بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِمَّا يَعْبُدُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ مَا يَعْبُدُونَ اِلَّا كَمَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ مِنْ قَبْلُۜ وَاِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَص۪يبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوصٍ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَا | o halde |
|
2 | تَكُ | olmasın |
|
3 | فِي | hiçbir |
|
4 | مِرْيَةٍ | tereddüd |
|
5 | مِمَّا | hakkında |
|
6 | يَعْبُدُ | taptıkları |
|
7 | هَٰؤُلَاءِ | onların |
|
8 | مَا |
|
|
9 | يَعْبُدُونَ | onlar tapmazlar |
|
10 | إِلَّا | başkasına |
|
11 | كَمَا | gibi olandan |
|
12 | يَعْبُدُ | taptıkları |
|
13 | ابَاؤُهُمْ | babalarının |
|
14 | مِنْ |
|
|
15 | قَبْلُ | daha önce |
|
16 | وَإِنَّا | şüphesiz biz |
|
17 | لَمُوَفُّوهُمْ | vereceğiz |
|
18 | نَصِيبَهُمْ | onların paylarını |
|
19 | غَيْرَ | olmadan |
|
20 | مَنْقُوصٍ | eksik |
|
فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِمَّا يَعْبُدُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن جاءك العلم بهذا فلا تك (Sana bunun ilmi gelirse …. olma) şeklindedir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُ fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. تَكُ ’nün ismi, müstetir olup takdiri أنت ’dir. ف۪ي مِرْيَةٍ car mecruru تَكُ ’un mahzuf haberine mütealliktir. مَا ve masdar-ı müevvel مِنْ harf-i ceriyle مِرْيَةٍ ‘e mütealliktir.
يَكُ kelimesinin aslı يَكُونُ ’dür. Cezm edatı لَا ’den dolayı نُ ‘un harekesi hazfedilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و hazfedilmiştir. İllet harfi وَ ‘a benzediğinden tahfif için نْ da hazfedilmiştir. Böylece geriye يَكُ lafzı kalmıştır.
يَعْبُدُ damme ile merfû muzari fiildir. İşaret ismi هٰٓؤُ۬لَٓاءِ fail olarak mahallen merfûdur.
Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler. Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
مَا يَعْبُدُونَ اِلَّا كَمَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ مِنْ قَبْلُۜ
Fiil cümlesidir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْبُدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır.
مَا ve masdar-ı müevvel كَ harf-i ceriyle يَعْبُدُونَ fiilinin mahzuf mef’ûlün mutlakına mütealliktir. Takdiri, ما يعبدون إلّا عبادة كعبادة آبائهم (Sadece babalarının ibadeti gibi ibadet ederler) şeklindedir.
يَعْبُدُ damme ile merfû muzari fiildir. اٰبَٓاؤُ۬هُمْ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ قَبْلُ car mecruru يَعْبُدُ fiiline mütealliktir.
قَبْلَ ve بَعْدَ muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَص۪يبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوصٍ۟
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مُوَفُّوهُمْ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. İzafetten dolayı ن harfi mahzuftur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَص۪يبَهُمْ ism-i fail مُوَفُّوهُمْ ’un mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. غَيْرَ hal olup fetha ile mansubdur. مَنْقُوصٍ۟ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır. 5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )
مُوَفُّوهُمْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْقُوصٍ ; sülâsî mücerredi نقص olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِمَّا يَعْبُدُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ
Nehiy üslubunda talebî inşaî isnad olan cümlede فَ , istînâfiyyedir.
كَان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي مِرْيَةٍ car-mecrurunun müteallakı olan كَان ’nin haberi, mahzuftur.
مِرْيَةٍ ’deki nekrelik, kıllet ve nev ifade eder. “Hiç bir şüphe” anlamındadır. Olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder.
ف۪ي مِرْيَةٍ ibaresindeki فٖي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. فٖي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla şüphe, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada فٖي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü şüphe hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak kalpteki tereddüdü etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
مِرْيَةٍ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harf-i cerle birlikte مِرْيَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sılası olan يَعْبُدُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف۪ي harfi zarf manası için mecazî anlamda gelmiştir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Müsnedün ileyhin, işaret ismi هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ile gelmesi müşrikleri tahkir ve kınama içindir.
مِرْيَةٍ kelimesinin kökü مرى fiilidir. Asıl olarak sağmak için dişi devenin memelerini temizlemek manasında kullanılır. Bir işte şüpheye düşmek demektir. Şekk kelimesinden daha özeldir. (Rağıb el-İsfehani, Müfredât)
مَا يَعْبُدُونَ اِلَّا كَمَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ مِنْ قَبْلُۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Tahsis için gelen nefy harfi مَا ve istisnâ harfi اِلَّٓا ile oluşan iki tekit hükmündeki kasr, cümleyi tekit etmiştir.
يَعْبُدُونَ maksur/sıfat, كَمَا car mecrurunun müteallakı olan mahzuf mef’ûl, maksurun aleyh/mevsûf, olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ مِنْ قَبْلُ cümlesi, masdar tevilinde olup mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Mef’ûlü mutlakın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَعْبُدُ fiiline müteallik olan قَبْلُۜ , cer mahallinde muzaftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredildiği için de mufassaldır.
Cümlede farklı görevdeki مَا ’lar arasında tam cinas ve لَا - اِلَّا arasında cinas-ı nakıs ve bu gruplardaki kelimeler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَا يَعْبُدُونَ - يَعْبُدُ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır
اِلَّا كَمَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ مِنْ قَبْلُ [Başka değil/ancak atalarının önceden beri ibadet ettiği gibi] cümlesi, كَمَاعبد اٰبَٓاؤُ۬هُمْ şeklinde mazi fiille gelmesi gerekirken muzari fiille gelmiş, bunun onlarda bir âdet haline geldiğine işaret edilmiştir. Mazi fiil böyle devamlı olmakla muzari fiil de mûtad (âdet) olmakla isimlendirilir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 344-345)
وَاِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَص۪يبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوصٍ۟
Cümle, atıf harfi وَ ‘ la ta’lil cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Önceki ayetteki Rab isminden azamet zamirine geçişte iltifat sanatı vardır.
Müsned olan مُوَفُّو , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
نَص۪يبَهُمْ , ism-i fail veznindeki مُوَفُّوهُمْ ’un mef’ûlün bihidir.
غَيْرَ مَنْقُوصٍ۟ izafeti, نَص۪يبَهُمْ ‘dan haldir. Muzâfun ileyh olan مَنْقُوصٍ۟ ’daki nekrelik, kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.
لَمُوَفُّوهُمْ - مَنْقُوصٍ۟ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümleleri, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Tekid lamı diye isimlendirilen lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)
وَاِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَص۪يبَهُمْ [Onların nasibini tam vereceğiz.] dedikten sonra (غَيْرَ مَنْقُوصٍ۟) eksiksiz buyurulması ıtnâb sanatıdır. Karşılığın ödenmesinde gösterilecek titizlik vurgulanmış olur. Ayrıca bu durumun kesinliği fiil cümlesinden daha kuvvetli olan isim cümlesiyle ifade edilmiştir. Burada “eksiksiz olarak” kaydının zikredilmesi, haddizatında (aslında) eksik olduğu halde ifadenin mecazî olma vehmini kaldırmak içindir. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَاِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَصٖيبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوصٍ [Biz de elbet nasiplerini eksiksiz vereceğiz.] Bu cümleden maksadın, “Biz onların nasiplerini yani onların payı olan azabı eksiksiz vereceğiz.” manası olabileceği gibi “Onlar her ne kadar kâfir olup haktan yüz çevirmiş olsalar da onların rızıklarını ve dünyevî hayırlardan nasiplerini eksiksiz vereceğiz.” manası olması da muhtemeldir. Yine bu cümleden maksadın, “Biz, özürlerini ve mazeretlerini gidermek için deliller ortaya koyma, peygamberler gönderme ve kitaplar indirme hususundaki hisselerini eksiksiz vereceğiz.” şeklinde olması da muhtemel olabileceği gibi, bu manaların hepsinin birden kastedilmiş olması da muhtemeldir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
غَيْرَ مَنْقُوصٍ۟ ibaresi, verilen sözün yerine getirileceğini teyit edici şekilde hal olarak gelmiş olup bu yönüyle mana itibariyle cümledeki istihza vurgusunu güçlendirmiştir. Nitekim vadedilen şeyin itibarı, verilen vaadin doğrulanmasıyla artar ve buna da البِشارَةِ denir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | اتَيْنَا | verdik |
|
3 | مُوسَى | Musa’ya |
|
4 | الْكِتَابَ | Kitab’ı |
|
5 | فَاخْتُلِفَ | ayrılığa düşüldü |
|
6 | فِيهِ | onda |
|
7 | وَلَوْلَا | eğer olmasaydı |
|
8 | كَلِمَةٌ | bir söz |
|
9 | سَبَقَتْ | önceden geçmiş |
|
10 | مِنْ | tarafından |
|
11 | رَبِّكَ | Rabbin |
|
12 | لَقُضِيَ | hüküm verilirdi |
|
13 | بَيْنَهُمْ | aralarında |
|
14 | وَإِنَّهُمْ | şüphesiz onlar |
|
15 | لَفِي | içindedirler |
|
16 | شَكٍّ | bir tereddüt |
|
17 | مِنْهُ | bunun hakkında |
|
18 | مُرِيبٍ | gocundurucu |
|
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. مُوسَى mef’ûlün bih olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Gayri munsariftir. الْكِتَابَ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاخْتُلِفَ damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أتي ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اخْتُلِفَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındandır. Sülâsîsi خلف ’dir.
İftiâl babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. لَوْلَا cezmetmeyen şart edatıdır. كَلِمَةٌ mübteda olup damme ile merfûdur. Haberi mahzuftur. Takdiri, موجودة (mevcuttur.) şeklindedir. سَبَقَتْ cümlesi, كَلِمَةٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
سَبَقَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir. مِنْ رَبِّكَ car mecruru كَلِمَةٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.
لَ harfi لَوْلَا ’nın cevabının başına gelen rabıtadır.
قُضِيَ elif üzere mukadder fetha ile mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. بَيْنَهُمْ mekân zarfı قُضِيَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. ف۪ي شَكٍّ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. مِنْهُ car mecruru شَكٍّ ’e mütealliktir.
مُر۪يبٍ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
اٰتَيْنَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
أتى fiili, أعطى ’dan farklı olarak, hemzeden dolayı daha çok önemli şeyler ve hikmet gibi manevi olan şeyler için de kullanılır. Mesela zekat أتى fiiliyle kullanılır.
Aynı üslupta gelen فَاخْتُلِفَ ف۪يهِ cümlesi atıf harfi فَ ile kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اخْتُلِفَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ
Bu cümle, atıf harfi وَ ile istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Şart üslubunda gelen terkipte لَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ cümlesi, şarttır. İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan كَلِمَةٌ ’un haberi mahzuftur. كَلِمَةٌ ‘deki nekrelik tazim ifade eder.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ cümlesi, كَلِمَةٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimi olarak ıtnâb sanatıdır.
مِنْ رَبِّكَ car-mecruru, كَلِمَةٌ ‘ün mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rab ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Önceki cümledeki azamet zamirinden bu cümlede Rab ismine geçişte iltifat sanatı vardır.
Lam-ı rabıtanın dahil olduğu لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ cümlesi, لَوْ ’in cevabıdır. Sebat, temekkün ve istikrara işaret eden müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ibaresinde îcâz-ı kasr vardır. Onların başına gelecekler son derece veciz bir şekilde ifade edilmiştir. Îcâz-ı kasr hazif yapılmaksızın az sayıda kelimeyle çok mana ifade etmektir. Yani “lafzın az, mananın çok olmasıdır.”
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ [Rabbinden takdir edilmiş bir kelime olmasaydı…] ifadesinde كَلِمَةٌ kaderden kinayedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ
Bu cümle, atıf harfi وَ ile istînâf cümlesine atfedilmiştir.
Buradaki وَ harfinde gizli bir istinaf manası olmakla beraber, atıf ya da hal için de olabilir. Bu manaya Şeyh Abdulkâhir Cürcânî işaret etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s. 200)
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اِنَّ ’nin haberi mahzuftur. Car mecrur لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ , bu mahzuf habere mütealliktir. مِنْهُ car mecruru شَكٍّ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
لَف۪ي شَكٍّ ibaresinde istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla شَكٍّ içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü شَكٍّ hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlardaki şüphenin derecesini etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır.
مُر۪يبٍ kelimesi شَكٍّ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
شَكٍّ ’deki nekrelik tahkir içindir.
اخْتُلِفَ - شَكٍّ - مُر۪يبٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Rayb kelimesi her türlü belirsizlik, kararsızlık, korku ve şüpheyi ifade eder. Kur'an da 17 kere Kur'an ya da yeniden diriliş konularında yer almıştır. Yakinin tam zıddıdır. La raybe yakın demektir. İkiden fazla ihtimal taşıyan şeyler için kullanılır. Uzaktan görünen karaltı insan hayvan ağaç vesaire olabilir.
Şekk ihtimal ikiye düşerse kullanılır. Uzaktan görünen karaltının insan olduğu bellidir ama kadın mı erkek mi olduğu belirsizdir.
Yakîn ise ihtimaller teke indiği durumda kullanılır. bu tek ihtimal yakîn Nefyedilirse Rayb olur. (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/179660#:~:text=%E2%80%9CReyb%E2%80%9D%20kelimesi%20Arap%C3%A7a'da,veya%20ku%C5%9Fku%20ile%20terc%C3%BCme%20edilemez.).
شَكٍّ kelimesi, karışık bilgi için kullanıldığı gibi mutlak tereddüt anlamında ve ilmin (kesin bilginin) karşıtı olarak da kullanılır. İşte bundan dolayıdır ki şek, (Onların o konuda hiçbir bilgileri yoktur; sadece zanna uyuyorlar.) ifadesi ile de tekid edilmiştir. Şek, cehalet; ilim ise kesin bilgi olsun veya olmasın, kalbin mutmain olduğu inanç (itikat) olarak da tefsir edilebilir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Hud Suresi/62)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümleleri, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Tekid lamı diye isimlendirilen lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)
وَاِنَّ كُلاًّ لَمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ اَعْمَالَهُمْۜ اِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
وَاِنَّ كُلاًّ لَمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ اَعْمَالَهُمْۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
كُلاًّ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. لَمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ اَعْمَالَهُمْ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَمَّٓا cahdı-müstağraktır. Fiil-i muzariyi cezm eder. Meczum muzari fiili mahzuftur. Takdiri, لمّا يوفوا أعمالهم (işlerini yapmadıklarında) şeklindedir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
يُوَفِّيَنَّهُمْ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَّ tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. رَبُّكَ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir. c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُوَفِّيَنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi وفي ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle خَب۪يرٌ ‘a mütealliktir. İsm-i mevsûlün sılası يَعْمَلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. خَب۪يرٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.
خَب۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّ كُلاًّ لَمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ اَعْمَالَهُمْۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اِنَّ ve kasemle tekid edilen sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin ismi olan كُلاًّ kelimesindeki tenvin muzâfun ileyhten ivazdır. Muzâfun ileyhin mahzuf olduğuna işaret eder. Muzafun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, veciz ifade kastına matuftur.
اِنَّ ’nin haberi kasem üslubunda gelmiştir. لَمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ terkibine dahil olan lemma ‘daki lam kaseme hazırlık مَّا ise, iki lamı ayırmak için gelen zaid harftir.
لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ اَعْمَالَهُمْ cümlesine dahil olan لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen lamdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَبُّكَ izafetinde Rab ismine muzâf olması sebebiyle Hz. Peygamber, şan ve şeref kazanmıştır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , kasem, zaid harfler ve isim cümlesi olmak üzere birden çok tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ اَعْمَالَهُمْۜ [Rabbin amellerini mutlaka verecek] cümlesinde birinci لَ kaseme hazırlık, ikincisi de tekid içindir ya da durum tam tersidir. مَّا da ikisini ayırmak içindir. (Beyzâvî,Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
“Şüphesiz Rabbin herbirinin amellerini onlara tam verecektir.” Bu cümlenin manası şöyledir: “Kimin azabını hemen verir kiminkini de tehir edersem; yine kim peygamberlerimi tasdik eder kim de yalanlarsa şüphesiz onların durumları amellerinin karşılıklarının eksiksiz verilmesi hususunda eşittir.” Dolayısıyla ayet, aynı anda hem bir vaat hem de bir vaîd (korku) ifade etmektedir. Çünkü taatların karşılığını eksiksiz vermek büyük bir vaat, yine günahların karşılığını eksiksiz vermesi de büyük bir vaîddir (korkutma). (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Bu Ayetteki Yedi Tekid Unsuru: Bir faziletli zatın şöyle dediğini duydum: “Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede, müstehak olan herkese hak ettiği şeyi tam olarak vereceğini haber verince bu ayette yedi çeşit tekid kullanılmıştır:
1.Tekid için kullanılan اِنَّ edatı
2.Yine tekid için kullanılan كُلًّ kelimesi
3.اِنَّ edatının haberinin başına gelen ve tekid ifade eden lâm
4.لَمَّا ’daki مَا edatı. Çünkü biz onun, Ferrâ'nın görüşüne göre, bir mevsûlle olduğunu söyledik
5.Mahzuf bir kasem. Çünkü sözün takdiri, “Allah'a yemin olsun ki Allah onların herbirinin amellerini onlara tam verecektir.” şeklindedir.
6.Kasemin cevabının başına gelmiş olan, ikinci lâm
7.لَيُوَفِّيَنَّهُمْ cümlesindeki şeddeli te'kid nûnu. İşte bu tek ifadedeki, te'kid için olan yedi lafzın tamamı, Rububiyet ve ubûdiyet işinin ancak ba's (öldükten sonra dirilme), Kıyamet, haşir ve neşir ile tamam olacağına delalet etmektedir. Cenab-ı Hak bunun peşinden, “O, onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.” buyurmuştur ki bu, en ileri tekid unsurlarındandır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrarî teceddüt ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl olan مَا başındaki بِ harf-i ceriyle خَب۪يرٌ ’e mütealliktir. Sılası olan يَعْمَلُونَ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِمَا يَعْمَلُونَ car mecruru, siyaktaki önemine binaen amili olan خَب۪يرٌ ‘a takdim edilmiştir.
Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [Yaptıklarınızdan haberdardır.] ifadesinde Allah Teâlâ, herşeyden haberdar olduğunu beyan ederken, bunun içine hesap ve cezayı idmâc etmiştir. Vaad ve tehdit anlamı taşyan cümle, lazım-melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
خَب۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın müsnedün ileyhte sürekli varlığına, onun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. Faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْمَالَهُمْ - يَعْمَلُونَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr, اِنَّ ve مَّا harflerinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Onların şüphede oldukları zikredildiği için خَب۪يرٌ kelimesi gelmiştir. Çünkü şüphede olmak kalbî bir durumdur. Dolayısıyla haberdar olmaya ihtiyaç gösterir. Haberdar olmak, işin iç yüzünü bilmeyi ifade eder. خَب۪يرٌ, “işin iç yüzünü bilen kişi” demektir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 350)
“O, onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.” cümlesi, vaat ve vaîd için bir tekiddir. Çünkü Cenab-ı Hakk bütün malumatı (her şeyi) bildiğine göre taatların ve masiyetlerin miktarını da bilir. Böylece, her amele uygun düşen cezayı da bilir. O zaman da hiçbir hak ve karşılık zayi olmaz. İşte bu, çok güzel bir izahtır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ cümlesi, konunun tam olarak anlaşılabilmesi (tevfiye) için hem istînâf hem ta’lil cümlesi olarak gelmiştir. Çünkü karşılığı verilecek olan amelleri tamamen kuşatacak bir ilim; verilen karşılığın yapılan amellere mutlak manada uyuşmasını gerektirir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْاۜ اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَاسْتَقِمْ | dosdoğru olun |
|
2 | كَمَا | gibi |
|
3 | أُمِرْتَ | emrolunduğun |
|
4 | وَمَنْ | ve kimseler |
|
5 | تَابَ | tevbe eden |
|
6 | مَعَكَ | seninle birlikte |
|
7 | وَلَا | ve |
|
8 | تَطْغَوْا | aşırı gitmeyin |
|
9 | إِنَّهُ | şüphesiz O |
|
10 | بِمَا | şeyleri |
|
11 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız |
|
12 | بَصِيرٌ | görmektedir |
|
فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْاۜ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اسْتَقِمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
كَ harf-i cerdir. مثل manasındadır. مَا müşterek ism-i mevsûl, كَ harf-i ceriyle mahzuf mef’ûlün mutlaka mütealliktir. İsm-i mevsûlün sılası اُمِرْتَ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اُمِرْتَ sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. مَنْ müşterek ism-i mevsûl, atıf harfi وَ ’la اسْتَقِمْ ’deki faile matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası تَابَ مَعَكَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مَعَ mekân zarfı تَابَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَطْغَوْا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اسْتَقِمْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’al babındandır. Sülâsîsi قوم ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle بَص۪يرٌ ‘ne mütealliktir. İsm-i mevsûlün sılası تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بَص۪يرٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.
بَص۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ
فَ istînâfiyyedir.
Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Teşbih harfi ك ile mecrur mahaldeki masdar harfi مَا , amili olan اُمِرْتَ fiilinin mahzuf mefûlü mutlakına mütealliktir. Mef’ûlü mutlakın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
كَ teşbih harfidir. Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredildiği için de mufassaldır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. كَمَٓا اُمِرْتَ car mecruru, ihtimam için faile takdim edilmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan اُمِرْتَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُمِرْتَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
فَاسْتَقِمْ fiilinin failine matuf olan, merfû mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan تَابَ مَعَكَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
مَعَكَ car-mecruru, تَابَ fiilinin failinden mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَنْ تَابَ [tövbe eden] terkibinden kastedilen müminlerdir. Çünkü iman şirkten tövbe etmektir. مَعَكَ izafeti تَابَ ’den haldir, تَابَ ’ye müteallık değildir. Çünkü Nebi (s.a.v) müşriklerden olmamıştır. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Peygambere emredildiği gibi dosdoğru olmak teşbihinin manası, ona emredilen diğer şeyler için dosdoğru olması gibidir. Bu; tıpkısı olmak şeklindeki tafsilatı açısından mücmeli mufassala benzetmektir. ك harfi “Olduğun gibi ol!” manasındaki كُنْ كَما أنْتَ sözündeki gibi عَلى manasındadır. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Bu emrin فَ harfiyle öncesine bağlanması şu anlamı ifade eder: Sen her hususta doğruluk ile emrolunmuş bulunuyorsun. Ve senin, her işte Kur'an'da emrolunduğun gibi sırat-ı müstakim üzere tam bir doğrulukla hareket etmen ve her hususta aldığın vahye uyman, Kur'an ahlakı ve ahkâmı uyarınca hareket edip bilfiil canlı bir doğruluk örneği olman gerekmektedir ki hakkında hiçbir şüpheye ve tereddüde yer kalmayacaktır. Doğruluğun ve dürüstlüğün senin peygamberliğine ve başarılı olmana en büyük delil ve belge olacaktır. Bundan dolayı sen, sana karşı çıkanların laflarına bakma, onları Allah'a havale et de gerek müminlerle müşterek olan inanç ve amele ilişkin genel görevlerinde, gerek özellikle peygamberlik görevleriyle ilgili olarak yalnızca sana ait olan özel görevlerinde tam emrolunduğun gibi hakkıyla doğru ol, doğruluktan ayrılma! (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Allah Teâlâ tevhid ve peygamberlikte ihtilaf edenlerin durumunu açıklayıp da vaat ve tehdit hakkında uzun uzadıya bilgi verince Resulullah’a (s.a.v) da açıklanan bu hususlara uymasını emrettiği gibi doğru olmasını da emretti. Bu, akaidde doğruluğu içine aldığı gibi amellerde doğruluğu da içine alır ki bunlar vahyi tebliğ etmek, şer’i hükümleri indirildiği gibi açıklamak ve ibadet vazifelerini hukuksuzluğa varacak şekilde ifrat ve tefrite kaçmadan yerine getirmek gibi gayet zor şeylerdir. Bunun içindir ki Efendimiz (s.a.v), “Beni Hud Suresi kocattı.” buyurmuştur. (Beyzâvî,Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
“O halde ey Peygamberim! Seninle beraber tövbe edenlerle birlikte sana emredildiği gibi dosdoğru ol!” ilahi emri, aslî olsun, ferdî olsun bütün hükümlerin güzelliklerini, nazarî olsun, amelî olsun bütün kâmil davranışları ve ne kadar çetin de olsa bunları başarmayı kapsamaktadır. İşte bundan dolayıdır ki Allah'ın Resulü, “Hud Suresi Beni ihtiyarlattı.” demiştir. Allah'ın Resulü ile beraber tövbe etmiş olanlardan maksat, şirk ve küfürden tövbe edip de imanda Allah'ın Resulüne iştirak edenler demektir; buradaki beraberlikten kastedilen budur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s - Selîm)
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
وَلَا تَطْغَوْاۜ
Cümle, atıf harfi وَ ’ la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubundan nehiy üslubuna iltifat sanatı vardır.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تَطْغَوْا - اسْتَقِمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Önceki cümledeki müfred muhatab zamirinden bu cümlede cemi muhatab zamirine iltifat sanatı vardır.
وَلَا تَطْغَوْا [Haddi tecavüz etmeyin.] ifadesi, emri ağırlaştırmak veya diğer müminlerin halini, Allah Resulünün haline dahil etmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s - Selîm)
وَلَا تَطْغَوْا [Aşırı gitmeyin.] buyurmuştur. Masdar olan tuğyan, haddi ve ölçüyü, sınırı aşmak anlamındadır. İbni Abbas “Allah Teâlâ bununla ‘Allah'a boyun eğin; hiç kimseye karşı kibirlenmeyin.’ manasını kastetmiştir.” demiştir. Yine bunun, “Kur'an hakkında haddi aşıp da onun haramını helal, helalini da haram kılmayın.” veya “Size emrolunan şeylerde haddi aşmayın ve sınırları tecavüz etmeyin.” yahut “Allah size büyük nimetler inam ettiğinde, O'na şükür ve boyun eğme yolundan sapmayın.” manalarında olduğu da söylenmiştir. Evlâ olanı, bütün bu manaların ayete dahil olduğudur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Ayetin son cümlesi, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrarî teceddüt ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا başındaki بِ harf-i ceriyle اِنَّ ‘nin haberi olan بَص۪يرٌ ’a mütealliktir. Sılası olan تَعْمَلُونَ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِمَا تَعْمَلُونَ ifadesi, siyaktaki önemine binaen amili olan بَص۪يرٌ ‘a takdim edilmiştir.
بَص۪يرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.
Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [Yaptıklarınızı görür] ifadesinde Allah Teâlâ, herşeyden haberdar olduğunu beyan ederken, bunun içine hesap ve cezayı idmâc etmiştir. Aynı zamanda lazım-melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Önceki ayetteki بِمَا يَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ cümlesi bu ayetteki بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ cümlesiyle mukabele oluşturmuştur.
اسْتَقِمْ - لَا تَطْغَوْا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi, birçok ayette tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. -faile benzediği için bu adı almıştır.- İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
إنَّهُ بِما تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ cümlesi; isti’nafi cümle olup taşkınlıklarını gizleyen kişiyi sakındırmak içindir. Nitekim Allah Teâlâ müslümanların yaptıkları (gizli-açık) tüm amellere muttalidir. İşte tam da bu sebeple diğer tüm Esma-ül Hüsna içerisinden, kesin ve apaçık bir bilgiye, kuvvetli bir ilme delalet ettiği için بَصِيرٌ sıfatı tercih olunmuştur. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve |
|
2 | تَرْكَنُوا | meyletmeyin |
|
3 | إِلَى |
|
|
4 | الَّذِينَ | kimselere |
|
5 | ظَلَمُوا | zulmeden(lere) |
|
6 | فَتَمَسَّكُمُ | yoksa size dokunur |
|
7 | النَّارُ | ateş |
|
8 | وَمَا | ve yoktur |
|
9 | لَكُمْ | sizin için |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | دُونِ | başka |
|
12 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
13 | مِنْ | hiçbir |
|
14 | أَوْلِيَاءَ | dost(lar) |
|
15 | ثُمَّ | sonra |
|
16 | لَا | asla |
|
17 | تُنْصَرُونَ | yardım göremezsiniz |
|
وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَرْكَـنُٓوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِلَى harf-i ceriyle تَرْكَـنُٓوا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlün sılası ظَلَمُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ harfi sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,taleb bulunması gerekir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri, لا يكن منكم ركون إلى الذين ظلموا فمسّ النار لكم (Sizden kimse zülmedenlere meyletmesin, yoksa size ateş-cehennem dokunur.) şeklindedir.
تَمَسَّكُمُ fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
النَّارُ fail olup damme ile merfûdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette sebep fe (فَ)’sinden sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
Cümle, تَمَسَّكُمُ ’deki hitap zamirinin hali olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ دُونِ car mecruru اَوْلِيَٓاءَ ’nin mahzuf haline veya mahzuf habere mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. اَوْلِيَٓاءَ fetha ile mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. اَوْلِيَٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdûde olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُنْظَرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla meçhul mebni muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ
وَ , atıf harfidir. Cümle, وَلَا تَطْغَوْاۜ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ başındaki harf-i cerle birlikte تَرْكَـنُٓوا fiiline mütealliktir. Sılası olan ظَلَمُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Fa-i sebebiyyenin gizli أنْ ’le masdar yaptığı فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ cümlesi masdar tevilinde kelamın öncesinden anlaşılan takdiri لا يكن منكم ركون إلى الذين ظلموا فمسّ النار لكم (Sizden kimse zülmedenlere meyletmesin, yoksa size ateş-cehennem dokunur.) olan masdara matuftur.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
النَّارُ , cehennem azabından kinayedir.
فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ cümlesinde istiare sanatı vardır. النَّارُ kelimesi تَمَسَّ fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Ateşin bir şahıs gibi dokunacak olması onun şiddetini, azametini artırmaktadır. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
لَا تَرْكَـنُٓوا fiiliyle تَمَسَّكُمُ fiilinin tercih edilmesinde mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler. Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
Burada zulme meyletmekten bahsedilmiş fakat zulme ortak olmak ifade edilmemiştir. Bunun mukabili olarak da ateşe atılmak değil, ateşin dokunuşunun zikredilmesinde latif bir uyum bulunmaktadır. (İbnİ Ebi’l İṣba‘, Bedî‘u’l Kur’an, s. 78)
Terim olarak “i’tilâfu’l-lafz ma‘al-ma‘nâ”; mana sert olduğu zaman lafzın da kaba olması, mana yumuşak olduğu zaman lafzın da ince/zarif olması, mana garîb olduğu zaman lafzın da garîb olması demektir. Başka bir deyişle övünme ve teşvik için açık lafızların ve güçlü ibarelerin seçilmesi, övgü ve aşk için ince/zarif kelimelerin ve yumuşak ibarelerin tercih edilmesidir.
Zalimlere ve onlara meyledenlere aynı ceza verilmez. Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede zalimlere meyletmeyi nehyetmiş ve bu kişilere ceza verileceğini belirtmiştir. Tabi bu ceza yanmak değil, ateşin dokunmasıdır. Ateşin yakmasıyla dokunması bir değildir. Bunun için dokunma fiili tercih edilmiştir. Her ne kadar dokunmak fiili mecazen azapla yok etmek anlamına gelse ve dokunan şeyin azabının kişi tarafından hissettiği ilk duyguyu ifade ediyor olsa da burada hakiki manada kullanılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
رْكَـنُٓ, az bir meyli ifade eder. Yani “Zulmedenlere azıcık bile meyletmeyin.” demektir. Burada zalimler, اِلَى الظالمين (zalimlere) şeklinde isimle değil de اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا [zulmedenlere] denilmek suretiyle, “Zulüm onlarda sabit bir vasıf haline gelmemiş olsa bile yani kendilerinden bir kere bile zulüm vaki olmuş olsa onlara meyletmeyin.” manasını ifade etmiştir. Bu üslup zalimlere dalkavukluğu yasaklamada etkili bir üsluptur. Bir kere bile zulüm işlemiş kişilere azıcık bir meyl bile yasaklandıysa, zulmü sabit bir vasıf haline getiren kişilerin durumu nasıl olur?! Ya bu zalimleri yüceltmek, onları arkadaş edinmek, onlarla karışmak, onları dost edinmek nasıl olur?! ((Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 3, s. 353)
وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ [Zulmedenlere de meyletmeyin; sonra size ateş dokunur.] cümlesi, zulmü yasaklamak ve ondan dolayı tehdit etmek hususunda tasavvur edilebilecek mükemmeliyetin en yüksek zirvesindedir. Bu hitabın Allah'ın Resulüne ve O’nunla beraber olan Müslümanlara yapılmış olması, adaletten ibaret olan istikamet üzerinde sebat etmelerini temin etmek içindir. Zira ifrat ve tefritten birine meyletmek, kendi nefsine veya başkasına zulümdür. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ifadesi, kendisinden mutlak olarak zulüm denebilecek bir şeyin vaki olduğu kişiler için kullanılır. Bu mana kastedildiği zaman اِلَى الظالمين (zalimlere) denmez. (Rûhu'l Me‘ânî, XII/154; Bahru'l Muhît, V/269)
وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
Cümle, تَمَسَّكُمُ ’deki hitap zamirinin halidir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.
Menfî isim cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكُمْ car-mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.Tekit ifade eden zaid مِنْ harfinin dahil olduğu اَوْلِيَٓاءَ muahhar mübtedadır.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ car-mecruru, اَوْلِيَٓاءَۢ ‘nin mahzuf mukaddem haline veya mahzuf habere mütealliktir.
Veciz ifade kastına matuf مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin Allah'tan gayrı ve Allah ile beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Önceki ayetteki gaib zamirden bu cümlede lafza-ı celâle geçişte iltifat sanatı vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada, مِنْ ولِيَٓ (velîden) değil, مِنْ اَوْلِيَٓاءَ (evliyadan/velilerden) buyurularak, çoğul ifade kullanılmıştır. Bunun sebebi, zalimler için de çoğul ifadenin gelmiş olmasıdır. İstiğrak yoluyla Allah'tan başka bir dostun bulunmadığına delalet etmek için, istiğrak ifade eden مِنْ harfi gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 3, s. 353)
ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ cümlesi, tertip ifade eden atıf harfi ثُمَّ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تُنْصَرُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
ظَلَمُوا - تُنْصَرُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafîy sanatı sanatı vardır.
اَوْلِيَٓاءَ - تُنْصَرُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ثُمَّ edatı onlara yardımın uzak olduğunu gösterir, çünkü onlara azap edeceğini va’detmiş ve azabı vacip kılmıştır. وَ ’ın uzak görmek için فَ yerine konulmuş olması da caizdir, çünkü onlara azap edeceğini ve başkasının da onlara yardım edemeyeceğini açıklayınca onlara hiç yardım etmeyeceği sonucuna varılmıştır.(Beyzâvî,Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
ثُمَّ ibaresi burada rütbeten terahi sağlar. Yani mana olarak; “Size yardım edebilecek, sizden ateş azabını hafifletebilecek veya sizi oradan çıkarabilecek hiç bir kimse bulamayacaksınız.” anlamındadır. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
تُنْصَرُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفاً مِنَ الَّيْلِۜ اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَقِمِ | ve kıl |
|
2 | الصَّلَاةَ | namaz |
|
3 | طَرَفَيِ | iki tarafında |
|
4 | النَّهَارِ | gündüzün |
|
5 | وَزُلَفًا | ve yakın vakitlerinde |
|
6 | مِنَ |
|
|
7 | اللَّيْلِ | gecenin |
|
8 | إِنَّ | şüphesiz |
|
9 | الْحَسَنَاتِ | iyilikler |
|
10 | يُذْهِبْنَ | giderir |
|
11 | السَّيِّئَاتِ | kötülükleri |
|
12 | ذَٰلِكَ | bu |
|
13 | ذِكْرَىٰ | bir öğüttür |
|
14 | لِلذَّاكِرِينَ | ibret alanlara |
|
Resul-i Ekrem (sav) beş vakit namazın farz olduğunu defalarca söylemiştir:” Cebrail geldi, bana imam oldu , onunla birlikte namaz kıldım, sonra onunla bir daha namaz kıldım “ diye beş vakit namazı parmağıyla sayarak göstermiştir.
(Buhari, Bed’ü’l-halk 6, Mevakit 1; Müslim, Mesâcid 167)
Muâz ibni Cebel’i Yemen’e gönderirken ona “ Allah’ın kendilerine günde beş vakit namazı farz kıldığını bildir “ demiştir.
(Buhâri, Zekat 41,63, Megazi 60, Tevhid 1; Müslim ,Îman 29,31)
“Büyük günahdan sakınıldığı sürece , beş vakit namaz ile iki cuma ve iki ramazan , bunların aralarındaki zaman diliminde işlenecek günahlara kefaret olur”
(Müslim, Tahâret 14,16)
وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفاً مِنَ الَّيْلِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَقِمِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. الصَّلٰوةَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. طَرَفَيِ zaman zarfı, اَقِمِ fiiline müteallik olup, müsenna olduğundan nasb alameti يِ ‘dir. النَّهَارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. زُلَفاً atıf harfi وَ ’la طَرَفَيِ ’ye matuftur. مِنَ الَّيْلِ car mecruru زُلَفاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
اَقِمِ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi قوم ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
الْحَسَنَاتِ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُذْهِبْنَ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olarak mahallen merfûdur. السَّيِّـَٔاتِ mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
يُذْهِبْنَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi ذهب ’dir.
ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. ذِكْرٰى haber olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Maksûr isimdir. لِلذَّاكِر۪ينَ car mecruru ذِكْرٰى ’ya müteallik olup, cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi ى olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle ى ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere elif-i maksûre denir. اَلْفَتَى - اَلْعَصَا gibi.
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. Burada ذِكْرٰى kelimesi maksûr isim olduğu için takdiri îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلذَّاكِر۪ينَ ; sülâsî mücerredi ذكر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفاً مِنَ الَّيْلِۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘ la önceki ayetteki وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfî sıygadan müspet sıygaya, emir üslubundan nehiy üslubuna iltifat sanatı vardır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Zarf-ı zaman olan طَرَفَيِ النَّهَارِ izafeti اَقِمِ fiiline mütealliktir.
طَرَفَيِ ‘ye temasül nedeniyle atfedilen زُلَفاً ‘deki nekrelik nev ifade eder.
مِنَ الَّيْلِ car mecruru زُلَفاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
النَّهَارِ - الَّيْلِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Önceki ayetteki cemi muhatab zamirinden bu ayette Hz. Peygambere hitaba geçişte iltifat sanatı vardır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler. Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
Emirler görünüşte müfred olarak yalnızca Hz. Peygambere hitadendir, oysa mana itibarıyla umuma yani bütün ümmete aittir. Nehiylerde ise “azmayın” ve “Zulmedenlere arka vermeyin.” diye yalnızca ümmete yöneltilmiştir. Ne ince ne zarif bir ifade tarzıdır ki hayırlı olan fiillerde Hz. Peygamber muhatap tutulmuş da ümmete ondan sirayet ettirilmiştir. Sakınca teşkil eden işlerden, yasaklanmış fiillerden nehye gelince de Hz. Peygambere hitaptan çekinilip ümmete geçilmiş ve bunun Peygambere ancak ümmeti dolayısıyla zımnen bir ilişkisi bulunduğu anlatılmıştır. Ve Hz. Peygamberin şahsı bu gibi işlerden uzak tutulmuştur. Çünkü usul ilminde beyan olunduğu üzere, bir fiilden nehiy, o fiilin muhataptan sadır olması düşünülür ve tasavvur edilir olmasına bağlıdır. Vukuu ihtimali olmayan fiil nehyedilmez. Bundan dolayı nehiylerin Peygambere yöneltilmeyip de ümmete yöneltilmesi ve ümmetin muhatap kabul edilmesi, bu gibi işlerin Hz. Peygamber hakkında asla düşünülemeyeceği ve ihtimal dahilinde bile olmadığı gerçeğini ortaya koyar. Şu halde Hz. Peygambere verilen doğruluk emrinin, doğrulukta devam ve sebat etmesini temin demek olduğunu ve fakat buna rağmen ümmette doğruluktan ayrılmanın ve zalimlere meyil etmenin yine de mümkün ve muhtemel bulunduğunu ihtar vardır. Ve işte Hz. Peygambere, “Hud Suresi Beni kocattı.” dedirten de ayetin bu ince belâgatı ile ümmetin doğruluktan sapma tehlikesinin bulunmasıdır.”Düşünmeyi bilenlere bir hatırlatmadır.”(Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Bil ki Allah Teâlâ, Hz. Peygambere dosdoğru olmayı emredince bunun peşinden namaz emrini getirdi. Bu, Allah'a imandan sonra ibadetlerin en büyüğünün namaz olduğuna delalet eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ayetin ilk cümlesi 5 vakit namaza işaret eder. Çünkü زُلَفاً kelimesi çoğul olduğu için 3 vakti ifade eder. Çoğul kelime en az üç sayısını ifade eder. Bunun için gece kılınan üç namaz (akşam, yatsı ve sabah namazları) bu kelimeyle ifade edilmiştir.
Namazın arkasından “Muhakkak ki iyilikler kötülükleri giderir.” buyurulmuştur. Bu manada şöyle bir hadis-i şerif de vardır. Vakit namazları, aralarda işlenen küçük günahlara kefarettir. Bu hadis, bir anlamda bu ayetin açıklamasıdır.
اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ‘nin haberi olan يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْحَسَنَاتِ - السَّيِّـَٔاتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isnadın tekrarı ve isim cümlesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِ cümlesi, namazların ikamesi emrinin illetini belirtme siyakında gelmiştir. اِنَّ harfiyle cümle tekid edilmiştir. Bu tekid, konuya verilen öneme ve verilen haberin gerçekliğine işaret eder. Bunun yanı sıra اِنَّ harfi ta’lil ve tefri’ manaları da içerir. Buradaki ta’lil, Allah’ın kötülükleri giderici olarak iyilikleri varettiğini bildirici nitelikte olup tüm iyilik sahiplerine işaret eder. Sebep, illetli olan şeyden daha genel olur. Bunun yanında çoğul kelimenin elif-lam ile marife oluşu umum ifade eder. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Burada تذهب değil de يذهبن buyurularak, az bile olsa güzelliklerin kötülükleri giderdiği beyan edilmiştir. Eğer تذهب buyurulsaydı, güzelliklerin ancak çok olduğu vakit kötülükleri giderdiğine delalet ederdi. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 355)
ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh, cem ve tecessüm ifade eden işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada müşarun ileyhe tazim ifade eder.
İşaret isminde istiare vardır. İşaret ismi ذٰلِكَ ile emirlere işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kamil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret eden لِلذَّاكِر۪ينَۚ car-mecruru, ذِكْرٰى ‘ya mütealliktir.
ذِكْرٰى - لِلذَّاكِر۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
ذِكْرٰى - الصَّلٰوةَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Günahın imana zarar vermeyeceğini söyleyenler, bu ayeti delil getirerek şöyle demişlerdir: “Çünkü iman, hasenatın (iyiliklerin) en kıymetlisi, en yücesi ve en efdalidir. Ayet, hasenatın seyyiatı (kötülükleri-günahları) giderip temizlediğine delalet etmektedir. Hasenatın en yücesi olan iman, isyanın en ilerisini teşkil eden küfrü bertaraf eden bir derecedir. Dolayısıyla onun, derece bakımından en aşağıda olan günahlara, haydi haydi gücü yeter. Dolayısıyla bu, bütün ikâbı (azabı) gidermeyi olmasa bile, devamlı ve ebedî azabı gidermeyi ifade eder.”(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَاصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ
وَاصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اصْبِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
فَ ta’liliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâl اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. لَا يُض۪يعُ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُض۪يعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اَجْرَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْمُحْسِن۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
يُض۪يعُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi ضيع ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
الْمُحْسِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاصْبِرْ
Ayet atıf harfi وَ ‘ la önceki ayetteki وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
وَاصْبِرْ emri; taatları yapmaya ve isyanlardan kaçmaya, فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ [Şüphesiz Allah iyilik edenlerin mükafatını zayi etmez.] cümlesinde zamir kullanıp اَجْرُهُمْ denilecek yerde açık olarak الْمُحْسِن۪ينَ buyurulması; namazın ihsan (iyilik, güzellik) olduğuna delil olması ve ihlas olmazsa o ikisine önem verilmeyeceği manasına ima içindir. (Beyzâvî,Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
وَاصْبِرْ [sabret] sözü, mükellef olduğu meşakkate sabretmesini emreder. Emrolunduğu gibi istikamet üzere olmakla, namazı ikame etmek ve benzeri taatler ve yasaklar konusunda sabretmesi kastedilmiştir. Sabır gerektiren bütün durumları kapsamlı olarak ifade etmek için sabretme emri mutlak olarak gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu, c. 3, s. 355)
فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ
فَ ta’liliyyedir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ lafzının cümlede müsnedün ileyh olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz ve teberrük içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâdır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ cümlesi müsneddir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. müsnedin cümle olarak gelmesi hükmü takviye etmiştir.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İhsan; Allah’ı görür gibi yaşamaktır.
الْمُحْسِن۪ينَ ‘den murad, yukarıdaki amelleri yapanlardır.
اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ ifadesinde istiare sanatı vardır. Muhsinlerin mükafatı, işçiye ödenen ücrete benzetilmiştir.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَۙ cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [Allah, muhsinlerin ecrini zayi etmez.] ifadesine, yaptıkları bütün fiiller sebebiyle mücahitlerin muhsin olduğu ve şehit olmasalar da tüm muhsinlerin ödüllendirileceği manası idmâc edilmiştir.
Son cümlede zamir makamında bahsi geçen amelleri yapanların الْمُحْسِن۪ينَ şeklinde zahir olarak zikredilmesi, onların amellerinin Allah katındaki kıymetine dikkat çekmek için yapılmış iltifat ve itnâb sanatıdır.
Bu görüşe göre zamir makamında zahir ismin kullanılması (onlar zamiri yerine, iyilik yapanlar denmesi), onları methetmek, onların da ihsan ehli zümresine dahil olduklarına, amellerinin de ihsan kabilinden olduğuna şehadet etmek ve hükmün kaynağını bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Tevbe/120)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar edilmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Kadr/1.)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Cümlede, bir konuda kelâmcıların usûlünce kesin aklî delillerle konuşmak şeklinde tarif edilen mezheb-i kelamî sanatı vardır. Bahsi geçen amelleri yapanlar Allah tarafından mükafatlandırılacaktır. Çünkü Allah salih amelleri zayi etmez.
Allah Teâlâ, فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ [Doğrusu Allah muhsinlerin mükâfatını zayi etmez.] buyurarak mutlak bir mana ifade etmiş ve her muhsini ve bunu yapan herkesi kapsayan bir üslup kullanmıştır. Böylece bu fiili yapan veya ister bu fiili, ister ihsan kapsamında bir başka fiili yapan olsun her muhsini bu mananın içine dahil etmiştir. Rûhu'l Me‘ânî'de şöyle yazılıdır: “Bu sıfatı taşıyan herkesi umumi olarak kapsayan bir mana ifade etmesi için zamir zikredilmemiştir. Bu cümle, sabır emrinin sebebini bildirir.” (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 355)
Ayette, لَا يُض۪يعُ [zayi etmez] ifadesi kullanılmış. Halbuki Allah'ın amellerin mükâfatını vermemesi, hakikatte onu zayi etmek değildir. Nasıl zayi etmek olur ki ameller, mükâfatı zorunlu olarak gerektiren değildir ki onu vermemesi zayi etmek olsun. Böyle iken zayi etmek ifadesinin kullanılması, bunun, Allah'tan sadır olması imkânsız olan çirkinlikler olarak tasvir edilmesi ve mükâfat vermeyi, O’na vacip olan şeyler gibi gösterilmek suretiyle Allah'ın bundan son derece nezih olduğunu beyan etmek içindir. Bu cümle, sabır emrinin illetini beyan etmektedir. Bu kelam işaret ediyor ki zikredilen şeylere sabretmek de iyilik kabilindendir. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l- Akli’s- Selîm)
Hitabın Nebi’ye (s.a.v) yöneltilmesi onu yüceltmek (övmek) içindir. فَإنَّ اللَّهَ لا يُضِيعُ أجْرَ المُحْسِنِينَ sözünün karinesiyle O (peygamber) ve ümmeti kastedilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Tekid harfi olan إِنَّ , habere dikkat çekmek için getirilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
الثَّوابُ kelimesi, amellerin karşılığında ve vadolunan şey olarak kişiye verildiğinden dolayı mükafat (أجْر) olarak isimlendirilmiştir. Bu yüzden sevap (الثَّوابُ), mükâfata (الأجْرَ) benzetilmiştir. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
فَلَوْلَا كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْاَرْضِ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّنْ اَنْجَيْنَا مِنْهُمْۚ وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَٓا اُتْرِفُوا ف۪يهِ وَكَانُوا مُجْرِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَوْلَا | değil miydi? |
|
2 | كَانَ | bulunmalı |
|
3 | مِنَ | -den |
|
4 | الْقُرُونِ | nesiller- |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | قَبْلِكُمْ | sizden önceki |
|
7 | أُولُو | sahipleri |
|
8 | بَقِيَّةٍ | fazilet |
|
9 | يَنْهَوْنَ | alıkoyan |
|
10 | عَنِ | -tan |
|
11 | الْفَسَادِ | fesat- |
|
12 | فِي |
|
|
13 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
14 | إِلَّا | dışında |
|
15 | قَلِيلًا | çok azı |
|
16 | مِمَّنْ | kendilerini |
|
17 | أَنْجَيْنَا | kurtardığımız |
|
18 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
19 | وَاتَّبَعَ | peşine takıldılar |
|
20 | الَّذِينَ | kimseler |
|
21 | ظَلَمُوا | zulmedenler |
|
22 | مَا |
|
|
23 | أُتْرِفُوا | bulundukları refahın |
|
24 | فِيهِ | içinde |
|
25 | وَكَانُوا | ve oldular |
|
26 | مُجْرِمِينَ | suçlu kimseler |
|
فَلَوْلَا كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْاَرْضِ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّنْ اَنْجَيْنَا مِنْهُمْۚ
فَ istînâfiyyedir. لَوْلَٓا cezm etmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “Değil mi?” manasındadır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. Tam fiil olarak amel etmiştir. مِنَ الْقُرُونِ car mecruru كَانَ fiiline mütealliktir. مِنْ قَبْلِكُمْ car mecruru الْقُرُونِ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُو۬لُوا kelimesi كَانَ ’nin faili olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti و ’dır. Aynı zamanda muzâftır. بَقِيَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَنْهَوْنَ cümlesi, اُو۬لُوا ’nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
يَنْهَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَنِ الْفَسَادِ car mecruru يَنْهَوْنَ fiiline mütealliktir. فِي الْاَرْضِ car mecruru الْفَسَادِ ’ye mütealliktir.
اِلَّا istisna harfidir. قَل۪يلاً munkatı’ veya muttasıl müstesna olarak mahallen mansubdur. مَنْ müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle قَل۪يلاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlün sılası اَنْجَيْنَا مِنْهُمْ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اَنْجَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mef’ûlün haline mütealliktir. Takdiri, أنجيناه منهم şeklindedir.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette fiil cümlesi şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْجَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَٓا اُتْرِفُوا ف۪يهِ وَكَانُوا مُجْرِم۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّبَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası ظَلَمُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası اُتْرِفُوا ف۪يهِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اُتْرِفُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru اُتْرِفُوا fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. مُجْرِم۪ينَ۟ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُتْرِفُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi ترف ‘dir.
اتَّبَعَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُجْرِم۪ينَ۟ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَوْلَا كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْاَرْضِ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّنْ اَنْجَيْنَا مِنْهُمْۚ
فَ , istînâfiyedir. Şart harfi لَوْلَٓا , tahdid (تحضيض ) ifade eder. هلّا manasındadır. Tevbih manasına gelmiştir. Şart üslubunda gelmiş olmasına rağmen mütekellimin tevbih amacına işaret eden cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Bu; tahdid (bir şeyin yapılmasını sertçe istemek) manasındadır. Bu mana sözün gelişinden anlaşılır. Bu harften sonra fiil gelir.
لَوْلَا , tahdîd (teşvik), pişmanlık, teessüf ve hasret ifade eder, “keşke bunu yapsalardı da başlarına gelen gelmeseydi” manası taşır. “Kulların başına gelen bu musibetin onları üzmesi, perişan etmesi” manasındadır. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 358)
لَوْلاَ ‘meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya’ manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak ‘teşvik’ anlamına gelse de terim olarak ‘bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.’ Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
Bu harf hep maziye dahil olur ve pişmanlığa delalet eder. Sanki muhatabın yaptığı işe pişman olmasını ister. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانَ ’nin tam fiil olduğu cümle mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنَ الْقُرُونِ ve مِنْ قَبْلِكُمْ car-mecrurları konudaki önemlerine binaen fail olan اُو۬لُوا ’ya takdim edilmişlerdir.
Müsnedün ileyh olan اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ , az sözle çok anlam ifade yollarından olan izafetle gelmiştir.
اُو۬لُوا ‘un muzafun ileyhi olan بَقِيَّةٍ ‘deki nekrelik tazim içindir.
يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْاَرْضِ cümlesi, اُو۬لُوا için sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اِلَّا istisna harfi, قَل۪يلاً müstesnadır. قَل۪يلاً ‘deki nekrelik kıllet ifade eder.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ , harfi cerle قَل۪يلاً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَنْ ’in sılası olan اَنْجَيْنَا مِنْهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْجَيْنَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ - مُجْرِم۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Ayetteki اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ deyimi, “fazilet ve hayır sahipleri” manasınadır. Fazilet ve cömertlik, بَقِيَّةٍ diye isimlendirilmiştir. Çünkü insan, elde ettiği şeylerin en kıymetlisini ve en üstününü geride bırakmak ister. Dolayısıyla bu lafız, cömertliği ifade eden, bir darb-ı mesel haline gelmiştir.
Falan kişi بَقِيَّةٌ sahibidir demek; o kişi yüksek fazilet, din ve şer’i ilim sahibidir demektir. Yani burada kasıt peygamberler değildir. Fakat yine peygamberlere tabi olunarak ve onların getirdikleri yasaların uygulanmasıyla kavimlerinin yeryüzünde fesat çıkarmalarının önlenmesi istenmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
بَقِيَّةٍ kelimesi; fazilet ve hayır anlamına geldiği gibi akıl ve içtihat anlamına da gelmektedir. Burada bakıyye sahipleri, kendi nefislerini Allah'ın gazabından ve azabından koruyanlar, O'nun azabından korkup dinmesini bekleyenler olarak da tefsir edilebilir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s- Selîm)
Ayetteki مِمَّنْ أنْجَيْنا مِنهُمْ ifadesi cümlede îcâz-ı hazif olduğuna delalet eder. Takdiri ise فَكانُوا يَتُوبُونَ ويُقْلِعُونَ عَنِ الفَسادِ في الأرْضِ فَيَنْجُونَ مِن مَسِّ النّارِ الَّذِي لا دافِعَ لَهُ عَنْهم (Böylece tövbe edip yeryüzünde bozgunculuk yapmayı bırakırlarsa, kendisine karşı hiçbir koruyucuları olmayan ateşin azabından kurtulurlardı) şeklindedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Ayetteki istisna, istisna-i munkatı’dır. Kelamın manası, “Fakat önceki nesiller arasında kurtardığımız pek az bir kısım fesattan vazgeçirmeye çalıştılar; onların dışındakiler ise bu nehyi terk ettiler.” şeklinde olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَٓا اُتْرِفُوا ف۪يهِ
Ayet, takdiri فما نهوا عن الفساد (Onların fesadına engel olan nedir?) olan mukadder istinafa وَ ‘la atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اتَّبَعَ fiilinin faili konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan ظَلَمُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması sözü geçenleri tahkir amacına matuftur.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan اُتْرِفُوا ف۪يهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Burada sülasi bir fiil olan تبع değil, mübalağa ifade eden اتبع fiili zikredilmiştir.
وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَٓا اُتْرِفُوا ف۪يهِ ifadesinde istiare sanatı vardır. İçinde bulundukları refah, şımarıklık, tabi olmak fiiline isnad edilerek bir şahsa benzetilmiştir. Şımarıklık, kendilerini her taraftan kuşatmış, bütünüyle akıllarına galebe çalmış olması sebebiyle emri dinlenen davetçi, izinden gidilen komutan konumuna konmuştur. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
ف۪يهِ car-mecrurundaki refaha aid zamire dahil olan ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen rahatlık, mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf kullanılmıştır. Insanın refah içinde yaşaması, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Camî, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
اُتْرِفُوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
اتبع الناس (insanlar tâbi oldular) veya اتبع أولئك (onlar tâbi oldular) değil de وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا (zulmeden o kimseler ittibâ ettiler) buyurularak bu kişilerin bu fiilleri, zulümlerine ilaveten yaptıklarına işaret edilmiştir.
Kur’an-ı Kerim'de اتْرِف kelimesi, sadece hem dünyada hem de ahirette cezayı gerektirecek kötülükle vasıflanan durumlarda kullanılmıştır. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 359)
وَكَانُوا مُجْرِم۪ينَ
Cümle, atıf harfi وَ ‘ la وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi olan مُجْرِم۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek bu özelliğin devamlı olduğuna işaret etmiştir. كَان ile gelen cümlede ism-i faile isnad, onların mücrimlik vasfını vurgulamıştır.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)
كَانَ ve كَانُوا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.
مُجْرِم۪ينَ - اُتْرِفُوا - ظَلَمُوا - الْفَسَادِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَكَانُوا مُجْرِم۪ينَ [Zaten onlar günahkâr idiler.] cümlesi, helak edilen eski ümmetlerin, yok edilmelerinin sebebini beyan etmektedir ki o da küfrün yanı sıra zulmün, nefsin arzularına uymanın ve kötülüklerden alıkoymamanın yaygınlık kazanmasıdır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s- Selîm)
Ayette aynı zamanda Müslüman olup isyana bulaşan kimseler için de bir ibret ve öğüt vardır, çünkü onlar da kendi nefislerine bu yolla zulmetmekten beri (uzak) değillerdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Yine bu cümlede başka bir îcâz-ı hazif sanatı daha vardır. Takdiri ise فَحَقَّ عَلَيْهِمْ هَلاكُ المُجْرِمِينَ (mücrimler için helak, hak olmuştur.) şeklindedir. İşte bu şekilde kendisinden sonra gelen وما كانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ القُرى بِظُلْمٍ ayet-i kerimesi için uygun zemin oluşturulmuştur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا مُصْلِحُونَ
وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا مُصْلِحُونَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. رَبُّكَ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُهْلِكَ fiiline dahil olan لِ, lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel لِ harf-i ceri ile كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
يُهْلِكَ fetha ile mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْقُرٰى mef’ûlün bih olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. بِظُلْمٍ car mecruru يُهْلِكَ ’ deki failin mahzuf haline mütealliktir.
وَاَهْلُهَا مُصْلِحُونَ cümlesi, الْقُرٰى ’nın hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. اَهْلُهَا mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُصْلِحُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesidir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra.Ayette lamul cuhuddan sonra gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُهْلِكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi هلك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُصْلِحُونَ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا مُصْلِحُونَ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, dolayısıyla faide-i haber inkârî kelamdır. Lâm-ı cuhud olumsuz كَانَ ‘nin olumsuzluğunu tekid eder.
مَا كَان ’li olumsuz sîgalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Âl-i İmrân, 3/79)
Müsnedün ileyhin Rab ismiyle marife olması Allah Teâlâ’nın Hz. Peygambere rahmet ve şefkatinin işaretidir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَانَ ‘nin haberi mahzuftur.
رَبُّكَ izafetinde Rab ismine muzâf olması Hz. Peygambere şan ve şeref kazandırmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Sebep bildiren lam-ı cuhudun gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِيُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا مُصْلِحُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لِيُهْلِكَ الْقُرٰى ifadesinde لِيُهْلِكَ fiili, الْقُرٰى ‘ya isnad edilmiştir. Aslında helak edilen köy değil, o beldede yaşananlardır. Sebep müsebbep alakasıyla yapılan mecazî isnad sanatıdır.
Hal وَ ’ıyla gelen وَاَهْلُهَا مُصْلِحُونَ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.
Müsnedün ileyhin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.
Müsned olan مُصْلِحُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
مُصْلِحُونَ - بِظُلْمٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafîy sanatı vardır.
لِيُهْلِكَ - اَهْلُهَا kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Dünya hayatında yapılması gerekenler emredildikten sonra kasabanın ileri gelenlerinin toplumdaki yerine vurgu yapılmıştır. Toplumda ileri gelenler insanları uyarmadığı için helak olmuşlardır. Ayetin siyak ve sibakı dünya hayatı olduğundan hudûs ve teceddüde delalet eden fiil kalıbıyla gelmiştir. Çünkü ilk insandan itibaren milletler değişmekte, bazıları helak olup onların yerine yenileri gelmektedir. Önder ve büyüklerinin kötülüğe engel olmadığı, zulmün ve fesadın her ferdini kapladığı toplumların helak edilmesi tekrarlayan ve teceddüt eden bir durumdur. (Hasan Duran, Kur’ân-ı Kerîm’de Teceddüt Ve Sübût Manasi İçin Yapilan ‘udûl Çeşitleri)
Bu sebeple ayette teceddüt ifadesi taşıyan fiil kalıbı kullanılmıştır.
القُرى kelimesi ile murad edilen, şehrin halkıdır. واسْألِ القَرْيَةَ (Yusuf Suresi, 82) ayetinde olduğu şekliyle mecaz-ı mürsel vardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
بِظُلْمٍ ifadesindeki بِ harf-i ceri mülabese içindir ve رَبُّكَ kelimesinden haldir. Yani insanları, onlara zulmederek helak edici değildir manasındadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وأهْلُها مُصْلِحُونَ cümlesi, القُرى kelimesinden haldir. Yani Allah'ın eziyet verici olan helakı, asla ıslah edici bir kavmin başına gelmez. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
İslah ediciler, 116. ayette يَنْهَوْنَ عَنِ الفَسادِ في الأرْضِ şeklinde zikredilen fesad edicilere mukabil olarak gelmiştir. وكانُوا مُجْرِمِينَ cümlesiyle de Allah Teâlâ’nın bir kavmi, asla onlara zulüm olsun diye helak etmeyeceği, bilakis onların işledikleri günahlar sebebiyle kendi nefislerine zulmettikleri ve bu sebeple helaka duçar olacakları belirtilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Ey Allahım! Beni; Hak yola dönen ve emrettiğin gibi dosdoğru olan kullarından eyle. Ayaklarım, yolunda sağlam bassın. Kalbim, Senin rızanı kazanmak arzusuyla çarpsın. Bedenim, Sana kavuşmak umuduyla çalışsın.
Ey Allahım! Beni; zalimlerden ve nankörlerden uzak duran kullarından eyle. Ayaklarım, onlarla karşılaşınca yolunu değiştirsin. Ne kalbim onlara meyil etsin, ne de dilim yaptıklarını tasdik etsin. Bedenim, bilerek ya da bilmeyerek, hiçbir işlerine ortak olmasın.
Ey Allahım! Beni; namaz kılan, iyilik eden ve sabreden kullarından eyle. Ayaklarım, namaz vakti geldiğinde, Sana secdeye heyecanla koşsun. Kalbim, her an Senin huzurundaymışım gibi hazır bulunsun. Bedenim, Sana ibadetle maddi manevi şifaya ve rahmete kavuşsun.
Amin.
***
Dünya hayatı iniş ve çıkışlarla doludur. Mutluluk ve hüzün sebepleriyle hareketlidir. Geçici dünyalıklara ve benliğin heveslerine odaklanarak yaşanırsa eğer, her şey daha da zorlaşır. Bir o kadar da dosdoğru olmaktan uzaklaşılır.
Dosdoğru yaşamanın zorluğu üzerine düşündü. Allah’ın belirlediği din ve ahlak sınırlarını aşmamalı, adalet ve hakkaniyet yolundan ayrılmadan doğru davranmalıydı. Bu hali iniş, çıkışlarda ve ikisinin arasındaki küçük zaman dilimlerinde de korumalıydı. Kalbini dünyalıkların sevgisiyle doldurdukça daha da zorlaşan bir süreçti. Zira imtihan dünyasının en büyük yanılgılarından biri; sınırları aşmak genellikle kişinin aleyhinde değil, lehinde sonuçlanır gibiydi. Sanırım bu yüzden, insan dünyalık fırsatları kaçırma korkusuyla ve kimi geçmişteki nefsani heves kırıklıklarından doğan pişmanlıklarla harekete geçiyordu.
Kullarından mükemmelliği istemeyen ve tövbe kapısını açık tutan Allah’a hamd etti. Rasulullah (sav)’in kendisini ihtiyarlattığını söylediği rivayet edilen ayeti zihninin en görünen yerine işledi. Bu bilinçle yaşamayı istedi. İstiğfar ve şükür ile Allah’a sığındı.
Ey Allahım! Bizi zulümden sakınarak dosdoğru yaşayan kullarından eyle. Senin sınırlarını aşmaktan kaçınanlardan ve belirlediğin sınırların etrafında dolandıran şüpheli işlerden ve insanlardan uzaklaşanlardan eyle. Her anımızda Seni hatırlayan ve Sana dayanan; kelamın ile ahlaklanan güzel ahlaklı kullarından eyle.
Amin.