بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَيَا قَوْمِ لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاق۪ٓي اَنْ يُص۪يبَكُمْ مِثْلُ مَٓا اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ اَوْ قَوْمَ هُودٍ اَوْ قَوْمَ صَالِحٍۜ وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِنْكُمْ بِبَع۪يدٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَا قَوْمِ | kavmim |
|
2 | لَا |
|
|
3 | يَجْرِمَنَّكُمْ | sizi musibete uğratmasın |
|
4 | شِقَاقِي | bana karşı gelmeniz |
|
5 | أَنْ |
|
|
6 | يُصِيبَكُمْ | isabet edenin |
|
7 | مِثْلُ | benzerinin |
|
8 | مَا | şeylerin |
|
9 | أَصَابَ | başlarına gelen |
|
10 | قَوْمَ | kavminin |
|
11 | نُوحٍ | Nuh |
|
12 | أَوْ | yahut |
|
13 | قَوْمَ | kavminin |
|
14 | هُودٍ | Hud |
|
15 | أَوْ | veya |
|
16 | قَوْمَ | kavminin |
|
17 | صَالِحٍ | Salih |
|
18 | وَمَا | ve değildir |
|
19 | قَوْمُ | kavmi |
|
20 | لُوطٍ | Lut |
|
21 | مِنْكُمْ | sizden |
|
22 | بِبَعِيدٍ | uzak |
|
وَيَا قَوْمِ لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاق۪ٓي اَنْ يُص۪يبَكُمْ مِثْلُ مَٓا اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ اَوْ قَوْمَ هُودٍ اَوْ قَوْمَ صَالِحٍۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا nida harfidir. Münada olan قَوْمِ muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاقٖٓي ’dır.
لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَجْرِمَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. شِقَاقٖٓي fail olup mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel, يَجْرِمَنَّ fiilinin ikinci mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يُصٖيبَكُمْ fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. مِثْلُ fail olup damme ile merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası اَصَابَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَصَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. قَوْمَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. نُوحٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَوْ atıf harfi tahyîr / tercih ifade eder. قَوْمَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. هُودٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَوْمَ صَالِحٍ cümlesi, atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur.
Tekid nûn’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْ ;Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصَابَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi صوب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِنْكُمْ بِبَع۪يدٍ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref, haberini nasb eder.
قَوْمُ kelimesi مَٓا ’nın ismi olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. لُوطٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْكُمْ car mecruru بَعٖيدٍ ’e mütealliktir. بِ harf-i ceri zaiddir. بَعٖيدٍ lafzen mecrur, ما ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
بَع۪يدٍ ; sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَا قَوْمِ لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاق۪ٓي اَنْ يُص۪يبَكُمْ مِثْلُ مَٓا اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ اَوْ قَوْمَ هُودٍ اَوْ قَوْمَ صَالِحٍۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘ la önceki ayetteki يَا قَوْمِ ’ye atfedilmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şuayb (a.s) ‘ın kavmine hitabında nidanın tekrarı ihtimama ve konunun önemine binaendir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l acüz ale’s sadr sanatları vardır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimenin sonundaki kesra, muzafun ileyhten ivazdır. Mütekellim zamirinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Nidanın cevabı olan لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاق۪ٓي اَنْ يُص۪يبَكُمْ مِثْلُ مَٓا اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ اَوْ قَوْمَ هُودٍ اَوْ قَوْمَ صَالِحٍۜ cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Veciz ifade kastına matuf olan شِقَاق۪ٓي izafeti, لَا يَجْرِمَنَّكُمْ fiilinin failidir.
شِقَاق۪ٓ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
يَجْرِمَنَّكُمْ - شِقَاق۪ٓي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُص۪يبَكُمْ مِثْلُ مَٓا اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ اَوْ قَوْمَ هُودٍ اَوْ قَوْمَ صَالِحٍۜ cümlesi, masdar tevilinde, لَا يَجْرِمَنَّكُمْ fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُص۪يبَكُمْ fiilinin faili olan مِثْلُ ‘nun muzafun ileyhi olan müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sıla cümlesi اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ اَوْ قَوْمَ هُودٍ اَوْ قَوْمَ صَالِحٍۜ şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Birbirine matuf اَوْ قَوْمَ صَالِحٍۜ ve اَوْ قَوْمَ هُودٍ izafetleri, اَصَابَ fiilinin mef’ûlü olan قَوْمَ نُوحٍ ‘e, اَوْ atıf harfiyle atfedilmiştir. Cihet-i camia, temasüldür.
اَصَابَ - يُص۪يبَكُمْ kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, قَوْمَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Nidanın cevap cümlesinde istiare sanatı vardır. Adı geçen kavimlerin başına gelen felaketler, isabet etme manasındaki يُص۪يبَكُمْ fiiline isnad edilerek, hedefine ulaşan bir oka benzetilmiştir. Bu mübalağalı üslupta tecessüm sanatı da vardır.
Azaba müstehak olan kavimlerin قَوْمَ نُوحٍ - قَوْمَ هُودٍ - قَوْمَ صَالِحٍۜ şeklinde sayılması taksim sanatıdır.
Şuayb (a.s), dördüncü cevap olarak, “Ey kavmim, bana düşmanlığınız, size bir musibet getirmesin.” demiştir. Keşşâf sahibi şöyle der: جرم fiili bazen bir bazen iki mef’ûl alma hususunda tıpkı كسب (kazandı) fiili gibidir. Nitekim Arapçada, “O, bir günah işledi, onu kesbetti.” denildiği gibi “O, ona günah işletti ve o, ona onu kazandırdı.” da denilir. Ayetteki fiil de bu şekildedir yani “Bana olan düşmanlığınız, başınıza bir azabın isabet etmesine sebebiyet vermesin.” demektir.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ey kavmim! Sizin bana olan düşmanlığınız, sakın ola ki Nuh (a.s) kavminin başına gelen tufanda boğulma musibeti yahut da Hud (a.s) kavminin başına gelen fırtına musibeti gibi veyahut Salih (a.s) kavminin başına gelen korkunç ses ve sarsıntı musibeti gibi size de bir musibet getirmesin! Bu ilâhî ifade, hakikatte en güzel ve hârika bir üslup ile, kâfirlerin, Şuayb’a (a.s) düşmanlık etmelerini yasaklamaktadır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِنْكُمْ بِبَع۪يدٍ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. مَا ; nakıs fiil ليس gibi amel etmiştir. بَع۪يدٍ , lafzen mecrur, mahallen merfû olarak مَا ’nın haberidir. Başındaki بِ , tekit ifade eden zaid harftir.
مَا ’nın ismi olan قَوْمُ لُوطٍ , az sözle çok anlam ifadesi için izafetle gelmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنْكُمْ car-mecruru durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için amili olan بِبَع۪يدٍ۟ ’ne takdim edilmiştir.
بِبَع۪يدٍ ’deki nekrelik, kıllet ifade eder. Menfi siyakta nekre, selbin umum ve şümulüne işarettir.
صَالِحٍۜ - هُودٍ - نُوحٍ - لُوطٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette قَوْمِ kelimesi beş kez tekrarlanmıştır. Kur’an’da yer alan tekrarların hiçbirisi maksatsız ve rastgele değildir. Zira her türlü noksanlıktan uzak olan ilâhî kelâmda lüzumsuz söz tekrarına ve tesadüfe asla yer yoktur. Meânî ilminin önemli konularından biri olan ıtnâbın içerisinde mütalaa edilen tekrir sanatı, Kur’an-ı Kerim’in en belirgin üslup özelliklerindendir. Tekrir, maksadı ifade etmek için çeşitli amaçlarla yapılır. Buradaki belâgî amaç ikaz, korkutma ve uyarıdır. Bu tekrarda ayrıca reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu sözle onların mekân bakımından, birbirlerinden uzak olmadıkları manası kastedilmiştir. Çünkü Lut’un (a.s) kavminin beldesi, Medyen'e yakın idi.
Ayrıca zaman bakımından onlardan uzak olmadıkları kastedilmiştir. Zira Lut ’un (a.s) kavminin helaki, Şuayb (a.s.) zamanındaki insanların haberdar olduğu en yakın helak hadisesidir. Bil ki her iki manaya göre de zaman ve mekân bakımından yakın olma, o şeyi iyice bilme ve onların durumlarına tam vâkıf olma manasına gelir. Binaenaleyh Şuayb (a.s) sanki “Başınıza benzeri bir azabın gelmemesi için onların başlarına gelenlerden ibret alın ve Allah'a muhalefet edip O'nunla nizalaşmaktan sakının.” demek istemiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Burada ببعيدين buyurulmamıştır. Çünkü ‘onların helakı uzak değildir veya onlar uzak değildir ya da onların helak oluş zamanı veya mekânı uzak değildir’ manaları kastedilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 3, s. 319)
وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ اِنَّ رَبّ۪ي رَح۪يمٌ وَدُودٌ
وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَغْفِرُوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. رَبَّكُمْ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. تُوبُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْهِ car mecruru تُوبُٓوا fiiline mütealliktir.
ثُمَّ : Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَغْفِرُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi غفر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
اِنَّ رَبّ۪ي رَح۪يمٌ وَدُودٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
رَبّٖي kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَحٖيمٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. وَدُودٌ ikinci haberi olup damme ile merfûdur.
رَحٖيمٌ - وَدُودٌ kelimeleri mübalağa sıygasındadır. Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki nidanın cevabına atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfî sıygadan müspet sıygaya iltifat sanatı vardır.
Veciz ifade kastına matuf رَبَّكُمْ izafetinde Rab isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.
Aynı üslupta gelen ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ cümlesi tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اسْتَغْفِرُوا - تُوبُٓوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Rab ismi onlara ait zamire izafe edilmiş, böylece o'nun rabbinin ve onların rabbinin aynı olduğu, onun ve onların Rabbinden başkasına ibadet etmenin onların aleyhine olduğu ve O'na tövbe etmeleri/dönmeleri gerektiği, O'ndan başka Rabbleri olmadığı ifade edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s. 319)
اِنَّ رَبّ۪ي رَح۪يمٌ وَدُودٌ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.
Veciz ifade kastına matuf رَبّ۪ٓي izafetinde Hz.Şuayb’a aid zamirin Rab ismine muzaf olmasıyla Hz. Şuayb şan ve şeref kazanmıştır.
Ayetin baş tarafı وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ şeklinde hitap zamiriyle gelince devamının da اِنَّ رَبَّكُمُ şeklinde hitap zamiriyle gelmesi beklenirdi. Fakat ayette muhataptan وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ mütekellime اِنَّ رَبّ۪ي dönülerek iltifât yapılmıştır. (Hacımüftüoğlu, Teshîlu’l Belâğâ, s. 40)
Allah'ın رَح۪يمٌ ve وَدُودٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
رَح۪يمٌ - وَدُودٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ile tekit edilen isim cümleleri çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin fasılası Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetlerinde de ufak değişikliklerle mevcuttur.
Böyle tekrarlanan öğeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
Şuayb (a.s) beşinci cevap olarak “Rabbinize putlara tapmanızdan dolayı istiğfar edin, (eksik ölçüp noksan tartmanızdan ötürü) tövbe edin. Çünkü Rabbim (dostlarına) rahîm ve vedûddür.” demiştir.
Ebu Bekr el-Enbâri şöyle der: “Allah'ın isimleri arasında yer alan وَدُود , ‘Allah'ın kullarını sevmesi’ manasınadır. Bu Arapların ‘Adamı sevdim’ deyimlerindendir.” Ezheri ise “Şerhu Esmâi'llâh” isimli kitabında وَدُود /vedûd’un tıpkı رَكُوب /rekûb (binilen), حَلُوب /helûb (sağılan) kelimeleri gibi ism-i mefûl manasında fe'ûl vezninde olmuş olması mümkündür. Buna göre manası, “Allah'ın salih kulları, mahlukatına çokça ihsan ve lütufta bulunmasından ötürü Allah'ı severler (yani O, sevilendir).” şeklindedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يراً مِمَّا تَقُولُ وَاِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاًۚ وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler ki |
|
2 | يَا شُعَيْبُ | Şuayb |
|
3 | مَا |
|
|
4 | نَفْقَهُ | biz anlamıyoruz |
|
5 | كَثِيرًا | çoğunu |
|
6 | مِمَّا | şeylerin |
|
7 | تَقُولُ | senin söylediğin |
|
8 | وَإِنَّا | ve biz |
|
9 | لَنَرَاكَ | seni görüyoruz |
|
10 | فِينَا | içimizde |
|
11 | ضَعِيفًا | güçsüz |
|
12 | وَلَوْلَا | şayet |
|
13 | رَهْطُكَ | yakın çevren olmasaydı |
|
14 | لَرَجَمْنَاكَ | seni taşlardık |
|
15 | وَمَا | ve yoktur |
|
16 | أَنْتَ | senin |
|
17 | عَلَيْنَا | bize karşı |
|
18 | بِعَزِيزٍ | bir üstünlüğün |
|
قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يراً مِمَّا تَقُولُ وَاِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاًۚ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, يَا شُعَيْبُ ’dır. قَالُوا fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. شُعَيْبُ münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. Nidanın cevabı مَا نَفْقَهُ۬ كَثٖيراً 'dir.
ما nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَفْقَهُ۬ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. كَثٖيراً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle كَثٖيراً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlün sılası تَقُولُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. نَرٰيكَ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
نَرٰيكَ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن’ dur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. فٖينَا car mecruru نَرٰيكَ fiiline mütealliktir. ضَعٖيفاً kelimesi نَرٰيكَ ’deki hitap zamirinin hali olup fetha ile mansubdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَث۪يراً ; sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ
وَ atıf harfidir. لَوْلَا cezmetmeyen şart edatıdır. رَهْطُكَ mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Haber mahzuftur.
لَ harfi لَوْلَا ’in cevabının başına gelen rabıtadır. Şartın cevabı رَجَمْنَاكَ ’dir.
رَجَمْنَاكَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye; olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. ما olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref, haberini nasb eder.
اَنْتَ munfasıl zamiri مَٓا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. عَلَيْنَا car mecruru عَزٖيزٍ ’e mütealliktir.
بِ harf-i ceri zaiddir. عَزٖيزٍ lafzen mecrur, ما ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
عَز۪يزٍ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir.
قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يراً مِمَّا تَقُولُ وَاِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاًۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا شُعَيْبُ cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Nidanın cevabı olan مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يراً مِمَّا تَقُولُ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl olan كَث۪يراً ’deki kesret ifade eden nekrelik, menfi siyakta olduğu için umuma işaret etmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harf-i cerle birlikte كَث۪يراً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
Sılası olan تَقُولُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki fiiller muzari sıygada gelerek hudus, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَالُوا - تَقُولُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاً cümlesi, nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاً cümlesi, اِنَّ ‘nin haberidir.
Cümlede müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs,istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
ضَع۪يفاً kelimesi نَرٰيكَ ’deki hitap zamirinin halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ve tekid eden ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
ف۪ينَا ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla نَا zamirinin aid olduğu kişiler, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü insan topluluğu, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , lam-ı muzahlaka ve isnadın tekrarı ile tekid edilmiş isim cümleleri çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)
Onlar, apaçık hak delillerini en güzel ve mükemmel şekilde kendisinden dinledikten, çareler bittikten, gerekçeler tükendikten sonra ve hak yoldan sapıp düşmanlık yolunda yürümekten başka onunla tartışmaya bir yol bulamadıktan sonra “Senin söylediklerinin çoğundan ne demek istediğini anlamıyoruz.” dediler.
Nitekim kesin delillerle susturulanların âdeti bu olup onlar, apaçık delillere parlayıp gürlemekle ve sövmekle karşılık verirler. Böylece onlar, Şuayb’ın (a.s), çeşitli hikmetleri, öğütleri, ilim ve irfanları içeren kelamını, manası anlaşılmayan, mahiyeti idrak edilmeyen sözler kabilinden sayıp zımnen de onların en büyük sorumluluk ve cezayı gerektirdiklerini bildirdiler. Her halde o sözler, onları eski ümmetlerin akıbetlerinden sakındırdığı içindir. İşte bundan dolayı dediler ki biz seni aramızda zayıf görüyoruz; seni, bize bir zarar veya fayda getirmek, bir şeyi gerçekleştirmek veya önlemek kuvvet ve kudretinden yoksun görüyoruz dediler. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ
Nidanın cevabına matuf olan لَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَ terkibi, şart üslubundadır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber cümlesinden inşâ cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
لَوْلَا şart edatının dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi لَوْلَا رَهْطُكَ , şarttır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan رَهْطُكَ izafetinin, takdiri موجود (vardır) olan haberi mahzuftur.
لَ , şartın cevabının başına gelen harftir. Cevap cümlesi olan لَرَجَمْنَاكَۘ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ [Eğer kabilen olmasaydı seni recm ederdik.] ifadesinde hüsn-i ta’lil sanatı vardır.
Zemahşerî şöyle demiştir: Bunun içindir ki onun taraftarlarının az olduğunu söylediler ve bunu ifade etmek için de onlara رَهْطُكَ dediler; çünkü رَهْطُ, üçten 10’a -bazılarına göre- 7’ye kadar olan insan topluluğudur. Medyenliler “Sülalenden o 3-5 kişi olmasaydı.” derken bunu onların güç ve izzetinden korktukları için değil, kendi dinlerinde olduklarından onlara saygı duyup itibar ettikleri için söylüyorlardı. “Seni taşlardık.” en kötü bir şekilde öldürürdük. “Bizim gözümüzde hiç de ‘şan-şeref ve güç sahibi biri’ değilsin yani!” Bizim için değerli ve saygın biri değilsin ki seni öldürülmeyecek kadar saygın görelim de taşlayarak katletmekten vazgeçelim. Bizim için sadece senin sülalen değerlidir, çünkü bizim dinimizdendirler. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Eğer senin kabilen olmasa seni mutlaka taşlardık. Yani eğer biz, senin kabilenin hatırını gözetmesek seni mutlaka taşlardık, demektir. Yoksa “Senin o kavmin bize engel olmasa seni bize karşı savunmasa” demek değildir; çünkü onlar binlerce kişi iken yedi-sekiz kişiden oluşan çetenin (رَهْطُ), onlara engel olması, düşünülecek şey değildir. Nitekim ayetin bundan sonra gelen cümlesi de bunu teyit etmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ
Ayetin son cümlesi nidanın cevabına matuftur. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
مَٓا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir. Müsned olan بِعَز۪يزٍ ’deki بِ harfi zaiddir. Tekid ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. عَلَيْنَا car mecruru, durumun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için, amili olan بِعَز۪يزٍ ‘e takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zâiddir. Olumlu cümlelerde لِ harfinin tekit ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَٓا 'nın haberinin başında gelen بِ harfinin de tekid bildirdiğini söyler. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)
Son cümledeki olumsuzluk yanında haberin başında بِ harfinin gelmesi olumsuzluğu tekid içindir. Bunun hiç bir ihtimali olmadığını ifade eder.
بِعَز۪يزٍ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
عَز۪يزٍ - ضَع۪يفاً kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Cümlede nefiy harfinin müsnedün ileyhten önce gelmesi tahsis ifade etmiştir. Iki tekit hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. اَنْتَ mevsûf/maksûr, بِعَز۪يزٍ sıfat/maksûrun aleyh olur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Burada müsnedün ileyh tahsis ifade eder. Çünkü kavmin amacı ondan sadece izzeti nefyetmek değildir. Aynı zamanda kavminin ve çevresinin izzetli olduğunu da ifade etmek istemişlerdir. Yani izzeti Şuayb’dan (a.s) nefyederken çevresi içinde sabit kılmak istemişlerdir. Bir olumlu, bir olumsuz mana kast etmişlerdir. Zemahşerî; Hud Suresi 92 ayetinin bu manayı desteklediğini söylemiştir. Bu kaide; haber, fiile benzer bir lafız olduğu zamanda geçerlidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefiy edatından sonra zamir gelmesi, sözün fiil hakkında değil, fâ‘il hakkında olduğuna delâlet etmektedir. Adeta “Bizim için değer taşımayan sadece sensin, yoksa senin sülalen değerlidir
bizim için.” demişlerdir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ [Zaten sen bizim üzerimize aziz değilsin] ibaresinde, Şuayb'ın kavmine karşı bir üstünlüğü olmadığını özel bir şekilde ifade etmek için, car mecrur takdim edilmiştir. Yoksa onların dışında iman eden ve onun çevresinden aziz olan bulunabilir. Bu ifade Şuayb (a.s) da kavmine karşı bir izzetin olmadığı ama onun dışındaki inananlarda izzetin olduğuna delalet eder. وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ [Şayet senin rahtın/aşiretin ve akrabaların olmasaydı, seni recm ederdik] sözü bunu açıkça ifade eder. Yani bu cümle onun kabilesinde azizlerin olduğunu gösterir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 3, s. 319)
Sen bizim için şerefli ve muhterem bir zat da değilsin ki seni taşlamaktan kaçınalım. Bizim seni taşlamaktan kaçınmamız, bizim dinimizde sebat eden, seni bize tercih etmeyen ve sana uymayan kavmine hürmetendir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Âşûr, bu ayette müsnedün ileyhin müsnede takdiminin, tahsis ve takviye ifade etmediğini söylemiştir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَهْط۪ٓي اَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِۜ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَٓاءَكُمْ ظِهْرِياًّۜ اِنَّ رَبّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi ki |
|
2 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
3 | أَرَهْطِي | yakın çevrem |
|
4 | أَعَزُّ | daha mı üstündür |
|
5 | عَلَيْكُمْ | sizce |
|
6 | مِنَ | -tan |
|
7 | اللَّهِ | Allah- |
|
8 | وَاتَّخَذْتُمُوهُ | onu bıraktınız |
|
9 | وَرَاءَكُمْ | arkanızda |
|
10 | ظِهْرِيًّا | sırt dönerek |
|
11 | إِنَّ | şüphesiz |
|
12 | رَبِّي | Rabbim |
|
13 | بِمَا | şeyleri |
|
14 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız |
|
15 | مُحِيطٌ | kuşatmıştır |
|
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَهْط۪ٓي اَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l kavli, يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. Münada olan قَوْمِ muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı اَرَهْطٖٓي ’dur.
Hemze istifham harfidir. رَهْطٖٓي mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamir ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَعَزُّ haber olup, damme ile merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru اَعَزُّ ’ya mütealliktir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru اَعَزُّ ’ye mütealliktir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعَزُّ kelimesi ism-i tafdildir. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَٓاءَكُمْ ظِهْرِياًّۜ
Fiil cümlesidir. وَ haliyyedir. اتَّخَذْتُمُو sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
وَرَٓاءَكُمْ mekân zarfı اتَّخَذْتُمُوهُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ظِهْرِياًّ kelimesi اتَّخَذْتُمُوهُ fiilinin ikinci mef’ûlü olup fetha ile mansubdur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. اتَّخَذْتُمُوهُ fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vav-ı işbâ edatı denir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar. ألفي - دري - رأي - وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ - حسب - خال - زعم - عدّ fiilleridir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ - ردّ - ترك fiilleridir.Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesidir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّخَذْتُمُو fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّ رَبّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
رَبّٖي kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup, mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle مُحٖيطٌ ’e mütealliktir.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur. مُحٖيطٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.
مُحٖيطٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbigisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَهْط۪ٓي اَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِۜ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَٓاءَكُمْ ظِهْرِياًّۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا قَوْمِ cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şuayb (a.s) ‘ın kavmine hitabında nidanın tekrarı ihtimama ve konunun önemine binaendir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l acüz ale’s sadr sanatları vardır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimenin sonundaki kesra, muzafun ileyhten ivazdır. Mütekellim zamirinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Nidanın cevabı olan اَرَهْط۪ٓي اَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp, takrir ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade eden cümlede müsnedün ileyh olan رَهْط۪ٓي izafeti az sözle çok anlam ifade kastına matuftur. Bu izafette Hz.Şuayb’a aid zamire muzaf olan رَهْط۪ٓ , şeref kazanmıştır.
Müsned olan اَعَزُّ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
عَلَيْكُمْ ve مِنَ اللّٰهِ car-mecrurları اَعَزُّ ‘ya mütealliktir.
وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَٓاءَكُمْ ظِهْرِياًّ cümlesi , قَدْ takdiriyle haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اتَّخَذْتُمُوهُ fiilindeki و , işbâ harfidir..
ظِهْرِياًّ , mef’ûlün müekket halidir. Mef’ûlün manasını tekit eden ıtnâb sanatıdır.
ظِهْرِياًّۜ - وَرَٓاءَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَعَزُّ - ظِهْرِياًّ arasında îhâm-ı tezâd sanatı vardır.
وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَٓاءَكُمْ ظِهْرِياًّ [Onu arkanıza attınız.] ifadesinde istiare-i temsiliyye vardır. Allah’ın emri arkaya atılan ve kendisine değer verilmeyen bir şeye benzetilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir; Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
اِنَّ رَبّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Şuayb (a.s) ‘ın sözlerine dahildir.
اِنَّ ’nin isminin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.
Veciz ifade kastına matuf رَبّ۪ٓي izafetinde Hz. Şuayb’a aid zamirin Rab ismine muzaf olmasıyla Hz.Şuayb şan ve şeref kazanmıştır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl olan مَا , başındaki بِ harf-i ceriyle birlikte مُح۪يطٌ۟ ’e mütealliktir. Sılası olan تَعْمَلُونَ , muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِمَا تَعْمَلُونَ car mecruru, siyaktaki önemine binaen amili olan مُح۪يطٌ۟ ’a takdim edilmiştir.
Müsned olan مُح۪يطٌ , sülasi mezid افعال babının ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Bu sözden maksat bu yapılanların karşılığını sevap ve ceza olarak vereceğini bildirmektir. Bu yüzden lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. ‘Kuşatıcıdır’ ifadesi lâzım, 'cezalandırıcıdır’ manası melzûmudur.
Ayrıca ifadede bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır.
بِمَا تَعْمَلُونَ [amellerinizi] sözünde car mecrur, haber olan مُح۪يطٌ kelimesine takdim edilmiştir. Çünkü kelam onların amelleri hakkındadır ki amellerinden pek çoğu daha önce zikredilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s. 320)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ile tekit edilen isim cümleleri çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَيَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۜ سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌۜ وَارْتَقِبُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ رَق۪يبٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَا قَوْمِ | kavmim |
|
2 | اعْمَلُوا | yapın |
|
3 | عَلَىٰ |
|
|
4 | مَكَانَتِكُمْ | imkanınızın elverdiğini |
|
5 | إِنِّي | ben de |
|
6 | عَامِلٌ | yapıyorum |
|
7 | سَوْفَ | yakında |
|
8 | تَعْلَمُونَ | bileceksiniz |
|
9 | مَنْ | kime |
|
10 | يَأْتِيهِ | geleceğini |
|
11 | عَذَابٌ | azabın |
|
12 | يُخْزِيهِ | aşağılatıcı |
|
13 | وَمَنْ | ve kimin |
|
14 | هُوَ | o |
|
15 | كَاذِبٌ | yalancı olduğunu |
|
16 | وَارْتَقِبُوا | gözetleyin |
|
17 | إِنِّي | ben de |
|
18 | مَعَكُمْ | sizinle birlikte |
|
19 | رَقِيبٌ | gözetliyorum |
|
وَيَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا nida harfidir. Münada olan قَوْمِ muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı اعْمَلُوا ’dur.
اعْمَلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰى مَكَانَتِكُمْ car mecruru اعْمَلُوا ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنّ۪ي عَامِلٌۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. عَامِلٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.
عَامِلٌ ; sülâsi mücerredi عمل olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌۜ
Fiil cümlesidir. سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif/erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid/vurgu olurlar.
تَعْلَمُونَ fiili ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası يَأْتٖيهِ عَذَابٌ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَأْتٖيهِ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. عَذَابٌ fail olup damme ile merfûdur. يُخْزٖيهِ cümlesi, عَذَابٌ ‘nün sıfatı olarak mahallen merfûdur.
يُخْزٖيهِ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ atıf harfi وَ ’la birinci ism-i mevsûle matuf olup, mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası هُوَ كَاذِبٌ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُو mübteda olarak mahallen merfûdur. كَاذِبٌ haber olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُخْزٖيهِ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi خزى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
كَاذِبٌ ; sülâsî mücerredi كذب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَارْتَقِبُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ رَق۪يبٌ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. ارْتَقِبُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ي mütekellim zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. مَعَ mekân zarfı رَقٖيبٌ ‘e mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَقٖيبٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.
ارْتَقِبُٓوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi رقب ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَيَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ
Ayet atıf harfi وَ ‘ la önceki ayetteki nida cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şuayb (a.s) ‘ın kavmine hitabında nidanın tekrarı ihtimama ve konunun önemine binaendir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l acüz ale’s sadr sanatları vardır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimenin sonundaki kesra, muzafun ileyhten ivazdır. Mütekellim zamirinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Nidanın cevap cümlesi olan اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen “yakında akıbetinizi ve ısrarınızın cezasını göreceksiniz” anlamında tehdittir. Dolayısıyla vaz edildiği anlamın dışında mana kazanan terkip, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
مَكَانَتِكُمْ bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Burada المَكانَةُ kelimesi kişinin büründüğü hal için müsteardır. Hal; onu kuşatan bir şeye benzetilmiştir. Adeta bir şeyi içeren mekânla sahibi birbirine karışmıştır. Veya المَكانَةُ; hale benzetilmiştir. Çünkü kişinin halleri, kişinin mekânını ve yerleştiği, karar bulduğu yeri gösterir. عَلى harfi de istiare-i tebeiyye yoluyla temekkün için kullanılmıştır. Bu da المَكانَةُ kelimesinin hal için müstear oluşuyla ilişkilidir. Çünkü عَلٰى, mekânla ilişkilidir. Bu istiare muraşşah olmuştur. Müşebbehün bih ile alakalı olan bir kelime müstear olmuştur. Mana şöyledir: Olduğunuz gibi kalın, çünkü sizi takip etmek gibi bir isteğim yok. Hitabın nida ile başlaması söylenecek olan şeyin önemi dolayısıyladır. Çünkü nida, nida edilenleri dinlemeye çağırır. İnatçı bir kavme yapılan nida, makamın karînesiyle tehdide delalet eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, En’am/135)
Keşşâf sahibi şöyle der: مكانة kelimesi masdardır. Bir şey veya bir kimse bir yere iyice yerleştiğinde, مكُن ve مكانة denilir. Bu kelime, “mekân (yer)” manasına da gelir. مَكَانٌ - مَكَانَةٌ ve مَقَامٌ - مَقَامَةٌ denir. Mana da “içinde bulunduğunuz yönde yani şirkte ve benden nefret etmede daim kalarak yapacağınızı yapın!” ya da “Bana düşmanlık etme güç ve enerjisine sahip olarak yapacağınızı yapın!” şeklindedir. “Şüphesiz ben de” Allah’ın bana sağladığı imkân ve vereceği yardım ve destek doğrultusunda yapacağımı “yapmaktayım!” (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ [Usûlünüze göre amel edin] ayeti aşırı tehdit ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir, Zümer/39)
Tehdidin emir kipi ile yapılması, ceza vaidini daha kuvvetli ifade içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s -Selîm, En’am/135)
Kur’an'da dört yerde geçen bu ayetteki اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ ifadesinin îrabı konusunda Âlûsî, iki farklı îrab vechi zikretmektedir. Âlûsî'nin tercih ettiği anlaşılan birinci îrab vechine göre مَكَانَتِ kelimesi masdar olup fiilinin mef‘ûlun bihidir. Bu îraba göre Âlûsî, ayete şöyle anlam vermektedir: (İmkanınızın ve gücünüzün son haddine kadar çalışın) (Âlûsî, Rûhu’l-Me‘ânî) Âlûsî, aynı ayetin geçtiği iki yerde bu şekilde anlam verirken diğer iki yerde Zümer/39, Hud/121 ise َkelimesinin مَكَانَتِ kelimesinin mecazen hal anlamında kullanabileceğini belirterek buna göre anlam vermeyi tercih etmektedir. (Harun Abacı, Kur’ân'ın Anlam Farklılaşmasına Îrabın Etkisi , Âlûsî Tefsiri Örneği)
اِنّ۪ي عَامِلٌۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsned olan عَامِلٌ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ cümlesiyle اِنّ۪ي عَامِلٌ cümlesi arasında mukabele ve müşakele sanatları vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Şuayb’ın (a.s) bu sözleri, onların güçlü oldukları, kendisini taşlamaya muktedir bulundukları ve onların arasında kendisinin aziz olmayan bir zayıf olduğu yönündeki iddialarını reddetmek içindir. Yahut siz içinde bulunduğunuz küfür, benim düşmanlığım ve diğer hayırsız işlerinizde sebat edin ve bana zarar vermek, bana karşı beslediğiniz kötü niyetinizi gerçekleştirmek ve benim için düşündüklerinizi kuvveden fiile çıkarmak için bütün çabalarınızı harcayın, demektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. İstikbal harfi سَوْفَ tehdit makamında, tekid ifade etmiştir.
سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif (erteleme) diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzarinin başına geldiklerinde tekid (vurgu) olurlar.
Cümle haber üslubunda geldiği halde tehdit kastı taşıması sebebiyle muktezayı zahirin hilafına olarak mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
تَعْلَمُونَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَذَابٌ kelimesi يَأْت۪يهِ fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Azabın bir şahıs gibi gelecek olması azabın şiddetini, azametini artırmaktadır. Ayrıca ayette azabın, rezil etmekle sıfatlanması onun korkunçluğunu tekit etmektedir. Bu mübalağalı ifadede istiare ve tecessüm sanatları vardır.
عَذَابٌ ’un tenkiri mübalağa ve korkutmak amaçlıdır. Tarifi mümkün olmayan nev ifade eder.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُخْز۪يهِ cümlesi, عَذَابٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayetteki muzari fiiller hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İkinci ism-i mevsûl birinciye matuftur. Sılası olan هُوَ كَاذِبٌ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan كَاذِبٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
اعْمَلُوا - عَامِلٌ - تَعْلَمُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ifadede ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. ‘Yakında bileceksiniz’ manasına, ‘gereken karşılığı göreceksiniz’ manası idmac edilmiştir. Kuvvetli bir vaid ifade etmektedir. Lazım söylenmiş, melzum kastedilmiştir. Bu açıdan mecazı mürsel vardır.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ cümlesi, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Tesvif harfi سَوْفَ ’den murad tekiddir. Çünkü iki tesvif harfi de - قَدْ harfinin mazi fiili tekidi gibi- müstakbel manayı tekid eder. Gelecekte muhakkak bileceklerini ifade eder. Şu an için bilene gelince, bunun gerçek olduğuna güveninden kinayedir. Onlar batıldadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr, En’am/135)
س harfinin dünyada gerçekleşecek olayları, سوف harfinin ise, ahirette gerçekleşecek olayları ifade etmek için kullanıldığı belirtilmiştir. (Necmettin Çalışkan, Abdurrahman Hasan Habenneke El- Meydânî Ve Tefsîri)
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ sözüyle yapılan tehdit; inkâr ve azarlamanın teferruatıdır. Mef’ûlün hazfi, korku uyandırmak içindir. Arkadan gelen cümleyle açıklanmıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr, Araf/123)
سَوْفَ ile başlayan sözü, Nuh (a.s), gemiyi yaptığı sırada kavmine söylemiştir. Bu da kavmin sonunun ve cezalandırılacağı günün yaklaştığına işaret etmektedir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Alâ Tarîki’t-Tefsîri’l-Beyânî, III, s. 304-305)
Zemahşerî, beyan ilminin pek çok güzellikler barındıran bir kolu olarak nitelediği konumuzda, atıf farkı dışında birbirleriyle aynı olan cümleleri karşılaştırmalı olarak inceleyerek önemli çıkarımlarda bulunur. Atıf yapılmadan, “سوف تعلمون …ileride bileceksiniz… ve ف atfıyla “فسوف تعلمون …ileride bileceksiniz” cümlelerinin karşılaştırmasında, ikinci kullanımın vasl edatıyla yapılan açık (zâhir) bir vasl; birinci cümlede ise gizli (hafî) vasl olduğunu söyler. Gizli vasl durumu, öngörülen bir sorunun cevabı olmak üzere isti’nâf cümlesi olarak takdir edilir. Söz konusu kullanımda “Peki biz yaptığımızı yapsak, sen de yaptığını yapsan ne olacak?!” sorusu mukadderdir ve taraflar arası açık veya kapalı bir diyaloğa işaret eder.
Zemahşerî, cümleler ve üslûbun hareketliliği (tefennün) üzerinde önemle durarak, istînâf takdirindeki cümlelerin daha belîğ olduğunu kaydeder. Müfessirin bu görüşlerini, onun cümlenin içerik ve bağlamını esas alan en belirleyici düşüncesiyle birlikte değerlendirmek gerekir. Zira cümlelerdeki bu tefennün, esas itibarıyla anlamdaki tefennün ve farklı noktalara vurgunun bir yansımasıdır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl, Hud Suresi/39)
Şuayb’ın (a.s) azabı rezil etmek vasfıyla vasıflandırması, onların kendisine vadettikleri taşlamaya tarizdir. Zira taşlamak, azap olmakla beraber aynı zamanda açık bir rezalettir. Nitekim ancak büyük bir cürüm, onu gerektirmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَارْتَقِبُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ رَق۪يبٌ
Cümle atıf harfi وَ ‘ la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetin sonunda müştakı zikredilen ارْتَقِبُٓوا kelimesinde irsâd sanatı vardır.
Ta’liliyye olarak fasılla gelen اِنّ۪ي مَعَكُمْ رَق۪يبٌ cümlesinin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. مَعَكُمْ car mecruru, konudaki önemine binaen, amili olan رَق۪يبٌ ‘e takdim edilmiştir.
رَق۪يبٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. İsim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
وَارْتَقِبُٓوا - رَق۪يبٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنّ۪ي مَعَكُمْ “Ben de sizinle beraberim.” ifadesinin ilave edilmesi, Şuayb’ın (a.s) kendine öz güvenini göstermektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | جَاءَ | gelince |
|
3 | أَمْرُنَا | emrimiz |
|
4 | نَجَّيْنَا | kurtardık |
|
5 | شُعَيْبًا | Şuayb’ı |
|
6 | وَالَّذِينَ | ve kimseleri |
|
7 | امَنُوا | iman eden(leri) |
|
8 | مَعَهُ | onunla birlikte |
|
9 | بِرَحْمَةٍ | bir rahmetle |
|
10 | مِنَّا | tarafımızdan |
|
11 | وَأَخَذَتِ | ve aldı |
|
12 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
13 | ظَلَمُوا | zulmeden(leri) |
|
14 | الصَّيْحَةُ | bir çığlık |
|
15 | فَأَصْبَحُوا | ve kaldılar |
|
16 | فِي |
|
|
17 | دِيَارِهِمْ | yurtlarında |
|
18 | جَاثِمِينَ | diz çökmüç olarak |
|
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا
وَ istînâfiyyedir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَمْرُ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı نَجَّيْنَا شُعَيْباً ’dır.
نَجَّيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. شُعَيْباً mefûlün bih olup fetha ile mansubdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذٖينَ atıf harfi وَ ile شُعَيْباً ‘e matuftur. İsm-i mevsûlün sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَعَ mekân zarfı اٰمَنُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِرَحْمَةٍ car mecruru نَجَّيْنَا fiiline mütealliktir. مِنَّا car mecruru بِرَحْمَةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir. c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
نَجَّيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. تِ te’nis alametidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذٖينَ mukaddem mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الصَّيْحَةُ kelimesi اَخَذَ ‘nin faili olup damme ile merfûdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصْبَحَ nakıs, mebni mazi fiildir. كان gibi isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
اَصْبَحُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. يُصْبِحُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. فٖي دِيَارِهِمْ car mecruru جَاثِمٖينَ ’ye mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَاثِمٖينَ kelimesi اَصْبَحُوا ’nun haberi olup, nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
اَصْبَحُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi صبح ‘dır.
جَاثِمٖينَ ; sülâsî mücerredi جثم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubunda gelen terkipte لَمَّا edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَ اَمْرُنَا şart cümlesi, لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Veciz ifade kastına matuf اَمْرُنَا izafetinde azamet zamirine muzâf olan اَمْرُ , şan ve şeref kazanmıştır.
جَٓاءَ اَمْرُنَا cümlesinde istiare sanatı vardır. اَمْرُ kelimesi جَٓاءَ fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Emrin bir şahıs gibi gelecek olması onun şiddetini, azametini artırmaktadır. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
جَٓاءَ اَمْرُنَا [Emrin gelmesi] ifadesi azap vaktinden kinayedir. Ayrıca bu ibarede emrin جَٓاءَ fiiline isnadı aklî mecazdır.
جَٓاءَ اَمْرُنَا ifadesindeki جَٓاءَ (geldi) fiilinde tebei istiare vardır. Gelmek masdarı ‘olmak, vuku bulmak’ anlamında müstear olmuştur. Sonra bu masdardan mazi fiil türetilerek tebei istiare kurulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi sayfa 218, Enbiya Suresi 18 açıklamasından)
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا [Emrimiz geldiğinde] ifadesindeki اَمْرُنَا, azaptan kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نَجَّيْنَا fiilinin, azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
نَجَّيْنَا fiilinin mef’ûlüne matuf olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا مَعَهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
İman edenlerin ism-i mevsûlle belirtilmesi, o kişilerin bilinen kişiler olduğuna işaret etmesinin yanında, tazim de ifade eder.
نَجَّيْنَا fiiline müteallik olan بِرَحْمَةٍ car-mecrurundaki nekrelik, kesret nev ve tazim ifade eder.
مِنَّاۚ car-mecruru, بِرَحْمَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
بِرَحْمَةٍ ‘deki ب sebebiyyedir. Allah Teâlâ’nın onlara olan rahmeti, kurtuluşlarının sebebi olmuştur. Rahmetten murad ise Allah Teâlâ’nın onlara olan lütfudur. Zira eğer onlara merhamet edilmemiş olsaydı yok olacaklardı ve bu yok oluş, kâfirler için bir ceza, müminler için de ancak bir imtihandı. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Hud/58)
Ayetin bu kısmı, daha önceki kıssalarda ufak farklılıklarla tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin.
اَنْجَيَ fiili, افعال babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)
22. ayette Salih (a.s), 57. ayette Hud (a.s), 66. ayette Salih’e (a.s), bu ayette de Şuayb’a (a.s) hitaben Allah Teâlâ aynı kelimeleri kullanmıştır. Reddü’l-acüz ale’s-sadr, tekrir ve iktibas sanatı diyebiliriz.
Emrimiz gelince; azabımız gelince demektir. Nitekim “Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini yakında öğreneceksiniz.” (Hud Suresi 39) ifadesinden de bu anlaşılmaktadır. Yahut azabımızın vakti gelince, demektir. Zira beklemek, bunu bildirmektedir.
Burada Allah tarafından ihsan edilen rahmet, O'nun tarafından muvaffak kılındıkları imandır yahut O'nun tarafından kendilerine ihsan edilen merhamettir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ
Cümle atıf harfi وَ ‘ la şartın cevabına atfedilmiştir.Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Mef’ûl konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘ nin sılası olan ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûlün, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmesi takdim-tehir sanatıdır. Zalimlerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, o kimseleri tahkir amacına matuftur.
فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِمٖينَ cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Nakıs fiil اَصْبَح ’nın dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. ف۪ي دِيَارِهِمْ car mecruru, ihtimam için amili olan جَاثِم۪ينَ ’ye takdim edilmiştir.
اَصْبَح ’nın haberi olan جَاثِم۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek durumun sübut ve sürekliliğine işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف۪ي دِيَارِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen دِيَارِ , mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf kullanılmıştır. Çünkü diyar, ülke, zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. O diyarda yaşayanlar, bir kabın içinde muhafaza edilen şeye benzetilmiştir. Camî, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
ظَلَمُوا - بِرَحْمَةٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
جَاثِم۪ينَ fiili Kur’an’da 5 yerde geçmiştir. Araf, Hud, Ankebut Sureleri, hepsi Salih ve Şuayb (a.s) kavmi hakkındadır. Yüzü koyun yatmak, çömelmek, tünemek demektir. Buna çok benzeyen ve farklı bir kökün türevi olan جاثية kelimesi de diz üstü oturmak demektir ve 1 kere geçmiştir.
Ayetin bu son cümlesi, 66. ayetin tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
İsim cümlesi sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesi yenilenme ve tekrarlanma ifade eder.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela: fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden de başlayıp halen devam ettiği kastediliyor ise aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, S. 190,191)
وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ sözü istiaredir. Çünkü gerçek anlamda “alınıp yakalanma (اخذ)” ile sadece cisimler nitelenir. “Korkunç gürültü (الصَّيْحَةُ)” ise bir tür ses olduğundan bir arazdır. Sadece kulaklara daha kuvvetli çarpan, kalplere ziyadesiyle korku ve ürperti salan sestir. Burada kastedilen şudur: Onların helak edilmeleri “korkunç gürültü” yüzündendir. “O korkunç gürültü onları tutup yakaladı yani onları öldürdü, hepsinin hakkından geldi” denilmesi güzel olmuştur. (Almak, tutmak ve yakalamak (اخذ), helak etmenin lâzımı olduğundan, أخذ helak etmekten kinayedir.) (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
Bir görüşe göre Cebrail korkunç bir sesle onlara gürledi de onlar hemen helak oldular. Araf Suresi ile Ankebut Suresi’nde ise “Onları saika yakalayıverdi.” denilmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi herhalde bu zelzele, ona sebep olan havanın dalgalanmasını meydana getiren o korkunç sesin devamında gerçekleşmiş ve onlar, bulundukları yerden hiç ayrılamadan can vermişlerdir.
Ayette Şuayb (a.s) ve onunla beraber iman edenlerin kurtarılmasının, onların helakından önce zikredilmesi, buna daha fazla önem verildiğini belirtmek ve ilâhlığın gereği olan rahmetin, onların suçlarının gereği olarak eseri ortaya çıkan gazaptan önce geldiğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Cenab-ı Hakk, الصَّيْحَةُ (ses) kelimesini, daha önce bahsedilmiş malum bir sese işaret olmak üzere elif-lamlı olarak zikretmiştir. O belli sayha da Cebrail’in (a.s) sayhası (narası)’dır. “Onlar yurtlarında diz üstü çökekaldılar.” جَاثِم۪, “yerine, ayrılmayacak şekilde yapışıp kalan” demektir. Yani Cebrail (a.s) onlara o narayı attığında, her birinin canı oldukları yerde çıkıverdi. “Sanki onlar orada hiç oturmamışlardı.” yani “Sanki onlar, o yurtlarında alıp satan, gidip gelen diriler değillerdi.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ اَلَا بُعْداً لِمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ۟
كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ
Önceki ayetteki اَصْبَحُوا ’nun ikinci haberi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. كَاَنْ edatı كَاَنَّ ’den muhaffefedir. İsmi mahzuftur. Takdiri, كأنهم şeklindedir. لَمْ يَغْنَوْا cümlesi, كَاَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَغْنَوْا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. فٖيهَا car mecruru يَغْنَوْا fiiline mütealliktir.
Hafifletilmiş olan كَأَنْ aynı كَأَنَّ gibi isim cümlesinin başına gelir. İsmi mahzuf şan zamiri, haberi de isim veya fiil cümlesi olur. Eğer müsbet (olumlu) fiille başlayan fiil cümlesi olursa başına قَدْ , menfi (olumsuz) cümle olursa لَمْ gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَا بُعْداً لِمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ۟
اَلَا tenbih edatıdır. بُعْداً mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, أبعدوا (uzak oldular) şeklindedir. لِمَدْيَنَ car mecruru بُعْداً ’e müteallik olup, gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır.
كَ harf-i cerdir. مَا ve masdar-ı müevvel كَ harf-i ceriyle بُعْداً ’e mütealliktir.
بَعِدَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. ثَمُودُ fail olup damme ile merfûdur.
اَلَا ;konuşmacı dinleyenlerin dikkatini çekmek,onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır.Onun için bu edata istiftah ve tembih edatı denilmiştir.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ
Ayet önceki ayetteki اَصْبَحُوا ’deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كانّ den muhaffefe كَاَنْ ’nin ismi, mahzuftur.
Muhaffeffe كانَّ ’nin dahil olduğu لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَا cümlesi, haberidir. Tekid ve teşbih ifade eden كَاَنْ ‘in dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan fiil لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَا cümlesi, كانَّ ’in haberidir. Haberin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh o yaşayan kişiler, müşebbehe bih yaşamayanlardır.
كانَّ , çoğunlukla müşâbehet için kullanılır. Bu ayette olduğu gibi bu harfi müşebbeh ve müşebbehün bih takip eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَا ibaresinde beldeye ait zamire dahil olan ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen دِيَارِ , mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf kullanılmıştır. Çünkü diyar, ülke, zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. O diyarda yaşayanlar, bir kabın içinde muhafaza edilen şeye benzetilmiştir. Camî, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
Bu cümle, 68. ayetin aynen tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir.
Semûd kavminden bahseden kısım, öncesinde ve sonrasında Medyen’den söz edildiği için asıl konu arasına girmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları) İstitrat sanatına örnek teşkil eder.
Bu sanatta muhatap belli bir konuyla alakalı sözleri dinlerken mütekellim aniden başka bir konuya geçer. Böylece muhatabın sıkılmasına engel olur, kelama heyecan katar. Muhatabın zihni aktif hale geçer. İlk konuyu dinlemeye hazır hale gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî İlmi)
اَلَا بُعْداً لِمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. بُعْداً , takdiri; بعدت (Uzak oldu) olan mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakıdır. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Teşbih harfi ك ‘nin dahil olduğu masdar harfi مَا , mef’ûl olan بُعْداً ’e mütealliktir.
كَ teşbih harfidir. Müşebbeh Medyen, müşebbehe bih Semûd’dur. Müfredin müfrede benzetildiği ayetteki teşbih, teşbih edatı ve vech-i şebeh olan بُعْداً zikredildiği için mufassal, mürseldir.
لِمَدْيَنَ - ثَمُودُ۟ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Mesafedeki genişlik manasındaki بُعْداً kelimesinde istiare sanatı vardır. Allah’ın rahmeti ile bu kavimler arasındaki alakasızlık uzaklığa benzetilmiştir. بُعْداً , cinsindeki şiddeti ifade etmek için müstear kılınmıştır.
اَلَا بُعْداً لِمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ۟ [Dikkat edin Semûd'un uzaklığı gibi Medyen için de uzaklık] sözüyle onların helakı Semûd kavminin helakına benzetilmiştir. Bu benzetmenin sebebi, her ikisinin de sayha (korkunç bir ses) ile helâk olmasıdır. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 223)
Medyen kavmi Semûd kavmine benzetilmiş, çünkü her ikisi de korkunç ses azabıyla helak edilmişlerdir. Şu farkla ki o korkunç ses, Medyen kavmine gökten inmiş; Semûd kavmine ise yerin altından gelmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Burada بَعِدَتْ fiilinin sarahaten gelmesi ile yukarıdan beri devam edegelen masdarının da manası açıklık kazanmıştır. Zira masdarı قُرْب (yakın) kelimesinin zıt anlamlısı olarak uzak olmak anlamına geldiği gibi bir de yok olmak, helak olmak anlamına gelir. Çünkü helak olan dünyadan ve bulunduğu yerden uzak olmuş olur. Ve aralarındaki farkı belirtmek için öncekinin fiili “ayn”ın dammesiyle beşinci baptan kullanıldığı halde helak manasına olanın mazi sıygasında “ayn”ın kesri ve muzaride fethi ile dördüncü babtan kullanılır.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَٓا fail olarak mahallen merfûdur. مُوسٰى mef’ûlün bih olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
بِاٰيَاتِنَا car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamir نا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. سُلْطَانٍ atıf harfi و ' la makabline matuftur. مُبٖينٍ kelimesi سُلْطَانٍ 'ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُبٖينٍ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
اَرْسَلْنَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Veciz ifade kastına matuf بِاٰيَاتِنَا izafetinde azamet zamirine muzâf olan اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.
اَرْسَلْنَا fiiline müteallik بِاٰيَاتِنَا car-mecruruna tezayüf nedeniyle atfedilen سُلْطَانٍ ’deki nekrelik, tazim ve nev ifade eder.
مُب۪ينًا۟ kelimesi سُلْطَاناً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مُب۪ينًا۟ , rubaî mezid أَبانَ fiilinin ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sülasi fiillerin dışındaki fiillerin sıfat-ı müşebbeheleri, kendi ism-i failleridir.
Musa'nın (a.s) getirdiği delile سُلْطَانًا denmesi; muhatabı boyun eğmeye mecbur bırakması dolayısıyladır. Musa kıssası bu surede geçen yedinci ve son kıssadır.
بِاٰيَاتِنَا ve وَسُلْطَانٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مُب۪ينٍ : Bilindiği gibi إبان ’den ism-i faildir. إبان ise hem lâzım hem de müteaddi olur. Lâzım olunca مُب۪ينٍۙ “açık” demektir. Müteaddi olunca mübeyyin anlamına gelir, açıklayıcı, aydınlatıcı veya furkan anlamına ayırıcı demek olur. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Ayette geçen سُلْطَانًا kelimesinin manası, hüccet ve delil demektir. Bu kelimenin izahı hususunda şu görüşler ileri sürülmüştür
a) Bu kelime, kendisiyle kandilin tutuşturulup yandığı “susam yağı” kelimesinden türemiştir. Kendileri sayesinde insanlar haklarını elde edebildikleri için hükümdarlara ve ümerâya “sultanlar” denilmiştir.
b) Arapçada سُلْطَانًا kelimesi hüccet demektir. Hüccet ve burhan sahibi olduğu için hükümdara da “sultan” denilmiştir.
c) Leys şöyle demiştir: “Sultan” kudret demektir. Çünkü bu kelime تَسْلِيط kelimesindendir. Bu izaha göre سُلْطَانُ الْمَلِكِ ifadesinin manası, “hükümdarın kuvvet ve kudreti” demektir. Bâtılı defedip savaştırmaya kudreti olduğu için “burhan”a (aklî delile) de “sultan” ismi verilmiştir.
d) İbni Dureyd şöyle demektedir: “Her şeyin sultanı, o şeyin keskinliği demektir. Bu kelime الْلِّسَانُ السِّلِيطُ ‘keskin dil, tenkit edici dil’ ifadesinden alınmıştır. السَّلَاطَةُ kelimesi de keskinlik ve hiddet anlamındadır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ayette geçen, “apaçık delil, hüccet”ten maksat, Hz. Musa'ya verilen değnektir. Asa Hz. Musa'ya verilen mucizelerin en meşhurudur. Bu böyledir. Çünkü Cenab-ı Hakk, Hz. Musa'ya apaçık olan dokuz mucize vermiştir ki bunlar şunlardır: Asa, yed-i beyza, tufan, çekirge istilası, bit istilası, kurbağa istilası, suların kana çevrilmesi, ürünlerin noksanlaşması ve insanların ölümü. Bazı alimler ürünlerin ve insanların noksanlaşması yerine Tûr Dağı'nın kökünden sökülüp İsrailoğullarının üzerlerinde durdurulmasını ve denizin yarılmasını saymışlardır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Alimler, “hüccet”in, niçin سُلْطَانٍ diye isimlendirildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak bazı muhakkikler şöyle demişlerdir: Sultan'ın padişahın başkasını ezip geçmesi gibi delili olan kimse de münazara esnasında delili olmayan kimseyi ezip geçer. İşte bundan dolayı “hüccet”e, سُلْطَانٍ ismi verilmiştir. Zeccâc ise şöyle demiştir: “Sultan” hüccet anlamındadır; o, yeryüzünde Allah'ın hücceti olduğu için sultan adını almıştır. Bu kelime salît (susam yağı) kelimesinden iştikak etmiştir ki bu “aydınlanma vasıtası olan şey” demektir. Zeytinyağına, “Salît” denilmesi de bu manadadır. Bu hususta şöyle bir üçüncü görüş daha vardır. سُلْطَانٍ kelimesi taslit (musallat-hükümran kılmak)'den türemiştir. Alimlere ilmî kuvvetlerinin mükemmel olması sebebiyle sultan denilmiştir. Krallara da kendilerindeki güç ve kuvvet sebebiyle bu ad verilmiştir. Ancak ne var ki alimlerin saltanatı, krallarınkinden daha mükemmel ve daha güçlüdür. Zira ulemanın saltanatı, neshi ve azli kabul etmez. Meliklerin saltanatı ise azlolunmayı ve neshi kabul eder. Kralların saltanatı ulemanın saltanatına tâbidir. Ulemanın saltanatı, peygamberlerin saltanatı cinsindendir. Kralların, meliklerin saltanatı da firavunların saltanatı cinsindendir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Görülüyor ki burada da atfın üslubu değiştirilmiş “biz gönderdik” diyerek kasem ve fiil tekrarlanmış, ayrıca tasrih olunarak konu vurgulanmıştır. Böylece Hz. Musa'nın da Hz. Nuh ve Hz. İbrahim gibi bir tarih başlangıcı, bir dönüm noktası olduğuna dikkat çekilmiş ve işaret edilmiştir. Özellikle doğrudan doğruya Nuh kıssasına bağlanmasıyla da onun bir benzeri olduğuna dolaylı bir telmih yapılmıştır. Çünkü bu olayda da bir tufan ve suda boğulma meydana gelmiştir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Cenab-ı Hak, 'Biz onların, buzağıya tapmalarından dolayı köklerini kazımayıp, bilakis onları affettik ve Musa 'ya da apaçık bir hüccet verdik" buyurmuştur. Yani, "Hz Musa'nın kavmi, her ne kadar karşı koymuş ve inatlaşmada ileri gitmişlerse de, biz o Musa'ya yardım ettik ve O'nu kuvvetlendirdik. Böylece Musa'nın nübüvvet davası büyüyüp gelişti, hasmı ise gücünü ve kuvvetini kaybetti" demektir. İşte bu ifadede Hz Peygamber (s.a.v)'e, o kâfirlerin her ne kadar kendisine karşı inat edip direnseler bile sonunda O'nun onlara hükümran olup, onları ezeceğine dikkat çekme ve işaret etme yoluyla bir müjde vardır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l - Gayb)
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاتَّـبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاتَّـبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ
اِلٰى فِرْعَوْنَ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline müteallik olup, gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır. مَلَا۬ئِهٖ atıf harfi وَ ’la فِرْعَوْنَ ’ye matuftur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir ه muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّـبَعُٓوا damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَمْرَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. فِرْعَوْنَ muzâfun ileyh olup, gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّـبَعُٓوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ
مَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَشٖيدٍ cümlesi, hal olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. مَٓا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref, haberini nasb eder.
اَمْرُ kelimesi مَٓا ’nın ismi olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. فِرْعَوْنَ muzâfun ileyh olup cer alameti fethadır. Gayri munsariftir. بِ harf-i ceri zaiddir. رَشٖيدٍ lafzen mecrur, َٓما ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاتَّـبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ
اِلٰى فِرْعَوْنَ car-mecruru önceki ayette geçen اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. وَمَلَا۬ئِه۪ , temasül nedeniyle اِلٰى فِرْعَوْنَ ‘ye atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اتَّـبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَ cümlesi, فَ ile mukadder istinafa atfedilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Veciz ifade kastına matuf اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ izafeti, فِرْعَوْنَۚ ‘ye muzâf olan اَمْرَ ‘ye, tahkir ifade eder.
اتَّـبَعَ fiilinin اَمْرَ ‘ ya nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan tabi olma fiili emre isnad edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Emir, arkasından gidilen takip edilen bir kişiye benzetilmiştir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır.
فَاتَّـبَعُٓوا [İttibâ ettiler/uydular] buyurularak firavunun emrine ittibâ etmeleri/uymaları mübalağalı bir şekilde ifade edilmiştir. Malum olduğu üzere اتبع fiili iftiâl babındandır ve تبع fiilinden farklı olarak mübâlağa, teksir ve içtihat ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 225)
Musa'nın peygamberliği, firavunun bütün kavmi için olduğu halde yalnız kavminin önde gelenleri zikre tahsis edilmiş, çünkü görüş bildirmek ve yönetmek noktasında onlar asıldır; diğerleri ise fikirde de idarede de onlara tâbidir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Firavunun küfrü ve önde gelenlerine bunu emretmesi, kesindir; sarih olarak zikrine gerek yoktur; hallerinin zikrine gerek olan ancak onun önde gelenleridir ki onlar, kendilerini hidayete davet eden ile dalalete çağıran arasında bulunuyorlar. İşte bunların kötü seçimleri teşhir edilmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ
Hal وَ ’ıyla gelen وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.
مَٓا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir. Müsned olan بِرَش۪يدٍ ’deki بِ harfi zaiddir. Tekid ifade eder. Cümledeki olumsuzluk yanında haberin başına بِ harfinin gelmesi olumsuzluğu tekid etmiş, bunun hiçbir ihtimali olmadığını ifade etmiştir.
وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ ifadesinde istiare sanatı vardır. اَمْرُ [emir], ism-i fail veznindeki بِرَش۪يدٍ ‘e isnad edilerek kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
مَٓا اَمْرُ - اَمْرَ arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.
Zamir makamında zahir olarak فِرْعَوْنَ kelimesinin ayette üçüncü kez tekrarlanmasında ıtnâb, iltifat ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Müsned olan بِرَش۪يدٍ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zâiddir. Olumlu cümlelerde لِ harfinin tekit ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَٓا 'nın haberinin başında gelen بِ harfinin de tekid bildirdiğini söyler. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)
وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ [Halbuki firavunun emri, kesinlikle reşîd değildi.] cümlesinde, olumsuzluk harfi olarak gelen مَٓا, isim cümlesine dahil olmuş ve haber بِ harfi ile tekid edilmiştir. Bütün bunlar firavunun emrinin yerinde olmadığı manasını tekidli ve mübalağalı bir şekilde vurgular. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 225)
Burası aslında zamir mevkii iken “Onun emri değildir.” denilmeyip de doğrudan doğruya firavunun isminin sarahatle ifade edilmesi çok anlamlıdır. Zira öncekinde firavunun şahsı, bu ikincide vasfı kastolunmuştur. Çünkü firavun ismi fesada, bozgunculuğa, zorbalık ve zulme, sapmaya ve saptırmaya delalet etmesi ile meşhurdur. Bundan dolayı önceki özellikle firavunun emri demek olduğu halde ikincisi genellikle firavun emri yani firavun kısmının emri demek olur. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Yürürken bir yerde durdu ve elindeki sopasını toprağa sapladıktan sonra: ‘Bu topraklarda, bir zamanlar senin benim gibi insanların yaşadığını biliyor muydun?’ dedi. Etrafa bakındım. Görünürde hiçbir şeyin olmadığı bir yerdeydik. Zamanında birileri yaşadıysa da, arkalarında hiçbir iz bırakmadan gitmişlerdi. ‘Allah’a kulluk etmek için yaşamaları gereken dünyada, kendilerini ve her şeyi yaratan Allah’a isyan ettiler. Medyen’i, Ad’ı, Semud’u ve Nuh’un kavmini de duydun mu?’ diye sordu. Başımı evet dercesine salladım. ‘Sonunun onlar gibi olmaması için ne yapıyorsun?’ sorusuna hazırlıksız yakalanmıştım. Çocukluğumda da aniden sorulan soruları sevmezdim. Cevabını bilsem dahi, öğretmenimin yüzüne boş boş bakardım. Konuşmaya devam edince anladım ki zaten cevap beklemiyordu. ‘Gel, buraya uğrayıp ibret alanlardan olmak için dua edelim.’
Ey merhameti ve sevgisi sonsuz olan Allahım! Beni bağışla. Tövbesini samimi edenlerden ve tövbesini kabul buyurduklarından eyle kalbimi. Tövbe ettiğim günahlardan uzak tut yolumu. Nefsinin hallerine kandığı için günah işlemeye sürüklenenlere benzemekten koru halimi. Belki gururuna yenildiği için, belki de duydukları hoşuna gitmediği için, belki de karşısındakini küçümsediği için; hakkı hatırlatanlara sırtını dönenlere benzeme tehlikesinden kurtar nefsimi. Senden gelen nice hayır ve rahmet vesilelerini, kendi ayağıyla tepenlerden ve öğrendikleriyle yaptıkları boşa çıkanlardan olmaktan koru beni. Yaşadıklarından, gördüklerinden ve işittiklerinden ibret alanlardan ve aldığı ibretlerle hayatında ve kendisinde gereken değişiklikleri yapanlardan eyle beni.
Amin.
***
Önyargı, birçok insanın hayatında ve başkalarına dair geliştirilen bakış açılarında yerleşiktir. Ne yazık ki, dünyada üstün kabul edilen özelliklerin bulunduğu ortamlarda önyargının yüzdesi düşmektedir. Zira onlara göre dünyada kazandıran, dünyalık üstünlüklerdir.
Sosyal medyayla beraber dünya avuçların arasına sığsa bile önyargılı yaklaşımlar artarak devam etmektedir.
Ten renginin açık olması, belirlenen standartlara uyum sağlanması, bu uyumluluğun hal tavırdan okunması ve dini öğretilerin dışına taşılması gibi üstünlükler önemlidir. Bunların dışında kalanlarla ilgili küçümseyici genellemeler desteklenerek neredeyse her topluma yayılmıştır.
Öyle ki, benzer ortamlarda yaşayanların arasında bile önyargılar filizlenir. Zira çoğunluğun derdi üstünlüğünü ispattır.
Bu yüzden de kelimelerden önce konuşana bakılır. Koyu tenlilerdense açık tenliler, dindar görünenlerdense görünmeyenler, toplumda belli bir mertebeye ulaşmışlar gibi belli üstünlüklere sahipler öne itilir. Zira, kimin daha çok kişiye ulaşacağı net bir şekilde bellidir.
Ne yazık ki, yeryüzünde yaşanan herhangi bir krizle beraber bu gerçekler birer tokat gibi insanın yüzüne çarpmaktadır.
Allah’a teslimiyete sırt çevirenlerin sebebi de bir demet önyargıdır. Sıradan bir insan gibi yaşayanın Allah’a itaate davet etmesi ve toplumun zayıf kişilerinin iman etmesi; onları rahatsız etmektedir. O kadar ki, Allah’ın gönderdiği gerçeği doğru düzgün dinlemeden inkar ederler.
Ey merhameti ve sevgisi bol olan Allahım! Önyargılardan dolayı hataya düşmekten, haksızlık yapmaktan ve gönül kırmaktan Sana sığınırız. Dünyalıklara dalındığı için hakikati görememe veya işitememe cahilliğinden muhafaza buyur. Sahip olduğumuz üstünlükleri üstünlük olarak görmekten vazgeçenlerden, Senin yolundan uzaklaştıran üstünlük diye kabul görenlerden sakınanlardan, nimetlerinin hepsi için Sana şükür edenlerden ve gözü gönlü tok olup her zaman mütevazi davrananlardan eyle.
Amin.