بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي مِنْهُ رَحْمَةً فَمَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ عَصَيْتُهُ فَمَا تَز۪يدُونَن۪ي غَيْرَ تَخْس۪يرٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi ki |
|
2 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
3 | أَرَأَيْتُمْ | Ne dersiniz? |
|
4 | إِنْ | eğer |
|
5 | كُنْتُ | ben isem |
|
6 | عَلَىٰ | üzere |
|
7 | بَيِّنَةٍ | apaçık bir belge |
|
8 | مِنْ | -den |
|
9 | رَبِّي | Rabbim- |
|
10 | وَاتَانِي | ve O bana vermişse |
|
11 | مِنْهُ | kendinden |
|
12 | رَحْمَةً | bir rahmet |
|
13 | فَمَنْ | kim |
|
14 | يَنْصُرُنِي | bana yardım edebilir? |
|
15 | مِنَ | karşı |
|
16 | اللَّهِ | Allah’a |
|
17 | إِنْ | eğer |
|
18 | عَصَيْتُهُ | O’na isyan edersem |
|
19 | فَمَا | olmaz |
|
20 | تَزِيدُونَنِي | bana bir katkınız |
|
21 | غَيْرَ | başka |
|
22 | تَخْسِيرٍ | kaybımı artırmaktan |
|
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. Münada olan قَوْمِ muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidaًnın cevabı اَرَاَيْتُمْ ’dur. Hemze istifham harfidir. رَاَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. Bilmek anlamında kalp fiilidir. اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ cümlesi, fiille mef’ûlü arasında meydana gelen itiraz cümlesidir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
تُ mütekellim zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. عَلٰى بَيِّنَةٍ car mecruru كُنْتُ ’nun mahzuf haberine mütealliktir. مِنْ رَبّ۪ي car mecruru بَيِّنَةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar. ألفي - دري - رأي - وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ - حسب - خال - زعم - عدّ fiilleridir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ - ردّ - ترك fiilleridir.Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاٰتٰين۪ي مِنْهُ رَحْمَةً فَمَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ عَصَيْتُهُ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتٰينٖي elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Sonundaki ن vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlün bih olup mahallen mansubdur. مِنْهُ car mecruru اٰتٰينٖي fiiline mütealliktir. رَحْمَةً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن عصيت الله فمن ينصرني منه (Ben Allah’a isyan edersem beni O’ndan kim kurtarır?) şeklindedir.
İstifham ismi مَنْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَنْصُرُنٖي cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَنْصُرُنٖي damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamir ي mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ اللّٰهِ car mecruru يَنْصُرُنٖي fiiline mütealliktir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَصَيْتُهُ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتٰينٖي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أتي ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَمَا تَز۪يدُونَن۪ي غَيْرَ تَخْس۪يرٍ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَزٖيدُونَنٖي fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki ikinci نِ vikayedir. Mütekellim zamir ي mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. غَيْرَ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. تَخْسٖيرٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي مِنْهُ رَحْمَةً
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا قَوْمِ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Muzafun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kelimenin sonundaki kesra muzafun ileyhten ivazdır.
Nidanın cevabı olan … اَرَاَيْتُمْ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, tevbih ve kınama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَرَاَيْتُمْ fiili, ilim manasında kullanılmıştır. Bu kullanımda, sebeb müsebbeb alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rüyet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Akli ve görünmez olan bir durum, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur.
اَرَاَيْتُمْ sözündeki fiil ister ‘görmek’, ister ‘bilmek’ manasında olsun, رَاَى fiilinin başına istifham hemzesi gelmiştir. Çünkü ilmen görmekte, kalple görülen şeyin neredeyse gözle görülür gibi zuhur ve inkişaf ettiği manası vardır. Burada soru rü’yetin üzerinde gerçekleştiği şeyin hakikati hakkındadır. بصائر 'in (idrakin) gördüğü şey, بصار 'ın (gözün) gördüğü şeye ilave olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.72)
اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي terkibi, اَرَاَيْتُمْ fiili ve mef’ûlü arasında, şart üslubunda gelmiş itiraziyedir.
Nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu şart cümlesi isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلٰى بَيِّنَةٍ car-mecrurunun müteallakı olan كَانَ ’nin haberi, mahzuftur.
بَيِّنَةٍ ’deki nekrelik nev ve tazim ifade eder.
مِنْ رَبّ۪ي car-mecruru, عَلٰى بَيِّنَةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Veciz ifade kastına matuf رَبّ۪ي izafetinde, Hz. Salih’e ait zamirin Rab ismine muzâfun ileyh olması, Hz. Salih’e tazim ifade eder.
اَرَاَيْتُمْ fiilinin takdiri بَيِّنَة olan mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müteaddî fiilin mef’ûlünün hazfi; sadece fiilin failden sudûrunu gösterir. Dikkatin fiile yoğunlaşmasını sağlar.
وَاٰتٰين۪ي مِنْهُ رَحْمَةً cümlesi, itiraz cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Müspet mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
مِنْهُ car-mecruru, mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنْهُ car mecruru, önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.
اٰتٰين۪ي fiilinin ikinci mef’ûlü olan رَحْمَةً ’deki nekrelik tazim ve kesret ifade eder.
Şartın takdiri فَمَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ عَصَيْتُهُ (O’na karşı geldiğim takdirde beni Allah’tan kim koruyabilir?) olan cevabı mahzuftur. Cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Bil ki Salih’in (a.s) اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَة [Ya ben apaçık bir mucize üzerinde isem…] sözü, şek ifade eden اِنْ harfiyle kurulan bir cümledir. Halbuki o, peygamberliği hususunda tam bir yakînî inanç üzerinde bulunuyordu. Ancak ne var ki muhalif kimselere bu şekilde söz söylemek, sözün kabul edilmesini daha iyi temin edebilir. Buna göre o sanki şöyle demek istemiştir: “Benim, Rabbimden olan bir delil üzere olduğumu ve nebi olduğumu farz ediniz. Ve düşününüz ki şayet ben size tâbi olur ve emirleri hususunda Rabbime isyan edersem, beni Allah'ın azabından kim kurtarabilir? Şu halde böyle yaparsam, siz benim ziyanımı artırmaktan başka bir şey yapmış olmazsınız…” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Bu ifade, her ne kadar şeklen bir istifham cümlesi ise de bu gibi ifadelerin maksadı, alabildiğine bir taaccüp manasını ifade etmektir. Ve bu tıpkı senin, “Gördün mü, falanca ne yapmış! Kendisini neye duçar kılmış!” demen gibidir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Hud Suresi 28)
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي مِنْهُ رَحْمَةً [Salih de şöyle dedi: Ey kavmim! Söyler misiniz; ya ben Rabbimden bir beyyine (delil) üzerindeysem ve O, katından bana bir rahmet vermiş ise?] Bütün bunların Salih'e verildiği kesin iken şüphe ifadesinin kullanılması, muhatapların haline itibar etmek, onları kibirli mevkilerinden indirmek, tartışmanın sükunetini sağlamak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اَرَاَيْتُمْ [Gördünüz mü?] şeklindeki soru kalp gözü ve anlayış kastedilerek “söyleyin bakalım” anlamındadır. İstifham sıygası dışında bir amaçla gelmiştir.
Salih’in (a.s), اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ [Ya ben apaçık bir mucize üzerinde isem…] cümlesi, şek ifade eden اِنْ harfiyle kurulan bir cümledir. Salih’in (a.s) اِنْ şart harfiyle hitap etmesi muhalif kimselere fikrini kabul ettirme çabasından kaynaklanıyor olabilir.
Ayette geçen بَيِّنَةٍ beyan ve basirettir. “Eğer Rabbimden bir beyyine üzere isem…” derken kullandığı اِنْ ifadesi, kendisinden şüphelendiği için olmayıp muhataplara bakan yönüyledir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Salih’in (a.s) kavmine olan cevabı olduğu için قالَ fiiline atfedilmemiştir. Daha önce de bir çok kere geçtiği gibi diyaloglar bu şekilde gelir. Cevaba nida ile başlamasının sebebi, söyleyeceği şeylerin önemine dikkat çekmek içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2) Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
فَمَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen terkipte فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Takdiri, إن عصيت الله (Ben Allah’a isyan edersem …) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan مَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham ismi مَنْ mübteda, müspet muzari fiil sıygasındaki يَنْصُرُن۪ي cümlesi, haberdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay, tevbih ve kınama amacı taşıyan cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِنْ عَصَيْتُهُ
Şart üslubundaki terkip, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasındaki şart cümlesi اِنْ عَصَيْتُهُ , hudus, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Şartın, takdiri فَمَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ (Beni Allah’tan kim koruyabilir?) olan cevabı, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
رَحْمَةً - يَنْصُرُنٖي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَمَا تَز۪يدُونَن۪ي غَيْرَ تَخْس۪يرٍ
Ayetin fasılasına dahil olan فَ istînâfiyyedir. Cümle menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede olumsuzluk harfi مَا ve غَيْرَ ile kasr oluşmuştur. İki tekit hükmündeki kasr fiille mef’ûlün muzafun ileyhi arasındadır. تَز۪يدُونَن۪ي maksur/sıfat, تَخْس۪يرٍ maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat, ale’l mevsûftur. Zarara uğratmaktan başka bana hiçbir katkınız olmaz, beni sadece ve sadece zarara uğratırsınız manasındadır.
Ikinci mef’ûl غَيْرَ ‘nın muzafun ileyhi olan تَخْس۪يرٍ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. Kelimedeki nekrelik kesret ve nev ifade eder. Olumsuz siyakda nekre, selbin umumuna işarettir.
Sâmerrâî bu ayette mübalağa ve çokluk ifade eden تَخْسٖيرٍ lafzının geçtiğini belirtmektedir. Zira o gerçekten peygamber ise ve Allah katından kendisine bir rahmet verildiyse ve sonra da O’na isyan ederse uğrayacağı zarar, kendilerine açık bir belge ve vahiy indirilmemiş kâfirlerinkinden çok daha büyük olacaktır. Dolayısıyla burada diğer ayetlerde zikredilen خْس۪يرٍ kelimesinden farklı olarak تَخْس۪يرٍ lafzının zikredilmesi uygun düşmüştür. Çünkü bildiği halde isyan edenin cezası, bilmeyen kişinin cezası gibi değildir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 3, s. 61-62)
وَيَا قَوْمِ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَا قَوْمِ | kavmim |
|
2 | هَٰذِهِ | şu |
|
3 | نَاقَةُ | dişi devesi |
|
4 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
5 | لَكُمْ | sizin için |
|
6 | ايَةً | bir mucizedir |
|
7 | فَذَرُوهَا | onu bırakın |
|
8 | تَأْكُلْ | otlasın |
|
9 | فِي |
|
|
10 | أَرْضِ | toprağında |
|
11 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
12 | وَلَا |
|
|
13 | تَمَسُّوهَا | ona dokundurmayın |
|
14 | بِسُوءٍ | bir kötülük |
|
15 | فَيَأْخُذَكُمْ | yoksa sizi yakalar |
|
16 | عَذَابٌ | bir azap |
|
17 | قَرِيبٌ | yakın |
|
وَيَا قَوْمِ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا nida harfidir. Münada olan قَوْمِ muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı هٰذِهٖ نَاقَةُ اللّٰهِ ’dur. İşaret ismi هٰذِهِ mübteda olarak mahallen merfûdur. نَاقَةُ haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. لَكُمْ car mecruru اٰيَةً ’in mahzuf haline mütealliktir. اٰيَةً kelimesi نَاقَةُ اللّٰهِ ‘den hal olup fetha ile mansubdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ
Fiil cümlesidir. فَ sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. ذَرُوهَا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ cümlesi, mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن تتركوها تأكل. şeklindedir.
تَأْكُلْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. فٖٓي اَرْضِ car mecruru تَأْكُلْ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فِي harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak vardır-mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَمَسُّوهَا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. بِسُٓوءٍ car mecruru تَمَسُّوهَا fiiline mütealliktir.
فَ harfi sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,taleb bulunması gerekir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri, لا يكن منكم مسّ لها فأخذ لكم بعذاب (Sizden birine dokunmasın, çünkü dokunursa sizi azap yakalar.) şeklindedir.
يَأْخُذَكُمْ fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
عَذَابٌ fail olup damme ile merfûdur. قَرٖيبٌ kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette sebep fe (فَ)’sinden sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَر۪يبٌ ; sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَا قَوْمِ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki nida cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Muzafun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kelimenin sonundaki kesra muzafun ileyhten ivazdır.
Nidanın cevabı olan هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
Müsned olan نَاقَةُ اللّٰهِ ‘nin izafetle gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Bu izafette ayrıca lafza-i celâle muzâf olan نَاقَةُ şan ve şeref kazanmıştır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَكُمْ car mecruru, اٰيَةً ‘in mahzuf mukaddem haline mütealliktir. Halin hazfı îcâz-ı hazif sanatı vardır.
اٰيَةً kelimesi, نَاقَةُ اللّٰهِ ifadesinden haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.
اٰيَةً ‘deki nekrelik tazim içindir.
يَا قَوْمِ ibaresinde reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır. Önceki ayet de aynı lafızla başlamıştır.
Onun نَاقَةُ اللّٰهِ (Allah’ın devesi) diye anılmasından ve لَكُمْ اٰيَةً (size bir mucize olsun diye) denilerek Salih’in soydaşlarına özel olarak gönderildiğinin vurgulanmasından anlıyoruz ki o sıradan bir deve değildir, ayırıcı özellikler taşımaktadır ve bu özellikler sayesinde Hz. Salih’in soydaşları onun, Allah tarafından kendilerine gönderilmiş bir mucize olduğunu bilebilmektedirler.
Bu devenin Allah'a izafe edilmesi, onun şerefini yükseltmek, yaratılış ve davranış bakımından diğer develerden farklı olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Bu ayet Hud Suresi 62. ayetteki وإنَّنا لَفي شَكٍّ مِمّا تَدْعُونا إلَيْهِ مُرِيبٍ ibaresine cevap niteliğindedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اٰيَةً kelimesi هَذِهِ ناقَةُ اللَّهِ sözündeki işaret isminden hal olarak gelmiştir. Çünkü işaret isminde fiil manası vardır. Tenbih harfiyle birlikte gelişi fiile benzeyişini arttırır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Araf/73)
فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ
فَ ; sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. فَذَرُوهَا cümlesi, takdiri تنبّهوا (Dikkat edin) olan mahzuf istînafa atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ terkibi istînafiye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubundaki terkipte تَأْكُلْ فٖٓي اَرْضِ اللّٰهِ cümlesi, takdiri إن تتركوها (Onu terk ederseniz) olan mahzuf şartın cevabıdır. Hudus, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade eden müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart edatı ile fiilin hazfi, talep ifade eden fiillerden sonra mecburidir.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Emir, nehy, soru, temenni gibi talep bildiren durumlardan sonra başında ف harfi bulunmayan, karşılık ve sonuç (ceza) ifade eden bir muzari fiil geldiğinde söz konusu muzari fiil de meczûm olur. Çünkü o cümlede şart ve cezâ anlamı bulunmaktadır. Bir diğer ifadeyle talep bildiren cümleden sonraki muzari fiil, öncesindeki talebin karşılığı veya sonucudur. (Yunus İnanç Dr. Öğr. Üyesi, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, Arap Dili ve Belagatı Anabilim Dalı, Karaman)
Veciz ifade kastına matuf اَرْضِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan اَرْضِ, şan ve şeref kazanmıştır.
ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla اَرْضِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yeryüzü, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
اَرْضِ kelimesinin ism-i celâle izafe edilmesine gelince, yeryüzünün Allah'a ait olduğu ve dişi devenin de O’nun yaratıklarından biri olarak yerin ve bitkilerinden yiyerek faydalanmaya hakkı olduğunu ifade etmektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Araf Suresi/73)
Arzın Allah'a izafe edilmesi, devenin bu otlamaya hak kazanmasını vurgulamak, onu kendi haline bırakmanın gerekçesini belirtmek içindir. Deveye zarar vermek amacıyla dokunmak kesinlikle nehyedilmiş ve şu tembihin altı çizilmiştir: Kesmek, öldürmek şöyle dursun, dövmek, kovmak veya başka bir kötü amaçla sakın ona yaklaşmayın. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Burada “اَرْضِ ”dan murad edilen izafetin gerektirdiği gibi arazi cinsidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Araf Suresi /73)
Salih (a.s) فَذَرُوهَا تَاْكُلْ فٖى اَرْضِ اللّٰهِ [Serbest bırakın onu! Allah'ın arzında yesin!] demiştir. O bu sözüyle devenin bakım külfetinin kaldırıldığını ve böylece o devenin, onlar için bir mucize olması yanında onlara faydalı olup zarar da vermediğini kastetmiştir. Zira onlar, onun sütünden yararlanıyorlardı. Salih (a.s), onların küfürlerinde ısrar ettiklerini gördüğü için onlardan yana deveye herhangi bir zararın dokunacağından korkuyordu. Zira hasım olan kimse hasmının delilinin ortaya çıkmasını sevmez; aksine var kuvveti ile onu gizlemeye ve iptal etmeye çalışır. İşte bundan dolayı Salih (a.s), kavminin o deveyi öldürmeye yeltenmelerinden endişeleniyordu. Bunun için ihtiyatlı davranarak وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ “Ona fenalık maksadıyla dokunmayın…” demiş ve onları, ona kötülükle dokunmaları halinde çok yakında gelecek bir azap ile tehdit etmiştir ki bu, o deveyi öldürmeye yeltenmekten, onları iyice sakındırmaktır. Allah Teâlâ, Salih’in (a.s) bu tembihine rağmen onların o deveyi boğazladıklarını beyan buyurmuştur. Onların o deveyi ya o hücceti iptal etmek için yahut su sıkıntısına düştükleri için veyahut da onun yağına ve etine gönül sardıkları için boğazlamış olmaları muhtemeldir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ
Atıf harfi وَ ’la فَذَرُوهَا cümlesine atfedilmiştir. Cümle, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubundan, nehiy üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır.
سُٓوءٍ (kötülük) kelimesinin nekre olması azlık ve küçüklük ifade eder. Ona en ufak bir kötülükte bulunmayın demektir. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre, umuma işaret eder.
بِسُٓوءٍ ‘deki بِ harfi mülabese içindir. لَا تَمَسُّوهَا fiilinin failinden hal konumundadır. بِقَصْدِ سُوءٍ anlamındadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr Araf 73)
“Allah'ın devesine kötülük yapmayın.” değil “Kötülük dokundurmayın.” buyurulmuştur.
تَمَسُّوهَا fiili azlık ifade eder. En ufak bir zarar dahi vermeyin, demektir.
سُٓوءٍ kelimesinin nekreliği de azlık ifade eder. Ufacık bir kötülükle bile ona dokunmayın manasını taşır.
Fa-i sebebiyyenin gizli أنْ ’le masdar yaptığı فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ cümlesi masdar tevilinde kelamın öncesinden anlaşılan takdiri …لا يكن منكم مسّ لها (Sizden biriniz ona dokunmasın) olan masdara matuftur.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ ’deki nekrelik azabın tahayyül edilemez derece ve çeşitte olduğuna işarettir.
قَر۪يبٌ kelimesi عَذَابٌ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ cümlesinde istiare sanatı vardır. عَذَابٌ kelimesi أْخُذَ fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Azabın bir şahıs gibi onları alması,azabın şiddetini, azametini artırmaktadır. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
عَذَابٌ - بِسُٓوءٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ذَرُوهَا - يَأْخُذَكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafîy vardır.
Ayette اللّٰهِ lafzının sakındırmayı artırmak için yapılan tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
عَذَابٌ قَر۪يبٌ [Yakın azaptan] murad, (ayetin devamının delalet ettiği gibi) üç gündür. (Beyzâvî, Envârü’t -Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ [Yakın bir azap kıskıvrak yakalayıverir sizi] ibaresinde “dokunma” ve “meydana gelme” fiillerinin ifade ettiğinden daha sert bir hareket ifade edilmek istenmiştir. (Seyyid Kutub, Fi Zilali’l Kur’an)
Nidanın cevabı, Araf Suresi 73. ayetteki cümlelerin - قَر۪يبٌ kelimesi hariç- aynen tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُوا ف۪ي دَارِكُمْ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَعَقَرُوهَا | yine de onu kestiler |
|
2 | فَقَالَ | (bunun üzerine) dedi ki |
|
3 | تَمَتَّعُوا | yaşayın |
|
4 | فِي |
|
|
5 | دَارِكُمْ | yurdunuzda |
|
6 | ثَلَاثَةَ | üç |
|
7 | أَيَّامٍ | gün |
|
8 | ذَٰلِكَ | işte bu |
|
9 | وَعْدٌ | bir vaaddir |
|
10 | غَيْرُ |
|
|
11 | مَكْذُوبٍ | yalanlanmayacak |
|
فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُوا ف۪ي دَارِكُمْ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍۜ
Fiil cümlesidir. Ayet, atıf harfi فَ ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, فأبوا سماع كلامه فعقروها (Onun sözüne kulak vermediler ve deveyi kestiler.) şeklindedir.
عَقَرُوهَا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, تَمَتَّعُوا فٖي دَارِكُمْ ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
تَمَتَّعُوا fiili ن ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. فٖي دَارِكُمْ car mecruru تَمَتَّعُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ثَلٰثَةَ zaman zarfı تَمَتَّعُوا fiiline mütealliktir. اَيَّامٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فِي harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır-mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
3 ile 10 arası sayıların temyizinde önce sayı sonra temyiz gelir. Sayı muzâf, temyiz muzâfun ileyh olur. Muzâfın harekesi cümledeki konumuna göre değişir. Muzâfun ileyh daima mecrurdur. Bu yüzden sayı muzâf olduğu için cümledeki konumuna göre îrabını alır, temyiz muzâfun ileyh olduğu için daima mecrurdur. Temyiz çoğul ve belirsiz olur. Sayı ile temyiz cinsiyet yönünden birbirinin zıttı olur. (Temyiz çoğul olduğu için eril veya dişil olduğunu anlamak için tekiline bakılır.) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَمَتَّعُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi متع ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
ذٰلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ
İsim cümlesidir. ذٰلِكَ işaret ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. وَعْدٌ haber olup damme ile merfûdur.
غَيْرُ kelimesi وَعْدٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur. مَكْذُوبٍ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
غَيْرُ edatı nekre bir ismin peşinden geldiğinde onun sıfatı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَكْذُوبٍ ; sülâsî mücerredi كذب olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُوا ف۪ي دَارِكُمْ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍۜ
Ayet, takdiri فأبوا سماع كلامه (Onun sözüne kulak vermediler.) olan mukadder istinafa فَ ile atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالَ تَمَتَّعُوا فٖي دَارِكُمْ cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mütekellim Salih a.s. dir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan تَمَتَّعُوا فٖي دَارِكُمْ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubundaki cümle vaz edildiği anlamın dışında tehdit ve kınama manası kazandığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
فٖي دَارِكُمْ [Diyarınızda] ifadesi “evlerinizde” anlamında olabildiği gibi “şu dünya diyarınızda” manasını da ifade edebilir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
دَارِكُمْ Bu tabirle dünya kastedilmiştir. Salih (a.s) ذٰلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ [İşte bu, yalan çıkarılamayacak bir tehdittir…] demiştir. Yani غَيْرُ كَذِيبٍ (içinde yalan bulunmayan) demektir. مجلود /meclud (celde vurulmuş), مَعْقُول /makul (düşünülmüş, akledilmiş) ve مَفْتُون /meftun (fitnelenmiş) kelimelerinde olduğu gibi bazen ism-i mef'ûl sıygasıyla masdar manası kastedilebilir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
ذٰلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyh, cem ve tecessüm ifade eden işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada müşarun ileyhe tazim ifade eder.
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, 57, s. 190)
Vaade işaret eden ذٰلِكَ ’de istiare sanatı vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Yani o manevi şey hissî bir şeymiş gibi ifade edilerek anlatım daha etkili hale getirilir. Burada da Allah’ın vaadi gözle görülür elle tutulur hissî bir madde yerine konmuştur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
غَيْرُ مَكْذُوبٍ izafeti, وَعْدٌ ‘in sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcaz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
İsm-i mef’ûl veznindeki muzafun ileyh مَكْذُوبٍ ’deki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.
وَعْدٌ , aslında güzel şeyler için kullanılır. Tahakkümi inadiye istiare yoluyla, Salih a.s nin kavmini bekleyen akıbetin korkunçluğu için mübalağa yapılmıştır.
وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ ifadesinde, istiare-i mekniyye tahyiliyye vardır. Yalancı manasındaki مَكْذُوبٍ kelimesi, mübalağa amacıyla mecazî olarak batıl anlamında kullanılmıştır. (https://tafsir.app/aljadwal/11/65)
فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحاً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | nihayet |
|
2 | جَاءَ | gelince |
|
3 | أَمْرُنَا | emrimiz |
|
4 | نَجَّيْنَا | kurtardık |
|
5 | صَالِحًا | Salih’i |
|
6 | وَالَّذِينَ | ve kimseleri |
|
7 | امَنُوا | iman eden(leri) |
|
8 | مَعَهُ | beraberindeki |
|
9 | بِرَحْمَةٍ | bir rahmetle |
|
10 | مِنَّا | bizden |
|
11 | وَمِنْ | ve |
|
12 | خِزْيِ | aşağılığından |
|
13 | يَوْمِئِذٍ | o günün |
|
14 | إِنَّ | muhakkak ki |
|
15 | رَبَّكَ | senin Rabbin |
|
16 | هُوَ | O |
|
17 | الْقَوِيُّ | güçlüdür |
|
18 | الْعَزِيزُ | mutlak üstündür |
|
فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحاً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَمْرُ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.
Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı نَجَّيْنَا صَالِحاً ’dır.
نَجَّيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. صَالِحاً mefûlün bih olup fetha ile mansubdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذٖينَ , atıf harfi وَ ’la صَالِحاً ’e matuf olup, mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَعَ zaman zarfı اٰمَنُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِرَحْمَةٍ car mecruru نَجَّيْنَا fiiline mütealliktir. مِنَّا car mecruru بِرَحْمَةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ خِزْيِ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, نجّيناهم (onları kurtardık.) şeklindedir. يَوْمَ zaman zarfı, إذ ’e muzaftır. يَوْمَ ref mahallinde feth üzere mebnidir. إذ mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzafun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden avzdır. Takdiri, يوم إذ جاء أمرنا (Emrimizin geldiği gün) şeklindedir.
(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.
b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَجَّيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
صَالِحاً , sülâsi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
رَبَّكَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هُوَ fasıl zamiridir. Tekid ifade eder. الْقَوِيُّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. الْعَزٖيزُ ikinci haberi olup damme ile merfûdur.
Zamiru’l Fasl (Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ayırma zamiri) denir. Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْقَوِيُّ - الْعَز۪يزُ kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحاً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍۜ
فَ , atıf harfidir.
Şart üslubunda gelen terkipte لَمَّا edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَ اَمْرُنَا şart cümlesi, لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Veciz ifade kastına matuf اَمْرُنَا izafetinde azamet zamirine muzâf olan اَمْرُ , şan ve şeref kazanmıştır.
جَٓاءَ اَمْرُنَا cümlesinde istiare sanatı vardır. اَمْرُ kelimesi جَٓاءَ fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Emrin bir şahıs gibi gelecek olması onun şiddetini, azametini artırmaktadır. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا [Emrimiz geldiğinde] ifadesindeki اَمْرُنَا, azaptan kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan نَجَّيْنَا صَالِحاً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نَجَّيْنَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
صَالِحاً ‘e matuf olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا مَعَهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İman edenlerin ism-i mevsûlle belirtilmesi, o kişilere tazim ifade eder.
نَجَّيْنَا fiiline müteallik olan بِرَحْمَةٍ car-mecrurundaki nekrelik, tazim ifade eder.
مِنَّاۚ car-mecruru, بِرَحْمَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
بِرَحْمَةٍ ’deki nekrelik kesret, nev ve tazim ifade eder.
بِرَحْمَةٍ مِنَّا cümlesindeki ب sebebiyyedir. Allah Teâlâ’nın onlara olan rahmeti, kurtuluşlarının sebebi olmuştur. Rahmetten murad ise Allah Teâlâ’nın onlara olan lütfudur. Zira eğer onlara merhamet edilmemiş olsaydı yok olacaklardı ve bu yok oluş, kâfirler için bir ceza, müminler için de ancak bir imtihandı. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Hud/58)
مِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍ car mecruru, takdiri نَجَّيْنَا (kurtardık) olan mahzuf fiile mütealliktir. Makabline matuf olan cümle, mahzufla birlikte mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
خِزْيِ يَوْمِئِذٍ izafetinde rezillik, güne isnad edilmiştir. Aslında rezilliğin sebebi gün değil, o günde yaşananlardır. Bu üslup, o gündeki durumun korkunçluğunu vurgulamak için sebep müsebbep alakasıyla yapılan mecazî isnad sanatıdır.
Muzâfun ileyh olan zaman zarfı يَوْمَئِذٍ ‘nin sonundaki tenvin, takdir edilen muzâfun ileyh cümlesinden ivazdır. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
خِزْيِ - رَحْمَةٍ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafîy sanatı vardır.
اَنْجَيَ fiili, افعال babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)
وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍ terkibindeki atıftan maksat, minnet üzerine minnet atfıdır, kurtarma üzerine kurtarma atfı değildir. Bunun için Hud Suresi 58. ayette نَجَّيْنا هُودًا والَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنّا ونَجَّيْناهم مِن عَذابٍ غَلِيظٍ geçtiği gibi fiile değil müteallıka atfedilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَمِنْ خِزْىِ يَوْمِئِذٍ [O günün rüsvalığından] buyruğu ile ilgili birkaç mesele vardır:
Bu kelamın başındaki وَ atıf vavıdır. Buna göre bunun iki izahı yapılmıştır: 1) Kelamın takdirinin, “Biz Salih'i ve onunla beraber iman edenleri, tarafımızdan olan bir rahmet ile onun kavminin başına gelen azaptan ve onlardan ayrılmayan, utancı hep kendilerinde görülen ve daima onlara ait olan rüsvalıktan kurtardık…” şeklinde olmasıdır. Zira خِزْىِ kelimesinin manası, rüsvalığı aşikâr ve insana utanç veren bir kusur ve ayıp demektir. Böylece söylenenlere itimat edilerek bu hazif yapılmıştır.
2) Takdirin, “Biz Salih'i tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık; müminleri de bugün rüsvalığından kurtardık…” şeklinde olmasıdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ cümlesi itiraziyyedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنَّ ve fasıl zamiriyle tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. رَبَّكَ izafeti, اِنَّ ‘nin ismi, هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ cümlesi, haberidir.
Müsnedün ileyh, izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
Veciz ifade kastına matuf رَبَّكَ izafetinde, Salih Peygambere aid zamirin Rab ismine muzaf olması, Hz.Salih’e şan ve şeref ifadesinin yanında Allah Teâlânın ona olan lütuf ve desteğine işaret eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَمْرُنَا ve رَبَّكَ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.
اِنَّ ‘nin haberi olan هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.
Her ikisi de sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
الْقَوِيُّ - الْعَزٖيزُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ [Şüphesiz ki senin Rabbin, O, çok kuvvetlidir, mutlak galiptir.] buyurmuştur. Bu, tam yerinde söylenmiş bir ifadedir. Zira Allah Teâlâ, bu azabı kâfirlere verip müminleri de ondan koruduğunu beyan buyurmuştur. Bu ayırma, birine azap verip diğerine vermeme işi, ancak eşyanın karakterini değiştirebilen ve aynı şeyi bir kimseye nispetle bela ve azap; diğer bir kimseye nispetle de rahat ve huzur vesilesi yapabilen kadir ve muktedir olan bir zat için söz konusu olabilir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَاَخَذَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ
وَاَخَذَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذٖينَ mukaddem mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الصَّيْحَةُ kelimesi اَخَذَ fiilinin faili olup damme ile merfûdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصْبَحَ nakıs, mebni mazi fiildir. كان gibi isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
اَصْبَحُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. اَصْبَحُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. Veya tam fiil olup, zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur.
فٖي دِيَارِهِمْ car mecruru جَاثِمٖينَ ’ye mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَاثِمٖينَ kelimesi اَصْبَحُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
اَصْبَحَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi صبح ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
جَاثِمٖينَ ; sülâsî mücerredi جثم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَخَذَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Mef’ûl konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan ظَلَمُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Zalimlerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, o kimseleri tahkir amacına matuftur.
Mef’ûlün, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmesi takdim-tehir sanatıdır.
فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِمٖينَ cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Nakıs fiil اَصْبَح ’nın dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. ف۪ي دِيَارِهِمْ car mecruru konudaki önemine binaen amili olan جَاثِم۪ينَ ’ye takdim edilmiştir.
اَصْبَح ’nın haberi olan جَاثِم۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek durumun sübut ve sürekliliğine işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
İsim cümlesi sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesi yenilenme ve tekrarlanma ifade eder.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela: fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden de başlayıp halen devam ettiği kastediliyor ise aralarında atıf yapılabilir. ( Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, S. 190,191)
Azabın gelişi anlatılırken Allah'ın dostlarının kurtarılmasının haber verilmesi önemli olduğundan, önce o zikredildi. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Cenab-ı Hakk, اَخَذَتْ değil de اَخَذَ buyurmuştur. Zira (fail olan) صَّيْحَ kelimesi, mana itibarıyla müzekker olan siyah yerindedir. Ayrıca fiil ile müennes olan faili arasına, bir fasıla girmiştir. Bundan dolayı araya giren bu kelimeler, sanki müenneslik ت ' sinin yerini tutmuş gibidir. Bu durumun benzerleri geçmiş idi. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Fail olan الصَّيْحَةُ kelimesi müennes olduğu halde اَخَذَ fiili müzekker gelmiştir. Fail, zahir bir mecazî müennes ise fiille failin arası açılmışsa fiil müzekker veya müennes gelebilir.
جَاثِمٖينَ fiili 5 yerde geçmiştir. Araf, Hud ve Ankebut suresi, hepsi Salih ve Şuayb (a.s) kavmi hakkındadır. Yüzü koyun yatmak, çömelmek, tünemek demektir. Buna çok benzeyen ve farklı bir kökün türevi olan جاثي kelimesi de diz üstü oturmak demektir ve 1 kere geçmiştir.
Cenab-ı Hakk, فَاَصْبَحُوا فٖى دِيَارِهِمْ جَاثِمٖينَ [yurtlarına diz üstü çöken kimseler oluverdiler.] buyurmuştur. جُسُوم kelimesi, dinmek, sükunete ermek demektir. Nitekim kuş, yuvasına gecelediğinde جَثَمَتِ الطَّيْرُ denilir. Daha sonra Araplar bu kelimeyi, ölümden dolayı hareket edememe manasında kullanmışlardır. Böylece Allah Teâlâ, helak olan kimseleri helak oldukları andaki o hareketsizlikleri ile vasfetmiştir ki buna göre sanki onlar hiç diri değillermiş manası kastedilmiştir. (Fahreddîn er- Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ اَلَٓا اِنَّ ثَمُودَا۬ كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ اَلَا بُعْداً لِثَمُودَ۟
كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ
Önceki ayetteki اَصْبَحُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. كَاَنْ harfi, كَاَنَّ ’den muhaffefedir. İsmi mahzuftur. Takdiri, كأنهم şeklindedir. لَمْ يَغْنَوْا cümlesi كَاَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَغْنَوْا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. فٖيهَا car mecruru يَغْنَوْا fiiline mütealliktir.
Hafifletilmiş olan كَأَنْ aynı كَأَنَّ gibi isim cümlesinin başına gelir. İsmi mahzuf şan zamiri, haberi de isim veya fiil cümlesi olur. Eğer müsbet (olumlu) fiille başlayan fiil cümlesi olursa başına قَدْ, menfi (olumsuz) cümle olursa لَمْ gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَٓا اِنَّ ثَمُودَا۬ كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ
اَلَٓا tenbih harfidir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ثَمُودَا kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. كَفَرُوا رَبَّهُمْ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. رَبَّهُمْ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَلَا ;konuşmacı dinleyenlerin dikkatini çekmek,onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır.Onun için bu edata istiftah ve tembih edatı denilmiştir.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
اَلَا بُعْداً لِثَمُودَ۟
اَلَا tenbih edatıdır. بُعْداً mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, أبعدوا (Uzak olsun) şeklindedir. لِثَمُودَ۟ car mecruru بُعْداً ’e mütealliktir.
Mef’ûlu mutlakın fiili şu durumlarda hazf edilebilir: Emir ve nehy fiillerinin yerini alırsa, Dua ifade eden fiilin yerini alırsa, Sonucu (akıbeti) açıklamak için getirildiği zaman. Ayette بُعْداً sonucu (akıbeti) açıklamak için getirildiğinden dolayı fiili hazf edilmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ
Ayet önceki ayetteki اَصْبَحُوا ‘deki zamirin halidir. Tekid ve teşbih ifade eden كَاَنْ ‘in dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كأنّ ‘den muhaffefe كَاَنْ ’nin ismi, mahzuftur.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَا cümlesi, كانَّ ’in haberidir. Haberin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh onlar, müşebbehe bih yaşamamış olmaktır.
كانَّ , çoğunlukla müşâbehet için kullanılır. Bu da haberin câmid olduğu durumlardır. Bu ayette olduğu gibi bu harfi müşebbeh ve müşebbehün bih takip eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
اَلَٓا اِنَّ ثَمُودَا۬ كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ
Ta’lil manasındaki cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümlenin başına gelen اَلَٓا , devamında gelecek söze dikkat çekerek, tekid ifade etmiş tenbih edatıdır. اِنَّ ve اَلَٓا ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ cümlesi, اِنَّ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi, tenbih edatı ve isnadın tekrarı sebebiyle birden fazla tekit unsuru taşıyan çok muhkem cümlelerdir.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّهِمْۚ izafetinde Rab isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, onları tahkir ve Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Tenbih harflerinden اَلَٓا , ayette isim cümlesinin başına gelerek devamında gelecek sözü muhatabın can kulağıyla dinlemesini sağlamıştır. (Elif Yavuz, Belagat İlminde Haber Ve İnşa (Bakara Suresi Örneği))
Semûd kavminin küfrünün, burada açık açık belirtilmesi, onların hallerini kınamak
ve onların niçin Allah'ın rahmetinden uzak ve helak bedduasına müstahak olduklarını beyan etmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Semûd, kadim Arap kabilelerinden bir kavim olup esas ataları “Sam'ın oğlu İrem'in oğlu Amir'in oğlu Semûd”dur. Diğer bir kavle göre de az su anlamına gelen “semed”den alınmış bir kelimedir. Yaşadıkları yerin suyunun az olması sebebiyle bu ismi almışlardır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Semûd kelimesinin, hem munsarif hem de gayri munsarif olarak kullanılması söz konusudur. Semûd kelimesinin munsarif olması, bu kelimenin “hayy (kabile)” yahut da “büyük baba, ata” manasına alınmasından dolayıdır. Gayri munsarif olması ise kelimenin marife ve “kabile” manasında olarak müennes olması sebebiyledir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اَلَا بُعْداً لِثَمُودَ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. بُعْداً , takdiri; ابعدوا (Uzak olsunlar) mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakıdır. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Cümle haberî isnad formunda gelmiş olmasına rağmen, muktezâ-i zâhirin hilafına olarak (helak olsunlar, Allah’ın rahmetinden uzak olsunlar anlamında) beddua manası taşımaktadır. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لِثَمُودَ۟ ve اَلَا kelimelerinin tekrarı hallerinin son derece korkunç olduğunu ifade eder. Bu tekrarda reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır. Semud kavminin, zamir makamında zahir olarak zikri, iltifat ve ıtnâb sanatıdır.
60. ayetle bu ayet arasında reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.
وَلَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰى قَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ سَلَامٌۚ فَمَا لَبِثَ اَنْ جَٓاءَ بِعِجْلٍ حَن۪يذٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | جَاءَتْ | geldiler |
|
3 | رُسُلُنَا | elçilerimiz |
|
4 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim’e |
|
5 | بِالْبُشْرَىٰ | müjdeyle |
|
6 | قَالُوا | dediler |
|
7 | سَلَامًا | Selam |
|
8 | قَالَ | (O da) dedi |
|
9 | سَلَامٌ | Selam |
|
10 | فَمَا |
|
|
11 | لَبِثَ | ve hemen |
|
12 | أَنْ |
|
|
13 | جَاءَ | getirdi |
|
14 | بِعِجْلٍ | bir buzağı |
|
15 | حَنِيذٍ | kızartılmış |
|
وَلَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰى قَالُوا سَلَاماًۜ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
جَٓاءَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. رُسُلُنَٓا fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِبْرٰهٖيمَ mef‘ûlün bih olup fetha ile mansubdur. بِالْبُشْرٰى car mecruru رُسُلُنَٓا ’nın mahzuf haline müteallik olup, mukadder kesra ile mecrurdur. الْبُشْرٰى kelimesindeki ى harfi kelimenin aslından olmayıp gayri munsarif olduğundan tenvin almamıştır.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, سَلَاماً ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. سَلَاماً mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, نسلّم (selamlıyoruz) şeklindedir.
Fail, müzekker ismin cemi mükesseri ise fiil umumiyetle müzekker gelir, bazen müennes de gelebilir. Burada müennes olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mef’ûlü mutlakın fiili şu durumlarda hazf edilebilir: Emir ve nehiy fiillerinin yerini alırsa, Dua ifade eden fiilin yerini alırsa, Sonucu açıklamak için getirildiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ سَلَامٌۚ فَمَا لَبِثَ اَنْ جَٓاءَ بِعِجْلٍ حَن۪يذٍ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, سَلَامٌ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
سَلَامٌ mübteda olup damme ile merfûdur. Haberi mahzuftur. Takdiri, سلام عليكم (Size selam olsun.) şeklindedir.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَبِثَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَنْ ve masdar-ı müevvel لَبِثَ fiilinin faili konumunda mahallen merfû veya takdir edilen بِ harf- ceriyle لَبِثَ fiiline mütealliktir.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِعِجْلٍ car mecruru جَٓاءَ fiiline mütealliktir. حَنٖيذٍ kelimesi عِجْلٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَن۪يذٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰى
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Kıssanın kıssaya atfıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan جَٓاءَتْ رُسُلُنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰى cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Veciz ifade kastına matuf رُسُلُنَا izafetinde, azamet zamirine muzâf olan رُسُلُ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Haberin قَدْ harfi ile tekidi ihtimam içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Bu kıssanın amacı Lut kavminin akıbeti ile öğüt vermektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Nahivciler şöyle demişlerdir: Burada, bu ifadenin başına, peygamberlerin kıssalarını dinleyenler, bir kıssadan sonra başka bir kıssayı bekledikleri için قَدْ edatı getirilmiştir. Çünkü قَدْ, tevakku’ (ümid etme) ifade eder. Haberi tekid etmek için de bunun başına lâm gelmiştir. رُسُلُ kelimesi çoğul olup çoğulun en azı da üçtür. Şu halde bu kelime en az üç meleğin olduğunu kesinlikle belirtir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Faili رُسُلُنَٓا olan جَٓاءَتْ fiili müennes sıyga ile gelmiştir. Fail, âkil cemi müzekker gayrı salim veya cemi müennes gayrı salim ise fiil müzekker veya müennes kılınabilir. (Ahmet Şimşek, Arap Dilinde Müzekkerlik ve Müenneslik Uyumu)
Ayette, meleklerin İbrahim'e (a.s) müjde getirdikleri belirtildiği halde ona gönderildikleri söylenmiyor. Çünkü onlar, aslında İbrahim'e (a.s) değil, Lut (a.s) kavmine gönderilmişlerdir. Nitekim melekler de “Şüphesiz biz Lut kavmine gönderildik.” derler. Onların İbrahim'e gelmeleri ise kendisini müjdelemek içindi. Bu sure-i kerimeden asıl maksat, eski ümmetlerin, peygamberlerine karşı yaptıkları kötülükleri ve bundan dolayı da azaba uğratıldıklarını anlatmaktır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
بِالبُشْرى kelimesindeki بِ harf-i ceri musahabe içindir. Risaletin mürselle birlikte oluşu gibi. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
قَالُوا سَلَاماًۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan سَلَاماً cümlesi, mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakıdır. Takdiri, نسلّم (selamlıyoruz) şeklindedir. Mef’ûlu mutlakın amilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
سَلامًا fiil yerine bedel olarak gelen mef’ûlün mutlaktır. Takdiri, سَلَّمْنا سَلامًا şeklindedir. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
قَالَ سَلَامٌۚ فَمَا لَبِثَ اَنْ جَٓاءَ بِعِجْلٍ حَن۪يذٍ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan سَلَامٌ , takdiri أمْرِي (İşim) olan mahzuf mübteda için haberdir. Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedün ileyhin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
سَلَامٌۚ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
سَلَامٌ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
مَا لَبِثَ اَنْ جَٓاءَ بِعِجْلٍ حَنٖيذٍ cümlesi فَ ile kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki جَٓاءَ بِعِجْلٍ حَنٖيذٍ cümlesi, takdir edilen بِ harfiyle, لَبِثَ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
جَٓاءَ fiili geldi demektir. بِ harf-i ceriyle getirdi manasını kazanır. Bu, tazmin sanatıdır.
Merfû olan سَلامٌ kelimesi masdardır. Mahzuf mübteda için haber konumunda olduğundan merfûdur. Takdiri, أمْرِي سَلامٌ (Benim işim selamdır, barıştır.). فَصَبْرٌ جَمِيلٌ (Bana düşen sabırdır) sözüne benzer. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
حَنٖيذٍ kelimesi عِجْلٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
بِعِجْلٍ ’deki nekrelik muayyen olmayan cins manasındadır.
جَٓاءَتْ - جَٓاءَ ve قَالَ - قَالُو gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.
فَمَا لَبِثَ ifadesinin başındaki فَ harfi, takibiyye fa’sıdır. Bundan dolayı bu, Hz. İbrahim'in o kızartılmış danayı getirmesinin, “selam” sözünden sonra olduğuna delalet eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Bu ayette سَلَاماً ifadesinin aslı نسلّم سَلَاماً şeklindedir. سَلَامٌ ifadesinin takdiri ise سلام عليكم şeklindedir. Sanki İbrahim (a.s), “Size selam verildiği zaman aynısıyla veya daha güzeliyle karşılık verin.” (Nisa Suresi/86) ayetindeki emre uyarak melekleri daha güzeliyle selamlamak istemiş; bu da fiil cümlesinden daha kuvvetli olan isim cümlesiyle ifade edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Melekler, “Korkma, çünkü biz Lut kavmine gönderildik.” demişlerdir ki bu, “Biz, Lut Kavmine azap etmek için gönderildik.” demektir. Çünkü bu sözde mukadder bir “azap” kelimesi vardır. Başka bir suredeki şu ayet buna delalet etmektedir: “Onlar, ‘Biz, günahkârlar güruhuna gönderildik. Çünkü onların üzerine çamurdan taşlar atacağız.’ dediler.” (Zariyat Suresi, 32-33) (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
سَلَامٌ عَلَيْكُمْ tabirinin irabı: Bu kelime, genel olarak elif-lâmsız, سَلَامٌ عَلَيْكُمْ şeklinde kullanılır. Zira bu, dua anlamındadır. Bu Arapların tıpkı “خَيْرٌ بَيْنَ يَدَيْكَ (Allah hayrını versin)” demeleri gibidir. Şayet “Nekre bir kelimenin mübteda yapılması nasıl caiz olabilir?” denirse biz deriz ki: Nekre, herhangi bir kelimeyle vasfedildiğinde onun mübteda kılınması caizdir. Bundan dolayı sen سَلَامٌ عَلَيْكُمْ dediğin zaman burada kullanmış olduğun bu nekre ifade, o selamın tam ve mükemmel olduğuna delalet eder. Buna göre sanki o, “سَلَامٌ كَامِلٌ تَامٌّ عَلَيْكُمْ Tam ve mükemmel selam, sizin üzerinize olsun…” demiştir.
سَلَامٌ عَلَيْكُمْ ifadesindeki nekre, kemâli, tamlığı ve mükemmelliği ifade eder. Ama es-Selam lafzına gelince bu sadece mahiyeti ifade eder. Yani nekre olduğunda manaya zenginlik katar. Ahfeş şöyle demiştir: Araplardan bazıları, سَلَامٌ عَلَيْكُمْ der ve “selam” sözünü, elif-lâmsız ve tenvinsiz kullanır. Bunun sebebi, çok kullanıldığından dolayı dile kolaylık sağlamasıdır. Allah en iyi bilendir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ قَالُوا لَا تَخَفْ اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمِ لُوطٍۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | رَأَىٰ | görünce |
|
3 | أَيْدِيَهُمْ | ellerinin |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَصِلُ | uzanmadığını |
|
6 | إِلَيْهِ | ona |
|
7 | نَكِرَهُمْ | onlardan hoşlanmadı |
|
8 | وَأَوْجَسَ | ve içine düştü |
|
9 | مِنْهُمْ | onlardan dolayı |
|
10 | خِيفَةً | bir korku |
|
11 | قَالُوا | dediler ki |
|
12 | لَا |
|
|
13 | تَخَفْ | korkma |
|
14 | إِنَّا | biz |
|
15 | أُرْسِلْنَا | gönderildik |
|
16 | إِلَىٰ |
|
|
17 | قَوْمِ | kavmine |
|
18 | لُوطٍ | Lut |
|
فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. رَآٰ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَآٰ elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Bilmek anlamında kalp fiilidir. اَيْدِيَهُمْ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا تَصِلُ اِلَيْهِ cümlesi, اَيْدِيَهُمْ ’in hali olarak mahallen mansubdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَصِلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هِي ’dir. اِلَيْهِ car mecruru لَا تَصِلُ fiiline mütealliktir. Şartın cevabı نَكِرَهُمْ ’dur.
نَكِرَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. اَوْجَسَ fiili atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اَوْجَسَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مِنْهُمْ car mecruru اَوْجَسَ fiiline mütealliktir. خٖيفَةً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir. c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar. ألفي - دري - رأي - وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ - حسب - خال - زعم - عدّ fiilleridir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ - ردّ - ترك fiilleridir.Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْجَسَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi وجس ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَالُوا لَا تَخَفْ اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمِ لُوطٍۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, لَا تَخَفْ ’dır. قَالُوا fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَخَفْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اُرْسِلْـنَٓا cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اُرْسِلْـنَٓا sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰى قَوْمِ car mecruru اُرْسِلْـنَٓا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. لُوطٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُرْسِلْـنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi رسل ‘dir.
فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ
فَ atıf harfidir.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
Şart üslubunda gelen terkipte لَمَّا edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ cümlesi, şarttır, لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
لَا تَصِلُ اِلَيْهِ cümlesi اَيْدِيَهُمْ ’dan haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Aynı zamanda bu ibare, hiçbir şey yememekten kinayedir.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi نَكِرَهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خٖيفَةً cümlesi, نَكِرَهُمْ cümlesine atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنْهُمْ car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
Mef’ûl olan خٖيفَةً bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. Kelimedeki nekrelik, nev ve kesret ifade eder.
خٖيفَةً - اَوْجَسَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İbrahim (a.s), misafirlerin, ellerini yemeğe uzatmadıklarını yani yemediklerini görünce onların bu halinden hoşlanmadı, demektir. Ayet-i kerimede فَبِمَا رآهُمْ يَمُدُّونَ اَيْدِيهِمْ değil, فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ [Ellerinin ona uzanmadığını görünce] buyurularak rü’yet (görmek) fiili اِلَيْ harfiyle gelmiş, böylece misafirleri ağırlamaktaki edebe işaret edilmiştir. Çünkü ev sahibinin gözünü misafirlere dikmesi, onların ihtiyaçları ve istekleri doğrultusunda yemek yemesine engel olur. Bunun için ev sahibinin sadece kaçamak bakışlarla yemek yiyip yemediklerini gözlemesi uygun olur. İbrahim de yemek yiyip yemediklerini anlamak için misafirlerinin ellerine bakmıştır.
Rûhu'l-Meânî'de bu cümleyle alakalı olarak şöyle yazılıdır: Meleklerin ellerinin yemeğe uzanmaması, yemek yemediklerinden kinayedir. Bu da misafirlerin yemeği yiyip yemediklerini kontrol etmenin, misafir ağırlamanın edebi olduğuna delildir. Bunun için misafire gözleri dikmenin değil de fark ettirmeksizin bakmanın gerektiği zikredilmiştir. Çünkü kendisine dikilen bakışlar, misafirlerin yemek yemekten çekinmesine sebeb olabilir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 3, s. 274-275)
فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ نَكِرَهُمْ [Ellerinin ona ulaşmadığını görünce] ibaresi; onların, getirilen kızarmış buzağıyı yemediklerinin, temsîli istiare yoluyla sanatsal bir anlatımıdır.
Eve bir konuk geldiğinde ikram olunan yemekten yemezse onun hayır için gelmediği sonucu çıkarılırdı. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
قَالُوا لَا تَخَفْ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَا تَخَفْ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
خٖيفَةً - لَا تَخَفْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمِ لُوطٍۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilen sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمِ لُوطٍۜ cümlesi, اِنَّٓ ‘nin haberidir. Cümlede müsnedin mazi fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اُرْسِلْـنَٓا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
إنّا أُرْسِلْنا إلى قَوْمِ لُوطٍ demeleri, onların melek olduklarını açıklamak içindir. Cümle onların geliş sebebini açıkladığı için istînâf-ı beyâniyyedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Burada أرْسَلْنا fiilinin müteallıkı, yani ne için gönderildiği hazfedilmiştir. Bu kıssada ve benzerlerinde açıkça bilindiği için veciz ifade gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَامْرَاَتُهُ قَٓائِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِاِسْحٰقَۙ وَمِنْ وَرَٓاءِ اِسْحٰقَ يَعْقُوبَ
وَامْرَاَتُهُ قَٓائِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِاِسْحٰقَۙ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Haliye olmasıda caizdir. امْرَاَتُهُ mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَٓائِمَةٌ haber olup damme ile merfûdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ضَحِكَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. بَشَّرْنَاهَا atıf harfi فَ ile makabline matuftur.
بَشَّرْنَاهَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. بِاِسْحٰقَ car mecruru بَشَّرْنَاهَا fiiline müteallik olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri, بولادة إسحاق şeklindedir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَشَّرْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بشر ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قَٓائِمَةٌ , sülâsi mücerredi قوم olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِنْ وَرَٓاءِ اِسْحٰقَ يَعْقُوبَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ وَرَٓاءِ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, وهبنا şeklindedir. اِسْحٰقَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. يَعْقُوبَ kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur.
Bazı müfessirlere göre, يَعْقُوبَ kelimesi اِسْحٰقَ ’a atfedilerek mecrur olup, gayri munsarif olduğu için de esre almamıştır. Cer alameti fethadır.
وَامْرَاَتُهُ قَٓائِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِاِسْحٰقَۙ وَمِنْ وَرَٓاءِ اِسْحٰقَ يَعْقُوبَ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan امْرَاَتُهُ , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir. Bu izafette Hz.İbrahim’e aid zamire muzâf olan امْرَاَتُ , tazim ve şeref kazanmıştır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan قَٓائِمَةٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَ ile makabline atfedilen ضَحِكَتْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Aynı uslupta gelen فَبَشَّرْنَاهَا بِاِسْحٰقَ cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
فَبَشَّرْنَاهَا fiiline müteallik بِاِسْحٰقَ car-mecrurunun takdiri بولادة (doğumuyla) olan muzafı mahzuftur. Muzafın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَمِنْ وَرَٓاءِ اِسْحٰقَ يَعْقُوبَ cümlesi atıf harfi وَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
مِنْ وَرَٓاءِ car mecruru mahzuf bir fiile müteallıktır. Takdiri, وهبنا (Hibe ettik, bağışladık.) şeklindedir. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Zamir makamındaki اِسْحٰقَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِسْحٰق - يَعْقُوبَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَبَشَّرْناها بِإسْحاقَ cümlesi matuf olması açısından ضَحِكَتْ cümlesine tefrî olarak gelmiştir. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِاِسْحٰق [Bu söz üzerine güldü. Biz de ona İshak'ı müjdeledik.] Alimler فَضَحِكَتْ fiilinin hangi manada kullanıldığı hususunda ihtilaf etmişlerdir: Bazıları bunu “gülme” manasına, bazıları da gülme dışında bir manaya hamletmişlerdir. Hz. İbrahim'in karısının, İbrahim’in (a.s) korkusunun zail olmasına sevinmiş olmasından başka bir şey değildir. Çünkü o melekler, “Korkma, biz Lut kavmine gönderildik.” deyince Hz. İbrahim'in korkusunun zail olup sevinmesinden dolayı hanımı da büyük sevinç duymuştur. İnsan böyle durumlarda bazen gülebilir.
فَضَحِكَتْ fiili, “hayız oldu” manasındadır. Bu görüş, Mücahid ve İkrime'den nakledilmiştir. Bunlar şöyle demişlerdir: “Hz. İbrahim'in hanımı, korkudan emin olduğu için sevindiğinde hayız olmuştu. Hayız olunca da ona, bir çocuğunun olacağı müjdesi verilmişti.” Ferrâ ve Ebu Ubeyde, bu fiilin “hayız oldu” manasına gelmesini kabul etmemişlerdir. Ebu Bekr el-Enbârî ise: “Onlar, bu fiilin bu manaya geldiğini bilmiyor iseler de başkaları bilir.” demiştir. Leys, ayetteki فَضَحِكَتْ fiiline, “hayız gördü” manasını vermiştir. Ezherî de bazı kimselerden, “bu fiilin aslının, hurma tomurcuğunun yarılıp açılması manasında olan, ضِحَاكٌ اَلطَّلْعَةُ masdarı olduğunu” nakletmiştir. Nitekim Arapçada “tomurcuk yarıldı (açtı)” manasında ضَحِكَتِ الطَّلْعَةُ denilir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb- Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Burada müjde İbrahim'in (a.s) karısına yöneltilmiştir. Oysa bu müjdede asıl olan İbrahim’dir (a.s). Nitekim Saffat Suresi’nin 101 ve Zariyat Suresi’nin 28. ayetlerinde müjdelenen İbrahim’dir (a.s).
Ancak burada karısının müjdelenmesi, müjde konusu çocuğun ikisinden dünyaya geleceğini bildirmek hem de karısının çocuk doğurmayı çok arzu eden kısır bir kadın olduğu içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Ayette Hz. İbrahim’in karısından زوج değil de امْرَاَ olarak bahsedilmesi o sırada çocuklarının olmayışındandır.
İlgili ayetler incelendiğinde Kur’an’da زوج kelimesinin şu durumlarda kullanıldığı görülür: Sadakat, Allah’ın dinine inanmada birlik, Üreme imkânı bulunmak, Nikâhlı olmaktır.
امْرَاَ kelimesi زوج için sayılan unsurların zıddı bir durum meydana geldiği takdirde veya tamamen ortadan kalktığı hallerde kullanılmaktadır: Bunlar; İhanet (aldatma), Allah’ın dinine fiilî olarak aleyhtarlık, Üreme imkânının bulunmaması (kısırlık, iktidarsızlık, yaşlılıktan ötürü kadının doğurganlık çağının geçmesi veya erkeğin kuvvetten düşmesi), Vefat veya diğer gerekçelerle nikâhın son bulması ile dulluktur. (İsmail Sökmen, Kur’an’da geçen zevc ve imrae kelimeleri üzerine)
Selamlaşmanın en güzel şekli ''Selam'' kelimesidir. Sözlükte “kusursuz olmak, kurtulmak, rahatlamak” anlamındaki selam Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde “eman, kurtuluş, esenlik, barış” manaları yanında “selamlama” anlamında da geçer. Kur’an’da bazan tahiyye kelimesi ve türevleriyle ifade edilen selam (en-Nisâ 4/86), karşılaşan iki kişiden birinin diğerine “selamün aleyküm” (es-selamü aleyküm: Selâm sizin üzerinize olsun, Allah sizi her türlü kaza ve belâdan korusun) demesi, diğerinin de buna aynı manada olmak üzere (ve aleykümü’s-selâm) diye hayır duada bulunmasıdır.
Selamda yaygın biçimde bu ifadeler kullanılmakla birlikte “es-selamü aleyküm ve rahmetüllāhi ve berekâtüh” ifadesiyle verilip “ve aleykümü’s-selam ve rahmetüllāhi ve berekâtüh” ifadesiyle alınabilmektedir. İslâm âlimleri selâm vermenin sünnet, almanın farz olduğunu ve selam verenin alana göre daha fazla sevap kazanacağını belirtmiştir. Namaz kılmak, Kur’an okumak, tefekküre dalmış olmak, hutbe dinlemek, ilimle uğraşmak, yemek yemek ve defi hâcette bulunmak gibi durumlar selam almaya engel teşkil ettiği için onlara selam verilmemelidir; verildiği takdirde selamı almamanın bir sorumluluğu yoktur. (TDV İslam Ansiklopedisi)
İnsanın nefsi neye meyil ederse, onu seçmesi daha kolaydır. Nefse karşı gelmek mücadele gerektirir ve bazen insan nefsine yenilebilir ya da yenilmeyi seçebilir. Ancak bir çok insan, kendisine kolay geldiği için öyle davrandığını itiraf etmek istemeyebilir. İşte burada bahaneler devreye girer. Onları, kendisini ya da başkasını ikna etmek için kullanır: – Aslında bir yerde, o seçeneği seçmeye mecbur kalmıştır. Büyük ihtimalle, yerinde bir başkası olsa, o da aynı şekilde davranacaktır. –
İnsanın karşısına zaman zaman, Allah’tan bir rahmet olarak, hakkı hatırlatanlar çıkar. Ancak eğer insan, nefsinin kölesi olmakta ve yalanlarına kanmakta ısrarcıysa; karşısındakinin kendisini anlamadığını, gülünçleştiğini, kendi hatalarına bakmasını ya da başına gelmeden konuşmamasını söyler. Yani aslında adı gibi emindir, aynı şartlarda olsa, o da aynı günahı işleyecektir. Bu, nefislerine köle olmuş zenginle fakirin birbirine baktığında, dile getirdiklerine benzemektedir: param olsa ben de yapmazdım ya da parası olmayana günahtan uzak durmak kolaydır.
Kısacası: nefsine kolay geleni yapan ama kendisini mecburiyetten yaptığına inandıran kişi; aslında yapması gereken doğruyu yapanla karşılaştığında, o işin o kişiye kolay geldiğini söyleyerek avutur kendisini.
Allahım! Rahmetinle yoluma çıkardığın hak hatırlatıcılarını görenlerden ve dinleyenlerden olmamı nasip et. Nefsime köle olmaktan, bahaneler türeterek yanlışlarımda ısrar etmekten ve nefsani bahanelere sığınmaktan, halimi koru. Bendeki iyilikleri bereketlendir ve daim kıl. Kötülüklerimin ise kökünü kurut ve yerine iyileri yerleştir.
Bedenimiz, nefsimiz ve kalbimiz; Allah’a emanet. Çalışarak iki cihanını da kazananlardan, nefsini terbiye edenlerden ve kalbini güzelleştirenlerden olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji