14 Ocak 2025
Hûd Sûresi 98-108 (232. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hûd Sûresi 96. Ayet
Sûrenin 25. âyetinden itibaren buraya kadar bazı peygamberlerin kıssaları, getirdikleri mesaj, inkârcılara karşı verdikleri mücadele ve bu mücadelenin sonucu hakkında açıklamalar yapıldı. Bu âyetlerde de Hz. Mûsâ’nın önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dini ihya etmek üzere mûcize ve delillerle Firavun’a ve ileri gelen çevresine gönderildiği ifade edilmektedir (Mûsâ ve Firavun hakkında bilgi için bk. Bakara 2/49 vd.; A‘râf 7/103-156; mûcizeler hakkında bilgi için krş. A‘râf 7/133; İsrâ17/101). Firavun ve çevresindekilerin inkârcılıkta direnmeleri sebebiyle sonlarının önceki kavimlerin sonuna benzediğine işaret edilmektedir. Çünkü Firavun Allah’ın varlığına inanmıyor, her ülke halkının görevinin mutlak surette kendi hükümdarına itaat etmek olduğunu ileri sürüyor, ayrıca kendisinin en büyük tanrı olduğunu iddia ediyordu (bk. en-Nâziât79/24). Bu sebeple Hz. Mûsâ’nın tebliğ ettiği ilâhî emirleri kabul etmedi, çevresine de bunları kabul etmemelerini, Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları hakkında sert tedbirler almalarını emretti. Hakkın karşısına dikilen zorba güçler, genel olarak çevrelerini ve emirleri altında olanları peşlerinden sürüklemektedirler. Oysa Kur’an Allah’a isyan konusunda (ana-baba dahil) hiç kimseye itaat etmeye müsaade etmemektedir; aksine böyle bir durumda hem yöneteni hem de yönetileni eşit derecede sorumlu tutmaktadır. Nitekim 98. âyette Firavun ve onun peşine düşen halkın tuttukları yolun başta Firavun olmak üzere hepsini cehenneme götürecek bir yol olduğu ifade edilmiş, 99. âyette de genel olarak insanların önderlerini ve rehberlerini dikkatli ve bilinçli seçmeleri gerektiğine işaret edilmiştir.
Hûd Sûresi 98. Ayet

يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَۜ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ  ...


Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne geçecek ve onları ateşe götürecektir. Ne kötü varış yeridir orası!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَقْدُمُ öncülük ederek ق د م
2 قَوْمَهُ kavmine ق و م
3 يَوْمَ günü ي و م
4 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
5 فَأَوْرَدَهُمُ sürükler و ر د
6 النَّارَ ateşe ن و ر
7 وَبِئْسَ ne fena ب ا س
8 الْوِرْدُ bir yerdir و ر د
9 الْمَوْرُودُ vardıkları yer و ر د
ورد Verade : وُرُود kelimesinin asıl manası suyu aramak /suya yönelmektir. وِرْد akabinde içine girilsin ya da girilmesin suya gelmek veya ulaşmaktır. Aynı zamanda وِرْد humma/sıtmanın belirli aralıklarla tuttuğu nöbet günü de demektir. Kötülük ve fenalığını ifade etmek için cehennem ve ateşle ilgili de kullanılır. وارِد topluluğun önüne geçip onlara su veren kişidir. Yine وَرْد sözcüğü de suya doğru giden anlamındaki bu kökten gelmektedir ve her ağacın senenin ilk meyvesinden önce gelen çiçeğidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri vârid olmak, vâridat, vird, evrad, irad ve vûruddur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَۜ 

 

Fiil cümlesidir.  يَقْدُمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. قَوْمَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَوْمَ  zaman zarfı  يَقْدُمُ  fiiline mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَوْرَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. النَّارَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَوْرَدَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  ورد ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  بِئْسَ  camid fiil olup zem fiillerindendir.  الْوِرْدُ  kelimesi  بِئْسَ ’nin faili olup damme ile merfûdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, مكان الورد  şeklindedir. الْمَوْرُودُ  kelimesi  بِئْسَ  fiilinin mahsusudur.  

الْمَوْرُودُ  mahzuf mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur. Takdiri, هو  şeklindedir. 

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

Failinin  ال ’lı gelmesi,  Failinin  ال ’lı İsme Muzaf Olarak Gelmesi,  Bu fiillerin  مَا  Harfine Bitişik Olarak Gelmesi,  Failinin İsm-i Mevsûl Olarak Gelmesi. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمَوْرُودُ  sülâsî mücerredi  ورد  olan fiilin ism-i mef’ûludur.

يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَ  cümlesi, atıf harfi  فَ  ile istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Muzari sıygadan mazi sıygaya iltifat sanatı vardır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımlarda mecâz-ı mürsel sanatı vardır. 

Ayetin sonunda müştakı zikredilen  اَوْرَدَهُمُ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Ayetin  فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَۜ   [onları ateşe götürecek] cümlesinde istiare-i mekniye sanatı vardır. Çünkü burada ateş, suya benzetilmiştir. Müşebbehün bih (su) hazfedilmiş, onunla ilgili olan  ورود (suya götürülmek) kelimesiyle ona işaret edilmiştir. Bu hususu müfessirimiz o veciz üslubuyla net bir şekilde şöyle ortaya koyar: “Ateş kelimesi su yerine konulmuş, su lafzına işaret etmek üzere de  مَوْرُودُ  (suya götürmek) lafzı kullanılmıştır. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl III, 258 - Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَ [Ve onları ateşe sürüklemiş olacaktır.] Onları ateşe sokmuş olacaktır. Burada ayet mazi lafzı ile zikredilmiş, mana ise gelecekte onları ateşe sokacağı şeklindedir. Meydana geleceği muhakkak olan bir şey ise olmuş gibidir. İşte bundan dolayı; muzari yerine mazi fiil kullanılabilir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân) 

فَاَوْرَدَهُمُ  cümlesinin mazi olarak gelişi, bu îradın vukuunun gerçekliğini tenbih içindir. Ancak onun karînesi olan  يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  sözü bunun mazide olmadığına işaret eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  


  وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ  cümlesi, gayri talebî inşâî isnaddır. الْوِرْدُ , zem anlamı taşıyan camid fiil  بِئْس ’nin failidir. 

Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zem fiilinin mahsusu olan  الْمَوْرُودُ , takdiri  هو  olan mübteda için haberdir. Veya  هو الْمَوْرُودُ  cümlesi, zem cümlesi için tefsiriyyedir. Ya da  الْمَوْرُودُ , zem fiilinin mahzuf mahsusu için sıfattır.

Bu hazifle, muhatabın muhayyilesi harekete geçirilerek, cehennemin korkunçluğunu, kayıtlamadan, serbestçe tahayyül etmesi sağlanmıştır. 

اَوْرَدَ - وِرْدُ - مَوْرُودُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

قِيٰمَةِ - قْدُمُ - قَوْمَ  kelimeleri arasında gayrı tam cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder. Bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir.

Zira  ورود  lafzı, aslında su almak için suya gitme manasında kullanılır. Burada ateş, alınmak üzere kendisine gidilen suya benzetilmiştir. Müşebbeh zikredilmiş, müşebbehün bihe mülayiminden olan  ورود  lafzıyla işaret edilmiştir. Dolayısıyla bu istiare, istiare-i mekniyyedir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

فَأوْرَدَهُمُ النّارَ وبِئْسَ الوِرْدُ المَوْرُودُ  ifadesinde الإيرادِ  kelimesi istiare yapılarak kullanılmış olup fiil çekimiyle kelimeye, kişinin insanların önüne geçip onları azaba götürmesi anlamı verilmiştir. Burada istiare çeşitlerinden istiâre-i tehekkümiye vardır, nitekim normalde  الإيرادَ  kelimesi (birilerini arkasına katıp) sulamaya götürme manasında gelirken, burada kavmini arkasına alıp azaba götürmek manasında asıl mananın tam tersi (zıddı) bir manada müstear olarak kullanılmıştır.(Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Ayetin devamında yer alan  وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ  [Varılacak o yer ne kötü bir yerdir.] cümlesi önceki ifadeyi tekid etmektedir. Çünkü suya, normal olarak susuzluğu gidermek, ciğerleri serinletmek için gidilir. Ateş ise susuzluğu artırır, ciğerleri parçalar. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl III, 258, Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Hûd Sûresi 99. Ayet

وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ  ...


Onlar, hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. Ne kötü destektir onlara verilen destek!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأُتْبِعُوا onlar uğratıldılar ت ب ع
2 فِي
3 هَٰذِهِ burada
4 لَعْنَةً lanete ل ع ن
5 وَيَوْمَ ve gününde ي و م
6 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
7 بِئْسَ ne kötü ب ا س
8 الرِّفْدُ bir bağıştır ر ف د
9 الْمَرْفُودُ verilen bu bağış ر ف د

وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. اُتْبِعُوا  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. ف۪ي هٰذِهِ  car mecruru  اُتْبِعُوا  fiiline mütealliktir.  لَعْنَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. يَوْمَ  zaman zarfı  اُتْبِعُوا  fiiline mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اُتْبِعُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi تبع ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ

 

Fiil cümlesidir. بِئْسَ  camid fiil olup zem fiillerindendir. الرِّفْدُ  kelimesi  بِئْسَ ’nin faili olup damme ile merfûdur. بِئْسَ  fiilinin mahsusu  الْمَرْفُودُ ’dur.  الْمَرْفُودُ  mahzuf mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur. Takdiri, هو  şeklindedir. 

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

Failinin  ال ’lı gelmesi,  Failinin  ال ’lı İsme Muzaf Olarak Gelmesi,  Bu fiillerin  مَا  Harfine Bitişik Olarak Gelmesi,  Failinin İsmi Mevsul Olarak Gelmesi. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمَرْفُودُ  sülâsî mücerredi  رفد  olan fiilin ismi mef’ûludur.

وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ

  

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. ف۪ي هٰذِه۪  car mecruru, ihtimam için mef’ûl olan  لَعْنَةً ‘e takdim edilmiştir.

لَعْنَةً  kelimesindeki nekrelik, kesret, tahkir ve tasavvuru mümkün olmayan nev ifade eder.

İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ  zaman zarfı, هٰذِه۪ ‘nin mahalline matuftur.

اُتْبِعُوا  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اُتْبِعُوا  fiilinin  لَعْنَةً ‘e nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan tabi olma fiili emre isnad edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Lanet, arkasından gidilen takip edilen bir kişiye benzetilmiştir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır. 

ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  dünya, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Dünya, içine birşey konulabilecek yapıda olmadığı halde zarfiyet özelliği olan bir nesneye benzetilmiştir. Dünya ve zarfiyyet özelliği taşıyan nesne arasındaki ortak özellik yani câmi’, mutlak irtibattır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.

Lanet, rahmetten ve her hayırdan uzaklaştırılmaktır. Lanet, onların ayrılmaz vasıfları olmuştur. Bunun, lanete tâbi tutulmak şeklinde ifade edilmesi, mübalağa içindir. Sanki nereye giderlerse gitsinler, lanet onları izler; onlardan ayrılmaz ve dolaştıkları her yeri onlarla beraber dolaşır. Hem dünyada hem de ahirette lanete tâbi olduklarının belirtilmesi, her bir lanetin kendi başına ayrı bir azap olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


 بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ

 

Ayetin istînâfiyye olarak fasılla gelen son cümlesi, gayri talebî inşâî isnaddır.

بِئْسَ , zem anlamı taşıyan camid fildir. الرِّفْدُ  failidir. بِئْسَ  fiilinin mahsusu olan  الْمَرْفُودُ , takdiri  هو  olan, mahzuf mübteda için haberdir. 

Bu hazifle, muhatabın muhayyilesi harekete geçirilerek, cehennemin korkunçluğunu, kayıtlamadan, serbestçe tahayyül etmesi sağlanmıştır. 

Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder. Bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir.

Kâfirlerin ahirette karşılaşacakları şiddetli azabın vaat edildiği bu cümlede, hediye, destek anlamındaki  مَرْفُودُ , aslında güzel şeyler için kullanılır. Tehekkümi inadiye istiare yoluyla, kafirleri bekleyen akıbetin korkunçluğu için mübalağa yapılmıştır.

رِّفْدُ - مَرْفُودُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

Başkasına tâbi olanlar, tâbi oldukları kimsenin yardımcıları oldukları cihetle, kendileriyle alay etmek yoluyla, onların yardımı lanetlenmiştir. Bazıları, ayetin metninde geçen  رِّفْدُ  kelimesini, yardım olarak değil, armağan olarak tefsir etmişlerdir. Ancak bu mana bu makama münasip değildir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

وِرْدُ -  مَوْرُودُ  ve  رِّفْد  -  مَرْفُودُ  kelimeleriyle ifade edilen “O varılan ne kötü pınardır.” ve “O varılan ne kötü bağıştır.” sözleri istiaredir. Çünkü Allah Teâlâ cehennem ateşine giden kavminin önünde yer alan firavunu, tıpkı dünyada dalalette öncüleri, sapıklıkta önderleri olduğu gibi pınara gidenlerin öncüsü olarak  وارد  kelimesiyle, (pınara kervandan önce varıp da kovayı, kuyuyu ve suyu kullanılmaya hazır hale getiren kimsedir) konumunda, cehennem ateşini de başına varılan su/pınar mevkiinde ifade etmiştir. Bundan sonra da “(Cehennem ateşi, başına) varılan ne kötü pınardır!” buyurmuştur. Çünkü bu pınar/su, boğaza takılıp kalan lokmayı geçirmiyor, susuzluğu gidermiyor.

“Bu, yapılan ne kötü bağıştır.” ifadesindeki  رِّفْدُ  sözünde istiare vardır. Çünkü  رِّفْدُ ’in gerçek anlamı “bağış”tır. رْ ’nın üstün ve esresiyle “رَفَدَهُ ,يرْفِدهُ ,رَفْداً ve  رِفادة (Ona bağış yaptı, ona yardım etti)” diye söylenir. Ancak lanet, Arapların bir yurttan diğerine intikalleri sırasında yardım ve ihsan isteyenin âdeti, azık teminine çalışan yolcunun örfü gereğince onlara yapılan bağış ve ihsan  رِّفْدُ  konumunda ifade edildiği için lanetin mecaz yoluyla  رِّفْدُ (bağış) diye isimlendirilmesi caiz olmuştur. Bu tıpkı Allah Teâlâ’nın  فبشِّرهمْ بعذابٍ ألِيمٍ  (O halde, müjdele! Onları acıklı bir azap ile) sözündeki gibidir. Müjdeleme (el-beşaret) de genellikle kötü değil iyi (şeyler) için olur. Ancak onların azaba müstahak olduklarının kendilerine haber verilmesi, başkalarının sevabı hak etmiş olduklarının müjdelenmesi mevkiinde kılınınca bu (uyarma)nın “müjdeleme” olarak isimlendirilmesi caiz olmuştur. Ayetlerde geçen “azabın müjdelenmesi, azabın tadılması”, “ateşin pınar (موريد)”, “lanetin yardım (رِّفْدُ) kılınması” gibi tabirler, cehennem yolundan vazgeçirme, cennet yoluna çevirme amaçlı, cennet ve nimetlerinden kaybedilenler ile onları yerine ele geçecekleri ve başa gelecekleri mukayese etmek suretiyle insaf ve izana davet edip cehenneme giden yoldan insanları vazgeçirmeyi hedefleyen, zıt anlamların kastedilmesine (ironi) dayalı edebi alay içeren istiare-i tehekkümiyelerdir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)

Hûd Sûresi 100. Ayet

ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْقُرٰى نَقُصُّهُ عَلَيْكَ مِنْهَا قَٓائِمٌ وَحَص۪يدٌ  ...


(Ey Muhammed!) Bunlar o memleketlerin haberlerinden bazılarıdır. Onları sana anlatıyoruz. Onlardan ayakta duranlar da var, yıkılıp gidenler de.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ işte bu
2 مِنْ
3 أَنْبَاءِ haberlerindendir ن ب ا
4 الْقُرَىٰ o şehirlerin ق ر ي
5 نَقُصُّهُ anlattıklarımız ق ص ص
6 عَلَيْكَ sana
7 مِنْهَا onlardan bazıları
8 قَائِمٌ ayaktadırlar ق و م
9 وَحَصِيدٌ (bazıları ise) tamamen silinmiştir ح ص د
Nûh aleyhisselâm ile başlayıp Hz. Mûsâ ile sona eren bu kıssalar çeşitli yerlerde yaşayan kavim ve bunlara gönderilen peygamberlerin haberleridir. Bu kavimler peygamberlere inanmayıp isyan ettikleri için her biri bir felâketle yok olup gitmişlerdir. Bunlardan bazılarının iz ve kalıntıları zamanımıza kadar ulaşmıştır (Mısır’daki piramit ve heykeller gibi), insanlar hâlâ bunları ziyaret edip ibret almaktadırlar. Bazılarının ise kalıntıları bile yok olup gitmiştir (Lût kavminin durumu böyledir).

ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْقُرٰى نَقُصُّهُ عَلَيْكَ مِنْهَا قَٓائِمٌ وَحَص۪يدٌ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatab zamiridir. مِنْ اَنْـبَٓاءِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْقُرٰى  muzâfun ileyh olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

نَقُصُّهُ عَلَيْكَ  cümlesi, mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. 

نَقُصُّهُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  عَلَيْكَ  car mecruru  نَقُصُّ  fiiline mütealliktir.

مِنْهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  قَٓائِمٌ  muahhar mübteda olup damme ile merf’ûdur. 

وَ  atıf harfidir. Haber mahzuftur. Takdiri, منها حصيد  şeklindedir. حَص۪يدٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. 

قَٓائِمٌ  kelimesi sülâsî mücerredi  قوم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْقُرٰى نَقُصُّهُ عَلَيْكَ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ذٰلِكَ  mübtedadır. مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْقُرٰى  car-mecrurunun müteallakı olan haber mahzuftur.

Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. 

Ayetteki  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Daha evvel geçmiş olup anlatılan kıssalara işaret edilmek istenmiştir. Bu, kıssalara dikkat çekmek içindir. Onların önemine binaendir.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Ayette haber kelimesi yerine  نَبَاَ  tercih edilmiştir. Çünkü, نَبَاَ  büyük fayda sağlayan, kendisiyle ilim veya zannı galib oluşan haberdir. Bu özellikleri taşımayan habere  نَبَاَ  denmez. (Ragıb el İsfahânî, Müfredat)

نَقُصُّهُ عَلَيْكَ  cümlesi, ذٰلِكَ ’nin ikinci haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نَقُصُّهُ  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. 

الْقُرٰى  yerleşim yeridir.  مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْقُرٰى  aslında kurâda, yani o bölgede yaşayanların haberleridir. Hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

نَقُصُّهُ عَلَيْكَ  cümlesi, ism-i işaretten hal olarak gelmiştir. Kıssanın geçmişte gerçekleşip bitmiş olmasına rağmen muzari sıygasıyla gelmesi, bu etkili kıssanın muhatabın gözünde canlandırılmasını sağlamak içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 


مِنْهَا قَٓائِمٌ وَحَص۪يدٌ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  مِنْهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  قَٓائِمٌ , muahhar mübtedadır. 

قَٓائِمٌ - حَص۪يدٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

وَحَص۪يدٌ  mahzuf haber için mübtedadır.

Ayette toplumların, ayakta duran ve yıkılıp yok olan şeklinde mümkün olan iki durumu belirtilerek taksim sanatı yapılmıştır.

قَٓائِمٌ - حَص۪يدٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

حَص۪يدٌ ; biçilmiş, hasat edilmiş demektir.

مِنْهَا قَٓائِمٌ وَحَص۪يد  [O şehirlerden ayakta kalanlar da var, ekin gibi biçilmiş olanlar da] cümlesinde istiare-i mekniye yoluyla şehirlerin kalıntıları ve duvarları, sapı üzerinde dik duran ekine benzetilmiştir. Halkıyla birlikte yok olup izi kalmayan şehirler ise tırpanla biçilmiş ekine benzetilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir - Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm) Temsîli istiaredir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi) 

قرى قائم ; قرى حصيد  ibareleri de istiaredir. “O karyelerin bir kısmının binaları ayakta ama halkından ıssız kalmış; bir kısmının da binaları yakılmış, biçilmiş ekin gibi yerle bir olmuş” demektir. Buna göre sanki Allah Yüce Allah, kasabaların halkından hayatta kalanları gelişip büyüyen ekine, helak olup ölenleri de solmuş ekine benzetmiştir ki bu en güzel temsil ve en etkili teşbihtir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları) 

Hûd Sûresi 101. Ayet

وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَـمَٓا اَغْنَتْ عَنْهُمْ اٰلِهَتُهُمُ الَّت۪ي يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ لَمَّا جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۜ وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْب۪يبٍ  ...


Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri gelince, Allah’ı bırakıp da taptıkları ilâhları kendilerine hiçbir fayda sağlamadı. İlâhları onların sadece ziyanlarını artırdı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا
2 ظَلَمْنَاهُمْ biz onlara zulmetmedik ظ ل م
3 وَلَٰكِنْ ama
4 ظَلَمُوا onlar zulmettiler ظ ل م
5 أَنْفُسَهُمْ kendilerine ن ف س
6 فَمَا
7 أَغْنَتْ sağlayamadı غ ن ي
8 عَنْهُمْ kendilerine
9 الِهَتُهُمُ onların ilahları ا ل ه
10 الَّتِي
11 يَدْعُونَ taptıkları د ع و
12 مِنْ
13 دُونِ başka د و ن
14 اللَّهِ Allah’tan
15 مِنْ hiç bir
16 شَيْءٍ şey ش ي ا
17 لَمَّا ne zaman ki
18 جَاءَ gelince ج ي ا
19 أَمْرُ emri ا م ر
20 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
21 وَمَا bir işe yaramadı
22 زَادُوهُمْ artırmaktan ز ي د
23 غَيْرَ başka غ ي ر
24 تَتْبِيبٍ kayıplarını ت ب ب

وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  ظَلَمْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُم  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir. لٰكِنْ  istidrak harfidir. ظَلَمُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  اَنْفُسَهُمْ  mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَـمَٓا اَغْنَتْ عَنْهُمْ اٰلِهَتُهُمُ الَّت۪ي يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ لَمَّا جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۜ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  لمّا جاء أمر الله فما أغنت (Allah’ın emri geldiği zaman ….kazandırmadı.) şeklindedir. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَغْنَتْ  iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir. عَنْهُمْ  car mecruru  اَغْنَتْ  fiiline mütealliktir. اٰلِهَتُهُمُ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الَّت۪ي  müfred müennes ism-i mevsûl  اٰلِهَتُهُمُ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası   يَدْعُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَدْعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ  car mecruru  اٰلِهَتُهُمُ ’un mahzuf haline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْ  harf-i ceri zaiddir. شَيْءٍ  lafzen mecrur, masdardan naib mef’ûlu mutlak olarak  mahallen mansubdur. 

لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. جَٓاءَ اَمْرُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اَمْرُ  fail olup damme ile merfûdur. رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzzuftur. Takdiri, لمّا جاء أمر ربّك فما أغنت …(Allah’ın emri geldiği zaman ….kazandırmadı.) şeklindedir.

(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. 

b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.

c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)  اَغْنَتْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi غني ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْب۪يبٍ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. زَادُو  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun  bih olarak mahallen mansubdur.

غَيْرَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha üzere mansubdur.  تَتْب۪يبٍ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine, müspet sıygadan menfî sıygaya geçişte iltifat sanatı vardır.

İlk cümle olan  وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ , menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

ظَلَمْنَاهُمْ  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. 

Mazi fiilin  مَٓا  harfiyle olumsuzlanması, لَمْ  harfiyle olumsuzlanmasından daha kuvvetlidir. Çünkü  مَٓا  harfiyle olumsuzlanmış mazi fiil, لَمْ  ile olumsuzlanmış mazi fiilin aksine, kasemin cevabı menzilindedir. Dolayısıyla bu tabir tekitli bir olumsuzluk demektir. (Samerrâî, Beyanî Tefsir yolu, c. 3, s. 219, Hûd/52) 

وَلٰكِنْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ  cümlesi, makabline وَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur. Menfî sıygadan müspet sıygaya iltifat sanatı vardır.

لٰكِنْ  istidrâk harfidir.  ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَمَا ظَلَمْنَا  ile ظَلَمُٓوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ  cümlesi ile  وَلٰكِنْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

لٰكِنْ  şeddeden muhaffeftir, ibtida harfidir, amel etmez. Sadece istidrak ifade eder. Kendisinden önce atıf edatı geldiğinden, atıf harfi olamaz. Kendisinden sonra müfred kelime geldiğinde, atıf edatı olmakla beraber, istidrak manasını da korur. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Bakara/12, c.1, s. 475) 


 فَـمَٓا اَغْنَتْ عَنْهُمْ اٰلِهَتُهُمُ الَّت۪ي يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen terkip şart üslubundadır.  فَ  mahzuf şartın cevabına gelen rabıtadır. Takdiri,  لمّا جاء أمر الله  (Allah’ın emri geldiğinde) olan şart cümlesinin hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan  مَٓا اَغْنَتْ عَنْهُمْ اٰلِهَتُهُمُ الَّت۪ي يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ شَيْ  cümlesi, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Mahzuf şart ve mezkür cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَنْهُمْ  car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

اٰلِهَتُهُمُ  için sıfat olan müfred müennes has ism-i mevsûl  الَّت۪ي ’nin sılası olan  يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Veciz ifade yollarından biri olan  مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir. 

مِنْ شَيْءٍ  , mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib sıfattır. Kelimeye dahil olan مِنْ , tekit ifade eden zaid harftir.

شَيْءٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre, selbin umum ve şümulüne işarettir. Tekid ifade eden zaid  مِنْ  harfi de kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır.

اللّٰهِ - اٰلِهَتُ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ظَلَمْنَاهُمْ ’daki azamet zamirinden  مِنْ دُونِ اللّٰهِ ’de gaib zamire iltifat edilmiştir.

اٰلِهَتُهُمُ  kelimesinin sıfatı olan  الَّت۪ي , çokluk ifadesi için müfred gelmiştir. Akılsız çoğullar için kullanılan  الَّت۪ي  ism-i mevsûlü, الَّاَت۪ي  ism-i mevsûlünden daha çok sayıya delalet eder. (Rûhu'l Me‘ânî, XII/138)

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)

Bu sahte ilâhlara tapmaları muzari fiille ifade edilmiştir. Bu, ya mazideki olayı hikâye etmek ya da bu tapmalarının devamlı olduğunu ifade etmek amacına matuftur. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 330)


لَمَّا جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۜ

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkipte  لَمَّا  edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade eden  şart cümlesi.  جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَ , şart edatı  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۜ  cümlesinde istiare sanatı vardır. اَمْرُ  kelimesi, جَٓاءَ  fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Emrin, bir şahıs gibi gelecek olması, onun şiddetini, azametini artırmaktadır. Ayrıca bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

Veciz ifade kastına matuf  اَمْرُ رَبِّكَۜ  izafetinde, Rab ismine muzâf olan  اَمْرُ , Hz. Peygamber’e ait zamirin Rab ismine muzâfun ileyh olmasıyla Peygamberimiz, tazim ve şeref kazanmıştır. 

اَمْرُ , azaptan kinayedir.

Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanmıştır. Allah ve Rab isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Şartın takdiri  فَـمَٓا اَغْنَتْ عَنْهُمْ اٰلِهَتُهُمُ الَّت۪ي يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ (Allah'tan başka taptıkları tanrıları, onlara hiçbir yarar sağlamadı.) olan cevabı, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terkedilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْب۪يبٍ



وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْب۪يبٍ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  … مَٓا اَغْنَتْ عَنْهُمْ اٰلِهَتُهُمُ  cümlesine atfedilmiştir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mazi fiilin  مَٓا  harfiyle olumsuzlanması, لَمْ  harfiyle olumsuzlanmasından daha kuvvetlidir. Çünkü  مَٓا  harfiyle olumsuzlanmış mazi fiil, لَمْ  ile olumsuzlanmış mazi fiilin aksine, kasemin cevabı menzilindedir. Dolayısıyla bu tabir tekitli bir olumsuzluk demektir. (Samerrâî, Beyanî Tefsir yolu, c. 3, s. 219, Hûd/52) 

Ikinci mef’ûl olam  غَيْرَ ‘nın muzafun ileyhi olan  تَتْب۪يبٍ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

تَتْب۪يبٍ  ’deki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre selbin umum ve şümulüne işarettir.

اَغْنَتْ - زَادُوهُمْ  ve  ظَلَمُٓوا - تَتْب۪يبٍ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَغْنَتْ - مَا زَادُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı manevi vardır.

Allah ve Rab isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Hûd Sûresi 102. Ayet

وَكَذٰلِكَ اَخْذُ رَبِّكَ اِذَٓا اَخَذَ الْقُرٰى وَهِيَ ظَالِمَةٌۜ اِنَّ اَخْذَهُٓ اَل۪يمٌ شَد۪يدٌ  ...


Zulme sapmış memleketlerin halkını yakaladığında, Rabbinin yakalaması işte böyledir! Şüphesiz O’nun yakalaması can yakıcı ve şiddetlidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَذَٰلِكَ işte böyledir
2 أَخْذُ yakalaması ا خ ذ
3 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
4 إِذَا zaman
5 أَخَذَ yakaladığı ا خ ذ
6 الْقُرَىٰ şehirleri ق ر ي
7 وَهِيَ ve o
8 ظَالِمَةٌ zulmeden ظ ل م
9 إِنَّ şüphesiz
10 أَخْذَهُ O’nun yakalaması ا خ ذ
11 أَلِيمٌ pek acı ا ل م
12 شَدِيدٌ pek şiddetlidir ش د د

وَكَذٰلِكَ اَخْذُ رَبِّكَ اِذَٓا اَخَذَ الْقُرٰى وَهِيَ ظَالِمَةٌۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَ  harf-i cerdir.  مثل (gibi) manasındadır. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. اَخْذُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِذَٓا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfı olup masdar  اَخْذُ ‘ye mütealliktir. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. اَخَذَ الْقُرٰى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْقُرٰى  mefûlun bih olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Maksur isimdir. وَهِيَ ظَالِمَةٌ  cümlesi,  الْقُرٰى ’nın hali olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ظَالِمَةٌ  mübtedanın haberi olarak damme ile merfûdur. 

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.

c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesidir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ظَالِمَةٌ  kelimesi sülâsî mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّ اَخْذَهُٓ اَل۪يمٌ شَد۪يدٌ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

اَخْذَهُٓ  kelimesi, اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَل۪يمٌ  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.  شَدِيدٌ  ikinci haberi olup damme ile merfûdur. 

اَل۪يمٌ - شَد۪يدٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَكَذٰلِكَ اَخْذُ رَبِّكَ اِذَٓا اَخَذَ الْقُرٰى وَهِيَ ظَالِمَةٌۜ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘ la 100. ayetteki  ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْقُرٰى  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. 

Teşbih ve cer harfi  كَ ‘nin dahil olduğu işaret ism-i  كَذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اَخْذُ رَبِّكَ  muahhar mübtedadır.

Müsnedin ileyhin az sözle çok anlam ifade eden izafetle gelişi îcâz içindir.

Cümledeki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir.  Müşebbeh  اَخْذُ رَبِّكَ, müşebbehe bih  ذٰلِكَ ‘dir.

İsm-i işaret olan  ذٰلِكَ , işaret edileni göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle önemini belirtir. 

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile hak edilen cezaya işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)

Veciz ifade kastına matuf  اَخْذُ رَبِّكَ  izafetinde Rab ismine muzâfun ileyh olması  كَ  zamirine, yine Rab ismine muzâf olması  اَخْذُ ’ya şan ve şeref kazandırmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَخْذُ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

اَخَذَ الْقُرٰى cümlesine dahil olan اِذَا , şarttan mücerret cümleye muzaf olan zaman zarfıdır. Müteallakı, masdar vezninde gelen  اَخْذُ ‘dur. Muzafun ileyh olan  اَخَذَ الْقُرٰى  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْقُرٰى  lafzı, mahalliyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Mahal zikredilmiş o mahalde yaşayanlar kastedilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Zalimlik  الْقُرٰى ‘ye isnad edilmiştir. Halbuki asıl isnad edilmesi gereken kelime o beldenin ehlidir. Yani, orada yaşayanlar zalimdir. Cümlede, insanların bulunduğu yere, yani mekana isnadla mecâz-ı mürsel sanatı vardır. 

وَ ’la gelen  وَهِيَ ظَالِمَةٌ  cümlesi, الْقُرٰى ‘dan haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan  ظَالِمَةٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَخَذَ الْقُرٰى [O şehirleri yakaladığında] ifadesi, şehirler halkından mecazdır. Yani o şehirlerin halkını yakaladığında demektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

اِذَٓا اَخَذَ الْقُرٰى وَهِيَ ظَالِمَةٌ  cümlesinde [zalim olan memleketleri] ifadesi, her zalime ibret dersi olması için onların, zulümleri sebebi ile ilâhî azaba yakalandıklarını bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)


اِنَّ اَخْذَهُٓ اَل۪يمٌ شَد۪يدٌ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اِنَّ ’nin ismi, veciz ifade kastına binaen, izafet formunda gelmiştir.

اَخْذَهُٓ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اَخْذَ, şan ve şeref kazanmıştır.

اَخْذُ رَبِّكَ  ile  اَخَذَ الْقُرٰى  ve  اَخْذَهُٓ  ibarelerinde istiare sanatı vardır. Bir şeyi elle almak manasındaki  أخذ , bu ifadelerde helak etmek, cezalandırmak manasında müstear olmuştur. Cezalandırmak, elle tutulur maddi bir varlığa benzetilmiştir. Lüzumiyet alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatıdır. Bu üslupta mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

أخذ ’nin bu cümlede zamir makamında zahir olarak üçüncü kez tekrarlanması Allah’ın ele geçirmesinin, cezalandırmasının şiddetini vurgulayan iltifat ve ıtnâb sanatıdır.

Müsned olan  اَل۪يمٌ  ve  شَد۪يدٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

اَل۪يمٌ - شَد۪يدٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

اَخْذُ - اَخَذَ - اَخْذَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

Bu ayet, Allah Teâlâ'nın  اَل۪يمٌ  ve  شَد۪يدٌ  diye nitelediği o yakalamasına düşmemek için, zulme yönelen ve onu yapan kimsenin bu zulmünü tövbeyle Allah'a rücu ile tedavi etmesinin gerekli olduğuna; bu hükümlerin öncekilere tahsis edilmiş olmasının zannedilmemesi gerektiğine delalet eder.(Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)

اَخْذَ  [yakalamak] fiili için iki sıfat zikredilmiştir: اَل۪يمٌ  ve شَد۪يدٌ . Bu iki sıfat bir arada zikredilerek Allah'ın yakalamasının korkunçluğu ve azameti beyan edilmiştir. Çünkü zikredilen bu iki sıfatın her birinin kendine mahsus bir azameti ve korkunçluğu vardır. İkisi bir arada olunca bu korkunçluk ne raddeye ulaşır bir düşünün! (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 333)

Bu tezyîl cümlesinden maksat, Mekke ehlinden olan Arap müşriklerini ve diğerlerini tehdit ile tariz etmektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

 
Hûd Sûresi 103. Ayet

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِمَنْ خَافَ عَذَابَ الْاٰخِرَةِۜ ذٰلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌۙ لَهُ النَّاسُ وَذٰلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ  ...


Şüphesiz, ahiret azabından korkanlar için bunda bir ibret vardır. Bu, insanların (hesap ve ceza için) toplanacakları bir gündür. Bu, herkesin toplanıp bir araya geleceği bir gündür.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 فِي vardır
3 ذَٰلِكَ bunda
4 لَايَةً ibret ا ي ي
5 لِمَنْ kimse için
6 خَافَ korkan خ و ف
7 عَذَابَ azabından ع ذ ب
8 الْاخِرَةِ ahiret ا خ ر
9 ذَٰلِكَ işte O
10 يَوْمٌ bir gündür ي و م
11 مَجْمُوعٌ toplanacağı ج م ع
12 لَهُ onda
13 النَّاسُ insanların ن و س
14 وَذَٰلِكَ ve O
15 يَوْمٌ bir gündür ي و م
16 مَشْهُودٌ herkesin tanık olacağı ش ه د
O gün, mutlaka gerçekleşecek, herkes yani insanlar, cinler, melekler, hayvanlar ve diğer varlıklar inkâr edilemeyecek bir şekilde onu açıkça göreceklerdir. Ayrıca o gün yer ve göklerde olanlar, insanlar, melekler, hatta insan vücudundaki organlar bile kişinin dünyada yapıp ettiklerine şahitlik edeceklerdir.

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِمَنْ خَافَ عَذَابَ الْاٰخِرَةِۜ 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَةً  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle  اٰيَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlün sılası  خَافَ عَذَابَ الْاٰخِرَةِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

خَافَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْاٰخِرَةِ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince, cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘ nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)


ذٰلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌۙ لَهُ النَّاسُ وَذٰلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. Zaman zarfı  يَوْمٌ  haber olup damme ile merfûdur.  مَجْمُوعٌ  kelimesi  يَوْمٌ ’nin sıfatı olup damme ile merfûdur.

لَهُ  car mecruru  مَجْمُوعٌ ’a mütealliktir.  النَّاسُ  ism-i mef’ûl olan  مَجْمُوعٌ ’nun naib-i faili olup damme ile merfûdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. Zaman zarfı  يَوْمٌ  haber olup damme ile merfûdur.  مَشْهُودٌ  kelimesi  يَوْمٌ ’nin sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَشْهُودٌ  kelimesi sülâsî mücerredi  شهد  olan fiillin ism-i mef’ûllüdür.

مَجْمُوعٌۙ  kelimesi sülâsî mücerredi  جمع  olan fiillin ism-i mef’ûllüdür.

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِمَنْ خَافَ عَذَابَ الْاٰخِرَةِۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ  ve lâm-ı muzahlaka ile tekid edilmiş faide-i haber inkarî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru, اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Muzahlaka harfi  لَ ‘nın dahil olduğu  لَاٰيَةً لِمَنْ خَافَ عَذَابَ الْاٰخِرَةِۜ , tekid harfi  اِنَّ ‘ nin ismidir.

اِنَّ  ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü  اِنَّ , cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen, اِنَّ ’ nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükümdür. (Suyûtî, İtkan, c. 2 s.176) 

İsm-i işaret  ذٰلِكَ , işaret edileni göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle mertebesinin yüksekliğini belirtir. 

ذٰلِكَ ‘ de istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile Allah’ın cezalandırmasına (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr) işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

ف۪ي ذٰلِكَ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. فِی  harfi zarfiye manası içerir. Ayette  ذٰلِكَ  ile işaret edilen cezalandırma, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.

لَاٰيَةً ‘ deki nekrelik tazim ve nev ifade eder. 

Mecrur mahaldeki müşterek ismi mevsûl  مَنْ  harf-i cerle birlikte   اٰيَةً  kelimesinin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Müşterek ism-i mevsûlün sılası olan  خَافَ عَذَابَ الْاٰخِرَةِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)


 ذٰلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌۙ لَهُ النَّاسُ وَذٰلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir. 

Güne işaret eden  ذٰلِكَ ’de istiare sanatı vardır. Burada zaman, gözle görülür elle tutulur hissî bir madde yerine konmuştur. Yani o manevi şey hissî bir şeymiş gibi ifade edilerek anlatım daha etkili hale getirilmiştir. 

يَوْمٌ  ‘nin sıfatı olan  مَجْمُوعٌۙ , ism-i mef’ûl vezninde gelerek fiil gibi amel etmiştir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

لَهُ  car-mecruru,  مَجْمُوعٌۙ ‘a mütealliktir. النَّاسُ  de  مَجْمُوعٌۙ ‘nun naib-i failidir.

وَذٰلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ  cümlesi makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ism-i mef’ûl vezninde gelen مَشْهُودٌ , müsned olan  يَوْمٌ ‘un sıfatı olarak ıtnâb sanatıdır.

Bu cümlede de işaret ismiyle güne işaret edilerek istiare sanatı yapılmıştır.

يَوْمٌ مَشْهُودٌ - يَوْمٌ مَجْمُوعٌۙ  ifadeleri; kıyamet gününden kinayedir.

Benzer manaya gelen son iki cümle arasında tenasüb sanatı vardır.

ذٰلِكَ  ve  يَوْمٌ  kelimelerinin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, 57, s. 190)

ذٰلِكَ  ve  يَوْمٌ  kelimelerinin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

مَجْمُوعٌۙ “Neden bu kelimenin fiil sıygası yerine, ism-i mef‘ûl sıygası tercih edilmiştir?” derseniz şöyle deriz: İsm-i mef‘ûl burada  يَوْمٌ  [gün] kelimesindeki “toplamak” manasının devamlılığına, onun mutlaka insanların toplanacakları kesinleşmiş olan bir miad olduğuna ve günün bu sıfatla ayrılmaz bir sıfat olarak vasıflandığına delalet eder.(Zemahşeri,Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl, II/115)

Ayette anlatılan gün, kıyamette insanların hesap için toplanacağı gündür. O günün gelecek olması kesin olduğu için fiil kalıbına isim kalıbı tercih edilmiştir. İsim kalıbından ise meçhul muzari fiil kalıbının ifade ettiklerini ifade eden ism-i mefûl getirilmiştir. İsm-i mefûlün delalet ettiği zaman ise hesap gününün daha gelmemiş ve gelecek olması karinesiyle gelecek zamandır. (Hasan Duran, Kur’an-ı Kerim’de Teceddüt Ve Sübût Manası İçin Yapılan Udûl Çeşitleri)

Hûd Sûresi 104. Ayet

وَمَا نُؤَخِّرُهُٓ اِلَّا لِاَجَلٍ مَعْدُودٍۜ  ...


Biz onu ancak belirli bir zamana kadar erteliyoruz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 نُؤَخِّرُهُ biz onu geciktirmeyiz ا خ ر
3 إِلَّا ancak
4 لِأَجَلٍ süreye kadar ا ج ل
5 مَعْدُودٍ belirli ع د د
Bu âyet inkârcıların, “Eğer azap varsa çabucak gelsin de görelim” şeklindeki alaylı sözlerine cevap mahiyetinde olup kıyametin kopması ve azabın gelmesinin inkârcıların isteğine bağlı olmadığını, Allah’ın takdirine bağlı olarak belirli bir sürenin sonuna ertelenmiş olduğunu ifade eder. Bu sürenin ne zaman sona ereceğini Allah’tan başkası bilemez (A‘râf 7/187; Müslim, “Îmân”, 1-7).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 199

وَمَا نُؤَخِّرُهُٓ اِلَّا لِاَجَلٍ مَعْدُودٍۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نُؤَخِّرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هُٓ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  لِاَجَلٍ  car mecruru  نُؤَخِّرُهُٓ ’ya mütealliktir.  مَعْدُودٍ  kelimesi  لِاَجَلٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نُؤَخِّرُهُٓ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  أخر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

مَعْدُودٍ  kelimesi sülâsî mücerredi  عدد  olan fiilin ism-i mef’ûludur.

وَمَا نُؤَخِّرُهُٓ اِلَّا لِاَجَلٍ مَعْدُودٍۜ

 

وَ  atıf harfidir. Ayeti önceki ayetteki  ... ذلك يوم مجموع  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نُؤَخِّرُهُٓ  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. 

Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi اِلَّا  ile birlikte kasr oluşturmuştur. İki tekid unsuru sayılan kasr, fiil ve car-mecrur arasındadır. نُؤَخِّرُهُٓ  maksur- sıfat, لِاَجَلٍ مَعْدُودٍۜ  maksurun aleyh-mevsuf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

Kıyamet gününün ancak belli bir vakte tehir edilmiş olduğu  kasr üslubuyla kesin bir şekilde ifade edilmiştir.

مَعْدُودٍ  kelimesi,  اَجَلٍ  için sıfattır. Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لِاَجَلٍ ’in nekre gelişi nev ifade eder.

وما نُؤَخِّرُهُ إلّا لِأجَلٍ مَعْدُودٍ  cümlesi;  ذَلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌ لَهُ النّاسُ ve يَوْمَ يَأْتِي لا تَكَلَّمُ نَفْسٌ (Hud Suresi/105) cümleleri arasındaki mutarıza cümlesidir. Burada maksat, onu yalanlıyor olmalarına rağmen hala gerçekleşmediğini delil göstererek dirilişi inkâr eden ve uluhiyet makamına karşı olan cehaletleri sebebiyle bu yalanlamalarının Allah Teâlâ’yı hiddetlendirerek kıyametin gelişini hızlandıracağını vehmeden kimselere karşılık, Allah Teâlâ’nın bu günü, dünya üzerinde yaşayanların ecelini belirlediği gibi âlemin yaratıldığı günden önce yine kendisinin belirlediğini ve kendi katında belirli olan bir güne ertelemiş olduğunu açıklamaktır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

المَعْدُود ’un asıl anlamı, sayılı (hesaplanmış)dır. Burada mana olarak, gelecek olan günün gecikmesinin yahut erkene alınması mümkün olmadığından, kesin belirli anlamında kinayeli olarak ifade edilmiştir. Çünkü sayılı (hesaplanmış) olmak, belirlenmiş olmayı ilzam eder (gerektirir). Ya da farklı bir şekilde, yakınlıktan kinaye de diyebiliriz. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Hûd Sûresi 105. Ayet

يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِـاِذْنِه۪ۚ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَع۪يدٌ  ...


O gün geldiği zaman Allah’ın izni olmadan hiçbir kimse konuşamaz. Onlardan mutsuz (cehennemlik) olanlar da vardır, mutlu (cennetlik) olanlar da.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ O gün ي و م
2 يَأْتِ gelince ا ت ي
3 لَا
4 تَكَلَّمُ konuşamaz ك ل م
5 نَفْسٌ hiç kimse ن ف س
6 إِلَّا dışında
7 بِإِذْنِهِ O’nun izni ا ذ ن
8 فَمِنْهُمْ onlardan kimi
9 شَقِيٌّ bedbahtttır ش ق و
10 وَسَعِيدٌ (kimi de) mutludur س ع د
Bu âyetler, 103. âyetin “O gün bütün insanların bir araya toplandığı gündür” meâlindeki bölümünü açıklayıcı mahiyette olup mahşerde toplanacak olan insanların dünyadaki iman ve amellerine göre oradaki durumlarının ne olacağını, varıp kalacakları yerleri haber vererek o günün dehşetini tasvir etmektedir. Âyetlerin, putperest kavimlerin kıssalarının ardından gelmiş olması dikkate alındığında 105. âyetin putların Allah katında kendileri için şefaatçi olacağına inanan kimselere hitap ettiği anlaşılırsa da âyette genel olarak şefaatçilere güvenip de günahtan sakınmayan kimselerin uyarıldığını söylemek daha uygun olur. Zira o yüce mahkemede Allah’ın izni olmadan ne peygamber ne evliya ne melek ne de başka bir güç şefaat edip söz söyleyebilir (Tâhâ 20/109; Nebe’ 78/38). İnsanlar, dünyadaki iman ve amellerine göre âhirette bedbahtlar ve mutlular olmak üzere iki gruba ayrılacaklardır. 106. âyette dünyada inkârcılıkta ısrar eden bedbahtların âhirette cehennem ateşiyle cezalandırılacakları, 108. âyette ise mutluların yani müminlerin cennet nimetleriyle ödüllendirilecekleri ifade edilmiştir. 
 107. âyette geçen ve “gökler ve yer durdukça” şeklinde çevirilen ifadeyi müfessirler iki şekilde yorumlamışlardır: a) Bu cümle Arap dilinde mecazi anlamda sonsuzluğu ifade etmek için kullanılır. Buna göre âyet bedbahtların cehennemde ebedî olarak kalacaklarını göstermektedir. b) “Âhiretteki gökler ve yer durdukça” demektir. Âhiret sonsuz olduğuna göre bedbahtlar da cehennemde sonsuz olarak kalacaklardır (âhiretteki gökler ve yer için bk. İbrâhim 14/48). “Rabbinin dilediği hariç” istisnası ile ilgili olarak da müfessirler farklı yorumlarda bulunmuşlardır. a) “Allah dilediği takdirde bu ebedîliği bir süre sonra sona erdirecek” demektir. Bu durum cehennemin de sonlu olacağını hatıra getirmektedir. b) Allah dilediği kimseleri orada ebedî kalmaktan kurtaracaktır. Bu da bazı müşrik ve inkârcıların cehennemde ebedî kalmaktan kurtulacağı ihtimalini hatıra getirmektedir (krş. En‘âm 6/128). Şüphesiz ki Allah istediğini yapma gücüne sahiptir; O’nun için hiçbir engel söz konusu değildir; ancak müşrik ve inkârcıları affetmeyeceğini, bunların ebedî olarak cehennemde kalacağını açıkça bildirmiştir (Nisâ 4/14, 116). c) Başka bir yoruma göre ise bedbahtlar, günahkâr müminler ve inkârcılar olmak üzere ikiye ayrılır. Bu istisna müşrik ve inkârcıları değil günahkâr müminleri ifade eder. Bunlar belli bir süre cehennemde kaldıktan sonra yüce Allah bunları oradan çıkartıp cennete yerleştirecek, inkârcı bedbahtlar ise ebedî olarak cehennemde kalacaklardır. Bu yorum müminlerin ebedî olarak cennette, inkârcıların ise ebedî olarak cehennemde kalacaklarını açıkça ifade eden âyetlerle bu âyeti uzlaştırmaya yöneliktir (bk. Mâide 5/119; Cin 72/23. Bu istisna ile ilgili diğer görüşler için bk. Şevkânî, II, 595-596).
 Bize göre, “Allah dilemedikçe…” şeklindeki ifade, “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” meâlindeki âyette olduğu gibi (İnsân 76/30) –birçok yerde– her şeyin Allah’ın dilemesi sonucu olduğunu açıklamaya yöneliktir. Burada da âyeti şöyle anlamak mümkündür: “Cehenneme girecek olanların bir kısmının orada ebedî kalmaları “Allah’ın dilemesine bağlı” olarak böyledir.
 Mutlu olanlara gelince bunlar da sonsuz olarak cennette yaşayacaklardır. “Rabbinin dilediği hariç” istisnası bunlar hakkında da mevcuttur; ancak âyetin son cümlesi cennet nimetlerinin kesintisiz olduğunu ve cennete girenlerin oradan çıkarılmayacağını göstermektedir. Bu takdirde istisnanın anlamı nedir? İbn Âşûr’a göre bu istisna iki anlamda yorumlanabilir: 1. Tövbe etmeden âhirete giden müminler bir süre cehennemde kaldıktan sonra Allah merhameti gereği onları bir sebep ve hikmetle affeder ve cennete koyar. 2. Bu istisnadan maksat Allah’ın lutuf ve rahmetinin bir tecellisi olan nimetlerin, “ödenmesi gereken bir borç” şeklinde anlaşılmasını önlemektir (XII, 165-166). Bazı müfessirlerse bu istisnayı, “Allah onlara başka bir mükâfat bahşetmeyi istemedikçe” şeklinde yorumlamışlardır (Reşîd Rızâ, XII, 160-161). “Allah insanın önünde yeni bir evrim sahnesi, daha yüksek bir evre açmadıkça (cennette sonsuz olarak kalacaklardır)” şeklinde yorumlayanlar da vardır (Esed, 447).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 199-201

شقي Şeqaye : Şekâvet شَقاوَة , saadetin zıddıdır. شَقِيَ fiili bir darlık, sıkıntı, talihsizlik, zorluk veya güçlük hali içinde olmak manasındadır. Şekavet saadet gibi iki kısma ayrılır: Uhrevi şekavet ve dünyevi şekavet. Bazıları şekavetin bazen yorulma manasında da kullanıldığını ifade etmişlerdir. Her şekavet bir yorgunlukken her yorgunluk bir şekavet değldir. Yani yorgunluk şekavetten daha kapsamlı bir sözcüktür. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şakî ve eşkiyadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

سعد Se’ade : سَعْد ve سَعادَة hayırlı işler yapma konusunda ve hayra ulaşmada ilahi umûrun/işlerin insana yardım etmesidir. Zıddı şekâvettir. Fiil olarak muvaffakiyetli, başarılı, talihli, mutluluk hali içinde oldu/o hale geldi manasındaki سَعِدَ fiili; Allah onu muvaffakiyetli, başarılı, talihli ve mutlu kıldı manasında da أسْعَدَ fiili kullanılır. Saadetlerin en büyüğü cennettir. مُساعَدَة mutluluğun zannedildiği konuda yardım etmek/destek vermektir.ساعِد ‘kol’ için sahibine yardım ettiği düşünülerek böyle adlandırılmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de ikiside farklı türevde olmak üzere 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri saadet, mesut, müsait, müsaade, Said, Sa’d ve Sueda’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِـاِذْنِه۪ۚ 

 

يَوْمَ  zaman zarfı  تَكَلَّمُ  fiiline mütealliktir. يَأْتِ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَأْتِ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ  cümlesi, يَأْتِ ’ deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَكَلَّمُ  damme ile merfû muzari fiildir. نَفْسٌ  fail olup damme ile merfûdur. تَكَلَّمُ  ‘deki  تَ  harflerinden biri hazf edilmiştir. 

اِلَّا  istisnâ harfidir. بِـاِذْنِ  car mecruru  لَا تَكَلَّمُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَكَلَّمُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  كلم ’dir. Aslı  تتكلم  şeklindedir.  تَ  harflerinden biri hazf edilmiştir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

  فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَع۪يدٌ

 

 

İsim cümlesidir. فَ  ta’liliyyedir.  مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. شَقِيٌّ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.  سَع۪يدٌ  atıf harfi  وَ ’la  شَقِيٌّ ’e matuftur.

شَقِيٌّ - سَع۪يدٌ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِـاِذْنِه۪ۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla  gelen ayette takdim-tehir sanatı vardır. Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekit edilmiştir.

 يَوْمَ  zaman zarfı  تَكَلَّمُ  fiiline müteallıktır. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  يَأْتِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَأْتِ  ‘ deki failin hali olan  لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِـاِذْنِه۪  cümlesi, muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

Nefy harfi  لَا  ve istisna harfi اِلَّا  ile birlikte kasr oluşturmuştur. İki tekid unsuru sayılan kasr, fail ve mecrur arasındadır. تَكَلَّمُ  maksur-sıfat, بِـاِذْنِه۪ۚ  maksurun aleyh-mevsuf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

Allah’ın izni olmadan o gün hiçbir nefsin konuşamayacağı kasr üslubu ile bildirilmiştir. 

يَوْمَ يَأْتِ, kıyamet gününden kinayedir.

يَوْمَ يَأْتِ , izafetiyle  يَوْمَ  kişileştirilmiştir. Gün, bir şahıs özelliği olan gelmek anlamındaki  يَأْتِ fiiline izafe edilerek iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Bu ifadede istiare ve tecessüm sanatları vardır. 

Fail olan  نَفْسٌ ’daki tenvin kıllet ifade eder. Kelimeye “hiçbir” manası katmıştır. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.

Veciz ifade kastına matuf  بِـاِذْنِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اِذْنِ, şan ve şeref kazanmıştır.

Önceki ayetteki  نُؤَخِّرُهُٓ  şeklindeki azamet zamirinden  بِـاِذْنِه۪ ’ de gaib zamire iltifat edilmiştir.

يَوْمَ يَأْتِي  ifadesindeki  يَوْمٌ  kelimesi,  حِينَ  veya  ساعَةَ  anlamında kullanılmış olup Arap konuşma tarzında bu, çok yaygın bir kullanımdır. Zira hiçbir zaman dilimi gündüz ve gecenin bir bölümüne rastlamaktan uzak olamayacağından (gündüz ve gecenin herhangi bir bölümünün dışında olamayacağından)  يَوْمٌ  lafzı zikredilirken çok kere anlam genişletilerek gündüz veya gecenin herhangi bir bölümü kastedilmiştir. İşte burada da  يَوْمٌ  kelimesi bu şekilde kullanılarak gece veya gündüzün içerisindeki bir zaman dilimi manasında kullanılmıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Bu ayette aslı  يَأْت۪ي  olan  يَأْتِ  kelimesinden  ي  hazf edilmiş; aslı  تَتَكَلَّمُ  olan  تَكَلَّمُ  kelimesinden de  تَ  hazfedilmiştir. Fakat Araf ve Enam Suresi’nde geçen  يَأْت۪ي  kelimesinden ي  harfi hazf edilmemiştir. Söz konusu hazfin nedenleri şunlardır:

1. Hud Suresi’nde azapta acele edilmesi ve azabın gerçekleşme vaktinin yaklaştığıyla ilgili tehditler yoğunluktadır. Azabın yaklaştığını haber vermek için  يَأْتِ  kelimesinin sonundaki  ي  hazf edilmiştir.

2. Hud Suresi’nde geçmiş ümmetlerin cezalandırılıp helak edilmelerinden söz edilmiştir. Daha sonra kıyamet gününün yaklaştığı ve daha öncekilerin uğradığı kötü akibetin aynısının da o gün kâfirlerin başına geleceği anlatılmıştır. O günün hızlıca yaklaştığını göstermek için ityân (gelmek) fiilinden  ي  hazfedilmiştir.

3. Araf ve Enam Surelerinin her birinde ityân fiili çeşitli türevleriyle 24 kez zikredilirken Hud Suresi’nde ise 13 kez zikredilmiştir. Dolayısıyla Araf ve Enam Surelerinde daha fazla tekrarlanan fiilin harfleri artırılmış; Hud Suresi’nde daha az tekrarlandığı için azaltılmıştır.

4. Hud Suresi’ndeki ayette Allah’ın izni dışında konuşma yasağı getirildiği için  تَتَكَلَّمُ   fiilinden  تَ  hazf edilmiş; o gündeki konuşmanın azlığına işaret etmek için  تَتَكَلَّمُ  yerine harf sayısı daha az olan,  تَكَلَّمُ  fiili zikredilmiştir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdil Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)


 فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَع۪يدٌ

 

فَ , ta’liliyyedir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  شَقِيٌّ , muahhar mübtedadır. 

وَسَع۪يدٌ  cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

سَع۪يدٌ , mahzuf mukaddem haberin muahhar mübtedasıdır.

İki cümledeki müsnedler  شَقِيٌّ  ve  سَع۪يدٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın müsnedün ileyhte sürekli varlığına, onun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Burada cem’ ma’at-taksim vardır. Mümkün olabilecek özelliklerin şakî ve saîd olarak sayılması taksim, bu kişilerin Allah’ın izni olmadıkça konuşamamakta birleşmeleri cemdir. Sonraki ayetlerde tefrik gelmektedir.

فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ  cümlesiyle  وَسَع۪يدٌ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

شَقِيٌّ ; bedbaht olanlar, ceza vaadinin gereği olarak cehennemi hak etmiş olanlardır. سَع۪يدٌ ; Mutlu olanlar da mükâfat vaadi gereğince cenneti hak etmiş olanlardır. Burada bedbaht, mutludan önce zikredilmiş, çünkü bu makam, sakındırma ve uyarı makamıdır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Takdim-tehir üslubu bazen de sırf muhatabı takdim edilen lafızdan korkutma gayesini taşır. Bu ayette de cümle dizilimi yapılırken cehennem ve onun ehlinden olanları korkutmak için  شقى  lafzı önce getirilerek takdim-tehir sanatının icrasıyla  سعيد  lafzına takdim edilmiştir. (Ahmet Tekin,Kur’ân’i Kerim’de Takdim-Tehir Ve Anlam Üzerindeki Etkisi)

Hûd Sûresi 106. Ayet

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَشَه۪يقٌۙ  ...


Mutsuz olanlara gelince; cehennemdedirler. Onların orada şiddetli bir soluyuşları vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَمَّا
2 الَّذِينَ kimseler
3 شَقُوا bedbaht olan(lar) ش ق و
4 فَفِي içindedirler
5 النَّارِ ateş ن و ر
6 لَهُمْ onların vardır
7 فِيهَا orada
8 زَفِيرٌ korkunç çığlıkları ز ف ر
9 وَشَهِيقٌ ve inlemeleri ش ه ق
شهق Şeheqa : شَهِيق uzun bir şekilde nefes almak demektir, zıddı olan زَفِير ise nefes vermektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de isim kalıbında ve sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Şâhika (dağ tepesi)’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَشَه۪يقٌۙ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمَّا  şart harfi veya tafsil harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar) 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  شَقُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

شَقُوا  iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf  ي  üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  harfi  اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

فِي النَّارِ  car mecruru  الَّذ۪ينَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  ف۪يهَا  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. زَف۪يرٌ  muahhar mübteda olarak damme ile merfûdur. شَه۪يقٌ  atıf harfi وَ  ile  زَف۪يرٌ ’na mâtuftur.

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ 

 

Şart üslubundaki terkipte  فَ  istînâfiyye,  اَمَّا ; şart, tafsil ve tekid edatıdır.

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

Şart harfi olması için kendisinden sonra  فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî: ‘’ اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır’’demiştir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l Kur’an, c. 1, s. 421)

اَمَّا  şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı  فَ  ile birlikte gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise ilave bir tekid sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde  زَيْدٌ ذاهِبٌَ  dersin. Ama bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde; اما زيد مذاهب “Zeyd’e gelince mutlaka gidecek” dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi bunun izahında; “Her ne olursa olsun Zeyd gidecektir.” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir; ilki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)

İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübtedadır. Sılası olan  شَقُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere dikkat çekmek içindir.  Bunun yanında tahkir ifade eder.

فَ  rabıta harfiyle gelen  اَمَّا ’nın cevabı olan  فَفِي النَّارِ  mübteda olan الَّذ۪ينَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.


 لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَشَه۪يقٌۙ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪يهَا  ve  لَهُمْ  car mecrurları mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  زَف۪يرٌ  muahhar mübtedadır. 

شَه۪يقٌ , haber olan  زَف۪يرٌ ‘a tezayüf nedeniyle atfedilmiştir. Her ikisi de bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

زَف۪يرٌ - شَه۪يقٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  شَقُوا - شَه۪يقٌ  kelimeleri arasında ise gayrı tam cinas sanatı vardır.

Burada  لَهُمْ  (onlar için) şeklindeki car mecrur, ف۪يهَا  (orada) car mecruruna takdim edilmiş,  فيها لهم  (orada onlar için) buyurulmamıştır. Çünkü kelam ateş hakkında değil, şakîler hakkındadır. Dolayısıyla şakîlere ait olan zamir nâra ait olan zamire takdim edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 338)

زَف۪يرٌ, anırmadan önce nefes almak,  شَه۪يقٌ ’ da, anırmadan sonra nefes vermek için kullanılmaktadır. Bundan maksat, onların büyük üzüntülerini vasıflandırmak ve onların halini, kalbini hararet basmış ve ruhu bunalmış kimsenin haline benzetmektir. Yahut bundan maksat, onların çığlıklarını merkeplerin seslerine benzetmektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

 

Hûd Sûresi 107. Ayet

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ  ...


Onlar, gökler ve yerler durdukça orada ebedî olarak kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Şüphesiz Rabbin istediğini yapandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خَالِدِينَ onlar sürekli kalıcıdırlar خ ل د
2 فِيهَا orada
3 مَا
4 دَامَتِ durdukça د و م
5 السَّمَاوَاتُ gökler س م و
6 وَالْأَرْضُ ve yer ا ر ض
7 إِلَّا dışında
8 مَا kimseler
9 شَاءَ diledikleri ش ي ا
10 رَبُّكَ Rabbinin ر ب ب
11 إِنَّ şüphesiz
12 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
13 فَعَّالٌ yapandır ف ع ل
14 لِمَا
15 يُرِيدُ dilediğini ر و د

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ

 

خَالِد۪ينَ  kelimesi  لَهُمْ ’deki zamirden hal olup, nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanırlar.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir. مَا  ve masdar-ı müevvel  خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir.

دَامَتِ  tam fiil olup, fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  السَّمٰوَاتُ  fail olup damme ile merfûdur. الْاَرْضُ  atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur. 

اِلَّا  istisna harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muttasıl veya munkatı’ müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  شَٓاءَ رَبُّكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

شَٓاءَ ’nin mefûlun bihi mahzuftur. Takdiri, إنقاذه من النار، أو زيادة مدّتهما (ateşten kurtarılması veya o ikisinin müddetini uzatılması) şeklindedir.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ

 

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فَعَّالٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.  

لِ  takviye için zaiddir. مَا  müşterek ism-i mevsûl  فَعَّالٌ ‘nun mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  يُر۪يدُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

يُر۪يدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

يُر۪يدُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

فَعَّالٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ

 

Ayet, önceki ayette geçen  لَهُمْ ’deki zamirden haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

خَالِد۪ينَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni, sayesinde fiil gibi amel etmiş, müteallak olmuştur

Zamaniye olan masdar harfi  مَا  ve akabindeki  دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ  cümlesi, masdar teviliyle خَالِد۪ينَ ‘ye mütealliktir. Masdar-ı müevvel müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْاَرْضُ  tezat nedeniyle fail olan السَّمٰوَاتُ ‘ya atfedilmiştir.

Semavat yeryüzünü ve gökyüzünü kapsadığı halde semavattan sonra  الْاَرْضِ ‘nin  zikredilmesi, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. 

اِلَّا  istisna edatı, مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ  zamandan istisna edilendir.

Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sıla cümlesi  شَٓاءَ رَبُّكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Veciz ifade kastına matuf  ربُّكَ  izafetinde Hz. Peygambere ait  كَ  zamirinin Rab ismine muzâfun ileyh olmasıyla Hz. Peygambere şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rab isminde tecrîd sanatı vardır.

السَّمٰوَاتُ - الْاَرْضُ  arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr,  دَامَتِ - خَالِد۪ينَ  arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cümlede iki farklı görevdeki  مَا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Genel olarak  شَٓاءَ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetten murad onların cehennemde kalışlarının göklerin ve yerin devamına bağlı olduğunu anlatmak değildir. Çünkü bu konudaki naslar onların devamlılığına, göklerin ve yerin de son bulacağına işaret eder. Bu durumda “Onlar gökler ve yer durdukça orada kalacaklardır.” ibaresinden murad onların cehennemde kalışlarını teyit ve bunu belâgî bir şekilde anlatmaktır. Çünkü Araplar, “gök ve yer durdukça” ibaresini temsil yoluyla ebedilik anlamında kullanırlar. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Burada bir istisna zikredilmiştir ki bu da Allah'ın dilemesidir. -Allahu a’lem- bu dileme, Allah'ın bu azap görenlerin halini biraz anlamaları için bazılarına rahmetini genişlettiğini haber verdiğine delalet etmektedir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 339)


اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , zaid harf ve isim cümlesi olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatı, Allah’ın rububiyet vasfı öne çıkarmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Veciz ifade kastına matuf  ربُّكَ  izafetinde Hz. Peygambere ait  كَ  zamirinin Rab ismine muzâfun ileyh olmasıyla Hz. Peygambere şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Mübalağa sıygasında gelerek mübalağa ifade eden  اِنَّ ’nin haberi olan  فَعَّالٌ ‘un mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sıla cümlesi olan  يُر۪يدُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ismi mevsûle dahil olan  لِ , tekit ifade eden zaid harftir.

شَٓاءَ - يُر۪يدُ  arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 

Hûd Sûresi 108. Ayet

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ عَطَٓاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ  ...


Mutlu olanlara gelince, gökler ve yerler durdukça içinde ebedî kalmak üzere cennettedirler. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Bu, onlara ardı kesilmez bir lütuf olarak verilmiştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَمَّا ve
2 الَّذِينَ kimseler
3 سُعِدُوا mutlu olan(lar) س ع د
4 فَفِي içindedirler
5 الْجَنَّةِ cennet ج ن ن
6 خَالِدِينَ onlar sürekli kalıcıdırlar خ ل د
7 فِيهَا orada
8 مَا
9 دَامَتِ durdukça د و م
10 السَّمَاوَاتُ gökler س م و
11 وَالْأَرْضُ ve yer ا ر ض
12 إِلَّا dışında
13 مَا
14 شَاءَ diledikleri ش ي ا
15 رَبُّكَ Rabbinin ر ب ب
16 عَطَاءً bir lütuftur ع ط و
17 غَيْرَ olmaksızın غ ي ر
18 مَجْذُوذٍ kesinti ج ذ ذ

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمَّا  şart harfi veya tafsil harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar) 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ين  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  سُعِدُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

سُعِدُوا  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  harfi  اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

فِي الْجَنَّةِ  car mecruru  الَّذ۪ينَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. خَالِد۪ينَ  hal olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir. مَا  ve masdar-ı müevvel  خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir. 

دَامَتِ  tam fiil olup, fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  السَّمٰوَاتُ  fail olup damme ile merfûdur. الْاَرْضُ  atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur.

اِلَّا  istisna harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  شَٓاءَ رَبُّكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّ  fail olup damme ile merfûdur.  Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. شَٓاءَ ’nin mef’ûlu mahzuftur. 

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman,  Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَطَٓاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ

 

عَطَٓاءً  mahzuf fiilin masdardan naib mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur. غَيْرَ kelimesi  عَطَٓاءً ’nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.  مَجْذُوذٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

غَيْرُ  edatı nekre bir ismin peşinden geldiğinde onun sıfatı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَجْذُوذٍ  kelimesi sülâsî mücerredi  جذذ  olan fiilin ism-i mef’ûludur.

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la 106. ayetteki  فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Matuf ve matufun aleyh arasında manen ve lafzen mutabakat ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur. 

Şart üslubundaki terkipte  فَ  istînâfiyye,  اَمَّا ; şart, tafsil ve tekid edatıdır. 

اَمَّا  harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra  فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî: ‘’ اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır’’demiştir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l Kur’an, c. 1, s. 421)

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

اَمَّا  şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı  فَ  ile birlikte gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise ilave bir tekid sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde  زَيْدٌ ذاهِبٌَ  dersin. Ama bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde; اما زيد مذاهب “Zeyd’e gelince mutlaka gidecek” dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi bunun izahında; “Her ne olursa olsun Zeyd gidecektir.” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir; ilki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)

İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübtedadır. Sılası olan  سُعِدُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere dikkat çekmek içindir. Bunun yanında tazim ve teşvik ifade eder.

سُعِدُوا   fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127) 

فَ  rabıta harfiyle gelen  اَمَّا ’nın cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.  فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ  car mecruru  الَّذ۪ينَ ‘nin haberine mütealliktir.

Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ  ibaresi سُعِدُوا ’nun failinden haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

خَالِد۪ينَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni, sayesinde fiil gibi amel etmiş, müteallak olmuştur

Zamaniye olan masdar harfi  مَا  ve akabindeki  دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ  cümlesi, masdar teviliyle خَالِد۪ينَ ‘ye mütealliktir. Masdar-ı müevvel müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْاَرْضُ  tezat nedeniyle fail olan السَّمٰوَاتُ ‘ya atfedilmiştir.

Semavat yeryüzünü ve gökyüzünü kapsadığı halde semavattan sonra  الْاَرْضِ ‘nin  zikredilmesi, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. 

اِلَّا  istisna edatı, مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ  zamandan istisna edilendir.

Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sıla cümlesi  شَٓاءَ رَبُّكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Veciz ifade kastına matuf  ربُّكَ  izafetinde Hz. Peygambere ait  كَ  zamirinin Rab ismine muzâfun ileyh olmasıyla Hz. Peygambere şan ve şeref kazanmıştır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rab isminde tecrîd sanatı vardır.

السَّمٰوَاتُ - الْاَرْضُ  arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

خَالِد۪ينَ - دَامَتِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

106. ayetle bu ayet güzel bir mukabele örneği teşkil etmektedir.

عَطَٓاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ , cümlenin öncesini tekit için gelmiş mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib masdardır. 

غَيْرَ مَجْذُوذٍ  izafeti  عَطَٓاءً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Ism-i mef’ûl vezninde gelen muzafun ileyh مَجْذُوذٍ ‘daki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.

خَالِد۪ينَ  ve  غَيْرَ مَجْذُوذٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Sayfanın genelindeki fasılalarını teşkil eden  و- دَ  ve  ي - دَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)

Genel olarak  شَٓاءَ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şakîler hakkında, فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا  [Şakî/bedbaht olanlara gelince… (Hud Suresi, 106)] buyurularak şakî olmak kişilere isnad edilmiş, فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اُشَقُوا  buyurulmayarak yaptıkları şeyler nedeniyle kendilerini şakî hale getirdiklerine işaret edilmiştir. Mesut/bahtiyar olanlardan bahsedilirken ise  وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا  [Mesutlara/ bahtiyarlara gelince] buyurularak meçhul fiil gelmiş ve Allah'ın rahmeti ve fazlıyla onları mesut ettiğine işaret edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 342-343)

آتَى  fiili,  اَعْطَى  fiili birbirinden farklıdır: O halde bu anlatılanlardan ortaya çıkan sonuçlar şunlardır:

1. آتَى  fiilindeki hemze,  اَعْطَى  fiilindeki ayn harfinden daha kuvvetlidir. Bunun için daha geniş ve kapsamlıdır, önemli şeyler için kullanılır. اَعْطَى  ise hem az hem de çok şeyler için kullanılır.  آتَى ; mal, mülk, hikmet, peygamberlerin doğruluğuna delalet eden ayetlerin verilmesi gibi konularda kullanılmıştır. اَعْطَى  ise  تَ 'den daha yüksek ve açık olan mechur olan  طَ  harfinden dolayı zahir olan durumlarda kullanılır. Neredeyse tamamen mala ait durumlarda kullanılır.

2. آتَى  fiili, maddi ve manevi konularda ve  اَعْطَى  fiilinin kullanılmasının güzel olmadığı yerlerde kullanılır.

3. اَعْطَى  mülk edinme manasını taşır, bu mana  آتَى  fiilinde yoktur.

4. آتَى  fiiliyle verilen şey geri alınabilir, halbuki  اَعْطَى  fiili böyle değildir. Çünkü onda mülk edinme manası vardır.

5. Madem ki  اَعْطَى  fiili sahiplik olma manasını taşıyor, o halde bu, ihtisas sebebi olur. Çünkü bir kişi sahibi olduğu şeyde istediği gibi tasarruf edebilir, onu isterse yanında tutar isterse dilediğine verir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdil Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)

Günün Mesajı
98. ayette çok güzel ve önemli bir nükte vardır ki, Firavun kör, yol bilmez bir çobana, ona tâbi olanlar ise, o çobanın arkasından giden bir sürüye benzetilmektedir. Böylece ayet, körü körüne taklit ve ittibaya karşi bizi uyarmakta ve doğruyu bulup ona tâbi olma hususunda aklımızı ve irademizi kullanmaya çağırmaktadır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Gözlerini açtığında kendisini bambaşka bir dünyada buldu. İnsanlar en değerli neyi varsa kapmış gelmiş burada sergiliyordu. Dolandı. Bazılarını beğendi, bazılarına burun kıvırdı. Muhteşem ışıltılı taşı gördüğünde kalbi değişik hislerle doldu. ‘Benim olmalı’ diye düşündü. Taşın sahibi başkasıyla konuşurken taşı kaptı. Amacı hemen kaçmaktı ama taşı aldığı anda çığlığı bastı. Eli kan içindeydi. Taşın arkası dikenlerle doluydu. Kurtulamıyordu, en ufak harekette bile acıdan çıldıracak gibi oluyordu. Taşın sahibi koşarak yanına geldi, bir iki söz söyledi, taşı yavaşça aldı ve yerine koydu. Ellerini silmesi için verilen mendili alırken sahibin elindeki iyileşmiş diken izlerini farketti. Teşekkür etti ve uzaklaştı.

 

Dehşet içindeydi. Kendisine bilmediğini almama konusunda nasihat ediyordu. Ki kendince dünyanın en güzel rengine sahip çiçeği gördüğünde, az önceki şaşkınlığını ve acısını unuttu. Kalbi tuhaf hislerle doldu. Çiçeğin sahibi uyukluyordu. Bir kere olsun ellerime alıp koklamalıyım. İçimde, bu çiçeği görene dek farketmediğim şu boşluğum dolacaktır eminim diye düşündü. Rengi böyle ise, kokusu, dokusu kim bilir nasıldı? Camı kaldırdı ve çiçeği kaptığı gibi kokusunu içine çekti. İçine dolan kokuyla aklı şaştı, gözleri karardı, bütün bedenini sarsan öğürtülerle o anda hastalandı. Öğürtülerin sesine uyanan sahibi, çiçeği sakince aldı, yerine koydu ve cam kapakla üzerini örttü. Çiçeğin kokusundan rahatsız olmadan gülümseyen sahibe baktı. Ne diyeceğini bilemediği için dönüp gitti.

Hiçbir hayat, hiçbir insan, hiçbir başarı tek bir andan ibaret değildir. O anı sana sunan öyle bir açıdan gösterir ki kusursuz sanarsın. Beğendiğin her güzeli tanımadan, bilmeden ısrarla isteyip elde ettiğinde hayal kırıklığına uğrayabilirsin çünkü o sana yalnız gördüğün güzelliğiyle gelmeyecek, kusurlarıyla da çalacak kapını.

Rabbim! Cahilliğimden ötürü bilmediğimi istemekten, kendim için en iyisini bildiğimi sanmaktan, isterken büyüklenmekten, kendisine zulmedenlere benzemekten ve hakiki saadetin dünya nimetlerinde saklı olduğunu düşünmekten; Sana sığınırım.

Daima hayırla isteyenlerden. Allah’ın verdiğinde ve vermediğinde gizlenen hayra güvenerek isteyenlerden olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji