16 Ocak 2025
Hûd Sûresi 118-123 / Yusuf Sûresi 1-4 (234. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hûd Sûresi 118. Ayet

وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلَا يَزَالُونَ مُخْتَلِف۪ينَۙ  ...


118-119. Ayetler Meal  :   
Rabbin dileseydi, insanları (aynı inanca bağlı) tek bir ümmet yapardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam edeceklerdir. Zaten onları bunun için yarattı. Rabbinin, “Andolsun ki cehennemi hem cinlerden, hem insanlardan (suçlularla) dolduracağım” sözü kesinleşti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve eğer
2 شَاءَ dileseydi ش ي ا
3 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
4 لَجَعَلَ yapardı ج ع ل
5 النَّاسَ insanları ن و س
6 أُمَّةً ümmet ا م م
7 وَاحِدَةً bir tek و ح د
8 وَلَا ama hala
9 يَزَالُونَ durmazlar ز ي ل
10 مُخْتَلِفِينَ ihtilaf etmekten خ ل ف
İnanç, düşünce, tercih farkı insanın fıtratına, yaratılıştan gelen nitelik ve özelliklerine bağlıdır. Bu fark kültür ve marifet zenginliğini, toplumun çeşitli ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamıştır. Bu arada farklı inanç gruplarının (ümmetler) oluşmasına da sebep olmuştur. İnsanoğlu bu niteliklerden yoksun yaratılsaydı doğru ile eğri arasında seçim yapma ve hayatına ahlâkî bir anlam, mânevî bir boyut kazandırma imkânı veren serbest irade ve seçme özgürlüğünden de yoksun kalırdı. Oysa onu diğer canlılardan ayıran bu niteliklerdir. Allah insanoğlunu seçme ve tercih etme yetenekleriyle donatılmış olarak yaratmış, cennet ve cehennemin yollarını açık bırakmıştır. İnsan ancak özgür iradesiyle tercihine ve bu yöndeki gayretine göre bunlardan birine girmeye hak kazanacaktır; Allah’ın verdiği akıl nimetini iyi kullanan ve O’nun merhameti gereği lutfedip gösterdiği doğru yolu tercih edenler cennete, Allah’ın gösterdiği doğru yolu tanımayan, nefsine ve şeytana uyup eğri yolu tercih eden ve bu yolda ısrar edenler ise cehenneme gireceklerdir. İşte 119. âyette “Andolsun ki cehennemi hem insanlar hem cinlerle dolduracağım” meâlindeki cümlede kastedilenler bunlardır (ümmet hakkında bilgi için bk. Bakara 2/128, 134, 141, 213).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 207

وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلَا يَزَالُونَ مُخْتَلِف۪ينَۙ

 

وَ  istînâfiyyedir. لَوۡ  gayr-i cazim şart harfidir. شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّكَ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı  جَعَلَ النَّاسَ اُمَّةً وَاحِدَةً ’dir. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. 

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اُمَّةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. وَاحِدَةً  kelimesi  اُمَّةً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

Atıf harfi  وَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, لكنه لم يشأ فاختلف الناس ولا يزالون مختلفين. (Lakin istemedi ve insanlar ihtilafa düştüler.) şeklindedir.

لَا یَزَالُونَ  istimrar (devamlılık) fiillerinden olup nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref, haberini nasbeder.

یَزَالُونَ ’nin ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. مُخْتَلِف۪ينَ  kelimesi  لَا يَزَالُونَ ’nin haberi olup, nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

لَوْ  edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklidedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir.Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُخْتَلِف۪ينَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ اُمَّةً وَاحِدَةً 

 

وَ , istînâfiyedir. 

İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubundaki terkipte  لَوۡ , gayr-i cazim şart edatıdır. 

لَوْ  edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

لَوْ  şartının cevabının başında  لَ  (elbette) gelerek cümle tekid edilmiştir. Çünkü insanların hepsinin aynı durum üzere birleşmesi imkânsızdır, ancak Allah dilerse bunu yapar. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 363) 

لَوۡ  muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, 5/63)

Mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade eden  شَٓاءَ رَبُّكَ  cümlesi şarttır.

شَٓاءَ  fiilinin mef’ûlü mahzuftur. Mef’ûlün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)

Genel olarak  شَٓاءَ  fiilinin mef’ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  رَبُّكَ  izafetinde Rab isminin Hz. Peygambere ait zamire muzâf olması Hz. Peygambere şan ve şeref ifadesi yanında Allah Teâlânın ona teselli hususunda son derece lütuf ile muamele ettiğine işaret eder.

Şartın cevabı olan ve  لَ  karinesiyle gelen  لَجَعَلَ النَّاسَ اُمَّةً وَاحِدَةً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

وَاحِدَةً  kelimesi  اُمَّةً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

اُمَّةً ‘deki nekrelik, teklik içindir. 


 وَلَا يَزَالُونَ مُخْتَلِف۪ينَۙ

 

Ayet, takdiri  لكنه لم يشأ فاختلف الناس (Lakin istemedi ve insanlar ihtilafa düştüler.) olan mukadder istinafa  وَ ‘ la atfedilmiştir.

Muzari sıygada gelen nakıs fiil  لَا يَزَالُونَ ‘nun dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  لَا يَزَالُ istimrar fiillerindendir. Devamlılık ifade eder. 

لَا يَزَالُونَ ‘nin haberi olan  مُخْتَلِف۪ينَۙ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına  işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

مُخْتَلِف۪ينَۙ -  وَاحِدَةً  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.

لَا یَزَالُونَ  fiili gelecekte de bunu yapmaya devam edeceklerine delalet eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr - Bakara Suresi/217)

زَالَ  fiili, لَا یَزَالُ  ve  مازَالَ  şeklinde kullanılır. Vahidî, bunun masdarı bulunmayan bir fiil olduğunu söylemiştir. Bunun ism-i fail ve ism-i mef’ûl sıygaları kullanılmaz. Fiiller arasında bunun benzerleri pek çoktur. Mesela,  عَسى  fiili. Bu fiilin de masdarı ve fiili muzarisi yoktur.  لَا یَزَالُونَ ; “Onlar bu işlerine devam ederler.” manasına gelir. Çünkü زَوَالْ  olumsuzluk ifade eder. Buna bir de  لا  ve  ما  gibi nefy ifade eden harfleri getirdiğin zaman bu, nefyi nefyetmek olur. Böylece de bu müspet manaya delil olur. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Bakara Suresi/217)

Hûd Sûresi 119. Ayet

اِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَۜ وَلِذٰلِكَ خَلَقَهُمْۜ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا hariç
2 مَنْ kimseler
3 رَحِمَ rahmet ettiği ر ح م
4 رَبُّكَ Rabbinin ر ب ب
5 وَلِذَٰلِكَ zaten bunun için
6 خَلَقَهُمْ onları yarattı خ ل ق
7 وَتَمَّتْ ve yerine gelmiştir ت م م
8 كَلِمَةُ sözü ك ل م
9 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
10 لَأَمْلَأَنَّ andolsun dolduracağım م ل ا
11 جَهَنَّمَ cehennemi
12 مِنَ -den
13 الْجِنَّةِ cinler- ج ن ن
14 وَالنَّاسِ ve insanlar(dan) ن و س
15 أَجْمَعِينَ tamamen ج م ع

Riyazus Salihin, 616 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennet ile cehennem münakaşa ettiler.
Cehennem:Bende zorbalar ve kibirliler var, dedi.
Cennet: Bende yalnız zayıflar ve yoksullar var, dedi.
Bunun üzerine Allah Teâlâ onların çekişmesini şöyle halletti:

Ey cennet! Sen benim rahmetimsin, dilediğime seninle merhamet ederim.
Ey cehennem! Sen de benim azâbımsın. Dilediğime seninle azâb ederim. Ben her ikinizi de dolduracağım.”
(Müslim, Cennet 34; Buhârî, Tefsîru sûre (50), 1, Tevhid, 25. Ayrıca bk. Tirmizî, Cennet 22) (Tülay yılmaz)

اِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَۜ

 

اِلَّا  istisna edatıdır.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl, müstesna munkatı’ olarak mahallen mansubdur.  İsm-i mevsûlun sılası  رَحِمَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

رَحِمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır.  Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları üçe ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


وَلِذٰلِكَ خَلَقَهُمْۜ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir. لِذٰلِكَ  car mecruru  خَلَقَهُمْ  fiiline mütealliktir. ذا  işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك  ise muhatap zamiridir. خَلَقَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَمَّتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  كَلِمَةُ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

اَمْلَـَٔنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir. Fiilin sonundaki  نَّ  tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  جَهَنَّمَ  mef’ûlun bih olup, fetha ile mansubdur.  

مِنَ الْجِنَّةِ  car mecruru  اَمْلَـَٔنَّ  fiiline mütealliktir. النَّاسِ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. اَجْمَع۪ينَ  kelimesi  النَّاسِ  için manevi tekid olup, cer alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Te’kid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Te’kide “tevkid” de denilir. Te’kid eden kelimeye veya cümleye “te’kid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, te’kid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. Te’kid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Te’kid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.

Lafzi te’kid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile te’kid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden te’kid müekkede uyar. 

Manevi te’kid: Manevi te’kit marifeyi tekit eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ , اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ dir. Ayette manevi tekid şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَۜ 

 

Ayet önceki ayette sayılanlardan istisna edilenleri bildirmektedir. Müstesna olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’nin sıla cümlesi olan  رَحِمَ رَبُّكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müstesnanın ism-i mevsûlle gelmesi, istisna edilenleri tazim ifade eder.

رَبُّكَ  izafetinde muzâf olan Rab ismi dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rab isminde tecrîd sanatı vardır.


 وَلِذٰلِكَ خَلَقَهُمْۜ  وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ

 

وَ , istînafiyedir. 

İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir.  لِذٰلِكَ  car mecruru, ihtimam için, amili olan  خَلَقَهُمْ ’a takdim edilmiştir. 

Rahmete veya ihtilafa işaret eden işaret işaret isminde istiare sanatı vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

وَلِذٰلِكَ خَلَقَهُمْ [Onları bunun için yaratmıştır.] ifadesinde  هُمْ  zamiri “insanlara” ait olursa işaret ismi olan  ذٰلِكَ  ihtilaf, لِ  harfi de akıbet içindir, ya da işaret hem ihtilafa hem de rahmetedir. Eğer  مَنْ ’e giderse, rahmetedir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

ولِذَلِكَ خَلَقَهُمْ  ifadesinde mamulun amiline takdimi kasr için değildir. Sadece bu illetin önemi ve iki ayetin birarada tefsir edilmesindeki karışıklığı gidermek içindir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Veciz ifade kastına matuf  كَلِمَةُ رَبِّكَ  izafeti, muzâf olan  كَلِمَتُ ’ye, muzâfun ileyh olan  كَ  zamirinin aid olduğu Hz.Peygambere şan ve şeref ifadesi yanında Allah Teâlânın ona teselli hususunda son derece lütuf ile muamele ettiğine işaret eder.

Konunun önemine dikkat çekmek, Allahın rububiyet vasfını vurgulamak için zamir makamında zahir olarak Rab isminin tekrarlanmasında iltifat, tecrîd, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَلِمَةُ , Allah Teâlâ’nın yaratma kudreti ile alakalı müstear lafızdır. İradesine ve ilmine uygun olarak devam eden tekvini ifade eder. Bu çok şık bir istiaredir. Çünkü bu alaka; mananın idrakini sağlayan ve mütekellimin iradesine ve ilmine delalet eden kelama benzetilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

تَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ  ibaresi de istiaredir. Burada “Yüce Allah’ın sözünün (kelime) tamam olmasıyla kastedilen, önceden haber verilen tehdidin doğru olması, bunun tamam olmasıdır. Onun tamlığı, olayın habere uygun olarak vuku bulmasıdır.” (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)

 

 

 لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَ

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle, mukadder kasemin cevabıdır. 

Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim hazfedilmiş, vurgu kasemin cevabına yapılmıştır.

Mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  نَّ , fiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri, Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcaz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

تَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ [Rabbinin kelimesi tamam oldu.] cümlesindeki Rab isminden  لَاَمْلَـَٔنَّ  fiilinde mütekellim zamirine iltifat sanatı vardır

النَّاسِ  kelimesi temasül nedeniyle  لَاَمْلَـَٔنَّ  fiiline müteallik olan  مِنَ الْجِنَّةِ ‘ye atfedilmiştir.

اَجْمَع۪ينَ  kelimesi  النَّاسِ  için manevi tekid lafzıdır.

الْجِنَّةِ  ve وَالنَّاسِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.

الْجِنَّةِ  kelimesinin  النَّاسِ  kelimesine takdimi, insanların isyanlarının birçok sebebinin onların vesveseleri olması dolayısıyladır. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 365)

Hûd Sûresi 120. Ayet

وَكُلاًّ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَۚ وَجَٓاءَكَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ  ...


(Ey Muhammed!) Peygamberlerin haberlerinden, kendileriyle senin kalbini pekiştirdiğimiz her bir haberi sana aktarıyoruz. Bunlarda, sana hak, mü’minlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكُلًّا her şeyi ك ل ل
2 نَقُصُّ anlatıyoruz ق ص ص
3 عَلَيْكَ sana
4 مِنْ -nden
5 أَنْبَاءِ haberleri- ن ب ا
6 الرُّسُلِ Peygamberlerin ر س ل
7 مَا olan
8 نُثَبِّتُ sağlamlaştıracak ث ب ت
9 بِهِ onunla
10 فُؤَادَكَ kalbini ف ا د
11 وَجَاءَكَ ve sana gelmiştir ج ي ا
12 فِي
13 هَٰذِهِ bunda
14 الْحَقُّ bir hak ح ق ق
15 وَمَوْعِظَةٌ ve bir öğüt و ع ظ
16 وَذِكْرَىٰ ve bir uyarı ذ ك ر
17 لِلْمُؤْمِنِينَ mü’minler için ا م ن
Allah Teâlâ bu kıssaları, geçmiş olayları anlatıp insanları bunlardan haberdar etmek, ahlâkî erdemleri canlı ve etkili bir şekilde telkin etmek, müşriklerin verdikleri sıkıntılar karşısında Hz. Peygamber ve diğer müminleri teselli etmek, onların inanç ve sebatlarını kuvvetlendirmek maksadıyla anlatmaktadır. Kıssaların çoğu kere birden fazla ahlâkî anlam taşıyan farklı yönleri bulunduğundan Kur’an aynı kıssayı değişik sûrelerde tekrarlamakta ve her defasında bunlardan birine dikkat çekmektedir. 121 ve 122. âyetler ilâhî mesaja kulak vermeyen, bu kıssalarda anlatılanlardan öğüt ve ibret almayıp Hz. Peygamber’in aleyhinde kötülükler planlayan kimseler için tehdit yollu bir uyarı mahiyetinde olup Allah ve resulünün emrine uymadıkları takdirde cezalandırılacaklarına işaret etmektedir (Râzî, XVIII, 81).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 208
فأد Fe’ede : فُؤاد da tıpkı qalp قلْب gibidir, ancak kelimenin تفَوُّد yani tutuşma anlamı dikkate alındığında fuâd فُؤاد denir. فَادْتُ اللحمَ denir ki eti kızarttım demektir. فُؤاد kelimesinin çoğulu أفْئِدَة şeklinde gelir. Qalb, fuâd, sadr ve lübb arasındaki farka gelince; Qalb, iman mahallidir. Allah u Teala’nın 58/22 sözünde olduğu gibi. Fuâd, marifet mahallidir. Allah u Teala’nın 53/11 sözünde olduğu gibi. Sadr, islam mahallidir. Allah u Teala’nın 39/22 sözünde olduğu gibi. Lubb ise zikir mahallidir. الفُؤاد kelimesi; iman ve muhabbet gayretiyle, tezkiye ve arınma vasıtasıyla makbul, saf ve temiz olarak son noktaya ulaştığında ‘kalb’ hakkında kullanılır. Sanki o devamlı (kalıcı) bir cezbe ve muhabbet kuvvetinin ateşiyle pişmiştir. (Müfredat- Furuq – Bursevi -Tahqiq) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 16 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hazin, Fuâd, fayda, ifade, müfid, istifade ve müstefittir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)”

وَكُلاًّ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُلاًّ  kelimesi  نَقُصُّ  fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Tenvini mahzuf olan muzâfun ileyhinden ıvaz içindir.

نَقُصُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. عَلَيْكَ  car mecruru  نَقُصُّ  fiiline mütealliktir. مِنْ اَنْبَٓاءِ  car mecruru  كُلاًّ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  الرُّسُلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

ماَ  müşterek ism-i mevsûl  كُلاًّ ’den bedel olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  نُثَبِّتُ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

نُثَبِّتُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. بِه  car mecruru  نُثَبِّتُ  fiiline mütealliktir. فُؤٰادَكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُثَبِّتُ   fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  ثبت ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَجَٓاءَكَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. اَنْبَٓاءِ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir.  جَٓاءَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ف۪ي هٰذِهِ  car mecruru  الْحَقُّ ’nun mahzuf haline mütealliktir.  الْحَقُّ  muahhar fail olup damme ile merfûdur.

مَوْعِظَةٌ  atıf harfi  وَ ’la  الْحَقُّ ’ya matuftur. ذِكْرٰى  atıf harfi  وَ ’la  الْحَقُّ ’ya matuf olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Maksur isimdir.  لِلْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  ذِكْرٰى ’ya müteallik olup, cer alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لِلْمُؤْمِن۪ينَ  ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَكُلاًّ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَۚ وَجَٓاءَكَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘ la önceki ayetteki  خَلَقَهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mazi sıygadan muzari sıygaya, müfret mütekellim zamirden azamet zamirine iltifat sanatı vardır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Mef’ûl konumundaki  كُلاًّ , siyaktaki önemine binaen, amili olan  نَقُصُّ ‘ya takdim edilmiştir.

كُلاًّ  deki nekrelik, takdiri  قصص (Kıssalar) olan muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Bu tenvine ivaz tenvini denir. Hazfedilmiş muzâfun ileyh yerine gelmiştir. Muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

نَقُصُّ  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûl olan  كُلاًّ ’den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

İsm-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِه۪  car mecruru, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

Mef’ûl konumundaki  فُؤٰادَكَ  izafetinde  فُؤٰادَ , Hz. Peygambere ait zamire muzâf olması sebebiyle şeref kazanmıştır.

نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَ  [Yüreğini sağlamlaştırıyoruz.] cümlesi; endişelerini gideriyoruz, sana cesaret veriyoruz, anlamında istiaredir. 

نَقُصُّ - اَنْبَٓاءِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الفُؤادُ  kelimesi Arap kelamında yaygın olarak idrak için kullanılır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Ayette haber kelimesi yerine  نَبَاَ  tercih edilmiştir. Çünkü, نَبَاَ  büyük fayda sağlayan, kendisiyle ilim veya zannı galib oluşan haberdir. Bu özellikleri taşımayan habere  نَبَاَ  denmez. (Ragıb el İsfahânî, Müfredat) 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَجَٓاءَكَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ  cümlesi, اَنْبَٓاءِ ’nin halidir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

ف۪ي هٰذِهِ  car-mecruru, جَٓاءَكَ  fiiline müteallik, الْحَقُّ  ise  جَٓاءَكَ  fiilinin failidir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  ف۪ي هٰذِهِ  car mecruru, ihtimam için faile takdim edilmiştir.

İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada tazim ifade eder. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Maddi olmayan bir şeye işaret eden  هٰذِهِ ‘deki  ف۪ي  harfinde zarfiyet manası dolayısıyla istiare vardır. İçi olan bir şeye benzetilen  هٰذِهِ , mazruf mesabesindedir. Burada işaret edilen, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Camî, heriki durumdaki mutlak irtibattır.

جَٓاءَكَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَقُّ  cümlesinde istiare sanatı vardır. الْحَقُّ  kelimesi  جَٓاءَ  fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Hakkın bir şahıs gibi gelecek olması onun azametini, önemini artırmaktadır. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır. Aklî mecazdır.

Veya  جَٓاءَ  fiilinde tebei istiare vardır. Gelmek masdarı; “olmak, vuku bulmak” anlamında müstear olmuştur. Sonra bu masdardan mazi fiil türetilerek tebei istiare kurulmuştur. 

مَوْعِظَةٌ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

Tezayüf nedeniyle birbirine atfedilen  وَمَوْعِظَةٌ  ve  وَذِكْرٰى  kelimeleri, faile matuftur. Bu kelimelerdeki nekrelik tazim içindir.

مَوْعِظَةٌ - وَذِكْرٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayetle surenin sonuna gelindiğine işaret vardır. Berâat-i istihlâl sanatıdır. Belâgatın zirvesinde olan Kur’an-ı Kerim surelerinin başlangıç ve bitişleri hiçbir kelama benzemeyecek şekilde beliğdir.

حَقُّ ; tevhide, adalete ve nübüvvete delil olan aklî delillere, ذِكْرٰى ; geriye kalan diğer salih amellere, مَوْعِظَةٌ  ise dünyadan nefret edip ahirete bakarak dünya hallerini çirkin görmeye bir işarettir. Yine  مَوْعِظَةٌ , bu surede bahsedilen saîdlik ve şakîliğe de bir işarettir. Çünkü insanın ruhu o âlemden gelmiştir. Fakat dünyada, bedenini alabildiğine sevip bağlandığı için o âlemin hallerini unutmuştur. Binaenaleyh bu ilâhi kelam ruha, o âlemin hallerini hatırlatmaktadır. Bu sebepten ötürü, “zikr” kelimesinin, bu manaya hamledilmesi de doğrudur.  Sonra burada çok enteresan şöyle bir başka incelik daha vardır: İlâhi bilgilerin (marifetullahın) mutlaka bir kabul edeni ve bir mucibi olması gerekir. Bunları kabul eden yer kalptir. Kalp, o ilâhî bilgileri ve kudsî yücelikleri kabul etmeye tam manasıyla istidadı ve kabiliyeti olmadığı sürece o delilleri dinlemeyle bir fayda elde edemez. İşte bu sebepten ötürü Hakk Teâlâ ayette, önce kalbin ıslahından bahsetmiştir ki bu, kalbin Allah yolundaki eza ve cefalara katlanması için tespiti (sağlamlaştırılması)dır. İlâhî bilgileri kabul eden kalbin halinin ıslahından sonra, peşinden, bunun mucibini (bunu icap ettiren hususu) zikretmiştir. Bu da bu surenin hakkı, mevizayı ve zikri ihtiva etmiş olmasıdır. İşte ayetteki bu tertip ve düzen, son derece güzel bir tertiptir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Hûd Sûresi 121. Ayet

وَقُلْ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْۜ اِنَّا عَامِلُونَۙ  ...


İman etmeyenlere de ki: “Elinizden geleni yapın, biz de yapacağız.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقُلْ ve de ki ق و ل
2 لِلَّذِينَ kimselere
3 لَا
4 يُؤْمِنُونَ iman etmeyen(lere) ا م ن
5 اعْمَلُوا yapın ع م ل
6 عَلَىٰ
7 مَكَانَتِكُمْ imkanınızın elverdiğini ك و ن
8 إِنَّا biz de
9 عَامِلُونَ yapmaktayız ع م ل

وَقُلْ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceri ile  قُلْ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يُؤْمِنُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, اعْمَلُوا ’dur. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اعْمَلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰى مَكَانَتِكُمْ  car mecruru  اعْمَلُوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 اِنَّا عَامِلُونَۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

نا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. عَامِلُونَۙ  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

عَامِلُونَۙ , sülâsi mücerredi  عمل  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقُلْ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْۜ 

 

Ayet istinâfiye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  emri, ayetin muhtevasına son derece önem verildiğini göstermek içindir. Çünkü bu kelam, Kur’an'ın, Allah'ın emir ve iradesine dayandığının açık delilidir. 

Bahsi geçenleri tahkir için gelen cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , başındaki  لِ  harf-i ceriyle birlikte  قُلْ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehdit, korkutma ve tehaddi manalarına geldiği için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Burada  المَكانَةُ  kelimesi kişinin büründüğü hal için müsteardır. Hal; onu kuşatan bir şeye benzetilmiştir. Adeta bir şeyi içeren mekânla sahibi birbirine karışmıştır. Veya  المَكانَةُ; hale benzetilmiştir. Çünkü kişinin halleri, kişinin mekânını ve yerleştiği, karar bulduğu yeri gösterir. عَلى  harfi de istiare-i tebeiyye yoluyla temekkün için kullanılmıştır. Bu da  المَكانَةُ  kelimesinin hal için müstear oluşuyla ilişkilidir. Çünkü  عَلى  kelimesi mekânla ilişkilidir. Bu istiare muraşşah olmuştur. Müşebbehün bih ile alakalı olan bir kelime müstear olmuştur. Mana şöyledir: Olduğunuz gibi kalın, çünkü sizi takip etmek gibi bir isteğim yok. Hitabın nida ile başlaması söylenecek olan şeyin önemi dolayısıyladır. Çünkü nida, nida edilenleri dinlemeye çağırır. İnatçı bir kavme yapılan nida, makamın karînesiyle tehdide delalet eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr,En’am/135)

اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ  [Usûlünüze göre amel edin] ayeti aşırı tehdit ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir, Zümer/39)

Kur’an'da dört yerde geçen bu ayetteki  اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ  ifadesinin îrabı konusunda Âlûsî, iki farklı îrab vechi zikretmektedir. Âlûsî'nin tercih ettiği anlaşılan birinci îrab vechine göre  مَكَانَتِ  kelimesi masdar olup fiilinin mef‘ûlun bihidir. Bu îraba göre Âlûsî, ayete şöyle anlam vermektedir: (İmkanınızın ve gücünüzün son haddine kadar çalışın) (Âlûsî, Rûhu’l-Me‘ânî) Âlûsî, aynı ayetin geçtiği iki yerde bu şekilde anlam verirken diğer iki yerde Zümer/39, Hud/121 ise َkelimesinin مَكَانَتِ  kelimesinin mecazen hal anlamında kullanabileceğini belirterek buna göre anlam vermeyi tercih etmektedir. (Harun Abacı, Kur’ân'ın Anlam Farklılaşmasına Îrabın Etkisi - Âlûsî Tefsiri Örneği)


اِنَّا عَامِلُونَۙ

 

Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsned olan  عَامِلُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ  cümlesiyle  اِنَّا عَامِلُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اعْمَلُوا - عَامِلُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak sanatı vardır. Ayrıca  اعْمَلُوا  fiilinde irsâd vardır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Hûd Sûresi 122. Ayet

وَانْتَظِرُواۚ اِنَّا مُنْتَظِرُونَ  ...


“Bekleyin, biz de bekleyeceğiz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَانْتَظِرُوا ve bekleyin ن ظ ر
2 إِنَّا biz de
3 مُنْتَظِرُونَ beklemekteyiz ن ظ ر

وَانْتَظِرُواۚ اِنَّا مُنْتَظِرُونَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

انْتَظِرُٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. مُنْتَظِرُونَ  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

انْتَظِرُٓوا  fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındandır. Sülâsî mücerredi  نظر ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

مُنْتَظِرُونَ  ; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَانْتَظِرُواۚ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

انْتَظِرُوا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümlede emir fiil, korkutma, gözdağı verme, zarar göreceğini bildirme anlamında kullanılarak tehdit manasında gelmiştir. Dolayısıyla cümle mecâz-ı mürsel mürekkeptir.  

 

 

 

اِنَّا مُنْتَظِرُونَ

 

Ta’liliye veya beyanî istinâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ‘nin haberi olan  مُنْتَظِرُونَ , hümasî mezid انتظر  fiilinin ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sülasi fiillerin dışındaki fiillerin sıfat-ı müşebbeheleri, kendi ism-i failleridir.

İsm-i fail, bir eylemi gerçekleştiren kişiyi gösterirken sıfat-ı müşebbehede eylem söz konusu değildir.

Ayetteki  مُنْتَظِرُونَ  kelimesi uygunluk içindir. Yani, ayette birbirine mücavir olan iki lafız arasındaki benzeşmeyi sağlamak için, karşılık manası da aynı kelime ile adlandırılmıştır. Bu, bedî’ sanatlardan biri olan müşâkeledir. Bu sanata müzâvece diyen alimler de vardır.

انْتَظِرُٓوا  cümlesiyle  اِنَّا مُنْتَظِرُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

انْتَظِرُٓوا - مُنْتَظِرُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

انْتَظِرُوا  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden inn ile tekit edilmiş isim cümleleri çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Önceki ayetle birlikte düşünüldüğünde amel, beklemeye takdim edilmiştir, çünkü amel [çalışmak], akıbetten öncedir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 3, s. 368)

Hûd Sûresi 123. Ayet

وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ الْاَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ  ...


Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah’a mahsustur. Bütün işler O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na tevekkül et. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِلَّهِ ve Allah’a aittir
2 غَيْبُ gaybı غ ي ب
3 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
4 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
5 وَإِلَيْهِ ve O’na
6 يُرْجَعُ döndürülür ر ج ع
7 الْأَمْرُ işler ا م ر
8 كُلُّهُ bütün ك ل ل
9 فَاعْبُدْهُ (öyleyse) O’na kulluk et ع ب د
10 وَتَوَكَّلْ ve dayan و ك ل
11 عَلَيْهِ O’na
12 وَمَا ve değildir
13 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
14 بِغَافِلٍ habersiz غ ف ل
15 عَمَّا -dan
16 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız- ع م ل
Göklerde ve yerde gerek Hz. Peygamber’in gerekse diğer insanların bilmedikleri gizli gerçekleri (gayb) sadece Allah bilir. Zira buralarda olup biten her şeyi O yaratmaktadır, yarattığından habersiz olması mümkün değildir. Yaratma, gaybı bilme, her dilediğini yapma, mutlak kemal sahibi olma gibi sıfatlarında eşi, ortağı, benzeri yoktur. Bundan dolayı ibadet edilmeye lâyık olan da yalnız O’dur (gayb hakkında bilgi için bk. Bakara 2/3). Kulluk ancak tevekkül ile yani Allah’a güvenip dayanmakla kemale erdiği için âyette ibadet emrinin hemen arkasından tevekkül emri gelmektedir. Kul başarıya ulaşmak için elinden geleni yapmakla yükümlüdür, ancak başarıyı Allah’tan beklemek, sadece O’ndan yardım dileyip O’na sığınmak da kâmil imanın tabii bir sonucudur.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 208

وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ الْاَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. غَيْبُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 

وَ  atıf harfidir.Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَيْهِ  car mecruru  يُرْجَعُ  fiiline mütealliktir.  يُرْجَعُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir. الْاَمْرُ  naibi faili olup damme ile merfûdur.  كُلُّهُ  kelimesi  الْاَمْرُ  için manevi tekid olup, damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كان الأمر كلّه لله فاعبده (İşlerin hepsi Allah’a ait ise O’na kulluk et.) şeklindedir.

اعْبُدْهُ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mefulün bih olarak mahallen mansubdur.

تَوَكَّلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. عَلَيْهِ  car mecruru  تَوَكَّلْ  fiiline mütealliktir. 

Te’kid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Te’kide “tevkid” de denilir. Te’kid eden kelimeye veya cümleye “te’kid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, te’kid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. Te’kid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Te’kid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.  

Lafzi te’kid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile te’kid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden te’kid müekkede uyar. 

Manevi te’kid: Manevi te’kit marifeyi tekit eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ , اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ dir. Ayette manevi tekid şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَوَكَّلْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  وكل ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


 وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref, haberini nasb eder.

رَبُّكَ  kelimesi  مَا ’ nın ismi olup, damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِ  harf-i ceri zaiddir. غَافِلٍ  lafzen mecrur,  مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  عَنْ  harf-i ceriyle  تَعْمَلُونَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.  

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

Burada  بِ  harfi manayı pekiştirmek için zaid olarak gelmiştir. Olumlu cümlelerde  ل  harfinin tekid ifade etmesi gibi olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَا ’nın haberinin başında gelen  بِ  harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l Kur’an, II, 142)

Kur’an-ı Kerim’de  بِ  harfi 22 yerde  لَيْسَ ’nin, 19 yerde de  مَا ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmla Yönüyle Arapçada Zaidlik)

غَافِلٍ  ;  sülâsî mücerredi  غفل  olan fiilin ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ

وَ , istînafiyedir. 

İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır.

Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere müteallik, غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  muahhar mübtedadır.

لِلّٰهِ  şeklindeki car mecrur, hasr için takdim edilmiştir. Çünkü gaybı O'ndan başka kimse bilmez. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لِلّٰهِ , maksurun aleyh/sıfat, غَيْبُ السَّمٰوَاتِ  maksûr/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Yani müsnedün ileyhin, takdîm edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Şuarâ/113)

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir. Burada car mecrurun takdimi kasr ifadesi içindir.

السَّمٰوَاتِ ‘den sonra الْاَرْضِ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında, Allah’ın kudretini bildirmede tekid amacına matuf ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

غَيْبُ - اَعْلَمُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ الْاَمْرُ كُلُّهُ 

 

Cümle, atıf harfi  وَ ‘la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. اِلَيْهِ  car-mecruru ihtimam için, amili olan  يُرْجَعُ ‘e takdim edilmiştir.

İfadede ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. ‘Ona döndürüleceksiniz’ manasına, gereken karşılığı göreceksiniz manası idmac edilmiştir. Hem vaad hem tehdit ifade eden cümle, lazım-melzum alakasıyla mecâz-ı mürseldir.

يُرْجَعُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ  sözü lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder. Bunun yanında bu sarih delalet söylenmemiş başka bir delaleti de kapsar. Bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s. 370) 

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)


فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen terkipte  فَ , mukadder şartın cevaba dahil olmuş rabıtadır. Takdiri,  …إن كان الأمر كلّه لله  (İşlerin hepsi Allah’a ait ise…) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cevap cümlesi olan  فَاعْبُدْهُ , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üslupta gelen  وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la cevap cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

2. ve 123. ayetler arasında bir uygunluk söz konusudur. Çünkü surenin başında, Allah’ın kullarına; Allah’tan başkasına kulluk etmemeleri tebliğ edilirken, surenin sonunda, Allah’ın Resulüne de Rabbine kulluk etmesi emredilmiştir. Her ikisi de tebliğ eden (mübelliğ) de tebliğ edilen (mübelleğ) de kullukla emredilmiştir. Dolayısıyla surenin başı ile sonu arasında mükemmel bir uyum söz konusudur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, C. 3, s. 4-5)

Allah'a doğru yolculuğun derecelerinin ilki, Allah'a ibadettir, sonuncusu da Allah'a tevekküldür. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hakk, “Öyle ise O'na ibadet et, O'na tevekkül et.” buyurmuştur. Ayette, tevekkül emrinin ibadet emrinden sonra zikredilmesi, ibadetsiz tevekkülün fayda vermeyeceğini bildirmektedir.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl-III, 270)


وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

 

Ayetin son cümlesi atıf harfi  وَ ‘ la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.

Nefy harfi  مَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  مَا  harfi  ليس  gibi amel etmiştir. مَا ‘nın haberi olan  بِغَافِلٍ ’deki  بِ  harfi tekid ifade eden zaid harftir.

Müsnedün ileyhin  رَبُّكَ  izafetiyle gelmesi, Allah’ın rubûbiyet sıfatını ön plana çıkarması yanında  كَ  zamirinin aid olduğu Hz. Peygambere şan ve şeref ve Allah Teâlânın ona teselli hususunda son derece lütuf ile muamele ettiğini ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde zamir makamında zahir olarak Rab isminin zikredilmesinde iltifat, ıtnâb ve tecrîd sanatları vardır.

Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanmıştır. Allah ve Rab isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

عن  harf-i ceriyle  بِغَافِلٍ ‘e müteallik masdar harfi  مَا ‘nın sılası olan  تَعْمَلُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ  [Allah gafil değildir.] sözü “Allah onların yaptıklarını bilir.” ifadesinden daha güçlüdür. Olumsuz cümlelerde daha fazla vurgu vardır. Olumsuz isim cümlesi ve zaid  بِ  tekid unsurlarıdır.

غَافِلٍ -  تَعْمَلُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafîy sanatı vardır.

وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ [Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.] cümlesinin mefhumu muhalifi yapmadıklarından da habersiz değildir şeklindedir. 

Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.] ifadesinde Allah Teâlâ, her şeyden bilgisi olduğunu beyan ederken, bunun içine iyi ya da kötü amellerin karşılıksız kalmayacağı anlamını idmâc etmiştir. Tehdit ve ümit anlamı taşıyan bu cümlede, mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir.

غَافِلٍ , ism-i fail sıygasında gelerek isim cümlesinin sübut ve istimrar anlamını ve olumsuzluğu kuvvetlendirmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Burada  بِ  harfi manayı pekiştirmek için zaid olarak gelmiştir. Olumlu cümlelerde  ل  harfinin tekid ifade etmesi gibi olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَا ’nın haberinin başında gelen  بِ  harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l Kur’an, II, 142)

Kur’an-ı Kerim’de  بِ  harfi 22 yerde  لَيْسَ ’nin, 19 yerde de  مَا ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmla Yönüyle Arapçada Zaidlik) 

Ayet-i kerimede önce Allah ismi, sonra da muhatap zamirine muzâf olan Rab ismi gelmiştir. Böylece Rabbinin, semavatın ve arzın gaybının sahibi olan ve işlerin hepsinin kendisine döndürüldüğü Allah olduğuna işaret edilmiştir. İşte o Allah sana doğruyu göstermiş, seni hidayete erdirmiş, Kendisine ibadet etmeni ve O'na tevekkül etmeni emretmiştir. Allahu a‘lem burada dünya ve ahirette Resulüne zafer vereceğine ima vardır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 3, s. 372)

Ayetteki ilk cümle, O'nun ilminin bütün kainatı külli ve cüz’i olarak mevcut halini ve gaybını kuşattığına delalet eder. İlmi, gaybı kuşatıyorsa, mevcut olanı da kuşatıyor demektir, çünkü O'nun ilminde çelişki yoktur. İkinci cümle, etkili kudretine ve meşietine delalet eder. Üçüncü cümle, bu sıfatlarında tek olan zatın bedenî ve kalbî ibadeti hakk ettiğine delalet eder. Kulun nitelendiği rütbelerin ilki ibadettir. Dördüncü cümle, tevekküle delalet eder ki bu rütbelerin sonuncusudur, çünkü tevekkül ibadet nuruyla daha iyi görülür. Bütün kâinat Allah ile mübarektir ve Allah bütün kâinatı tek başına çekip çevirendir, mahlukatından hiçbir ortağı yoktur ki O'na vekil olsun. Beşinci cümle, hiçbir mûtînin itaatini zayi etmeyeceğine ve hiçbir isyankârın halini de ihmal etmeyeceğine dair metaforlar içerir. (Bahru'l Muhît, 5/275)

Bu surenin sonu ile Tevbe Suresi’nin sonu arasında belâgatlı bir tekrar ve teyid bulunmaktadır. Zira onun son emri de yalnızca Allah’la yetinmek ve yalnızca O’na güvenmek gerektiğini vurguluyordu.

Bu surenin bu şekildeki hatimesi, bundan sonra gelecek olan Yusuf Suresine de bir geçiş, bir hazırlık özelliği taşır. Zira Yusuf Suresi, Allah’a tevekkül eden bir kulun ne kadar çok yönlü haksızlığa uğrarsa uğrasın, Allah’ın yardımıyla hepsinden kurtulup düze çıkacağını göstermektedir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

Surelerin son cümlelerinde, bedi manaları olan kelimeler mevcuttur. Bu kelimeleri duyan, kelamın sona erdiğini anlamış, bundan sonra dikkate değer bir şey kalmadığını öğrenmiş olur. Zira, sure sonlarındaki ayetler dua, tavsiye, farz, hamd, tekbir, meviza, vaad ve vaid gibi hususlarla biter. (İtkanSuyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, c.2, s.285)   

Kuran-ı Kerim’in bütün surelerinde olduğu gibi Hud Suresi’nin bu son ayeti hüsn-i intihâ sanatının mükemmel bir örneğidir.

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)

Yusuf Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 111 âyettir. Bu sûrede Yûsuf Peygamberin hayatta karşılaştığı sıkıntılar ve bunlara sabrederek nasıl başarıya ulaştığı anlatılmakta ve inananlar için faydalı öğütler, önemli mesajlar verilmektedir. Kur’an’da baştan sona kadar bir tek konuyu anlatan tek sûre budur.

Mushaftaki sıralamada on ikinci, iniş sırasına göre elli üçüncü sûredir. Hûd sûresinden sonra, Hicr sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur.Yahudilerin telkini ile Mekke müşriklerinin Hz. Peygamber’e, “İsrâiloğulları Mısır’a niçin gittiler?” şeklindeki sorusuna cevap olarak veya müslümanların Resûlullah’tan bir kıssa anlatmasını istemeleri üzerine indiği rivayet edilmiştir. Ancak Muhammed b. İshak’a göre sûrenin nüzûl sebebi, kavmi tarafından zulme uğramış olan Hz. Peygamber’i teselli etmektir (Elmalılı, IV, 2841). Kavminin baskıları ve işkenceleri karşısında Resûl-i Ekrem ve arkadaşları bunalmışlardı; bu bunalımdan bir çıkış yolu arıyorlardı. Böyle sıkıntılı bir anda bu sûrenin inmesi, müslümanlara bir teselli ve müjde olmuştur. Zira kıssanın kahramanı olan Hz. Yûsuf da Filistin’de kardeşlerinin bazı kötülüklerine mâruz kalmıştı. Fakat sonunda o, Mısır’da devlet yönetiminde söz sahibi oldu, kardeşleri de bu devletin yönetiminde görevlendirildiler.

 

Bu sûrede anlatılan kıssa da, dolaylı olarak Hz. Muhammed ve arkadaşlarına, sabrettikleri takdirde Hz. Yûsuf’a verilmiş olan mükâfatın bir benzerinin onlara da verileceğini ve Kureyşliler’in kendilerine boyun eğeceğini müjdelemektedir. Nitekim kavminin baskısı neticesinde Medine’ye göç etmiş olan Resûlullah sekiz sene sonra Mekke’yi fethetmiş ve Kureyşliler ona boyun eğmiştir. Ancak Hz. Peygamber Kureyşliler’e, Hz. Yûsuf’un Mısır’da kardeşlerine söylediği sözün aynısını söylemiş ve şöyle demiştir: “Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir” (İbn Sa‘d, Tabakāt, II, 142). “Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!” (İbn Kesîr, es-Sîre, III, 570). Muhtevasına ve işaret ettiği konulara bakıldığında sûrenin, hicretin arifesinde meydana gelen olaylar esnasında, yani Kureyş’in Hz. Peygamber’i öldürme, sürgün etme veya hapsetme planlarını tasarladığı sırada ve bir defada inmiş olduğu anlaşılmaktadır.

İlk üç âyette bu sûredeki âyetlerin Kur’an-ı Kerîm’in âyetleri olduğu, Kur’an’ın Arap diliyle indirildiği ve bu sûrede kıssaların en güzelinin anlatılacağı bildirilmektedir. Bundan sonra 101. âyete kadar Hz. Yûsuf’un kıssası anlatılmıştır. Kıssada Hz. Yûsuf’un, kardeşleri tarafından kuyuya atılması, onu kuyudan çıkaran kafile tarafından Mısır’da köle olarak satılması, bir iftira sonucu cezaevine girmesi, Mısır kralının gördüğü rüyayı yorumlaması neticesinde cezaevinden çıkarılıp maliyeden sorumlu yüksek düzeyde yöneticiliğe getirilmesi, uzun süreli bir ayrılıktan sonra babası ve kardeşleriyle tekrar buluşması gibi konular ele alınmıştır. Daha sonraki âyetlerde ise müminlere müjde ve öğütler verilmektedir.

 

Kur’an-ı Kerîm’deki kıssalar bazı hikmetlere dayanmaktadır. Özellikle peygamberlerin kıssaları, alınması gereken ibretlerle doludur. Nitekim bu sûrenin son âyetinde yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır.” Hz. Yûsuf’un kıssası hakkında da şöyle buyurmuştur: “Andolsun ki Yûsuf ve kardeşle­rinde, almak isteyenler için ibretler vardır” (Yûsuf 12/7).

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yusuf Sûresi 1. Ayet

الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْـكِتَابِ الْمُب۪ينِ۠  ...


Elif Lâm Râ. Bunlar, apaçık Kitab’ın âyetleridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الر Elif Lâm Râ
2 تِلْكَ bunlar
3 ايَاتُ ayetleridir ا ي ي
4 الْكِتَابِ Kitabın ك ت ب
5 الْمُبِينِ apaçık ب ي ن
Bazı sûrelerin başında bulunan “elif-lâm-râ” gibi harflere “hurûf-ımukattaa” denmektedir (bilgi için bk. Bakara 2/1).
 Yüce Allah, indirilen bu âyetlerin gelişigüzel söylenmiş sözler değil, gerçekleri açıklayan ve ebedî bir mûcize olan ilâhî kitabın âyetleri olduğunu, dolayısıyla bu kitaba şanına yakışır bir şekilde saygı gösterilmesi ve emirlerinin uygulanması gerektiğini vurgulamaktadır.

الٓـرٰ۠

Hurûf-u mukatta harflerindendir. 

 تِلْكَ اٰيَاتُ الْـكِتَابِ الْمُب۪ينِ۠

 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك  ise muhatap zamiridir. اٰيَاتُ  haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْـكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْمُب۪ينِ  kelimesi  الْـكِتَابِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُب۪ينِ۠ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْـكِتَابِ الْمُب۪ينِ۠

 

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâaet-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir.

Kur’ân’daki sûrelerin başı öylesine güzeldir ki muhâtabın dikkatini celb edip hemen etkisi altına alır ve devâmını dinlemeye sevk eder. 
Hurûf-u mukattaa ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: “Bunlar Allah'ın Kur’an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah’ın her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah’ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında bir şey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah’tan geldikleri gibi okuruz.” (Kurtubî, El-Câmi’li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır. 5 sure bu harflerle başlamıştır. Hepsi de mushafta arka arkaya yer alan Yunus, Hud, Yusuf, Ra’d, İbrahim ve Hicr sureleri sureleri bu şekilde başlamıştır. Sadece Ra’d harfinde ilave olarak mim harfi de eklenmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de mukattaa harfleriyle başlayan surelerin hepsinde bu harflerden sonra muhakkak kitapla ilgili bir açıklama gelir.

İlk cümle olan  تِلْكَ اٰيَاتُ الْـكِتَابِ الْمُب۪ينِ۠ , ibtidaiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır.

Müsnedün ileyh, cem ve tecessüm ifade eden uzak için kullanılan işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada müşarun ileyhe tazim ifade eder. 

Kitabın mertebesinin yüksekliği ve şanının yüceliğine işaret eden  تِلْكَ ‘de istiare sanatı vardır. Mübalağa ve tecessüm ifade eden bu ibarede işaret edilenler maddi bir varlık yerine konmuştur. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ve  تِلْكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

Müsned olan   اٰيَاتُ الْـكِتَابِ الْمُب۪ينِ۠  izafeti, hem muzâf hem de muzâfun ileyhin şanı içindir.

Müsnedin izafetle marife olması, az sözle çok anlam amacı taşımasının yanında tazim ifade eder. 

الْمُب۪ينِ۠  kelimesi, الْـكِتَابِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayette Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerîm’in âyetlerinin kemaline ve şanının yüceliğine delalet etsin diye uzak için kullanılan ismi işareti  تِلْكَ  lafzıyla getirmiştir. Buradaki ismi işaret ile Yûsuf (a.s.) ile kardeşlerinin kıssasına ve sûrede bulunan ibretlere ve öğütlere işaret edilip vurgu yapılmıştır. (Ferhat Dursun, Yûsuf Sûresi’nin Belâgat Açısından İncelenmesi)

تِلْكَ اٰيَاتُ الْـكِتَابِ  [Onlar kitabın ayetlerdir] ibaresinde kitabın mertebesinin yüksekliği ve şanının yüceliği dolayısıyla uzak için kullanılan işaret ismi getirilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) Hz. Yusuf’un kıssasına girerken söze vahiyle giriş yapılmıştır. Bu bedî’ sanatlardan hüsn-i tahallüs sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî İlmi)

Çünkü bundan sonra gelen ayet, bu ifadenin öncesiyle -yani “Biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” ifadesiyle- irtibatlıdır. Zira anlatılan kıssalar ve ardından gelen Yusuf (a.s) kıssası Kur’an’la ilgilidir. (Allân İbrahim Mahmud, el-Bedî‘ fi’l-Kur’an, s. 362)

Lâzım anlamıyla  مُب۪ينِ۠  kendi özünde açık, seçik ve aydınlıktır. Yani haddi zatında kendisinin ne olduğu açık ve belli, kendisinin ne olduğunu tanıtmaya kendisi yeterli olan demektir. Müteaddi (geçişli) fiil olarak anlamı ise beyan edici, açıklayıcı, açığa çıkarıcı, ayırt edici demek olur. Bir de dili ve ifadesi gayet güzel, muradını ve maksadını gereğine göre dilediği gibi anlatır, fasih ve beliğ manasına gelir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili - Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr) 

Kitabın apaçık olması, Allah katından olduğu, hem lafız hem de mana olarak haber verme noktasında mucize olduğu apaçık ortada demektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Yusuf Sûresi 2. Ayet

اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياًّ لَعَلَّـكُمْ تَعْقِلُونَ  ...


Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا elbette biz
2 أَنْزَلْنَاهُ onu indirdik ن ز ل
3 قُرْانًا bir Kur’an olarak ق ر ا
4 عَرَبِيًّا arapça ع ر ب
5 لَعَلَّكُمْ diye
6 تَعْقِلُونَ anlayasınız ع ق ل
Bütün insanlık için gönderilmiş olan Kur’an’ın Arabistan’da veArapça olarak indirilmesinin coğrafî, sosyolojik, psikolojik ve dil ile ilgili sebepleri vardır. Her şeyden önce Arap yarımadası eski dünyayı meydana getiren, bugün de insanlığın büyük bir bölümünü barındıranAvrupa, Asya ve Afrika kıtalarının birbirine en çok yaklaştığı merkezî bir yerde ve dünya ticaret yollarının kesiştiği bir noktada bulunmaktadır. Kur’an’ın nâzil olduğu zamanda bu bölge komşu illerde yer alan siyasîgüçlerin iktisadî ve siyasî menfaatlerini doğrudan ilgilendiren bir konumdaydı. Bu siyasî güçlerin aksiyon ve reaksiyonlarının toplandığı bir merkezde yer alan Arap toplumu bu kıtalarda yaşayan insanları ve bunların yaşayışlarını tanıma imkânına sahipti.
 Arap toplumu çölde yaşadığı için, müreffeh bir hayat tarzından uzaktı. Tehlikeli işlere atılma ve değerlerin müdafaasında sabırla direnme gibi vasıflara sahip bulunuyordu. Asırlar boyunca dillerinin safiyetini korudukları gibi belirtilen nitelik ve enerjilerini de muhafaza etmişlerdi. Kabileler arasında uzun süre devam etmiş olan iç savaşlar, onlara atılganlık vb. meziyetler kazandırmıştı. Ayrıca ticaretle uğraşan bir toplum olmaları sebebiyle hareket kabiliyetine ve uzun süreli seyahatlere katlanma gibi hususiyetlere sahip bulunuyorlardı. Bu sayede Araplar ticaret yaptıkları ülkelerin örf ve âdetlerini, hususiyetlerini, kanunlarını öğrenmişlerdi; kısaca İslâm’ı buralara ulaştırmak için gereken tecrübeye sahip bulunuyorlardı.
 Kur’an’ın Arapça olarak indirilmesinin temel sebebi, son peygamberin Araplar arasından seçilmiş olmasıdır. Yüce Allah her peygambere kendi kavminin diliyle hitap etmiş, vahyini onların diliyle göndermiştir ki peygamber Allah’ın emir ve yasaklarını kavmine rahatça anlatsın (İbrâhim 14/4). Şüphe yok ki Kur’an’ın Arap dili ile indirilmiş olması onun sadece Araplar’a indirildiğini ifade etmez. Nitekim bazı âyetler, onun bütün insanlığa hitap ettiğini, dolayısıyla evrensel bir kitap olduğunu göstermektedir (Bakara 2/185; Âl-i İmrân 3/138; Sebe’ 34/28; ayrıca bk. Ra‘d 13/37). Son peygamberin Araplar arasından seçilmesinin doğal bir sonucu olarak önce onlar ıslah ve irşad edilecek, sonra da onların aracılık ve örnekliğinde diğer kavimler İslâm iman ve ahlâkına gireceklerdi. Ayrıca Kur’an yalnız Araplar’ın kutsal kitabı olmadığından Arapça bilmeyenlerin de onu anlayabilmeleri ve böylece İslâm’ı birinci kaynağından öğrenme imkânını elde etmeleri için Kur’an’ın başka dillere çevrilmesi zorunludur. Ancak bu çeviriler insan çabasının ürünleri, dolayısıyla az veya çok kusurlu olup Kur’an’ın orijinal metni yerine konamaz. (bilgi için bk. Zümer 39/28).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 211-212

اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياًّ لَعَلَّـكُمْ تَعْقِلُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اَنْزَلْنَٓا  cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اَنْزَلْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. قُرْءٰناً  hal olup fetha ile mansubdur. عَرَبِياًّ kelimesi  قُرْءٰناً ’ın sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

كُمْ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَعْقِلُونَ  cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

تَعْقِلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَنْزَلْنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياًّ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّٓ ’nin haberi olan  اَنْزَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياّ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

اَنْزَلْنَا  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. 

قُرْءٰناً  kelimesi,  اَنْزَلْنَاهُ  fiilindeki mef’ûl zamirden haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

عَرَبِياًّ  kelimesi,  قُرْءٰناً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.) 

Bu tekid; Kur’an'ın Allah katından indirildiğini inkâr eden kişileri red için  اَنْزَلْنَاهُ  fiilini tekid amaçlı gelmiştir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

Kur’an’ın, bir kısmına da “Kur’an” denilebilir. Çünkü “Kur’an” cins ismi olup Kur’an’ın tamamını da bir kısmını da gösterebilen bir isimdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bundan önce Kitabın zatî şerefini bildiren vasfı zikredildikten sonra onun arkasından da bu ayette Kitabın izafî şerefi bildirilmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

 لَعَلَّـكُمْ تَعْقِلُونَ

 

Ayetin son cümlesi, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Ta’lil cümleleri kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Gayrı talebî inşâ cümlesidir. 

لَعَلَّ ’nin haberi olan  تَعْقِلُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin, muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs , teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub;  “ لَعَلَّ  kelimesi ‘için’ manasındadır.” demiştir. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)

Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki  لَعَلَّ (umulur ki) harfinin  لَ  manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)

Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

تَعْقِلُونَ  fiilinin mef’ûlunun hazfi; “Onu bu şekilde indirmiş olmamız ondaki îcaz ve diğer ilimlerin birçoğunu akletmeniz içindir.” manasına işaret eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

Yusuf Sûresi 3. Ayet

نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ اَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَۗ وَاِنْ كُنْتَ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ  ...


Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki daha önce sen bunlardan habersiz idin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نَحْنُ biz
2 نَقُصُّ anlatıyoruz ق ص ص
3 عَلَيْكَ sana
4 أَحْسَنَ en güzelini ح س ن
5 الْقَصَصِ kıssaların ق ص ص
6 بِمَا
7 أَوْحَيْنَا vahyetmekle و ح ي
8 إِلَيْكَ sana
9 هَٰذَا bu
10 الْقُرْانَ Kur’an’ı ق ر ا
11 وَإِنْ ve oysa
12 كُنْتَ sen idin ك و ن
13 مِنْ
14 قَبْلِهِ ondan önce ق ب ل
15 لَمِنَ kimselerden
16 الْغَافِلِينَ bilmeyen غ ف ل
“En güzel kıssa” diye çevirdiğimiz ahsenü’l-kasas tamlamasındaki kasas kelimesi sözlükte “bir şeyin izini sürmek” anlamına gelmektedir; isim olarak, “anlatılan haber” demektir. Kur’an’da daha çok bu mânada kullanılmıştır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “kss” md.). Bu mânada kıssa ile eş anlamlı olup her ikisinin de çoğulu kısastır. Edebiyatta hayalî kıssalar olduğu gibi gerçek kıssalar da vardır. Hz. Yûsuf’un kıssası yaşanmış bir olaydır. Bir taraftan tasavvuf ve edebiyatta mecazi aşk denilen ve tabii bir gerçeklik olan beşerî sevgiyi, diğer taraftan bu tür sevgilerin insanı kötülüğe saptırmasına engel olacak güç ve içtenlikteki iman ve iffetin yüceliğini anlatan bu sûre, âyette “ahsenü’l-kasas” olarak nitelendirilmiştir. Kıssada aynı zamanda baba-oğul, Ya‘kub aleyhisselâm ile Yûsuf’un hasret, ıstırap ve üzüntüleri canlı bir şekilde dile getirilmektedir. Ahsenü’l-kasas tamlamasını “en güzel üslûp” şeklinde anlayanlar da vardır (Zemahşerî, II, 300-301; Râzî, XVIII, 85; Esed, II, 454-455). Buna göre cümlenin meâli şöyle olur: “Biz, bu Kur’an’ı sana en güzel bir üslûpla anlatıyoruz.”
 Âyette, Hz. Peygamber’in, Yûsuf hakkında daha önce bilgisinin olmadığı, bu bilgilerin kendisine vahiy yoluyla geldiği bildirilmektedir. Bu durum, Hz. Muhammed’in hak peygamber, Kur’an’ın da mûcize olduğunu gösterir. Zira okur yazar olmayan, yabancı dil bilmeyen ve İsrâiloğulları’nın Mısır’a gitmeleriyle ilgili yeterli bilgisi bulunmayan bir kimsenin, vahye dayanmadan, çok zaman olayların detayına kadar inen böyle mükemmel bir kıssayı ortaya koyması mümkün değildir. 
İbrânîce’de “Allah’ın güçlü kıldığı” mânasına gelen İsrâil kelimesi, Ya‘kub peygamberin lakabıdır. Soyundan gelenlere de “İsrâiloğulları” denilmektedir. Kitâb-ı Mukaddes araştırmacılarından nakledildiğine göre Ya‘kub Filistin’de yaşıyordu ve on iki oğlu vardı. Yûsuf on birinci oğluydu. Mısır’da köle olarak satılmış, bir süre kölelik, oldukça uzun bir süre de hapis hayatı yaşadıktan sonra Mısır’da önemli bir üst düzey yöneticiliğe getirildi. Daha sonra babası ve kardeşlerini de Mısır’a götürdü. Böylece İsrâiloğulları Mısır’a yerleştiler. Hz. Mûsâ’nın zamanında ve onun liderliğinde tekrar Filistin’e dönmüşlerdir (İsrâil ve İsrâiloğullarıhakkında bilgi için bk. Bakara 2/40, 132; Nisâ 4/153-161).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 212-213

نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ اَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَۗ 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. نَقُصُّ  cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur. 

نَقُصُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. عَلَيْكَ  car mecruru  نَقُصُّ  fiiline mütealliktir. اَحْسَنَ  masdardan naib mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْقَصَصِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مَٓا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle نَقُصُّ  fiiline mütealliktir. 

اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline mütealliktir. İşaret ismi  هٰذَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْقُرْاٰنَ işaret isminden bedel olup fetha ile mansubdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَوْحَيْنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  وحي ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

اَحْسَنَ  İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


وَاِنْ كُنْتَ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ

 

İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir. اِنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اِنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  أنه  şeklindedir.  كُنْتَ مِنْ قَبْلِه۪  cümlesi, muhaffefe  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كُنْتَ  nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. تَ  muttasıl zamiri  كُنْتَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. مِنْ قَبْلِه۪  car mecruru  الْغَافِل۪ينَ ’ye mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi,  اِنْ ‘in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna delalet eden lam-ı farikadır.

مِنَ الْغَافِل۪ينَ  car mecruru  كُنْتَ ’nin mahzuf haberine müteallik olup, cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

لَ  harfi, اِنَّ ’den hafifletilen  اِنْ ’in diğer  اِنْ ’ lerden ayırt edilmesi için, haberinin başına getirilen farika (ayırt edici) lamdır.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesidir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir. Müzekkerine > zamiruş şan (هُوَ – هُ)     Müennesine > zamirul kıssa (هِيَ – هَا)

Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamiruş-şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker. Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir. İş zamirleri 3’e ayrılır: Munfasıl (ayrı iş zamirleri >هُوَ – هِيَ) mübteda olarak kullanılır. Muttasıl (bitişik iş zamirleri >ىهُ – هَا) huruf-u müşebbehe bil fiil veya efali kulûb ile kullanılır. Mahzuf iş zamiri (hazfolmuş iş zamiri)  كَأَنَّ ، أَنَّ ، إنَّ ‘nin muhaffefleri olan كَأَنْ , أَنْ , إِنْ ’den sonra hazfedilmiş olarak gelir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْغَافِل۪ينَ  ; sülâsî mücerredi  غفل  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ اَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَۗ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

نَحْنُ  müsnedün ileyh, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtida’i kelam olan  نَقُصُّ عَلَيْكَ اَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَۗ cümlesi müsneddir.

Cümlede müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olması, hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde olayın zihinde daha kolay canlandırılmasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْقَصَصِ ‘ye muzaf olan  اَحْسَنَ , mahzuf mef’ûlü mutlaktan naibdir. 

الْقَصَصِ  bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. , 

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve akabindeki  اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَۗ  cümlesi, masdar tevilinde olup harfi cerle  نَقُصُّ  fiiline mütealliktir. 

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اِلَيْكَ  car mecruru, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

Mef’ûl konumundaki  هٰذَا ile Kur’an’a işaret edilmiştir. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada müşarun ileyhe tazim ifade eder.

الْقُرْاٰنَۗ  bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.  

نَقُصُّ - الْقَصَصِ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, مِنْ  harf-i cerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

نَقُصُّ  ve  اَوْحَيْنَٓا  fiillerinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. 

قَصَّ  haberlerin peşpeşe eklenmesi demek olup, arapça kök manası itibari ile “uymak, tâbi olmak” demektir. Hikâyelere “kıssa” adı verilmiştir: Çünkü onu anlatan kıssa, onları, birbiri ardınca peşpeşe anlatır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kıssa, izi sürülmeye değer hal ve durum manasınadır. İşte bundan dolayı şehnameler gibi kaleme alınan, dillerde dolaşan destan ve hikayelere de kıssa adı verilir ki, buna farsçada destan veya efsane denilir. Ancak bizim dilimizde destan deyimi şöhreti yaygın olmak bakımından, efsane deyimi de inanılmayacak gibi acayipliği bakımından, kıssa da ibretli özelliği bakımından kullanılır. Demek ki, bir haber veya hikayenin kıssa adını alabilmesi izlenmeye değer ve yazılmaya değer bir özelliği taşımasına bağlıdır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

الْقَصَصِ  lafzının, ism-i  mef’ûl manasında olması muhtemeldir. Eğer bu lafzı, masdar olarak kabul edersek ayet, (Biz, Sana bu Kur’an’ı en güzel bir şekilde anlatıyoruz.) manasında olur. Böyle olması halinde, en güzel olma hususu, kıssaya ait değil, anlatma işine ait olmuş olur ki bu güzel oluştan maksat, ayetlerin fesahat bakımından mucize noktasına varmış, fasih ve beliğ sözler olmasıdır. 

Eğer bu lafzı ism-i mef’ûl manasına alırsak, kendisinde başkasında bulunmayan hikmetler, ibretler, incelikler ve harikuladelikler olduğu için, kıssaların en güzeli manasında olmuş olur. 

Bu kıssadaki hikmetlerden biri şudur: Allah’ın kazasını hiç kimse savuşturamaz, Allah’ın kaderine kimse mani olamaz. Allah Teâlâ, bir insan için hayır ve güzellik irade etmiş ise bütün âlem ona karşı bir araya gelseler, o iyiliğin o kimseye ulaşmasına mani olamazlar. Bu kıssanın ifade ettiği ikinci bir hikmet, hasedin, hızlan (rahmetin kesilmesi) ve noksanlık sebebi oluşuna delalet etmesidir. Bir üçüncü hikmeti şudur: Sabır, tıpkı Yakûb (a.s)’da olduğu gibi genişliğe, selamete ermenin anahtarıdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ  ifadesi, Kur’an'ın gerçekleri beyan ettiğini bildirmekle beraber, zımnen kitap ehlinin anlattıkları kıssalarda eksiklik ve çirkinlik olduğunu da belirtmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s -Selîm)

Bu cümle 2. Ayetteki  إنّا أنْزَلْناهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا  cümlesinde bedel-i iştimâl olarak gelmiştir. Çünkü  اَحْسَنَ الْقَصَصِ  [en güzel kıssa] olmak indirilen Kur’an’dandır. Allah katından olan kıssalar Allah katından indirilişi tekid cümlesinden bedel-i iştimâl yerine konmuştur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

Zamirin haber olan fiile takdimi kasr ifade eder. بِمَٓا  daki  بِ  harfi sebebiyyedir ve müteallakı  نَقُصُّ  fiilidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  


 وَاِنْ كُنْتَ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ

 

Cümle ayetteki muhatab zamirden haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

اِنْ  harfi,  اِنَّ ’den hafifletilmiş tekit harfidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelam olan cümlede şan zamiri mahzuftur.

Muhaffefe  اِنَّ ‘nin haberi konumundaki  كُنْتَ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ , nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ  car-mecrurunun müteallakı olan  كَانَ ‘nin haberi mahzuftur. لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ  ‘daki lam,  اِنْ ‘in muhaffefe olduğuna işaret eden lam-ı farikadır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir.  مِنْ قَبْلِه۪  car mecruru, ihtimam için, amili olan  الْغَافِل۪ينَ ‘e takdim edilmiştir. 

الْغَافِل۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

اِنْ كُنْتَ  ifadesindeki  اِنْ  edatı, اِنَّٓ ’nin muhaffef halidir.  لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ ’deki lâm ise bu  اِنْ ’i olumsuzlayıcı  اِنْ  edatından ayırt eder.  ِقَبْلِه۪  [ondan önce] ifadesindeki zamir, “vahyettiğimiz” ifadesine racidir ve anlam, “Durum şudur ki biz sana vahyetmeden önce sen bundan habersizdin yani bu konuda cahildin, buna dair hiçbir bilgin yoktun, kulağına bununla ilgili hiçbir şey gelmemişti.” şeklindedir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl - Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Yusuf Sûresi 4. Ayet

اِذْ قَالَ يُوسُفُ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي رَاَيْتُ اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَاَيْتُهُمْ ل۪ي سَاجِد۪ينَ  ...


Hani Yûsuf, babasına “Babacığım! Gerçekten ben (rüyada) on bir yıldız, güneşi ve ayı gördüm. Gördüm ki onlar bana boyun eğiyorlardı” demişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذْ hani
2 قَالَ demişti ق و ل
3 يُوسُفُ Yusuf
4 لِأَبِيهِ babasına ا ب و
5 يَا أَبَتِ babacığım ا ب و
6 إِنِّي ben
7 رَأَيْتُ (rü’yada) gördüm ر ا ي
8 أَحَدَ (on) bir ا ح د
9 عَشَرَ on (bir) ع ش ر
10 كَوْكَبًا yıldız ك و ك ب
11 وَالشَّمْسَ ve güneşi ش م س
12 وَالْقَمَرَ ve ayı ق م ر
13 رَأَيْتُهُمْ gördüm ki onlar ر ا ي
14 لِي bana
15 سَاجِدِينَ secde ediyorlardı س ج د
Yûsuf aleyhisselâmın soy kütüğü şöyledir: Yûsuf, babası Ya‘kub, babası İshak, babası İbrâhim aleyhisselâm. Görüldüğü gibi Yûsuf, Hz. İbrâhim’in dördüncü kuşaktan torunudur. Ya‘kub ile eşi Rahel’den (İslâmî kaynaklarda Rahîl) dünyaya gelmiştir. Resûlullah buyurmuşlardır ki: “İnsanların en şereflisi, Allah’ın peygamberi Yûsuf’tur; o, Allah’ın peygamberinin oğludur; o da Allah’ın peygamberinin oğludur; o da Allah’ın dostunun (halîl) oğludur” (Buhârî, “Tefsîr”, 12/2). Rüya, “görmek” mânasına gelen rü’yet masdarından alınmış bir isim olup, uyku halinde birtakım olay ve şekillerin görülmesi demektir.Türkçe’de buna “düş” denir. Rüya kişinin sadece iç dünyasıyla ilgili bir olay olmayıp, aynı zamanda hayalin ötesinde dış dünyada bir gerçeğe de işaret eder. Râzî’ye göre yüce Allah, insan ruhunu madde ötesi âleme çıkabilecek, levh-i mahfûzu okuyabilecek yetenekte yaratmıştır. Ancak ruhun bedenle ilgisi buna engel olmaktadır. Uyku halinde ruhun bedenle ilgisi azalır, levh-i mahfûzu okuma gücü artar. Ruhun orada gördükleri, hayal aleminde kendine özgü izler bırakır (XVIII, 135). Bu izler hayalin ötesindeki bir gerçeği yani levh-i mahfûzdaki bilgiyi gösterir ki rüyanın asıl işaret ettiği şey budur (levh-i mahfûz hakkında bilgi için bk. Bürûc 85/22). Gazzalî, levh-i mahfûz ile insan kalbini, karşı karşıya duran fakat aralarında perde bulunan iki aynaya benzetmektedir. Aynaların arasındaki perde kaldırıldığında birindeki görüntü diğerine aynen yansır. İşte rüya olayı buna benzer; insan uyuduğu zaman kalbin duyu organlarıyla ilgisi kesilir, levh-i mahfûz ile kalp arasındaki perde ise kalkar, böylece levh-i mahfûzdaki bazı bilgiler kalbe yansır; hayal gücü bu bilgileri sembollerle alarak korur, insan uyandığında ancak hayalindeki sembolleri hatırlar (İhyâ, IV, 504-505). İşte rüyayı yorumlayıp işaret ettiği perde arkasındaki gerçekleri göstermeye “rüya tabiri” (yorumu) denilmektedir (ayrıca bk. Yûsuf 12/44). Psikanalizin kurucusu Freud’a göre rüyanın kaynağı ferdin şuur altı, rüya ise arzuların tatmini için yapılan bir teşebbüstür. Ona göre başta cinsel arzular olmak üzere çocukluk döneminden itibaren bastırılan duygular, geçmişte yaşananlar ve duyu organlarına etki eden duyumlar rüyanın esas öğesini oluşturur ve rüya esnasında ortaya çıkar (Umay Günay, s. 104). “İnsanın yaşama kaynağı ve canlı organizmanın tek faaliyet gayesi cinsel hayattır. Bu da “libido” denilen idare merkezinde planlanmaktadır. Cinsel duygularla toplumdaki kuralların çatışması veya bu isteklerin şuur altına itilmesi, kişide bazı kompleksler meydana getirir. Rüyada görülen olaylar işte bu komplekslerin, bilinç dışı arzuların akıl sansürü ve baskısından kurtulmuş olarak örtülü bir şekilde tezahürüdür. Uyku esnasında sansürün gücü azaldığından arzular serbestçe dışa vurulursa da rüya gören kişinin bilincine girmelerini engellemek amacıyla kabul edilebilir imgelere dönüştürülür. Bu dönüştürmede uyku sırasında algılanan duyu uyaranlarından, önceden yaşanmış olaylardan ve derinde yerleşmiş anılardan yararlanılır” (bilgi için bk. İlyas Çelebi, “Rüya”, İFAV Ans., IV, 29). İslâmî kaynaklarda genel olarak üç türlü rüyanın bulunduğu ifade edilmektedir: a) Sadık rüya. Kaynağı ilâhî olan ikaz ve işaretler olup doğru ve gerçek rüyalardır. Hz. Peygamber bu tür rüyaların peygamberliğin kırk altı cüzünden biri olduğunu haber vermiştir (Buhârî, “Ta‘bîr”, 2-4). Sadık rüya gören kimse, bu vesileyle Allah’ın ilim, irade, kudret ve yaratmasıyla ilgili bazı şeyler hakkında bilgi sahibi olur. Böylece zaman içerisindeki bazı gayb olaylarını meydana gelmeden önce keşfeder ve haber verir veya mekân içindeki bazı şeyleri insanların normal olarak görmesinden önce görür ve bildirir. Bu duruma, “rüya yoluyla keşif” denilmektedir. Freud aşkın alanla ilgilenmediği için bu tür rüyadan da söz etmemiştir. b) Nefisten yani beyin, duyu organları ve iç organlardan kaynaklanan düşler. Bunlar, hâtıraların, arzuların hayalde canlanmasından ibarettir. c) İnsan ruhunun gizli bir dış tesirden (şeytan) etkilenmesi neticesinde meydana gelen korkma ve sapmalar olup yalancı bir çağrışım ve hayalî bir olaydır. Hz. Peygamber bu tür rüyaların şeytandan kaynaklandığını haber vermiştir (Buhârî, “Ta‘bîr”, 3). Gerek nefisten gerekse şeytandan kaynaklanan, aşkın kaynağı olmayan karmakarışık rüyalara “ahlâm” veya “edgasu ahlâm” denmektedir (bk. Yûsuf 12/44; Elmalılı, IV, 2865) Hz. Yûsuf’un gördüğü bu rüyada baba, anne ve kardeşlerin güneş, ay ve yıldızlarla temsilî olarak anlatılması, rüyanın ve neticesinin önemine işaret ettiği gibi, Yûsuf’un şanının yüceliğini de gösterir. Yûsuf’un rüyası, yüce Allah’ın onu peygamberlik görevine hazırladığının bir işaretidir. Nitekim Hz. Peygamber’e de vahyin gelişi sâdık rüya ile başlamıştır (Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 3). Yûsuf’un gördüğü bu rüyayı yorumlayan Hz. Ya‘kub, oğlunun ileride büyük bir makama geleceğini anlamıştı. Ancak diğer oğullarının, yorumu gayet kolay olan bu rüyadan haberleri olduğu takdirde Yûsuf’u kıskanarak ona kötülük edeceklerinden endişe etmiş, bu sebeple rüyasını kardeşlerine anlatmaması için onu uyarmıştır. Hz. Yûsuf’un rüyada gördüğü güneş, babası Ya‘kub; ay, annesi Rahel; yıldızlar ise on bir kardeşi idi. Bünyâmin adındaki en küçük olanı öz, diğerleri üvey kardeşleriydi (Şevkânî, III, 9). 6. âyette “rüyada görülenlerin yorumu” diye çevirdiğimiz te’vîlü’l-ehâdîs tamlamasındaki te’vîl kelimesi terim olarak, “lafzı zâhirî anlamında değil de kitap ve sünnete uygun olan muhtemel bir anlamda yorumlamak” mânasına gelir. Burada te’vil terimi, “tabir etmek” ile eş anlamlı olarak, “rüyadaki sembolleri yorumlayıp delâlet ettikleri mânayı ortaya çıkarmak” anlamında kullanılmıştır. Ehâdîs kelimesi ise “olay” ve “haber” anlamlarına gelen hadîsin çoğuludur. Birinci anlama göre cümle, “Allah sana olaylarda sebep-sonuç ilişkisini ve olayların yorumunu öğretecek” mânasına, ikinci anlama göre ise “Allah sana rüyaların yorumunu öğretecek” mânasına gelir. Bu anlamdan hareketle cümleyi, “Allah sana kendi kitaplarının ve peygamberlerin sözlerinin yorumunu öğretecek” şeklinde tefsir edenler de olmuştur. Bu görüşleri birleştirmek sûretiyle cümlenin mânasını daha kapsamlı olarak değerlendirmek de mümkündür. Buna göre cümle, Hz. Yûsuf’a rüyaları yorumlama yeteneğinin verileceğini ifade ettiği gibi, hayatın problemlerini anlama ve onlara çözüm getirme, aynı zamanda her şeyin hakikatini kavrama yeteneğinin verileceğini de ifade eder. Anlaşıldığı kadarıyla Yüce Allah’ın Hz. Yûsuf’a nimetini tamamlamasından maksat, ona nimetlerin en üstünü olan peygamberlikle birlikte devlet yöneticiliğini de nasip etmiş olmasıdır. Böylece ona hem dinî hem de dünyevî müstesna nimetler nasip etmiş, lutfunu tamamlamıştır. Ataları Hz. İbrâhim ve İshak’a peygamberlik vererek onları en büyük şerefe erdirdiği gibi, Ya‘kub’un soyundan da birçok peygamber ve hükümdar göndermek suretiyle bu soyu başka kavimlerin hiçbir şekilde ulaşamayacakları bir şerefe ulaştırmıştır (Mâide 5/20).
Riyazus Salihin, 70 Nolu Hadis: İnsanların en şereflisi Allah’tan en çok korkanlardır.
Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Bazı insanlar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:Ey Allah’ın Resûlü! İnsanların en hayırlısı, şereflisi kimdir? dediler.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:

“Allah’tan en çok korkanlarıdır” buyurdu.

Ey Allah’ın Resûlü! Biz bunu sormuyoruz, dediler.

“O halde, Allah’ın halîli (İbrâhim)’in oğlu, Allah’ın nebîsi (İshak)’ın oğlu, Allah’ın nebîsi (Yakub)’un oğlu, Allah’ın nebîsi Yusuf’tur” buyurdu.

Ey Allah’ın Resûlü, biz bunu da sormuyoruz, dediler.

“O halde siz benden Arap kabilelerini soruyorsunuz. (Bilin ki) Câhiliye döneminde hayırlı (şerefli) olanlar, şayet dînî hükümleri iyice hazmederlerse İslâmiyet devrinde de hayırlıdırlar” buyurdu.  
(Buhârî, Enbiyâ 8, 14, 19, Menâkıb 1, Tefsîru sûre (12), 2; Müslim, Fezâil 168)

اِذْ قَالَ يُوسُفُ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي رَاَيْتُ اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَاَيْتُهُمْ ل۪ي سَاجِد۪ينَ


اِذْ  zaman zarfı  الْغَافِل۪ينَ ’ye müteallik olup, mahallen mansubdur. قَالَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. يُوسُفُ  fail olup damme ile merfûdur. Gayri munsarif olduğundan tenvin almamıştır. لِاَب۪يهِ  car mecruru  قَالَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هٖ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli, يَٓا اَبَتِ ’dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfidir. Münada olan  اَبَتِ  muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim  يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı  اِنّ۪ي رَاَيْتُ ’dur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. رَاَيْتُ  cümlesi, اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

رَاَيْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. اَحَدَ عَشَرَ fetha üzere mebni, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. كَوْكَبا  temyiz olup fetha ile mansubdur. الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ  kelimeleri atıf  وَ ’la  اَحَدَ عَشَرَ ’e matuftur. 

رَاَيْتُهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ل۪ي  car mecruru  رَاَيْتُهُمْ  fiiline mütealliktir.  سَاجِد۪ينَ  kelimesi,  رَاَيْتُهُمْ ’deki mef’ûlun hali olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  

(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur. b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder. c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur. d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Ayette اَحَدَ عَشَرَ  mürekkeb sayılardan olduğu için mümeyyezdir.  كَوْكَباً  ise temyizidir. 11-19  arası sayılara mürekkeb sayılar denir. Mürekkeb sayılarda; önce sayı, sonra temyiz gelir. Temyiz daima tekil ve mansub gelir. 11-19 arası sayıların birler basamağı da onlar basamağı da fetha üzere mebnidir. 12 sayısının birler basamağı yani 2 sayısı murebdir. İkil olduğu için ref durumunda elif (ا) ile merfû, nasb veya cer durumunda ye (ي) ile mansub veya mecrur olur. Cinsiyet yönünden onlar basamağı ile temyiz uyumlu olur, birler basamağı bunların zıttı olur. 11 ile 12 sayısında birler basamağı, onlar basamağı ve temyiz birbiriyle uyumlu olmak zorundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

سَاجِد۪ينَ  ; sülâsî mücerredi  سجد  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِذْ  zaman zarfı  الْغَافِل۪ينَ ’ye müteallik olup, mahallen mansubdur. قَالَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. يُوسُفُ  fail olup damme ile merfûdur. Gayri munsarif olduğundan tenvin almamıştır. لِاَب۪يهِ  car mecruru  قَالَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هٖ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli, يَٓا اَبَتِ ’dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfidir. Münada olan  اَبَتِ  muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim  يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı  اِنّ۪ي رَاَيْتُ ’dur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. رَاَيْتُ  cümlesi, اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

رَاَيْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. اَحَدَ عَشَرَ fetha üzere mebni, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. كَوْكَبا  temyiz olup fetha ile mansubdur. الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ  kelimeleri atıf  وَ ’la  اَحَدَ عَشَرَ ’e matuftur. 

رَاَيْتُهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ل۪ي  car mecruru  رَاَيْتُهُمْ  fiiline mütealliktir.  سَاجِد۪ينَ  kelimesi,  رَاَيْتُهُمْ ’deki mef’ûlun hali olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  

(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur. b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder. c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur. d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Ayette اَحَدَ عَشَرَ  mürekkeb sayılardan olduğu için mümeyyezdir.  كَوْكَباً  ise temyizidir. 11-19  arası sayılara mürekkeb sayılar denir. Mürekkeb sayılarda; önce sayı, sonra temyiz gelir. Temyiz daima tekil ve mansub gelir. 11-19 arası sayıların birler basamağı da onlar basamağı da fetha üzere mebnidir. 12 sayısının birler basamağı yani 2 sayısı murebdir. İkil olduğu için ref durumunda elif (ا) ile merfû, nasb veya cer durumunda ye (ي) ile mansub veya mecrur olur. Cinsiyet yönünden onlar basamağı ile temyiz uyumlu olur, birler basamağı bunların zıttı olur. 11 ile 12 sayısında birler basamağı, onlar basamağı ve temyiz birbiriyle uyumlu olmak zorundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

سَاجِد۪ينَ  ; sülâsî mücerredi  سجد  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذْ قَالَ يُوسُفُ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي رَاَيْتُ اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ 

 

Önceki ayetin devamı olan ayette cümleye muzaf olan zaman zarfı  اِذْ , önceki ayetteki  الْغَافِل۪ينَ ’ye mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَالَ يُوسُفُ لِاَب۪يهِ  cümlesi, اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَٓا اَبَتِ cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  اِنّ۪ي رَاَيْتُ اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ  cümlesi, اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّٓ ’nin haberi olan  رَاَيْتُ اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

كَوْكَباً , mef’ûl olan  اَحَدَ عَشَرَ ‘in temyizidir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren itnâb sanatıdır. 

Birbirine matuf  وَالشَّمْسَ  ve  وَالْقَمَرَ , temasül nedeniyle  كَوْكَباً ‘e atfedilmiştir.

كَوْكَباً - الشَّمْسَ - الْقَمَرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.) 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَبَتِ  kelimesinin aslı,  يا أبي (babacığım) idi ve sonundaki  ي  hazf edildi ve ona niyâbeten (yerine) kesre ile yetinildi. Sonra da sonuna vakf “hâ”sı (تِ ’si) getirilerek يَٓا اَبَتِ  denildi. Çok kullanıldığı için bu hâ (yani تِ) kelimenin kendisinden kabul edildi ve mütekellim  ي ’sına muzaf kılındı şeklindedir. Bu, Sa’leb İbnu’l Enbârî’nin görüşüdür.

كَوْكَباً  güneşe ve aya takdim edilmiştir. Çünkü hususen ve ismen zikredilmek daha şerefli ve itibarlı oluşu gösterir. Bu tıpkı, “Allah’ın melekleri, Cebrail, Mikâil…” (Bakara Suresi, 98) ayetinde olduğu gibidir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

 رَاَيْتُهُمْ ل۪ي سَاجِد۪ينَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. 

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

سَاجِد۪ينَ  kelimesi  رَاَيْتُهُمْ  fiilindeki mef’ûl zamirden haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir.  ل۪ي  car mecruru, durumun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için, amili olan  سَاجِد۪ينَ ‘ye takdim edilmiştir.

Ayetin son cümlesi meknî istiaredir. İsm-i fail vezninde gelerek güneş, ay ve gezegenlere isnad edilen  سَاجِد۪ينَ  müstear lafızdır. Gök cisimleri, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları vardır. 

رَاَيْتُهُمْ - رَاَيْتُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada  رَاَيْتُهُمْ  fiilinin tekrarı, manayı lafzen tekid içindir.

Burada hayvan ve ölü (cansız) varlıkların, insanlar gibi konuşturulmasına benzer şekilde bir anlatım (mecaz) söz konusudur. (Kişileştirme (Teşhîs) Sanatı) (Ebû Ubeyde, Mecâzu’l Kur’an, I, s. 10-11.) 

Şerîf er-Radî  اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ [On bir yıldızı, ay ve güneşi…] ifadesinin istiare olduğunu söyler. Çünkü yıldızlar, güneş ve ay aklı olmayan varlıklardandır. Gramer bakımından bunlar için  سَاجِد۪ينَ  yerine  سَاجِدَةً  denilmesi uygun olurdu. Fakat akıllı varlıkların yaptıkları fiil (yani secde etmek) onlara isnat edilince, akıllı varlıkların sıfatlarıyla nitelenmeleri caiz oldu. Çünkü secde etmek, akıl sahiplerinin fiillerindendir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları - Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Ayette niçin güneş ve ay sonra zikredilmiştir? Allah onları, yıldızlardan üstün oldukları için daha sonra zikretmiştir. Çünkü hususen ve ismen zikredilmek, daha şerefli ve itibarlı oluşu gösterir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Nida edilen kişi huzurda olmasına rağmen nida edilmesi söylenecek haberin önemi sebebiyledir. Böylece muhatap huzurda olması istenen gaib yerine konmuştur. Bu üslup, önemi sebebiyle yapılan kinaye veya istiaredir.  (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s -Selîm - Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili - Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

لِي ساجِدِينَ ’deki car mecrurun takdimi ihtimam içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr) 

Günün Mesajı
Yusuf as kıssası; kıssaların en güzeli olarak ifade edilmiştir. Bunun sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:
* İslam'ın Mekke dönemi itibarıyla Allah Resulü ve müminler için en güzel teselli kaynağı olup onlara yol göstermiştir.
* Kur'ân'da anlatılan diğer peygamberlerin çoğunun kıssası helak ile bitmesine mukabil bu kıssada helak yoktur. Aksine herkes bir olgunluğa ulaşmış ve hatalarını idrak etmiştir.
* Diğer kıssalar belli noktalar itibarıyla çeşitli surelerde tekrar edilirken bu kıssa tek bir surede ve tafsilatlı olarak anlatılmıştır.
* Bu kıssada insanların farklı karakterleri ve psikolojileri anlatılırken bir toplumsal dönüşümden de bahsedilmektedir.
* Yusuf as kıssası İsrailoğulları'nın doğuşunu ve Hz Musa ile devam eden bir kavmi anlatır.
* Hz Yusuf'un dış görünüşünde yansıyan iç güzelliği Allah'ın kendisine lütfettiği iffet ve ihsan gibi önemli sıfatları zirvede temsil edişi kıssanın güzelliğine güzellik katar.
* Peygamber efendimizin bu kıssayı bu detayları ile bilmesi kesinlikle mümkün olmadığı için risaletinin en büyük delillerinden biri de bu kıssadır.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Çocukken, en çok Yusuf suresinin mealini ve hz. Yusuf’un hayatını okumaktan keyif alırdım. Yusuf suresi denince aklıma, özellikle 10 yaşlarındayken, umrenin Mekke’de bulunduğumuz neredeyse her gününde heyecanla açıp okuduğum gelir. Hafızlığımda da, ezberlerken en çok keyif aldığım ama bir o kadar da zorlandığım suredir. Çünkü bünyesinde pek çok farklı ve telaffuzu zor kelimeler barındırır. Ahsen’ul Kasas sıfatına sahip olan hz. Yusuf’un hayatında, insan psikolojisine ve ahlaka dair bir çok bilgi vardır. Bugün Yusuf suresine başlayacağımız için ayrı seviniyorum. Allah’ın yardımıyla ve izniyle, bu sureyi okumak, hayırla tamamlamak, anlamak, almamız gereken dersleri almak ve hayatımıza işlemek nasip olsun.

Ey Rabbim! Cinleri ve insanları dolduracağın cehennem azabından Sana sığınırım. Beni; Sana kulluk eden ve yalnız Sana güvenen, yalnız Senden isteyen kullarından eyle. Cennet nimetleriyle donatacağın salih kullarının arasına kat. Peygamberin hz. Yusuf’a selam olsun. Cennetinde, hz. Yusuf’la tanışmamı ve sohbet etmemi nasip et.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji