بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۙ مَنْضُودٍۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | جَاءَ | gelince |
|
3 | أَمْرُنَا | emrimiz |
|
4 | جَعَلْنَا | çevirdik |
|
5 | عَالِيَهَا | üstünü |
|
6 | سَافِلَهَا | altına |
|
7 | وَأَمْطَرْنَا | ve yağdırdık |
|
8 | عَلَيْهَا | üzerine |
|
9 | حِجَارَةً | taşlar |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | سِجِّيلٍ | balçıktan pişirilmiş |
|
12 | مَنْضُودٍ | birbirini izleyen |
|
فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۙ مَنْضُودٍۙ
فَ istînâfiyyedir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَمْرُ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا ’dır.
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. عَالِيَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. سَافِلَهَا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْطَرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهَا car mecruru اَمْطَرْنَا fiiline mütealliktir. حِجَارَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ سِجّ۪يلٍ car mecruru حِجَارَةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. مَنْضُودٍ kelimesi سِجّ۪يلٍ sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar. ألفي - دري - رأي - وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ - حسب - خال - زعم - عدّ fiilleridir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ - ردّ - ترك fiilleridir.Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir. c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْطَرْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi مطر ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
عَالِيَهَا ; sülâsî mücerredi علو fiilin ism-i failidir.
سَافِلَهَا ; sülâsî mücerredi سفل fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْضُودٍ ; sülâsî mücerredi نضد olan fiilin ism-i mef’ûludur.
فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۙ مَنْضُودٍۙ
فَ istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
Şart üslubunda gelen terkipte لَمَّا edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَ اَمْرُنَا şeklindeki şart cümlesi, لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Veciz ifade kastına matuf اَمْرُنَا izafetinde azamet zamirine muzâf olan اَمْرُ , şan ve şeref kazanmıştır.
جَٓاءَ اَمْرُنَا cümlesinde istiare sanatı vardır. اَمْرُ kelimesi جَٓاءَ fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Emrin bir şahıs gibi gelecek olması onun şiddetini, azametini artırmaktadır. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
جَٓاءَ اَمْرُنَا [Emrin gelmesi] ifadesi azap vaktinden kinayedir. Ayrıca bu ibarede emrin جَٓاءَ fiiline isnadı aklî mecazdır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
جَعَلْنَا fiilinin عَالِيَهَا ve سَافِلَهَا şeklindeki iki mef’ûlü izafetle gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelen وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۙ مَنْضُودٍۙ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَيْهَا car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
مِنْ سِجّ۪يلٍۙ car-mecruru حِجَارَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
İsm-i mef’ûl veznindeki مَنْضُودٍ kelimesi, سِجّ۪يلٍ için sıfattır. Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
جَعَلْنَا ve اَمْطَرْنَا fiillerinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
عَالِيَهَا (üstüne) ve سَافِلَهَا (altına) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
حِجَارَةً ve سِجّ۪يلٍۙ kelimelerindeki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَالِيَهَا - عَلَيْهَا kelimeleri arasında cinas-ı nakıs, mürâât-ı nazîr ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette, teşbih-i beliğ vardır. بِحِجارَةٍ كَأنَّها مِن سِجِّيلِ جَهَنَّمَ (Cehennemin vadileri gibi olan taşlar) demektir. Müşebbeh, teşbih edatı ve benzetme yönü hazfedilip sadece müşebbehe bih zikredilmiştir.
سِّجِّيلُ kelimesi, cehennemdeki bir ateş vadisi olarak tefsir edilmiştir. Hem lâm ile hem nûn ile okunmuştur. Başındaki مِن teb'iziyyedir.
Ayette taş yağdırma fiilinin, Allah'ın zamirine isnat edilmesi, gerçek müsebbibin O olması itibarıyla durumun vehamet ve korkunçluğunu göstermek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Allah’ın, sebebin sahibi kendisi olması dolayısıyla nefsine isnat ederek (biz yaptık demesi) işi tazim etmek içindir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Zemahşerî mukabele metodunu vasıllarda kullanılan atıf harflerinin değişimi muvacehesinde de uygulamıştır. Hud Suresi’nde iki ayette ولمّا, iki ayette de فلمّا şeklinde kullanılan و ve ف atıflarının anlama katkıları ve belâgî yönlerini, ف ’nin hemen önceki ayetlerde zikredilen vaatlerden sonra kullanılmasıyla ilişkilendirir. (İsmail Bayer, Keşşaf Tefsirinde Belagat Uygulamaları)
Azabımızın vakti ve vadedilen zamanı olan sabah vakti gelince, Lut kavminin, مؤتفكات denilen kentlerinin altını üstüne getirdik. Bunlar beş kent olup oralarda dört yüz milyon insan yaşıyordu. Bu kentlerin altını üstüne getirmekle de altüst olma hak gerçekleşebildiği halde ayette bu şekilde ifade edilmesi, durumun ne kadar korkunç ve feci olduğunu ifade etmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَۜ وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ بِبَع۪يدٍ۟
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَۜ وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ بِبَع۪يدٍ۟
مُسَوَّمَةً kelimesi, önceki ayette geçen حِجَارَةً ’in hali olup fetha ile mansubdur. عِنْدَ mekân zarfı, مُسَوَّمَةً ’e mütealliktir. رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ بِبَع۪يدٍ۟ cümlesi, حِجَارَةً ’in ikinci hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. مَٓا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref, haberini nasb eder.
هِيَ munfasıl zamiri َٓما ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. مِنَ الظَّالِم۪ينَ car mecruru بَع۪يدٍ۟ ’e müteallik olup, cer alameti ى 'dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. بِ harf-i ceri zaiddir. بَع۪يدٍ۟ lafzen mecrur, َٓما ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِم۪ينَ ; sülâsî mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَع۪يدٍ۟ ; sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسَوَّمَةً sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludür.
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَۜ وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ بِبَع۪يدٍ۟
Önceki ayetin devamı olan ayette, مُسَوَّمَةً kelimesi, حِجَارَةً ’in halidir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.
Mekan zarfı olan عِنْدَ , ism-i mevsûl vezninde gelerek fiil gibi amel eden مُسَوَّمَةً ‘e mütealliktir.
Aslında عِنْد۪ yakın mekan için kullanılan bir zarftır. Bir şeyin, bir şeydeki istikrarını ve onun üzerindeki otoritesini ifade için mecaz olarak kullanılır. Bir şeyi kontrol altında tutmak manasında da mecazî olarak kullanılır. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) (Enam/57)
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygambere ait zamirin Rab ismine muzâfun ileyh olması ona tazim, teşrif ve destek içindir. عِنْدَ , Rab ismine muzâf olmakla tazim edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İkinci cümle olan وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ بِبَع۪يدٍ۟ , sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. مَا ; nakıs fiil ليس gibi amel etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنَ الظَّالِم۪ينَ car-mecruru durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için amili olan بِبَع۪يدٍ۟ ’ne takdim edilmiştir.
Müsned olan بِبَع۪يدٍ۟ ’deki بِ tekid ifade eden zaid harftir.
اَمْطَرْنَا fiilindeki mütekellim zamirinden sonra عِنْدَ رَبِّكَ [senin rabbinin katından] buyurulması ıtnâb ve iltifat sanatlarıdır.
Son cümlede zamir makamında bahsi geçenlerin الظَّالِم۪ينَ şeklinde zahir olarak zikredilmesi, Lut kavminin zalim olduğuna dikkat çekmek için yapılmış iltifat ve itnâb sanatıdır. Zulüm, bir şeyi hakkı olmayan bir başka yere koyarak kendi nefsini ebedi azaba maruz bırakmak demektir.
حجارة مسومة ifadesinde istiare vardır. Çünkü تسويم kelimesinin asıl anlamı “savaşta sembolleri seçmek ve grupları birbirinden ayırmak için atlara ve süvarilere konan alametler”dir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ين Rabbiniz, işaretleyici (musavvimin) beş bin melekle imdadınıza yetişmektedir.” (Âl-i İmran Suresi/125) Yine Yüce Allah, “وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ işaretli atlar/savaş atları” (Âl-i İmran Suresi/14) buyurmuştur. Bu durumda ayetin manası şöyle olur: Yüce Allah, o taşları onlar için bir harp (vasıtası) ve düşmanlarına karşı yardım güçleri kıldığı için, onları (taşları) savaş erleri ve atları gibi tasvir etmiştir. Bu durumda sanki onlar Allah katından yani onları atmakla görevli bulunan melekleri katından -gerçekte bu taşlarda bir işaretleme söz konusu olmasa da- işaretlenmiş atların salındığı gibi düşmanlar üzerine fırlatılmıştır. Bir görüşe göre bu taşlar, azap için hazırlandığını, ceza için ayrıldığını gösteren bir takım alametlerle işaretlenmişlerdir ki bu durum, kalplere daha çok ürperti veren, gönüllere daha ağır gelen bir durumdur. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَۜ وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ بِبَع۪يدٍ [O (taşlar veya o beldeler), zalimlerden uzak olmayacaktır.] çünkü onlar zulümleri sebebiyle taş yağmurunu hak etmişlerdir. Bunda bütün zalimler için tehdit vardır.
Rivayete göre Aleyhisselam Efendimiz bunu Cebrail’e sordu, O’ da: Senin ümmetinin zalimlerini kastediyor; nerede bir zalim varsa bir zaman başına taş yağmuru yağma tehlikesine maruzdur, dedi. Şöyle de denilmiştir: Zamir kentlere râcidir yani onlar Mekke zalimlerine yakındır, Şam seferlerinde onların yanından geçerler. بَع۪يدٍ ’in müzekker kılınması hacer (taş) yahut mekân tevili iledir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl; Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ اِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ بِخَيْرٍ وَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُح۪يطٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِلَىٰ | ve (gönderdik) |
|
2 | مَدْيَنَ | Medyen’e |
|
3 | أَخَاهُمْ | kardeşleri |
|
4 | شُعَيْبًا | Şuayb’ı |
|
5 | قَالَ | dedi ki |
|
6 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
7 | اعْبُدُوا | kulluk edin |
|
8 | اللَّهَ | Allah’a |
|
9 | مَا | yoktur |
|
10 | لَكُمْ | size |
|
11 | مِنْ | hiç bir |
|
12 | إِلَٰهٍ | ilah |
|
13 | غَيْرُهُ | O’ndan başka |
|
14 | وَلَا | ve |
|
15 | تَنْقُصُوا | eksik tutmayın |
|
16 | الْمِكْيَالَ | ölçüyü |
|
17 | وَالْمِيزَانَ | ve tartıyı |
|
18 | إِنِّي | şüphesiz ben |
|
19 | أَرَاكُمْ | sizi görüyorum |
|
20 | بِخَيْرٍ | bolluk içinde |
|
21 | وَإِنِّي | ve ben |
|
22 | أَخَافُ | korkuyorum |
|
23 | عَلَيْكُمْ | sizin hakkınızda |
|
24 | عَذَابَ | azabından |
|
25 | يَوْمٍ | bir günün |
|
26 | مُحِيطٍ | çepeçevre kuşatıcı |
|
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِلٰى مَدْيَنَ car mecruru mahzuf fiile müteallik olup, gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır. Takdiri, أرسلنا (gönderdik) şeklindedir.
اَخَاهُمْ mef’ûlun bih olup, harfle îrab olan beş isimden biri olduğundan nasb alameti eliftir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. شُعَيْباً kelimesi اَخَاهُمْ ’den bedel olup fetha ile mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. Münada olan قَوْمِ muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı اعْبُدُوا اللّٰهَ ’dır. اعْبُدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. اِلٰهٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
غَيْرُهُ kelimesi اِلٰهٍ ‘nin sıfatı olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
غَيْرُ edatı nekre bir ismin peşinden geldiğinde onun sıfatı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ اِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ بِخَيْرٍ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَنْقُصُوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْمِكْيَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْم۪يزَانَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَرٰيكُمْ بِخَيْرٍ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَرٰيكُمْ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir. Bilmek anlamında kalp fiilidir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِخَيْرٍ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûle veya hale mütealliktir. بِ harf-i ceri mülâbese içindir. (Âşûr,Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar. ألفي - دري - رأي - وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ - حسب - خال - زعم - عدّ fiilleridir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ - ردّ - ترك fiilleridir.Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُح۪يطٍ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَخَافُ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَخَافُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru اَخَافُ fiiline mütealliktir. عَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. يَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مُح۪يطٍ kelimesi يَوْمٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُح۪يطٍ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اِلٰى ثَمُودَ car-mecruru, takdiri أرسلنا (gönderdik) olan fiile mütealliktir.
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
شُعَيْباً , mef’ûl olan اَخَاهُمْ ‘dan bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin, tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اِلٰى مَدْيَنَ car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا قَوْمِ cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimedeki kesra, muzâfun ileyhten ivazdır.
Nidanın cevabı olan اعْبُدُوا اللّٰهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu cümle, tevhidin tespiti ve bu emrin illeti mahiyetindedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مَا nafiyedir. لَكُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Muahhar mübteda olan اِلٰهٍ lafzen mecrur, mahallen merfûdur. Kelimeye dahil olan مِنْ , tekit ifade eden zait harftir.
غَيْرُهُ kelimesi اِلٰهٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اِلٰهٍ ’deki nekrelik nev, kıllet ve tahkir ifade eder. Zaid harf مِنْ , kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfi siyakta nekre selbin umum ve şümulüne işarettir.
Allah Teâlâ’ya ait zamirin muzâfun ileyh olduğu غَيْرُهُ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
اِلٰهٍ - اللّٰهَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hz. Şuayb’ın sözleri, Hud ve Salih peygamberlerin sözleriyle aynıdır. Yani 50 ve 61. ayetlerle bu ayet arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr ve iktibas sanatları vardır.
Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 7, s. 314)
وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, atıf harfi وَ ‘ la اعْبُدُوا اللّٰهَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
وَالْم۪يزَانَ , tezayüf nedeniyle mef’ûl olan الْمِكْيَالَ ‘ye atfedilmiştir.
الْمِكْيَالَ - الْم۪يزَانَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu cümleden önce Allah onlara dinin temel umdesini ve mükelleflere ilk vacip olanı emrettikten sonra bu cümlede de kendilerine onların sürekli olarak itiyat edindikleri eksik verip fazla almak prensibini yasaklamaktadır.
اِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ بِخَيْرٍ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَرٰيكُمْ بِخَيْرٍ cümlesi, اِنّ۪ٓ ’nin haberidir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar edilmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Kadr/1.)
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اِنّ۪ٓي kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu cümle mana itibariyle Mutaffifin Suresi’ne benzer. İktibas vardır. Medyen de Mekke gibi ticaret merkezi olmuştur.
Bu cümle, geçen olumsuz emrin illeti mahiyetindedir. Bundan sonra gelecek cümle de ikinci illetidir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُح۪يطٍ
Cümle atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُح۪يطٍ cümlesi, اِنَّ ‘nin haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar edilmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Kadr/1.)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَيْكُمْ car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
Az sözle çok anlam ifade etmiş olan عَذَابَ يَوْمٍ مُح۪يطٍ izafeti, اَخَافُ fiilinin mef’ûlüdür.
Muzafun ileyh olan يَوْمٍ ‘deki nekrelik tazim içindir.
يَوْمٍ için sıfat olan مُح۪يطٍ , rubaî mezid أَحاطَ fiilinin ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sülasi fiillerin dışındaki fiillerin sıfat-ı müşebbeheleri, kendi ism-i failleridir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَذَابَ يَوْمٍ مُح۪يطٍ izafetinde azap, güne isnad edilmiştir. Aslında azap sebebi gün değil, o günde yaşananlardır. Bu üslup, o gündeki azabın korkunçluğunu vurgulamak için sebep müsebbep alakasıyla yapılan mecazî isnad sanatıdır.
عَذَابَ يَوْمٍ ibaresinde sıfat mevsufuna muzâf olmuştur. Bu, azabın korkunçluğunu vurgulayan bir üsluptur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
يَوْمٍ ‘nin maddi bir varlık sıfatı olan kuşatıcı manasındaki مُح۪يطٍ ile sıfatlanması istiaredir. Günün, kuşatıcı olmakla tavsifi, onun korkunçluğunu artırmak için mübalağadır. Bu ifadede ayrıca tecessüm sanatı vardır.
لَكُمْ - عَلَيْكُمْ harflerinde tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
عَذَابَ يَوْمٍ مُح۪يطٍ [Kuşatan azabın günü] tabiri mecaz-ı aklîdir. Çünkü “kuşatma” fiili güne isnat edilmiştir. Halbuki gün, cisim değildir. Bu isnat, azabın o günde olması itibariyle yapılmıştır. Bu, fiilin zamana isnadıdır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Allah Teâlâ onları, içinden hiç kimsenin çıkamayacağı bir biçimde “kuşatacak bir azap” ile korkutup tehdit etmiştir. Ayetteki مُح۪يطٍ kelimesi, görünüşte, يَوْمٍ kelimesinin sıfatıdır. Mana bakımından ise azap kelimesinin sıfatıdır. Bu Cenab-ı Hakk’ın, “Bu çetin bir gündür.” (Hud Suresi, 77) ayetinde olduğu gibi meşhur bir mecazdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb;Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
Bu azaptan murad, kıyamet gününün azabıdır yahut tamamen yok edici olan azaptır.
Bu ifade, geçen olumlu ve olumsuz her iki emrin de sebebi mahiyetinde olabilir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَيَا قَوْمِ اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَا قَوْمِ | kavmim |
|
2 | أَوْفُوا | tam yapın |
|
3 | الْمِكْيَالَ | ölçüyü |
|
4 | وَالْمِيزَانَ | ve tartıyı |
|
5 | بِالْقِسْطِ | adaletle |
|
6 | وَلَا | ve |
|
7 | تَبْخَسُوا | eksik vermeyin |
|
8 | النَّاسَ | insanların |
|
9 | أَشْيَاءَهُمْ | eşyalarını |
|
10 | وَلَا | ve |
|
11 | تَعْثَوْا | karışıklık çıkarmayın |
|
12 | فِي |
|
|
13 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
14 | مُفْسِدِينَ | bozguncular olarak |
|
وَيَا قَوْمِ اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا nida harfidir. Münada olan قَوْمِ muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı اَوْفُوا الْمِكْيَالَ ’dir.
اَوْفُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْمِكْيَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْم۪يزَانَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. بِالْقِسْطِ car mecruru اَوْفُوا ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. بِ harf-i ceri mülâbese içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَبْخَسُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَشْيَٓاءَهُمْ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَعْثَوْا fiili نَ ’un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru تَعْثَوْا fiiline mütealliktir. مُفْسِد۪ينَ hal olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْفُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi وفي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُفْسِد۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَا قَوْمِ اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki يَا قَوْمِ ’ye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
بِالْقِسْطِ car-mecruru اَوْفُوا fiilinin failinden mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
الْمِكْيَالَ - الْم۪يزَانَ ve الْقِسْطِ - اَوْفُوا gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ cümlesi atıf harfi وَ ’la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır
مُفْسِد۪ينَ - تَعْثَوْا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فِي الْاَرْضِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare sanatı vardır.
وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ [Yeryüzünde fesat çıkarmayın] ifadesinde الْاَرْضِ kelimesinin açıkça zikredilmesi, fesadın çirkinliğini göstermekte mübalağa ifade eder.
لَا تَعْثَوْا fiiline müteallik olan فِي الْاَرْضِ car mecrurundaki ف۪ٓي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi ف۪ٓي harfinde zarfiyyet anlamı vardır. الْاَرْضِ lafzına dahil olduğunda bu özelliği nedeniyle istiare oluşmuştur. Dünya içine birşey konulabilecek yapıda olmadığı halde zarfiyet özelliği olan bir nesneye benzetilmiştir. Dünya ve zarfiyyet özelliği taşıyan nesne arasındaki ortak özellik yani câmi’, mutlak irtibattır.
Rubaî mezid أَفْسَدَ fiilinin ism-i fail kalıbı olan مُفْسِد۪ينَ kelimesi, müekked hal olarak ıtnâbtır.
Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Müekkid hal ise, cümleye yeni bir mana yüklemeyip sadece kendinden önceki failin, mef’ûlün ya da cümlenin manasını tekid eder. Müekkid hal ile medh, tazim, tahkir veya tehdit amaçlanır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3 yıl: 8 cilt: VIII sayı: 18 s.174)
الْمِكْيَالَ - الْم۪يزَانَ ve الْقِسْطِ - اَوْفُوا ve مُفْسِد۪ينَ - تَعْثَوْا gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr, اَوْفُوا ve تَبْخَسُوا kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ [insanlara eşyasını eksik de vermeyin.] Yani insanların ölçü ve tartı ile satın aldıkları şeyleri, ölçü ve tartının noksan olmaları ve adil olmamaları sebebiyle eksik vermeyin. Bu cümle önceki ayetteki وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ cümlesiyle aynı manadadır. Iki cümle arasında tenasüb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şuayb'ın onlara tavsiyelerinin [Ölçü ve tartıyı kıst/adalet ve hakkaniyet ile ifa edin. Bu insanlara, kendilerinin eşyasını eksiltmeyin/kusurlu-ayıplı göstermeyin, değersizleştirmeyin] şeklinde sayılması taksim sanatıdır.
مُفْسِد۪ينَ kelimesi hal-i müekkidedir. Bu üslubun fesahat yönü şöyledir: مُفْسِد۪ينَ lafzı fesadı yasaklamayı pekiştirir ve o yasağa karşı gafil davranma ve onu unutma gibi mahzurları da ortadan kaldırır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr, Araf Suresi/74)
Bu husus daha önceki emirler zımnında anlaşıldığı halde burada sarahatle zikredilmesi, hakların noksan verilmesine ilişkin zikredilen korkutma ve zecrden (yasaklama) sonra buna ziyadesiyle önem atfetmek ve hakların ifasını teşvik içindir. Muhtemeldir ki daha önce zikredilen ölçüyü ve tartıyı adaletle kullanmaktan murad, ölçülen ve tartılan mallarda hakkaniyetin ifasıdır ve insanlara eşyasını eksik vermemek emri de genel olup miktardaki eksikliği de başkasını da kapsamaktadır. Buna göre bu ifade, tahsisten sonra tamim kabilinden olur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm; Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
Ayette yer alan الْمِكْيَالَ [ölçü] ve الْم۪يزَانَ [tartı] kavramları, eşya lafzının anlam kapsamına girdiği halde bu iki kavramın hususi olarak eşya lafzından önce zikredilmesiyle ıtnâb meydana gelmiştir. Itnâbın bu çeşidine tahsisten sonra tamim adı verilir. Söz konusu ayeti Beyzâvî şu şekilde izah eder: الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ kelimelerinin ardından اَشْيَٓاءَ kelimesinin zikredilmesi sebebiyle burada tahsisten sonra tamim (özel ifadeden sonra genele geçme) sanatına başvurulmuştur. Zira “eşya” ifadesi, ölçü ve tartıyı da kapsayan daha genel bir ifadedir. Ayette özellikle bu iki kavramın zikredilmesi insanların daha çok bu alanda hile yaptıklarına işaret etmek içindir. Ayetin لَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ [Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.] cümlesi de aynı edebî sanata örnektir. Çünkü لَا تَعْثَوْا [karışıklık çıkarmayın] ifadesi de haklarda noksanlaştırmayı ve diğer fesat çeşitlerini içine alan geniş manalı bir ifadedir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Bundan önce, ölçü ve tartının eksik tutulmaması emredildikten sonra burada da her ikisinde adaletin sarahatle emredilmesi, insanları adaleti tam olarak gerçekleştirmeye ve hakları eksiltmemeye ziyadesiyle sevk etmek ve bir de şu noktaya dikkat çekmek içindir: Onların sadece hakları eksik vermekten el çekmeleri yeterli değil, fakat ifsat ettikleri ve zulümlerine ölçü ve düşmanlıklarına kanun yaptıklarını da düzeltmeleri gerekir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Bu ayette, üç bakımdan tekrar meydana gelmiştir. Çünkü Allah Teâlâ önce وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ [Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın.] buyurmuş; sonra اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ [Ölçüde ve tartıda adaleti yerine getirin.] buyurmuştur. Bu, birinci sözün aynısıdır. Daha sonra da وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ [İnsanların eşyasını eksiltmeyin.] buyurmuştur. Öyleyse bu tekrardaki hikmet nedir? denirse biz deriz ki: Bunun birkaç izah şekli vardır:
Birinci İzah: Onun kavmi, bu işte ısrar etmekteydiler. Bundan dolayı eksik ölçü ve tartıdan men etmek hususunda iyice açıklamada bulunup tekid etmek ihtiyacını duymuştur. Tekrar ise tekidi, o meseleye gösterilen önem ve ihtimamın fazlalığını gösterir.
İkinci İzah: وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ [Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın.] tabiri, eksik nehyetmektir. اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ [Ölçüde ve tartıda adaleti yerine getirin.] adaleti tam olarak yerine getirmeyi emretmektir. Bir şeyin zıddını nehyetmek, onu emretmekten farklıdır. Bir kimse çıkıp da “Bir şeyin zıddını nehyetmek, onu emretmektir. Binaenaleyh bu bakımdan ayette bir tekrarın yapılmış olması gerekir.” diyemez. Çünkü biz diyoruz ki buna iki şekilde cevap verilebilir:
1) Allah Teâlâ, iyice tekid etmek için, bir şeyi emretmek ile onun zıddını nehyetmek için beraber zikretmiştir. Nitekim sen, “Akrabalarına sıla-i rahim yap, onlardan ilgini kesme!” dersin. Böyle bir cem' son derece fazla olan bir tekide işaret etmektedir.
2) Şöyle diyebiliriz: “Biz, emrin, sizin söylediğiniz gibi olduğunu kabul etmiyoruz. Çünkü hem bir işin eksik yapılmasının nehyedilmesi hem de o işin aslının nehyedilmesi mümkündür. Şu halde Cenab-ı Hakk, burada hem eksik ölçüp tartmaktan nehyetmekte hem de hakkın tam olarak verilmesini emretmektedir. Çünkü bu, Cenab-ı Hakk'ın, muameleleri men edip alışverişi yasaklamadığına; ancak eksik ölçüp tartmayı reddettiğine delalet eder. Bu böyledir, çünkü bir grup kimse, “Alışveriş, eksik ölçüp tartmaktan ve kimilerinin hakkını alıkoymaktan hali olamaz. Binaenaleyh, alışveriş külliyen haramdır.” demektedir. İşte böyle bir vehmi iptal etmek için Allah Teâlâ birinci ifadede eksik ölçüp tartmayı nehyetti; ikinci ayette de ölçüp tartmayı tam adaletle yapmayı emretti.
لَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ [İnsanların eşyasını eksiltmeyin.] şeklindeki üçüncü ifadeye gelince bu bir tekrar değildir. Çünkü Allah Teâlâ önceki buyruğunda yasaklamayı, ölçüyü ve tartıyı noksanlaştırma meselesine tahsis etmiştir. Sonra bu hükmü, bütün şeylere tamim etmiştir (genelleştirmiştir). Bu izah ile bunun bir tekrar olmayıp aksine bu ifadelerin her birinde farklı bir mananın bulunduğu ortaya çıkar.
Üçüncü İzah: Allah Teâlâ birinci ayette وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ [Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın.] ikinci ayette, اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ [Ölçüde ve tartıda adaleti yerine getirin.] buyurmuştur. İfa, adaleti yerine getirmek, o işi tam ve mükemmel bir biçimde yapmaktan ibarettir. Bu ise ancak hak edilenden daha fazla verdiği zaman tahakkuk eder. Allah Teâlâ, mesela abdestte yüzü yıkamayı emretti. Fakat başın cüzlerinden birini yıkamadıkça yüzün tamamını yıkama emri yerine gelmez. Velhasıl Cenab-ı Hakk birinci ayette, noksan ölçüp tartmayı nehyetmiş; ikinci ayette de fazlasıyla vermeyi emretmiştir. Bu vacibin kesin ve kati olarak yapılmış olabilmesi için bu miktardan fazlasının verilmesi gerekir. Şu halde Cenab-ı Hakk sanki önce insanı bu fazlalığın kendisinde kalması için başkalarının mallarını eksiltmeye gayret etmekten nehyetmiş, ikinci olarak da mesuliyetten kesin olarak kurtulmak için kendi hakkını azaltmaya gayret etmesini emretmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
بَقِيَّتُ اللّٰهِ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ
بَقِيَّتُ اللّٰهِ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ
İsim cümlesidir. بَقِيَّتُ mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. خَيْرٌ haber olup damme ile merfûdur. لَكُمْ car mecruru خَيْرٌ ’e mütealliktir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كُنْتُمْ ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. مُؤْمِن۪ينَ kelimesi كُنْتُمْ ’ün haberi olup, nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إن كنتم مؤمنين فإنّ بقيّة الله خير لكم (Eğer mümin iseniz Allah’ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır.) şeklindedir.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَقِيَّتُ kelimesinin تُ ‘si resm-i mushafta açık olarak yazılıdır. Bunun dışındaki yerlerde kelime yuvarlak te şeklinde yazılır. (Mahmut Safi, El-Cedvel fi İrabi’l Kur’an)
مُؤْمِن۪ينَ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَيْرٌ ;ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ şeklindedir. Çok kullanıldıklarından Arap dilinde bu şekilde gelmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ
İsim cümlesdir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref, haberini nasb eder.
اَنَا۬ munfasıl zamiri مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru حَف۪يظٍ ’e mütealliktir.
بِ harf-i ceri zaiddir. حَف۪يظٍ lafzen mecrur, مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
Zaid olan مِنْ harfi ceri لَيْسَ ’ye benzeyen مَا ’dan sonra geldiğinde umumiyetle “hiç” (istiğrak manası) ifade eder. Buradaki zaid olan مِنْ harfi cerinin istiğrak manası ifade etmesi cümlenin başına لَيْسَ ’ye benzeyen nefy مَا ’sının gelmesinden dolayıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَف۪يظٍ ; sülâsî mücerredi حفظ olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَقِيَّتُ اللّٰهِ خَيْرٌ لَكُمْ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette mütekellim, Şuayb a.s dir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedün ileyh بَقِيَّتُ اللّٰهِ ‘nin izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur. Bu izafette lafz-ı celâle muzaf olan بَقِيَّتُ , şan ve şeref kazanmıştır.
لَكُمْ car-mecrurunun müteallakı olan خَيْرٌ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
بَقِيَّتُ اللّٰهِ tabirinde istiare vardır. Çünkü البَقِيَّة ’nin gerçek anlamı, “önceki bir şeyden geride bir şey bırakılmasıdır” ki bunun Yüce Allah için söylenmesi caiz olmaz. O halde bununla kastedilen bu gerçek anlamın dışında bir şey olmalıdır. Bunun anlamı konusunda bazı farklı görüşler ileri sürülmüştür: Birisi(ne göre ayet) “Allah’ın nimetlerinden bıraktıkları sizin için daha hayırlı” demektir. Çünkü itaat devam ettiği sürece Allah’ın rıza ve sevabı da devam eder. Yine denildiğine göre “Allah’ın bıraktığı azaba müstehak olduktan sonra onun sizi affetmesi ve size merhamet etmesi’’ demektir. Nitekim savaşan Araplar, savaş kızışıp ölümler arttığında ve durum sarpa sardığında birbirlerine “البَقِيَّةَ! ، البَاقِيَة” derler ki “Sizden bizi bırakmanızı, bizi bağışlamanızı talep ederiz.” demektir. Bu ifadedeki “bakıyye”, “ibka (arta bırakmak)” ile aynı anlamdadır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
بَقِيَّتُ kelimesi, Allah’ın verdiği anlamında sebep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
Şarta bağlı olan bir şey, şart bulunmayınca tahakkuk etmez. Binaenaleyh bu ayet zahiren böyle eksik ölçüp tartmaktan kaçınmayan kimsenin mümin olamayacağına delalet eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
بَقِيَّتُ kelimesinin lafza-i celâle izafet edilmesi; ayrı ayrı ve bir arada olmak üzere bütün isimleri kapsaması ve dolayısıyla teşrif ve bereketlenme içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkipte nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu şart cümlesi اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
اِنْ , vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıf durumlarda kullanılan şart harfidir.
كان ‘nin haberi olan مُؤْمِن۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şartın, takdiri فإنّ بقيّة الله خير لكم (... Allah’ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır.) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ [Eğer mümin kimseler iseniz...] anlamındaki ayet şarttır. Çünkü onlar bunun doğruluğunu ancak mümin olmaları şartıyla anlayabilirler, bilebilirler. “Yoksa ben üzerinizde koruyucu değilim.” Yani masiyetleriniz sebebiyle üzerinizdeki Allah’ın nimetlerinin zeval bulmasına karşı, benim sizi koruyabilme imkânım olamaz. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
بَقِيَّتُ اللّٰهِ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ [Eğer mümin kimseler iseniz Allah'ın bakiyesi sizin için daha hayrIıdır]. Yani “Eğer iman ediyorsanız Allah'ın size bıraktığı helal rızk bundan daha hayırlıdır.” demektir. بَقِيَّتُ 'nin Allah'a izafe edilmesi, rızkın O'na ait olması dolayısıyladır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s. 316)
Şart edatı اِنْ , mazi fiilin başına gelebilir. Bu durumda, hasıl olmamış bir şeyi hasıl olmuş gibi göstermeyi, ya da fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)
“Eğer gerçek müminler iseniz” ifadesi, muhatapların, emirleri acele uygulamaları için büyük bir teşvik anlamı ifade eder.
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ
Ayetin son cümlesi, istînâf cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada haber cümlesi inşâ cümlesine atfedilmiştir. Matufun aleyhin haberî manada olması, haber cümlesinin inşâ cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Inşâ üslubundan haber üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır.
Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. مَا nefy harfi, لَيْسَ gibi amel etmiştir. لَيْسَ harfi isim cümlesinin başına gelir, manasını olumsuz yapar. İsmini ref, haberini nasbeder. مَٓا ’nın haberi olan بِحَف۪يظٍ ‘nin başına gelen بِ tekit ifade eden zaid harftir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. عَلَيْكُمْ car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için, amili olan بِحَف۪يظٍ ‘e takdim edilmiştir.
حَف۪يظاً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | onlar (şöyle) dediler |
|
2 | يَا شُعَيْبُ | Şuayb |
|
3 | أَصَلَاتُكَ | namazın mı? |
|
4 | تَأْمُرُكَ | sana emrediyor |
|
5 | أَنْ |
|
|
6 | نَتْرُكَ | bırakmamızı |
|
7 | مَا | şeyleri |
|
8 | يَعْبُدُ | taptıkları |
|
9 | ابَاؤُنَا | babalarımızın |
|
10 | أَوْ | yahut |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | نَفْعَلَ | yapmaktan vazgeçmemizi |
|
13 | فِي |
|
|
14 | أَمْوَالِنَا | mallarımızda |
|
15 | مَا | şeyi |
|
16 | نَشَاءُ | istediğimiz |
|
17 | إِنَّكَ | doğrusu sen |
|
18 | لَأَنْتَ | birisin |
|
19 | الْحَلِيمُ | yufka yürekli |
|
20 | الرَّشِيدُ | akıllı |
|
قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, يَا شُعَيْبُ ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. شُعَيْبُ münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. Nidanın cevabı اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ ’dir.
Hemze istifham harfidir. صَلٰوتُكَ mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَأْمُرُكَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تَأْمُرُكَ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
نَتْرُكَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَعْبُدُ damme ile merfû muzari fiildir. اٰبَٓاؤُ۬نَٓا fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri نَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel atıf harfi اَوْ ile birinci masdar-ı müevvele matuf olup mahallen mansubdur.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
نَفْعَلَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. ف۪ٓي اَمْوَالِنَا car mecruru نَفْعَلَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası نَشٰٓؤُ۬ا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
نَشٰٓؤُ۬ا damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
اَوْ ;Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.
كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْحَل۪يمُ haber olup damme ile merfûdur.
الرَّش۪يدُ ikinci haber olup damme ile merfûdur.
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )
الْحَل۪يمُ - الرَّش۪يدُ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müşriklerin Şuayb’a verdikleri cevaptır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا شُعَيْبُ cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Nidanın cevap cümlesi olan اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay etme amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
Veciz ifade kastına matuf اَصَلٰوتُكَ izafeti, müsnedün ileyh, muzari fiil sıygasındaki تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ cümlesi, lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا cümlesi, masdar tevilinde, تَأْمُرُكَ fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نَتْرُكَ fiilinin mef’ûlü konumundaki masdar harfi مَا ’nın sılası olan يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki ikinci masdar harfi اَنْ ve akabindeki نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬ا cümlesi, masdar teviliyle masdariyyeye matuftur. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. نَفْعَلَ fiiline müteallik olan ف۪ٓي اَمْوَالِنَا car mecruru, konudaki önemine binaen, mef’ûl olan masdar-ı müevvele takdim edilmiştir.
نَفْعَلَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan نَشٰٓؤُ۬ا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki muzari fiiller hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.. Muzari fiiller tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Namazın mı emrediyor?”, ibaresinde sebep müsebbeb alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada namaz kelimesi “din, davet, Allah Teâlâ” anlamına geliyor olabilir.
اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ ifadesinde istiare vardır. Çünkü gerçekte namazdan emir sadır olması mümkün değildir. Namazın, hayrı emreden, kötülükten sakındıran konumunda olması dolayısıyla ona böyle denilmiştir. Yine denildiğine göre bu tabir ile kastedilen “Sana bunu dinin mi emrediyor?” manası kastedilmiştir ki “Senin şeriatın ve dinindeki emir böyle mi?” anlamındadır. Bu durum, din dairesi içinde olunca bunların emredilmesinin dine nispet edilmesi güzel olmuştur. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
Şuayb’a (a.s) inanmayanların “Atalarımızın taptıklarını terk etmemizi ve mallarımızla her istediğimizi yapmamamızı sana namazın mı emrediyor?” demeleri hidayete niyetli olmadıklarını ve Şuayb’ı (a.s) tahkir için konuyu bilmiyormuş gibi davrandıklarını gösteriyor. Bu üslup tecâhül-i ârif sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)
يَعْبُدُ - صَلٰوتُكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, نَتْرُكَ - نَفْعَلَ ve نَتْرُكَ - نَشٰٓؤُ۬ا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatları vardır.
Namazdan maksat Hz. Şuayb’ın dini ve imanıdır. Zira namaz, dinin şiarını gösterir. Böylece onlar namazı dinden kinaye olarak zikretmişlerdir. Yahut da şöyle deriz: Namaz, asıl olarak ittiba edip uymak manasınadır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayetin bu cümlesi haberî formda geldiği halde alay ve istihza kastı taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum arz etmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
اِنَّ ‘nin haberi olan لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin yani الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ kelimelerinin marife gelmesi müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret etmiş ve kasr oluşturmuştur. Iki tekit hükmündeki kasr, لَاَنْتَ maksûr/mevsûf, الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ maksurun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. Böylece peygamberde sadece bu iki sıfatın olduğu ifade edilmiştir.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , lam-ı muzahlaka ve kasr üslubu ile tekid edilmiş isim cümleleri çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
الْحَل۪يمُ ve الرَّش۪يدُ sıfatlarıyla aslında inkârcılar bu iki sıfatın tam zıddı olan aptallık ve kalın kafalılığı kastetmişlerdir. Tehekkümî istiaredir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)
اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ cümlesi, diğer bir tehekküm istînâfıdır. Cümle اِنَّ, kasem lâmı ve kasr sıygasıyla gelmiştir. Cümle dört tekidi kapsar. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
Onların, kuşkusuz sen, sen elbette halîmsin(!), reşîdsin(!) şeklindeki sözleri, alay ve hor görme maksatlıdır. Yani “Sen aramızda yumuşak huylu, aklı başında bir adam olarak tanınırken nasıl bize böyle birşey emredersin?” demektir. Bu vasıfların marife oluşu, Şuayb'ın bu iki sıfatla tanındığına delalet eder ve bu sıfatlar ya hakiki manada veya tehekküm maksadı ile zikredilmiştir. Bu cümlenin اِنَّ (kuşkusuz) ve ل (elbette) ile tekidi, fasl zamirinin gelişi ve haberin marife oluşu, bu iki sıfatın sadece ona mahsus olduğunu, başka kimsede olmadığını alaylı olarak ifade eder. Kavminden hiç kimse bir başkası için bu sözleri söylememiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s. 317)
Onların, Şuayb'ı (a.s) bu iki vasıf ile vasıflandırmaları istihza yoluyladır; asıl maksatları ise bu vasıfların zıtları ile vasıflandırmaktır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Ayetin baş tarafında ibadet ve mallarda tasarrufun zikredilmesi, tertibe göre hilm (akıllılık) ve rüşdün (olgunluğun) de zikredilmesini gerektirmiştir. Çünkü bu ikisi olmadan ibadet ve mallarda tasarruf yapılması mümkün değildir. Zira hilm, mükellef olmayı gerektiren akıldır. Rüşd ise mallarda güzel tasarrufta bulunmayı gerektiren olgunluktur. (Dr Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَرَزَقَن۪ي مِنْهُ رِزْقاً حَسَناًۜ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ اُخَالِفَكُمْ اِلٰى مَٓا اَنْهٰيكُمْ عَنْهُۜ اِنْ اُر۪يدُ اِلَّا الْاِصْلَاحَ مَا اسْتَطَعْتُۜ وَمَا تَوْف۪يق۪ٓي اِلَّا بِاللّٰهِۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi ki |
|
2 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
3 | أَرَأَيْتُمْ | söyleyin bakalım |
|
4 | إِنْ | eğer |
|
5 | كُنْتُ | ben isem |
|
6 | عَلَىٰ | üzere |
|
7 | بَيِّنَةٍ | açık bir belge |
|
8 | مِنْ | -den |
|
9 | رَبِّي | Rabbim- |
|
10 | وَرَزَقَنِي | ve beni rızıklandırmışsa |
|
11 | مِنْهُ | kendi katından |
|
12 | رِزْقًا | bir rızıkla |
|
13 | حَسَنًا | güzel |
|
14 | وَمَا | ve |
|
15 | أُرِيدُ | istemiyorum |
|
16 | أَنْ |
|
|
17 | أُخَالِفَكُمْ | size aykırı hareket etmek |
|
18 | إِلَىٰ |
|
|
19 | مَا | şeylerde |
|
20 | أَنْهَاكُمْ | sizi menettiğim |
|
21 | عَنْهُ | ondan |
|
22 | إِنْ |
|
|
23 | أُرِيدُ | istiyorum |
|
24 | إِلَّا | ancak |
|
25 | الْإِصْلَاحَ | ıslah etmek |
|
26 | مَا |
|
|
27 | اسْتَطَعْتُ | gücümün yettiğince |
|
28 | وَمَا | ve yoktur |
|
29 | تَوْفِيقِي | bir başarım |
|
30 | إِلَّا | başka |
|
31 | بِاللَّهِ | Allah’ın (verdiğinden) |
|
32 | عَلَيْهِ | O’na |
|
33 | تَوَكَّلْتُ | güvendim |
|
34 | وَإِلَيْهِ | ve O’na |
|
35 | أُنِيبُ | gönülden yönelirim |
|
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَرَزَقَن۪ي مِنْهُ رِزْقاً حَسَناًۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. Münada olan قَوْمِ muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı اَرَاَيْتُمْ ’dur. Hemze istifham harfidir. رَاَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ cümlesi, fiille mef’ûlu arasında meydana gelen itiraz cümlesidir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كُنْتُ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
تُ mütekellim zamiri كُنْتُ ’nün ismi olarak mahallen merfûdur. عَلٰى بَيِّنَةٍ car mecruru كُنْتُ ’nun mahzuf haberine mütealliktir. مِنْ رَبّ۪ي car mecruru بَيِّنَةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَزَقَن۪ي fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Sonundaki نِ vikayedir Mütekellim zamir ى mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْهُ car mecruru رَزَقَن۪ي fiiline mütealliktir. رِزْقاً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. حَسَناً kelimesi رِزْقاً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-i (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ulü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ اُخَالِفَكُمْ اِلٰى مَٓا اَنْهٰيكُمْ عَنْهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اُر۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir. اَنْ ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
اُخَالِفَكُمْ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَٓا müşterek ism-i mevsûl اِلٰى harf-i ceriyle اُخَالِفَكُمْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اَنْهٰيكُمْ عَنْهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْهٰيكُمْ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَنْهُ car mecruru اَنْهٰيكُمْ fiiline mütealliktir.
اُر۪يدُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اُخَالِفَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi خلف ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ اُر۪يدُ اِلَّا الْاِصْلَاحَ مَا اسْتَطَعْتُۜ
Fiil cümlesidir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اُر۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir. اِلَّا hasr edatıdır. الْاِصْلَاحَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا ve masdar-ı müevvel اُر۪يدُ fiiline mütealliktir.
اسْتَطَعْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen mansubdur.
اسْتَطَعْتُ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’al babındandır. Sülâsî fiili طوع ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا تَوْف۪يق۪ٓي اِلَّا بِاللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَوْف۪يق۪ٓي mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَّا hasr edatıdır. بِاللّٰهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ
Fiil cümlesidir. عَلَيْهِ car mecruru تَوَكَّلْتُ fiiline mütealliktir. تَوَكَّلْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. اِلَيْهِ car mecruru اُن۪يبُ fiiline mütealliktir. اُن۪يبُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
تَوَكَّلْتُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُن۪يبُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نوب ‘dir.
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَرَزَقَن۪ي مِنْهُ رِزْقاً حَسَناًۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا قَوْمِ cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimenin sonundaki kesre, mahzuf zamirden ivazdır. Muzafun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Nidanın cevabı olan اَرَاَيْتُمْ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Iki mef’ûle müteaaddi olan اَرَاَيْتُمْ fiilinin takdiri بَيِّنَة (Beyyine) olan ikinci mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen takrir ve kınama manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَرَاَيْتُمْ fiili, ilim manasında kullanılmıştır. Bu kullanımda, sebeb müsebbeb alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rüyet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Akli ve görünmez olan bir bir durum, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur.
اَرَاَيْتُمْ sözündeki fiil ister ‘görmek’, ister ‘bilmek’ manasında olsun, رَاَى fiilinin başına istifham hemzesi gelmiştir. Çünkü ilmen görmekte, kalple görülen şeyin neredeyse gözle görülür gibi zuhur ve inkişaf ettiği manası vardır. Burada soru rü’yetin üzerinde gerçekleştiği şeyin hakikati hakkındadır. بصائر 'in (idrakin) gördüğü şey, بصار 'ın (gözün) gördüğü şeye ilave olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.72)
اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي terkibi, şart üslubunda gelmiş, nidanın cevabıyla ona atfedilen cümle arasında itiraziyedir. Ana cümlenin anlamına tesiri olmayan itiraz cümleleri, parantez arası cümleler vasıtasıyla yapılan tetmim ıtnâbı babındandır.
Nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi sübut ve istimrar ifade eden şart cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلٰى بَيِّنَةٍ ’in müteallakı olan كَانَ ’nin haberi mahzuftur.
بَيِّنَةٍ ’deki nekrelik, nev ve tazim ifade eder.
Veciz ifade kastına matuf رَبّ۪ي izafetinde, Hz. Şuayb’a ait zamirin Rab ismine muzâfun ileyh olması ona, tazim ifade eder. Hz. Şuayb’ın müşriklere hitabında Rab ismini zikretmesinde Allahın rububiyet vasfını vurgulamak amacı vardır.
عَلٰى بَيِّنَةٍ ifadesindeki istila manası taşıyan عَلَيْ harfinde istiare vardır. Çünkü istila; mülazemet gerektirir. Hz. Şuayb, beyyineleri kaplamış gibi ifade edilmiştir. Sanki beyyinenin üzerine binmiş, kontrol onun elindedir. Mülazemet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
البَيِّنَةُ kelimesinden muradın Kur’ân olması caizdir. عَلى harfi mülazemet alakasıyla mecazı mürsel olarak kullanılmıştır. Çünkü istila; mülazemet gerektirir.
Müspet mazi fiil sıygasındaki وَرَزَقَن۪ي مِنْهُ رِزْقاً حَسَناً cümlesi, atıf harfi وَ ‘ la şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنْهُ car mecruru, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
حَسَناً ‘le sıfatlanan mef’ûl رِزْقاً ’daki nekrelik mübalağa ve tazime, rızkın güzelliğinin tarif edilemeyecek derecede olduğuna işaret etmektedir.
حَسَناً kelimesi, رِزْقاً için sıfattır. Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
رِزْقاً - رَزَقَن۪ي kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mevsûl olan مَا ve nefy harfi olan مَٓا arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مِنْهُ ’deki zamir Allah'a aittir yani kendi katından ve elde etmek için çalışıp çabalamadan yardımı ile vermesinden demektir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Şartın cevabı, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2) Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ اُخَالِفَكُمْ اِلٰى مَٓا اَنْهٰيكُمْ عَنْهُۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘ la nidanın cevabı olan اَرَاَيْتُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada haber cümlesi inşâ cümlesine atfedilmiştir. Matufun aleyhin haberî manada olması, haber cümlesinin inşâ cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Inşâ üslubundan haber üslubuna, müspet sıygadan menfî sıygaya geçişte iltifat sanatı vardır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki اُخَالِفَكُمْ اِلٰى مَٓا اَنْهٰيكُمْ عَنْهُ cümlesi, masdar tevilinde, اُر۪يدُ fiilinin mef’ûlü konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا harf-i cerle اُخَالِفَكُمْ fiiline mütealliktir. Sılası olan اَنْهٰيكُمْ عَنْهُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنْ اُر۪يدُ اِلَّا الْاِصْلَاحَ مَا اسْتَطَعْتُۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelam olan cümle kasr üslubuyla tekit edilmiştir. Nefy manasındaki اِنْ ve اِلَّا ’nın oluşturduğu iki tekit hükmündeki kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. اُر۪يدُ maksûr/sıfat, الْاِصْلَاحَ maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Yani fail başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olanDersleri Meânî İlmi)
اُر۪يدُ fiiline müteallık zaman zarfı konumundaki masdar harfi مَا ’nın sılası olan اسْتَطَعْتُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
مَا اسْتَطَعْتُ cümlesi zarftır; yani düzeltmeye gücüm yettiği ve imkânım olduğu sürece, bu konuda hiçbir çabayı esirgemeyeceğim. Veya ıslah kelimesinden bedeldir yani gücümün yettiği kadar. Ayrıca burada mahzuf ve mukadder bir muzâf da olabilir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
اُر۪يدُ - مَٓا اُر۪يدُ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمَا تَوْف۪يق۪ٓي اِلَّا بِاللّٰهِۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Matufun aleyhin haberî manada olması, haber cümlesinin inşâ cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Inşâ üslubundan haber üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. بِاللّٰهِۜ car-mecruru mahzuf habere mütealliktir.
Müsnedün ileyh olan تَوْف۪يق۪ٓي , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
تَوْف۪يق۪ٓي , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Nefy harfi مَا ve istisna edatı إِلَّا ile oluşan iki tekit hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. تَوْف۪يق۪ٓي maksûr/mevsûf بِاللّٰهِۜ car-mecrurunun müteallakı olan haber maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ
Şuayb’ın (a.s) sözlerinin devamı olarak istînâfiyyedir. Fasılla gelmiş cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. عَلَيْهِ car mecruru, ihtimam ve tahsis için, amili olan تَوَكَّلْتُ ‘ye takdim edilmiştir.
Car-mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. İki tekit hükmündeki kasr, fiille mütealliki arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. عَلَيْهِ , maksurun aleyh/mevsûf, تَوَكَّلْتُ maksûr/sıfat olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.
Aynı üslupta gelen اِلَيْهِ اُن۪يبُ cümlesi makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Atıfla gelen son iki cümlede car-mecrurların takdimi ihtisas ifade eder. Tevekkül etmeyi ve dönüşü O’na hasretmiştir. Her iki cümle de kasr-ı sıfat alel mevsuf ve hakiki kasırdır. Takdim edilen, maksûrun aleyhtir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَوَكَّلْتُ - اُن۪يبُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Arka arkaya 4 kasır cümlesi gelmiştir. İlki اِنْ ve اِلَّا ile kurulmuş kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Diğer üç kasr cümlesinin birincisinde nefy harfi مَا ve اِلَّا istisna edatıyla (اِلَّا ve مَا), ikinci عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ ve üçüncü وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ cümlelerinde ise müteallakın fiile takdim edilmesiyle kasr yapılmıştır. Her üç örnekte de sıfat mevsufa kasredilmiştir.
Bu cümleler; تَوْف۪يق۪ٓي , توكلي و أنابتي مقصور علي الله takdirindedir. Yani muvaffakiyet, tevekkül ve inâbe kavramları maksûr, Allah lafzı ise maksûrun aleyhtir. Bu özellikler gerçek manada sadece Allah’a tahsis edildiği için buradaki kasr, kasr-ı hakikidir.
[Başarım tamamen Allah’a bağlıdır.] Yani yaptığım yapmadığım her şeyde başarıyla gerçeği bulmam ve işimin Allah rızasına uygun olması tamamen O’nun yardım ve desteğiyledir. Hz. Şuayb işlerini Rabbinin iradesine uygun yapması için O’ndan muvaffakiyet dilemekte; kendisini desteklemesini ve düşmanına karşı üstün getirmesini istemektedir. Bu ifade zımnen, kâfirlere yönelik bir tehdit ve onların kendisine yönelik ümitlerini kestirme anlamına gelmektedir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Beyzâvî, Şuayb’ın (a.s) Allah’tan aldığı mesajı eksiksiz olarak halkına tebliğ ettikten sonra yukarıda sarf ettiği sözlerini izah ederken bu ifadelerin kasr ifade ettiğini söyler ve şu izahları yapar: “Başarmam ancak Allah’ın hidayeti ve yardımı iledir. Sadece O’na tevekkül edip işimi O’na havale ettim. Çünkü her şeye gücü yeten O’dur. O’nun dışındakiler aciz, hatta yok hükmündedirler. Dönüşüm de sadece Allaha’dır.” Bu ifadelerde katıksız tevhid inancı, ahireti bilme, bütün işlerde başarıyı Allah’ın yardımına bağlama, her şeyiyle O’na yönelme, kâfirlerin ümitlerini tamamen kesme, onların düşmanlıklarına aldırış etmeme ve onları ceza için Allah’a dönecekleri şeklinde tehdit etme anlamları bulunmaktadır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Şuayb’ın (a.s), “Yalnız O'na yönelirim.” sözüne gelince bu da meâd (ahiret) bilgisine bir işaret olup hasr ifade eder. Çünkü bu söz, insanların Allah'tan başka dönecekleri, başvuracakları bir merci olmadığına delalet eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
İnsan elinden geleni yaptıktan sonra sahip olduklarından ve elde ettiği sonuçlardan razı olsa. Başarmanın ve kazanmanın Allah’tan geldiğini hakiki manada idrak etse. Zaten kendisine ait olmayan rızkın, elinden alınamayacağını bilse. Umduğuna kavuşamasa bile her çaba kırıntısının kayda değer olduğuna inansa. Kimse bilmese bile Allah’ın her an kendisini gördüğünü anlasa. Allah’ın sınırlarını çiğneyerek elde ettiği her dünyalık başarının boşa çıkacağını ve hepsinin hesap günü yüzüne çarpılacağını düşünse.
Öğrenciliğinde aklına kopya çekmek gelmezdi. Herkes yapıyor cümlesinin arkasına saklanmazdı. Çalışırken haksızlık yapmaya gerek duymazdı. Kararlarında adaletsizlik yapmaktan korkardı. Olanda ve olmayanda vardır bir hayır derdi. Başkalarının elindekilerine sevinirdi. Hırstan arınan nefsi sakinleşirdi. Huzurla dolan kalbi dinlenirdi. Rabbinden razı olurdu ve O’nun kendisinden razı olmasını umarak yaşardı. Modern terimlerle ifade edecek olursak; kısacası hayatın tadını çıkarırdı. Fakat bunlara, ancak nefsiyle ve dünyalıklara çağıranlarla devamlı mücadele eden insan sahip olabilirdi.
Allahım! Beni; yalnız Sana kulluk edenlerden, Emirlerini yerine getirenlerden, Haksızlıklardan uzak duranlardan, Yeryüzünde hayırlı işlerle meşgul olanlardan, Dünyasını ve ahiretini kazanmak için elinden geleni yapanlardan ve Sahip oldukları için şükür edenlerden eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji