduğuna; birincinin dünya azabı, ikincinin ahiret azabı oluşu delil teşkil etmektedir. Aksi takdirde sözün tevcihi “Emrimiz gelince Hud’u ve beraberindeki inananları katımızdan bir rahmetle kalın/ağır bir azaptan kurtardık.” şeklinde olur; o zaman (ayettteki) ikinci نَجَّيْنَاهُمْ ifadesinin anlamı olmazdı. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
نَجَّيْنَا هُوداً [Hud’u kurtardık] ve نَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ [Onları şiddetli bir azaptan kurtardık]cümlelerinde arka arkaya نَجَّيْ yani kurtarma fiilinin tekrarlanması, bu işin kolay ve basit değil, büyük ve zor olduğunu açıklamak içindir. Bu sanata ıtnâb denir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُٓوا اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَتِلْكَ | ve işte bu |
|
2 | عَادٌ | Ad (halkı) |
|
3 | جَحَدُوا | inkar etti |
|
4 | بِايَاتِ | ayetlerini |
|
5 | رَبِّهِمْ | Rabblerinin |
|
6 | وَعَصَوْا | ve karşı geldiler |
|
7 | رُسُلَهُ | peygamberlerine |
|
8 | وَاتَّبَعُوا | ve uydular |
|
9 | أَمْرَ | emrine |
|
10 | كُلِّ | her |
|
11 | جَبَّارٍ | zorbanın |
|
12 | عَنِيدٍ | inatçı |
|
جبر Cebera : جَبْر kelimenin aslı bir tür zorlama ya da baskıyla bir şeyi ıslah etmek/düzeltmektir. جَبْر sözcüğü bazen salt ıslah etme anlamında kullanılırken bazen de zorlama ve baskı yapma manasını da ifade edebilir. Hesapla ilgili kullanılan cebir جَبْر kelimesi düzelmesi istenen şeyi düzeltmek maksadıyla bir şey eklemek demektir. إجْبار lafzı aslen bir kimseyi, bir işi, meseleyi ya da eşyayı ıslah edip düzeltmeye zorlamak demek olsa da salt mecbur etme manasında kullanımı yaygınlık kazanmıştır. Bir insan sıfatı olarak cebbar جَبَّار kelimesi nâkıslığını veya kusurunu hak etmediği bir üstünlük ya da mevkî iddiasıyla ıslah etmeye çalışan kişi demektir ve ancak zemm/yerme maksadıyla kullanılır. Yüce Allah’ı nitelemek için جَبَّار’ın kullanılmasına gelince bununla ilgili farklı düşünceler vardır; Arapların fakiri zengin ettim anlamındaki جَبَرْتُ الفَقِير fiilinden hareketle nimetleri taşırarak insanları zengin eden O’dur görüşü,
insanları cebreden yani dilediğine zorlayan olduğundan dolayı böyle ifade edildiği görüşü,
son olarak kırık kemiği uçlarını yerine koyarak sardım ve bütünledim/normal haline getirdim demek olan جَبَرْتُ العَظْمَ kullanımından gelebileceği görüşünü ifade etmişlerdir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cebir, cebbar, cebren, icbar, mücbir , mecbur ve ceberruttur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. İşaret ismi تِلْكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
عَادٌ haber olup damme ile merfûdur. جَحَدُوا cümlesi, تِلْكَ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
جَحَدُوا fiili damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ car mecruru جَحَدُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَصَوْا fiili, atıf harfi وَ ‘la جَحَدُوا fiiline matuftur.
عَصَوْا fiili iki sakin harfin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. رُسُلَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاتَّبَعُٓوا اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّبَعُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَمْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Aynı zamanda muzâftır. كُلِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. جَبَّارٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَن۪يدٍ kelimesi جَبَّارٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّبَعُٓوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
عَن۪يدٍ ; sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُٓوا اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu tahkir etmek içindir.
Kavme işaret eden تِلْكَ ‘de istiare sanatı vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)
Ayette تِلْكَ عَادٌ derken işaret isminin müennes olarak تِلْكَ ile gelmesi, ya bununla kabilenin kastedilmesi veya kabirlerine ve geride bıraktıklarına işaret olması cihetiyledir. (Beyzâvî, Envârü’t -Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan 57, s. 190)
جَحَدُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ cümlesi, تِلْكَ için ikinci müsneddir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin, mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Veciz ifade kastına matuf بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ izafetinde, Rab ismine muzâf olan اٰيَاتِ , tazim ve şeref kazanmıştır. Rab isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak ve yaptıklarının ne denli çirkin olduğunu belirtmek manası vardır.
Önceki ayetteki azamet zamirinden bu ayette Rab ismine iltifat edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Aynı üsluptaki وَعَصَوْا رُسُلَهُ cümlesi ve وَاتَّبَعُٓوا اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍ cümleleri, جَحَدُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ cümlesine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Fiiller mazi sıygada gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Muzafun ileyh olan جَبَّارٍ ’deki nekrelik kesret, nev ve tahkir ifade eder. Ayrıca mübalağa sıygasında gelmesi ve عَن۪يدٍ ‘le sıfatlanması bu kötü özelliğin son raddede olduğuna işarettir.
جبر ; kırılan kemiğin yerine kaynaması demektir. Bu zor bir olay olduğu için, zorlama olan işler için de kullanılmıştır.
جَبَّارٍ ‘in sıfatı olan عَن۪يدٍ , mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
رُسُلَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَسُول şan ve şeref kazanmıştır.
عَصَوْا - اتَّبَعُٓوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
جَبَّارٍ - عَن۪يدٍ - وَعَصَوْا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, جَحَدُوا - وَاتَّبَعُٓوا kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Ayette Ad Kavminin özellikleri sayılarak taksim sanatı yapılmıştır
Peygamber ve ayet kelimeleri çoğul olarak gelmiş. Bu onların ayetleri yalanlamaları ve peygambere asi olmalarının ne büyük bir hata olduğunu vurgulamak için olabilir.
وَعَصَوْا رُسُلَهُ [Peygamberlerine isyan ettiler.] Yani Hud’a isyan ettiler. Burada onların durumlarının korkunçluğu ifade edilmekte ve onların Hud’a isyanlarının, gelmiş ve gelecek bütün peygamberlere bütün peygamberlere isyan sayıldığı açıklanmaktadır. Bu, bütünü söyleyip ondan bir cüzü kastetme babından bir mecaz-ı mürseldir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir - Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍ cümlesinde, onların inatçı her zorbanın emrine uymak vasfı, ayetleri inkâr etmek ve Peygamberlere karşı gelmek vasfı kadar, bütün fertlerini kapsayacak kadar şümullü değildir. Çünkü inatçı zorbaların emrine uymak, reislerinin vasıflarından değil, fakat aşağı tabakanın vasıflarındandır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَٓا اِنَّ عَاداً كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ اَلَا بُعْداً لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأُتْبِعُوا | ve uğradılar |
|
2 | فِي |
|
|
3 | هَٰذِهِ | bu |
|
4 | الدُّنْيَا | dünyada |
|
5 | لَعْنَةً | lanete |
|
6 | وَيَوْمَ | ve gününde |
|
7 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
8 | أَلَا | iyi bilin ki |
|
9 | إِنَّ | şüphesiz |
|
10 | عَادًا | Ad (halkı) |
|
11 | كَفَرُوا | inkar ettiler |
|
12 | رَبَّهُمْ | Rabblerini |
|
13 | أَلَا | dikkat edin |
|
14 | بُعْدًا | uzak olsun |
|
15 | لِعَادٍ | Ad |
|
16 | قَوْمِ | kavmi |
|
17 | هُودٍ | Hud’un |
|
وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
Fiil cümlesidir. اُتْبِعُوا fiili atıf harfi وَ ’la جَحَدُوا fiiline matuftur.
اُتْبِعُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. ف۪ي هٰذِهِ car mecruru اُتْبِعُوا fiiline mütealliktir. الدُّنْيَا ism-i işaretten bedel olup mukadder elif üzere kesra ile mecrurdur. Maksur isimdir. لَعْنَةً mef’ûlu bih olup fetha ile mansubdur.
يَوْمَ الْقِيٰمَةِ atıf harfi وَ ’ la makabline matuftur. يَوْمَ zaman zarfı اُتْبِعُو fiiline mütealliktir. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَٓا اِنَّ عَاداً كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ
İsim cümlesidir. اَلَٓا tenbih harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
عَاداً kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. كَفَرُوا رَبَّهُمْ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. رَبَّهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَلَا ; konuşmacı dinleyenlerin dikkatini çekmek,onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır.Onun için bu edata istiftah ve tembih edatı denilmiştir.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
اَلَا بُعْداً لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ۟
اَلَا tenbih edatıdır. بُعْداً mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, أبعدوا (uzak oldular) şeklindedir. لِعَادٍ car mecruru بُعْداً ’e mütealliktir. قَوْمِ kelimesi عَادٍ ’den bedel olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. هُودٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
Ayet, atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki جَحَدُوا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُتْبِعُوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Dünya hayatına işaret eden işaret ismi هٰذِهِ, tahkir manası taşımaktadır.
Dünya hayatının هٰذِهِ ile işaret edilmesinde istiare sanatı vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الدُّنْيَا , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Dünya, içine birşey konulabilecek yapıda olmadığı halde zarfiyet özelliği olan bir nesneye benzetilmiştir. الدُّنْيَا ve zarfiyyet özelliği taşıyan nesne arasındaki ortak özellik yani câmi’, mutlak irtibattır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
Mef’ûl olan لَعْنَةً ’deki nekrelik, kesret, nev ve tahkir ifade eder.
Zaman zarfı وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ , takdiri اُتْبِعُوا olan mahzuf fiile mütealliktir. ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا ‘ya matuf olması da caizdir.
Lanet, rahmetten ve her hayırdan uzaklaştırılmaktır. Lanet, onların ayrılmaz vasıfları olmuştur. Bunun, lanete tâbi tutulmak şeklinde ifade edilmesi, mübalağa içindir. Sanki nereye giderlerse gitsinler, lanet onları izler; onlardan ayrılmaz ve dolaştıkları her yeri onlarla beraber dolaşır. Hem dünyada hem de ahirette lanete tâbi olduklarının belirtilmesi, her bir lanetin kendi başına ayrı bir azap olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اَلَٓا اِنَّ عَاداً كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ
Öncesi için ta’lil manasındaki cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Cümlenin başına gelen اَلَٓا , devamında gelecek söze dikkat çekerek, tekid ifade etmiş tenbih edatıdır. اِنَّ harfi ve اَلَٓا ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi, tenbih edatı ve hükmün takviyesi sebebiyle birden fazla tekit unsuru taşıyan bu ve benzeri cümleler, çok muhkem cümlelerdir.
Tenbih harflerinden اَلَٓا , ayette isim cümlesinin başına gelerek devamında gelecek sözü muhatabın can kulağıyla dinlemesini sağlamıştır. (Elif Yavuz, Belagat İlminde Haber Ve İnşa (Bakara Suresi Örneği))
Cümlede müsned olan كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin, mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّهِمْۚ izafetinde Rab isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak ve küfürlerinin büyük nankörlük olduğunu bildirmek manası vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَلَا بُعْداً لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ۟
Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. بُعْداً , takdiri; بعدوا (Uzak dur) olan mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Bu takdire göre, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Cümle haberî isnad formunda gelmiş olmasına rağmen, muktezâ-i zâhirin hilafına olarak beddua manası taşımaktadır. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
عَاداً ve اَلَا kelimelerinin tekrarı reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı, “Hud’un kavmi olan Ad” şeklindeki vasıflama ve zamir makamında zahir ismin zikri, iltifat ve ıtnâb sanatıdır.
بُعْداً - لِعَادٍ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَلَٓا اِنَّ عَاداً [Dikkat edin, Ad kavmi…] ve اَلَا بُعْداً لِعَادٍ [Dikkat edin, Ad kavmi helak olsun] sözlerinde uyarı harfi olan اَلَا ’nın ve عَادٍ lafzının tekrarı, hallerinin son derece korkunç olduğunu ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
اَلَا [dikkat edin] ifadesinin yer alması ve Ad kavminin isminin tekrarı, durumlarının korkunçluğunu göstermek ve hallerinden ibret almaya teşvik içindir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
بُعْداً (defolup gitme) lafzı helak duasıdır. Zaten helak olduklarına göre bunlara defolup gitmeleri için bir daha beddua etmenin anlamı onların buna layık olduklarını göstermektir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحاًۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ هُوَ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ ف۪يهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ اِنَّ رَبّ۪ي قَر۪يبٌ مُج۪يبٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِلَىٰ | ve (gönderdik) |
|
2 | ثَمُودَ | Semud halkına |
|
3 | أَخَاهُمْ | kardeşleri |
|
4 | صَالِحًا | Salih’i |
|
5 | قَالَ | şöyle dedi |
|
6 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
7 | اعْبُدُوا | kulluk edin |
|
8 | اللَّهَ | Allah’a |
|
9 | مَا | yoktur |
|
10 | لَكُمْ | sizin |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | إِلَٰهٍ | ilahınız |
|
13 | غَيْرُهُ | O’ndan başka |
|
14 | هُوَ | O |
|
15 | أَنْشَأَكُمْ | sizi yarattı |
|
16 | مِنَ |
|
|
17 | الْأَرْضِ | yerden |
|
18 | وَاسْتَعْمَرَكُمْ | ve size ömür sürdürdü |
|
19 | فِيهَا | orada |
|
20 | فَاسْتَغْفِرُوهُ | O’ndan bağışlanma dileyin |
|
21 | ثُمَّ | sonra |
|
22 | تُوبُوا | tevbe edin |
|
23 | إِلَيْهِ | O’na |
|
24 | إِنَّ | muhakkak ki |
|
25 | رَبِّي | Rabbim |
|
26 | قَرِيبٌ | yakındır |
|
27 | مُجِيبٌ | kabul edendir |
|
وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحاًۢ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلٰى ثَمُودَ car mecruru mahzuf fiile müteallik olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Takdiri, أرسلنا (gönderdik) şeklindedir.
اَخَاهُمْ mef’ûlun bih olup, harfle îrab olan beş isimden biri olarak nasb alameti eliftir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. صَالِحاً kelimesi اَخَاهُمْ ’den bedel olup fetha ile mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. Münada olan قَوْمِ muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır.
اعْبُدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. اِلٰهٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
غَيْرُهُ kelimesi اِلٰهٍ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
غَيْرُ edatı nekre bir ismin peşinden geldiğinde onun sıfatı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا, müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzafsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazfedilebilir.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Ayette zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُوَ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ ف۪يهَا
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَنْشَاَكُمْ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اَنْشَاَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْاَرْضِ car mecruru اَنْشَاَكُمْ fiiline mütealliktir. اسْتَعْمَرَكُمْ fiili atıf harfi وَ ’la اَنْشَاَكُمْ ’e matuftur.
اسْتَعْمَرَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ف۪يهَا car mecruru اسْتَعْمَرَكُمْ fiiline mütealliktir.
اَنْشَاَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نشأ ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اسْتَعْمَرَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi عمر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أذنبتم فاستغفروه (Günah işlediyseniz istiğfar edin) şeklindedir.
اسْتَغْفِرُو fiili ن ’nun hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. تُوبُٓوا fiili ن ’nun hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْهِ car mecruru تُوبُٓوا fiiline mütealliktir.
ثُمَّ : Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَغْفِرُوهُ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi غفر ’dır.
اِنَّ رَبّ۪ي قَر۪يبٌ مُج۪يبٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
رَبّ۪ي kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَر۪يبٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. مُج۪يب ikinci haberi olup damme ile merfûdur.
مُج۪يب , sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحاًۢ
Ayet, atıf harfi وَ ‘ la 50. ayetteki …أرسلنا cümlesine atfedilmiştir. Bu atıf kıssanın kıssaya atfı kabilindendir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur اِلٰى ثَمُودَ , takdiri أرسلنا (gönderdik) olan fiile mütealliktir.
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
صَالِحاًۢ , mef’ûl olan اَخَاهُمْ ‘dan bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلٰى ثَمُودَ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimedeki kesra, muzâfun ileyhten ivazdır. Muzafun ileyhin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Nidanın cevabı olan اعْبُدُوا اللّٰهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
Ta’liliyye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Zaid مِنْ harfi cümleyi tekit etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مَا nafiye, لَكُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Muahhar mübteda olan اِلٰهٍ , zaid مِنْ sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur.
اِلٰهٍ ’deki nekrelik nev, kıllet ve tahkir ifade eder. Zaid harf مِنْ , kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfi siyakta nekre selbin umum ve şümulüne işarettir.
غَيْرُهُ kelimesi اِلٰهٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Allah Teâlâ’ya ait zamirin muzâfun ileyh olduğu غَيْرُهُ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
اِلٰهٍ - اللّٰهَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
هُوَ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ ف۪يهَا
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle mekulü’l-kavlin devamıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ cümlesi haberdir.
Müsnedin mazi fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Zamir hakkında verilen haberlerin هو مُنْشِئُكم ومُسْتَعْمِرُكم şeklinde değil de fiille gelişi, kasr ifadesi içindir. Çünkü bu cümleler لَمْ يُنْشِئْكم مِنَ الأرْضِ إلّا هو ولَمْ يَسْتَعْمِرْكم فِيها غَيْرُهُ [Yani O’ndan başka sizi topraktan yaratabilecek ve sizi oranın imarında görevli kılabilecek başka kimse yoktur] manasındadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَاسْتَعْمَرَكُمْ ف۪يهَا cümlesi, اَنْشَاَكُمْ cümlesine وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ ibaresinde اَرْضِ kelimesi toprak manasında hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürsel olabilir.
فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen terkipte فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Cevap cümlesi olan فَاسْتَغْفِرُوهُ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Takdiri, إن أذنبتم (Eğer günah işlerseniz…) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تُوبُٓوا اِلَيْهِ cümlesi, tertip ve terahî ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَاسْتَعْمَرَكُمْ - اَنْشَاَكُمْ ve فَاسْتَغْفِرُو - تُوبُٓوا gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette önce istiğfar ve tövbeyi gerektiren ana sebep, sonra istiğfar ve tövbe emri, nihayet istiğfar ve tövbeyi kabul zikredilmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اِنَّ رَبّ۪ي قَر۪يبٌ مُج۪يبٌ
Ta’liliyye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
رَبّ۪ي izafeti اِنَّ ’nin ismi, قَر۪يبٌ birinci, مُج۪يبٌ ikinci haberidir. اِنَّ ’nin ismi, az lafızla çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir.
Müsnedün ileyhin Rab ismiyle gelmesi, Allah’ın rububiyyet sıfatını ön plana çıkarma kastına matuftur.
Veciz ifade kastına matuf رَبّ۪ي izafetinde, Hz. Salih’e ait zamirin Rab ismine muzâfun ileyh olması ona, tazim ifade eder.
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanmıştır. Allah ve Rab isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah’ın قَر۪يبٌ ve مُج۪يبٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
مُج۪يبٌ - قَر۪يبٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bunlar mübâlağa ifade eden kiplerdendir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
القُرْبُ , burada şefkat ve ikram anlamında müstear lafızdır. Çünkü tam zıttı olan البُعْدَ (uzaklık) nefret ve yüz çevirme manaları için müsteardır. Bu Cübeyr İbni Edbat’ın görüşüdür. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Bu cümle ile, hitap zamirinden mütekellim zamirine dönülmüştür. Bunun sebebi, celâl sahibinin azametini, rahmetini ve duaya icabetini ifade etmektir. Ayrıca bu sıfatları O’na tahsis etmek kastedilmiştir. Zamir ”onların Rabbi” şeklinde devam etseydi, ibadet ettikleri putların kastediliyor olma ihtimali de olabilirdi. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
قَالُوا يَا صَالِحُ قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ قَبْلَ هٰذَٓا اَتَنْهٰينَٓا اَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا وَاِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler ki |
|
2 | يَا صَالِحُ | Salih |
|
3 | قَدْ | doğrusu |
|
4 | كُنْتَ | sen idin |
|
5 | فِينَا | aramızda |
|
6 | مَرْجُوًّا | ümit beslenen biri |
|
7 | قَبْلَ | önce |
|
8 | هَٰذَا | bundan |
|
9 | أَتَنْهَانَا | bizi men mi ediyorsun? |
|
10 | أَنْ |
|
|
11 | نَعْبُدَ | tapmaktan |
|
12 | مَا |
|
|
13 | يَعْبُدُ | taptıklarına |
|
14 | ابَاؤُنَا | babalarımızın |
|
15 | وَإِنَّنَا | doğrusu biz |
|
16 | لَفِي | içindeyiz |
|
17 | شَكٍّ | şüphe |
|
18 | مِمَّا | şeyden |
|
19 | تَدْعُونَا | bizi çağırdığın |
|
20 | إِلَيْهِ | kendisine |
|
21 | مُرِيبٍ | tereddütlü |
|
قَالُوا يَا صَالِحُ قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ قَبْلَ هٰذَٓا اَتَنْهٰينَٓا اَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, يَا صَالِحُ ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. صَالِحُ münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. Nidanın cevabı قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ ’dır.
قَدْ tahkik harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنْتَ nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. تَ muttasıl zamir كُنْتَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. ف۪ينَا car mecruru مَرْجُواًّ ‘e mütealliktir. مَرْجُواًّ kelimesi كُنْتَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. قَبْلَ zaman zarfı كَانَ ’nin haberine mütealliktir. هٰذَا işaret ismi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Hemze istifhâm harfidir. تَنْهٰينَٓا elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mütekellim zamir نَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
نَعْبُدَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf پ harf-i ceri ile تَنْهٰينَٓا fiiline mütealliktir. مَا müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَعْبُدُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَعْبُدُ damme ile merfû muzari fiildir. اٰبَٓاؤُ۬نَا fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâfdır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَرْجُواًّ kelimesi sülâsi mücerredi رجا olan fiilin ism-i mef’ûludur.
وَاِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. ف۪ي شَكٍّ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceri ile شَكٍّ ’e mütealliktir. İsmi mevsûlun sılası تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ ‘dir. İrabtan mahalli yoktur.
تَدْعُونَٓا fiili و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mütekellim zamir نَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَيْهِ car mecrur تَدْعُونَٓا fiiline mütealliktir. مُر۪يبٍ kelimesi شَكٍّ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُر۪يبٍ , sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا يَا صَالِحُ قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ قَبْلَ هٰذَٓا
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا صَالِحُ cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Nidanın cevabı olan قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ قَبْلَ هٰذَٓا cümlesi, tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. ف۪ينَا car mecruru, ihtimam için, amili olan مَرْجُواًّ ‘e takdim edilmiştir.
Zaman zarfı قَبْلَ , haber olan مَرْجُواًّ ‘e mütealliktir.
قَبْلَ هٰذَٓا ifadesinde هٰذَٓا ile zamana veya duruma işaret edilmiştir. İşaret isminde istiare sanatı vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
قَبْلَ هٰذَٓ [bundan önce], bizi tevhid dinine ve İlahlarımıza tapmayı terk etmeye çağırmadan önce demektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
قَدْ sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa قَدْ harfi, başına geldiği fiil için ister mazî ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَتَنْهٰينَٓا اَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle mekulü’l-kavle dahildir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki اَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا cümlesi, masdar tevilinde, تَنْهٰينَٓا fiilinin mef’ûlü konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَعْبُدَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نَعْبُدَ - مَا يَعْبُدُ kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَتَنْهٰينَٓا اَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا [Şimdi atalarımızın taptığı şeylere tapmaktan bizi vazgeçirmek mi istiyorsun?] demişlerdir. Bu sözün maksadı, onların taklide, babalarına ve atalarına tâbi olmanın vücûbiyetine sımsıkı sarıldıklarını ifade etmektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَاِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ
Cümle, تَنْهٰينَٓا ‘daki mef’ûlun halidir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَف۪ي شَكٍّ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
لَف۪ي شَكٍّ ibaresinde istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla شَكٍّ içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü شَكٍّ hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlardaki şüphenin derecesini etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır.
شَكٍّ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harf-i cerle birlikte شَكٍّ ’nun mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mevsûlün sıla cümlesi olan تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُر۪يبٍ kelimesi شَكٍّ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مُر۪يبٍ - شَكٍّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, نَعْبُدَ - يَعْبُدُ kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
تَنْهٰينَٓا - تَدْعُونَٓا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafîy sanatı vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümleleri çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)
شَكٍّ kelimesi, karışık bilgi için kullanıldığı gibi mutlak tereddüt anlamında ve ilmin (kesin bilginin) karşıtı olarak da kullanılır. Şek, cehalet; ilim ise kesin bilgi olsun veya olmasın, kalbin mutmain olduğu inanç (itikat) olarak da tefsir edilebilir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ ayetinde: [Senin bizi davet ettiğin şey hakkında gerçekten şek ve şüphe içindeyiz…] demişlerdir. شَكٍّ insanın nefy ile ispat arasında kalakalmasıdır. مُر۪يبٍ ise sû-i zanda bulunan kimse demektir. O halde اِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ ifadesiyle Salih’in (a.s) sözünün doğruluğunun, onların inançlarında müessir olmamış olduğu kastedilmektedir. مُر۪يبٍ ifadesiyle de Salih’in (a.s) sözünün, onların inançlarına göre daha ağır basmış olduğu kasdedilmiştir ki bu da Salih’in (a.s) sözünü geçersiz kılmak için söylenmiş bir mübalağa ifadesidir.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb)
ر۪يبٍ kelimesi Arapçada her türlü belirsizlik, kararsızlık, korku ve şüphelerin genel ismidir. Sadece şüphe veya kuşku ile tercüme edilemez. Kaldı ki Arapçada kuşkuyu ifade eden veya kesinlik arzetmeyen bir şeyi belirten başka kelimeler de vardır. Şüphe ve şek gibi.
شبه kelimesi; benzemek anlamındadır. Benzemek ihtimali ikiden fazla olduğu zaman şüphe kelimesi kullanılır.
شَكّ kelimesi; Bir şeyin ikiye ayrılması veya iki adet olmasıdır. Dolayısıyla ihtimaller ikiye indiğinde bu kelime kullanılır.
ريب kelimesi; Kur’an’da 17 yerde geçen bu kelime, ya “Kur’an” ya da “yeniden diriliş” konusunda zikredilmiştir. Semantik alanı içerisinde “endişe, korku, tasa, ihtimal, şüphe, şek, kaygı, vesvese, zan, tahmin” vs. gibi her türlü belirsizliğin, kararsızlığın genel adıdır. Yani “yakîn (kesin gerçek)” kavramının tam anlamıyla zıttıdır. Durum böyle olunca ريب ’in olumsuz hali olan “لا ريب ” ile “yakîn” eş anlamlıdır. Şu halde ريب, yakîn (kesin gerçek) olmayan her şeyi ifade ederken لا ريب ise yakîn (kesin gerçek) olan anlamındadır. Burada ihtimal bire inmiş gibi görünse de o artık ihtimal değil gerçeğin kendisidir. (İsmail Yakıt, “Semantik Analizler Işığında Kur'an'da ‘Reyb’ ve ‘Yakîn’ Kavramları”, KADER Kelam Araştırmaları Dergisi, 1/2 (Ocak 2009))
Ey bize peygamberlerinden haber veren Allahım!
Bizi imanında samimilerden eyle. Kalbimizin derinliklerinden her zerremize yerleşsin. Rahmetinle, hep huzurundaymışız gibi edeple yaşayalım.
Bizi ilminde azimlilerden eyle. Derdimiz rızanı kazanmak olsun. Bereketinle, iki cihanımız için de çalışalım.
Bizi Sana tevekküllerden eyle. Nefsimiz geçici dünyaya üzülmektense, kalıcı ahirete sevinsin. Zikrinle, yolunda kurtuluşuna kavuşmak umuduyla koşalım.
Bizi kendisini geliştirenlerden eyle. Gönlümüz İslam’ı temsil etme heyecanıyla dolsun. Nurunla, dinimiz ve ümmetimiz için elimizden geleni yapalım.
Bizi ibret alanlardan eyle. Zihnimiz alametlerindeki hakikati kavrasın. Yardımınla, halimizi tavrımızı düzeltelim.
Bizi adil kullarından eyle. Senin yanımızda oluşunu bilmek yetsin. Cesaretinle daima doğruyu söyleyelim.
Ey bize peygamberlerini bildiren Allahım! Onların ve ümmetlerinin derecelerini yükselt. Selamın onların üzerine olsun. Bizi cennet bahçelerinde, peygamberlerinle tanışma ve konuşma şerefine nail olanlardan eyle.
Ey duaları işiten ve kabul eden Allahım! Bizi affet. Bizi razı olduğun salih kulların arasına kat, onlarla haşret ve onlara komşu et.
Amin.
***
Benliğinin mütevekkil bir hale büründüğü anları seviyordu. Her seferinde keşke hep böyle kalsam diye düşünüyordu.
Sanırım neredeyse herkesin, kendisini daha cesur veya oldukça zayıf hissettiği anları vardı. Herhangi bir dünyalığa bağlanınca yaşananları korumasız bir şekilde karşılıyordu. En ufak darbeyle birlikte kendisini yere atıyor ve düştüğü yerde kalıyordu. Tevekkül edince ise imanının getirdiği cesareti bir zırh misali kuşanıyordu. Allah’ın merhamet rüzgarlarının ferahlığını ve sesini, hemen yanı başında duyuyordu.
“İstediğiniz bütün tuzakları kurun. Ben sizin ve benim rabbim olan Allah’a dayandım.” diyen hz. Hûd’u andı. Zira her canlının kaderi Allah’ın elindeydi. Kurulan bir tuzağın hedefine ulaşmasının veya zararından korumasının arkasındaki hikmeti yaratandı. Bildiklerinden yola çıkarak elinden geleni yapmak ve bilmediklerinin hesabını da Allah’a bırakarak tevekkül gölgesinde beklemek; Allah’a teslim olan kulun hayatının özetiydi.
Kişi sevdiğine ve bildiğine güvenirdi. Anladı ki her şeyin çözümü kendisini yaratan Allah’ı anmak da ve nefsiyle doğru mücadele etmek de yatıyordu.
Ey Allahım! Her şeyi anlamaya ve her sonucu hesaplamaya çalışmak gibi hakikatte yüklemediğin sorumlulukları kendimize yük edinmekten muhafaza buyur. Dünyalıklara yöneldiğimiz veya nefsimizin şımardığı anlarda; bizi rahmetinle uyandır ve hakikate yönlendir. Ayaklarımızı ve kalplerimizi yolunda sağlamlaştır. Senin yolunda, Senin rızan için yaşayanlardan ve ölenlerden eyle. Rabbim! Sen mütevekkil kullarını seversin, bizi de mütevekkil kulların arasına kat.
Amin.